allak bullak etmek | * karmakarışık bir duruma getirmek, düzeni bozmak. * (aklını, zihnini) düşünemez duruma getirmek. |
allak bullak olmak | * çok karışık duruma gelmek, altıüstüne gelmek, karmakarışık olmak, düzeni bozulmak. * (akıl, zihin) şaşkına dönmek, karışmak, şaşırmak. |
allama | * Allamak işi. |
allamak | * “Süslemek, donatmak” anlamına gelen allamak pullamak deyiminde geçer. |
allâme | * Derin ve çok bilgisi olan, çok bilgili. |
allâme kesilmek | * her şeyi bilir görünmek. |
allâmelik | * Allâme olma durumu. |
allâmelik taslamak | * bilgisiz olduğu hâlde her şeyi bilir görünmek. |
allanma | * Allanmak işi. |
allanmak | * Süslenmek. |
allaşma | * Allaşmak işi veya durumu. |
allaşmak | * Al duruma gelmek. |
allegretto | * Bir parçanın allegrodan biraz daha ağır çalınacağınıanlatır. |
allegro | * Bir parçanın canlı, neşeli ve hızlıçalınacağınıanlatır. |
allem | * Bir işi istediği duruma getirmek için “her türlü kurnazca çareye başvurmak” anlamıyla allem etmek kallem etmek deyiminde geçer. |
allı | * Üzerinde al renk bulunan. |
allıpullu | * Göz alıcırenkler ve şeylerle süslenmiş. |
allık | * Al olma durumu. * Kadınların süs için yanaklarına sürdükleri al boya. |
alma | * Almak işi. * Alıntı, iktibas. |
almaç | * Bir elektrik akımınıalıp başka bir kuvvete çeviren cihaz, alıcı, ahize, reseptör. |
almak | * Bir şeyi veya kimseyi bulunduğu yerden ayırmak. * Bir şeyi elle veya başka bir araçla tutarak bulunduğu yerden ayırmak, kaldırmak. * Yanında bulundurmak. * Birlikte götürmek. * Satın almak. * Ele geçirmek, fethetmek. * İçine sığmak. * Kabul etmek. * Kendine ulaştırmak, iletilmek. * İçeri sızmak, içine çekmek. * (erkek, kadın için) … ile evlenmek. * Sürükleyip götürmek. * Kazanmak, elde etmek. * Zararlı, tehlikeli bir şeye uğramak. * Bürümek, sarmak, kaplamak. * Kısaltmak, eksiltmek. * Yolmak, koparmak. * Yerini değiştirmek, çekmek. * Temizlemek. * (duş, banyo için) Yapmak; yıkanmak. * (içeri) Götürmek. * Bir yeri savaşla ele geçirmek. * (tat veya koku için) Duymak. * Örtmek, koymak. * (süre için) Değiştirmek. * … gibi anlamak. * Başlamak. * Davranışveya makam değiştirmek. * (içecek veya sigara için) İçmek. * Yutmak; kullanmak. * (yol için) Gitmek, (mesafe) katetmek. * Çalmak. * Göreve, işe başlatmak. * Görevden, işten çekmek. * Kazanç sağlamak. * (ölüm sebebiyle) Ayrılmak. * Gidermek, yok etmek. * Soldurmak. * Vücuttaki hasta bir organıameliyatla çıkarmak. * (motor) Çalışması için gerekli olan elektrik veya yakıttan yararlanır duruma gelmek. |
almamazlık | * Kabul etmeme durumu. |
Alman | * Cermen soyundan olan halk ve bu halktan olan kimse. * Alman halkına, Almanya’ya özgü olan şey. |
Alman gümüşü | * Çinko, bakır ve nikelden yapılan, gümüşü andırır bir alaşım, mayşor. |
Alman papatyası | * Orta Avrupa’da yetişen bir papatya türü (Anfhemis mobilis). |
Alman usulü | * Bir topluluk için yapılan harcamada giderlerin herkese eşit olarak bölüştürülmesi yöntemi. |
almanak | * Yılın gün, hafta, ay gibi bölümlerinden başka, bayram, yıl dönümü gibi belli günleri ve birtakım astronomi, meteoroloji, istatistik bilgilerini gösteren kitap biçiminde takvim. |
Almanca | * Hint-Avrupa dillerinin Cermence kolundan, Almanya, Avusturya ile İsviçre’nin bir bölümünde kullanılan dil. * Almanların kullandığı dil. * Bu dile özgü olan. |
Almancı | * Almanya yanlısı olan (kimse). * Almanya’da çalışan Türk işçisi. |
Almancılık | * Almancı gibi davranma. |
Almanlaşma | * Almanlaşmak işi veya durumu. |
Almanlaşmak | * Alman yaşayıştarzını benimsemek. |
Almanlaştırma | * Almanlaştırmak işi. |
Almanlaştırmak | * Almanlara özgü yaşayıştarzıkazandırmak. |
almaş | * İki veya daha çok şeyin sıra ile değiştirilerek kullanılmasıveya kendiliğinden değişerek çalışması, keşikleme, münavebe. * Birinin doğru olmasıötekinin yanlışlığını gerektiren iki önermenin oluşturduğu sistem. |
almaşık | * İki veya daha çok şeyin sıralanmalarında değişiklik olan. * Almaşlı olarak işleyen, mütenavip, alternatif. |
almaşık yapraklar | * Sapın iki yanında karşılıklıdeğil de aralıklı olarak bir sağda, bir solda bitmişyapraklar. |
almaşıklık | * Dönüşümlü ve düzenli sıralanma. |
almaşlı | * Almaşniteliği olan. |
alnaç | * Bir şeyin ön tarafı, ön yüzü. |
alnıaçık yüzü ak | * çekinecek hiçbir durumu veya ayı bı olmayan. |
alnına kara sürmek | * bir kimsenin haksız yere kötü tanınmasına yol açmak. |
alnında yazılmışolmak | * bir olayın, kişinin başına gelmesini Allah’ın buyurmuşolduğuna inanmak. |
alnından öpmek | * beğenmek, takdir etmek. |
alnınıkarışlamak | * küçümseyerek meydan okumak. |
alnının akı ile | * ayıplanacak bir duruma düşmeden, tertemiz, şerefiyle, başarı göstermişolarak. |
alnının kara yazısı | * kötü kaderi, kötü talihi. |
alo | * Telefon konuşmasında kullanılan seslenme sözü. |
alogami | * Bir çiçek tepeciğinin başka bir çiçek tozu ile tozlanması. |
alotropi | * Karbon, fosfor gibi maddelerin, fiziksel bakımdan ayrıözellikler gösterebilmesi durumu. |
Kategoriler