elektronik müzik | * Elektronik çalgıve cihazlarla yaratılan müzik. |
elektronik saat | * Elektrik enerjisi ile çalışan saat. |
elektronikçi | * Elektronik işi ile uğraşan kimse. |
elektropozitif | * Elektrolizde eksi (negatif) kutupta toplanma niteliği olan (cisimler). |
elektroradyoloji | * Hastalıkların teşhis ve tedavi edilmesinde elektrik ışınlarının uygulanmasınıöngören tıp dalı. |
elektrosaz | * Bkz. elektronik çalgı. |
elektroskop | * Bir cismin elektriklenmesini ve bu elektriklenmenin derecesini gösteren araç. |
elektrostatik | * Elektrikle ilgili. * Elektriklenmiş cisimler üzerinde elektriği denge durumunda inceleyen fizik dalı. |
elektrostatik serpme | * Yüksek gerilimli bir elektrostatik alandan yararlanılarak zımpara taneciklerinin kâğıt veya beze yapıştırılırken düzenli dağılımısağlayan yöntem. |
elektroşok | * Ruh hastalıklarında, beyinden çok kısa süreli yüksek elektrik akımı geçirerek, hastayı iyileştirmeye çalışma yöntemi. |
elektrot | * Bir elektrolitin içine daldırılan iki iletken çubuktan her biri, bunların artısına (pozitifine) anot, eksisine (negatifine) katot denir. |
elektroteknik | * Elektrik tekniğine ait, elektrik tekniği ile ilgili. |
elem | * Acı, üzüntü, dert, keder. |
eleman | * Öge, unsur. * Bir toplulukta çalışan insanların her biri. * Kümeye ait varlıklardan her biri. |
eleman sayısı | * Bir kümedeki varlıkların sayısı. |
eleme | * Elemek işi. * Elenmiş, seçilmişolan. * Çeyrek sona katılacak sporcu ve takımlarıayırmak için düzenlenen seçme yarışı. |
eleme sınavı | * Herhangi bir eğitim kurumuna başvuran istekliler arasından belli düzeyde başarı gösterenleri seçmek için düzenlenen iki aşamalısınavdan ilki. |
elemek | * Elek yardımıyla ayıklamak veya incesini kabasından ayırmak, elekten geçirmek. * Gözden geçirmek, ayıklamak, iyisini kötüsünden ayırmak. * Sınav veya yarışma yoluyla en iyileri seçmek. * İpliği elemgeden geçirip yumak yapmak. * Bir yarışmacıyıyarışma dışı bırakmak. |
element | * Kimyasal çözümlemeyle ayrıştırılmayan veya bireşim yoluyla elde edilemeyen madde. |
elemge | * Çile durumundaki ipliği yumak yapmak veya masuraya sarmak için, üzerine geçirilen kafes dolap biçimindeki hafif ve bir eksen üzerinde dönen araç. |
elemli | * Üzüntülü, kederli. |
elemsiz | * Elemi, üzüntüsü, kederi olmayan. |
elenme | * Elenmek işi. * Yenilen oyuncu veya takımın yarışmalardan çıkarılması. |
elenmek | * Elemek işine konu olmak veya elemek işi yapılmak. * Sınavdan geçirilmek, seçilmek. * Turnuva dışıkalmak, yarışmadan çıkarılmak. * Süzülmek. |
elenti | * Arpa, buğday ve benzerlerinin kalburdan geçirilmiş bölümü. |
eleştirel | * Eleştiri niteliği taşıyan, tenkidî. |
eleştiri | * Bir insanı, bir eseri, bir konuyu, doğru ve yanlışyanlarını bulup göstermek maksadıyla inceleme işi, tenkit. * Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle sağlamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazıtürü, tenkit, kritik. * Özellikle bilginin temellerini ve doğruluk durumunu inceleme, sınama, yargılama. |
eleştirici | * Eleştirmeci, eleştirmen. * Eleştirme niteliği olan, tenkitçi. |
eleştiricilik | * Eleştiricinin işi, eleştirmenlik, tenkitçilik, münekkitlik. * İnsan bilgisinin sınırıüzerine felsefe bilinci ve bu bilincin uyanık tutulması, eleştirimcilik, kritisizm. * Kant’ın akıl ve bilginin sınırınıve imkânlarınıtespit etmek için, özellikle dogmacılığın veşüpheciliğin karşısına koyduğu felsefe yöntemi, kritisizm. |
eleştirilme | * Eleştirilmek işi. |
eleştirilmek | * Eleştirmek işi yapılmak. |
eleştirim | * Eleştirmek işi. |
eleştirimci | * Eleştirimcilikle ilgili olan. |
eleştirimcilik | * Eleştiricilik. |
eleştirme | * Eleştirmek işi, tenkit. |
eleştirmeci | * Eleştirme yapan kimse, eleştirmen, tenkitçi, münekkit. |
eleştirmecilik | * Eleştirmecinin yaptığı iştenkitçilik, münekkitlik. |
eleştirmek | * Bir düşüncenin, bir eserin, bir yargının doğruluk veya yanlışlığını ortaya çıkarmak ve gerçek değerini belirtmek için onu incelemek, tenkit etmek. |
eleştirmeli | * Eleştirme ile ilgili, eleştirme üzerine olan, eleştirel, tenkidî. |
eleştirmen | * Eleştiri yazan kimse, eleştirmeci, tenkitçi, münekkit. |
eleştirmenlik | * Eleştirmenin işi, eleştiricilik, münekkitlik. |
elezer | * Sadist. |
elezerlik | * Sadizm. |
elgin | * Yabancı, gurbette yaşayan, garip. |
elhak | * Gerçekten, hiç şüphesiz, doğrusu. |
elhamdülillah | * Allah’a şükür. |
elhasıl | * Sözün kısası, kısacası, işin sonu, velhasıl. |
eli açık | * Parasınıve malınıesirgemeyen, cömert, bonkör. |
eli ağır | * Yavaşişgören. * Vurunca çok acıtan (kimse). |
eli alışmak | * bir işte uzluk, ustalık kazanmak. * herhangi bir davranışıâdet edinmek. |
Kategori: E
E Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük E Sayfa 19
-
Türkçe Sözlük E Sayfa 20
eli altında olmak * buyruğunda olmak, istediği anda o şeyden yararlanabilmek. eli armut devşirmek * birisinin bir işyaparken öbürünün de boşdurmayarak aynı işi yapabileceğini anlatır. eli ayağı(olmak) * yardımcısı(olmak), her işine yarar (olmak). eli ayağı(veya eli kolu) bağlı * çaresiz, istediğini yapamayacak bir durumda olan. eli ayağı buz kesilmek (veya tutmamak) * güçsüz, dermansız kalmak. eli ayağıdolaşmak * şaşırmak, telâşlanmak. eli ayağıdüzgün * bedence kusursuz, sakat değil. eli ayağıtitremek * korku, sinir gibi sebeplerle heyecanlanmak. eli ayağıtutmak (veya tutmamak) * beden gücü yerinde olmak, (veya olmamak). eli aza varmamak * bir şeyi bol bol alma veya bol bol verme alışkanlığında olmak. eli bayraklı * Şirret, edepsiz, kavgacı. eli boş * İşi olmayan, boşgezen. eli boşçıkmak * umduğunu alamamak, başarısızlığa uğramak. eli boşdönmek (çevrilmek veya geri gelmek) * umduğunu alamadan dönmek. eli boşgelmek (veya gitmek) * armağansız gelmek, gitmek.
* umulan şeyi getirmeden gelmek.eli böğründe * Ahşap yapılarda çıkmaların altına eğik ve aralıklı olarak konulan ahşap destek.
* Halıve kilimlerde kullanılan eski bir motif türü, eli belinde.eli böğründe (veya koynunda) kalmak * başarısızlığa uğramak, bir şey yapamaz duruma düşmek. eli çabuk * Çabuk işgören, hamarat. eli dar (veya eli darda) olmak * para sıkıntısı içinde olmak. eli değmek * bir şey yapmaya vakit ve fırsat bulmak. eli dursa ayağıdurmaz * kıpırdak, hareketli. eli ekmek tutmak * geçimini kendi emeğiyle sağlayacak duruma gelmek. eli ermek (veya ermemek) * yapabilmek, ulaşabilmek. eli ermez gücü yetmez * çaresiz, zavallı. eli geniş * Geçimi iyi olan, cömert. eli genişlemek * bolca paraya kavuşmak. eli gitmek * bir şeyi kavramak, tutmak istemek. eli hafif * (cerrah, dişçi, berber vb.) Acıtmadan, tedirgin etmeden işgören. eli harama uzanmak * dince yasaklanmış bir işe yönelmek. eli işe yatmak * becerikli, eli yatkın olmak. eli kalem tutmak * yazıyazmayı bilmek.
* düşündüğünü güzel bir anlatımla yazmak.eli kırılmak * eli, işe yatkın bir duruma gelmek. eli kolu bağlıkalmak (veya durmak, olmak) * bir engel dolayısıyla hiçbir işyapamaz duruma gelmek. eli koynunda * boş, işsiz; çaresiz. eli koynunda kalmak * çaresiz kalmak. eli kulağında * nerede ise olacak, çok yakında olması beklenilen (şey). eli kurusun * “eli tutmaz olsun, eli bir işgöremez olsun” anlamında bir ilenme. eli maşalı * Kavgacı, şirret, daya atmayıseven. eli olmak * karışmışolmak, gizli bir ilgisi bulunmak. eli para görmek * eline para geçmek. eli selek * Eli açık, cömert. eli sıkı * Çok tutumlu, cimri, pinti. eli silâh tutan * silâh kullanabilen. eli sopalı * Zorba. eli şakağında * düşünceli, kaygılı. eli uz * Usta, belli bir işte becerikli, mahir. eli uzun * Fırsat buldukça öte beri aşıran, hırsız. eli varmamak (veya gitmemek) * bir işi yapmaya gönlü razı olmamak. eli yatkın * eli o işe alışık, becerikli. eli yatkın * Elle yapılan işlerde becerikli (kimse). -
Türkçe Sözlük E Sayfa 8
eğreti vermek * ödünç vermek. eğretileme * İstiare, iğretileme. eğretilik * Eğreti olma durumu, iğritilik. eğretiye almak * bir yapının alt bölümünü onarmak için üstünü destekler üzerinde durdurmak. eğrez * Eğirdir Gölünde yaşayan bir balık. eğri * Doğru, düz olmayan, bir noktasında yön değiştiren, çarpık, iğri.
* Yay gibi kavislenmiş, eğmeçli, mukavves.
* Yatay veya düşey olmayan, bütünüyle bir yana eğilmiş bulunan, eğik, mail.
* Yanlış.
* Bir olayın şiddetindeki azalışve çoğalışları gösteren çizgi.
* Doğru olmayan (çizgi, yüzey), münhani.eğri bakmak (veya eğri gözle bakmak) * kötü düşünce ile bakmak. eğri büğrü * Yer yer eğrilmişve bükülmüşolan, çarpık çurpuk. eğri çehre * Asık yüz. eğri gemi doğru sefer * kullanılan araç yetersiz ama yapılan işisteğe uygun. eğri oturup doğru konuşalım * birisine karşıtutumumuz ne olursa olsun doğruyu söylemeliyiz. eğri söz * Kötüleme sözü. eğri yüz * Aksi, sert (surat). eğrice * Az eğri olan. eğrice * Sığır sineği, büvelek. eğrice * Butların topak etlerinden yapılan pastırma. eğrili * Eğrisi olan. eğrilik * Eğri olma durumu. eğriliş * Eğrilmek işi veya biçimi. eğrilme * Eğrilmek işi. eğrilmek * Eğri duruma gelmek, iğrilmek. eğriltme * Eğriltmek işi. eğriltmek * Eğri duruma getirmek. eğrim * Burgaç.
* Eğri, dalgalı.eğrim eğrim * Eğri eğri, dalga dalga, eğriler çizerek. eğrisi doğrusuna gelmek * olmayacak gibi görünen bir iş, bir girişim, rastlantısonucu olumlu bitmek. eğritme * Eğritmek işi. eğritmek * Eğriltmek, iğritmek. eğriye eğri doğruya doğru * gerçek neyse aynen belirtilmelidir. eğsi * Ucu yanmışodun, köseği. eh * Olur, peki veya fena değil anlamında kullanılır.
* Bezginlik anlatır.ehem * Çok önemli. ehemmiyet * Önem. ehemmiyet vermek * önem vermek. ehemmiyetli * Önemli, mühim. ehemmiyetsiz * Önemsiz. ehil * Topluluk, cemaat.
* Bir işte yetkili olan, bir işi yapan, yeterli, erbap.
* Karıkocadan her biri, eş.
* Sahip.ehil olmak * ustalaşmak, uzman olmak. ehlî * Evcil. ehlibeyt * Hz. Muhammed’in kızı, damadıve torunlarından oluşan ailesine verilen ad. ehlidil * Gönül eri, kalender, rint. ehlihibre * Bilirkişi. ehlikeyf * Rahatına düşkün, keyif sahibi. ehlîleşme * Evcilleşme. ehlîleşmek * Evcilleşmek. ehlîleştirilme * Evcilleştirilme. ehlîleştirilmek * Evcilleştirilmek. ehlîleştirme * Evcilleştirme. ehlîleştirmek * Evcilleştirmek. ehlisalip * Haçlılar. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 9
ehlisünnet * Hz. Muhammed’in sünnetini yerine getirenler. ehlivukuf * Bilirkişi. ehliyet * Üstat, uzluk.
* Sürücü belgesi.ehliyetli * Yeterlikli, yeterli, kifayetli.
* Ehliyeti olan.ehliyetname * Ehliyet, yeterlik belgesi, sürücü belgesi. ehliyetsiz * Yetersiz.
* Ehliyeti olmayan.ehliyetsizlik * Ehliyetsiz olma durumu, yetersizlik. ehlizevk * Güzel veya çirkin hükmünü verdiren duyguya sahip, zevki olan (kimse). ehram * Mısır firavunlarının piramit biçimindeki mezarlarına verilen ad.
* Piramit.ehven * Daha az kötü, yeğ, zararsız.
* Bkz. ucuz.ehven kurtulmak * ucuz kurtulmak. ehvenişer * Birkaç kötüden en az kötü olanı, kötünün iyisi. ehveniyet * Ehven olma durumu. einstenyum * Atom sayısı99 olan, uranyumun sürekli ısınmasıyla veya termonükleer tepkimeler sırasında oluşan yapay
element. KısaltmasıE.ejder * Türlü biçimlerde tasarlanan korkunç bir masal canavarı, ejderha, dragon.
* Büyük yılan.ejder (ejderha) gibi * iri yapılıve korkunç görünüşlü. ejderha * Bkz. ejder. ejektör * Fışkırtıcı. ek * Bir şeyin eksiğini tamamlamak için ona katılan parça.
* Bir gazete veya derginin günlük yayımından ayrıve ücretsiz olarak verdiği parça, ilâve.
* Sonradan katılan, dikilen, yapıştırılan parçanın belli olan yeri.
* İki borunun birbirine birleştirildiği yer.
* Eklenmiş, katılmış.
* Kelime türetmek veya kelimenin görevini belirtmek için kullanılan şekil verici ses veya sesler, lâhika.-ek * Bkz. -ak / -ek. ek bent olmak * şaşırıp ne diyeceğini bilememek. ek bileziği * İki boruyu birbirine eklemekte kullanılan bağlantıparçası, manşon. ek bütçe * Yıllık bütçeye sonradan eklenen bütçe. ek ders * Haftalık mecburî ders yükünün dışında kalan ders. ek eylem * Ek fiil. ek fiil * İsim, sıfat, zamir gibi isim soyundan kelimelerin yüklem görevinde kullanılmasınısağlayan yardımcıfiil. Bu
fiilin genişzamanı, şahıs ekleriyle çekilir: çalışkan-ım, çalışkan-sın, çalışkan(-dır) çalışkan-ız, çalışkanlar(lar-dır). Bu
fiilin belirli, belirsiz geçmişzamanlarıyla şartının çekiminde ek fiil gerektiğinde kullanılabilir: güzeldi (<güzel i-di),
yorgunmuş(<yorgun i-miş), iyiyse (< iyi i-se) vb.ek görev * Devlet dairelerinde bir kimsenin asıl işiyle birlikte yürüttüğü ikinci iş. ek kök * Sapın yanlarından çıkan ince kök. ek oylum * Camilerde yarım kubbelerin iki veya üç yanında küçük yarım kubbelerle yapılan oylum eklemleri. ek ödenek * Aylık ücretlere ek olarak verilen prim veya ikramiye. ek tahsisat * Ek ödenek. ekâbir * (makamca) Büyükler, devlet büyükleri, ileri gelenler.
* Kendini beğenmişkimseler için kullanılır.ekalliyet * Azınlık. ekarte * Saf dışıetmek, konu dışında tutmak anlamındaki ekarte etmek sözünde geçer. eke * Büyük, yetişkin, yaşlı, kart.
* Yaşıküçük olduğu hâlde sözleri ve davranışları büyükmüşgibi olan çocuk.ekecek * Tohum. ekenek * Ekilen yer, mezraa. ekici * Herhangi bir tarım ürününü üreten, tarımla uğraşan (çiftçi). ekili * Ekilmişolan, mezru. ekilme * Ekilmek işi. ekilmek * Ekmek işi yapılmak. ekim * Ekmek işi.
* Yılın 31 gün süren 10. ayı, teşrinievvel.ekin * Tahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya kadar aldığıduruma verilen ad.
* Kültür, hars.ekin biti * Bkz. buğday biti. ekin iti * Başınıdik tutup herkese yüksekten bakan kimse. ekin kargası * Tüyleri parlak, kara ve erguvanî parıltılı bir tür karga (Corvus frugilefus). ekinci * Ekin ekip biçmekle uğraşan kimse, çiftçi. ekincilik * Ekin ekip biçme işi, tarım. ekini belli etmemek * eksik, bozuk, yanlış, kusurlu bir işi sağlam, doğru ve doğal imişgibi gösterme becerisini kanıtlamak. ekinlik * Ekin ekilmişyer. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 10
ekinokok * Et oburların gelişmişdönemlerinde bağırsaklarında yaşayan tenya türü. ekinoks * Gün gece eşitliği. ekinti * Ekilen şey. ekip * Takım, grup, kol.
* İşçilerin oluşturduğu takım.ekip biçmek * tarım yapmak. ekipman * Bir kuruluşveya işletmeye gerekli olan eşya. -ekle- * Bkz. -akla- / -ekle-. eklektik * Seçmecilik yanlısı, seçmeci. eklektizm * Seçmecilik. eklem * Vücut kemiklerinin uç uca veya kenar kenara gelip birleştiği yer, mafsal. eklem bacaklılar * Birbirine eklenmişhalkalardan oluşan böcekler, örümcekler, kabuklular ve çok ayaklılar gibi bölümlere
ayrılan hayvan sınıfı.ekleme * Eklemek işi.
* Eklenmiş.ekleme dişi * Bkz. duvar dişi. eklemek * Bir şeyi ekle tamamlamak, ulamak, ilâve etmek.
* Bir şeyi ek olarak kullanmak.eklemeli * Bitişken. eklemleme * Eklemlemek işi. eklemlemek * Eklemle birleştirmek. eklemlenme * Eklemlenmek işi. eklemlenmek * Eklemle birleşmek. eklemli * Eklemi olan. eklemliler * Eklem bacaklılar. eklemsiz * Eklemi olmayan. eklemsizler * Kolsu ayaklılardan, kavkıçenetleri arasında eklem olmayan bir sınıf. eklenme * Eklenmek işi. eklenmek * Eklemek işi yapılmak.
* Ekle tamamlanmak.eklenti * Bir şeye eklenmişolan, ek durumunda bulunan parça, aksesuar. eklentiler * Herhangi bir yapıya göre ayrı bir işlevi bulunan bölümler veya yapılar, müştemilât. ekler * İçi krema ile doldurulmuş bir pasta türü. eklesil * Üniversitelerde öğrencilerin ders seçme veya bırakma işlemi. ekleşme * Ekleşmek işi. ekleşmek * Ek durumuna gelmek. ekleştirme * Ekleştirmek işi. ekleştirmek * Vurmak, aşk etmek. ekletme * Ekletmek işi. ekletmek * Eklemek işini yaptırmak. ekli * Eklenmişolan, eki olan. ekli püklü * Ekli, yamalıve düzensiz. ekme * Ekmek işi. ekmeden biçilmez * emek vermeden beklenen bir sonuca erişilmez. ekmediği yerden biter * umulmayan ve istenilmeyen yerde karşılaşılan kimseler için kullanılır. ekmeğinden etmek * işinden çıkarmak, işinden atmak. ekmeğinden olmak * geçimini sağlayan işinden mecburî olarak ayrılmak. ekmeğine göz koymak (veya dikmek) * birinin geçimini sağlayan işi elinden almaya çalışmak. ekmeğine yağsürmek * istenmediği hâlde birinin işine yarayacak biçimde davranmak. ekmeğini çıkarmak * çalıştığı işten geçimini karşılayacak kadar kazanç sağlamak. ekmeğini kana doğramak * büyük bir sıkıntıve üzüntüye katlanmak. ekmeğini kazanmak * geçimini sağlamak. ekmeğini taştan çıkarmak * geçimini sağlamakta çok becerikli olmak. ekmeğini yemek * birisinin işinde çalışarak kendi geçimini sağlamak.
* geçim yönünden birisinin yardımından yararlanmak.ekmeğiyle oynamak * birinin geçim kaynağınıtehlikeye düşürmek. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 11
ekmek * Bir bitkiyi üretmek için toprağa tohum atmak veya gömmek.
* Toprağıekip biçmek için kullanmak.
* Serpmek.
* Bir şeyin başlamasına yol açacak sebepleri hazırlamak.
* Birini uydurma bir sebeple bırakıp gitmek, savuşmak, atlatmak.
* (para için) Boşuna harcamak, ziyan etmek.
* Yarışta geçmek.ekmek * Çeşitli tahıl unundan yapılmışhamurun fırında, saçta veya tandırda pişirilmesiyle yapılan yiyecek.
* İnsanı geçindirecek iş, kazanç.
* Yemek, aş.ekmek ağacı * Dutgillerden, sıcak ülkelerde yetişen, meyvesi beyaz etli ve biraz unlu, besleyici bir bitki (Artocarpus
incisa).ekmek aslanın ağzında * geçim sağlayacak bir iş bulmak ve para kazanmak kolay değildir. ekmek ayvası * Gevrek ve sulu bir tür ayva. ekmek çarpsın * karşısındakini inandırmak için edilen yemin. ekmek dolması * Soğan, maydanoz ve baharat karışımının içi boşaltılmışsomun ekmeğe doldurulmasıve pişirilmesi yoluyla
hazırlanan bir yemek türü.ekmek düşmanı * Bir ailede geçimin sağlanmasına katılmayan tüketici durumdaki kişiler. ekmek elden, su gölden * kendisi çalışmayıp başkasının kazancıyla geçinme durumu. ekmek kadayıfı * Yuvarlak küçük pide biçiminde yapılıp kurutulduktan sonra yumurtaya bulanıp yağda kızartılan bir tür
kadayıfa, ateşüzerinde koyu şeker şerbeti içirilerek hazırlanan tatlı.ekmek kapısı * Geçim sağlayan işyeri. ekmek kavgası * Geçim sağlamak için çalışıp uğraşma, geçim savaşı. ekmek kaygısı * Geçim sağlamak çabası. ekmek küfü * Doğal olarak ekmek, peynir ve benzeri besinler üzerinde gelişen asklımantar (Penicillium crustaceum). ekmek mayası * Ekmek yapımında hamurun mayalanmasınısağlayan madde. ekmek öpmek * yeminin gücünü artırmak için ekmeği öpüp başa götürmek. ekmek parası * Geçimi sağlayan para veya kazanç. ekmek tahtası * Ekmeklik hamurun fırına sürülmek üzere hazırlandığıve üzerine konulduğu uzun tahta. ekmek tatlısı * Ekmekten yapılan tatlı. ekmek ufağı * Ekmek kırıntısı. ekmekçi * Ekmek yapan veya satan kimse.
* Ekmek satılan dükkân.ekmekçilik * Ekmek yapma veya satma işi. ekmeklik * Ekmek yapmaya yarayan veya ayrılan.
* İçine ekmek konulan kap.
* Oyunda hep yenilerek kendisinden para kazanılan kimse.ekmeksiz * Ekmeği olmayan.
* Yiyeceği olmayan.
* Ekmek olmadan.ekol * Okul. ekolâli * Bkz. yankıca. ekoloji * Çevre bilimi. ekolojik * Çevre bilimsel. ekolojik ortam * Canlıların aralarındaki bağlantıların, ilişkilerin kurulduğu yer, çevre. ekolojist * Çevre bilimci. ekonometri * Ekonomik olayların açıklanmasında çok sayıda değişkeni göz önüne alarak ve karşılıklı bağıntılar kurarak,
teorik çalışmaların deneylerle doğrulanmasınısağlayan matematiksel yöntem.ekonomi * İnsanların yaşayabilmek için üretme ve ürettiklerini bölüşme biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğan
ilişkilerin bütünü, iktisat.
* Bu ilişkileri inceleyen bilim dalı, iktisat.
* Aşırıharcamalardan sakınma, iktisat.ekonomi coğrafya * Ekonomik olayların yeryüzünde, bir ülkede veya bir bölgede dağılışını inceleyen coğrafya kolu. ekonomi politik * İnsan toplumlarında maddî refahın dağıtımınıve insanlar arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişimini konu
alan bilim dalı.ekonomi yapmak * tutumlu davranmak. ekonomik * Ekonomi ile ilgili olan, iktisadî.
* Az masraflı, kazançlı, hesaplı, iktisadî.ekonomik ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla ekonomik alanda yaptırım uygulama. ekonomik davranmak * tutumlu davranmak. ekonomist * Ekonomi uzmanı, iktisatçı. ekonomizm * Her şeyin ekonomik sebeplerle belirlendiği ve işçi sınıfımücadelesinin yalnızca ekonomik bir mücadele
olduğunu ileri süren düşünce akımı.ekopraksi * Başkasının yaptığı hareket ve davranışlarıanlamsız olarak tekrarlama, yansıca. ekose * Çeşitli renklerde kareli olan (kumaş). ekran * Üzerine bir cismin ışık yoluyla görüntüsü düşürülen, saydam olmayan düz yüzey, görüntülük.
* Beyaz perde, görüntülük.
* Televizyon camı, görüntülük.eksantrik * Dışmerkezli, merkez dışı(olan).
* Ayrıksı.eksantrik mili * Makine parçalarının çalışmasınıyöneten bir tür yuvarlak mil. ekselâns * Bakan ve elçiden başlayarak cumhurbaşkanlığına kadar yükselen, yüksek makam sahibi yabancılara verilen
şeref unvanı.
* Bu unvanıtaşıyan kimse.eksen * Bir cismi iki eşit parçaya bölen çizgi, mihver.
* Üzerinde bir pozitif yön var sayılan sonsuz doğru.
* Araba dingili.eksen oyuncu * Oyun kurucu. eksen ülke * (bir topluluğu veya paktı) Kurucu veya yönlendirici ülke. ekser * Büyük çivi, enser. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 12
ekseri * En çok, en çoğu, çoğu kez. ekseriya * Çoğunlukla, çokluk, çoğu kez. ekseriyet * Çoğunluk, çokluk. ekseriyetle * Genellikle, çoğunlukla, çoklukla. eksi * Çıkarma işleminde ” – ” işaretinin adı, nakıs.
* Sıfırdan küçük, önünde eksi işareti bulunan (sayı), negatif, nakıs, artıkarşıtı.eksi sayı * Sıfırdan küçük sayı, negatif sayı. eksi uç * Elektrikli ayrıştırmada sıvıya batırılıp akımın geçmesini sağlayan metal uçlardan eksi yüklü olanı, katot.
* Elektrikle yapılan temizleme, parlatma vb. işlemlerde yer alan eksi yüklü elektrot.eksibe * Kum yığını, kumul. eksik * Gerekli duyulan, ihtiyaç duyulan (şey), noksan.
* Bir bölümü olmayan, natamam.
* Mükemmel olmayan, kusurlu, muallel, sakat.
* Az.eksik artık * Biraz eksik veya fazla olabilir anlamında kullanılır. eksik çıkmak * tartıveya ölçünün tam olmadığı görülmek. eksik doğmak * vaktinden önce veya organları gelişmeden doğmak. eksik etek * Kadın. eksik etmemek * her zaman bulundurmak, sürdürmek. eksik gedik * Ufak tefek ihtiyaçlar. eksik gedik kapamak * gerekli olan ufak tefek ihtiyaçlarıkarşılamak. eksik gelmek * yetişmemek, yetmemek. eksik olma * “var ol, sağol” gibi hoşnutluk anlatır. eksik olmamak * her vakit ve her fırsatta bulunmak. eksik olmasın * “sağolsun, var olsun” anlamında birine karşıhoşnutluk bildirir. eksik olsun * “gereği yok” anlamında kullanılır.
* ölsün!.eksiklenme * Eksiklenmek işi veya durumu. eksiklenmek * Eksiği bulunmak. eksikli * Kendisine bir şey gerekli olan, muhtaç.
* Kadın.eksiklik * Eksik olma durumu, eksik olan miktar, noksan, nakısa, fıkdan. eksiksiz * Eksiği olmayan, tam, tamam.
* İyi, namuslu, temiz.eksilen * Çıkarma işlemindeki ilk sayı. eksiliş * Eksilme işi. eksilme * Eksilmek işi, tenakus. eksilmek * Azalmak, az duruma gelmek.
* Bulunmak, var olmak, rastlanmak.eksiltilme * Eksiltilmek işi. eksiltilmek * Eksiltilmek işine veya durumuna konu olmak. eksiltme * Eksiltmek işi.
* Bir işin kimin tarafından daha ucuz yapılacağının anlaşılması için istekliler arasında açılan fiyat kırma işi,
münakaşa, ihale.eksiltmek * Eksik duruma getirmek, sayısınıazaltmak. eksiltmeye çıkarılmak * bir iş, istekliler arasında en uygun olana bırakılmak için hazırlanıp sunulmak, ihaleye çıkarılmak. eksin * Anyon. ekskavatör * Kazımakinesi kazaratar, kazmaç. eksper * Bilirkişi, uzman. eksperimantalizm * Deneyselcilik. eksperlik * Bilirkişinin görevi, uzmanlık. ekspertiz * Eksperlerce yapılan inceleme, keşif, muayene. ekspertiz raporu * Eksperler tarafından yapılan inceleme sonunda hazırlanan rapor. ekspoze * Bir yere sunulan bildiri özeti. ekspozisyon * Sergi. ekspres * Yalnız büyük duraklarda duran, büyük iskelelere uğrayan ve çok hızlı giden tren, uçak veya gemi.
* İvedilikle, çabuk yapılan (şey).
* (posta ile yollanan, hızla yerine gitmesi istenilen şeyler için) Özel ulak.ekspres yol * Taşıtların hızlarınıkesmeden gidebileceği genişlikte, gidişve gelişyönleri bölünmüşyol. ekspresyonist * Dışa vurumcu. ekspresyonizm * Dışa vurumculuk. ekstra * En iyi, üstün nitelikli (tür).
* Fazladan, alışılan ve gerekenden başka.ekstrafor * Giysilerin etek, kol, yaka parçalarına, perdelerin ucuna geçirilen seyrek dokunmuşketen şerit. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 13
ekstrasistol * Kalp ve damarlarda normal iki kasılma arasında oluşan fazladan kasılma. ekstre * Hesap özeti veya dökümü.
* Öz, hülâsa.ekstrem * En uç, en son.
* Aşırı, müfrit.ekşi * Sirke veya limon tadında olan.
* Bu tadıveren şey.ekşi elma * Sert, sulu ve şeker oranıdüşük bir tür elma. ekşi kiraz * Vişne. ekşi limon * Ekşiliği fazla olan ham limon. ekşi maya * Bir önceki ekşi veya mayalıhamurdan alınıp bir süre fermente edildikten sonra yeni yapılmış bir hamuru
mayalamak amacıyla kullanılan maya.ekşi surat * Küskünlük veya hoşnutsuzluk anlatan yüz. ekşi yonca * Ekşi yoncagillerden, çok yıllık otsu bitki (Oxalis acetosella). ekşi yoncagiller * İki çeneklilerden yapraklarında kuzukulağıasidi bulunan bir bitki familyası. ekşi yüz * Ekşi surat. ekşikulak * Kuzukulağı. ekşili * İçinde ekşisi bulunan. ekşili çorba * Nohut, dövme, kırmızımercimek, patlıcan, sumak ekşisi, sarmısak, yağve baharat kullanılarak hazırlanan
bir çorba türü.ekşilik * Ekşi olma durumu veya ekşi tat. ekşime * Ekşimek işi. ekşimek * Ekşi duruma gelmek.
* Mayalanmak.
* Utanmak, mahcup olmak.
* Sırnaşmak, ısrar etmek.
* Surat asmak.ekşimik * Yağıalınmışsütten yapılan peynir, kesmik, çökelek. ekşimsi * Tadıekşiye çalan.
* Buruk.ekşimtırak * Az ekşi. ekşitilme * Ekşitilmek işi. ekşitilmek * Ekşitmek işi yapılmak. ekşitme * Ekşitmek işi. ekşitmek * Ekşimesine yol açmak. ekti * Her yiyeceği canı çeken.
* Başkalarının sırtından geçinen, asalak, tufeylî.
* Anasıölüp başka bir koyuna alıştırılan veya elle beslenen koyun.
* Arsız, yüzsüz, görgüsüz.
* Cimri, pinti, görmemiş.
* Anasıve babası olmayan veya atılmış, bırakılmışçocuk.ekti püktüler * Bir eve dadanan asalak kimseler. ektilik * Ekti olma durumu. ektirme * Ektirmek işi. ektirmek * Ekmek işini yaptırmak. ektoderm * Bkz. dışderi. ekü * Ortak pazar ülkelerince kabul edilen para birimi. ekvator * Yer yuvarının eksenine dik olarak geçtiği ve yer yuvarını iki eşit parçaya böldüğü var sayılan en büyük
çember, eşlek.ekvatoral * Ekvatorla ilgili eşleksel.
* Yıldızların açılım ve yükselimini ölçmekte kullanılan dürbün.ekzotermik * Isıveren. el * Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve işyapmaya yarayan bölümü.
* Aracı, vasıta.
* (iyelik ekleriyle veya bazıdeyimlerde) Sahiplik, mülkiyet.
* Kez, defa.
* İskambil oyunlarında kâğıt atma sırası.
* Yönetim, baskı, etki.
* Bazınesne ve araçların tutmaya yarayan bölümü.
* Elle yapılan.el * Yabancı, yakınların dışında kalan kimse.
* Ülke, yurt, il.
* Halk, ahali.
* Oba, aşiret.-el * Bkz. -al / -el. el açmak * dilenmek.
* başkasının yardımını isteyecek durumda olmak.
* Bkz. kâğıt açmak.el adamı * Yabancıkimse. el âlem * Herkes, el gün, yabancılar. el alışkanlığı * Bir işveya hareketin birçok kez yapılması ile kazanılan özellik, ustalık, maharet. el almak * tarikatlarda bir mürit, mürşidinden, başkalarına yol gösterme iznini almak.
* bir sanatıyapmak için ustanın iznini almak.
* kâğıt oyunlarında karşıtarafın oynadığıkâğıdın daha önemlisini oynayarak üstünlük sağlamak.el altında * kolayca alınabilecek yerde, hazırda. el altından * gizlice. el arabası * Elle sürülen, taş, toprak gibi şeyleri taşımaya yarayan, tek tekerlekli ve iki kollu küçük araba. el arıdüşman gayreti * dosta düşmana karşıküçük düşmemek için. el atmak * birisinin işine karışmak, müdahale etmek.
* bir işe girişmek, teşebbüs etmek.el ayak (veya el etek) çekilmek * ortalıkta hiç kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek. el ayası * Elin, bilekle parmaklar arasındaki iç bölümü. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 14
el bağlamak * saygı için ellerini göbeğinin üstüne kavuşturup durmak.
* namaza durmak.el basmak * kutsal bir şey üzerine el koyarak yemin etmek. el bebek gül bebek * nazlı, şımarık. el beğenmezse yer beğensin * beğenilmeyen bir kimse olmaktansa ölmek daha iyidir. el bende! * tekrarlanan oyunda başlama sırasıveya hakkı bende. el bezi * Kurulama ve temizleme işlerinde kullanılan bez. el birliği * Bir işyapmak için birleşme, beraberlik, dayanışma. el birliği etmek * birlikte davranmak, dayanışmak. el bombası * Elde taşınabilen ve pimi çekilerek ateşlenen küçük tip bomba. el çabukluğu * Bir işi çabuklukla yapabilme ustalığı.
* Hilesini kimseye sezdirmeden yapabilme.el çantası * Günlük işlerde veya kısa gezilerde kullanılan, içinde özel eşya bulunan kap. el çekmek * vazgeçmek. el çektirmek (veya çektirilmek) * görevinden uzaklaştırılmak. el çırpmak * alkışlamak, tempo tutmak.
* birini çağırmak için ellerini birbirine vurmak.el değirmeni * El gücüyle çalıştırılan ve kahve, baharat gibi şeyleri öğütmeye yarayan bir tür küçük değirmen. el değiştirmek * kullanımıveya mülkiyeti bir kimseden başka bir kimseye geçmek. el değmemiş * hiç kullanılmamış, dokunulmamış.
* saflığı bozulmamış.el dokunulmak (veya dokunulmamak) * daha önce kullanılmak (veya kullanılmamak), el değmişolmak (veya olmamak). el duşu * Yıkanırken elde tutup su püskürtmeye yarayan araç. el el üstünde oturmak * herhangi bir işyapmadan, boşoturmak. el elde baş başta * elde bulunan her şeyin tükendiğini anlatır. el elden üstündür (ta arşa kadar) * bir kimse, kendisinden üstün bir başkasının da olabileceğini bilmelidir. el elden üstündür, taa arşa kadar * daha iyi, daha kaliteli, daha uzman kişilerin bulunabileceğini belirtir. el ele * Birbirinin elini tutarak. el ele vermek * birlikte davranmak, bir konuda birleşmek. el elin aynasıdır * insanın her davranışını çevresindekiler açıkça görür. el elin eşeğini türkü çağırarak arar * başkaları, insanın kendi sıkıntıve sorunlarına gereken önemi vermez, gerektiği kadar ilgilenmez. el emeği * Elde yapılan iş.
* Bu çalışmanın karşılığı.el emeği göz nuru * çok incelik isteyen uzun zaman içerisinde elle yapılıp ortaya çıkarılan güzel eser veya işlerin değerini
belirtmek için kullanılır.el ense çekmek (veya etmek) * güreşte, kolunu hasmın boynuna getirip başparmağı gırtlağa, dört parmağıda enseye geçirerek hasmı
yıkmak amacıyla çekmek.
* Yenmek, mağlûp etmek.el erimi * Çok uzakta olmayan, elin ulaşabileceği uzaklık. el erki * Demokrasi. el ermez, güç yetmez * bir işkarşısındaki güçsüzlüğü anlatmak için kullanılır. el etek çekilmek * Bkz. el ayak çekilmek. el etek öpmek * bir işi yaptırmak için çok yalvarmak.
* yaltaklanmak.el etmek * bir kimseyi el işaretiyle çağırmak. el falı * Avuç içindeki çizgilere göre bakılan fal. el feneri * Elektrik feneri. el freni * Motorlu taşıtlarda el ile çalıştırılan fren.
* Duran bir taşıtı, bulunduğu yerde sabitleştirmek veya hareket imkânınıengellemek için kullanılan ve elle
yönetilen fren.el frenini çekmek * çalışmasıdurdurulmuş bir motorlu aracın hareketini önlemek için el frenini uygun konuma getirmek. el gün * Başkaları, yabancılar. el havlusu * El ve yüzü yıkadıktan sonra kurulanmak için kullanılan havlu, yüz havlusu, küçük havlu. el için yanma nare, yak çubuğunu bak keyfine * başkalarının derdini kendine sorun yapıp da kendi rahatınıve düzenini bozma. el ile (elle) tutulur * çok açık ve belli.
* somut.el ile gelen düğün bayram * bir topluluğun hep birlikte uğradığı bir sıkıntıya yakınmasız katlanılacağınıanlatır. el işçiliği * Eşyanın makine kullanmadan yapılan bölümlerine harcanmışişçi emeği. el işi * Makine kullanmadan, el emeği ile yapılan iş.
* Okullarda kâğıt, mukavva, tahta gibi şeylerle yaptırılan çalışmalar.el işi kâğıdı * Kesip yapıştırma işlerinde kullanılan bir yüzü parlak renkli kâğıt. el kadar * küçük, küçücük. el kaldırmak * (biri) oy verdiğini veya söz istediğini elini kaldırarak belirtmek.
* (birine) vurmaya kalkışmak. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 15
el kantarı * Bkz. kantar. el kapısı * Aile ocağının dışında muhtaç olunan, gelir, geçim sağlayan, başkalarına ait olan yer.
* Yabancıülke.el kapısına düşmek * yabancılara muhtaç olmak. el katmak * bir işe karışmak, müdahale etmek.
* bir işin yapılmasına yardım etmek.el kazanıyla aşkaynatmak * başkasının hazırladığı imkânlarıkendi hesabına kullanarak işçevirmek. el keseri * Marangozluk işlerinde kullanılan küçük keser. el kılavuzu * Herhangi bir konuda basit konularıve bilgileri içeren kitapçık. el kızı * Gelin, kadın, eş. el kiri * Kolayca vazgeçilir, atalır (şey). el kitabı * Herkesin kolaylıkla yararlanması için herhangi bir konuda, pratik amaçlarla hazırlanan kitap. el koymak * bir yolsuzluğu ortaya çıkarmak, incelemek, vaziyet etmek.
* yetkili organ bir malıveya bir kuruluşu kendi buyruğuna almak.
* (iş) üzerine almak, sorumluluğu üstlenmek.el mi yaman bey mi yaman? el yaman! * baştaki ne kadar güçlü görünürse görünsün, asıl gücün halkta olduğunu anlatır. el oltası * İzmarit balığı için kullanılan olta. el öpenlerin çok olsun * eli öpülenin söylediği bir iyi dilek sözü. el öpmek * yaşlıveya saygı gösterilmesi gereken kimselerin sağelinin üstünü önce dudağa, sonra alna götürmek. el pençe divan durmak * saygı gösterilen kimse karşısında el kavuşturup ayakta durmak. el sabunu * El ve yüzü yıkamak için üretilen salon. el sanatları * El tezgâhlarında bir yardımcıaraç kullanarak elle yapılan işlerin hepsi. el sıkmak * selâmlaşmak için birinin elini tutmak. el sözlüğü * Elde ve cepte taşınabilen küçük sözlük. el sürmemek * dokunmamak, değmemek.
* bir işi yapmak, ilgilenmemek.el şakası * Elle yapılan şaka. el tası * El, yüz yıkanırken su dökünmek veya içinde sabunlu su hazırlanıp el temizlemekte kullanılan tas. el tazelemek * bir işte yorulan kimse yerine başka birini getirmek. el telefonu * Cep telefonu. el telsizi * Elde taşınabilen küçük menzilli telsiz. el topu * Yedi veya on birer kişilik iki takım arasında yalnızca elle oynan, topu karşıtakımın kalesine atmaya dayanan
oyun, hentbol.el tutmak * bir işuzun süre uğraştırmak, vakit kaybettirmek. el ulağı * Yardımcı, yamak. el ulaklığı * Yamaklık. el uzatmak * birinden bir hakkıalmaya kalkışmak.
* yardım etmek.el uzluğu * Ustalık, el alışkanlığı, maharet. el üstünde tutmak * bir kimseye çok saygıve sevgi göstermek. el vermek * yardım etmek.
* tarikatlarda mürşit, bir müride, başkalarına yol gösterme izni vermek.
* halk hekimliği gibi konularda yetki vermek.
* kâğıt oyunlarında karşıtarafa elde olan veya olmayan sebeple oyun üstünlüğünü tanımak.el vurmamak * bir işi yapmaya yanaşmamak ve başlamamak. el yatkınlığı * İşe alışmışolma durumu, mümarese.
* El işlerini yapmakta yetkinlik.el yazısı * Elle yazılan yazı. el yazması * Yazma kitap.
* Yazma (şey).el yıkamak * o işle olan ilgisini kesmek. el yordamı * Elin duyumu ve yardımı ile varlıklarıalgılama. el yordamıyla * görmeden, elle yoklayarak. elâ * Gözde sarıya çalar kestane rengi.
* Bu renkte olan.elaman * Bezginlik ve sızlanma anlatır. elaman çekmek * bezginlik gösterip yakınmak. elaman demek * çok bezmek. elan * Şimdi, şu anda, hâlâ, henüz, daha. elâstik * Elastikî. elâstikî * Esnek. elâstikiyet * Esneklik. elbasan tavası * Önceden haşlanarak hazırlanmışyağsız etin üzerine yoğurt ve çırpılmışyumurta karışımının dökülüp
fırında pişirilmesiyle yapılan bir yemek. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 2
ebucehil karpuzu * Kabakgillerden, elma büyüklüğündeki meyvesi çok acıve iç sürdürücü, ishal yapıcı bir bitki, acıhıyar, acı
elma, it hıyarı(Citrullus colocynthis).Ebussuut Efendinin gelini gibi * eskiye bağlanıp pek kapalı giyinen kız veya kadın için alay yollu söylenir. Ebussuut Efendinin torunu * eskiye çok bağlı, tutucu olanlar için kullanılır. ebülyoskop * Cisimlerin kaynama sıcaklığınıtespit etmeye yarayan cihaz. ecdat * Dedeler, atalar. ece * Güzel kadın, kraliçe. -ecek * Bkz. -acak / -ecek. ecel * Hayatın sonu, ölüm zamanı. ecel aman verirse * ömür yeterse, ölmezsem. ecel beşiği * Çok tehlikeli taşıt veya geçit. ecel geldi cihana, başağrısı bahane * ölümün herkes için kaçınılmaz bir olay olduğunu anlatır. ecel şerbeti içmek * ölmek. ecel teri * “Çok korkmak, çok sıkılmak veya bunalım geçirmek” anlamında ecel teri (veya terleri) dökmek deyiminde
geçer.ecel teri dökmek * aşırıkorkudan terlemek, ölüm duygusuna kapılmak. ecele çare bulunmaz * çaresiz gibi görünen her güç işin bir çıkar yolu vardır. eceli gelen köpek cami duvarına siyer * herkesin üzerine titrediği, kutsal saydığışeyi kötüleyen, bozan kimse kötü sonucuna katlanır. eceli gelmek * ölümü veya yok olmasıkaçınılmaz duruma gelmek. eceline susamak * ölmek istermişgibi tehlikeli işlere girişmek. eceliyle ölmek * olağan sayılan herhangi bir biçimde ölmek. -ecen * Fiilden sıfat türeten ek: sevecen, evecen vb. ecinni * Cin. ecinniler top oynuyor * bomboş, kimse yok, ıssız ve sessiz. ecir * Sevap.
* Ücret.
* Ücretle çalışan kimse.
* İşçi, amele.ecir sabır dilemek * başsağlığıdilemek. ecirlik * Ecir olma durumu. eciş bücüş * Hiçbir yeri düzgün olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan, çarpık çurpuk, eğri büğrü. ecnebi * Başka devlet uyruğunda olan (kimse), yabancı.
* (sıfat tamlamalarında) Başka devlet.ecnebilik * Yabancı olma durumu. ecu * Bkz. ekü. ecza * Kimyasal yollarla elde edilen, ilâç yapmaya yarayan veya sanayide türlü işlerde kullanılan maddelerin genel
adı.ecza çantası * Acil durumlarda kullanılmak üzere arabada veya evde bulundurulan ve pansuman için gerekli ilâç ile
malzemenin konulduğu çanta.ecza dolabı * İçinde gerekli ilâçların ve aletlerin bulunduğu özel olarak yaptırılan küçük dolap. ecza kutusu * İlâç kutusu. eczacı * İlâç yapan veya hazır ilâçlarısatan diplomalıkimse. eczacıkalfası * Eczacının yardımcısı. eczacılık * İlâçların hazırlanmasıyla uğraşan uygulamalı bilim.
* Eczacının mesleği veya görevi.eczahane * İlâçların yapıldığıve satıldığıyer. eczalı * Kimyasal madde ile kaplanmış, karıştırılmış, işlem görmüş.
* İçi kimyasal madde ile doldurulmuşmermi atan ateşli silâh.eczalıpamuk * Steril duruma getirilmişpamuk. eczane * Bkz. eczahane. eczasız * Eczası olmayan. -eç * Bkz. -aç / -eç. eçhel * Çok cahil, çok bilgisiz olan. eda * Davranış, tavır.
* Naz, işve.
* Anlatışyolu.eda * Verme, ödeme.
* (namaz için) Kılma yerine getirme.eda etmek * borcunu ödemek.
* namaz kılmak.edalı * Herhangi bir biçim ve görünüşlü olan.
* Tavırlarıhoşolan; nazlı, işveli.edat * Bir kelimeden sonra gelerek o kelime ile diğer ögeler arasında ilgi kuran kelime, ilgeç. edat grubu * Edat tümleci. edat tümleci * Genellikle bir zarf tümleci görevinde kullanılan ve ismin edatla oluşturduğu kelime grubu, edatlıtümleç. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 3
edatlı * Edat bulunduran. edatlıtümleç * Edatla kurulmuştümleç. ede * Büyük erkek kardeş, ağabey. edebî * Edebiyatla ilgili, edebiyata ilişkin. edebî eser * Edebiyatta sanat değeri taşıyan değişik edebiyat türlerinde kaleme alınmışeserlerin her biri. edebî sanat * Edebî sanatların her biri. edebî sanatlar * Edebiyatta anlatımızenginleştirmek, renklendirmek ve daha çarpıcıhâle getirmek için temelde benzetme
esasına dayalısöz ve manaya bağlıanlatım inceliği ve özelliği.edebikelâm * Söylenmesi kaba, çirkin ve sakıncalınesnelerin veya kavramların değişik sözlerle daha uygun ve edepli bir
biçimde anlatılması, örtmece.edebini takınmak * edepli davranmaya başlamak. edebiyat * Olay, düşünce, duygu ve imajların dil aracılığı ile biçimlendirilmesi sanatı, yazın, literatür.
* Bir bilim kolunun türlü konularıüzerine yazılmışyazıve eserlerin hepsi, literatür.
* İçten olmayan, gereksiz, boşsözler.edebiyat bilimi * Edebiyatın içinde yer alan konularısosyoloji, psikoloji gibi bilim dallarının yöntemlerini de kullanarak
araştıran, inceleyen, irdeleyen ve tahlil eden bilim dalı.edebiyat tarihi * Bütün edebî hareketleri, dönemleri, yazar ve şairleri, dil ve üslûp özelliklerini açıklayan bilim dalıveya
kitap.edebiyat yapmak * bir konu üzerinde gereksiz yere süslü sözler söylemek. edebiyatça * Edebiyata uygun, edebiyata benzer. edebiyatçı * Edebiyatla uğraşan kimse.
* Edebiyat dersi okutan öğretmen.edebiyatçılık * Edebiyatla uğraşma işi. edebiyatsever * Edebiyata tutkun. edememe * Edememek durumu. edememek * Rahat olamamak; kendinde bir eksiklik duymak; geçinememek. edep * Toplum töresine uygun davranma, incelik. edep etmek * utanmak, sıkılmak. edep yahu! * açık saçık söz söyleyenlere karşı”utan!”, “edebini takın” anlamında kullanılan söz. edep yeri * İnsanlarda üreme organlarının bulunduğu yer, ut yeri. edepleniş * Edeplenmek işi veya biçimi. edeplenme * Edeplenmek işi veya durumu. edeplenmek * Uslanmak, ince ve terbiyeli olmak. edepli * Uslu, ince, terbiyeli, müeddep, uygun. edepli edepli * Uslu olarak, uslu uslu. edepsiz * Utanılacak işleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz, sıkılmaz, terbiyesiz.
* Sakınılacak kötü (kimse),şirret.edepsiz edepsiz * Edepsize yakışır biçimde. edepsizce * Terbiyesizce, utanmadan. edepsizleşme * Edepsizleşmek işi. edepsizleşmek * Edepsizce davranışlarda bulunmak, terbiyesizleşmek. edepsizlik * Utanmazlık, sıkılmazlık, terbiyesizlik, şirretlik. edeptir söylemesi * affedersiniz, söylemesi ayıptır ama. eder * Fiyat, paha. edevat * Bir işiçin gerekli olan malzemelerin, parçaların tümü. Edi * Birbiriyle iyi anlaşan iki yaşlının baş başa kalışınıanlatan Edi ile Büdü, Şakire Dudu sözünde geçer. edi * İşyapma veya yapılan iş. edibane * Terbiyeli, nazik.
* Edebiyatçıya yakışır biçimde.edik * Yumuşak ve renkli sahtiyandan yapılmışyarım konçlu lâpçın.
* Kısa çizme.edilgen * Sözde özneyle kullanılan veya öznesi dolaylıyolla belirtilen fiil, meçhul, pasif, etken karşıtı. edilgen çatı * Çoğu kez -(i)l- bazen de -(i)n- çatıekleriyle kurulan fiil çatısı. edilgen fiil * Gerçek öznesi belli sayılmayan fiil. Türkçede bu fiil -(i)l, bazen de -(i)n- edilgen çatıekleriyle kurulur: yazılmak, oku-n-mak, tanı-n-mak vb. edilgenleşme * Edilgenleşmek durumu. edilgenleşmek * Edilgen duruma gelmek. edilgenleştirme * Edilgenleştirmek işi. edilgenleştirmek * Edilgen duruma getirmek. edilgenlik * Edilgen olma durumu. edilgenlik eki * Fiillerin gerçek öznesini gizleyen yapım eki.