Kategori: Z

Z Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 17

    zor alım * İşlenen bir suç karşılığı olarak suçlunun malının bütünü veya bir bölümü üstündeki mülkiyetine son
    verilmesi ve bu mülkiyetin bir başka kuruluşa devredilmesi, müsadere.
    * Tanzimattan önce herhangi bir kişiye ait mallara padişah adına el konulması.
    zor alıma çarpmak * kişi mallarına devlet adına yasal olarak el koymak, müsadere etmek.
    zor belâ * Güçlükle.
    zor gelmek * bir işin yapılması birine güç gelmek.
    zor kullanmak * bir işin yapılması için her türlü baskıya başvurmak.
    zor oyunu bozar * oyun, hile, güç kullanarak kestirme yoldan boşa çıkarıldığında söylenir.
    zora binmek * iş, ancak zor kullanılmakla sonuçlanacak bir durum almak.
    zora gelememek * baskıya, sıkıntıya veya sıkı bir çalışmaya dayanamamak, katlanamamak.
    zora koşmak * güçlük çıkarmak.
    zoraki * İstemeye istemeye, istemeyerek (yapılan); zorla.
    zorba * Gücüne güvenerek başkalarının hakkınıalan, müstebit.
    zorbaca * Zorba bir yol seçerek.
    zorbalık * Zorba olma durumu.
    * Zorbaca davranış, müstebitlik.
    zorbalık etmek * zorba gibi davranmak.
    zorca * Zora yakın, oldukça zor.
    * (zo’rca) Zor bir biçimde.
    zorgu * Kişinin eğilimi ve isteğine uymayan işve davranışlara zorlanmasıveya bu özellikteki davranışları
    göstermesi.
    zorgulu * Davranışlarıuygunsuz ve yersiz olmasına karşın bunlarıyapmak için önüne geçilmez bir zorgu duyan
    (kimse).
    zorla * Zor kullanarak, zecren; metazori.
    * İstemeyerek, isteksiz olarak, zoraki.
    zorlama * Zorlanmak işi, zecir.
    * Özellikle oynaklarda ara keseciklerinin fıtığı olarak beliren, bir organın zorlanmışolmasıyla ortaya çıkan
    aksaklık veya bozukluk.
    * Zorlanarak sağlanan, cebrî.
    zorlamak * Birine bir şey yaptırmak amacıyla güç kullanmak, boyun eğdirmeye çalışmak, zor kullanmak, mecbur
    etmek.
    * Açılması, kırılması, sökülmesi gereken şeyler için güç kullanmak.
    * Üstelemek, ısrar etmek.
    zorlamasız * Kolay, içten.
    zorlanış * Zorlanmak işi veya biçimi.
    zorlanma * Zorlanmak işi veya durumu.
    zorlanmak * Zorlamak işi yapılmak veya zorlamak durumuna konu olmak.
    zorlaşma * Zorlaşmak durumu.
    zorlaşmak * Zor duruma gelmek, güçleşmek.
    zorlaştırma * Zorlaştırmak işi veya durumu.
    zorlaştırmak * Zor duruma getirmek, güçleştirmek.
    zorlaya zorlaya * Sürekli zorlayarak.
    zorlayıcı * Zorlayan, mücbir.
    zorlayış * Zorlamak işi veya biçimi.
    zorlu * Baskıyapabilecek ölçüde güçlü, kuvvetli, şiddetli.
    * Tuttuğunu koparan (kimse), güçlü, kavi.
    * Zor, güç yapılan.
    * Zorbalık yapan.
    zorluk * Sıkıntıveya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük.
    zorluk çıkarmak * bir şeyin yapılmasınıengellemek için çeşitli sorunlar yaratmak.
    zorlukla * Zor bir biçimde, güçlükle.
    zorsunma * Zorsunmak işi veya durumu.
    zorsunmak * Yüksünmek, yapacağı işi ağır bir yük veya angarya olarak kabul etmek.
    zoru olmak * kendisini zorlayan bir durumu, bir sıkıntısı olmak, sorunu bulunmak; güçlüğü olmak.
    zoru zoruna * güçlükle, zor belâ.
    zoru zoruna * Zorlukla, zorluk çekerek.
    zorun ne? * kastın ne, ne istiyorsun?.
    zoruna gitmek * onuruna dokunmak. gücüne gitmek.
    zorunda bırakmak * yapmaya mecbur etmek.
    zorunda kalmak (veya olmak) * kesinlikle yapması gerekmek, yapmaya mecbur olmak.
    zorunlu * Kesin olarak ihtiyaç duyulan, zarurî, mecburî, ıstırarî.
    * Doğal olarak kaçınılması imkânsız olan.
    zorunlu emeklilik * Yasalarda şartları belirlenmişmecburî emeklilik.
    zorunlu kılmak * olması gereken duruma getirmek.
    zorunlu olarak * kendi isteğinin dışında.
    zorunlu öğrenim * Mecburî olarak yapılan öğrenim.
    zorunlu sigorta * Mecburî olarak yaptırılan sigorta.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 11

    zılgıt yemek * azar işitmek.
    zılgıtlanma * Zılgıtlanmak işi veya durumu.
    zılgıtlanmak * Zılgıt yemek, azar işitmek.
    zımba * Delgeç.
    * Delgeçle açılan delik.
    zımbalama * Zımbalamak işi veya durumu.
    zımbalamak * Bir şeyin üzerinde zımba ile delik açmak.
    * Bıçaklamak, bıçakla vurmak, öldürmek.
    zımbalanma * Zımbalanmak işi veya durumu.
    zımbalanmak * Zımbalanmak işi yapılmak.
    zımbalatma * Zımbalatmak işi veya durumu.
    zımbalatmak * Zımba ile işlem yaptırmak.
    zımbalı * Zımbası olan.
    zımbalıdefter * Kolay koparılabilsin diye yapraklarının dibi zımbalanmışolan defter.
    zımbırdatma * Zımbırdatmak işi veya durumu.
    zımbırdatmak * Telli bir çalgıyıacemice çalmak.
    * Herhangi bir şeyden çirkin ve kulağıtırmalayan sesler çıkarmak.
    zımbırtı * Telli bir çalgıyıacemice çalarak çıkarılan çirkin ses.
    * Bu çirkin sesi çıkaran şey.
    * Adıhatırlanmayan veya söylenilmek istenmeyen ufak ve değersiz bir şeyi anlatmak için kullanılır.
    zımnen * Üstü kapalı olarak, dolayısıyla.
    zımnında * Dolayısıyla, için.
    zımnî * Kapalı olarak yapılan veya söylenen, dolayısıyla anlatılan; kapalı, gizli.
    * İçerik.
    zımpara * Çok sert alümin billûrlarıkapsayan ve aşındırıcı olarak kullanılan doğal kaya.
    zımpara kâğıdı * Maden, tahta ve daha başka şeylerin yüzünü aşındırıp düzeltmeye ve parlatmaya yarar, üstüne zımpara tozu
    yapıştırılmışkalınca kâğıt.
    zımpara taşı * Yüzeylerinden biri üzerinde çalışan ve düzlemsel yüzeyleri düzeltmede kullanılan taşlama taşı.
    zımpara tozu * Taşkesme çarklarının üzerine yapıştırılan maden tozu.
    zımparalama * Zımparalamak işi veya durumu.
    zımparalamak * Bir şeyin yüzeyine zımpara sürmek.
    zımparalanma * Zımparalanmak işi veya durumu.
    zımparalanmak * Zımparalamak işi yapılamak.
    zındık * Tanrı’ya ve ahrete inanmayan.
    zındıklık * Tanrı’ya ve ahrete inanmama durumu.
    zıngadak * Birdenbire ve sarsıntı ile (durmak, oturmak, düşmek).
    zıngıl zıngıl * Zangır zangır.
    zıngıldama * Zıngıldamak işi veya durumu.
    zıngıldamak * Zangırdamak.
    zıngır zıngır * Zangır zangır.
    zıngırdama * Zıngırdamak işi veya durumu.
    zıngırdamak * Zangırdamak.
    zıngırdatma * Zıngırdatmak işi veya durumu.
    zıngırdatmak * Zangırdamasına sebep olmak, titremek.
    zıngırtı * Zangırdama sesi.
    zınk * Hızla giden bir şeyin birdenbire durduğu an çıkardığısesi anlatır.
    zınk diye durmak * birdenbire durmak.
    zıp * Zıplayan veya birdenbire fırlayan bir şeyin hareketini veya çıkardığısesi anlatır.
    zıp diye çıkmak * hiç beklenmeyen bir zamanda ortaya çıkmak.
    zıp zıp * Zıplayarak.
    zıp zıp zıplamak * çok sevinmek.
    zıpçıktı * Türedi.
    * Görgüsüz, fırsatçıkimse.
    zıpır * Delişmen.
    zıpırlık * Delişmenlik.
    zıpka * Karadeniz kıyısıhalkının giydiği dar paçalıpotur.
    zıpkın * Büyük balıklarıvurup çekmeye yarayan ucu çengelli mızrak.
    zıpkıncı * Zıpkın olarak balık avlayan kimse.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 14

    zihin yorgunluğu * Aşırıderecede zihnin yorulmasıdurumu.
    zihin yormak * bir konuda çok düşünmek, kafa yormak.
    zihince * Zihne göre, zihninin kavradığı biçimiyle.
    zihinsel * Zihinle ilgili, zihnî.
    zihnen * Zihince, zihinli, zihinden.
    zihnî * Zihinle ilgili, zihinsel.
    zihni açılmak * kavrayışı, anlayışıçoğalmak.
    zihni alt üst etmek * düşüncelerini karmakarışık duruma getirmek.
    zihni boşalmak * kafasırahat ve dingin olmak.
    zihni bulanmak (veya karışmak) * düşünürken olaylar arasındaki bağlantıyıyitirmek.
    * ne yapacağınışaşırmak.
    zihni takılmak * yanlış bir kanıya takılıp kalmak.
    * çözülmesi gerekli bir konu üzerinde durmak.
    zihnine girmek * düşüncesini değiştirmek.
    zihnine yerleştirmek * unutulamayacak biçimde aklında tutmak.
    zihnini bozmak * sürekli olarak aynışeyi düşünmek.
    zihnini bulandırmak * kuşkuya düşürmek.
    zihnini çelmek * bir kimseyi yanıltmak, yanlışyola sürüklemek.
    * baştan çıkarmak.
    zihnini dağıtmak * gerektiği gibi düşünmemek.
    zihnini kurcalamak * bir şeyi anlamaya, kavramaya çalışmak.
    zihnini kurcalamak (veya tırmalamak) * bir şey sıksık hatırlanıp insanıdüşündürmek.
    zihnini oynatmak * çıldırmak, delirmek.
    zihnini toplamak * kendine gelmek, sağlıklıdüşünmeye başlamak.
    zihniye * Anlıkçılık, entelektüalizm.
    zihniyet * Bir toplum veya topluluktaki bireylerde görüşve inanışetmenlerinin etkisiyle beliren düşünme yolu,
    düşünüş biçimi.
    zikıymet * Değerli, kıymetli.
    zikir * Anma, söyleme, sözünü etme.
    * (bir tarikata bağlı olanlar için) Tanrı’nın adınıart arda söyleme işi.
    zikredilme * Zikredilmek işi veya durumu.
    zikredilmek * Adıanılmak.
    zikretme * Zikretmek işi veya durumu.
    zikretmek * Adınısöylemek, sözünü söylemek, anmak.
    zikri geçmek * anılmak, adı geçmek.
    zikrolunma * Zikrolunmak işi veya durumu.
    zikrolunmak * Adı geçmek, söylenmek.
    zikzak * Art arda birdenbire ters yöne açılar yapan (kırık çizgi).
    * Sık sık değişen görüşdüşünce veya davranış, istikrarsızlık.
    * Karşılıklı.
    zikzak dikişi * Nakışta ve terzilikte zikzak biçiminde yapılan dikiş.
    zikzak makinesi * Zikzak dikişi yapan makine.
    zikzak yapmak * sık sık sağa sola yön değiştirmek.
    * sık sık düşünce değiştirmek.
    zikzaklı * Zikzak biçiminde olan.
    zil * İşaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bu çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle
    veya başka düzenlerle işletilebilen araç, çıngırak.
    * Birbirine çarparak ses çıkartmak için parmaklara veya tefin kasnağındaki deliklere takılan metal kurs.
    zil takıp oynayacak * çok sevinenler için söylenir.
    zil vurmak * zil çalmak.
    zil zurna * Aşırıölçüde (sarhoş).
    zil zurna olmak * çok içip sarhoşolarak kendini bilemeyecek duruma gelmek.
    zilhicce * Ay takviminin on ikinci ayı, kurban ayı.
    zilkade * Ay takviminin on birinci ayı.
    zillet * Hor görülme, alçalma.
    zilli * Zili olan, üstünde zili bulunan.
    * Edepsiz, eli maşalı, şirret (kadın).
    zilli bebek * Dalkavuk, şakşakçı.
    zilli maşa * Uçlarına zil takılmışmaşa biçiminde bir çalgı.
    * Edepsiz, şirret.
    zilsiz * Zili olmayan.
    zilsiz oynamak * çok sevindiğini belli etmek.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 18

    zorunlu tasarruf * Mecburen yapılması gereken tasarruf.
    zorunluk * Olması gerekme, olduğundan başka olmama durumu, mecburiyet, zaruret, ıstırar.
    * Olayların iç ve özlerindeki düzenlilik, yasaya bağlılık ve yapı gereği, belli şartlar altında ortaya çıkması
    kaçınılmaz olan şey.
    * İnsanın, doğanın ve toplumun nesnel yasalarına bağımlı olmasıdurumu.
    zorunluluk * Zorunlu olma durumu, zorunluk.
    Zr * Zirkonyum’un kısaltması.
    zuhur * Ortaya çıkma, görünme, belirme, başgösterme, meydana çıkma.
    zuhur etmek * ortaya çıkmak, görünmek, belirmek.
    zuhurat * Gerçekleşeceği düşünülmeyen, hesapta olmayan, umulmadık, olağan dışı olgular.
    zuhurî * Orta oyununda taklitçi.
    zuhurî kolu * Orta oyunu takımı.
    zula * Kaçak ve yasak şeylerin saklandığı gizli yer.
    zula etmek * çalmak, aşırmak.
    zulmet * Karanlık.
    zulmetme * Zulmetmek işi veya durumu.
    zulmetmek * Eziyet etmek, işkence etmek.
    zulüm * Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasınıuğrattığıkötü durum, kıyım, kıygı,
    acımasızlık, haksızlık, eziyet, cefa.
    zulüm görmek * haksızlığa uğramak, kendisine eziyet edilmek.
    zum * Değişebilir odak uzaklıklı objektif, optik kaydırma.
    zum yapmak * doğaya bakışaçısını genişletmek veya daraltmak amacıyla objektifin odak uzaklığınıdeğiştirmek.
    zurna * Keskin bir ses çıkaran ve çoğu zaman davulla veya dümbelekle birlikte çalınan nefesli çalgı.
    zurna gibi * dar (pantolon).
    zurnacı * Zurna çalan kimse.
    zurnacılık * Zurnacının işi veya mesleği.
    zurnacının karşısında limon yemek gibi * birinin zihnini çelip işini göremeyecek duruma getirildiği anlatılırken söylenir.
    zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına * “rastgele yapılan plânsız işlerde yöntem, kural aranmaz” anlamında kullanılır.
    zurnanın zırt dediği yer * sürdürülmekte olan bir işin en can alıcınoktası.
    zurnapa * Zürafa.
    zurnazen * Zurna çalan kimse, zurnacı.
    zurt * Bkz. zart zurt.
    zübde * Özet, öz.
    zücaciye * Cam, porselen vb. maddelerden yapılmışeşya.
    * Cam, porselen ile ilgili.
    züğürt * Parasız, yoksul, meteliksiz olan kimse.
    züğürt tesellisi * Kötü sonuçlanmış bir işte, çok önemsiz iyi bir yan bularak sevinme.
    züğürtleme * Züğürtlemek işi veya durumu.
    züğürtlemek * Parasız, meteliksiz kalmak, züğürt duruma gelmek.
    züğürtleşme * Züğürtleşmek işi veya durumu.
    züğürtleşmek * Züğürt durumuna gelmek.
    züğürtlük * Parasızlık, parasız kalma durumu, meteliksizlik.
    Zühal * Sekendiz, Satürn.
    Zühre * Çulpan, Çoban yıldızı, Venüs.
    zührevî * Frengi ve bel soğukluğu gibi cinsel ilişkilerle bulaşan (hastalık).
    zührevî hastalık * Bkz. zührevî.
    züht * Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp, buyurduklarınıyerine getirme, takva.
    zühul * İşçokluğu veya dalgınlık sebebiyle yanılma, geciktirme, ihmal etme.
    zükâm * Nezle, ingin, dumağı.
    zül * Alçalma, düşkünlük; ayıplanacak şey.
    zül saymak * (bir olay veya sözü) küçültücü, alçaltıcı, aşağılayıcı olarak değerlendirmek.
    zülâl * Saf, tatlısu.
    Zülcelâl * Tanrı.
    zülfaris * Baklagillerden bir süs bitkisi ve bunun güzel kokulu, mor, beyaz renkli, saç lülesi görünüşünde olan
    kıvrıntılıçiçeği (Phaseolus caracalla).
    zülfaruz * Bkz. zülfaris.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 12

    zıpkınlama * Zıpkınlamak işi veya durumu.
    zıpkınlamak * Zıpkınla vurmak.
    zıpkınlanma * Zıpkınlamak işi veya durumu.
    zıpkınlanmak * Zıpkınlamak işi yapılmak.
    zıplama * Zıplamak işi.
    zıplamak * Bir yere çarpıp yukarıfırlamak.
    * Sevinçten veya oyun yapmak için, bulunduğu yerde havaya doğru fırlamak.
    zıplatma * Zıplatmak işi veya durumu.
    zıplatmak * Zıplamak işini yaptırmak, hoplatmak, sıçratmak.
    zıplaya zıplaya * Sıçrayarak.
    zıppadak * Beklenilmeyen, uygun olmayan bir sırada.
    zıpzıp * Çocukların oynadığı, taştan veya camdan küçük yuvarlak, bilye.
    * Bir yerinden lâstik bir bağla asılmış, içi talaşdolu hafif bir top olan çocuk oyuncağı.
    zır zır * Bıktırıcıve sürekli bir sesi anlatır.
    zırcahil * Çok cahil.
    zırdeli * Aşırıdeli, çılgın.
    zırh * Savaşlarda ok, kılıç, süngü gibi silâhlardan korunmak için giyilen, demir ve tel levhalardan yapılmışgiysi.
    * Savaşgemilerinin veya bazıaraçlarının dışına kaplanılan çelik levha.
    zırhlandırma * Zırhlandırmak işi veya durumu.
    zırhlandırmak * Zırhla kaplamak.
    * Zırh giydirmek.
    * Kuvvetlendirip sağlamlaştırmak.
    zırhlanma * Zırhlanmak işi.
    zırhlanmak * Zırh giymek.
    * Zırh kuşatılmak.
    zırhlı * Zırh giymişveya zırh kaplanmış.
    * Büyük bir bölümü mermilere ve uçak bombalarına karşı bir zırhla korunmuş, genellikle büyük tonajlıaçık
    deniz gemisi.
    zırhlıaraç * Savaşta veya savaşdışında emniyeti sağlamak için zırh ile kaplanmış araç.
    zırhlı balık * Zırhlıyayın.
    zırhlı başlılar * Omurgalıhayvanlardan amfibyumların bir takımı.
    zırhlı birlik * Hareket yeteneği yüksek, ateşgücüne sahip, zırhla korunan savaş araçlarıyla donatılmışsilâhlıkara
    kuvvetlerine verilen ad.
    zırhlı güç * Zırhlıkuvvet.
    zırhlıkuvvet * Zırhlı birlik.
    zırhlıyayın * Kemikli balıklar takımının yayın balığı giller familyasından bir balık türü.
    zırhsız * Zırhı olmayan.
    zırıl zırıl * Sürekli zarıldamayıanlatır.
    * Bolca.
    zırıldama * Zırıldamak işi veya durumu.
    zırıldamak * Durmaksızın söylenerek hoşnutsuzluğunu açığa vurmak.
    * Sürekli ağlamak.
    zırıldanma * Zırıldanmak işi veya durumu.
    zırıldanmak * Zırıldamak.
    zırıltı * Zırıldama sesi veya işi.
    * Anlaşmazlık sebebiyle çıkan kavga; geçimsizlik.
    * Can sıkan çalgıveya hoşa gitmeyen müzik.
    * Adıhatırlanmayan veya söylenilmek istenmeyen şeyleri anlatmak için kullanılır.
    zırıltıçıkarmak * anlaşmazlık sebebiyle kavga etmek.
    zırlak * Sürekli zırlayan.
    zırlama * Zırlamak işi veya durumu.
    zırlamak * Zırıldamak.
    zırlatma * Zırlatmak işi veya durumu.
    zırlatmak * Zırlamasına sebep olmak.
    zırnık * Arsenik.
    * Herhangi bir şeyin en küçük, önemsiz ve işe yaramaz parçası.
    zırnık (bile) koklatmamak * en ufak bir şey vermekten kaçınmak.
    zırnık bile vermemek * en ufak bir şey vermemek.
    zırt fırt * İkide birde, süreklice.
    zırt kaba kâğıt * Bkz. cart kaba kâğıt.
    zırt pırt * İkide birde, uygunsuzca.
    * Yerli yersiz, durmaksızın.
    zırt zırt * İkide birde, sık sık ve uygunsuz zamanlarda.
    zırtapoz * Delişmen, zıpır, utanmaz, saygısız, hayta.
    zırtapozluk * Delişmenlik.
    zırtlak * Yavan, tatsız.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 19

    Zülfikar* Hz. Ali’nin iki çatallıkılıcı.
    zülfüyâr* Bkz. zülüf.
    zülfüyâre dokunmak* hatırlı, güçlü bir kimseyi veya bir makamı gücendirmek, darılmasına yol açmak.
    zülfüyâre dokunmamak* hiç kimseye zarar veya sıkıntıvermemek.
    zülüf* Şakaklardan sarkan saç lülesi.
    * Sevgilinin saçı.
    zülüflü* Zülfü olan.
    zümre* Topluluk, takım, grup, camia.
    * Tür, cins.
    zümre edebiyatı* Seçkin kesimlere hitap eden edebiyat.
    zümre toplantısı* Aynıdersi okutan branşöğretmenlerinin ders konularınıveya öğrenci sorunlarınıele aldığıkurul.
    zümrüdî* Zümrüt renginde, yemyeşil.
    Zümrüdüanka* Masallarda geçen ve gerçekte var olmayan büyük bir kuş, Anka.
    zümrüdüanka gibi* hayal ürünü olan veya adı olup da kendi var olmayan iyi ve güzel şeyler için kullanılır.
    zümrüt* Doğal alüminyum ve berilyum silikatı; cam parlaklığında, yeşil renkte, saydam bir süs taşı.
    * Bu taştan yapılmışolan.
    * Zümrüt renginde, yeşil.
    zümrüt gibi* yemyeşil.
    zümrüt yeşili* Koyu yeşil.
    zümrütlenme* Zümrütlenmek işi veya durumu.
    zümrütlenmek* Yeşil duruma gelmek, yeşillenmek.
    züppe* Giyinişte, söz söyleyişte, dilde, düşünüşte toplumun gülünç ve aykırısaydığıyapmacıklara ve aşırılıklara
    kaçan, snop.
    züppece* Züppe (bir biçimde).
    züppeleşme* Züppeleşmek işi veya durumu.
    züppeleşmek* Giyiniş, söz söyleyiş, düşünüş, dil vb.nde, toplumun gülünç ve aykırısaydığıyapmacıklara ve aşırılıklara
    kaçmak, züppe olmak.
    züppeleştirme* Züppeleştirmek işi veya durumu.
    züppeleştirmek* Züppe durumuna getirmek.
    züppelik* Züppe olma durumu veya züppece davranış, snopluk.
    züppelik etmek* züppece davranmak.
    zürafa* Geviş getiren memelilerden, Afrika’da yaşayan, çok uzun boylu ve boyunlu, derisi alacalı, ot yiyen hayvan
    (Giraffa camelopardalis).
    * Bir boncuk oyasıtürü.
    zürafa gibi* ince, uzun boylu, uzun boyunlu (kimse).
    zürafagiller* Örnek hayvanı zürafa olan geviş getiren memeliler familyası.
    zürra* Çiftçiler, tarımla uğraşanlar.
    zürriyet* Döl, soy sop, sulp.
    * Çocuk.
    züyuf* Kalp veya ayarıdüşük paralar.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 13

    zırva * Saçma, saçma sapan, boş, anlamsız (söz).
    zırva tevil götürmez * saçma olan bir düşünceyi döndürme, çevirme yolu ile savunmaya kalkışanlara karşısöylenir.
    zırvalama * Zırvalamak işi veya durumu.
    zırvalamak * Boşve anlamsız sözler söylemek, saçmalamak.
    zıt * Karşıt anlamlı.
    zıt anlamlı * karşıt anlamlı.
    zıt gitmek * birine karşısürekli ters davranmak, istediklerinin tersini yapmak.
    zıt kutup * Farklıdurum ve yapıda olma.
    zıtlanma * Zıtlanmak işi veya durumu.
    zıtlanmak * Ters, karşıdavranmak, zıtlaşmak.
    zıtlaşma * Zıtlaşmak işi veya durumu.
    zıtlaşmak * Birbirine karşıters davranmak.
    * Birbirine karşıt olmak.
    zıtlık * Zıt olma durumu.
    zıvana * İki ucu açık küçük boru.
    * Bir kilit dilinin yerleşmesi için açılmışdelik.
    zıvanadan çıkarmak * sinirlendirmek, öfkelendirmek.
    zıvanadan çıkmak * çok sinirlenmek, öfkelenmek.
    * aklınıyitirmek, çılgın gibi davranmak.
    zıvanalı * Zıvanası olan.
    zıvanalısigara * Bir ucunda kartondan zıvana bulunan sigara.
    * İçinde esrar bulunan sigara.
    zıvanalıvida * Zıvanası olan vida.
    zıvanasız * Zıvanası olmayan.
    * Kaçık, delişmen.
    zıya * Kaybolma, yitme, kayıp, yitim.
    zıypak * Üzerine basıldığında kayan, kaygan.
    zibidi * Gülünç olacak derecede kısa ve dar giyinmişolan.
    * Yersiz ve zamansız davranışları olan kimse.
    zibidilik * Zibidi olma durumu.
    zifaf * Gerdeğe girme, gerdek.
    zifafa girmek * düğün gecesi eşiyle birlikte yatmak.
    zifir * Tütün dumanının bıraktığıyağlıkir.
    * Karanlık.
    zifirî * Zifir gibi kara, çok kara.
    zifirî karanlık * Çok karanlık.
    zifos * Yerden sıçrayan çamur.
    * Yararsız, boş.
    zifos atmak * sataşmak.
    * kara sürmek, iftira atmak.
    zift * Katran ve diğer organik maddelerin buharlaşmasından veya damıtılmasından elde edilen, kolay kırılan, az
    ısı ile eriyen, katı, siyah, parlak madde, kara sakız.
    zift gibi * çok acı.
    zift yesin (veya ziftin pekini yesin) * “ne yerse yesin” anlamında öfke sözü.
    ziftinmek * Bkz. siftinmek.
    ziftleme * Ziftlemek işi veya durumu.
    ziftlemek * Zift sürmek, ziftle kaplamak.
    ziftlenme * Ziftlenmek işi veya durumu.
    ziftlenmek * Zift sürülmek, ziftle kaplanmak.
    * Yemek.
    * Bir işten kendine yolsuz kazanç sağlamak.
    zigot * Erkek ve dişi gametin birleşmesiyle oluşan döllenmişhücre.
    zihaf * Aruzla yazılmışşiirlerde uzun okunması gerekirken uzun bir ünlünün kısa okunması, imale karşıtı.
    zihayat * Canlı, neşeli, dinç.
    zihin * Canlının duygu ve davranışlar dışındaki ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünlüğü.
    * Yaşantıları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihninde saklama gücü, bellek,
    hafıza.
    * Anlayış, kavrayış.
    * Bilinç, dimağ.
    zihin açıklığı * Düşünme gücü.
    zihin açmak * (zihni) daha iyi çalışır duruma getirmek.
    zihin berraklığı * Bkz. zihin açıklığı.
    zihin bulanıklığı * Bkz. zihin karışıklığı.
    zihin hesabı * Matematik işlemlerinin doğrudan doğruya akıldan yapıldığıhesap.
    zihin jimnastiği * Bazızihinsel yetileri çevikleştirmek için yapılan alıştırmaların tümü.
    zihin karışıklığı * Düşünme sırasında düşünceler arasındaki bağlantının yok olması.