Kategori: L

  • Türkçe Sözlük L Sayfa 8

    lâvman * Kalın bağırsağıanüs yoluyla su fışkırtarak yıkama.
    * Bu işiçin kullanılan alet ve sıvı.
    lâvrensiyum * Bkz. lorentiyum.
    lâvrovit * Piroksen grubundan doğal silikat.
    lâvsonit * Hidratlıalüminyum ve kalsiyum çift silikatı.
    lâvta * Mızrapla çalınan, gövdesi uttan küçük bir çalgı.
    lâvta * Ebe.
    * Doğacak çocuğu ana rahminden çekmeye yarayan alet.
    * Erkek doğum hekimi.
    lâvtacı * Lâvta (I) çalan kimse.
    lâvtacılık * Lâvtacının mesleği.
    lâyemut * Ölümsüz, ölmez.
    lâyenkati * Kesintisiz, aralıksız.
    lâyığını bulmak * dengini, yaraşır eşini bulmak.
    * hak ettiği cezayı bulmak.
    lâyık * Nitelikleri, özü, hareketleri, davranışlarıyla bir şeyi elde etmeye hak kazanmışolan; bir kimseye uygun olan
    yaraşan.
    lâyık görmek * yakıştırmak, uygun görmek.
    lâyık olmak * hak kazanmışolmak.
    * Uygun olmak.
    lâyıkıyla * Gerektiği gibi, gerektiğince.
    lâyiha * Herhangi bir konuda bir görüşve düşünceyi bildiren yazı.
    * Tasarı.
    lâytmotif * Bir eserde, bir duyguyu, bir düşünceyi veya kişiliği göstermek için sürekli tekrarlanan motif, ana motif.
    * Bir edebî eserde, bir kültür ürününde pek çok tekrarlanan formül.
    lâyuhti * Hata işlemeyen, yanlışyapmayan.
    Lâz * Güney Kafkasyalı bir halk veya bu halktan olan kimse.
    * Bu halkla ilgili olan.
    lâza * Bal koymaya yarayan küçük tekne.
    lâzanya * Bir çeşit İtalyan makarnası.
    Lâzca * Lâzların kullandığıdil.
    lâzer * Çok güçlü ışık pırıltıları oluşturan, iletişimde ve biyolojide yararlanılan ışık kaynağı.
    lâzım * Gerek, gerekli.
    * Geçişsiz (fiil).
    lâzım gelmek (veya olmak) * gerekmek.
    lâzıme * Yapılması gerekli olan şey.
    * Gerekçe.
    lâzımlık * Oturak.
    lâzlık * Lâz olma durumu, lâz gibi davranma.
    lâzut * Mısır.
    le * Türk alfabesinin on beşinci harfinin adı.
    -le * Bkz. -la / -le.
    -le * 343 -la / -le.
    leb * “Daha söze başlanırken ne denmek istenildiğini çabucak anlamak” anlamında leb demeden lebleyi anlamak
    deyiminde geçer.
    lebalep * Ağzına kadar dolmuş(olarak), silme.
    lebbeyk * Buyrun, efendim, emredin.
    lebiderya * Deniz kenarı.
    leblebi * Dışkabuğu çıkarıldıktan sonra fırında kavrulup eğlencelik olarak yenen nohut.
    leblebi şekeri * İçinde leblebi olan şeker.
    leblebici * Leblebi yapan veya satan kimse.
    leblebicilik * Leblebi yapma veya satma işi.
    leblebiden nem kapmak * en küçük bir olay veya davranıştan olumsuz etkilenmek.
    leçe * Taşlıtarla.
    leçek * Başörtüsü, yün atkı.
    leçelik * Leçe.
    ledün * Tanrıkatı.
    ledün ilmi * Tanrı ile ilgili bilgi.
    lef * İçine sokma, iliştirme.
    lef etmek * Bkz. leffetmek.
    leffetme * Leffetmek işi veya durumu.
    leffetmek * İçine sokmak, iliştirmek.
  • Türkçe Sözlük L Sayfa 6

    lânolin * Yapağıdan elde edilen, eczacılıkta ve parfümeride kullanılan, sarımtırak renkte bir yağ.
    lânse * İleri atılmış, ortaya çıkarılmış.
    lânse etmek * tanıtmak amacıyla öne sürmek, ortaya çıkarmak.
    lântan * Atom numarası57, atom ağırlığı138,9, yoğunluğu 6,1 olan, beyaz, havada çabuk oksitlenen, parlak bir
    alevle yanan, seyrek bulunur bir element. KısaltmasıLa.
    lântanit * Birbirine çok yakın kimyasal özellikler gösteren, atom numarası57 ile 71 arasında olan, seyrek bulunan
    elementlerin genel adı.
    lâp * Yumuşak ve ağır bir şey düştüğünde çıkan sesi anlatır.
    lâp lâp * Köpek ve kedi gibi hayvanların su içerken çıkardıklarısesi anlatır.
    lâpa * Nişastalıtanelerin, su ile kaynatılarak bulamaç kıvamına getirilmişdurumu.
    * Keten tohumu ve benzeri bitkilerin kaynatılmasıyla elde edilen, sıcak olarak tülbent içinde vücuda dıştan
    uygulanan ilâç.
    lâpa gibi * yumuşak, gevşek.
    lâpa lâpa * Yassıve iri taneler durumunda.
    lâpa vurmak * ağrıyıkesmek, iyileştirmek amacıyla lâpa koymak.
    lâpacı * Vücutça toplu ve iri olmasına rağmen direnci az olan.
    * Yorgun, bitmiştükenmiş.
    lâpacılık * Tembellik gevşeklik.
    lâpçın * Tabanımeşinden olan, mest, edik.
    lâpçınlı * Ayağına lâpçın giymişolan.
    lâpilli * Yanardağlardan fırlayan çok küçük katıparça.
    lâpina * Lapinagillerden, kayalık kıyılarda, sığsularda yaşayan 25, 35 cm uzunluğunda, kırmızı benekli, mavi veya
    yeşil balık (Crenilabrus pavo).
    lâpinagiller * Kemikli balıklar takımına giren bir familya.
    Lâpon * Lâponya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    * Lâponya veya Lâponlara özgü olan (şey).
    Lâponca * Lâpon dili.
    Lâponyalı * Bkz. Lâpon.
    lâppadak * Bir şeyin düşerken lâp sesi çıkardığınıanlatmak için kullanılır.
    lârenjit * Gırtlaktaki aşırıve süreğen iltihap.
    larghetto * Bir parçanın lârgodan çabuk ve hafif çalınacağınıanlatır.
    * Bu biçimde çalınan müzik parçası.
    largo * Bir parçanın ağır ve görkemli çalınacağınıveya söyleneceğini anlatır.
    * Bu ağırlıkta çalınan müzik parçası.
    lârp * Ansızın ve güçlü bir biçimde.
    lârpadak * Lârp diye, ansızın.
    lârva * Kurtçuk.
    lârvacıl * Lârvayla beslenen hayvanlar.
    laser * Bkz. lâzer.
    lâskî * Yakı ile ilgili.
    lâskine * İskambil kâğıtlarıyla oynanan bir oyun.
    lâso * Kement.
    lâsta * Kuzey Avrupa’da kullanılan, 2000 kg’a yakın gemi yüklerine ve büyük miktardaki ticaret mallarına değer
    biçmeye yarayan kütle ölçü birimi.
    lâsteks * Kauçuk, ipek, pamuk veya yün karışımı bir tür yapma kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışolan.
    lâstik * Kauçuktan yapılmış(şey).
    * Yağmurlu havalarda ayakkabıüzerine giyilen kauçuktan pabuç.
    * Kauçuktan yazısilgisi.
    * Bazıtaşıtların tekerleklerine geçirilen kauçuk çember.
    * Esnek, ince kauçuk veya kauçuklu şerit.
    * Bir tür esnek örgü.
    * Korse.
    lâstik ağacı * Kauçuk.
    lâstik gibi * çevik.
    * (et için) az pişmiş,sert.
    lâstik tutkalı * Lâstiklerin kasnağa yapıştırılmasınısağlayan madde.
    lâstikçi * Lâstik ürünlerini yapan veya satan kimse.
    * Otomobil lâstiğini satan kimse.
    lâstikli * İçinde veya üzerinde lâstik bulunan.
    * Türlü anlamlar verilebilen (söz, konuşma).
    lâstikli söz * Değişik anlamlara gelebilen, farklıdeğerlendirilebilen konuşma.
    lâstikotin * İnce iplik ile çok sık dokunmuşyünlü kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışolan.
    lâşe * Leş.
    lâşka * Bkz. lâçka.
    lâta * Dar ve kalınca tahta.
    lâta * Osmanlılarda ilmiyenin giydiği bir tür üstlük.
    lâtanya * (Karaip dilinden) Bazıtürleri evlerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, bazıtürlerinden de dokumalık iplik elde
    edilen bir tür palmiye (Latania rubra).
    lâteks * Bazı bitkilerin genellikle süt görünüşünde olan öz suyu.
    lâteksli * Özünde lâteks bulunduran.
  • Türkçe Sözlük L Sayfa 4

    lâkacı * Lâka veya vernik süren işçi.
    lâkap * Bir kimseye veya bir aileye kendi adından ayrı olarak sonradan takılan, o kimsenin veya o ailenin bir
    özelliğinden kaynaklanan ad.
    lâkap takmak * bir kimseye onun bir özelliğini belirtecek bir ad vermek.
    lâkaplı * Herhangi bir lâkabı olan; lâkap takılmışolan.
    lâkaydî * Aldırmazlık, ilgisizlik, umursamazlık, kayıtsızlık.
    lâkayt * İlgisiz, aldırmaz, umursamaz, kayıtsız.
    lâkayt kalmak * ilgisiz davranmak, aldırmamak.
    lâkaytlık * Lâkayt olma durumu.
    lâke * Lâka ile cilâlanmış.
    lâkerda * Palamut, torik gibi balıklardan dilim dilim kesilerek yapılan salamura.
    lâkerdacı * Lâkerda yapan veya satan kimse.
    lâkırdı * Söz.
    * Boşsöz, dedikodu, lâf.
    lâkırdıtaşımak * Bkz. lâf taşımak.
    lâkırdıağzından dökülmek * isteksiz konuşmak.
    lâkırdıaltında kalmamak * Bkz. lâf altında kalmamak.
    lâkırdıçıkarmak * Bkz. lâf çıkarmak.
    lâkırdıebesi * Geveze.
    lâkırdıetmek * konuşmak.
    * dedikodu konusu etmek.
    lâkırdıkavafı * Geveze.
    lâkırdı olmak * sohbet edilmek.
    lâkırdıyetiştirmek * bir söze karşılık vermekte gecikmemek.
    lâkırdıcı * Lâkırdı bulup söyleyen, konuşkan.
    * Geveze.
    * Dedikoducu.
    lâkırdısıağzında kalmak * konuşan kimsenin, bir başkasının söze başlamasıveya anî bir olay sonucunda sözü yarım kalmak.
    lâkırdısıaz * sessiz, az konuşan, durgun kimse.
    lâkırdısımı olur? * konuşulan bir şeyin önemsizliğini veya yersizliğini anlatmak için söylenir.
    lâkırdısınıetmek lâkırdısınıetmek * hakkında konuşmak.
    lâkırdıya boğmak * gereksiz ve boşsözlerle konuşmayıuzatmak.
    lâkırdıya tutmak * konuşarak oyalamak.
    lâkırdıyıağzına tıkamak * birinin sözünü bitirmesine imkân vermeden onu ters bir karşılıkla susmak zorunda bırakmak.
    lâkırdıyıezip büzmek * konuşmasını beceremeyip aynışeyleri tekrarlamak.
    lâkin * Ama, fakat.
    lâklâk * Leyleğin gagasıyla çıkardığıses.
    * Ara vermeden söylenilen saçma sapan söz dizisi, gevezelik.
    lâklak etmek * karşılıklı, gelişigüzel, havadan sudan konuşmak.
    lâklâka * Gereksiz, anlamsız, boşsöz.
    lâklâkıyat * Boşlâkırdılar, değersiz sözler.
    lâkonik * Kısa ve özlü (söz), Veciz.
    lâkoz * Hanigiller familyasından yuvarlak kuyruğu bulunan bir balık türü (Epinephelus zeneus).
    lâkrimal * Gözyaşı ile ilgili.
    lâktaz * Süt şekerini (laktoz) üzüm şekerine (glikoz) çeviren bir bağırsak enzimi.
    lâktik asit * Ekşi sütte ve bitkilerin çoğunda bulunan asit alkol, süt asidi.
    lâktoz * Sütte bulunan, sütün buharlaşmasıyla kristal durumunda toplanan şeker, süt şekeri (C12H22O11).
    lâl * Dili tutulmuş, konuşamaz hâle gelmiş, dilsiz.
    lâl * Parlak kırmızırenkte, billûrlaşmış, saydam bir alüminyum oksidi olan değerli bir taş.
    * Kırmızırenkli bir çeşit mürekkebe verilen ad.
    * Parlak kırmızırenkte olan.
    lâl etmek * konuşamaz duruma sokmak.
    lala * Çocuğun bakım, eğitim ve öğretimiyle görevli kimse.
    * Şehzadelerin özel eğitmenleri.
    * Padişahların vezirlerine seslenirken kullandıklarıhitap sözü.
    lala paşa eğlendirmek * işini gücünü bırakıp karşısındakinin hoşvakit geçirmesini sağlamak.
    lalalık * Lala olma durumu veya lalanın görevi.
    lâlanga * Yağda kızartılarak, üzerine şeker veya şerbet dökülen bir hamur tatlısı.
    lâle * Zambakgillerden, yapraklarıuzun ve mızraksı, çiçekleri kadeh biçiminde, türlü renkte bir süs bitkisi (Tulipa
    Gesneriana).
    * Meyve koparmak için ucuna üçlü veya dörtlü bir çatal geçirilmişsırık.
    * Ağır hapis mahkûmlarının boynuna geçirilen demir halka.
    lâle ağacı * Manolyagillerden, ana yurdu Güney Amerika olan, çiçekleri lâleye benzeyen bir süs ağacı(Liriodendron
    tulipifera).
  • Türkçe Sözlük L Sayfa 5

    lâleli * Lâle bulunan veya yetiştirilen (yer).
    * Üzerinde lâle deseni veya motifi bulunan.
    lâlelik * Osmanlıseramik ve cam sanatının güzel örneklerinden olan ve içine lâle konulan vazo.
    lâlettayin * Ayırt etmeksizin, gelişigüzel, özensiz, rastgele.
    lâlezar * Lâle yetiştirilen yer, lâle bahçesi.
    lâlüebkem * Dili tutulmuş, konuşamaz hâle gelmiş, dilsiz.
    lâm * Arap alfabesinde l harfinin adı.
    * Ebcet hesabında otuz sayısının adı.
    lâm * Mikroskopta incelenecek maddelerin üzerine konulduğu dar, uzun cam parçası.
    * Dar, çok ince metal parça.
    lâm elif çevirmek (veya çizmek) * kısa bir süre dolaşıp gelmek.
    lâma * Gevişgetirenlerden, Güney Amerika’nın dağlık bölgelerinde yaşayan, yük hayvanı olarak kullanılan,
    karadan aka kadar türlü renklerde olabilen, tüyleri uzun, boyu yüksek, boynu uzun hayvan (Lama).
    lâma * Tibetlilerde ve Moğollarda Buddha rahibi. Lâmaların en büyüğüne dalay lâma denir.
    lâmacı * Lâmacılık yanlısı olan (kimse).
    lâmacılık * Budizmin Orta Asya ve özellikle Tibet’te yaşayan biçimi.
    * Tibet Budizminde oluşan hiyerarşik düzen.
    lâmaist * Lâmacı.
    lâmaizm * Lâmacılık.
    lâmba * Petrol gibi yanıcı bir madde yakarak veya elektrik akımıyla içindeki teller akkor durumuna geçerek ışık
    veren alet.
    * Radyo alıcılarında ve televizyon yayınlarında kullanılan, havası boşaltılmışveya içine düşük basınçlı bir gaz
    doldurulmuş cam, seramik veya çelikten ampul.
    * Kapı, pencere kenarlarına açılan, genellikle dik açılı girinti.
    lâmba açmak * kapı; pencere kenarlarında genellikle dik açılı girinti açmak.
    lâmba karpuzu * Işığıyumuşatmak için lâmbalara geçirilen, mat camdan, basık vazo biçiminde nesne.
    lâmbada * Güney Amerika’da yapılan bir dans.
    lâmbada dansı * Bkz. lâmbada.
    lâmbalama * Lâmbalamak işi.
    lâmbalamak * Lâmba ışığıyla incelemek.
    * Kapıve pencere kenarlarına girinti açmak.
    lâmbalı * Herhangi bir sayıda lâmbası olan.
    * Lâmba ile çalışan.
    * Birbirinin içine geçebilecek biçimde yapılmış.
    lâmbalık * Eski evlerde lâmba koyacak veya takılacak yer.
    * Bir lâmbanın alabileceği kadar.
    lâmbasız * Lâmbası olmayan.
    lâmbayıaçmak * ışığıyakmak.
    * lâmbanın fitilini yükseltip ışığınıçoğaltmak.
    lâmbri * Bir yapının iç duvar kaplaması.
    * Tavan kaplaması.
    lâme * Dokusunda çoğunlukla gümüşve altın renginde tel bulunan (kumaş) veya metal parlaklığıverilmiş(deri).
    * Böyle bir kumaşveya deriden yapılmışolan.
    lâmekân * Mekânı olmayan, mekânsız (Allah’ın sıfatlarından).
    * Yersiz yurtsuz, belli bir adresi olmayan.
    lâmekân takımı * Yersiz yurtsuz, adresi belirsiz kişiler topluluğu.
    lâmel * Mikroskopla yapılan incelemede bazen lâmların üstüne kapatılan dört köşe, küçük ve ince cam parçası.
    * Çok ince tabaka.
    lâmıcimi yok * değişmez, kesin, başka yolu yok.
    lâminarya * Bütün denizlerde yetişen, sarıveya esmer renkte, emici köklerle kayalara tutunan, uzun şeritler durumunda
    bir deniz yosunu (Laminaria).
    lâmise * Dokunum.
    * Duyarga.
    * Anten.
    lan * Ulan sözünün kısa söylenişi, kaba hitap, ey.
    lânarkit * Hidratlıdoğal kurşun sülfat.
    lândo * Dört tekerlekli, içinde dingillere paralel olarak düzenlenmişkarşılıklı iki oturma sırası bulunan, üstü açılıp
    kapanabilen çift körüklü binek arabası.
    lândon * Bkz. lândo.
    lânet * Tanrı’nın sevgi ve ilgisinden mahrum olma, beddua.
    * Ters, berbat, çok kötü.
    lânet etmek * ilenmek, kötülüğünü istemek.
    lânet okumak * bir kimsenin Tanrı’nın merhametinden mahrum kalmasınıdilemek.
    lânet olsun! * ilenme sözü olarak kullanılır.
    lânetleme * Lânetlemek işi.
    * Lânetlenmiş.
    lânetlemek * Kargımak, lânet etmek.
    * (Tanrı) Merhametinden mahrum bırakmak.
    * Dinden kovmak.
    lânetlenme * Lânetlenmek işi.
    lânetlenmek * Lânet edilmek, lânete uğramak.
    lânetli * Lânetlenmiş, kargınmış, kargışlı, mel’un.
    langır lungur * Metalsi bir ses çıkararak.
    * Dikkatsizce, savruk bir biçimde.
    lângırt * Dikdörtgen masa üzerinde türlü aletleri yönetmek yoluyla küçük bilyeleri belirli deliklere sokmak veya bu
    deliklere girmesini önlemek amacına dayanan oyun.
    lângur * Maymunlardan, Hindistan’da yaşayan, kül rengi veya kırmızıya çalan sarıtüylü, büyük bir maymun
    (Presbytis entellus).
    lângust * Kabuklulardan, makasları olmaması, duyargalarının daha uzun ve güçlü olmasıyla istakozdan ayrılan, eti
    için avlanan bir deniz hayvanı(Palinurus vulgaris).
  • Türkçe Sözlük L Sayfa 2

    lâf cambazı * Etkileyici ve kandırıcısöz söyleyebilen kimse.
    lâf cambazlığı * Kandırıcıve etkileyici söz söyleme.
    lâf çıkarmak * yeni bir şey söylemek, ortaya atmak.
    * dedikodu yapmak.
    lâf çıkmak * dedikodu başlamak.
    lâf ebeliği * Lâf ebesi olma durumu.
    lâf ebesi * Çok konuşan, herkese lâf yetiştiren.
    lâf kalabalığı * üzerinde konuşulan konuyla, esasla veya sorunla ilgisi olmayan boşsöz yığını.
    lâf kaynayıp gitmek * söz boşa söylenmek, anlaşılmaz olmak, hiçbir etki yapmamak.
    lâf lâfıaçar * “bir konu üzerinde konuşulurken ilgisi dolayısıyla söz başka bir konuya geçer, sohbet uzar, gider”
    anlamında kullanılır.
    lâf ola beri gele! * konuşulan konu ile ilgili olmayan bir söz söylendiğinde veya bir sorun tartışılırken hiç ilgisiz bir şey ifade
    edildiğinde söylenir.
    lâf olsun âdet yerini bulsun * konuşacak herhangi bir konu bulunmadığıdurumlarda rastgele söz sarfetmek.
    lâf oturtmak * gerektiği yerde, beklenilmeyen bir durumda, karşıtarafa esaslıve gereken bir lâf söylemek.
    lâf salatası * Çeşitli konuları içine alan anlamsız, boşsözler.
    lâf söyledi bal kabağı * biri konu ile ilgisi olmayan saçma bir söz söylediği zaman kullanılır.
    lâf söyledi bal kabağı! * konuşurken gereksiz yere ve aptalca söz söylendiği zaman, bunu alaya almak için kullanılır.
    lâf taşımak * dedikodu ederek lâf götürüp getirmek.
    lâf yakıştırmak * konuşma sırasında yerinde söz söylemek, gerekeni ifade etmek.
    lâf yapmak * dedikodu yapmak.
    lâf yetiştirmek * birinin söylediklerine olur olmaz karşılık vermek, çene yarıştırmaya kalkmak.
    lâf yok! * “mükemmel, çok güzel, kusursuz, eleştirilecek bir tarafıyok” anlamında kullanılır.
    lâfa boğmak * üzerinde konuşulan konu içerisinde, hiç ilgisiz, gereksiz ve anlamsız bir biçimde söz edip asıl konuyu
    değiştirmek, unutturmak, karıştırmak.
    lâfa dalmak * uzun süren bir sohbette bulunmak, çok konuşmak.
    lâfa karışmak * biri veya birileri konuşurken bir başkasıkonuşmak, konuşmaya katılmak.
    lâfa tutmak * yersiz ve zamansız olarak ve sürekli konuşarak meşgul etmek, oyalamak.
    lâfazan * Geveze.
    lâfazanlık * Gevezelik.
    lâfçı * Çok konuşan, geveze.
    * İyi, etkili konuşan.
    * Söz götürüp getiren, dedikoducu.
    lâfçılık * Lâfçı olma durumu.
    lâfıağzına tıkamak * birinin rahatça konuşmasınıengelleyip susturmak, söyleyeceğine imkân tanımamak.
    lâfıağzında bırakmak * birinin konuşmasınıkesmek, sözlerini bitirmesine fırsat vermemek.
    lâfıağzında kalmak * sözü ağzında kalmak.
    lâfı bağlamak * bir konu üzerinde son sözü söylemek.
    lâfıdeğiştirmek * başka konuyu dile getirmek, başka bir şeyden söz etmek.
    lâfı geçmek * sözü etkili olmak, sözü dinlenmek.
    * bahsedilmek.
    lâfıkıçından dinlemek (veya anlamak) * konuşulan konuyu ilgisiz, üstünkörü veya önem vermeden dinlemek (veya yanlış, ters anlamak).
    lâfıkısa kesmek * söyleyeceğini kısa veya özet olarak belirtmek, az ve öz konuşmak.
    lâfımı olur? * “şimdi onun sırasıdeğil, daha önemli konular var” anlamında kullanılır.
    * “(bir işyapmak için) seve seve zahmete girerim, hiç önemi yok” anlamında kullanılır.
    lâfısulandırmak * bir konu üzerinde ciddiyetle durup konuşurken araya ilgisiz, anlamsız veya tutarsız boşlâf katmak.
    lâfıuzatmak * konuşmayı gereksiz bir biçimde başka sözlerle sürdürmek.
    lâfıyabana atmamak * söylenen söze değer vermek.
    lâfını(veya lâfınızı) balla kestim * bir kimsenin sözünü kesmek gerektiğinde “izin verin” anlamında kullanılır.
    lâfını bilmek * akıllıuslu konuşup başkasınırahatsız etmemek, güzel ve tutarlıkonuşmak.
    lâfınıetmek * birinden veya bir konudan söz etmek, onunla ilgili olarak konuşmak.
    lâfınıkesmek * araya girip, birinin sözünü bitirmesine fırsat vermemek.
    lâfınışaşırmak * ne diyeceğini bilememek, şaşırarak başka şeyler söylemek.
    lâfınıyedirmek * iddialı olarak söylediği sözü geri alma zorunda bırakmak.
    lâfız * Söz, kelime.
    * Yasanın sözle anlatmak, bildirmek istediği anlam.
    lâflama * Lâflamak işi.
    lâflamak * Konuşmak, sohbet etmek.
    lâflaya lâflaya * Sürekli konuşarak, oradan buradan söz açıp sohbet ederek.
  • Türkçe Sözlük L Sayfa 3

    laforizma * Çok bilinen bir sözü veya atasözünü biraz değiştirip eklemeler yaparak güncel sorunları belirten cümle,
    kıssadan hayat hisseleri: Bir toplumda değerler haklandıkça, o toplumda hep hırsızlar aklanır. Akılsız başın cezasını
    halklar çeker. sözü gibi.
    lâfta kalmak * bir işdüşünce aşamasında kalıp gerçekleşmemek.
    lâftan anlamak * söyleneni dinleyip uymak veya uygulamak.
    lâfügüzaf * Boşsöz.
    lâfzen * Sözün gelişine, söylenişine, yapısına göre, yazılı olmayarak.
    lâfzî * Sözün söylenişine, yapısına ait, sözle ilgili.
    lâgar * Zayıf, çelimsiz, etsiz.
    lâgos * Bkz. lâhos.
    lâgün * Denizden dar bir kıyıkordonu veya bir kanal ile ayrılmışgöl, deniz kulağı.
    lâğım * Bir yerleşim merkezinde pis suların akıp gitmesi için yer altında açılmışkanal, geriz.
    * Düşmanın kale duvarlarınıyıkmak veya düşman ordugâhına zarar vermek amacıyla, düşman siperlerine
    doğru yer altından açılan dar yol.
    lâğım çukuru * Abdesthanelerin pis sularınıve pisliklerini toplamak için kazılmışkapalıkuyu, fosseptik.
    lâğım döşemi * Bkz. kanalizasyon.
    lâğımcı * Pis su kanallarınıaçıp temizleyen işçi.
    * Düşman kalelerini yıkmak için lâğım kazan asker.
    lâğımcılık * Lâğımcının yaptığı iş.
    lâğımla atmak * (bir kayayı) delip, içine patlayıcımaddeler koyduktan sonra bu maddeleri ateşleyerek parçalamak.
    lâğıv * (bir kuruluşu) Kaldırma.
    * Hükümsüz kılma, feshetme.
    lâğvedilme * Lâğvedilmek işi.
    lâğvedilmek * (bir kuruluş) Kaldırılmak.
    * Hükümsüz kılınmak, feshedilmek.
    lâğvetme * Lâğvetmek işi veya durumu.
    lâğvetmek * (bir kuruluş) Kaldırılmak.
    * Hükümsüz kılmak, feshetmek, dağıtmak.
    lâğvolma * Lâğvolmak işi.
    lağvolmak * (bir kuruluş) Kaldırılmak.
    * Hükümsüz kılınmak, dağıtılmak.
    lâğvolunma * Lağvolunmak işi veya durumu.
    lâğvolunmak * Lâğvedilmek.
    lâhana * Turpgillerden, güz ve kışsebzesi olarak yetiştirilen ve birçok türü olan bitki, kelem (Brassica oleracea).
    lâhavle * Sabrın tükendiğini belirtmek için söylenir.
    lâhavle çekmek (veya okumak) * bir sıkıntıyı, öfkeyi yatıştırmak için “lâhavle”ile başlayan Arapça duayı okumak.
    lâhika * Ek.
    lâhit * Kenarlarıkâgir, üstü kapak taşlarıyla örtülü mezar.
    * Taşveya mermerden oyma mezar.
    lâhmacun * Üstüne kıyma, kıyılmışsoğan ve baharat konularak fırında pişirilen pide.
    lâhmacuncu * Lâhmacun yapan ve satan kimse.
    lâhmacunculuk * Lâhmacuncunun işi veya mesleği.
    lâhos * Hanigillerden, Akdeniz ve Ege’de yaşayan lezzetli bir balık, kaya hanisi.
    lâhurakî * Lâhor’a ait.
    lâhurî * Lâhor’da yapılan her tür şal, Lahor şalı.
    lâhut * Tanrıâlemi.
    * Kutsal.
    lâhutî * İlâhî, Tanrısal.
    lâhza * Zamanın bölünemeyecek kadar kısa bir parçası, an.
    lâhzacık * Kısa bir an.
    lâhzada * Çarçabuk, bir anda, hemen, bekletmeden.
    lâik * Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, devlet işlerini dinden ayrıtutan.
    lâikleşme * Lâikleşmek işi veya durumu.
    lâikleşmek * Lâik duruma gelmek.
    lâikleştirme * Lâikleştirmek işi.
    lâikleştirmek * Dinle ilgili olmayan işleri dinî görüşlerin dışında tutmak.
    lâiklik * Lâik olma durumu, lâisizm.
    * Devlet ile din işlerinin ayrılığı; devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız
    olması, lâisizm.
    lâin * Lânetlenmiş, mel’un.
    lâisizm * Lâiklik.
    -lak / -lek * İsim ve sıfatlardan isim ve sıfat türeten ek: Teker-lek, yuvar-lak, diş-lek vb.
    lâka * Uzak Doğu’da yetişen Amerika elmasından çıkan zamk.
    * Boyacılıkta kullanılan, kırmız böceğinin üst deri bezlerinin salgıladığımadde.
  • Türkçe Sözlük L Sayfa 1

    L * Romen rakamlarıdizisinde 50 sayısını gösterir.
    -l * İsimden sıfat türeten ek: yeşil < yaş-ı-l, doğal < doğa-l, yasal < yasa-l vb.
    -l * Fiilden isim türeten ek: okul < oku-l, inal < ina-l vb.
    -l- * Fiilden fiil türeten ek; edilgen fiil çatılarıkurar: yaz-ı-l-, ver-i-l-, yedir-i-l-, içir-i-l-, düşün-ü-l- vb.
    L demiri * Sanayide kullanılan L biçiminde bükülmüşdemir çubuk.
    -l-, -al- / -el- * Sıfattan fiil türeten ek: kısa-l-, yüce-l-, sivri-l- vb.
    l, L * Türk alfabesinin on beşinci harfi. Le adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ötümlü dişeti-avurt
    ünsüzünü gösterir. L ünsüzünün biri art (kalın), öbürü de ön (ince) olmak üzere iki türü vardır.
    La * Lântan’ın kısaltması.
    * Gam dizisinde “sol” ile “si” arasındaki ses.
    * Bu sesi gösteren nota işareti.
    -la / -le * İsimden isim türeten ek; yer isimleri yapar.
    -la / -le * İsimden fiil türeten ek: su-la-, taş-la-, tuz-la-, göz-le-, gece-le-, hece-le- vb.
    lâakal * En azından, hiç olmazsa.
    lâbada * Karabuğdaygillerden, dere kıyılarında, sulak çayırlarda kendiliğinden yetişen, çok yıllık ve yapraklarısebze
    olarak kullanılan bir bitki, efelek (Rumex petientia).
    lâbirent * Çıkışyeri kolaylıkla bulunamayacak kadar karışık koridorları olan yapı.
    * İçinden çıkılması güç veya imkânsız durum, sorun.
    lâborant * Araştırmalarda, lâboratuvar deneylerinde yardımcı olarak çalıştırılan kimse.
    lâborantlık * Lâborantın işi veya mesleği.
    lâboratuvar * Bilimsel ve teknik araştırmalar, çalışmalar için gerekli araç ve gereçlerin bulunduğu yer.
    * Bkz. dil lâboratuvarı.
    lâboratuvar muayenesi * Bir hastalıkta teşhisin konmasıve gereken tedavinin belirlenmesi amacıyla yapılan tahlil ve muayene.
    lâbrador * Labrador kıyılarında parlak bir türüne rastlanan, feldspatlar grubundan ve plâjiyoklâz serisinden olan
    alüminyum, kalsiyum ve sodyum silikatı.
    lâbros * Lâpina balığının büyük cinsi.
    lâciverdî * Lâcivert renkli, lâciverde çalan.
    lâcivert taşı * İçinde düzgün bir biçimde dağılmışkükürt bulunan sodyumla alüminyum silikatın oluşturduğu değerli,
    lâcivert renkli taş.
    lâcivert,-di * Koyu mavi renk.
    * Koyu mavi renkte olan.
    lâcivertlik * Lâcivert renklilik.
    lâçin * Bir tür şahin, doğan.
    lâçka * Gemi halatının gevşetilip boşa bırakılması.
    * Gevşemiş, verimsiz duruma gelmiş, düzeni bozulmuş.
    lâçka etmek * bir halatıkoyuverip boşaltmak.
    * gevşetmek, bitkin bir duruma getirmek.
    lâçka olmak * vida, mil gibi makine bölümleri aşınarak veya yuvaları genişleyerek gevşemek.
    * herhangi bir düzen iyi işlemez olmak.
    lâçkalaşma * Lâçkalaşmak işi.
    lâçkalaşmak * Lâçka olmak.
    * Herhangi bir düzen iyi işlemez olmak, gevşemek, bozulmak.
    lâçkalık * Laçka olma durumu.
    lâden * Lâdengillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen tüylü ve genellikle yapışkan yapraklı, beyaz veya pembe çiçekli,
    reçinesi hekimlikte kullanılan bir bitki (Cistus creticus).
    * Bu bitkiden elde edilen sürme, rastık.
    lâdengiller * İki çeneklilerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, lâden ve benzeri türleri içine alan bir bitki familyası.
    lâdenli * Lâden sürmüşolan.
    lâdes * Tavuğun lâdes kemiğini iki kişinin birer ucundan tutarak kırması, birinin “aklımda” veya “hatırımda”
    demeden bir şeyi ötekinden almasıyla yenilmişsayılarak biten oyun.
    lâdes kemiği * Kuşlarda göğüs kemiğinin üstünde iki kanat arasında bulunan V biçimindeki ince kemik.
    lâdes oyunu * Bkz. lâdes.
    lâdes tutuşmak * tavuğun lâdes kemiğini birer ucundan karşılıklıtutup kırarak lâdes oyununa başlamak.
    lâdin * Çamgillerden, 50-60 m kadar yükseklikte olan, düz gövdeli, kozalağıaşağıya doğru sarkık, kerestesi ve
    reçinesi çok beğenilen, çam türüne çok yakın bir orman ağacı(Picea).
    lâdinî * Din dışı.
    lâedri * Yazarı bilinmeyen, anonim.
    * Bilinemezci.
    lâedriye * Bilinemezcilik.
    lâf * Söz, lâkırdı.
    * Sonuçsuz, yararı olmayan söz.
    * Konuşma.
    * Konu, mevzu, bahis.
    * “Öyle şey olamaz”, “bu sözün hiçbir değeri yok” anlamında hafifseme yollu kullanılır.
    lâf (veya söz) altında kalmamak * kendisini inciten, itham eden veya rahatsız bir duruma düşüren söze gereken karşılığıverip durumu
    düzeltmek.
    lâf açmak * söz etmek, söz açmak, konuya girmek.
    lâf anlamaz * söz dinlemeyip kendi bildiğinde inat eden.
    * kaba, aptal (kimse).
    lâf anlatmak * sözünü dinletmek, karşıdakini ikna edinceye kadar konuşmak.
    lâf aramızda * “söz aramızda, başkaları bilmesin, duymasın” anlamında kullanılır.
    lâf atmak * söyleşmek, konuşmak.
    * uzaktan, dolayısıyla dokunacak söz söyleyip işittirmek.
    * sözle sarkıntılık etmek.