oğulluk | * Oğul olma durumu. * Üvey oğul. |
oğulsuz | * Oğlu olmayan. |
oğunmak | * Bkz. ovunmak. |
oğuşturmak | * Bkz. ovuşturmak. |
Oğuz | * XI. yüzyılda Harezm bölgesinde toplu olarak yaşayan ve daha sonra batıya doğru göç ederek, bugünkü Türkmen, Azerî, Gagavuz ve Türkiye Türklerinin aslını oluşturan büyük bir Türk boyu. |
oğuz | * İyi huylu (kimse). |
Oğuzca | * Türk dilinin Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmence, Gagavuzca ile Kırım’ın güney bölgelerinde kullanılan Türkçeyi içine alan grubun ortak adı. |
oh | * Sevinç, beğenme, hayranlık, rahatlama gibi çeşitli duyguları belirtir. |
oh çekmek | * birinin kötü duruma düşmesine sevinildiğini anlatır. |
oh demek | * rahata ermek, rahata kavuşmak, rahat bir soluk almak. |
oh olsun! | * söz dinlemeyerek, yanlışdavranarak kötü duruma düşenlere “çok iyi olmuş” anlamında söylenir. |
oha | * Büyük başhayvanlarıdurdurmak için kullanılan seslenme. * Kaba ve yakışıksız bir davranışta bulunana karşıkullanılır. |
ohlama | * Ohlamak işi veya durumu. |
ohlamak | * Oh sesini çıkarmak, oh demek. |
ohm | * Bkz. om. |
oje | * Tırnak cilâsı. |
ojeli | * İçinde oje bulunan. * Oje sürülmüş. |
ojit | * Yanardağkütlelerinde bulunan ve feldspatla birlikte bazaltların temelini oluşturan piroksen cinsinden mineral madde. |
ok | * Yayla atılan, ucunda sivri bir demir bulunan ince ve kısa tahta çubuk. * Yön göstermek amacıyla belli yerlere konulabilen, oka benzeyen işaret. * Bazıâletlerde veya araçlarda düz ve uzun bölüm. * Bir dairede bir kirişin ortasında bu kirişi gören yayın ortasına indirilen doğru parçası. |
ok atmak | * miras kalan mallarıpay etmek için ad çekmek. |
ok gibi (yerinden) fırlamak | * çok hızlı gitmek. |
ok meydanı | * Ok atma ustalığıedinilen veya ok atma yarışlarının yapıldığı alan. |
ok meydanında buhurdan yakmak | * geniş bir yeri yetersiz bir şeyle ısıtmaya çalışmak. * önemli bir işiçin yetersiz imkânlardan yararlanmaya çalışmak. |
ok yaydan (veya yayından) çıkmak | * geri dönülemeyecek bir işyapmak. |
ok yılanı | * Başıpullu, boyu 2 m kadar olan, zehirli ve tehlikeli bir yılan. |
okaliptüs | * Mersingillerden, asıl yurdu Avustralya olan, boyu 100 m’yi aşabilen, toprağın suyunu çekerek yerin bataklık duruma gelmesini önleyen bir ağaç (Eucalyptus globulus). |
okapi | * Gevişgetirenlerden, Kongo’da bataklık ormanlarda yaşayan, büyük bir antilop boyunda, gövdesi kızıl kestane, bacakları beyaz çizgili bir memeli hayvan (Okapia johnstoni). |
okar | * Telli balıkçıl. |
okazyon | * Fırsat. * Kelepir. |
okçu | * Ok yapan veya satan kimse. * Okçuluk sporunu yapan kimse, kemankeş. |
okçuluk | * Ok yapma veya satma işi. * Ok ve yay kullanılarak yapılan spor, ok atıcılığı. |
okey | * Plâstik, tahta veya mika benzeri maddelerden yapılmıştaşlarla oynanan ve konkene benzeyen bir tür oyun. |
okka | * 1283 gr’lık ağırlık ölçüsü birimi; 400 dirhem bir okka ederdi, kıyye. |
okka çekmek | * hacminden umulmayacak kadar ağır gelmek. |
okka her yerde dört yüz dirhem | * konuşulan bir gerçeğin açıklığınıve tartışma götürmezliğini anlatmak için söylenir. |
okkalama | * Okkalamak işi. |
okkalamak | * Bir şeyin ağırlığınıyaklaşık olarak anlayabilmek için elle yoklamak. * Gereğinden çok övmek veya ilgi göstermek, koltuklamak, pohpohlamak. |
okkalı | * Kiloca fazla olan, ağır çeken. * Büyük. * Ağır. |
okkalıkahve | * Bol kahve ile yapılmışve büyük fincana konulmuşkahve. |
okkalık | * Herhangi bir okka ağırlığında veya oylumunda olan. |
okkanın altına gitmek | * haksız yere ezilmek, bir zarar veya ceza görmek. |
oklama | * Oklamak işi veya durumu. |
oklamak | * Ok gibi fırlama. * Okla vurmak. |
oklanma | * Oklanmak işi veya durumu. |
oklanmak | * Okla vurulmak. |
oklava | * Hamur açmakta kullanılan silindir biçiminde uzunca değnek. |
oklava (veya baston) yutmuşgibi | * dimdik duranlar için söylenir. |
oklu kirpi | * Kemirgenlerden, kirpiye benzeyen, uzun dikenleri olan bir hayvan (Hystrix cristatus). |
okluk | * İçine ok konulan ve sırtta taşınan meşinden yapılmışok kılıfı, sadak. |
okrama | * Okramak işi veya durumu. |
Kategori: O
-
Türkçe Sözlük O Sayfa 4
-
Türkçe Sözlük O Sayfa 1
o * Başına getirildiği cümlenin anlattığıduyguyu belirtir. o * Teklik üçüncü kişiyi gösterir.
* İki veya daha çok şeyden, daha önce sözü geçeni gösterir.
* Uzakta olan, hakkında konuşulan kimse veya şeyi belirtir.O * Oksijen’in kısaltması. o bu * Bazıkimseler ve nesneler. o denli * Öyle, o kadar. o duvar senin, bu duvar benim * birinin yalpalayacak kadar sarhoşolduğunu anlatır. o gün bugün(dür) * o zamandan beri. o hâlde * bu durum karşısında, demek oluyor ki, öyleyse. o kadar * aşırılık belirtir.
* tehdit ve kızgınlık bildirir.o kapı(mahalle) senin bu kapı(mahalle) benim * sürekli gezip dolaşmayıanlatır. o saat * Hemen, o anda. o sırada * İçinde bulunulan zamanda. o taraflı olmamak * ilgi göstermemek, konuyla ilgisi yokmuşgibi davranmak. o tarakta bezi olmamak * o şeyle ilişiği bulunmamak. o yolda * öyle, o gidişve düzenle. o yolun yolcusu * (toplumun ahlâk anlayışına göre) kötü bir hayat sürdüren kimse.
* ölümle sonuçlanacak bir durumda olan kimse.o, O * Türk alfabesinin on sekizinci harfi; ses bilimi bakımından kalın, yuvarlak ve genişünlüyü gösterir. oba * Göçebelerin konak yeri.
* Bu konak yerinde konaklayan göçebe halk veya aile.
* Genellikle bölmeli göçebe çadırı.obabaşı * Obanın başı olan kimse. obartı * Bkz. abartı. obartıcı * Bkz. abartıcı. obartılmak * Bkz. abartılmak. obartma * Bkz. abartma. obartmak * Bkz. abartmak. obelisk * Dikili taş. oberj * Şehir merkezinin dışında sade, basit kurulmuşkonaklama tesisi. obje * Nesne. objektif * Nesnel, afakî.
* Fotoğraf makinesi, mikroskop, dürbün gibi optik âletlerle, cisimlerden gelen ışınlarıalıp ekran üzerine
yansıtan mercek veya mercek sistemi.objektif olmak * nesnel olmak.
* tarafsız davranmak.objektiflik * Objektif olma durumu. objektivist * Nesnelci. objektivite * Objektiflik. objektivizm * Nesnelcilik. obruk * İçbükey, mukaar, konkav.
* İçinde su biriken çukur yer, doğal kuyu.obruklu * Obruğu olan. observatuvar * Gözlem evi, rasathane. obstrüksiyon * Engelleme. obua * Orkestrada yer alan çift kamışlı, tahta üflemeli çalgı. obuacı * Obua çalan kimse. obur * Gereğinden çok yemek yiyen, doymak bilmeyen (kimse). oburca * Doymak bilmezcesine, gereğinden çok (yiyen). oburlaşma * Oburlaşmak işi. oburlaşmak * Obur duruma gelmek. oburluk * Obur olma durumu. obüs * Yüksek ve alçaktan mermi atabilen, top ve havanların bazıözelliklerine sahip kısa namlulu top. ocağı batmak * yuvasıyıkılmak veya soyu tükenmek. ocağıkör kalmak * soyu tükenmek, çocuğu bulunmamak. ocağısönmek * aile dağılmak, yok olmak, çoluk çocuk yok olmak. ocağıtütmek * soyu devam etmek.