oluşum | * Oluşmak işi, teşekkül, teşkil. * (katman, kütle, gök cismi vb. için) Biçimlenme süreci. |
oluşumcu | * Oluşumculuk yanlısı olan kimse. |
oluşumculuk | * İnsanın ruh dünyasında oluşan ve gelişen bir durumun yaşla geliştiğini ileri süren görüş. |
om | * Kemiklerin toparlak ucu. |
om | * Elektrik direnç birimi, ohm. |
oma | * Kalça kemiği. * Bel kemiği. |
omaca | * Kesilmişağaç kökü, bağkütüğü. * İri kemik. |
ombra | * Doğrama işlerini kahverengine boyamakta kullanılan toprak boya. |
omça | * Kalça kemiğinin bir bölümü. * Bağkütüğü. |
omfazit | * Piroksen grubundan, yeşil renkli doğal silikat. |
omlet | * Çırpılmışyumurta, peynir, kıyma, mantar vb. katılarak tavada pişirilen bir yemek, kaygana. |
ommatidyum | * Görme hücresi. |
omnibüs | * Dolmuşyapan büyük at arabası. * Yolcu taşıyan büyük motorlu taşıt. |
omnivor | * Hem et hem ot ile beslenen canlı. |
omur | * Omurgayı oluşturan kemiklerden her biri, fıkra. |
omurga | * Birbiriyle eklemlenince kafatasından kuyruk sokumuna kadar uzanan bir kemik eksen oluşturan omurların bütünü, bel kemiği. * Gemi kaburgasının aşağıtaraftan bağlı bulunduğu boy ekseni doğrultusunda boydan boya geçen ana yapı ögesi. * Bir şeyin varlığı ile ilgili en önemli bölümü, temel, bel kemiği, esas. |
omurgalılar | * Memelileri, kuşları, amfibyumları, sürüngenleri, yuvarlak ağızlılarıve balıkları içine alan hayvan bölümü (Vertebrata). |
omurgasızlar | * Omurgasız çok hücreli hayvanlar (Protostomia). |
omurilik | * Omurga içinde bulunan kanal boyunca uzanan, boz madde ve ak maddeden oluşan sinir dokusu, murdar ilik. |
omuz | * Boynun iki yanında, kolların gövdeye bağlandığı bölüm. |
omuz başı | * Kol ile omzun birleştiği yer. * Yanı başı, üstten aşağı. |
omuz eklemi | * Kol kemiğinin başınıkürek kemiğinin yuva çukuruyla birleştiren eklem. |
omuz kaldırmak | * bilmez gibi davranmak. |
omuz omza | * Çok sıkışık bir durumda, yan yana; dayanışarak. * Dayanışarak, birlikte. |
omuz öpüşmek | * eşit derecede olmak. |
omuz silkmek | * aldırmamak, önem vermemek. |
omuz vermek | * omzuyla dayanmak. * destek olmak. |
omuzda taşımak | * çok saygı göstermek, yüceltmek, övmek. |
omuzdaş | * (daha çok, iyi olmayan işlerde) Arkadaş, hempa. |
omuzdaşlık | * Arkadaşlık, dayanışma, tesanüt. |
omuzlama | * Omzuna alma, omzuna vurma. * Destek olma. |
omuzlamak | * Omzuna almak. * Omzuyla dayayıp itmek. * Destek almak. * (bir işveya görevi) Yüklenmek, sorumluluk almak. * Alıp götürmek, sırtlayıp kaçırmak, aşırmak. |
omuzlanma | * Omuzlanmak işi veya durumu. |
omuzlanmak | * Omuzlamak işine konu olmak. |
omuzlarıçökmek | * bitkin, perişan ve yıkılmış bir durumda olmak. |
omuzlu | * Omzu olan. |
omuzluk | * Rütbeyi göstermek amacıyla omuzlara takılan işaret, apolet. * Gemilerde başve kıç bölümlerinin her bir yanı. * Omza alınıp iki ucuna yük asılan kısa sırık, çiğindirik. |
omzuna binmek | * yük olmak, ağırlık vermek. |
on | * Dokuzdan bir artık. * Dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam: 10, X. |
on (defa veya kere) | * pek çok. |
on (veya beş) para etmez | * değersiz. |
on altılık | * Birlik notanın on altıda biri uzunluğunda nota. |
on ayaklılar | * Çeşitli istakoz, yengeç ve karides türlerini içine alan eklem bacaklıkabuklular takımı. |
on binlerce | * Sayısal olarak çokluk ifade eder. |
on binlik | * On bin liralık bütün kâğıt veya madenî para. |
on bir aylık | * Bkz. çuha çiçeği. |
on iki telli | * Tambura cinsinden, on iki telli bir halk çalgısı. |
on para on aslanın ağzında | * para kazanmak çok güçleşti. |
on paralık | * Değeri çok az veya değersiz, hiç. |
on paralık etmek | * birine hakarette bulunmak, birini kötü duruma düşürmek. |
Kategori: O
-
Türkçe Sözlük O Sayfa 10
-
Türkçe Sözlük O Sayfa 11
on parasız * Hiç parası olmaksızın, parasız. on paraya on taklak atar * küçük çıkar sağlamak için her türlü onur kırıcı işe katlanır. on parmağı boğazında olmak * isteği yapılmazsa sıkıntıya düşme, düşürme anlamında kullanılan bir söz. on parmağında on hüner (veya marifet) * elinden her işgelir, çok becerikli. on parmağında on kara * herkesi lekelemek huyu olanlar için kullanılır. ona * O zamirinin yönelme durumu. ona buna dil uzatmak * herkes için ileri geri konuşmak. ona göre hava hoş * onun için fark etmez, tutulacak yolu başkalarıdüşünsün. onama * Onamak işi, uygun bulma, tasvip. onamak * Bir işi doğru ve uygun bulmak, tasvip etmek. onanizm * Mastürbasyon, istimna. onanma * Onanmak işi. onanmak * Onamak işine konu olmak. onar * On sayının üleştirme sayısıfatı, her birine on; her defasında onu bir arada. onar onar * Her biri on tane, her biri on taneden oluşmuşolan. onarıcı * Onarmak işini yapan kimse.
* Hasar görmüşhücreleri canlıduruma getiren madde.onarılma * Onarılmak işi. onarılmak * Onarmak işine konu olmak, onarmak işi yapılmak. onarım * Onarmak işi, tamirat, tamir.
* Bir yapının, bir heykelin, bir resmin bozulmuşyerlerini yeniden yapma, ilk durumuna getirme, restore
etme.onarım görmek * onarılmak. onarımcı * Onarma işini yapan kimse, tamirci. onarımcılık * Bozulmuşolan nesneleri onarıp yararlı bir duruma getirme, tamircilik. onarma * Onarmak işi. onarmak * Bozulmuş, eskimişolan bir şeyi düzeltip işler veya kullanılır duruma sokmak, işe yarar duruma getirmek,
tamir etmek.
* Bir yapının, bir heykelin, bir resmin bozulmuşyerlerini yeniden yapmak, ilk duruma getirmek, restore
etmek.
* İşlenen bir kusuru veya yapılan bir yanlışlığı giderecek veya önleyecek davranışlarda bulunmak.onartma * Onartmak işi veya durumu. onartmak * Onarmak işini birine yaptırmak, tamir ettirmek. onaşmak * Karşılıklırıza göstermek, razı olmak. onat * Özenli, düzgün, uygun.
* Yararlı.
* Dürüst, iyi ahlâklı.onay * Uygun bulma, tasdik. onay almak * onaylanmasını sağlamak, kabul veya tasdik ettirmek. onayına sunmak * tasdike arz edilmek. onaylama * Onaylamak işi, tasdik. onaylamak * Yapılan bir işi doğru ve yerinde bularak kabul etmek, tasdik etmek. onaylanış * Onaylanmak işi veya biçimi. onaylanma * Onaylanmak işi. onaylanmak * Onaylamak işi yapılmak veya onaylamak işine konu olmak, tasdik edilmek. onaylatma * Onaylatmak işi. onaylatmak * Onaylamak işini birine yaptırmak, tasdik ettirmek. onaylı * Onaylanmışolan, tasdik edilmiş. onaysız * Onaylanmamış, tasdik edilmemiş. onbaşı * Erbaşsıralamasının ilk basamağı. onbaşılık * Onbaşı olma durumu, onbaşının rütbesi. onbeş * On beşoyuncudan oluşan rugby takımı.
* Teniste yapılan ilk sayı.onbir * On bir oyuncudan oluşan futbol takımı. onbirli * Dizeleri on bir heceli şiir.
* Bentleri on bir dizeden oluşan manzume.
* On bir dereceyle ayrılan iki noktanın aralığı.onca * Ona göre, onun düşüncesince.
* (çok olan şeyler için) O kadar, o denli.onculayın * Ona göre, onun gibi. onda * O zamirinin kalma durumu. ondalık * Onda bir olarak alınan veya verilen ücret.
* Toprak ürünlerinden onda bir oranında alınan vergi, öşür, aşar.
* Temel olarak on sayısınıalan, aşarî.ondalık kesir * Paydası10 veya 10’un herhangi bir kuvveti olan kesir: 0,3 (onda üç), 0,15 (yüzde on beş), 0,007 (binde
yedi) gibi. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 12
ondalık sayı * Payda olarak 10 veya 10’un herhangi bir kuvvetini alan kesirli sayı. ondalıkçı * Onda bir pay alarak çalışan kimse. ondan * O zamirinin çıkma durumu.
* O sebeple.ondurma * Ondurmak işi. ondurmak * Onmasını sağlamak, iyiye döndürmek. ondurmaz * Öldürücü, kötüleştirici. ondülâtör * Telgraf yazısı. ondüle * Dalgalı, kıvrımlı, kıvrılmış. ondüleli * Ondülesi olan. ondülesiz * Ondülesi olmayan. onejit * Hidratlıdoğal oksit. ongen * On açısı, on kenarı olan çokgen. ongun * Çok verimli, bol, eksiksiz.
* Yarar duruma gelmiş, bayındır.
* Mutlu.
* Kutlu, uğurlu.ongun * İlkel toplumlarda topluluğun kendisinden türediği sanılarak kutsal sayılan hayvan, ağaç, rüzgâr gibi
herhangi bir doğal nesne veya olay, totem.
* Arma.ongun besi suyu * Yapraklarda yeni maddelerle zenginleştikten sonra bitkiyi beslemek için her yana inen besi suyu. ongunculuk * Bir onguna duyulan inanca dayanan toplumsal kuruluşve din uygulama biçimi, totemizm. ongunluk * Ongun olma durumu, mutluluk, bolluk, bereket, feyiz, saadet. onikiparmak bağırsağı * Mideden sonra gelen ince bağırsak bölümü. oniks * Balgam taşı. onkoloji * Urları inceleyen tıp dalı. onlar * O zamirinin çoğulu. onlar * Ondalık sayısistemine göre yazılan bir tam sayıda sağdan sola doğru ikinci basamağa verilen ad. onlarca * Çokluk ifade etmek için kullanılır. onlu * On parçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden on tane bulunan.
* On işaretli iskambil kâğıdı.onluk * On birimden, on parçadan oluşan.
* On üzerinden tam not alan.
* On para, on kuruş, on lira veya on bin lira değerinde para.onluk bozma * onluğu, on tane birliğe çevirme. onma * Onmak işi veya durumu. onmadık * Talihi yaver gitmeyen, başı belâdan kurtulmayan.
* Bereketsiz.onmak * Daha iyi bir duruma girmek, salâh bulmak.
* Eksiği kalmayıp gönül ferahlığına ermek, mutlu olmak, mesut olmak.
* Hastalıktan, dertten kurtulmak, şifa bulmak, felah bulmak, iflâh olmak.onmaz * İyileşme ihtimali bulunmayan. onomastik * Özel adlar ve özellikle kişi adları bilimi. onomatope * Bkz. yansıma. ons * Fransa’da 30,59 gr, İngiltere’de 28,349 gr ağırlığında bir ağırlık birimi. onsuz * O olmaksızın. ontik * Varlıksal. ontojenez * Birey oluş. ontoloji * Varlık bilimi. ontolojik * Varlık bilimi ile ilgili, varlık bilimine ait. ontolojizm * Tanrı bilgisinin insan için doğal olduğunu ileri süren kuram. onu * O zamirinin belirtme durumu. onulma * Onulmak işi. onulmak * Onmak işine konu olmak. onulmaz * İyileşmez, şifa bulmaz. onum * Kötü bir durumdan kurtulma. onun * O zamirinin tamlayan durumu. onun için * bundan dolayı, bundan ötürü. onuncu * On sayısının sıra sıfatı, sırada dokuzuncudan sonra gelen.
* Onuncu sırayıalan şey veya kimse.onur * İnsanın kendine karşıduyduğu saygı, öz saygı, haysiyet, izzetinefis.
* Başkalarının gösterdiği saygının dayandığıkişisel değer, gurur, şeref.onur belgesi * Şeref belgesi. onur kurulu * Bir kuruluşveya derneğin üyeleri arasında çıkan onur davalarını gören veya bu kuruluşveya derneğin
ilkelerine aykırıdavranan üyelerin bu davranışlarını inceleyip karara bağlayan kurul, haysiyet divanı. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 13
onur üyesi * Bir kuruluşveya derneğe kişiliği ile onur katacağıdüşünülerek seçilen kimse. onurlandırma * Onurlandırmak işi. onurlandırmak * Kendisine saygıduyulan bir kimse, bir yere gelerek oradakileri mutlu etmek, onur kazandırmak, onurunu
artırmak, şereflendirmek, şeref vermek.onurlanma * Onurlanmak işi, şereflenme, teşerrüf. onurlanmak * Onur duymak, şereflenmek, teşerrüf etmek. onurlu * Onuru olan veya onurunu üstün tutan, şerefli, gururlu. onursal * Saygı için verilen veya övünç için kabul edilen (başkanlık, üyelik, profesörlük gibi unvan), fahrî. onursal başkan * Bir kuruluşa onur vermek için sorumsuz ve yetkisiz olarak başkan seçilen kimse. onursuz * Onuru olmayan veya onura aykırıdavranışlarda bulunan, şerefsiz, haysiyetsiz. onursuzluk * Onursuz olma durumu, şerefsizlik. onuruna … vermek * birine saygı göstermek için yemek, toplantı gibi bir ağırlamada bulunmak. onuruna dokunmak * (birinin) gururunu, haysiyetini incitmek. onuruna yedirememek * bir kimse, kendine duyduğu saygıyla bağdaşmayan ve onur kırıcı olay veya davranışlar karşısında tepkide
bulunmak, kendine yedirememek.oosfer * Bitkilerde erkek gamet tarafından döllenerek yumurtayı oluşturan dişi gamet. oosit * Büyüme evresini tamamlamış, fakat henüz döllenebilecek duruma gelmemişdişi gamet. op * Bkz. opus. opal * Silis grubundan değerli bir mineral; silisin hidratlıve jelâtinli bütün türlerini kapsar.
* İnce, düzgün dokunmuşpamuklu kumaş.opalin * Opali andıran camdan yapılmışvazo, kupa vb.ne verilen ad. opalleşme * Saydam bir camın, özündeki kristallerin çökmesiyle opal renge girmesi. oparlör * Bkz. Hoparlör. opera * Sözlerinin bütünü veya çoğu şarkılı olarak söylenen müzikli tiyatro eseri.
* Bu eseri uygulayan sanatçıtopluluğu.
* Böyle eserlerin oynandığıyapı.operacı * Opera sanatçısı. operakomik * Konuşmalıve şarkılı bölümlerin bir arada bulunduğu oyun. operasyon * Ameliyat.
* Elde edilecek sonuç için alınan önlem ve yürütülen işlemlerin bütünü.operatör * Ameliyat yapan, uzmanlığı ameliyat yapmak olan hekim, cerrah.
* Bazıteknik aletleri işletenlere verilen ad.
* Bilgisayarıçalıştırıp gerekli uygulamayıyapan kimse, işletmen.
* Basılacak metinleri dizgi makinesinde dizen kimse.operatörleşme * Operatörleşmek işi. operatörleşmek * Operatör olmak, operatör gibi davranmak. operatörlük * Operatör olma durumu. operatris * Operatör. operet * Eğlenceli, hafif konulu, içinde bestesiz konuşmalar bulunan sahne eseri.
* Operet oynayan oyunculardan oluşan kuruluş.operetçi * Operet metni yazan, besteleyen veya operette rol alan sanatçı. oportünist * Duruma göre davranan, içinde bulunduğu şartlarıdeğerlendirmeyi bilen (kimse). oportünizm * Güç durumlarda, davranışlarınıahlâk kurallarıveya düzenli bir düşünceden çok, çıkarlarına uyacak biçimde
ayarlamayıamaçlayan tutum.opsiyon * (bankacılıkta) Borç senetlerinin, bankalara ödenmesi için vade tarihinden başlayarak tanınan iki gün.
* (ticarette) Bir alışverişin karara bağlanması için genellikle satıcının alıcıya tanıdığısüre.
* Belli bir tarih için, vapur, uçak, vb. nde önceden ödeme yapmadan, şarta bağlıyer ayırtma.optik * Görme ile ilgili olan.
* Fizik biliminin ışık olaylarını inceleyen kolu.optik kaydırma * Alıcının değişir odaklımerceğinin yakından uzağa veya uzaktan yakına doğru odaklanmasıyla elde edilen
sonuç, zum.optikçi * Gözlükçü. optimal * En elverişli durum, optimum. optimetri * Görmeyi inceleyen optik veya fizik dalı. optimist * Yaradılışı gereği her şeyin iyi yanını görme eğiliminde olan, iyimser, nikbin pesimist karşıtı.
* Tek yelkenli, tek kişilik yarış.optimizm * Her şeyi en iyi yanından gören, her durumda iyi bir çıkışyolu uman dünya görüşü, iyimserlik, nikbinlik. optimum * (sıcaklık, nem veya tutumda) En elverişli durum.
* En elverişli, en iyi olan, optimal.opus * Bestecinin, bestelenişsırasına göre numaralanmışmüzik eseri. Kısaltması op. or * Ordu kelimesinin kısaltması. ora * O yer. oracık * Hemen o yer, bulunduğu yer. oracıkta * Hemen o yerde, olduğu yerde. orada * Sözü edilen yerde, bulunduğu yerde. orada burada * her yerde. oradan * Sözü edilen yerden. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 14
oradan buradan * belli bir sıra gözetmeksizin, karışık olarak. orak * Ekin biçmekte kullanılan, yarım çember biçiminde yassı, ensiz ve keskin metal bir bıçakla, buna bağlı bir
saptan oluşan ekin biçme aracı.
* Ekin biçme zamanı.orak ayı * Temmuz. orak böceği * Ağustos böceği. orakçı * Orakla ekin biçen kimse. orakçılık * Orakçının işi. oraklaşma * Oraklaşmak işi veya durumu. oraklaşmak * Orak biçimini almak. oralarda olmamak * işi sezmemişgibi davranmak, anlamamazlıktan gelmek. oralı * O yerden olan. oralı olmamak (veya oralı bile olmamak) * önemsememek, umursamamak, aldırmamak, ilgilenmemek. oralılık * Oralı olma durumu. oramiral * Deniz kuvvetlerinde, kara kuvvetlerindeki orgeneralin dengi olan en yüksek rütbeli amiral. oramirallik * Oramiral rütbesi.
* Oramiral makamıve görevi.oran * Büyüklük, nicelik, derece bakımından iki şey arasında veya parça ile bütün arasında bulunan bağıntı, nispet.
* İki şeyin birbirini tutması, karşılıklıuygunluk, tenasüp.
* Akıl yoluyla gerçeğe yakın olduğuna inanılarak verilen yargı, tahmin.
* İki büyüklük, iki nicelik arasındaki bağıntı.oran dışı * İki tam sayının bölümü olmayan (sayı). oranca * Oran bakımından, orana göre. orangutan * Sumatra ve Borneo’da yaşayan, insana benzeyen, yemişle beslenen bir cins maymun (Pongo pygmaeus). oranla * Herhangi bir şeye göre, herhangi bir şeyle kıyaslayarak, nispeten. oranlama * Oranlamak işi, tahmin, kıyas. oranlamak * Ölçmek, hesaplamak, hesap etmek.
* Akıl yoluyla gerçeğe yakın olduğuna inanılarak hüküm vermek, tahmin etmek.
* Karşılaştırmak, kıyaslamak.
* Eşit tutmak.oranlı * Kendinde oran bulunan, nispetli, mütenasip, mütevazin. oransız * Kendinde oran bulunmayan, nispetsiz. oransızlık * Oransız olma durumu, nispetsizlik. orantı * Bir şeyi oluşturan parçaların kendi aralarında ve parçalarla bütün arasında bulunan uygunluk, oran,
tenasüp.
* Birincinin ikinciye oranı, üçüncünün dördüncüye oranına eşit olan dört terim arasındaki bağıntı.orantılama * Orantılamak işi veya durumu. orantılamak * Orantılı olarak düşünmek veya değerlendirmek. orantılanma * Orantılanmak işi veya durumu. orantılanmak * Orantılı olarak düşünülmek. orantılı * Bir orantıyla ilgili olan, aralarında orantı bulunan, mütenasip.
* Bir niceliğin iki, üç, … kez çoğalmasıveya azalması başka bir niceliğin o nispette çoğalmasınıveya
azalmasını gerekli kılarsa “bu iki nicelik birbiriyle orantılıdır” denir.orası * O yer, ora.
* O yönü.orasısenin, burası benim dolaşmak (veya gezmek) * durmadan gezip dolaşmak. orasına burasına * dağınık olarak, gelişigüzel. oratoryo * Solo sesler, koro ve orkestra için yazılmış, oyun ögesi bulunmayan, kutsal nitelikte müzik eseri. oraya * O yere, o yöne. orcik * Şeker ile kaplanmış ceviz içi. ordinaryüs * Türk üniversitelerinde 1960 öncesinde, en az beşyıl profesörlük yapmış, bilimsel çalışmalarıyla kendini
tanıtmışöğretim üyeleri arasından seçilerek bir kürsünün yönetimiyle görevlendirilen kimselere verilen unvan.ordinat * Bir noktanın uzaydaki yerini belirtmeye yarayan çizgilerden biri; en çoğu apsise dikey olarak çizilir. 343
koordinat.ordino * Bir poliçenin arkasına ciro edildiği kişiye ödenmesi için yazılan havale emri.
* Tüccarın malını gümrükten çekebilmesi için vapur kumpanyasından yük konşimentosuna karşılık verilen
havale.
* Denizcilik işletmelerinde gemi adamlarını gemilere atama belgesi.ordonat * Silâhlıkuvvetlerin savaşgereçlerini, araçlarınıve bunlara benzer her türlü ihtiyaçlarını sağlamakla görevli
sınıf (ordu donatım işleri sözünün kısaltması).ordövr * Yemekten önce sofraya getirilen soğuk yiyecekler, çerez, meze. ordövr arabası * Ordövlerin servisinde kullanılan küçük el arabası. ordövr tabağı * İçine genellikle soğuk mezelerin konduğu özel olarak hazırlanmıştabak. ordu * Bir devletin silâhlıkuvvetlerinin tümü.
* Bu topluluğun başlıca bölümlerinden her biri.
* Amaç, nitelik vb. yönlerden benzeyen insanların bütünü.
* Çok sayıda insan, kalabalık.ordu donatım * Ordonat. ordu evi * Kara, deniz ve hava subay ve astsubaylarının buluştukları, sosyal ihtiyaçlarınıkarşılayabilecek biçimde
yapılmışlokal veya yapı.ordu komutanı * Bir orduya komuta eden ve genellikle orgeneral rütbesinde olan asker. ordu merkezi * Ordu karargâhının bulunduğu yer. ordubozan * Mızıkçı, dönek, oyunbozan.
* Fesat çıkaran, fesatçı.
* Bacaklardaki varis hastalığı.ordubozanlık * Ordubozan olma durumu, fesatçılık, mızıkçılık. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 5
okramak * (acıkmış, susamışolan at için) Yiyecek veya su gördüğü zaman kişnemek. oksalat * Billûrları idrarda bulunabilen ve idrar yolunda taşyapan kalsiyum oksalatın kısa biçimi. oksalik * Kuzu kulağı gibi birçok bitkilerde rastlanan, özellikle temizleme maddesi olarak kullanılan, “keskin, zehirli
asit” anlamına gelen oksalik asit teriminde geçer, (HOCO-COOH), kuzu kulağıasidi.oksalik asit * Oksalik. oksidiyon taşı * Oltu taşı. oksijen * Hidrojenle birleşerek suyu oluşturan, atom numarası8, atom ağırlığı16, rengi, kokusu ve tadı olmayan,
havada beşte bir oranında bulunan bir gaz, müvellidülhumuza. Kısaltması o.oksijen çadırı * Hava geçirmeyen bir dokumadan veya plâstikten yapılan, birini normak bir havadan ayırıp saf oksijen veya
karbojen etkisi altına koymaya yarayan alet.oksijenleme * Oksijenlenmek durumu veya biçimi.
* Oksijenlemek işi.oksijenlemek * Bir maddenin birleşimine oksijen katmak.
* Saçların rengini sulandırılmışoksijenli su ile sarartmak.oksijenlenebilir * Oksijenle birleşebilen madde. oksijenlenmek * Oksijen ile birleşmek.
* Özünde oksijen bulunmak.oksijenli * Birleşiminde oksijen bulunan.
* (saç için) Oksijenli su ile sarartılmış.oksijenli su * Hidrojen peroksidin (H2O2) sulu çözeltisi. oksilit * Suyla birleştiğinde oksijen açığa çıkaran, birleşiminde nikel ve bakır tozları bulunan sodyum ve potasyum
peroksit.oksit * Oksijenin bir element veya kökle birleşmesiyle oluşan madde. oksitleme * Oksitlemek işi, yükseltgeme. oksitlemek * Oksit durumuna getirmek, oksijenle birleştirmek, yükseltgemek. oksitlenme * Oksitlenmek işi, yükseltgenme. oksitlenmek * Oksit durumuna girmek, oksijenle birleşmek, yükseltgenmek. oksiyür * Bkz. sivrikuyruk. okşama * Okşamak işi. okşamak * Sevgi veya şefkat belirtisi olarak elini bir şeyin üzerinde yavaşyavaşgezdirmek veya ona hafifçe vurmak.
* Hafifçe dövmek.
* Benzemek, andırmak, hatırlatmak.
* Bir kimseyi hoşnut etmek.okşamalık * Gönül okşayıcıözelliği olan. okşanma * Okşanmak işi. okşanmak * Okşamak işine konu olmak. okşantı * Okşama. okşatma * Okşatmak işi veya durumu. okşatmak * Okşamak işini yaptırmak. okşayıcı * (söz, davranışvb. için) Hoşa giden, gönül alan. okşayış * Okşamak işi veya biçimi. oktan * Parafinler serisinden, birçok izomerli doymuşhidrokarbür (C8H18). oktant * Yıldızların yüksekliğini ve açıuzaklığını gözlemeye yarayan alet. oktav * Sekiz sesten oluşan ses dizisi; bir do sesiyle ondan sonraki do sesi arasındaki uzaklık. oktrua * Şehre giren şeylerden alınan vergi. okul * Okuyup yazmadan başlayarak en yüksek düzeyde bilim ve sanat bilgisi vermeye kadar, çeşitli derecede
toplu olarak öğretimin yapıldığıyer, mektep.
* Bir okuldaki öğrenci ve görevlilerin bütünü.
* Bir bilim veya sanat kolunda ayrınitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, ekol.okul çocuğu * Öğrenci. okul kaçağı * Derslere girmeyip, okul dışında vakit geçiren. okul kooperatifi * Okulda öğrencilerin kalem, defter, kitap, yiyecek vb. ihtiyaçlarınıkarşılayan kuruluşve satışyeri. okul öncesi * Çocuğun okul çağına girmesinden önceki çağı.
* Bu çağla ilgili, bu çağa özgü.okul sonrası * Okul çağından sonra gelen çağ.
* Bu çağla ilgili, bu çağa özgü.okuldan ayrılmak * öğrenime son vermek. okuldaş * Okul arkadaşı. okullaşma * Okullaşmak durumu. okullaşmak * Okul durumuna gelmek. okullu * Bir okula devam eden kimse, öğrenci. okulu asmak (veya kırmak) * okuldan kaçmak, derslere girmemek. okuma * Okumak işi, kıraat. okuma kitabı * Okuma becerisini kazandırmak amacıyla içinde değişik metinlerin bulunduğu kitap. okuma saati * Zamanın belli bir bölümünü okumaya ayırma anı, okuma vakti. okuma yazma * Okuma ve yazma bilgisi. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 6
okuma yitimi * Görmede hiçbir bozukluk olmadığıhâlde okuma yetisinin yok olması, aleksi. okumak * Yazıya geçirilmiş bir metne bakarak bunu sessizce çözümleyip anlamak veya aynızamanda seslere
çevirmek.
* Bu biçimde yazılmışolan bir metnin iletmek istediği şeyleri öğrenmek.
* Bir konuyu öğrenmek için okulda, bir öğretmenin yanında veya yazılışeyler üzerinde çalışmak, öğrenim
görmek.
* (şarkı, türkü veya şiir vb. için) Sesli olarak veya ezgi ile söylemek.
* Bir şeyin anlamınıçözmek.
* Bazı belirtilerle bir anlamı, gizli bir duyguyu anlamak, kavramak.
* Hastalığı iyi edeceğini ileri sürerek okuyup üflemek, üfürükçülük etmek.
* Bir yere çağırmak, davet etmek, okuntu göndermek.
* Sövmek, küfretmek.okume * Afrika’da yetişen, kerestesi parlak, öz odunu mor, dışodunu pembe renkli bir ağaç (Aucoumea). okumuş * Okuyarak bilgisini genişletmiş, öğrenim görmüş(kimse). okumuşolmak * okunmuşgibi görünmek, öyle farzedilmek. okumuşluk * Okur yazar, öğrenim görmüşolma durumu. okunaklı * (yazı için) Açık ve düzgün harflerle yazılmış, kolaylıkla okunabilen. okunaksız * (yazı için) Güçlükle okunabilen, düzgün olmayan. okunma * Okunmak işi. okunmak * Okumak işine konu olmak.
* Okunulmak.
* Belli olmak, açıkça görünmek.okuntu * Çağrıkâğıdı, çağrılık, davetiye. okunulma * Okunulmak işi veya durumu. okunulmak * Okumak işi yapılmak. okunuş * Okunmak işi veya biçimi. okur * Okuyan kimse, okuyucu, kari. okuryazar * Okumasıyazması olan, öğrenim görmüş(kimse). okuryazarlık * Okuryazar olma durumu. okus pokus * Dolap, düzen, hile. okutma * Okutmak işi. okutmak * Okumasını, öğrenim görmesini sağlamak.
* Okumak işini yaptırmak.
* Ders vermek, bir konu üzerinde yetiştirmek.
* Satarak elinden çıkarmak.okutman * Üniversitede yabancıdil, Türkçe, tarih öğretimi ile görevlendirilen, uygulamalıçalışmalarıyöneten öğretim
üyesi yardımcısı, lektör.okutmanlık * Okutmanın görevi, lektörlük. okutturma * Okutturmak işi. okutturmak * Okutmak işini yaptırmak. okutulma * Okutulmak işi. okutulmak * Okutmak işine konu olmak. okutuş * Okutmak işi veya biçimi. okuyucu * Sürekli olarak gazete, dergi vb. okuyan, okur, kari.
* Şarkı, türkü okuyan kimse, şarkıcı, türkücü.
* Düğüne çağrıyapan kimse.okuyup üflemek * dinî inanca göre bir duayı okuduktan sonra, üfleyerek ruhlara yollamak. okuyuş * Okumak işi veya biçimi. oküler * Optik aletlerinde objektiften aldığıışınları göze veren mercek sistemi. okültizm * Bkz. gizlicilik. okyanus * Kıtaları birbirinden ayıran engin, açık deniz, ana deniz, umman. okyanus çukuru * 3000-4000 m derinlikten 6000-7000 m derinliğe kadar devam eden deniz dibi çukuru. okyanus mavisi * Koyu mavi. ol * O gösterme sıfatı. ola * acaba, sahi, bulunabilir. ola ki * olabilir ki, belki. olabilir * Gerçekleşme imkânı bulunan, olur, mümkün, kabil. olabilirlik * Olasılık, ihtimal. olabilme * Olabilmek işi veya durumu. olabilmek * Gerçekleşmesi mümkün olmak, uygulanabilir olmak. olacak * Olması, yapılmasıuygun olan.
* Kendinden beklenilen davranışı gösteremeyen.
* Olma, gerçekleşme olasılığı bulunan şey.
* Olmasının önüne geçilemeyen durum.olacak gibi değil * olamaz, olmuyor, olacağa benzemiyor. olagelme * Olagelmek işi. olagelmek * Sürmek, süregelmek, devam etmek. olağan * Sık sık olan, olagelen, tabiî.
* Alışılmışolan, normal.olağan dışı * Olağan olmayan, gayri tabiî. olağanlaşma * Olağanlaşmak işi. olağanlaşmak * Olağan duruma gelmek. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 7
olağanlaştırma * Olağanlaştırmak işi veya durumu. olağanlaştırmak * Olağan duruma getirmek. olağanlık * Olağan olma durumu. olağanüstü * Alışılmıştan, benzerlerinden farklı olan, fevkalâde.
* Beklenmedik bir zamanda yapılan, önceden tasarlanmışolan, fevkalâde.
* Büyük bir hayranlığa yol açan, harikulâde.olağanüstü hâl * Sıkıyönetimden önce, sonra veya bundan tamamen bağımsız olarak kanunla belirtilen olağanüstü yetkilerin
sivil yönetime verilmesi ve kullanılmasıdurumu.olağanüstülük * Olağanüstü olma durumu. olamaz * Olmasınıönleyecek derecede güçlü engelleri bulunan, olanaksız, gayrimümkün.
* Hayret, şaşırma bildirmek için kullanılır.olan * olmak fiilinin şimdiki zaman sıfat-fiili.
* isim tamlaması belirtileni durumunda bulunan bir isimden sonra getirildiğinde o ismin sıfatıdeğerinde bir
birleşik oluşturur.olan biten (veya olup biten) * meydana gelen olaylar, ortaya çıkan durum veya oluşan her şey. olan oldu * işişten geçti, artık yapacak bir şey kalmadı. olanak * Yararlanılan uygun şart, imkân. olanak sağlamak * bir işin olmasına elverişli ortamıhazırlamak. olanaklı * Olma ihtimali bulunan, mümkün, kabil. olanaksız * Olanağı olmayan, olma ihtimali bulunmayan, gayrimümkün, imkânsız. olanaksızlaşma * Olanaksızlaşmak işi, imkânsızlaşma. olanaksızlaşmak * Olanaksız duruma gelmek, imkânsızlaşmak. olanaksızlık * Olanaksız olma durumu, imkânsızlık. olanca * Bütün, elde bulunanın hepsi. olası * Görünüşe göre olacağısanılan, muhtemel, mümkün. olasıcılık * Bilginin ancak olasılık değeri olduğunu, kesin doğrunun bilinemeyeceğini, bilginin yalnız olasılığa
erişebileceğini ileri süren teoriye dayanan kuşkucu öğreti, probabilizm.olasılı * Olasılığa dayanan, belkili, ihtimal, muhtemel.
* Belkili.olasılık * Bir şeyin olabilmesi durumu, olabilirlik, ihtimal.
* O zamana kadar yapılan deneylerle bir olayın ortaya çıkmasının beklenilmesi, ama yine de tam bir
kesinliliği bulunmamasıdurumu.olasılık hesabı * Bir olayın gerçekleşmesi şanslarının yüzdesini bulmaya yarayan kuralları inceleyen matematik dalı,
ihtimaller hesabı.olasıya * Olabileceği ölçüde, olabileceği kadar. olay * Ortaya çıkan, oluşan durum, ilgiyi çeken veya çekebilecek nitelikte olan her türlü iş, hâdise, vak’a.
* Önemli tarihî olgu.olay bilimi * Görüngü bilimi, fenomenoloji. olay çıkarmak * hoşolmayan bir durum yaratmak, hâdise çıkarmak. olay yapmak * olduğundan önemli veya büyük düşüncesini yaratmak, sorun çıkarmak. olaycılık * Görüngücülük, fenomenizm. olaylaştırma * Olaylaştırmak işi veya durumu. olaylaştırmak * Olay durumuna getirmek, olay yapmak. olaylı * Olayı olan, olay çıkmışolan, hâdiseli. olaysız * Olayı olmayan, hiçbir olay çıkmamışolan, hâdisesiz. olçum * Hekimlik taslayan kimse.
* Kendini becerikli, usta gösteren kimse.
* Eli işe yatkın, becerikli kimse.oldu * Peki, evet, tamam, hay hay, elbette, başüstüne, olur, tabiî, memnuniyetle. oldu olacak * Artık çekinilecek bir şey kalmadı. oldu olacak, kırıldınacak * her şey olup bitti, işişten geçti. oldu olanlar * hoşolmayan kötü birtakım olaylar oldu. oldubitti * Başkasına karışma fırsatıvermeden bir işi aceleye ve kargaşalığa getirip sonuca bağlama, olup bitti,
emrivaki.oldubittiye (veya olupbittiye) getirmek * geri dönülmesi güç veya olanaksız bir durum yaratmak, emrivaki yapmak. oldukça * Yetecek kadar, epey, hayli. oldum bittim * Eskiden beri, bildim bileli. oldum bittim (oldum olasıveya oldum olasıya) * kendimi bildiğimden beri. oldum olası * 343 olmak. oldurgan * Geçişli değilken bir ek katılarak geçişli duruma getirilen (fiil). oldurma * Oldurmak işi veya durumu. oldurmak * Olmasını sağlamak.
* Olgunlaştırmak.ole * Yüreklendirmeye yarayan İspanyolca kelime, yaşa. olefin * Etilen gibi yapısına başka bir öge veya kök sokulabilen, karbonlu hidrojenlerin genel adı. oleik * Yağlarda gliserin ile birlikte bulunan, rengi, kokusu, tadı olmayan, 40C de billûr durumunda katılaşan sıvı
bir madde olan oleik asit teriminde geçer. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 8
oleik asit * Oleik. olein * Sıvıyağlarda ve margarinlerde bulunan oleik asidin bir esteri. oleometre * Yağların yoğunluğunu ölçmeye yarayan sıvıöçler. olgu * Birtakım olayların dayandığısebep veya bu sebeplerin yol açtığısonuç, vakıa.
* Düşünülmüşolanın karşıtı, olmuşolan, gerçek olan, gerçekleşmişolan, vakıa.olgucu * Olguculukla ilgili olan, pozitivist.
* Olguculuk yanlısı olan (kimse).olguculuk * Araştırmalarını olgulara, deneylere, gerçeklere dayayan, fizik ötesi açıklamalarıkuramsal olarak olanaksız ve
yararsız gören Auguste Comte ‘un açtığıfelsefe çığırı, pozitivizm.olgun * (meyveler için) Yenecek duruma gelmiş.
* (insanlar için) Bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmiş, kâmil.olgun odun * Ağaç gövdesinin öz odun ile dışodun arasında oluşan, ağaç işleri gereci olarak en üstün niteliği taşıyan
bölümü.olgunca * Olgun gibi, olguna benzer. olgunlaşma * Olgunlaşmak işi. olgunlaşmak * (meyveler için) Olgun duruma gelmek.
* (insanlar için) Bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmişolmak.olgunlaştırma * Olgunlaştırmak işi. olgunlaştırmak * Olgun duruma getirmek. olgunluk * (meyveler için) Olgun, yenilebilir olma durumu.
* (insanlar için) Bilgi, görgü ve hoşgörü bakımından gereği kadar gelişmişolma durumu, yetkinlik, kemal.olgunluk çağı * İnsan hayatında beden ve ruhî yeteneklerinin en yetkin olduğu dönem. olgunluk sınavı * Bilgi, görgü ve hoşgörü bakımından gereği kadar gelişmişolma durumu, yetkinlik, kemal. olgunluk yaşı * Bkz. olgunluk çağı. oligarşi * Siyasî gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığıyönetim, aristokrasinin daralmış biçimi, takım erki. oligoklâz * Billûr kütlelerde serpme durumunda bulunan, beyazımtırak bir tür feldspat. oligosen * III. çağın miyosen ile eosen arasındaki dönemi. olijist * Kızıl renkli, kayaçlarda rastlanan doğal demir oksidi. olimpik * Olimpiyatlarla ilgili, olimpiyat ölçülerinde olan. olimpiyat * Eskiden Yunanistan’da Zeus onuruna yapılan yarışmalara verilen ad.
* Her dört yılda bir başka ülkede yapılan, yalnızca amatörlerin katıldığıuluslar arasıspor yarışmaları,
olimpiyat oyunları.
* Çeşitli spor dallarında düzenlenen yarışma.olivin * Sarımsıyeşil renkli, cam parıltılı, magnezyum ve demirli silikat, peridot. olma * Olmak işi veya durumu. olmadık * Daha önce hiç olmamış, alışılmamış, hiç beklenmeyen, olağan karşıtı.
* Gereksiz, yerinde olmayan davranışveya söz.olmak * Varlık kazanmak, meydana gelmek, vuku bulmak.
* Gerçekleşmek veya yapılmak.
* Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak.
* Bir şeyi elde etmek, edinmek.
* Bir durumdan başka bir duruma geçmek.
* Herhangi bir durumda bulunmak.
* Uygun düşmek, yerinde görülmek.
* Yetişmek, olgunlaşmak.
* Hazırlanmak, hazır duruma gelmek.
* Bulunmak.
* (özne olarak zaman bildiren kelimelerle) Geçmek, tamamlanmak.
* Sürdürmek, yürütmek.
* Bir kuruluşla, örgütle ilgili bulunmak, mensup olmak.
* (zaman bildiren bir isimle) Yaklaşmak, gelip çatmak.
* Bir şey, birinin mülkiyetine geçmek.
* Özne bir isim tamlaması olduğunda, belirtenin belirtilene ait olduğu düşüncesini anlatır.
* Ek fiilin genişzamanı olan -dır (-dir) anlamında kullanılır.
* Sarhoşolmak.
* Uymak, tam gelmek.
* Yitirmek, elinden kaçırmak.
* Bir yerde doğmuş, yaşamışolmak.
* Bu fiilin genişzamanının tekil üçüncü kişisi olumlu olduğunda kabul, olumsuz olduğunda ret anlatır.
* (bir şeyle birlikte) Bir olayla karşılaşmak; başına kötü bir şey gelmek.
* (ne ile birlikte) Ne gibi bir ilginin bulunduğunu sormak veya hiçbir ilgi olmayacağını belirtmek için
kullanılır.
* Yol açmak.
* Bir isim veya sıfatın belirttiği durumu almak.
* Sıfat-fiil eki almışkelimelerle birlikte başlama, bitirme vb. bildiren fiilleri oluşturur.
* (hastalık anlatan bir kelimeyle) Hastalığa yakalanmak, tutulmak.olmamış * Olgunlaşmamış, ham. olmayacak * Gerçekleşmesi imkânsız.
* Olmasıhoşgörülmeyen, uygun olmayan.olmayacak duaya âmin demek * gerçekleşmeyecek, sonuç, vermeyecek işlerle uğraşmak. olmaz * İmkânsız, gerçekleşemez.
* Yapılamayacak iş, tutum veya davranış.olmaz olmaz * olamayacak, imkânsız şey yoktur. olmazlı * Olması ihtimal dışı olan. olmazlık * Olmazlı olma durumu veya olmazlı olan şey. olmuş * Olgunlaşmış, ergin.
* Oluşmuş.olmuş(veya pişmiş) armut gibi eline düşmek * emeksiz ve zahmetsizce eline geçmek. olsa olsa * Son ihtimal olarak, nihayet.
* Ancak.olta * Genellikle, bir olta takımının ava hazır bütününe verilen ad.
* Balık avlamada kullanılan, ucuna çengelli iğne takılı, en çoğu at kuyruğu kılından olan veya naylon tellerden
yapılmışiplik.
* Hile, düzen, oyun, yem.olta balığı * Olta ile avlanan balık. olta iğnesi * Olta takımının ucuna takılan ve biçimlerine göre değişik adlarla anılıp esas balığın yakalanmasında
kullanılan küçük çengel.olta takımı * Olta ile balık avlamada kullanılan iğne, zoka gibi gereçlerin bütünü. oltacı * Olta vb. balık avı gereci satan kimse.
* Olta ile balık avlamada usta kimse.oltacılık * Olta yapmak veya satmak işi.
* Olta ile balık avlama işi.oltaya düşmek * hileyle karşılaşmak, oyun veya düzen içinde girmek. oltaya vurmak * (balık) oltaya takılmak. oltayıyutmak * aldanmak. Oltu kebabı * Oltu yöresine özgü yatay olarak şişe geçirilip kızartılan ve küçük küçük kesilen bir tür kebap. Oltu taşı * Çeşitli süs eşyalarının yapımında kullanılan kara kehribar, oksidiyon taşı. Oltu tozu * Bkz. pire otu. oluk * Bir şeyin akmasına yarayan üst yanıaçık boru.
* Yağmur sularınıdamların kenarlarına toplayıp akıtan yatay konumlu, genellikle çinko vb. boru.
* Bir şeyin üzerinde oyulmuşyol.
* Ay yüzeyinde görülen uzun yarıklardan her biri. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 9
oluk gibi akmak * çok bol ve arasıkesilmeden gelmek. oluk oluk * Pek çok. olukçuk * Küçük oluk.
* Bazı organların yüzeyinde bulunan çentikler.oluklaşma * Oluklaşmak işi. oluklaşmak * Oluk durumuna girmek, oluk görünümü almak. oluklu * Oluğu olan.
* Üstünde yol yol olukları bulunan.olumlama * Olumluluğu ortaya koyma, icap. olumlu * Gözetilen amaca veya beklenilene uygun, yararlı, müspet.
* Yapıcı.
* Onaylayan, kabul eden, lehte olan.
* Olgulara, deneylere dayalı olarak bazınitelikleri belli olan, müspet, pozitif.olumlu bildirme eki * Çoğu sürerlik, kesinlik veya kuvvetli ihtimal kavramlarınıvermek için yüklemin sonuna gelen durur
kelimesinin ekleşmiş biçimi olan -dır, -dir eki.olumlu cümle * Yüklemi olumlu olan cümle: Çocuk okula gitti. Öğrencinin bilgisiz olduğu anlaşılıyordu gibi. olumlu eylem * Bkz. olumlu fiil. olumlu fiil * Bir işin, bir davranışın, bir oluşun olduğunu bildiren fiil: Söylemiş, yazacak… gibi. olumlu tümce * 343 olumlu cümle. olumluluk * Olumlu olma durumu. olumsal * Olmasıkadar olmamasıda mümkün bulunan, mümkün, zorunlu karşıtı. olumsallık * Olumsal olanın niteliği; olumsal olma durumu, imkân, zorunluluk karşıtı. olumsuz * Yapıcıve yararlı olmayan, hiçbir sonuca ulaşmayan, menfi, negatif.
* Davranışları beğenilmeyen, yıkıcıdüşünceleri olan, zararlı, menfi.
* Bir şeyi inkâr eden, inkâr veya ret özelliği taşıyan.olumsuz cümle * Yüklemi olumsuzluk kavramıveren cümle: Çocuk hasta değilmiş. Parasıyok. Gelmezseniz biz de gitmeyiz
gibi.olumsuz eylem * 343 olumsuz fiil. olumsuz fiil * Olumsuzluk kavramıveren fiil, Türkçede -ma, -me olumsuzluk eki, -maz, -mez olumsuz genişzaman eki
alan fiil: Söylememeliydi, hastalanmaz, gelmeyince, yorgun değildir gibi.olumsuz tümce * Bkz. olumsuz cümle. olumsuzluk * Olumsuz olma niteliği veya durumu, nefiy. olumsuzluk eki * Kökü fiil olan bir kelimeye olumsuzluk kavramıveren ek. Türkçe’de bu kavram -ma, -me eki ile verilir:
Sevmemek, sevmeyecek, okumamışgibi.olumsuzluk kelimesi * Cümle içinde art arda kullanılan iki veya daha çok özneyi, tümleci, yüklemi, aralarından bazılarına
olumsuzluk kavramıvererek birbirine bağlayan veya yüklemin olumsuz çekimini sağlayan değil kelimesi.olunma * Olunmak işi veya durumu. olunmak * Olmak fiiline konu olmak. olup olacağı * hepsi bu kadar. olupbitti * Oldubitti, emrivaki. olupbittiye getirmek * Bkz. oldubittiye getirmek. olur * Olabilir.
* Peki.
* Genişzamanın üçüncü tekil kişisi.
* Onay, tasdik, yapabilme izni.olur almak * yetkili makamdan bir uygulamayıyapabilmek için yazılı izin almak. olur ki * belki, muhtemelen. olur olmaz * rastgele, sıradan.
* önemsiz, gereksiz, yersiz.olur olmaz * Olunca, olmasından hemen sonra.
* Doğru mu, yanlışmı, yerinde mi yersiz mi olduğu düşünülmeden söylenen (söz), iyi mi kötü mü olduğuna
bakılmadan seçilen (şey).
* Rastgele, sıradan, kimliği, niteliği belirsiz (kişi).olur şey * olağan, görülegelen, sıradan, alelâde. olur şey (veya olur … değil) * şaşma anlatır. olur şey değil * olabileceği düşünülmeyen veya gerçekleşmesi beklenmeyen (şey). olurluk * Olabilme durumu. oluruna bakmak * bir işin yapılabilirliğini araştırmak, yapmaya çalışmak. oluruna bırakmak * (bir işi) kendi gidişine bırakmak. oluruna bırakmak (veya bağlamak) * sonucu önemsemeyerek, bir işin yapılabildiği, olabildiği kadarıyla yetinmek. oluruyla yetinmek * elde olanlarıyeterli bulmak, kanaat etmek. oluş * Olmak işi veya biçimi, vuku.
* Oluşma, teşekkül, tekevvün.
* Bir durumdan öteki duruma geçiş.oluşma * Oluşmak işi, teşekkül. oluşmak * Belli bir varlık kazanmak, ortaya çıkmak, meydana gelmek, teşekkül etmek, tekevvün etmek. oluşturma * Oluşturmak işi. oluşturmak * Oluşmasını sağlamak, meydana getirmek, teşekkül ettirmek, tekvin etmek. oluşturulma * Oluşturulmak işi. oluşturulmak * Oluşmasısağlanmak, teşekkül ettirilmek. oluşuk * Oluşmuş.
* Bir jeoloji döneminde meydana gelmişkatmanlar dizisi. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 2
ocağına darıekmek * Bkz. ocağına incir dikmek. ocağına düşmek * birine koruması için sığınmak veya yardım etmesi için yalvarmak. ocağına incir dikmek * birinin evini barkınıdağıtmak. ocağınıyeşertmek * aile yuvasınıcanlandırmak. ocak * Ateşyakmaya yarayan, pişirme, ısıtma, ısınma gibi amaçlarla kullanılan yer.
* Odalarda, genellikle duvar kenarlarında tuğla veya taştan yapılmış, bacası olan yer, şömine.
* Isıvererek üzerine veya içine konulan maddeleri ısıtan, pişiren, kaynatan, eriten araç veya âlet.
* Kahvelerde, kuruluşlarda çay, kahve vb.nin yapıldığıyer.
* Yer üstünde veya yer altında cevher çıkarılan yer.
* Bahçelerde ve bostanlarda her tür meyve ve sebze ekimine ayrılmış, çevresinden biraz yükseltilmiştoprak
parçası.
* Bir şeyin en çok bulunduğu veya yapıldığıyer.
* Aynıamaç ve düşünceyi paylaşanların kurduklarıkuruluşveya toplandıkları, görev yaptıklarıyer.
* (bazıdeyimlerde) Ev, aile, soy.
* Bazıhastalıkları iyi ettiğine inanılan aile.
* Yılın 31 gün süren birinci ayı, kânunusani.ocak başı * Ocağın başında yemek yenilen yer. ocak eşeği * Ocakta odunlarıdayayarak çatmaya yarayan üç ayaklıdemir araç. ocak kaşı * Ocağın içinde üstüne kazan, tencere oturtmaya yarayan yer. ocak katı * Belirli bir düzeyde hazırlanmışgaleri ağının tümü. ocak taşı * Ocağın çevresine yerleştirilen ateşe dayanıklıtaş. ocakçı * Ateşçi.
* Ocak bacalarıtemizleyicisi.
* Kahvelerde ocak başında kahve, çay gibi şeyleri hazırlayan kimse.ocakçılık * Ocakçı olma, ocakçının işi. ocaklı * Ocağı olan, içinde ocağı bulunan.
* Ocaktan olan (yeniçeri).ocaklık * Bir aileye, babadan oğula geçmesi için verilen (mülk).
* Ateşyakılan yer, ocak.
* Bir yapının temelini veya çatısını oluşturan büyük kereste, temel direği.
* Mutfak.
* Baca.ocumak * Bir şeyden korkmak, ürkmek, çekinmek.
* Bir şeyden soğumak.od * Ateş. od ocak * Mal, mülk, maddî zenginlik. od yok ocak yok * “çok yoksul” anlamında kullanılır. oda * Evin veya herhangi bir yapının oturmak, çalışmak, yatmak gibi işlere yarayan, banyo, salon, girişvb.
dışında kalan, bir veya birden fazla çıkışı olan bölmesi, göz.
* Serbest meslek adamlarını içinde toplayan resmî birlik.
* Yeniçeri kışlası.oda hapsi * Askerî ceza hukukunda kabul edilmiş bir ceza türü. oda müziği * Az sayıda çalgı için ve özel toplantılarda çalınmak amacıyla bestelenmişmüzik. oda spreyi * Havasız kalan veya havasıağırlaşan odalarda güzel ve hoşkoku veren bir sprey türü. odabaşı * Hanlarda çalışan uşakların başı.
* Yeniçeri kuruluşunda görevi alaylarda selâm törenlerini düzenlemek ve yönetmek olan subay.odacı * Resmî kuruluşlarda, işyerlerinde, temizlik ve getir, götür işlerine bakan görevli, hizmetli, hademe,
müstahdem.odacık * Küçük oda. odacılık * Odacı olma durumu veya odacının görevi, hademelik. odak * Bir ışık veya ısıkaynağından yayılan ışınların toplandığıyer, mihrak.
* Herhangi bir düşüncede, nitelikte olan kimselerin kaynağıveya bir şeyin toplandığı, yoğunlaştığıyer,
mihrak.odak noktası * Bir merceğe paralel olarak gelen ışınların, mercekten geçip kırıldıktan sonra merceğin öte yanında
birleştikleri nokta.odaklama * İyi bir görüntü elde etmek, görüntüyü tam odak noktasına düşürmek için alıcımerceğinde yapılan
düzenleme.odaklamak * İyi görüntü elde etmek, görüntüyü tam odak noktasına düşürmek için alıcımerceğini düzenlemek. odaklanma * Odaklanmak işi. odaklanmak * Odaklamak işine konu olmak.
* Belli bir noktada, yerde veya olguda toplanmak.odaklaşma * Odaklaşmak durumu. odaklaşmak * Bir ışık demeti veya elektron akışı bir noktada toplanmak.
* Odak durumuna gelmek.odaklaştırma * Odaklaştırmak işi. odaklaştırmak * Bir ışık demetini veya elektron akışını bir noktaya toplamak.
* Odak durumuna getirmek.odaklayıcı * Alıcısının çalıştırılmasısırasında odaklamayı gerçekleştiren alıcıyönetmeni yardımcısı. odalı * Herhangi bir sayıda odası olan.
* Topkapısarayında oturan saray adamları.odalık * Bir erkeğin nikâhsız olarak aldığıcariye.
* Padişah ve şehzadelerin, saraya alınan karavaşlar arasından seçtikleri kadın, ikbal.odeon * Eski Yunan’da müzisyenlerin konser verdiği basamaklıyer. oditoryum * Dinleme salonu. odsuz * Ateşsiz. odsuz ocaksız * Çok yoksul, aç ve barınaksız. odun * Yakılmak için kesilmiş, parçalanmışağaç.
* Anlayışsız ve kaba (kimse).odun bilimi * Odunun yapısını; fiziksel, mekanik ve kimyasal özelliklerini inceleyen bilim dalı, ksiloloji. odun gibi * anlayışsız, görgüsüz. odun kömürü * Odunun kömürleştirilmesiyle elde edilen, kalori değeri düşük kömür, mangal kömürü. odun özü * Bitkiye destek olan, besi suyunu taşıyan, odunda bulunan katımaddelerden her biri. odun sobası * Sadece odun yakılmasına elverişli bir soba türü. oduncu * Odun kesen veya satan kimse. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 3
oduncul * Odunla beslenen böcek. odunculuk * Odun kesme ve satma işi. odunlaşma * Bazı bitki hücrelerinde odun özü denilen bir kimyasal madde alarak odunsu bir duruma girmeleri olayı.
* Kabalaşma.odunlaşmak * (bitkilerde) Odun durumuna gelmek.
* Kabalaşmak.odunluk * Odun konulan yer.
* Odun durumuna getirilip yakılmaya elverişli (ağaç).
* Kabalık, anlayışsızlık.odunsu * Oduna benzeyen, odunu andıran. odunumsu * Oduna benzer, odun gibi.
* Kaba, iri, heybetli.odyometre * İşitme organıve sisteminin niteliklerini değerlendiren, işitmeyi ölçen araç. odyovizüel * Görsel-işitsel. of * Sıkıntı, bezginlik, usanç, acı gibi duyguları bildirir. of çekmek * oflamak. ofis * İşyeri, daire, büro. oflama * Oflamak işi. oflamak * “Of” diyerek sıkıntı, bezginlik, usanç, acıveya yorgunluk duyduğunu belli etmek. oflatıp puflatmak * bunaltıp sıkıntıçekmeye sebep olmak. oflaya puflaya * sıkılarak, acıçekerek, bunalarak. oflaz * İyi, güzel, mükemmel. ofris * Salepgillerden, çiçekleri sinek, örümcek gibi birtakım böcekleri andıran, yumrulu, otsu bir bitki (Ophrys). ofsayt * Futbolda hücuma geçen takımın en az bir oyuncusunun topla oynandığı anda rakip takımın kale çizgisine,
o takımın en yakın oyuncusundan daha yakın bulunmasıdurumu.ofset * Kalıp izlerini önce kauçuğa, kauçuktan da kâğıda geçirmeye dayanan çift kopyalı baskıyöntemi, düz baskı. ofsetçi * Ofset baskıyapan kimse. oftalmolog * Göz hekimi. oftalmoloji * Göz hekimliği. oftalmoskop * Gözün içini aydınlatıp görmek ve gözü muayene etmek için kullanılan ayna. oğalamak * Bkz. ovalamak. Oğan * Tanrı. oğdurmak * Bkz. ovdurmak. Oğlak * Zodyakta Yay ile Kova arasındaki burç, Cedi. 343 Zodyak. oğlak * Keçi yavrusu. Oğlak dönencesi * Güney yarıkürenin 230 27’lik enleminde, güneşin 23 Aralık’ta, öğle üzeri dimdik durduğu çember, kış
dönencesi.oğlaklamak * (keçi) Yavrulamak. oğlan * Erkek çocuk.
* Yetişkin erkek.
* İskambil kâğıtlarında genç erkek resimli kâğıt, bacak, vale.
* Cinsel bakımdan erkeklerin zevkine hizmet eden sapık erkek çocuk.oğlan evi * Nişan, düğün gibi törenlerde erkek tarafının bulunduğu ev. oğlancı * Erkeklerle cinsel ilişki kuran eş cinsel aktif erkek, kulampara. oğlancık * Küçük oğlan çocuk. oğlancılık * Oğlancı olma durumu, kulamparalık. oğmaç * Bkz. ovmaç. oğmak * Bkz. ovmak. oğul * Erkek evlât.
* Yaşlıkimselerin genç erkeklere söylediği bir seslenme.
* Bazıkelimelerin anlamınıpekiştirmek için kullanılır.
* Bey veya ana arıdenilen bir dişi arıyla kovandan çıkan arıtopluluğu.oğul balı * Oğul arılarının yaptığı bal.
* Bir büyük anneye veya büyük babaya göre oğuldan olan erkek torun.oğul çıkarmak * bir kovan, yeni bir oğul arısıtopluluğu meydana getirmek. oğul oğul * Gruplar hâlinde, bölük bölük. oğul otu * Ballı babagillerden, 20-150 cm yükseklikte, tıpta yapraklarından yararlanılan çok yıllık ve otsu bir bitki,
kovan otu, melisa (Melissa officinalis).oğul uşak * Çocuklar ve torunlar. oğul vermek * oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp ayrı bir kovana gitmek. oğulcuk * Oğul sözünün sevgi bildiren küçültme veya okşama biçimi.
* Döllenmişyumurtacığın gelişmeye başladığı andan dölüt olmasına kadar geçen süredeki adı, rüşeym,
embriyon.
* Bitki tohumlarında bir kökçük ile bir filizcikten oluşan ana bölüm.oğulduruk * Döl yatağı. oğullanma * Oğullanmak işi veya durumu. oğullanmak * Arılar, oğul durumuna gelmek. oğullu * Oğlu olan.