Kategori: O

  • Türkçe Sözlük O Sayfa 25

    oynatımcı * Oynatım işiyle uğraşan kimse.
    oynatış * Oynatmak işi veya biçimi.
    oynatma * Oynatmak işi.
    oynatmak * Oynamasını sağlamak.
    * Kımıldamasına yol açmak.
    * Herhangi bir canlıya istenilen hareketleri yaptırmak.
    * Korkutmak, heyecanlandırmak.
    * Herhangi bir ödevi yerine getirmeyerek karşıtarafı düzenle oyalamak.
    * Sahneye koymak.
    * Bir araç, gereç kullanmak.
    * Aklınıyitirmek.
    oynaya oynaya * Sevine sevine, büyük bir sevinçle.
    oynayış * Oynamak işi veya biçimi.
    oysa * Aralarında karşıtlık, aykırılık bulunan iki cümleyi “tersine olarak, -diği hâlde” anlamlarıyla birbirine bağlar,
    hâlbuki.
    oysaki * Oysa, hâlbuki.
    oyuk * Oyulmuş, içi boşve çukur olan.
    * Oyulmuşyer.
    oyuklu * Oyuğu olan, oyukları bulunan.
    oyulga * Elle yapılan kalın, seyrek dikiş.
    oyulgalama * Oyulgalamak işi.
    oyulgalamak * (kumaş) Gelişi güzel dikmek.
    * Saplamak, sokmak.
    oyulgalanma * Oyulgalanmak işi.
    oyulgalanmak * Kumaşgelişigüzel dikilmek.
    * Birikmek, sıralanmak.
    oyulgama * Elle yapılan kalın, seyrek, gelişigüzel dikiş.
    oyulgamak * Oyulgalamak.
    oyulganma * Oyulganmak işi.
    oyulganmak * Bir şeyin içine iyice girmek.
    oyulma * Oyulmak işi.
    oyulmak * Oymak işi yapılmak.
    oyuluş * Oyulmak işi veya biçimi.
    oyum * Oymak işi.
    oyumlama * Oyumlamak durumu veya biçimi.
    oyumlamak * (bitki) Kök salmak, tutmak.
    oyun * Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence.
    * Kumar.
    * Şaşkınlık uyandırıcıhüner.
    * Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi.
    * Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü.
    * Sahne veya mikrofonda oynamak için hazırlanmışeser, temsil, piyes.
    * Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma.
    * Hile, düzen, desise, entrika.
    * (güreşte) Hasmınıyenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket.
    * (teniste) Taraflardan birinin dört sayıkazanmasıyla elde edilen sonuç.
    oyun alanı * Maçların yapıldığıyer.
    oyun almak * oyunda kazanmak, sayısahibi olmak.
    oyun bağlamak * güreşte rakibe bir oyun uygulayıp onu sonuçlandırmadan beklemek.
    oyun bozmak * tasarlanmış bir işi yersiz ve vakitsiz olarak karıştırmak, plânlarıalt üst etmek.
    * mızıkçılık etmek.
    oyun çıkarmak * başarılı oyun oynamak.
    oyun ebesi * Çocuk oyunlarında oyunun başıveya cezalısı, ebe.
    oyun etmek * kurnazlıkla birini aldatmak.
    oyun havası * Kıvrak ritmli ezgi.
    oyun kâğıdı * İskambil kâğıdı.
    oyun kurmak * bir yarışmayıkazanmak için belirli bir taktik uygulamak.
    oyun kurucu * (futbolda) Takımda, savunucular ile akıncılar arasında yer alan, görevi hem savunucular, hem de akıncılara
    yardım etmek olan üç oyuncudan her biri, haf.
    oyun masası * Üzeri genellikle yeşil ile kaplanmışmasa.
    oyun oynamak * birini aldatmak, kandırmak.
    oyun sahası * Oyun alanı.
    oyun salonu * Oyun masalarının bulunduğu genişoda.
    oyun vermek * oyunda kaybetmek.
    oyun yapmak * güreşte rakibe oyun uygulamak.
    oyun yazarı * Tiyatro, radyo ve televizyonda sahnelenmek veya oynanmak üzere piyes, skeç türü eserler kaleme alan
    sanatçı.
    oyun yazarlığı * Oyun yazma işi.
    * Oyun yazarının mesleği.
    oyuna çıkmak * oyun için sahneye çıkmak.
    oyuna gelmek * aldatılmak.
    oyuna getirmek * birini tuzağa düşürmek, aldatmak.
    oyuna kurban gitmek * bir hile, düzen sonunda zarara, iftiraya uğramak.
    oyunbaz * Oynamayıseven.
    * Düzenci, hileci.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 26

    oyunbazlık * Düzencilik, hilecilik.
    oyunbozan * Birlikte yapılmasına karar verilen bir işten tek taraflıcayan (kimse), mızıkçı.
    oyunbozanlık * Oyunbozan olma durumu, mızıkçılık.
    oyunbozanlık etmek * birlikte yapılmasıplânlanan bir işten çekilmek.
    oyuncak * Oynayıp eğlenmeye yarayan her şey.
    * Önemsiz ve kolay iş.
    * Başkalarınca bir araç gibi kullanılan, hiçe sayılan, güçsüz kimse.
    oyuncakçı * Oyuncak yapan veya satan kimse.
    oyuncakçılık * Oyuncak yapma veya satma işi.
    oyuncaklı * Oyuncağı olan.
    * Çocuksu, çocuk gibi davranan.
    oyuncu * Herhangi bir oyunda oynayan kimse.
    * Sahne, perde veya bir gösteride rol alan sanatçı, aktör, aktris.
    * Oyunu seven.
    * Düzenci, hileci.
    * Çok oyun yapan, oyundan oyuna geçen kimse.
    oyunculuk * Oyun oynama işi.
    * Sahne sanatçılığı.
    * Düzencilik, hilecilik.
    oyunlaştırılma * Oyunlaştırılmak durumu.
    oyunlaştırılmak * Oyun biçimine getirilmek.
    oyunlaştırma * Oyunlaştırmak işi.
    oyunlaştırmak * Tiyatro türünden olmayan herhangi bir eseri teknik yönden oynanabilir duruma getirmek.
    oyunluk * Tiyatroda oyun oynanan yer, sahne.
    oyuntu * Oyulmuş bölüm.
    * Oyuk, çukur.
    oyunu almak * oyunu kazanmak.
    oyuş * Oymak işi veya biçimi.
    ozalit * Yüzeyi ışığa karşıduyarlı bir madde ile kaplıkâğıt üzerine, kalıptan çekilmişresim kopyası.
    ozalitçi * Ozalit yapan veya çıkaran kimse.
    ozan * Halk şairi.
    * Şiir yazar kimse, şair.
    ozanca * Ozana yakışır (biçimde), ozan gibi.
    ozanlık * Ozan olma özelliği.
    ozansı * Ozana yakışır biçimde, ozan gibi, şairane.
    ozansılık * Ozansı olma durumu, şairanelik.
    ozmonoloji * Ozmos bilimi.
    ozmos * Geçişme.
    ozokerit * Yer mumu.
    ozon * Molekülünde üç atom bulunan oksijenden oluşan, ağır kokulu, gaz durumundaki basit element (O3).
    ozon ölçüm * Havada ve oksijen içindeki ozonu ölçme işi.
    ozon tedavisi * Lokal veya genel banyo, pansuman veya şırınga hâlinde ozon ve oksijen vererek yapılan tedavi.
    ozon yuvarı * Atmosferin 15-40 km arasında bulunan tabakası.
    ozonlama * Ozonlamak işi.
    ozonlama cihazı * Ozonlanmışoksijen elde etmeye yarayan, duyarlı bir alet, ozonlayıcı.
    ozonlamak * Oksijeni ozon durumuna getirmek.
    ozonlaşma * Ozonlaşmak durumu.
    ozonlaşmak * Ozon durumuna gelmek.
    ozonlaştırıcı * Ozonlu oksijen veya hava hazırlayan alet.
    ozonlayıcı * Ozonlama cihazı.
    ozonoliz * Ozonla ayrışma.
    ozonometre * Ozonölçer.
    ozonosfer * Ozon yuvarı.
    ozonoskop * Ozonun varlığınıtespit etmeye yarayan düzenek.
    ozonölçer * Atmosferdeki ozon niceliğini tespit etmeye yarayan alet.
    ozonür * Ozonun çift bağlı organik maddelerle meydana getirdiği katılma bileşiği.
    ozuga * Tropikal Afrika ve ormanlık alanlarda yetişen ince dokulu bir ağaç türü (Saccoglottis gabonensis).
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 23

    otuzluk * Yaşı otuz civarında olan.
    * İçinde otuz âdet bulunan.
    * Otuz lira değerinde olan.
    otuzuncu * Otuz sayısının sıra sıfatı; sırada yirmi dokuzuncudan sonra gelen.
    ova * Çevrelerine göre çukurda kalmış, çoğunlukla alüvyonla örtülü, eğimi az, akarsuların derine gömülmemiş
    olduğu, genellikle genişveya dar düzlük, yazı.
    oval * Yumurta biçiminde olan, yumurtamsı, sobe, beyzi.
    * Kapalı, dış bükey ve uzunca bütün eğriler, özellikle elips gibi iki simetri ekseni olan (simetrik eğri).
    ovalama * Ovalamak işi.
    ovalamak * Ellerini bir şeye veya birbirine sürtmek.
    * Sertçe ovmak.
    * Ezmek veya ufak parçalara ayırmak.
    ovalanma * Ovalanmak işi.
    ovalanmak * Ovalamak işine konu olmak.
    * Kendi kendini ovmak.
    ovalatma * Ovalatmak işi.
    ovalatmak * Ovalamak işini başkasına yaptırmak.
    ovalı * Ovada yaşayan, ova halkından olan.
    ovalık * Ovası olan, ovalarla kaplı.
    ovasız * Ovası olmayan.
    ovdurma * Ovdurmak işi.
    ovdurmak * Ovmak işini yaptırmak.
    ovdurtma * Ovdurtmak işi.
    ovdurtmak * Ovdurmak işini birine yaptırmak.
    ovma * Ovmak işi.
    ovmaç * Hamuru ovalayarak yapılmışkırıntılarla pişirilmis çorba.
    * Taze tarhana.
    ovmak * Bir şeyin üzerine bastırarak el gezdirmek.
    * Bir temizleyiciyle bir yeri veya bir şeyi kuvvetle sürterek temizlemek.
    ovogon * Alg, mantar gibi ilkel bitkilerde dişi cinslik hücresi.
    ovogon dağarcığı * Çiçeksiz bitkilerin çoğunda üreme organlarını barındıran boşluk.
    ovolit * İç içe mineral kabuklardan oluşan balık yumurtası biçiminde kalker.
    ovulma * Ovulmak işi.
    ovulmak * Ovmak işine konu olmak.
    ovunma * Ovunmak işi.
    ovunmak * Kendi kendini ovmak.
    ovuşmak * Ovuşturmak işi.
    ovuşturma * Ovuşturmak işi.
    ovuşturmak * Bir şeyi bastırarak başka bir şey üzerinden geçirmek.
    * (el için) Birbirine sürtmek.
    oy * Bir toplantıya katılanların, bir sorunla ilgili birkaç seçenekten birini tercih etmesi, rey.
    * Bu tercihi belirten işaret, söz veya yazı.
    oy birliği * Bir toplantıda oylamaya katılan bütün üyelerin aynıyönde oy kullanması.
    oy birliği ile * oylamaya katılan bütün üyeler aynıyönde birleşerek.
    oy çokluğu * Oylamaya katılanların yarıdan fazlasının aynıyönde oy kullanmaları.
    oy hakkı * Kişilere tanınan oy verme yetkisi.
    oy sandığı * Seçimlerde oy kâğıtlarının içine atıldığımühürlü sandık.
    oy vermek (veya oyunu kullanmak) * bir sorun üzerindeki görüşünü belirtmek, rey vermek.
    oya * Genellikle ipek ibrişim kullanarak iğne, mekik, tığveya firkete ile yapılan ince dantel.
    oya çiçeği * Koyu menekşe veya pembe renkte çiçekler açan süs bitkisi (Lagerstroemia indica).
    oya gibi * ince, güzel, zarif.
    oya koymak * bir konuda sonucu belirlemek için oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluğun görüşünü almak.
    oyacı * Oya yapan veya satan kimse.
    oyacılık * Oya yapma ve satma işi.
    oyalama * Oyalamak işi.
    oyalamak * Belirli bir süre birinin dikkat ve ilgisini başka bir şey üzerine çekmek, meşgul etmek.
    * Vakit kazanmak için aldatmak.
    * Eğlendirmek, hoşça vakit geçirtmek.
    oyalamak * Oya ile süslemek.
    oyalandırma * Oyalandırmak işi veya durumu.
    oyalandırmak * Oyalanmasına yol açmak, oyalanmasını sağlamak.
    oyalanma * Oyalanmak işi.
    oyalanmak * Oyalamak işine konu olmak.
    * Kendi kendini oyalamak.
    * Boşuna zaman harcamak, vakit geçirmek.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 24

    oyalantı * Oyalanmak için yapılan şey, hobi.
    oyalayıcı * Vakit geçirmeye yol açan, eğlendiren, hoşvakit geçirten.
    oyalı * Kenarına oya yapılmışveya geçirilmiş.
    oyculuk * Oy alabilmek için türlü yollara başvurma işi.
    oydaş * Aynıdüşüncede, aynı inançta olan, hemfikir.
    oydurma * Oydurmak işi.
    oydurmak * Oymasını sağlamak.
    oylama * Oy kullanma işi.
    oylamak * Oya koymak veya oya sunmak.
    oylamaya geçmek * oy verme işlemine başvurmak.
    oylamaya koymak * bir toplantıdaki oy sayısını belirlemek, oy verilmesini istemek, oya sunmak.
    oylanış * Oylamak işi veya biçimi.
    oylanma * Oylanmak işi.
    oylanmak * Oylamak işi yapılmak.
    oyluk * Uyluk.
    oylum * Hacim, cirim.
    * İçi oyulmuş, çukur duruma getirilmiş.
    * Resimde derinlik, üç boyutluk etkisi, mimarlıkta mekân karşılığı.
    oylum oylum * Oymalı, girintili çıkıntılı.
    oylumlama * Resim ve heykel sanatında ögelere hacim duygusu ve biçim verme işi, modelâj.
    oylumlamak * Resim ve heykelde ögelere oylum duygusu ve biçim vermek.
    * Küçülterek yapmak.
    oylumlu * Oylumu olan, hacimli.
    * Büyük, geniş.
    oyma * Oymak işi.
    * Bir nesnenin yüzeyini özel araçlarla oyarak veya delerek türlü biçimler verme.
    * Ağaç yongası.
    * Oyularak yapılan süsleme.
    * Oyularak yapılmış.
    oyma akıl * Yer etmiş, uzun tecrübeler sonunda kabul görmüşnasihat.
    oyma baskı * Çinko, bakır, tahta gibi levhalara kazıma ile yapılan, resimleri kâğıda basma tekniği.
    oymacı * Oyma işleri yapan sanatçı, hakkâk.
    oymacılık * Oyma yapma sanatı.
    oymak * Keskin, sivri uçlu bir cisimle bir şeyi yontarak veya delerek çukur oluşturmak.
    * Kumaşgibi bir şeyi girintili bir biçimde kesmek.
    oymak * Dil ve kültür yönünden büyük bir türdeşlik gösteren, bir çok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında
    toplum, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk, aşiret.
    * İzcilikte küçük birlik.
    oymak * Hemen hemen benzer veya aynıtür yıldızlardan oluşmuş, Samanyolunun seyrek yapılı genç kümelerinden
    her biri.
    oymak oymak * Top top, küme küme.
    oymakbaşı * Oymakların lideri, önde geleni.
    * İzcilikte küçük birliklerin başı.
    oymalı * Oymaları bulunan, oymalarla süslenmişolan.
    oymalıyaprak * Meşe yaprağı gibi kenarları girintili çıkıntılı olan yaprak.
    oynak * Kımıldayan, yerinde sağlam durmayan, hareketli.
    * Hareket, canlılık veren.
    * Değişken, kararsız.
    * (kadın veya kız için) Davranışlarıağırbaşlı olmayan.
    * Eklemlerin bükülüp doğrulmaya elverişli olan çeşidi, oynar eklem.
    oynak kemiği * Diz kapağıkemiği.
    oynakça * Oynak (bir biçimde), oynak olarak.
    oynaklık * Oynak olma durumu.
    * Oynakça davranış.
    oynama * Oynamak işi.
    oynama! * (olumsuz olarak) “oyalanma, gereği gibi yap, boşuna vakit geçirme!” anlamında kullanılır.
    oynamak * Vakit geçirme, eğlenme, oyalanma gibi amaçlarla bir şeyle uğraşmak.
    * Herhangi bir tutku, ilgi veya oyalanma gibi sebeple bir şeye kendini vermek.
    * Kımıldamak, hareket etmek.
    * Bir şeyi sürekli evirip çevirmek veya sürekli olarak dokunmak.
    * Bir temsilde rol almak.
    * Film gösterilmek.
    * (tiyatro için) Sahneye konmak.
    * Tedirgin etmek, rahatsız edici davranışta bulunmak.
    * (eşya için) Herhangi bir parçasıkımıldamak, hareket etmek.
    * (insan için) (olumsuz olarak) Gerekli görevini yapacak hareketten yoksun olmak.
    * Sarsılmak, yeri değişmek.
    * Sporla ilgili çalışmalara katılmak.
    * Müziğin gerektirdiği uyumlu hareketleri yapmak.
    * Rastgele yön vermek, aldatmak.
    * Herhangi birine karşıönemsemeyici davranışlarda bulunmak.
    * Büyük bir ustalık, beceri ve kolaylıkla bir işi yapmak.
    * Tehlikeye koymak.
    * Değişiklik göstermek.
    oynanış * Oynanmak işi veya biçimi.
    oynanma * Oynanmak işi.
    oynanmak * Oynamak işine konu olmak.
    * Herhangi biri oynamak.
    oynaş * Aralarında toplumca hoşkarşılanmayan ilişkiler bulunan kadın veya erkekten her biri.
    oynaşlık * Oynaşın işi veya mesleği.
    oynaşlık etmek * toplumda hoşkarşılanmayan ilişkilerde bulunmak.
    oynaşma * Oynaşmak işi.
    oynaşmak * Birbiriyle oynamak.
    * Âşıktaşlık etmek.
    oynatılma * Oynatılmak işi.
    oynatılmak * Oynatmak işine konu olmak.
    oynatım * Oynatmak işi.
    * Sinema endüstrisinin, filmlerin seyircilere gösterilmesi işiyle uğraşan kolu.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 21

    otlu bağa * Kara kurbağa (Bufa).
    otlu peynir * Güzel kokulu otların, özellikle yaban sarımsağının içine katılmasıyla yapılan bir çeşit beyaz peynir.
    otluk * Otu bol olan yer.
    * Kışiçin kurutulmuşot yığını.
    * Ot konulan yer.
    oto * Bazıkelimelerin birleşimine girerek “kendi kendine’” anlamınıveren ön ek.
    oto * Otomobil kelimesinin kısaltılmışı.
    oto parkçılık * Otoparkçı işini yapan kimse.
    otoban * Otoyol.
    otobiyografi * Bir kişinin kendi hayatınıanlattığıyazı, öz yaşam öyküsü.
    otobiyografik * Otobiyografi ile ilgili.
    otobüs * Yolcu taşıyan, motorlu, büyük taşıt.
    otobüsçü * Otobüs işletmecisi.
    * Otobüs şoförü.
    otobüsçülük * Otobüs işletmeciliği.
    otodidakt * Öz öğrenimli.
    otoerotizm * Kişinin kendi vücudu üzerinde cinsel etkinliklerde bulunma sapıncı.
    otogar * Şehirler arasıçalışan motorlu taşıtların yolcularınıaldıklarıve indirdikleri yer, garaj.
    otograf * Bir yazarın veya kişinin kendi elinden çıkan (yazı).
    otografi * Yağlımürekkeple özel kâğıda çizilen şekillerin litografya tekniği ile taşüzerine yazılması.
    otojestiyon * Öz yönetim.
    otokar * Toplu geziler için yapılmış büyük otobüs.
    otoklâv * Vida ve civatalarla tutturulmuş basit bir kapağı olan, iç basınca dayanıklıkap.
    * Lâboratuvar işlerinde ve ameliyatlarda yararlanılan her türlü araç ve gereçleri mikropsuzlaştırmak için
    kullanılan basınçlı buhar kazanı.
    otokontrol * Öz denetim.
    otokrasi * Hükümdarın, bütün siyasal kudreti elinde bulundurduğu yönetim biçimi.
    otokrat * Siyasal kudreti elinde bulunduran (hükümdar).
    otokritik * Öz eleştiri.
    otokton * Yerli.
    otolit * Bkz. işitme taşı.
    otoman * Bir tür ipekli kumaş.
    * Sedir biçiminde kanepe.
    otomasyon * Endüstride, yönetimde ve bilimsel işlerde insan aracılığı olmadan işlerin otomatik olarak yapılması.
    otomat * Canlı bir varlığın yapabileceği bazı işleri yapan mekanik veya elektrikli araç.
    * Sıcak su verecek biçimde hazırlanmış, hava gazı ocaklıcihaz.
    * Yapılarda, merdivenleri aydınlatacak biçimde düzenlenmişelektrik tesisatı.
    otomatiğe almak (veya bağlamak) * kendi kendine yeniden düzene sokmak.
    otomatiğe geçmek * otomatik olarak çalışmaya başlamak.
    otomatik * Mekanik yollarla hareket ettirilen veya kendi kendini yöneten (alet).
    * (insan için) İrade dışında yapılan (davranış).
    otomatik olarak * kendiliğinden.
    otomatik sigorta * Fazla akım geçtiğinde manyetik veya termik mekanizmalarla devreyi açan alet.
    otomatikleşme * Otomatikleşmek işi.
    otomatikleşmek * Otomatik duruma gelmek.
    otomatiklik * Otomatik olma durumu.
    otomatikman * Otomatik olarak.
    otomatizm * Bir cihaza, bir alete otomatik bir işleyişkazandırmak için gerekli olan düzen.
    otomobil * Patlamalı, içten yanmalı, elektrikli bir motor veya gaz türbiniyle hareket eden taşıt.
    otomobilci * Otomobil alıp satan kimse.
    otomobilcilik * Otomobil alıp satma işi.
    otomotiv * Motorlu taşıt yapımınıkonu alan endüstri kolu.
    otonom * Özerk, muhtar.
    otonomi * Özerklik, muhtariyet.
    otopark * Motorlu taşıtların belli bir süre için bırakıldığıyer.
    otoparkçı * Otoparkta çalışan görevli.
    otoplâsti * Eksik bir organa, kişinin başka bir yerinden parça alıp eklemek yoluyla yapılan onarım.
    otopsi * Ölüm sebebini belirlemek amacıyla bir cesedi açıp inceleme işi.
    otoray * Ray üzerinde işleyen motorlu taşıma aracı.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 22

    otorite * Yetke, sulta, velâyet.
    otorite sağlamak (veya temin etmek) * yetki kurmak veya sahibi olmak.
    otoriter * Yetkeli, otoriteli.
    otoriterli * Otoritesi olan, otoriter.
    otosist * Bkz. işitme kesesi.
    otostop * Bir yayanın yoldan geçen bir otomobili durdurarak binmesi ve gideceği yere para vermeden gitmesi.
    otostop yapmak * bu biçimde yolculuk etmek.
    otostopçu * Otostop yapan (kimse).
    otostopçuluk * Otostop yapma işi.
    ototrof * Öz beslenen.
    ototrofi * Öz beslenme.
    otoyol * Hızlı bir trafik akımı sağlamak amacıyla yapılan, üç veya dört şeritli, çift yönlü genişyol, otoban.
    otsu * Ot gibi olan, gövdesi odunlaşmayan, kısa ömürlü (bitki).
    otsu topluluk * Gövdesi odunlaşmayan kısa ömürlü bitki topluluğu.
    otsul * Bkz. otsu.
    otsuz * Otu olmayan.
    otu çek köküne bak * kişinin kimliğini öğrenmek için soyunu sopunu bilmek gerekir.
    oturacak * Sandalye, tabure, kanepe gibi üstüne oturulan şey.
    oturak * Oturulacak yer veya şey.
    * Tahtadan alçak iskemle.
    * Bir şeyin yere gelen tarafı, taban.
    * İçine abdest bozulan kap, lâzımlık.
    * İçkili, çalgılıve kadınlıeğlenti.
    * Bacaklarında veya başka bir yerinde, gezmesine engel olacak bir özrü olduğundan hep evde oturan (kimse),
    kötürüm.
    * Boru mengenesinin tezgâha oturduğu ve vidalandığı bölüm.
    * Kürekli teknelerde kürekçilerin oturduğu enli tahta.
    oturak âlemi * Anadolu’nun bazıyörelerinde, sadece erkeklerin katıldığı, kadın oynatılan içkili toplantı.
    oturak kündesi * Güreşte bir elin arkadan iki bacak arasından, ötekinin de önden getirilerek kasık üzerinde kilitlenmesi
    biçimindeki kündeleme.
    oturaklı * Sağlam, gösterişli.
    * Saygıuyandıran, ağırbaşlı.
    * (söz için) Yerinde ve sırasında söylenen.
    oturaklılık * Oturaklıdavranış, ağırbaşlılık, oturmuşluk.
    oturma * Oturmak işi.
    * (kısa süre ile) Konukluğa gitme.
    oturma belgesi * Bazıülkelerde çalışan veya ticaret yapan kimselere verilen oturma izni belgesi.
    oturma duvarı * Su basmanı, oturmalık.
    oturma grevi * Bir isteği gerçekleştirmek amacıyla, işçilerin işyerlerinden ayrılmaksızın bulunduklarıyere oturarak grev
    yapmaktan kaçınmaları.
    oturma grubu * Koltuk, kanepe, sandalye, kolçaklısandalye, sallanan koltuk vb. mobilyalardan oluşan grup.
    oturma izni * Belli bir bölgede resmî makamlarca verilen oturma belgesi.
    oturma mobilyası * Boyutlarıve şekli insan vücudunun ölçülerine uygun olan ve rahat oturmayısağlayan, oturma yüzeyi elâstik
    veya elâstik olmayan malzemeden yapılan mobilya.
    oturma odası * Ev halkının oturması için ayrılmışoda.
    oturmak * Vücudun belden yukarısıdik duracak biçimde ağırlığıkaba etlere vererek bir yere yerleşmek.
    * Bu biçimde yerleştiği yerde kalmak.
    * Uygun gelmek.
    * Bir yerde sürekli olarak kalmak, ikamet etmek.
    * Hiçbir işyapmadan boşvakit geçirmek, boşdurmak.
    * (toprak veya yapı için) Çökmek, aşağı inmek.
    * Biriyle beraber yaşamak.
    * Bir işi yapmakta olmak, bir işe başlamak üzere olmak.
    * Mal olmak.
    * Yer almak, geçmek.
    * Benimsenmek, yerleşmek, kökleşmek.
    * Belli bir yörüngede dönmeye başlamak.
    * (sıvıtortuları için) Dibe çökmek, dipte toplanmak.
    * Herhangi bir durumda belli bir süre kalmak.
    oturmalık * Su basmanı, oturma duvarı.
    oturmuş * Yerleşik, yerleşmiş, güçlenmiş.
    oturmuşluk * Oturmuşolma durumu.
    * Benimsenmiş, yerleşmişolma durumu.
    oturtma * Oturtmak işi.
    * Halka halka kesilmişpatates, patlıcan, kabak gibi sebzelerden yapılan bir çeşit kıymalıyemek.
    oturtmak * Oturmak işini yaptırmak.
    * Koymak; yapmak, yerleştirmek.
    oturtmalık * Yapının toprak üstünde kalan, 1 m kadar yükseklikte, bütün yapı boyunca devam eden, üstüne gelen
    duvarlardan birkaç santim dışarıçıkıntılıana temel duvarı.
    oturtulma * Oturtulmak işi.
    oturtulmak * Oturtmak işine konu olmak.
    oturulma * Oturulmak işi.
    oturulmak * Herhangi biri tarafından oturmak işi yapılmak.
    oturum * Bir meclis veya kurulun çözümlenmesi gereken sorunları görüşüp tartışmak için yaptığıtoplantı, celse.
    * Yasama meclislerinin birleşimlerinden her biri.
    oturup kalkmak * hareket etmek.
    oturuş * Oturmak işi veya biçimi.
    oturuşma * Oturuşmak işi.
    oturuşmak * Yatışmak, hızıazalmak.
    otuz * Yirmi dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren işaret: 30, XXX.
    * Üç kere on, yirmi dokuzdan bir artık.
    otuz beşlik * İçinde sıvımaddelerden, 0,50 lt. ölçüsünde bulunan şişe.
    * Küçük rakı.
    otuzar * Otuz sayısının üleştirme biçimi; her birine otuz; her defasında otuzu bir arada.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 16

    orman köylüsü * Orman köyünde yaşayan ve geçimini orman ağaölarınıkesip satarak temin eden kimse.
    orman köyü * Orman arazisinde kurulmuşköy.
    orman kuşağı * Sıralı ormanların oluşturduğu dizi, orman dizisi.
    orman sarmaşığı * Ak asma.
    orman sıçanı * Ormanlık bölgede yaşayan bir sıçan türü (Mus sylvaticus).
    orman taşlamak * bir kimsenin düşüncesini dolaylı olarak öğrenmeye çalışmak.
    orman tavuğu * Orman tavuğugillerden kuşların, özellikle Avrupa ve Asya’da yaşayan siyah tüylü türlerinin ortak adı.
    orman tavuğugiller * Dünyanın soğuk ve ılıman bölgelerinde yaşayan, orta veya büyük yapıda, mat veya parlak renkli, orman
    tavuğu, çil ve çayır tavuğunu içine alan bir familya.
    orman yeşili * Koyu yeşil.
    ormancı * Orman işlerine bakan kimse.
    * Orman mühendisi.
    * Kaba, görgüsüz kimse.
    ormancılık * Orman işi ile uğraşma.
    * Ormanların yetiştirilmesi ve bakımınıkonu alan bilim.
    * Ormana değer verme anlayışı.
    ormanlaşma * Orman durumuna gelme.
    ormanlaşmak * Orman durumuna gelmek.
    ormanlaştırma * Ormanlaştırmak işi.
    ormanlaştırmak * Orman durumuna getirmek.
    ormanlık * Ormanıçok olan, ormanla kaplıveya orman gibi olan (yer).
    ormansız * Ormanı olmayan.
    ormansızlaşma * Ormansızlaşmak durumu.
    ormansızlaşmak * Ormansız kalmak, ormanı bulunmamak.
    ornatma * Ornatmak işi, ikame etme.
    * Bir türün yerine onun değişik bir biçiminin geçmesi.
    * Molekülün geri kalan bölümünde değişikliğe yol açmadan bir atom veya bir kök yerine bir başka atom veya
    kökün geçmesi.
    * Bir cebirsel ifadenin yerine bir başkasınıkoyma işlemi.
    ornatmak * Bir şeyin yerine başka bir şeyi koymak, ikame etmek.
    ornitolog * Kuş bilimi uzmanı.
    ornitoloji * Kuş bilimi.
    ornitorenk * Bkz. gagalımemeli.
    orojeni * Dağoluş.
    orospu * Erkeklerin cinsel zevklerine para karşılığıhizmet eden ve bu işi meslek edinen kadın, fahişe.
    * Kolay elde edilen, düşük ahlâklıkadın.
    orospu bohçası * Derli toplu olmayan, sarsak ve düğümlü, düğümleri tavşan kulaklı, kötü düzenlenmiş bohça.
    * Acele yapılmış, fındık yerine az miktarda ceviz konmuş, ekmek içi iyi ezilmemiş, sarımsaklarıdişdişkalmış
    bir tür tarator.
    orospu böreği * El ayası büyüklüğünde hazırlanmışhamurun içine kıyma konarak tavada aceleyle pişirilmiş börek türü.
    orospu çocuğu * Serseri, haylaz, hinoğluhin, hilekâr, kalleş.
    orospu yemeği * Domates, yeşil biber, soğan, maydanoz vb. sebzelerin düzensiz doğranması ile yağda acele pişirilmiş bir tür
    yemek.
    orospuluk * Orospu olma durumu veya orospunun mesleği, fahişelik.
    * Kalleşlik.
    orostopolluk * Kurnazca iş, dalavere, dolap.
    orsa * Yelkenleri rüzgârın estiği yöne çevirmekte kullanılan, her iki taraftan yelkenin ortasına bağlanan ip.
    * Geminin rüzgâr alan yanı, rüzgâr üstü, poca veya rüzgâr altıkarşıtı.
    * Geminin, rüzgârın geldiği yöne döndürülmesi.
    orsa alabanda * Gemiyi birdenbire rüzgârın üstüne çevirme.
    orsa boca * Bkz. orsa poca.
    orsa poca * Geminin bazen rüzgâr yönüne yaklaşarak, bazen ondan uzaklaşarak yol alması.
    * Bata çıka, iyi kötü.
    orsalama * Orsalamak işi.
    orsalamak * (gemi) Rüzgâr alan tarafa dönmek.
    orta * İki uçtan eşit uzaklıkta olan yer veya durum.
    * (zaman için) Başlangıcı ile bitimi arasında eşit uzaklıkta olan süre.
    * Bir şeyin kenarlarından yaklaşık olarak aynıuzaklıkta olan yer.
    * Bir şeyin eşit olarak ayrılabileceği bölüm.
    * Görünür, algılanır durum.
    * (topluluk) İçinde, arasında.
    * Eğitimde zayıf ile iyi arasındaki derece.
    * Siyasette sorunların çözümünde aşırılıklardan kaçınan, ölçülü bir yöntem izleyen (siyasî parti).
    * Her iki yanda kendi türünden eşit sayıda nesneler bulunan.
    * İki karşıt nitelik veya durum arasında bulunan, tutarlı, ılımlı, vasat.
    * Bir olayın, içinde gerçekleştiği yer.
    * Bkz. orantı.
    * Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beşdereceden üçüncüsüne büyük orta, dördüncüsüne de küçük orta
    denir.
    * Futbolda oyunculardan birinin, topu, kale ağzında duran arkadaşlarına havadan yollamak için yaptığıvuruş.
    * Yeniçeri ocağında tabur.
    orta ağırlık * Boksta 71 kg dan 75 kg a kadar olan boksörlerin ayrıldığıkategori.
    * Güreşte, güllede ve halterde 72-79 kg ağırlıktaki oyuncuların ayrıldığıkategori.
    orta boy * Orta büyüklükte olan.
    orta boylu * Orta yükseklikte, boyda olan.
    Orta Çağ * BatıRoma İmparatorluğunun çöküşünden (476) başlayarak 1453 ‘e veya 1492’ye kadar süren çağ.
    orta dalga * Dalga boyu 200 ile 600 m arasında değişen dalga.
    orta damar * Bitki yapraklarının tam ortasında bulunan ve yan damarlara göre daha kalın olan damar.
    orta deri * Dışderi ve iç deri arasındaki hücre katmanı, mezoderm.
    orta dikme * Bir doğru parçasına orta noktasında dik olan doğru.
    orta direk * Çadırda veya çeşitli yapılarda merkezî ağırlığıyüklenen ve dengeli dağılımısağlayan direk.
    * Toplumun memur, emekli, küçük esnaf, küçük çiftçi gibi dar ve sabit gelirli kişilerden oluşan kesimi.
    Orta Doğu * Türkiye, Kuzey Kı brıs Türk Cumhuriyeti, Suriye, Mısır, İsrail, Lübnan, Filistin, S. Arabistan, Irak ve İran’ı
    içine alan ülkelere verilen ad.
    orta elçi * Büyük elçiden önceki elçilik aşamasıve bu aşamada olan kimse.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 17

    orta hâlli * Ne zengin, ne yoksul olan.
    orta hece yutumu * Bazıdurumlarda orta hecede bulunan vurgusuz ünlülerin düşmesi, haploloji.
    orta hizmetçisi * Bir evin temizlik işlerine bakan hizmetçi.
    orta hizmeti * Bir evin temizlik işlerinin bütünü, orta işi.
    orta işi * Orta hizmeti.
    orta karar * Orta derecede, biraz uygun.
    orta karın * Göbeğin üstünde kalan karın bölgesi.
    orta kulak * Kulak zarı, çekiç, örs, üzengi kemiklerinin bulunduğu, dışkulakla iç kulak arasındaki bölüm.
    orta kulak boşluğu * Dışkulak ile iç kulak arasındaki boşluk.
    orta kulak iltihabı * Orta kulakta oluşan iltihaplıhastalık.
    orta kuşak * Toplumda genç kuşak ile yaşlıkuşak arasında yer alan yaşgrubu.
    orta malı * Herkesin yararlandığı.
    * Yaygın, özgünlüğü olmayan, basmakalıp.
    * Her isteyenle ilişkide bulunan kadın, hayat kadını, fahişe, orospu.
    orta masası * Değişik sayıdaki kısa ayaklar üzerine yatay olarak yerleştirilmiştablası olan genellikle oturma grubu ile
    kullanılan mobilya.
    orta mektep * 343 ortaokul.
    orta nokta * Futbolda başlama vuruşunun yapıldığıyer, nokta.
    orta oyunculuğu * Orta oyuncusunun sanatı.
    orta oyuncusu * Orta oyununda oynayan (sanatçı).
    orta oyunu * Sahne, perde, dekor, suflör kullanmadan, halkın ortasında oynanan Türk halk tiyatrosu.
    orta öğrenim * İlk öğrenim ile yüksek öğrenim arasında görülen öğretim dönemi.
    orta öğretim * İlköğretim ile yüksek öğretim kurumlarıarasında yer alan, genel okulları, teknik ve meslek okullarını
    yönetmek görev ve sorumluluğunu yüklenmiş bulunan kuruluş.
    * İlköğretimden geçtikten sonra öğrenimini sürdürmek isteyen öğrencileri daha üst öğrenime veya teknik ve
    meslek alanlarında hazırlamak için plânlanan öğretim dönemi.
    orta parmak * El parmaklarının sağdan ve soldan üçüncü olanı.
    orta saha * Futbol, hentbol vb. oyunlarda topun oynandığısahanın orta bölümü.
    orta sıklet * Bkz. orta ağırlık.
    Orta şark * Orta Doğu.
    orta şekerli * Ne az ne de çok şekeri olan.
    * (durum için) Ne çok iyi ne de çok kötü, şöyle böyle.
    orta tedrisat * Bkz. orta öğretim.
    orta terim * İki öncülü içine alan terim.
    orta uç * Orta bölgenin en ilerisi.
    orta yaşlı * Ne genç ne de yaşlı olan.
    orta yaylak * Devamlı oturma ve normal tahıl tarımıyapılan bölge sınırının üstündeki, genellikle deniz seviyesinden
    1200-1600 metre yükseklikteki yaylak.
    orta yol * Çözüme açık, herkes tarafından kabul edilebilir olan davranışve tutum.
    orta yolcu * Orta yolu seçen, orta yoldan yana olan.
    orta yolculuk * Orta yolcu olma durumu.
    orta yuvar * Yer hava yuvarında kat yuvarının üzerinde, sıcaklığın azaldığıyaklaşık olarak 60-80 km arasındaki katman,
    mezosfer.
    orta yuvarlak * Futbol, basketbol vb. oyunların sahasında ortada bulunan ve başlama vuruşu veya atışının yapıldığı
    noktanın merkez olduğu alan, santra yuvarlağı.
    ortaç * Sıfat-fiil, partisip: Hiç tanıdığım kalmadı. Gelen çocuk. Adı batasıadam.
    ortada * görünür yerde, göz önünde.
    * (sporda) sonucu belli olmayan karşılaşmalar için kullanılır.
    ortada bırakmak * birini çok güç bir durumdayken terk etmek.
    ortada fol yok yumurta yok * Bkz. fol yok yumurta yok.
    ortada kalmak * yersiz kalmak, barınacak yer bulamamak.
    * güç bir durumda veya iki şey arasında kalmak.
    * (bir şeyi) kimse üzerine almamak.
    ortada olmak * düşünülmesi ve yapılması gerekmek.
    ortadan kaldırmak * saklamak.
    * yok etmek.
    * öldürmek.
    ortadan kaybolmak * saklanılmak, bulunmaz olmak.
    * yok edilmek, kullanılmamak.
    * öldürülmek.
    ortadan kaybolmak * nereye gittiği bilinmemek, kimseye sezdirmeden gitmek.
    ortadan sır olmak * kaybolmak, arkada iz bırakmadan gitmek.
    ortadan söylemek * herkesin içinde, belli bir kimseyi amaçlamadan konuşmak.
    ortak * Birlikte işyapan, ortaklaşa yararlarla birbirlerine bağlıkimselerden her biri, şerik, hissedar.
    * Kuma.
    * Birden çok kimse veya nesneyi ilgilendiren, onlara özgü olan, onların katılmasıyla oluşan, müşterek.
    ortak (veya kuma) gemisi yürümüş, elti gemisi yürümemiş * bir erkeğin karıları birbirleriyle anlaşabilirler, ama kardeşlerin karıları geçinemezler.
    ortak bölen * İki veya daha çok sayıyı bölen sayı.
    ortak çarpan * İki veya ikiden artık sayıyıçarpan sayı.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 18

    ortak dil * Ana dilleri farklıtoplulukların arasında anlaşmayısağlayan dil.
    ortak etmek * bir şeyi paylaşmaya razı olmak, katılmaya onay vermek.
    ortak fark * Bir aritmetik dizide bir ögeyi elde etmek için ondan öncekine katılan sayı.
    ortak gider * Kat mülkiyetinde her dairenin aylık giderlere eşit ölçüde katılma payı.
    ortak hesap * Birden fazla kişi veya kuruluşun kullandığı banka hesabı.
    ortak kat * Birtakım tam sayıların katı olabilecek sayı.
    ortak mülkiyet * Malların ortak kullanımı.
    ortak nesne * Birleşik cümlede yer alan yüklemlere ortak olarak bağlanan nesne.
    ortak olmak * bir şeyi paylaşmak veya bir şeye katılmak.
    ortak ölçülmez sayılar * Aralarında ortak tam bölen bulunmayan sayılar.
    ortak özne * Birleşik cümleyi oluşturan yüklemlerle bağımlı olan özne.
    ortak payda * Asgarî müşterek.
    ortak tam bölen * İki veya ikiden artık sayının hepsini tam olarak bölebilen sayı.
    ortak tümleç * Birleşik cümledeki yüklemlere bağımlızarf tümleci, nesne veya dolaylıtümleç.
    ortak yapım * Çeşitli ülkelerde iki veya daha çok yapımcının iş birliğinden doğan film çalışması.
    ortak yaşama * Başka türden iki canlının dengeli ve sıkı bir iş birliği ile birbirinden yararlanarak yaşamalarıdurumu.
    ortak yönetim * Koalisyon.
    ortak yüklem * Birden çok öznenin bağlı bulunduğu yüklem.
    ortakçı * Başkasının tarlasında çalışarak veya sürüsüne bakarak, belli bir anlaşmaya göre ürününe ortak olan kimse,
    maraba.
    * Konakçının sindirilmemiş besininden yararlanan konuk.
    ortakçılık * Ortakçı olma durumu.
    * Ortakçıyaşama durumu.
    ortaklaşa * Ortak olarak, el birliğiyle, müştereken, kolektif.
    ortaklaşacı * Ortaklaşacılık yanlısı, kolektivist.
    ortaklaşacılık * Üretim araçlarından kişisel sahipliği kaldırıp ortak kullanmayıve toplum içinde her türlü harekette ortak
    davranışısavunan öğreti, kolektivizm.
    ortaklaşma * Ortaklaşmak işi.
    ortaklaşmak * Ortak olarak davranmak, ortak olmak.
    ortaklaştırma * Ortaklaştırmak işi veya durumu.
    ortaklaştırmak * Ortak duruma getirmek, kolektifleştirmek.
    ortaklık * Ortak olma durumu, iştirak, müşareket.
    * İki veya daha çok kimsenin işyaparak kazanç elde etmek için birleşmeleri, şirket, kumpanya.
    ortaklık etmek * ortak olma durumuna gelmek.
    ortaklık kurmak * şirket, kumpanya açmak veya çalıştırmak.
    ortaklık senedi * Anonim şirketlerde veya kooperatiflerde her ortağın üyelik haklarını gösteren ada yazılısenet.
    ortaklık sözleşmesi * Ortak ticarî kuruluşların oluşumunda ortaklık şartlarını içeren belge.
    ortakyaşar * Ortak yaşama durumunda bulunan (canlı).
    ortakyaşarlık * Ortakyaşar olma durumu.
    ortalama * Ortalamak işi.
    * İki veya ikiden artık nicelik toplamının, bu niceliklerin sayısına bölünmesinden çıkan (sayı), vasatî.
    * Orta yerinden.
    * İki karşıt düşünce arasında olan, yaklaşık.
    ortalamak * Ortasını bulmak, ortasına varmak.
    * Topla oynanan bazı oyunlarda, oyuncu topu alanın ortasına doğru atmak.
    ortalamasına * Ortalayarak.
    ortalı * Defterde, bir araya getirilmiş belli sayıda yaprakların oluşturduğu bölümlerden olan.
    ortalığı… almak * kaplamak.
    ortalığı… götürmek * kaplamak.
    ortalığı birbirine katmak * kargaşa çıkarmak.
    ortalığıkırıp geçirmek * herkesi heyecana sürüklemek.
    * çok kızarak çevresindekilere bağırıp çağırmak.
    ortalık * Bulunulan yer, çevre.
    * İçinde bulunulan, yaşanılan ev, oda gibi yer.
    * Herkes.
    * Yeryüzünün görünen bölümü; çevre, etraf.
    ortalık ağarmak * sabah olmaya başlamak.
    ortalık düzelmek * toplum içindeki karışıklık yok olmak, tedirginlik kalmamak.
    ortalık kararmak * akşam olmak.
    ortalık karışmak * toplumda veya devletler arasında düzensizlik başgöstermek.
    ortalık yatışmak * toplum içindeki düzensizlik ve kargaşa sona erip düzenli yaşayışyeniden başlamak.
    ortalıkçı * Lokanta, gazino, pastahane gibi yerlerde ayak işlerine bakan kimse.
    ortalıkta * Göz önünde, meydanda.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 19

    ortam * Canlı bir varlığın içinde bulunduğu doğal veya maddî şartların bütünü.
    * Bir kimsenin veya bir insan topluluğunun yaşayışınıetkileyen ruhsal, toplumsal ve kültürel etkilerin
    bütünü.
    * Nesnel ve toplumsal yönlerle bazen kişinin iç dünyasınıda kapsayan yakın çevre, vasat.
    ortam yaratmak * imkân sağlamak.
    ortanca * Yaş bakımından üç kardeşin büyüğü ile küçüğü arasında bulunan.
    * Büyüklük, irilik bakımından üç nesne arasında sondan veya baştan ikinci gelen.
    ortanca * Taşkırangillerden, kırmızı, pembe veya mor renkli çiçeklerini yaz başında açan, gölgelik yerlerde yetiştirilen
    bir süs bitkisi (Hydrangea hortensia).
    ortancalı * Ortancası olan.
    ortanın sağı * Ilımlısiyasî görüşe göre, sosyal alanla ilgili sosyal yapıyıkoruma veya olduğu gibi sürdürme eğiliminde
    bulunan partilerin benimsedikleri görüş.
    ortanın solu * Ilımlısiyasî görüşe göre, sosyal alanla ilgili köklü değişimleri gerçekleştirmek çabasında bulunan partilerin
    benimsedikleri görüş.
    ortaokul * Öğrencileri genel eğitim yoluyla bir yandan hayata, bir yandan da liseye hazırlayan üç yıllık orta öğretim
    okulu.
    ortasını bulmak * ılımlıderecesini bulmak, uzlaştırmak.
    ortay * Bir düzlem şeklin aynıyöndeki paralel bütün kirişlerini eşit parçalara bölen (çizgi).
    * Bir uzayı, bir yüzeyi eşit iki parçaya bölen (düzlem, çizgi).
    ortaya almak * her yanını çevirmek, kuşatmak.
    ortaya atılmak * ileri sürülmek, herkesin bilgisine sunulmak.
    * (bir kimse) bir işi yapmak için kendini göstermek, ortaya atılmak.
    ortaya atmak * söylemek, ileri sürmek.
    ortaya bir balgam atmak * bir işkıvamında iken, biri herkesin zihnini bulandıracak bir söz söylemek.
    ortaya çıkarmak * delilleriyle göstermek, ispat etmek.
    ortaya çıkmak * yokken var olmak, meydana çıkmak, türemek.
    * biri kendini göstermek.
    ortaya dökmek * çıkarmak, göstermek.
    * açıklamak.
    ortaya düşmek * (kadın) orta malı olmak, sokağa düşmek.
    ortaya koymak * herkesin görebileceği yere koymak.
    * yaratmak, yapmak.
    ortaya sürülmek * anlatılmak, belirtilmek, söylenmek.
    ortaya yayılmak * herkes tarafından duyulmak, yayılmak.
    Ortodoks * Doğmaya ve kilise öğretisine uygun olan.
    * Ortodoksluk mezhebinden olan (kimse).
    Ortodoksluk * Meşru kilisenin resmî kararlarına uygun öğreti ve düşüncelerin bütünü.
    * Doğu Hristiyan kiliselerince sürdürülen, Yunan ve Slâvların çoğunun benimsediği mezhep.
    ortodonti * Dişhekimliğinin, dişleri çenelerin üzerine estetik ve görev bakımlarından düzenli bir biçimde
    yerleştirmekle uğraşan kolu.
    ortoklâz * Dik açı biçiminde ayrıtları olan, billûrlarıparça hâlinde dilinen bir çeşit potasyum feldspat.
    ortopedi * Hekimliğin çocuklardaki vücut biçimsizliklerini düzelten veya önleyen bir kolu.
    * Vücutta kemikler, eklemler, kaslar, kirişler, sinirler gibi hareketi sağlayan organların bozukluklarını
    düzelten, tedavi eden cerrahî kolu.
    ortopedik * Ortopedi ile ilgili olan.
    ortopedist * Ortopedi uzmanı.
    * Ortopedi protezleri yapan kimse.
    ortoz * Ortoklâz.
    orucunda olmak * herhangi bir şeyi yemez içmez olmak.
    oruç * Tanrı’ya ibadet amacıyla yeme, içme gibi birçok şeylerden belli bir süre veya biçimlerde kendini alıkoyma.
    * Haz veren şeylerden sağlanan yoksunluk.
    oruç açmak * vakit gelince oruç bozmak, iftar etmek.
    oruç bozmak * bir şey yiyerek, içerek orucunu kesmek veya sona erdirmek.
    oruç tutmak * oruç ibadetini yerine getirmek.
    oruç yemek * oruç tutmamak.
    oruçlu * Oruç tutan (kimse), niyetli.
    oruçsuz * Oruç tutmayan (kimse).
    orun * Özel yer.
    * Makam, mansıp, mesnet, mevki.
    orunlama * Bir konunun yerine onunla benzerlikleri olan bir başka konuyu anlatma.
    orya * Karo.
    oryantal * Doğu ile ilgili, doğuyu hatırlatan.
    oryantalist * Doğu bilimci, şarkiyatçı, müsteşrik.
    oryantalizm * Doğu bilimi.
    Os * Osmiyum’un kısaltması.
    Osmanî * Osmanlılarla ilgili.
    Osmanlı * XIII. yüzyılda Osman Gazi tarafından Anadolu’da kurulan ve birinci Dünya Savaşından sonra dağılan
    büyük Türk İmparatorluğunun uyruklarına verilen ad.
    * Düşündüğünü çekinmeden, açıkça söyleyen, bulunduğu toplulukta yetki sahibi olan.
    OsmanlıTürkçesi * XIII-XX. yüzyıllar arasında Anadolu’da ve OsmanlıDevleti’nin yayıldığı bütün ülkelerde kullanılmışolan,
    Arapça ve Farsçanın ağır baskısıaltında kalan Türk diline verilen ad.
    Osmanlıca * Bkz. OsmanlıTürkçesi.
    Osmanlıcacılık * Osmanlıcadan yana olan kimsenin tutumu.
    Osmanlıcılık * Osmanlılık düşüncesini benimseyen ve yayan düşünce akımı.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 20

    Osmanlılık * Osmanlı olma durumu.
    osmiyum * Mavi renkte, 2700° C de eriyen, plâtin filizlerinde bulunan çok kırılgan bir element. Kısaltması os.
    osmiyumlu * Bileşiminde osmiyum içeren (madde).
    osteololi * Kemik bilimi.
    osurgan * Çok yellenen.
    osurgan böceği * Kendisini, çıkardığıpis bir koku ile savunan bir böcek (Brachynus crepitans).
    osurma * Osurmak işi.
    osurmak * Yellenmek.
    osuruğu cinli * Çabuk ve olmayacak şeylere bile kızıp öfkelenen kimse.
    osuruk * Yellenme.
    oşinografi * Okyanus ve denizlerin fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleri üzerine deneysel araştırmalar yapan bilim
    kolu, ana deniz bilimi.
    ot * Toprak üstündeki bölümleri odunlaşmayıp yumuşak kalan, ilkbaharda bitip, bir iki mevsim sonra kuruyan
    küçük bitkilere verilen ortak ad.
    * Ağı, zehir.
    * İlâç.
    * Otla yapılmışveya otla doldurulmuş.
    * Esrar.
    ot tutunmak * vücuttaki istemneyen kıllarıdüşürmek için ilâç sürünmek.
    ot yiyenler * Bitki yiyerek beslenenler.
    ot yoldurmak * çok zor bir işgördürmek, çok uğraştırmak.
    otacı * Hekim.
    otacılık * Hekimlik.
    otağ * Büyük ve süslü çadır.
    otak * Bkz. otağ.
    otakçı * Otağyapan veya satan kimse.
    * Orduda otağkuran er.
    otalama * Otalamak işi.
    otalamak * Zehirlemek, ağılamak.
    * Otamak.
    otama * Otamak işi, tedavi.
    otamak * İlâç vererek hastalığı iyi etmeye çalışmak, tedavi etmek.
    otantik * Gerçek olan, gerçeğe veya aslına dayanan, orijinal, mevsuk.
    otarma * Otarmak işi veya durumu.
    otarmak * Otlatmak.
    otarsi * Bir ülkede ekonomik alandaki ihtiyaçlarıkendi kendine karşılamaya yönelen tutum.
    otarşi * Bkz. otokrasi.
    otçu * Köylerde hekimlik yapan kimse.
    otçul * Otla beslenen (hayvan).
    otel * Yolcu ve turistlere geceleme imkânı sağlamak, bunun yanında yemek, eğlence gibi türlü hizmetleri sunmak
    amacıyla kurulmuşişletme.
    otelci * Otel sahibi kimse.
    * Otel işleten kimse.
    otelcilik * Otel sahibi olma durumu.
    * Otel işletme işi.
    otist * İçine kapanık, psikolojik sorunları olan kimse.
    otizm * İçe yöneliklik.
    otlak * Hayvan otlatılan yer, salmalık, yayla, mera.
    otlakçı * Para ve emek harcamadan başkalarının sırtından geçinen (kimse).
    otlakçılık * Başkalarının sırtından geçinme durumu.
    otlakiye * Osmanlıdöneminde, devlet malı otlaklarda yayılan hayvanlardan alınan vergi.
    otlama * Otlamak işi.
    otlamak * (hayvan) Dolaşarak yerdeki ot, çimen, yaprak vb.ni yemek, meşgul olmak, bulunmak.
    * Para ve emek harcamadan başkalarının sırtından geçinmek.
    otlanma * Otlanmak işi.
    otlanmak * (hayvan) Otlamak.
    * (otlak) Hayvanlar tarafından yenilmek.
    otlatılma * Otlatılmak işi.
    otlatılmak * Otlamaya bırakılmak.
    otlatma * Otlatmak işi.
    otlatma sistemi * Bir meradan beklenen maksimum yararı, özellikle vejetasyona devamlı bir zarar vermeden elde etmek ve
    bununla birlikte meranın her tarafının aynıderecede otlatılmasını sağlamak için uygulanan bir otlatma plânı.
    otlatmak * Hayvanıveya sürüyü otlayabileceği bir yere götürmek, otlamaya bırakmak, otlamasını sağlamak.
    otlu * Otu olan.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 15

    orducu * Savaşalanına gitmek için yola çıkan Osmanlı ordusunun her türlü ihtiyaçlarını sağlamak için birlikte giden
    zanaatçılar ve esnafa topluca verilen ad.
    ordugâh * Ordunun konakladığıyer.
    ordusuz * Ordusu olmayan.
    orfoz * Hanigillerden, Ege ve Akdeniz’de bulunan, eti beyaz ve lezzetli, 10 kg dan 50 kg a kadar ağırlığı olan bir
    balık türü (Epinepheles gigas).
    org * Klâvyeli büyük ve küçük borulardan yapılmış, körüklerden elde edilen havanın bu borulardan geçmesiyle
    değişik ses tonlarıverebilen, genellikle kilise çalgısı, erganun.
    organ * Canlı bir vücudun, belirli bir görev yapan ve sınırlarıkesin olarak belirlenmiş bölümü, üye, uzuv.
    * Bir görevi, bir işi yerine getirmekle yükümlü kuruluş.
    organ aktarımı * Bkz. organ nakli.
    organ nakli * İşlevini yitirmiş bir organın yerine sağlam bir organıkoyma, organ aktarımı, transplântasyon.
    organik * Organlarla ilgili, uzvî.
    * Bir görevi yerine getirmekle yükümlü kuruluşla ilgili olan.
    * Canlı, güçlü (ilişki).
    organik kimya * Karbon birleşiklerinin incelenmesini konu alan kimya bölümü.
    organik kütle * Birleşimindeki ögelerin büyük ve belirgin bölümü canlıvarlıklardan oluşan kayaç.
    organikçi * Organik kimya uzmanı.
    organizasyon * Düzenlemek işi, düzenleme, tertip.
    * Devlet, idare, toplum vb.nin düzenleniş biçimi.
    * Düzenli bir grup üyelerinin bütünü.
    * Kuruluş, kurum, teşkilât.
    organizatör * Düzenleyici.
    organize * Düzenlenmiş, düzenli.
    organize etmek * düzenlemek.
    organize sanayi * Birbirini bütünleyen, değişik sanayi kollarının ve kuruluşlarının oluşturduğu işalanı.
    organize suç * Çeşitli kişi ve örgütlerce plânlanıp işlenen suç.
    organizma * Canlı bir varlığı oluşturan organların bütünü, uzviyet.
    * Herhangi bir canlıvarlık.
    organlaşma * Organlaşmak işi.
    organlaşmak * (canlılar için) Organlar oluşmak.
    organlık * Organ olma durumu.
    organoleptik * Cisimlerin duyu organlarınıetkileme yeteneği.
    organtin * Seyrek dokunmuş, ince, sert bir kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmış.
    organze * İpek veya keten iplikle dokunmuş, tülbent inceliğinde bir çeşit kolalıkumaş.
    * Bu kumaştan yapılmış.
    orgazm * Cinsel uyarım ve zevkin en yüksek noktası.
    orgcu * Org çalan sanatçı.
    orgeneral * Asıl görevi ordu komutanlığı olan rütbesi en yüksek general.
    orgenerallik * Orgeneralin rütbesi.
    * Orgeneralin makamıve görevi.
    orijin * Soy sop.
    * Köken, başlangıç, kaynak.
    orijinal * Özgün.
    * Alışagelenden daha değişik, şaşırtıcınitelikte olan.
    * Fabrikasınca yapılmışolan, taklit olmayan (araç ve gereç).
    * Otantik.
    orijinalite * Özgünlük.
    * Alışılagelenden değişik, şaşırtıcınitelikte olma durumu.
    orijinallik * Orijinal olma durumu, özgünlük.
    orkestra * Yaylıve üflemeli çalgılar topluluğu.
    * Eski Yunan tiyatrolarında, sahne ve seyirciler arasındaki çember biçiminde koro yeri.
    * Bazıtiyatroların birinci katında sahne veya perdeye en yakın koltuklara verilen ad.
    orkestracı * Orkestrada görevli kimse.
    orkestralama * Bir çalgıtopluluğu için yazılmışparçanın notalarını, çalgıların tınıfarklarını göz önünde tutarak, bu
    topluluğu oluşturan çalgılar arasında paylaştırma sanatı.
    orkestralı * Orkestrası olan.
    orkestrasız * Orkestrası olmayan.
    orkide * Salepgillerden, çiçeklerinin güzelliği dolayısıyla camlıklarda yetiştirilen birtakım bitki türlerinin ortak adı.
    orkinos * Uskumrugillerden, boyu 2,5 m kadar olabilen, eti yenir bir balık, ton (Thunnus).
    orkit * Er bezlerinin iltihaplanıp şişmesi.
    orlon * Yapay dokuma ipliği.
    * Bu iplikle dokunmuşkumaş.
    orman * Ağaçlarla örtülü genişalan; bu ağaçların bütünü.
    orman çayırı * Orman içerisindeki açıklıklarda veya orman ağaçlarının altında yetişen tabiî çayır.
    orman evi * Orman koruma memurunun evi.
    orman gibi * (saç, kaşvb. için) gür, çok.
    orman gülü * Avrupa, Asya dağlarında yetişen açelyaya benzer bitki.
    orman işletmesi * Ormanla ilgili işleri yürüten kamu kurumu.
    orman kebabı * Tas kebabına benzer bir çeşit et yemeği.
    orman kibarı * Ayı.
    * Kaba, görgüsüz, bayağı(adam).