oynatımcı | * Oynatım işiyle uğraşan kimse. |
oynatış | * Oynatmak işi veya biçimi. |
oynatma | * Oynatmak işi. |
oynatmak | * Oynamasını sağlamak. * Kımıldamasına yol açmak. * Herhangi bir canlıya istenilen hareketleri yaptırmak. * Korkutmak, heyecanlandırmak. * Herhangi bir ödevi yerine getirmeyerek karşıtarafı düzenle oyalamak. * Sahneye koymak. * Bir araç, gereç kullanmak. * Aklınıyitirmek. |
oynaya oynaya | * Sevine sevine, büyük bir sevinçle. |
oynayış | * Oynamak işi veya biçimi. |
oysa | * Aralarında karşıtlık, aykırılık bulunan iki cümleyi “tersine olarak, -diği hâlde” anlamlarıyla birbirine bağlar, hâlbuki. |
oysaki | * Oysa, hâlbuki. |
oyuk | * Oyulmuş, içi boşve çukur olan. * Oyulmuşyer. |
oyuklu | * Oyuğu olan, oyukları bulunan. |
oyulga | * Elle yapılan kalın, seyrek dikiş. |
oyulgalama | * Oyulgalamak işi. |
oyulgalamak | * (kumaş) Gelişi güzel dikmek. * Saplamak, sokmak. |
oyulgalanma | * Oyulgalanmak işi. |
oyulgalanmak | * Kumaşgelişigüzel dikilmek. * Birikmek, sıralanmak. |
oyulgama | * Elle yapılan kalın, seyrek, gelişigüzel dikiş. |
oyulgamak | * Oyulgalamak. |
oyulganma | * Oyulganmak işi. |
oyulganmak | * Bir şeyin içine iyice girmek. |
oyulma | * Oyulmak işi. |
oyulmak | * Oymak işi yapılmak. |
oyuluş | * Oyulmak işi veya biçimi. |
oyum | * Oymak işi. |
oyumlama | * Oyumlamak durumu veya biçimi. |
oyumlamak | * (bitki) Kök salmak, tutmak. |
oyun | * Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence. * Kumar. * Şaşkınlık uyandırıcıhüner. * Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi. * Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü. * Sahne veya mikrofonda oynamak için hazırlanmışeser, temsil, piyes. * Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma. * Hile, düzen, desise, entrika. * (güreşte) Hasmınıyenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket. * (teniste) Taraflardan birinin dört sayıkazanmasıyla elde edilen sonuç. |
oyun alanı | * Maçların yapıldığıyer. |
oyun almak | * oyunda kazanmak, sayısahibi olmak. |
oyun bağlamak | * güreşte rakibe bir oyun uygulayıp onu sonuçlandırmadan beklemek. |
oyun bozmak | * tasarlanmış bir işi yersiz ve vakitsiz olarak karıştırmak, plânlarıalt üst etmek. * mızıkçılık etmek. |
oyun çıkarmak | * başarılı oyun oynamak. |
oyun ebesi | * Çocuk oyunlarında oyunun başıveya cezalısı, ebe. |
oyun etmek | * kurnazlıkla birini aldatmak. |
oyun havası | * Kıvrak ritmli ezgi. |
oyun kâğıdı | * İskambil kâğıdı. |
oyun kurmak | * bir yarışmayıkazanmak için belirli bir taktik uygulamak. |
oyun kurucu | * (futbolda) Takımda, savunucular ile akıncılar arasında yer alan, görevi hem savunucular, hem de akıncılara yardım etmek olan üç oyuncudan her biri, haf. |
oyun masası | * Üzeri genellikle yeşil ile kaplanmışmasa. |
oyun oynamak | * birini aldatmak, kandırmak. |
oyun sahası | * Oyun alanı. |
oyun salonu | * Oyun masalarının bulunduğu genişoda. |
oyun vermek | * oyunda kaybetmek. |
oyun yapmak | * güreşte rakibe oyun uygulamak. |
oyun yazarı | * Tiyatro, radyo ve televizyonda sahnelenmek veya oynanmak üzere piyes, skeç türü eserler kaleme alan sanatçı. |
oyun yazarlığı | * Oyun yazma işi. * Oyun yazarının mesleği. |
oyuna çıkmak | * oyun için sahneye çıkmak. |
oyuna gelmek | * aldatılmak. |
oyuna getirmek | * birini tuzağa düşürmek, aldatmak. |
oyuna kurban gitmek | * bir hile, düzen sonunda zarara, iftiraya uğramak. |
oyunbaz | * Oynamayıseven. * Düzenci, hileci. |
Kategori: O
-
Türkçe Sözlük O Sayfa 25
-
Türkçe Sözlük O Sayfa 26
oyunbazlık * Düzencilik, hilecilik. oyunbozan * Birlikte yapılmasına karar verilen bir işten tek taraflıcayan (kimse), mızıkçı. oyunbozanlık * Oyunbozan olma durumu, mızıkçılık. oyunbozanlık etmek * birlikte yapılmasıplânlanan bir işten çekilmek. oyuncak * Oynayıp eğlenmeye yarayan her şey.
* Önemsiz ve kolay iş.
* Başkalarınca bir araç gibi kullanılan, hiçe sayılan, güçsüz kimse.oyuncakçı * Oyuncak yapan veya satan kimse. oyuncakçılık * Oyuncak yapma veya satma işi. oyuncaklı * Oyuncağı olan.
* Çocuksu, çocuk gibi davranan.oyuncu * Herhangi bir oyunda oynayan kimse.
* Sahne, perde veya bir gösteride rol alan sanatçı, aktör, aktris.
* Oyunu seven.
* Düzenci, hileci.
* Çok oyun yapan, oyundan oyuna geçen kimse.oyunculuk * Oyun oynama işi.
* Sahne sanatçılığı.
* Düzencilik, hilecilik.oyunlaştırılma * Oyunlaştırılmak durumu. oyunlaştırılmak * Oyun biçimine getirilmek. oyunlaştırma * Oyunlaştırmak işi. oyunlaştırmak * Tiyatro türünden olmayan herhangi bir eseri teknik yönden oynanabilir duruma getirmek. oyunluk * Tiyatroda oyun oynanan yer, sahne. oyuntu * Oyulmuş bölüm.
* Oyuk, çukur.oyunu almak * oyunu kazanmak. oyuş * Oymak işi veya biçimi. ozalit * Yüzeyi ışığa karşıduyarlı bir madde ile kaplıkâğıt üzerine, kalıptan çekilmişresim kopyası. ozalitçi * Ozalit yapan veya çıkaran kimse. ozan * Halk şairi.
* Şiir yazar kimse, şair.ozanca * Ozana yakışır (biçimde), ozan gibi. ozanlık * Ozan olma özelliği. ozansı * Ozana yakışır biçimde, ozan gibi, şairane. ozansılık * Ozansı olma durumu, şairanelik. ozmonoloji * Ozmos bilimi. ozmos * Geçişme. ozokerit * Yer mumu. ozon * Molekülünde üç atom bulunan oksijenden oluşan, ağır kokulu, gaz durumundaki basit element (O3). ozon ölçüm * Havada ve oksijen içindeki ozonu ölçme işi. ozon tedavisi * Lokal veya genel banyo, pansuman veya şırınga hâlinde ozon ve oksijen vererek yapılan tedavi. ozon yuvarı * Atmosferin 15-40 km arasında bulunan tabakası. ozonlama * Ozonlamak işi. ozonlama cihazı * Ozonlanmışoksijen elde etmeye yarayan, duyarlı bir alet, ozonlayıcı. ozonlamak * Oksijeni ozon durumuna getirmek. ozonlaşma * Ozonlaşmak durumu. ozonlaşmak * Ozon durumuna gelmek. ozonlaştırıcı * Ozonlu oksijen veya hava hazırlayan alet. ozonlayıcı * Ozonlama cihazı. ozonoliz * Ozonla ayrışma. ozonometre * Ozonölçer. ozonosfer * Ozon yuvarı. ozonoskop * Ozonun varlığınıtespit etmeye yarayan düzenek. ozonölçer * Atmosferdeki ozon niceliğini tespit etmeye yarayan alet. ozonür * Ozonun çift bağlı organik maddelerle meydana getirdiği katılma bileşiği. ozuga * Tropikal Afrika ve ormanlık alanlarda yetişen ince dokulu bir ağaç türü (Saccoglottis gabonensis). -
Türkçe Sözlük O Sayfa 23
otuzluk * Yaşı otuz civarında olan.
* İçinde otuz âdet bulunan.
* Otuz lira değerinde olan.otuzuncu * Otuz sayısının sıra sıfatı; sırada yirmi dokuzuncudan sonra gelen. ova * Çevrelerine göre çukurda kalmış, çoğunlukla alüvyonla örtülü, eğimi az, akarsuların derine gömülmemiş
olduğu, genellikle genişveya dar düzlük, yazı.oval * Yumurta biçiminde olan, yumurtamsı, sobe, beyzi.
* Kapalı, dış bükey ve uzunca bütün eğriler, özellikle elips gibi iki simetri ekseni olan (simetrik eğri).ovalama * Ovalamak işi. ovalamak * Ellerini bir şeye veya birbirine sürtmek.
* Sertçe ovmak.
* Ezmek veya ufak parçalara ayırmak.ovalanma * Ovalanmak işi. ovalanmak * Ovalamak işine konu olmak.
* Kendi kendini ovmak.ovalatma * Ovalatmak işi. ovalatmak * Ovalamak işini başkasına yaptırmak. ovalı * Ovada yaşayan, ova halkından olan. ovalık * Ovası olan, ovalarla kaplı. ovasız * Ovası olmayan. ovdurma * Ovdurmak işi. ovdurmak * Ovmak işini yaptırmak. ovdurtma * Ovdurtmak işi. ovdurtmak * Ovdurmak işini birine yaptırmak. ovma * Ovmak işi. ovmaç * Hamuru ovalayarak yapılmışkırıntılarla pişirilmis çorba.
* Taze tarhana.ovmak * Bir şeyin üzerine bastırarak el gezdirmek.
* Bir temizleyiciyle bir yeri veya bir şeyi kuvvetle sürterek temizlemek.ovogon * Alg, mantar gibi ilkel bitkilerde dişi cinslik hücresi. ovogon dağarcığı * Çiçeksiz bitkilerin çoğunda üreme organlarını barındıran boşluk. ovolit * İç içe mineral kabuklardan oluşan balık yumurtası biçiminde kalker. ovulma * Ovulmak işi. ovulmak * Ovmak işine konu olmak. ovunma * Ovunmak işi. ovunmak * Kendi kendini ovmak. ovuşmak * Ovuşturmak işi. ovuşturma * Ovuşturmak işi. ovuşturmak * Bir şeyi bastırarak başka bir şey üzerinden geçirmek.
* (el için) Birbirine sürtmek.oy * Bir toplantıya katılanların, bir sorunla ilgili birkaç seçenekten birini tercih etmesi, rey.
* Bu tercihi belirten işaret, söz veya yazı.oy birliği * Bir toplantıda oylamaya katılan bütün üyelerin aynıyönde oy kullanması. oy birliği ile * oylamaya katılan bütün üyeler aynıyönde birleşerek. oy çokluğu * Oylamaya katılanların yarıdan fazlasının aynıyönde oy kullanmaları. oy hakkı * Kişilere tanınan oy verme yetkisi. oy sandığı * Seçimlerde oy kâğıtlarının içine atıldığımühürlü sandık. oy vermek (veya oyunu kullanmak) * bir sorun üzerindeki görüşünü belirtmek, rey vermek. oya * Genellikle ipek ibrişim kullanarak iğne, mekik, tığveya firkete ile yapılan ince dantel. oya çiçeği * Koyu menekşe veya pembe renkte çiçekler açan süs bitkisi (Lagerstroemia indica). oya gibi * ince, güzel, zarif. oya koymak * bir konuda sonucu belirlemek için oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluğun görüşünü almak. oyacı * Oya yapan veya satan kimse. oyacılık * Oya yapma ve satma işi. oyalama * Oyalamak işi. oyalamak * Belirli bir süre birinin dikkat ve ilgisini başka bir şey üzerine çekmek, meşgul etmek.
* Vakit kazanmak için aldatmak.
* Eğlendirmek, hoşça vakit geçirtmek.oyalamak * Oya ile süslemek. oyalandırma * Oyalandırmak işi veya durumu. oyalandırmak * Oyalanmasına yol açmak, oyalanmasını sağlamak. oyalanma * Oyalanmak işi. oyalanmak * Oyalamak işine konu olmak.
* Kendi kendini oyalamak.
* Boşuna zaman harcamak, vakit geçirmek. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 24
oyalantı * Oyalanmak için yapılan şey, hobi. oyalayıcı * Vakit geçirmeye yol açan, eğlendiren, hoşvakit geçirten. oyalı * Kenarına oya yapılmışveya geçirilmiş. oyculuk * Oy alabilmek için türlü yollara başvurma işi. oydaş * Aynıdüşüncede, aynı inançta olan, hemfikir. oydurma * Oydurmak işi. oydurmak * Oymasını sağlamak. oylama * Oy kullanma işi. oylamak * Oya koymak veya oya sunmak. oylamaya geçmek * oy verme işlemine başvurmak. oylamaya koymak * bir toplantıdaki oy sayısını belirlemek, oy verilmesini istemek, oya sunmak. oylanış * Oylamak işi veya biçimi. oylanma * Oylanmak işi. oylanmak * Oylamak işi yapılmak. oyluk * Uyluk. oylum * Hacim, cirim.
* İçi oyulmuş, çukur duruma getirilmiş.
* Resimde derinlik, üç boyutluk etkisi, mimarlıkta mekân karşılığı.oylum oylum * Oymalı, girintili çıkıntılı. oylumlama * Resim ve heykel sanatında ögelere hacim duygusu ve biçim verme işi, modelâj. oylumlamak * Resim ve heykelde ögelere oylum duygusu ve biçim vermek.
* Küçülterek yapmak.oylumlu * Oylumu olan, hacimli.
* Büyük, geniş.oyma * Oymak işi.
* Bir nesnenin yüzeyini özel araçlarla oyarak veya delerek türlü biçimler verme.
* Ağaç yongası.
* Oyularak yapılan süsleme.
* Oyularak yapılmış.oyma akıl * Yer etmiş, uzun tecrübeler sonunda kabul görmüşnasihat. oyma baskı * Çinko, bakır, tahta gibi levhalara kazıma ile yapılan, resimleri kâğıda basma tekniği. oymacı * Oyma işleri yapan sanatçı, hakkâk. oymacılık * Oyma yapma sanatı. oymak * Keskin, sivri uçlu bir cisimle bir şeyi yontarak veya delerek çukur oluşturmak.
* Kumaşgibi bir şeyi girintili bir biçimde kesmek.oymak * Dil ve kültür yönünden büyük bir türdeşlik gösteren, bir çok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında
toplum, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk, aşiret.
* İzcilikte küçük birlik.oymak * Hemen hemen benzer veya aynıtür yıldızlardan oluşmuş, Samanyolunun seyrek yapılı genç kümelerinden
her biri.oymak oymak * Top top, küme küme. oymakbaşı * Oymakların lideri, önde geleni.
* İzcilikte küçük birliklerin başı.oymalı * Oymaları bulunan, oymalarla süslenmişolan. oymalıyaprak * Meşe yaprağı gibi kenarları girintili çıkıntılı olan yaprak. oynak * Kımıldayan, yerinde sağlam durmayan, hareketli.
* Hareket, canlılık veren.
* Değişken, kararsız.
* (kadın veya kız için) Davranışlarıağırbaşlı olmayan.
* Eklemlerin bükülüp doğrulmaya elverişli olan çeşidi, oynar eklem.oynak kemiği * Diz kapağıkemiği. oynakça * Oynak (bir biçimde), oynak olarak. oynaklık * Oynak olma durumu.
* Oynakça davranış.oynama * Oynamak işi. oynama! * (olumsuz olarak) “oyalanma, gereği gibi yap, boşuna vakit geçirme!” anlamında kullanılır. oynamak * Vakit geçirme, eğlenme, oyalanma gibi amaçlarla bir şeyle uğraşmak.
* Herhangi bir tutku, ilgi veya oyalanma gibi sebeple bir şeye kendini vermek.
* Kımıldamak, hareket etmek.
* Bir şeyi sürekli evirip çevirmek veya sürekli olarak dokunmak.
* Bir temsilde rol almak.
* Film gösterilmek.
* (tiyatro için) Sahneye konmak.
* Tedirgin etmek, rahatsız edici davranışta bulunmak.
* (eşya için) Herhangi bir parçasıkımıldamak, hareket etmek.
* (insan için) (olumsuz olarak) Gerekli görevini yapacak hareketten yoksun olmak.
* Sarsılmak, yeri değişmek.
* Sporla ilgili çalışmalara katılmak.
* Müziğin gerektirdiği uyumlu hareketleri yapmak.
* Rastgele yön vermek, aldatmak.
* Herhangi birine karşıönemsemeyici davranışlarda bulunmak.
* Büyük bir ustalık, beceri ve kolaylıkla bir işi yapmak.
* Tehlikeye koymak.
* Değişiklik göstermek.oynanış * Oynanmak işi veya biçimi. oynanma * Oynanmak işi. oynanmak * Oynamak işine konu olmak.
* Herhangi biri oynamak.oynaş * Aralarında toplumca hoşkarşılanmayan ilişkiler bulunan kadın veya erkekten her biri. oynaşlık * Oynaşın işi veya mesleği. oynaşlık etmek * toplumda hoşkarşılanmayan ilişkilerde bulunmak. oynaşma * Oynaşmak işi. oynaşmak * Birbiriyle oynamak.
* Âşıktaşlık etmek.oynatılma * Oynatılmak işi. oynatılmak * Oynatmak işine konu olmak. oynatım * Oynatmak işi.
* Sinema endüstrisinin, filmlerin seyircilere gösterilmesi işiyle uğraşan kolu. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 21
otlu bağa * Kara kurbağa (Bufa). otlu peynir * Güzel kokulu otların, özellikle yaban sarımsağının içine katılmasıyla yapılan bir çeşit beyaz peynir. otluk * Otu bol olan yer.
* Kışiçin kurutulmuşot yığını.
* Ot konulan yer.oto * Bazıkelimelerin birleşimine girerek “kendi kendine’” anlamınıveren ön ek. oto * Otomobil kelimesinin kısaltılmışı. oto parkçılık * Otoparkçı işini yapan kimse. otoban * Otoyol. otobiyografi * Bir kişinin kendi hayatınıanlattığıyazı, öz yaşam öyküsü. otobiyografik * Otobiyografi ile ilgili. otobüs * Yolcu taşıyan, motorlu, büyük taşıt. otobüsçü * Otobüs işletmecisi.
* Otobüs şoförü.otobüsçülük * Otobüs işletmeciliği. otodidakt * Öz öğrenimli. otoerotizm * Kişinin kendi vücudu üzerinde cinsel etkinliklerde bulunma sapıncı. otogar * Şehirler arasıçalışan motorlu taşıtların yolcularınıaldıklarıve indirdikleri yer, garaj. otograf * Bir yazarın veya kişinin kendi elinden çıkan (yazı). otografi * Yağlımürekkeple özel kâğıda çizilen şekillerin litografya tekniği ile taşüzerine yazılması. otojestiyon * Öz yönetim. otokar * Toplu geziler için yapılmış büyük otobüs. otoklâv * Vida ve civatalarla tutturulmuş basit bir kapağı olan, iç basınca dayanıklıkap.
* Lâboratuvar işlerinde ve ameliyatlarda yararlanılan her türlü araç ve gereçleri mikropsuzlaştırmak için
kullanılan basınçlı buhar kazanı.otokontrol * Öz denetim. otokrasi * Hükümdarın, bütün siyasal kudreti elinde bulundurduğu yönetim biçimi. otokrat * Siyasal kudreti elinde bulunduran (hükümdar). otokritik * Öz eleştiri. otokton * Yerli. otolit * Bkz. işitme taşı. otoman * Bir tür ipekli kumaş.
* Sedir biçiminde kanepe.otomasyon * Endüstride, yönetimde ve bilimsel işlerde insan aracılığı olmadan işlerin otomatik olarak yapılması. otomat * Canlı bir varlığın yapabileceği bazı işleri yapan mekanik veya elektrikli araç.
* Sıcak su verecek biçimde hazırlanmış, hava gazı ocaklıcihaz.
* Yapılarda, merdivenleri aydınlatacak biçimde düzenlenmişelektrik tesisatı.otomatiğe almak (veya bağlamak) * kendi kendine yeniden düzene sokmak. otomatiğe geçmek * otomatik olarak çalışmaya başlamak. otomatik * Mekanik yollarla hareket ettirilen veya kendi kendini yöneten (alet).
* (insan için) İrade dışında yapılan (davranış).otomatik olarak * kendiliğinden. otomatik sigorta * Fazla akım geçtiğinde manyetik veya termik mekanizmalarla devreyi açan alet. otomatikleşme * Otomatikleşmek işi. otomatikleşmek * Otomatik duruma gelmek. otomatiklik * Otomatik olma durumu. otomatikman * Otomatik olarak. otomatizm * Bir cihaza, bir alete otomatik bir işleyişkazandırmak için gerekli olan düzen. otomobil * Patlamalı, içten yanmalı, elektrikli bir motor veya gaz türbiniyle hareket eden taşıt. otomobilci * Otomobil alıp satan kimse. otomobilcilik * Otomobil alıp satma işi. otomotiv * Motorlu taşıt yapımınıkonu alan endüstri kolu. otonom * Özerk, muhtar. otonomi * Özerklik, muhtariyet. otopark * Motorlu taşıtların belli bir süre için bırakıldığıyer. otoparkçı * Otoparkta çalışan görevli. otoplâsti * Eksik bir organa, kişinin başka bir yerinden parça alıp eklemek yoluyla yapılan onarım. otopsi * Ölüm sebebini belirlemek amacıyla bir cesedi açıp inceleme işi. otoray * Ray üzerinde işleyen motorlu taşıma aracı. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 22
otorite * Yetke, sulta, velâyet. otorite sağlamak (veya temin etmek) * yetki kurmak veya sahibi olmak. otoriter * Yetkeli, otoriteli. otoriterli * Otoritesi olan, otoriter. otosist * Bkz. işitme kesesi. otostop * Bir yayanın yoldan geçen bir otomobili durdurarak binmesi ve gideceği yere para vermeden gitmesi. otostop yapmak * bu biçimde yolculuk etmek. otostopçu * Otostop yapan (kimse). otostopçuluk * Otostop yapma işi. ototrof * Öz beslenen. ototrofi * Öz beslenme. otoyol * Hızlı bir trafik akımı sağlamak amacıyla yapılan, üç veya dört şeritli, çift yönlü genişyol, otoban. otsu * Ot gibi olan, gövdesi odunlaşmayan, kısa ömürlü (bitki). otsu topluluk * Gövdesi odunlaşmayan kısa ömürlü bitki topluluğu. otsul * Bkz. otsu. otsuz * Otu olmayan. otu çek köküne bak * kişinin kimliğini öğrenmek için soyunu sopunu bilmek gerekir. oturacak * Sandalye, tabure, kanepe gibi üstüne oturulan şey. oturak * Oturulacak yer veya şey.
* Tahtadan alçak iskemle.
* Bir şeyin yere gelen tarafı, taban.
* İçine abdest bozulan kap, lâzımlık.
* İçkili, çalgılıve kadınlıeğlenti.
* Bacaklarında veya başka bir yerinde, gezmesine engel olacak bir özrü olduğundan hep evde oturan (kimse),
kötürüm.
* Boru mengenesinin tezgâha oturduğu ve vidalandığı bölüm.
* Kürekli teknelerde kürekçilerin oturduğu enli tahta.oturak âlemi * Anadolu’nun bazıyörelerinde, sadece erkeklerin katıldığı, kadın oynatılan içkili toplantı. oturak kündesi * Güreşte bir elin arkadan iki bacak arasından, ötekinin de önden getirilerek kasık üzerinde kilitlenmesi
biçimindeki kündeleme.oturaklı * Sağlam, gösterişli.
* Saygıuyandıran, ağırbaşlı.
* (söz için) Yerinde ve sırasında söylenen.oturaklılık * Oturaklıdavranış, ağırbaşlılık, oturmuşluk. oturma * Oturmak işi.
* (kısa süre ile) Konukluğa gitme.oturma belgesi * Bazıülkelerde çalışan veya ticaret yapan kimselere verilen oturma izni belgesi. oturma duvarı * Su basmanı, oturmalık. oturma grevi * Bir isteği gerçekleştirmek amacıyla, işçilerin işyerlerinden ayrılmaksızın bulunduklarıyere oturarak grev
yapmaktan kaçınmaları.oturma grubu * Koltuk, kanepe, sandalye, kolçaklısandalye, sallanan koltuk vb. mobilyalardan oluşan grup. oturma izni * Belli bir bölgede resmî makamlarca verilen oturma belgesi. oturma mobilyası * Boyutlarıve şekli insan vücudunun ölçülerine uygun olan ve rahat oturmayısağlayan, oturma yüzeyi elâstik
veya elâstik olmayan malzemeden yapılan mobilya.oturma odası * Ev halkının oturması için ayrılmışoda. oturmak * Vücudun belden yukarısıdik duracak biçimde ağırlığıkaba etlere vererek bir yere yerleşmek.
* Bu biçimde yerleştiği yerde kalmak.
* Uygun gelmek.
* Bir yerde sürekli olarak kalmak, ikamet etmek.
* Hiçbir işyapmadan boşvakit geçirmek, boşdurmak.
* (toprak veya yapı için) Çökmek, aşağı inmek.
* Biriyle beraber yaşamak.
* Bir işi yapmakta olmak, bir işe başlamak üzere olmak.
* Mal olmak.
* Yer almak, geçmek.
* Benimsenmek, yerleşmek, kökleşmek.
* Belli bir yörüngede dönmeye başlamak.
* (sıvıtortuları için) Dibe çökmek, dipte toplanmak.
* Herhangi bir durumda belli bir süre kalmak.oturmalık * Su basmanı, oturma duvarı. oturmuş * Yerleşik, yerleşmiş, güçlenmiş. oturmuşluk * Oturmuşolma durumu.
* Benimsenmiş, yerleşmişolma durumu.oturtma * Oturtmak işi.
* Halka halka kesilmişpatates, patlıcan, kabak gibi sebzelerden yapılan bir çeşit kıymalıyemek.oturtmak * Oturmak işini yaptırmak.
* Koymak; yapmak, yerleştirmek.oturtmalık * Yapının toprak üstünde kalan, 1 m kadar yükseklikte, bütün yapı boyunca devam eden, üstüne gelen
duvarlardan birkaç santim dışarıçıkıntılıana temel duvarı.oturtulma * Oturtulmak işi. oturtulmak * Oturtmak işine konu olmak. oturulma * Oturulmak işi. oturulmak * Herhangi biri tarafından oturmak işi yapılmak. oturum * Bir meclis veya kurulun çözümlenmesi gereken sorunları görüşüp tartışmak için yaptığıtoplantı, celse.
* Yasama meclislerinin birleşimlerinden her biri.oturup kalkmak * hareket etmek. oturuş * Oturmak işi veya biçimi. oturuşma * Oturuşmak işi. oturuşmak * Yatışmak, hızıazalmak. otuz * Yirmi dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren işaret: 30, XXX.
* Üç kere on, yirmi dokuzdan bir artık.otuz beşlik * İçinde sıvımaddelerden, 0,50 lt. ölçüsünde bulunan şişe.
* Küçük rakı.otuzar * Otuz sayısının üleştirme biçimi; her birine otuz; her defasında otuzu bir arada. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 16
orman köylüsü * Orman köyünde yaşayan ve geçimini orman ağaölarınıkesip satarak temin eden kimse. orman köyü * Orman arazisinde kurulmuşköy. orman kuşağı * Sıralı ormanların oluşturduğu dizi, orman dizisi. orman sarmaşığı * Ak asma. orman sıçanı * Ormanlık bölgede yaşayan bir sıçan türü (Mus sylvaticus). orman taşlamak * bir kimsenin düşüncesini dolaylı olarak öğrenmeye çalışmak. orman tavuğu * Orman tavuğugillerden kuşların, özellikle Avrupa ve Asya’da yaşayan siyah tüylü türlerinin ortak adı. orman tavuğugiller * Dünyanın soğuk ve ılıman bölgelerinde yaşayan, orta veya büyük yapıda, mat veya parlak renkli, orman
tavuğu, çil ve çayır tavuğunu içine alan bir familya.orman yeşili * Koyu yeşil. ormancı * Orman işlerine bakan kimse.
* Orman mühendisi.
* Kaba, görgüsüz kimse.ormancılık * Orman işi ile uğraşma.
* Ormanların yetiştirilmesi ve bakımınıkonu alan bilim.
* Ormana değer verme anlayışı.ormanlaşma * Orman durumuna gelme. ormanlaşmak * Orman durumuna gelmek. ormanlaştırma * Ormanlaştırmak işi. ormanlaştırmak * Orman durumuna getirmek. ormanlık * Ormanıçok olan, ormanla kaplıveya orman gibi olan (yer). ormansız * Ormanı olmayan. ormansızlaşma * Ormansızlaşmak durumu. ormansızlaşmak * Ormansız kalmak, ormanı bulunmamak. ornatma * Ornatmak işi, ikame etme.
* Bir türün yerine onun değişik bir biçiminin geçmesi.
* Molekülün geri kalan bölümünde değişikliğe yol açmadan bir atom veya bir kök yerine bir başka atom veya
kökün geçmesi.
* Bir cebirsel ifadenin yerine bir başkasınıkoyma işlemi.ornatmak * Bir şeyin yerine başka bir şeyi koymak, ikame etmek. ornitolog * Kuş bilimi uzmanı. ornitoloji * Kuş bilimi. ornitorenk * Bkz. gagalımemeli. orojeni * Dağoluş. orospu * Erkeklerin cinsel zevklerine para karşılığıhizmet eden ve bu işi meslek edinen kadın, fahişe.
* Kolay elde edilen, düşük ahlâklıkadın.orospu bohçası * Derli toplu olmayan, sarsak ve düğümlü, düğümleri tavşan kulaklı, kötü düzenlenmiş bohça.
* Acele yapılmış, fındık yerine az miktarda ceviz konmuş, ekmek içi iyi ezilmemiş, sarımsaklarıdişdişkalmış
bir tür tarator.orospu böreği * El ayası büyüklüğünde hazırlanmışhamurun içine kıyma konarak tavada aceleyle pişirilmiş börek türü. orospu çocuğu * Serseri, haylaz, hinoğluhin, hilekâr, kalleş. orospu yemeği * Domates, yeşil biber, soğan, maydanoz vb. sebzelerin düzensiz doğranması ile yağda acele pişirilmiş bir tür
yemek.orospuluk * Orospu olma durumu veya orospunun mesleği, fahişelik.
* Kalleşlik.orostopolluk * Kurnazca iş, dalavere, dolap. orsa * Yelkenleri rüzgârın estiği yöne çevirmekte kullanılan, her iki taraftan yelkenin ortasına bağlanan ip.
* Geminin rüzgâr alan yanı, rüzgâr üstü, poca veya rüzgâr altıkarşıtı.
* Geminin, rüzgârın geldiği yöne döndürülmesi.orsa alabanda * Gemiyi birdenbire rüzgârın üstüne çevirme. orsa boca * Bkz. orsa poca. orsa poca * Geminin bazen rüzgâr yönüne yaklaşarak, bazen ondan uzaklaşarak yol alması.
* Bata çıka, iyi kötü.orsalama * Orsalamak işi. orsalamak * (gemi) Rüzgâr alan tarafa dönmek. orta * İki uçtan eşit uzaklıkta olan yer veya durum.
* (zaman için) Başlangıcı ile bitimi arasında eşit uzaklıkta olan süre.
* Bir şeyin kenarlarından yaklaşık olarak aynıuzaklıkta olan yer.
* Bir şeyin eşit olarak ayrılabileceği bölüm.
* Görünür, algılanır durum.
* (topluluk) İçinde, arasında.
* Eğitimde zayıf ile iyi arasındaki derece.
* Siyasette sorunların çözümünde aşırılıklardan kaçınan, ölçülü bir yöntem izleyen (siyasî parti).
* Her iki yanda kendi türünden eşit sayıda nesneler bulunan.
* İki karşıt nitelik veya durum arasında bulunan, tutarlı, ılımlı, vasat.
* Bir olayın, içinde gerçekleştiği yer.
* Bkz. orantı.
* Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beşdereceden üçüncüsüne büyük orta, dördüncüsüne de küçük orta
denir.
* Futbolda oyunculardan birinin, topu, kale ağzında duran arkadaşlarına havadan yollamak için yaptığıvuruş.
* Yeniçeri ocağında tabur.orta ağırlık * Boksta 71 kg dan 75 kg a kadar olan boksörlerin ayrıldığıkategori.
* Güreşte, güllede ve halterde 72-79 kg ağırlıktaki oyuncuların ayrıldığıkategori.orta boy * Orta büyüklükte olan. orta boylu * Orta yükseklikte, boyda olan. Orta Çağ * BatıRoma İmparatorluğunun çöküşünden (476) başlayarak 1453 ‘e veya 1492’ye kadar süren çağ. orta dalga * Dalga boyu 200 ile 600 m arasında değişen dalga. orta damar * Bitki yapraklarının tam ortasında bulunan ve yan damarlara göre daha kalın olan damar. orta deri * Dışderi ve iç deri arasındaki hücre katmanı, mezoderm. orta dikme * Bir doğru parçasına orta noktasında dik olan doğru. orta direk * Çadırda veya çeşitli yapılarda merkezî ağırlığıyüklenen ve dengeli dağılımısağlayan direk.
* Toplumun memur, emekli, küçük esnaf, küçük çiftçi gibi dar ve sabit gelirli kişilerden oluşan kesimi.Orta Doğu * Türkiye, Kuzey Kı brıs Türk Cumhuriyeti, Suriye, Mısır, İsrail, Lübnan, Filistin, S. Arabistan, Irak ve İran’ı
içine alan ülkelere verilen ad.orta elçi * Büyük elçiden önceki elçilik aşamasıve bu aşamada olan kimse. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 17
orta hâlli * Ne zengin, ne yoksul olan. orta hece yutumu * Bazıdurumlarda orta hecede bulunan vurgusuz ünlülerin düşmesi, haploloji. orta hizmetçisi * Bir evin temizlik işlerine bakan hizmetçi. orta hizmeti * Bir evin temizlik işlerinin bütünü, orta işi. orta işi * Orta hizmeti. orta karar * Orta derecede, biraz uygun. orta karın * Göbeğin üstünde kalan karın bölgesi. orta kulak * Kulak zarı, çekiç, örs, üzengi kemiklerinin bulunduğu, dışkulakla iç kulak arasındaki bölüm. orta kulak boşluğu * Dışkulak ile iç kulak arasındaki boşluk. orta kulak iltihabı * Orta kulakta oluşan iltihaplıhastalık. orta kuşak * Toplumda genç kuşak ile yaşlıkuşak arasında yer alan yaşgrubu. orta malı * Herkesin yararlandığı.
* Yaygın, özgünlüğü olmayan, basmakalıp.
* Her isteyenle ilişkide bulunan kadın, hayat kadını, fahişe, orospu.orta masası * Değişik sayıdaki kısa ayaklar üzerine yatay olarak yerleştirilmiştablası olan genellikle oturma grubu ile
kullanılan mobilya.orta mektep * 343 ortaokul. orta nokta * Futbolda başlama vuruşunun yapıldığıyer, nokta. orta oyunculuğu * Orta oyuncusunun sanatı. orta oyuncusu * Orta oyununda oynayan (sanatçı). orta oyunu * Sahne, perde, dekor, suflör kullanmadan, halkın ortasında oynanan Türk halk tiyatrosu. orta öğrenim * İlk öğrenim ile yüksek öğrenim arasında görülen öğretim dönemi. orta öğretim * İlköğretim ile yüksek öğretim kurumlarıarasında yer alan, genel okulları, teknik ve meslek okullarını
yönetmek görev ve sorumluluğunu yüklenmiş bulunan kuruluş.
* İlköğretimden geçtikten sonra öğrenimini sürdürmek isteyen öğrencileri daha üst öğrenime veya teknik ve
meslek alanlarında hazırlamak için plânlanan öğretim dönemi.orta parmak * El parmaklarının sağdan ve soldan üçüncü olanı. orta saha * Futbol, hentbol vb. oyunlarda topun oynandığısahanın orta bölümü. orta sıklet * Bkz. orta ağırlık. Orta şark * Orta Doğu. orta şekerli * Ne az ne de çok şekeri olan.
* (durum için) Ne çok iyi ne de çok kötü, şöyle böyle.orta tedrisat * Bkz. orta öğretim. orta terim * İki öncülü içine alan terim. orta uç * Orta bölgenin en ilerisi. orta yaşlı * Ne genç ne de yaşlı olan. orta yaylak * Devamlı oturma ve normal tahıl tarımıyapılan bölge sınırının üstündeki, genellikle deniz seviyesinden
1200-1600 metre yükseklikteki yaylak.orta yol * Çözüme açık, herkes tarafından kabul edilebilir olan davranışve tutum. orta yolcu * Orta yolu seçen, orta yoldan yana olan. orta yolculuk * Orta yolcu olma durumu. orta yuvar * Yer hava yuvarında kat yuvarının üzerinde, sıcaklığın azaldığıyaklaşık olarak 60-80 km arasındaki katman,
mezosfer.orta yuvarlak * Futbol, basketbol vb. oyunların sahasında ortada bulunan ve başlama vuruşu veya atışının yapıldığı
noktanın merkez olduğu alan, santra yuvarlağı.ortaç * Sıfat-fiil, partisip: Hiç tanıdığım kalmadı. Gelen çocuk. Adı batasıadam. ortada * görünür yerde, göz önünde.
* (sporda) sonucu belli olmayan karşılaşmalar için kullanılır.ortada bırakmak * birini çok güç bir durumdayken terk etmek. ortada fol yok yumurta yok * Bkz. fol yok yumurta yok. ortada kalmak * yersiz kalmak, barınacak yer bulamamak.
* güç bir durumda veya iki şey arasında kalmak.
* (bir şeyi) kimse üzerine almamak.ortada olmak * düşünülmesi ve yapılması gerekmek. ortadan kaldırmak * saklamak.
* yok etmek.
* öldürmek.ortadan kaybolmak * saklanılmak, bulunmaz olmak.
* yok edilmek, kullanılmamak.
* öldürülmek.ortadan kaybolmak * nereye gittiği bilinmemek, kimseye sezdirmeden gitmek. ortadan sır olmak * kaybolmak, arkada iz bırakmadan gitmek. ortadan söylemek * herkesin içinde, belli bir kimseyi amaçlamadan konuşmak. ortak * Birlikte işyapan, ortaklaşa yararlarla birbirlerine bağlıkimselerden her biri, şerik, hissedar.
* Kuma.
* Birden çok kimse veya nesneyi ilgilendiren, onlara özgü olan, onların katılmasıyla oluşan, müşterek.ortak (veya kuma) gemisi yürümüş, elti gemisi yürümemiş * bir erkeğin karıları birbirleriyle anlaşabilirler, ama kardeşlerin karıları geçinemezler. ortak bölen * İki veya daha çok sayıyı bölen sayı. ortak çarpan * İki veya ikiden artık sayıyıçarpan sayı. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 18
ortak dil * Ana dilleri farklıtoplulukların arasında anlaşmayısağlayan dil. ortak etmek * bir şeyi paylaşmaya razı olmak, katılmaya onay vermek. ortak fark * Bir aritmetik dizide bir ögeyi elde etmek için ondan öncekine katılan sayı. ortak gider * Kat mülkiyetinde her dairenin aylık giderlere eşit ölçüde katılma payı. ortak hesap * Birden fazla kişi veya kuruluşun kullandığı banka hesabı. ortak kat * Birtakım tam sayıların katı olabilecek sayı. ortak mülkiyet * Malların ortak kullanımı. ortak nesne * Birleşik cümlede yer alan yüklemlere ortak olarak bağlanan nesne. ortak olmak * bir şeyi paylaşmak veya bir şeye katılmak. ortak ölçülmez sayılar * Aralarında ortak tam bölen bulunmayan sayılar. ortak özne * Birleşik cümleyi oluşturan yüklemlerle bağımlı olan özne. ortak payda * Asgarî müşterek. ortak tam bölen * İki veya ikiden artık sayının hepsini tam olarak bölebilen sayı. ortak tümleç * Birleşik cümledeki yüklemlere bağımlızarf tümleci, nesne veya dolaylıtümleç. ortak yapım * Çeşitli ülkelerde iki veya daha çok yapımcının iş birliğinden doğan film çalışması. ortak yaşama * Başka türden iki canlının dengeli ve sıkı bir iş birliği ile birbirinden yararlanarak yaşamalarıdurumu. ortak yönetim * Koalisyon. ortak yüklem * Birden çok öznenin bağlı bulunduğu yüklem. ortakçı * Başkasının tarlasında çalışarak veya sürüsüne bakarak, belli bir anlaşmaya göre ürününe ortak olan kimse,
maraba.
* Konakçının sindirilmemiş besininden yararlanan konuk.ortakçılık * Ortakçı olma durumu.
* Ortakçıyaşama durumu.ortaklaşa * Ortak olarak, el birliğiyle, müştereken, kolektif. ortaklaşacı * Ortaklaşacılık yanlısı, kolektivist. ortaklaşacılık * Üretim araçlarından kişisel sahipliği kaldırıp ortak kullanmayıve toplum içinde her türlü harekette ortak
davranışısavunan öğreti, kolektivizm.ortaklaşma * Ortaklaşmak işi. ortaklaşmak * Ortak olarak davranmak, ortak olmak. ortaklaştırma * Ortaklaştırmak işi veya durumu. ortaklaştırmak * Ortak duruma getirmek, kolektifleştirmek. ortaklık * Ortak olma durumu, iştirak, müşareket.
* İki veya daha çok kimsenin işyaparak kazanç elde etmek için birleşmeleri, şirket, kumpanya.ortaklık etmek * ortak olma durumuna gelmek. ortaklık kurmak * şirket, kumpanya açmak veya çalıştırmak. ortaklık senedi * Anonim şirketlerde veya kooperatiflerde her ortağın üyelik haklarını gösteren ada yazılısenet. ortaklık sözleşmesi * Ortak ticarî kuruluşların oluşumunda ortaklık şartlarını içeren belge. ortakyaşar * Ortak yaşama durumunda bulunan (canlı). ortakyaşarlık * Ortakyaşar olma durumu. ortalama * Ortalamak işi.
* İki veya ikiden artık nicelik toplamının, bu niceliklerin sayısına bölünmesinden çıkan (sayı), vasatî.
* Orta yerinden.
* İki karşıt düşünce arasında olan, yaklaşık.ortalamak * Ortasını bulmak, ortasına varmak.
* Topla oynanan bazı oyunlarda, oyuncu topu alanın ortasına doğru atmak.ortalamasına * Ortalayarak. ortalı * Defterde, bir araya getirilmiş belli sayıda yaprakların oluşturduğu bölümlerden olan. ortalığı… almak * kaplamak. ortalığı… götürmek * kaplamak. ortalığı birbirine katmak * kargaşa çıkarmak. ortalığıkırıp geçirmek * herkesi heyecana sürüklemek.
* çok kızarak çevresindekilere bağırıp çağırmak.ortalık * Bulunulan yer, çevre.
* İçinde bulunulan, yaşanılan ev, oda gibi yer.
* Herkes.
* Yeryüzünün görünen bölümü; çevre, etraf.ortalık ağarmak * sabah olmaya başlamak. ortalık düzelmek * toplum içindeki karışıklık yok olmak, tedirginlik kalmamak. ortalık kararmak * akşam olmak. ortalık karışmak * toplumda veya devletler arasında düzensizlik başgöstermek. ortalık yatışmak * toplum içindeki düzensizlik ve kargaşa sona erip düzenli yaşayışyeniden başlamak. ortalıkçı * Lokanta, gazino, pastahane gibi yerlerde ayak işlerine bakan kimse. ortalıkta * Göz önünde, meydanda. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 19
ortam * Canlı bir varlığın içinde bulunduğu doğal veya maddî şartların bütünü.
* Bir kimsenin veya bir insan topluluğunun yaşayışınıetkileyen ruhsal, toplumsal ve kültürel etkilerin
bütünü.
* Nesnel ve toplumsal yönlerle bazen kişinin iç dünyasınıda kapsayan yakın çevre, vasat.ortam yaratmak * imkân sağlamak. ortanca * Yaş bakımından üç kardeşin büyüğü ile küçüğü arasında bulunan.
* Büyüklük, irilik bakımından üç nesne arasında sondan veya baştan ikinci gelen.ortanca * Taşkırangillerden, kırmızı, pembe veya mor renkli çiçeklerini yaz başında açan, gölgelik yerlerde yetiştirilen
bir süs bitkisi (Hydrangea hortensia).ortancalı * Ortancası olan. ortanın sağı * Ilımlısiyasî görüşe göre, sosyal alanla ilgili sosyal yapıyıkoruma veya olduğu gibi sürdürme eğiliminde
bulunan partilerin benimsedikleri görüş.ortanın solu * Ilımlısiyasî görüşe göre, sosyal alanla ilgili köklü değişimleri gerçekleştirmek çabasında bulunan partilerin
benimsedikleri görüş.ortaokul * Öğrencileri genel eğitim yoluyla bir yandan hayata, bir yandan da liseye hazırlayan üç yıllık orta öğretim
okulu.ortasını bulmak * ılımlıderecesini bulmak, uzlaştırmak. ortay * Bir düzlem şeklin aynıyöndeki paralel bütün kirişlerini eşit parçalara bölen (çizgi).
* Bir uzayı, bir yüzeyi eşit iki parçaya bölen (düzlem, çizgi).ortaya almak * her yanını çevirmek, kuşatmak. ortaya atılmak * ileri sürülmek, herkesin bilgisine sunulmak.
* (bir kimse) bir işi yapmak için kendini göstermek, ortaya atılmak.ortaya atmak * söylemek, ileri sürmek. ortaya bir balgam atmak * bir işkıvamında iken, biri herkesin zihnini bulandıracak bir söz söylemek. ortaya çıkarmak * delilleriyle göstermek, ispat etmek. ortaya çıkmak * yokken var olmak, meydana çıkmak, türemek.
* biri kendini göstermek.ortaya dökmek * çıkarmak, göstermek.
* açıklamak.ortaya düşmek * (kadın) orta malı olmak, sokağa düşmek. ortaya koymak * herkesin görebileceği yere koymak.
* yaratmak, yapmak.ortaya sürülmek * anlatılmak, belirtilmek, söylenmek. ortaya yayılmak * herkes tarafından duyulmak, yayılmak. Ortodoks * Doğmaya ve kilise öğretisine uygun olan.
* Ortodoksluk mezhebinden olan (kimse).Ortodoksluk * Meşru kilisenin resmî kararlarına uygun öğreti ve düşüncelerin bütünü.
* Doğu Hristiyan kiliselerince sürdürülen, Yunan ve Slâvların çoğunun benimsediği mezhep.ortodonti * Dişhekimliğinin, dişleri çenelerin üzerine estetik ve görev bakımlarından düzenli bir biçimde
yerleştirmekle uğraşan kolu.ortoklâz * Dik açı biçiminde ayrıtları olan, billûrlarıparça hâlinde dilinen bir çeşit potasyum feldspat. ortopedi * Hekimliğin çocuklardaki vücut biçimsizliklerini düzelten veya önleyen bir kolu.
* Vücutta kemikler, eklemler, kaslar, kirişler, sinirler gibi hareketi sağlayan organların bozukluklarını
düzelten, tedavi eden cerrahî kolu.ortopedik * Ortopedi ile ilgili olan. ortopedist * Ortopedi uzmanı.
* Ortopedi protezleri yapan kimse.ortoz * Ortoklâz. orucunda olmak * herhangi bir şeyi yemez içmez olmak. oruç * Tanrı’ya ibadet amacıyla yeme, içme gibi birçok şeylerden belli bir süre veya biçimlerde kendini alıkoyma.
* Haz veren şeylerden sağlanan yoksunluk.oruç açmak * vakit gelince oruç bozmak, iftar etmek. oruç bozmak * bir şey yiyerek, içerek orucunu kesmek veya sona erdirmek. oruç tutmak * oruç ibadetini yerine getirmek. oruç yemek * oruç tutmamak. oruçlu * Oruç tutan (kimse), niyetli. oruçsuz * Oruç tutmayan (kimse). orun * Özel yer.
* Makam, mansıp, mesnet, mevki.orunlama * Bir konunun yerine onunla benzerlikleri olan bir başka konuyu anlatma. orya * Karo. oryantal * Doğu ile ilgili, doğuyu hatırlatan. oryantalist * Doğu bilimci, şarkiyatçı, müsteşrik. oryantalizm * Doğu bilimi. Os * Osmiyum’un kısaltması. Osmanî * Osmanlılarla ilgili. Osmanlı * XIII. yüzyılda Osman Gazi tarafından Anadolu’da kurulan ve birinci Dünya Savaşından sonra dağılan
büyük Türk İmparatorluğunun uyruklarına verilen ad.
* Düşündüğünü çekinmeden, açıkça söyleyen, bulunduğu toplulukta yetki sahibi olan.OsmanlıTürkçesi * XIII-XX. yüzyıllar arasında Anadolu’da ve OsmanlıDevleti’nin yayıldığı bütün ülkelerde kullanılmışolan,
Arapça ve Farsçanın ağır baskısıaltında kalan Türk diline verilen ad.Osmanlıca * Bkz. OsmanlıTürkçesi. Osmanlıcacılık * Osmanlıcadan yana olan kimsenin tutumu. Osmanlıcılık * Osmanlılık düşüncesini benimseyen ve yayan düşünce akımı. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 20
Osmanlılık * Osmanlı olma durumu. osmiyum * Mavi renkte, 2700° C de eriyen, plâtin filizlerinde bulunan çok kırılgan bir element. Kısaltması os. osmiyumlu * Bileşiminde osmiyum içeren (madde). osteololi * Kemik bilimi. osurgan * Çok yellenen. osurgan böceği * Kendisini, çıkardığıpis bir koku ile savunan bir böcek (Brachynus crepitans). osurma * Osurmak işi. osurmak * Yellenmek. osuruğu cinli * Çabuk ve olmayacak şeylere bile kızıp öfkelenen kimse. osuruk * Yellenme. oşinografi * Okyanus ve denizlerin fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleri üzerine deneysel araştırmalar yapan bilim
kolu, ana deniz bilimi.ot * Toprak üstündeki bölümleri odunlaşmayıp yumuşak kalan, ilkbaharda bitip, bir iki mevsim sonra kuruyan
küçük bitkilere verilen ortak ad.
* Ağı, zehir.
* İlâç.
* Otla yapılmışveya otla doldurulmuş.
* Esrar.ot tutunmak * vücuttaki istemneyen kıllarıdüşürmek için ilâç sürünmek. ot yiyenler * Bitki yiyerek beslenenler. ot yoldurmak * çok zor bir işgördürmek, çok uğraştırmak. otacı * Hekim. otacılık * Hekimlik. otağ * Büyük ve süslü çadır. otak * Bkz. otağ. otakçı * Otağyapan veya satan kimse.
* Orduda otağkuran er.otalama * Otalamak işi. otalamak * Zehirlemek, ağılamak.
* Otamak.otama * Otamak işi, tedavi. otamak * İlâç vererek hastalığı iyi etmeye çalışmak, tedavi etmek. otantik * Gerçek olan, gerçeğe veya aslına dayanan, orijinal, mevsuk. otarma * Otarmak işi veya durumu. otarmak * Otlatmak. otarsi * Bir ülkede ekonomik alandaki ihtiyaçlarıkendi kendine karşılamaya yönelen tutum. otarşi * Bkz. otokrasi. otçu * Köylerde hekimlik yapan kimse. otçul * Otla beslenen (hayvan). otel * Yolcu ve turistlere geceleme imkânı sağlamak, bunun yanında yemek, eğlence gibi türlü hizmetleri sunmak
amacıyla kurulmuşişletme.otelci * Otel sahibi kimse.
* Otel işleten kimse.otelcilik * Otel sahibi olma durumu.
* Otel işletme işi.otist * İçine kapanık, psikolojik sorunları olan kimse. otizm * İçe yöneliklik. otlak * Hayvan otlatılan yer, salmalık, yayla, mera. otlakçı * Para ve emek harcamadan başkalarının sırtından geçinen (kimse). otlakçılık * Başkalarının sırtından geçinme durumu. otlakiye * Osmanlıdöneminde, devlet malı otlaklarda yayılan hayvanlardan alınan vergi. otlama * Otlamak işi. otlamak * (hayvan) Dolaşarak yerdeki ot, çimen, yaprak vb.ni yemek, meşgul olmak, bulunmak.
* Para ve emek harcamadan başkalarının sırtından geçinmek.otlanma * Otlanmak işi. otlanmak * (hayvan) Otlamak.
* (otlak) Hayvanlar tarafından yenilmek.otlatılma * Otlatılmak işi. otlatılmak * Otlamaya bırakılmak. otlatma * Otlatmak işi. otlatma sistemi * Bir meradan beklenen maksimum yararı, özellikle vejetasyona devamlı bir zarar vermeden elde etmek ve
bununla birlikte meranın her tarafının aynıderecede otlatılmasını sağlamak için uygulanan bir otlatma plânı.otlatmak * Hayvanıveya sürüyü otlayabileceği bir yere götürmek, otlamaya bırakmak, otlamasını sağlamak. otlu * Otu olan. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 15
orducu * Savaşalanına gitmek için yola çıkan Osmanlı ordusunun her türlü ihtiyaçlarını sağlamak için birlikte giden
zanaatçılar ve esnafa topluca verilen ad.ordugâh * Ordunun konakladığıyer. ordusuz * Ordusu olmayan. orfoz * Hanigillerden, Ege ve Akdeniz’de bulunan, eti beyaz ve lezzetli, 10 kg dan 50 kg a kadar ağırlığı olan bir
balık türü (Epinepheles gigas).org * Klâvyeli büyük ve küçük borulardan yapılmış, körüklerden elde edilen havanın bu borulardan geçmesiyle
değişik ses tonlarıverebilen, genellikle kilise çalgısı, erganun.organ * Canlı bir vücudun, belirli bir görev yapan ve sınırlarıkesin olarak belirlenmiş bölümü, üye, uzuv.
* Bir görevi, bir işi yerine getirmekle yükümlü kuruluş.organ aktarımı * Bkz. organ nakli. organ nakli * İşlevini yitirmiş bir organın yerine sağlam bir organıkoyma, organ aktarımı, transplântasyon. organik * Organlarla ilgili, uzvî.
* Bir görevi yerine getirmekle yükümlü kuruluşla ilgili olan.
* Canlı, güçlü (ilişki).organik kimya * Karbon birleşiklerinin incelenmesini konu alan kimya bölümü. organik kütle * Birleşimindeki ögelerin büyük ve belirgin bölümü canlıvarlıklardan oluşan kayaç. organikçi * Organik kimya uzmanı. organizasyon * Düzenlemek işi, düzenleme, tertip.
* Devlet, idare, toplum vb.nin düzenleniş biçimi.
* Düzenli bir grup üyelerinin bütünü.
* Kuruluş, kurum, teşkilât.organizatör * Düzenleyici. organize * Düzenlenmiş, düzenli. organize etmek * düzenlemek. organize sanayi * Birbirini bütünleyen, değişik sanayi kollarının ve kuruluşlarının oluşturduğu işalanı. organize suç * Çeşitli kişi ve örgütlerce plânlanıp işlenen suç. organizma * Canlı bir varlığı oluşturan organların bütünü, uzviyet.
* Herhangi bir canlıvarlık.organlaşma * Organlaşmak işi. organlaşmak * (canlılar için) Organlar oluşmak. organlık * Organ olma durumu. organoleptik * Cisimlerin duyu organlarınıetkileme yeteneği. organtin * Seyrek dokunmuş, ince, sert bir kumaş.
* Bu kumaştan yapılmış.organze * İpek veya keten iplikle dokunmuş, tülbent inceliğinde bir çeşit kolalıkumaş.
* Bu kumaştan yapılmış.orgazm * Cinsel uyarım ve zevkin en yüksek noktası. orgcu * Org çalan sanatçı. orgeneral * Asıl görevi ordu komutanlığı olan rütbesi en yüksek general. orgenerallik * Orgeneralin rütbesi.
* Orgeneralin makamıve görevi.orijin * Soy sop.
* Köken, başlangıç, kaynak.orijinal * Özgün.
* Alışagelenden daha değişik, şaşırtıcınitelikte olan.
* Fabrikasınca yapılmışolan, taklit olmayan (araç ve gereç).
* Otantik.orijinalite * Özgünlük.
* Alışılagelenden değişik, şaşırtıcınitelikte olma durumu.orijinallik * Orijinal olma durumu, özgünlük. orkestra * Yaylıve üflemeli çalgılar topluluğu.
* Eski Yunan tiyatrolarında, sahne ve seyirciler arasındaki çember biçiminde koro yeri.
* Bazıtiyatroların birinci katında sahne veya perdeye en yakın koltuklara verilen ad.orkestracı * Orkestrada görevli kimse. orkestralama * Bir çalgıtopluluğu için yazılmışparçanın notalarını, çalgıların tınıfarklarını göz önünde tutarak, bu
topluluğu oluşturan çalgılar arasında paylaştırma sanatı.orkestralı * Orkestrası olan. orkestrasız * Orkestrası olmayan. orkide * Salepgillerden, çiçeklerinin güzelliği dolayısıyla camlıklarda yetiştirilen birtakım bitki türlerinin ortak adı. orkinos * Uskumrugillerden, boyu 2,5 m kadar olabilen, eti yenir bir balık, ton (Thunnus). orkit * Er bezlerinin iltihaplanıp şişmesi. orlon * Yapay dokuma ipliği.
* Bu iplikle dokunmuşkumaş.orman * Ağaçlarla örtülü genişalan; bu ağaçların bütünü. orman çayırı * Orman içerisindeki açıklıklarda veya orman ağaçlarının altında yetişen tabiî çayır. orman evi * Orman koruma memurunun evi. orman gibi * (saç, kaşvb. için) gür, çok. orman gülü * Avrupa, Asya dağlarında yetişen açelyaya benzer bitki. orman işletmesi * Ormanla ilgili işleri yürüten kamu kurumu. orman kebabı * Tas kebabına benzer bir çeşit et yemeği. orman kibarı * Ayı.
* Kaba, görgüsüz, bayağı(adam).