Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 2

    zahmetsiz * Sıkıntıçekilmeden, güçlükle karşılaşmadan yapılan, eziyetsiz, kolay, emeksiz.
    zahmetsiz rahmet olmaz * sıkıntı, güçlük çekmeden iyi ve güzel işler başarılamaz.
    zahmetsizce * Zahmetsiz bir biçimde, zahmet olmaksızın.
    zahter * Bir çeşit kekik (Thymus Longicaulis).
    zail * Yok olan, ortadan kalkan, sürekli olmayan.
    zail olmak * yok olmak, ortadan kalkmak.
    Zaireli * Zaire halkından olan kimse.
    zait * Çoğaltan, artıran.
    * Gereksiz.
    * Artı(+).
    zakkum * Zakkumgillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, çiçekleri beyaz veya pembe renkli, kışın yapraklarını
    dökmeyen zehirli bir ağaççık, ağıağacı(Nerium oleander).
    zakkumgiller * İki çeneklilerden, zakkum, Cezayir menekşesi gibi türleri içine alan familya.
    zakkumlaşma * Zakkumlaşmak işi veya durumu.
    zakkumlaşmak * Acılaşmak.
    zakkumlu * Zakkumu olan, zakkuma bulaşmış.
    * Acıveya üzüntü veren.
    zalim * Acımasız ve haksız davranan, kıyıcı, zulmeden.
    zalimane * Acımasız olarak, acımasız bir biçimde, acımasızca, zalimce.
    zalimce * Acımasız (olarak), acımasız (bir biçimde), acımasızca, zalimane.
    zalimlik * Zalim olma durumu veya zalimce davranış.
    zam * Bir şeyin fiyatınıartırma, bir fiyat üstüne yeni bir fiyat katma.
    zam gelmek * fiyatıartmak.
    zam görmek * fiyatıartırılmak.
    * ücreti artmak.
    zam paketi * Çeşitli tüketim mallarına toplu olarak yapılan zam.
    zam yapmak * söz konusu fiyatıartırmak.
    zaman * Bir işveya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit.
    * Bu sürenin belirli bir parçası, vakit.
    * Belirlenmişolan an.
    * Çağ, mevsim.
    * Bir işe ayrılmışveya bir işiçin alışılmışsaatler.
    * Dönem, devir.
    * Bir süre ile ilgili durum ve şartlar.
    * Fiillerin belirttikleri geçmişzaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, genişzaman kavramı.
    * Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan genişevrelerden her biri.
    * Güneşve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü.
    zaman almak * sürmek, devam edip zamanı geçirmek.
    zaman aşımı * Süre aşımı, müruruzaman.
    zaman ayarlı * Zamana uyumlu hazırlanmışolan.
    zaman belirteci * Zaman zarfı.
    zaman bırakmak * bir işiçin süre ayırmak.
    zaman bilimi * Tarihî olayların zamanını inceleme bilimi, kronoloji.
    zaman bilimsel * Zaman bilimi ile ilgili olan, kronolojik.
    zaman birimi * Tekrarlanan gök olaylarına dayanılarak seçilen zaman aralığı.
    zaman dizini * Tarihî olayların zaman bakımından sırası, kronoloji.
    * Gözlemlere dayanarak zaman ölçeğini belirleyen, tutulmaları, gezegenlerle ilgili önemli olayları, yıldızların
    yerlerini zaman sırasına göre veren bilim, kronoloji.
    zaman eki * Fiillerde kullanılan ve zaman kavramıveren ek: -ecek (gel-eceğ-im), -miş(piş-miş-ti), -iyor (sev-iyor), -di
    (gel-di) vb.
    zaman ile yarışetmek * kitle iletişim araçlarında en kısa zaman içinde haberi oluşturup yayın için hazırlamak.
    zaman kazanmak * Bkz. vakit kazanmak.
    zaman kollamak * bir işin sırasını beklemek.
    * uygun bir fırsat beklemek.
    zaman öldürmek * boşşeylerle vakit geçirmek.
    zaman tanımak * bir işiçin yeterli zaman vermek.
    zaman tüneli * Kesintisiz zaman dilimi.
    zaman vermek * bir işiçin belli bir süre ayırmak.
    zaman zaman * Belli olmayan zamanlarda, ara sıra, bazen.
    zaman zarfı * Bir fiilin anlamınızaman kavramı ile sınırlandıran zarf.
    zamana uymak * davranışlarını içinde bulunulan günün şartlarına uydurmak.
    zamandaş * Aynızamanda yapılan veya gerçekleşen.
    zamane * Çağ, devir.
    * (yakınma veya hafifseme yoluyla) Şimdiki zaman.
    zamane adamı * Bkz. günün adamı.
    zamane çocuğu * Çok bilmiş, akıllıçocuk.
    zamanıavlamak * uygun zamanı bulmak.
    zamanıdolmak * bir işiçin ayrılan süre sona ermek.
    zamanı geçirmek * oyalanmak.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 3

    zamanı geçmek * o şey artık gerekli ve yerinde olmaktan çıkmak.
    * mevsimi geçmek.
    zamanında * Eskiden.
    zamanla * Aradan süre geçtikçe, giderek.
    zamanlama * Zamanlamak işi.
    zamanlamak * Bir konuda en iyi sonucu almak için en iyi, en uygun süreyi belirlemek.
    * Bir işin sürdürülmesi için zamanıplânlamak.
    zamanlı * Uygun bir zamanda.
    * Ölçü bölümlü.
    zamanlızamansız * Gelişigüzel zamanlarda, vakitli vakitsiz.
    zamansız * Uygun olmayan bir zamanda (yapılan), vakitsiz.
    zamazingo * Zımbırtı.
    * Dost, metres.
    zambak * Zambakgillerden, 90-100 cm yüksekliğinde, güzel ve iri çiçekli, çok yıllık bir süs bitkisi (Lilium candidum).
    zambakgiller * Bir çeneklilerden, çiğdem, lâle, soğan, pırasa, zambak gibi bitkileri içine alan bir familya.
    Zambiyalı * Zambiya halkından olan kimse.
    zambur * Bkz. kambur zambur.
    zamir * İç yüz, iç.
    * Kişi, özlük, gösterme, soru ve belirsizlik kavramlarıvererek, varlıkların yerini tutan kelime, adıl.
    zamk * Akasya, kitre, sütleğen gibi bazıağaçların kabuklarından sızarak donan, renksiz veya sarıkırmızımtırak
    renkte amorf madde; eriyiği yapıştırıcı olarak kullanılır.
    zamk ağacı * Akasya, mimoza gibi zamk veya reçineli zamka benzeyen maddeler veren okaliptüslere ve daha birçok
    ağaca verilen ad.
    zamk akasyası * Bkz. zamk ağacı.
    zamk hastalığı * Bol miktarda zamk salgılama sonucu ortaya çıkan hastalığa verilen ad.
    zamkıarabî * Bkz. Arap zamkı.
    zamkinos * Adı birden hatırlanamayan küçük, değersiz şeyler için kullanılır.
    * Dost, metres.
    * Kaçma.
    zamkinos etmek * kaçmak, savuşmak.
    zamklama * Zamklamak işi veya durumu.
    zamklamak * Zamk sürmek.
    zamklanma * Zamklanmak işi veya durumu.
    zamklanmak * Zamklamak işini konu olmak veya zamklamak işi yapılmak.
    zamklı * Üstüne zamk sürülmüş.
    zamklıkâğıt * Bir tarafıyapıştırılmak amacıyla zamklanmışkâğıt.
    zamlanma * Zamlanmak işi veya durumu.
    zamlanmak * Fiyatıyükselmek.
    zamme * Ötre.
    zammetme * Zammetmek işi.
    zammetmek * Katmak.
    zampara * Sürekli kadın peşinde koşan erkek, çapkın erkek.
    zamparalık * Zampara olma durumu veya zamparaya yakışır davranış.
    zamparalık etmek * çapkınlık etmek, kadın peşinde koşmak.
    zan * Sanma, sanı.
    zan altında bulunmak * bir şeyle suçlanmak, sanık durumunda olmak.
    zanaat * İnsanların maddeye dayanan ihtiyaçlarınıkarşılamak için yapılan, öğrenimle birlikte tecrübe, beceri ve
    ustalık gerektiren iş, sınaat.
    * El ustalığı isteyen işler.
    zanaatçı * Belli bir zanaatla uğraşan, bir zanaatımeslek edinen emekçi, zanaatkâr.
    zanaatçılık * Küçük girişimci ve işçi niteliklerinin yanısıra son derece sınırlı bir el emeğinin yardımıyla işgörenlerin
    durumu, zanaatkârlık.
    zanaatkâr * Zanaatçı.
    zanaatkârlık * Zanaatçılık.
    zangır zangır * Güçlü sarsılmayıveya titremeyi anlatır.
    zangırdama * Zangırdamak işi veya durumu.
    zangırdamak * Güçlü bir ses çıkararak titremek veya sallanmak.
    zangırdatma * Zangırdatmak durumu.
    zangırdatmak * Zangırdamasına yol açmak.
    zangırtı * Güçlü titremeyle oluşan ses; gürültü.
    zangoç * Kilise hizmetini gören ve çan çalan kimse.
    zangoçluk * Zangoç olma durumu veya zangocun görevi.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 7

    zehir zıkkım * Son derece ağır, acı.
    zehir zıkkım olsun * ilenme olarak kullanılır.
    zehirleme * Zehirlemek işi veya durumu.
    zehirlemek * Öldürmek amacıyla (yedirmek, içirmek vb. yollarla) zehir vermek, ağılamak.
    * Birine zararlıdüşünceler, zararlıduygular aşılamak.
    zehirlenme * Zehirlenmek durumu.
    * Yılan, arıvb. sokmasısonucu görülen hastalık.
    zehirlenmek * Zehirlemek işi yapılmak veya zehirlemek işine konu olmak, ağılanmak.
    * Zararlıdüşünceler edinmek.
    zehirli * Zehiri olan.
    * Zararlı(duygu, düşünce vb.).
    zehirli gaz * Zehirleyici özelliği bulunan gaz.
    zehirlilik * Zehirli olma durumu.
    zehirsiz * Zehirli olmayan.
    zehretme * Zehretmek durumu.
    zehretmek * Tatsızlık çıkarıp üzüntüye yol açmak, bunaltmak, acıvermek, sıkmak, üzmek.
    zehrolma * Zehrolmak durumu.
    zehrolmak * Zevk almak umulurken üzüntü ile karşılaşmak.
    zekâ * İnsanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin
    tamamı, anlak, dirayet, zeyreklik, feraset.
    zekâ bölümü * Bir kimsenin zihin gücünün hangi düzeyde bulunduğunu gösteren değer.
    zekâ geriliği * Türlü sebeplerle zihnin görevini yapmakta gösterdiği sürekli yavaşlama, duraklama ve gerileme durumu.
    zekâ testi * Bir kimsenin doğal yeteneğini veya genel yaşantılar yoluyla gelişen kişiliğini ölçmek için hazırlanmışolan
    testler.
    zekâ yaşı * Bir zekâ testinden elde edilen puanın, o zekâ testinin ortalamasına göre gösterdiği yer.
    zekâ yeteneği * Bir kimsenin zihin gücü ve kabiliyeti.
    zekât * Müslümanlıkta, sahip olunan mal ve paranın kırkta birinin, her yıl sadaka olarak dağıtılmasınıöngören
    İslâmın beşşartından biri.
    zekât vermek * Müslümanlıkta, sahip olunan mal ve paranın kırkta birlik payınısadaka olarak dağıtmak.
    zekâvet * Çabuk anlama ve kavrama, zeyreklik, zekâ.
    zeker * Erkeklik organı, kamış.
    Zekeriya sofrası * Bir dileğin gerçekleşmesi için kırk çeşit yiyecekle hazırlanan sofra.
    zeki * Anlama, kavrama yeteneği olan, zekâsı olan, anlak, zeyrek.
    * Çabuk ve kolay kavrayan.
    * Zekâ varlığı gösteren.
    zekice * Zeki olarak, zekiye uygun bir biçimde.
    zelil * Hor görülen, aşağıtutulan, aşağılanan.
    zelil etmek * aşağılamak, hor görmek, önem ve değer vermemek.
    zelil olmak * hor görülmek, aşağılanmak.
    zelve * Çift öküzünün boyunduruktan çıkmaması için boynunun iki yanından boyunduruğa, aşağıya doğru
    geçirilen çubuk.
    zelzele * Deprem.
    zem * Bir kimseyi kötüleme, yerme, yergi.
    zembereği boşalmak (veya boşanmak) * zembereği kurulmaz duruma gelmek.
    * kendini tutamayarak uzun uzun ve sesli gülmek.
    zemberek * Saatlerin çeşitli parçalarını harekete geçiren yay.
    * Kapılara takılan yaylıkapama düzeneği.
    * Hayvan sırtında taşınabilen küçük top.
    * Çelik veya pirinçten yapılmışok.
    zemberek gibi * birdenbire, âniden.
    zemberek kurulmak * durum kızışmak.
    zemberek kutusu * Zembereği muhafaza etmek için yapılan kutu.
    zemberek otu * Atkuyruğu.
    zemberekçi * Yeniçerilerin zemberek kullanan askerlerine verilen ad.
    zemberekli * Zembereği olan.
    zembil * Hasırdan örülmüşsaplıtorba.
    zembil otu * Buğdaygillerden, ayrık otuna benzeyen, çorak yerlerde yetişen bitki (Briza).
    zemheri * Kışın en şiddetli zamanı, kara kış.
    zemheri zürafası * Kışın ince giysi ile gezenler için söylenir.
    zemin * Taban, döşeme, yer.
    * Kumaş, süslü kâğıt, halı, yer muşambası, tablo gibi desenli nesnelerde, biçimlerin üzerinde yer aldığırenk.
    * Temel, dayanak.
    * Yeryüzü, dünya.
    zemin hazırlamak * uygun ortam yaratmak.
    zemin kat * Bkz. zemin katı.
    zemin katı * Yer katı.
    zemin ve zamana uygun * konuya, içinde bulunulan şartlara uygun.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 15

    zilve * Bkz. zelve.
    zilyet * Sahibi kendisi olsun olmasın bir malıkullanmakta olan, elinde tutan kimse, eldeci.
    zilyetlik * Bir malıkullanmakta olma durumu.
    zimamdar * Yönetici, iş başında bulunan kimse.
    zimmet * Üstünde olan şey.
    * Bir ticaret kuruluşunun borçlarının tümü.
    zimmetine geçirmek * bir hesabı birinin borcuna eklemek.
    zimmetine geçirmek * kendisine bırakılmışparayıkendine mal etmek veya harcamak.
    zimmî * İslâm Devleti tebaasında olan ve haraç veren Hristiyanlar, Yahudiler.
    * Zimmete ilişkin.
    zina * Aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasındaki cinsel ilişki.
    zincifre * Kırmızırenkli doğal cıva sülfür.
    * Kırmızıkurşun oksidin veya sülüğenin eski adı.
    zincir * Birbirine geçmiş bir sıra metal halkadan oluşan bağ.
    * Art arda gelen şeylerin oluşturduğu dizi.
    * Kesintisiz süren olaylar, sebep vb. dizisi.
    * Hükümlülerin eline, ayağına vurulan demir bağ, pranga.
    zincir gibi * art arda sıralanmışşey.
    zincir vurmak * prangaya vurmak.
    zincire vurmak * prangaya vurmak.
    zincirleme * Zincirlemek işi veya durumu.
    * Birbirini izleyen, art arda gelen, müteselsil, teselsül.
    zincirleme isim tamlaması * Bir isim tamlamasının ikinci bir isim tamlamasıkurması.
    zincirleme kaza * İki veya daha çok aracın trafik kazasına karışmasıdurumu.
    zincirleme sıfat tamlaması * Bir sıfat tamlamasına çoğu kez “-li” bazen de “-siz” veya 3. kişi iyelik eki getirilerek kurulan ikinci bir sıfat
    tamlaması.
    zincirleme tepkime * Birden fazla tepkimenin yarattığıdurum.
    zincirlemek * Zincirle bağlamak.
    * Art arda, peşpeşe gelmek.
    zincirlenme * Zincirlenmek durumu.
    zincirlenmek * Zincirle bağlanmak.
    * Art arda, peşpeşe sıralanmak.
    * Birbirine sıkıca bağlanmak.
    zincirli * Zincirle bağlı.
    * Zinciri olan.
    zindan * Tutuklu veya hükümlülerin içine konulduğu kapalıyer.
    * Çok karanlık ve sıkıntılıyer.
    zindan etmek * (bir yeri) yaşanmaz, huzursuz, rahatsız, zevk alınmaz bir duruma getirmek.
    zindan gibi * karanlık veya iç sıkıcı(yer).
    zindan kesilmek * çok karanlık duruma gelmek.
    * çok sıkıcıve içinde yaşanmaz duruma gelmek.
    zindan olmak * yaşanmaz, huzursuz, rahatsız, zevk alınmaz duruma gelmek.
    zindancı * Zindan bekçisi.
    zindandelen * Palamut balığının iki kilodan büyük olanına verilen ad.
    zinde * Dinç, canlı, diri, sağlam.
    zinde kuvvet * Taze kuvvet.
    * Güçlü, donanımlı, yıpranmamış, etkili kişi veya kurum.
    zinde tutmak * genç ve diri kalmasını sağlamak.
    zindeleşme * Zindeleşmek işi veya durumu.
    zindeleşmek * Zinde duruma gelmek.
    zindelik * Dinçlilik, canlılık, sağlamlık.
    zinhar * Sakın, asla, olmasın!.
    zir * Alt, aşağı.
    -zir- * emmek fiilinin ettirgen çatısınıkuran ek.
    zira * Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan ve uzunluğu 75-90 cm arasında değişen bir uzunluk ölçüsü.
    zira * Çünkü, şundan dolayı.
    ziraat * Çiftçilik, tarım.
    ziraatçı * Tarımcı.
    ziraatçılık * Tarımcılık.
    ziraî * Tarımla ilgili, tarımsal.
    ziraî işletme * Tarımla ilgili işleri düzenleyen kuruluş.
    zirkon * Zirkonyum’un doğal durumunda bulunan en önemli birleşiği; renksiz, sarı, yeşil, kahverengi türleri olan
    doğal ve saydam, değerli taş.
    * Erime noktası2700°C ye yaklaşan, ateşe çok dayanıklı, beyaz renkli, katı, zirkonyum birleşiği, (ZrO2).
    zirkonyum * Atom numarası40, atom ağırlığı91,22, yoğunluğu 6,25, siyah toz biçiminde bir element. KısaltmasıZr.
    zirve * Doruk, tepe.
    * En üst aşama.
    zirve (veya doruk) toplantısı(veya konferansı) * devlet ve hükûmet başkanlarıveya en yetkili ve uzman diplomatlar düzeyinde yapılan toplantı.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 4

    zanka * İki atlıkızak.
    zanlı * Sanık.
    zannetme * Zannetmek durumu.
    zannetmek * Sanmak.
    zanneyleme * Zanneylemek işi veya durumu.
    zanneylemek * Zannetmek.
    zannına düşmek * sanmak.
    zannolunma * Zannolunmak işi veya durumu.
    zannolunmak * Öyle sanılmak.
    zaparta * Saparta.
    zaping * Geçgeç.
    zappino * Geçgeç.
    zapt * Zor kullanarak ele geçirme.
    * Tutma, hâkim olma.
    * Bkz. zabıt.
    zapt etmek * zorla almak.
    * tutmak.
    * bir şeyi güç kullanarak önlemek.
    * yazıya geçirmek.
    * hatırında tutmak.
    * anlamak, kavramak, bütünüyle öğrenmek.
    zaptiye * Osmanlıİmparatorluğunda toplum güvenliğini sağlamakla görevli askerî polis kuruluşu.
    * Bu kuruluştan olan er.
    zaptiye memuru * Zabtiye.
    zapturapt * Sıkıdüzen, disiplin.
    zapturapt altına almak * düzeni ve disiplini sağlamak.
    zar * İnce perde veya örtü.
    * Kadınların örtündükleri çarşaf, car.
    * İnce ve yumuşak yaprak durumundaki organlara ve organ bölümlerine verilen ad; epitelyum örtüsünün
    özelliklerine göre bu organlara sümüksü veya telsi zar denir.
    * Birbirine sımsıkıyapışık hücre veya moleküllerden oluşan ve bitkilerin çeşitli bölümlerini bir kın gibi saran
    ince tabaka.
    zar * Tavla ve başka oyunlarda kullanılan kemik, fil dişi, plâstik gibi maddelerden küp olarak yapılan ve altı
    yüzünde, birden altıya kadar benekler bulunan oyun aracı.
    zar almak * oyunu kazanmak.
    zar atmak * zarıhızla yuvarlamak.
    * kader ile oynamak, geleceği için plân uygulamak.
    zar gelmek * şansı iyi olmak.
    zar gibi * çok ince, saydam.
    zar kanatlılar * Arı, karınca gibi eklem bacaklıları içine alan, kanatlarızar gibi saydam ve az damarlı olan hayvanlar takımı.
    zar kesmek * Bkz. zarını bozmak.
    zar tutmak * istediği sayıyı getirmek için, atmadan önce zarıparmaklar arasında düzene sokmak.
    zar zor * Güçlükle, zorla, dara dar; kıt kanaat.
    zarafet * İncelik, güzellik, zariflik.
    zarar * Bir şeyin, bir olayın yol açtığıçıkar kaybıveya olumsuz, kötü sonuç, dokunca, ziyan, mazarrat.
    zarar çekmek * zarara uğramak.
    zarar etmek * alışverişte elindekinin bir bölümünü boşuna elden çıkarmak, yitirmek.
    zarar gelmek * kötülük gelmek.
    zarar görmek * kötü sonuca uğramak.
    zarar vermek * kötülük etmek.
    zarara sokmak * Bkz. zarar vermek.
    zarara uğramak * kötü bir durumla karşılaşmak.
    zararda olmak * alışverişte kâr elde edememek.
    * kötü duruma düşmek.
    zararıdokunmak * kötülüğe uğratmak.
    zararı olmamak * kötü sonuç vermemek, kötülüğe yol açmamak.
    zararıyok * özür dileyenlere karşılık olarak bağışlandığını, olayın pek önemli olmadığını bildirmek için söylenir.
    zararına * Zarar ederek.
    zararlı * Zarar veren, zararıdokunan, dokuncalı, muzır, tahripkâr.
    zararlıçıkmak * bir işin sonunda değerli sanılan bazışeyleri yitirmek.
    * zarar etmek.
    zararsız * Zarar vermeyen, zararıdokunmayan.
    * Oldukça iyi.
    zarcı * Zar oyunu oynayan kimse, kumarcı.
    zarf * Kap, kılıf, sarma.
    * İçine mektup veya başka kâğıtlar konulan kâğıttan kese.
    * İçine fincan veya bardak oturtulan metal kap.
    * Bir fiilin, bir sıfatın veya bir zarfın anlamınızaman, yer, ölçü, nitelik, soru kavramları bakımından etkileyen
    kelime, belirteç: Az yaşamıştı. Geç kalınca utandı gibi.
    zarfçı * Tenha bir yolda yere zarf bırakan, sonra da zarfı bulup alan kimseyi suçlayarak ve onun üstünü başınızorla
    arayarak zarf içindeki parayıve o arada el çabukluğuyla diğer değerli şeyleri de alan hırsız, papelci.
    zarfçılık * Yere zarf atarak bulanısoyma yoluyla yapılan hırsızlık, papelcilik.
    zarffiil * Zarf olarak kullanılan fiil soyundan kelime, gerundium.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 5

    zarffiil grubu * Birden fazla kelimeden oluşan zarffiil.
    zarfında * Belli bir sürede, belli bir süre içinde.
    zarflama * Zarflamak işi veya durumu.
    zarflamak * Zarf içine koymak.
    zarflanma * Zarflanmak işi veya durumu.
    zarflanmak * Zarf içine konulmak.
    zarflı * Zarfı olan.
    * Zarf denilen, metal kabı olan.
    zargana * Uskumrumsugillerden, 40-60 cm boyunda, vücudu silindir biçiminde, gaga gibi ince, uzun, sivri ağızlı bir
    balık (Belone belone).
    zarını bozmak * (tavla oyununda) oyuncu, yenilmesini, yanına oturan kimseden bilmek.
    * atılan zarıkarşıdaki oyuncu, eliyle karıştırmak.
    zari zari * İnleyerek.
    * Hüngür hüngür.
    zarif * Çekicilik, biçim, görünüş, durum ve davranışlarıyla hoşa giden, beğenilen.
    * (dil, konuşma vb. için) Beğenilir ve nükteli.
    * Hoşa gider bir biçimde konuşan.
    zarifane * Zarife yakışır biçimde, zarifçe.
    zarifçe * Hoşça, güzelce.
    zariflik * Zarif davranışveya zarif olma durumu, incelik, zarafet.
    zarp * Bkz. darp.
    * Güçlü, şiddetli etki.
    zarplı * Etkisi güçlü olan.
    zarsı * Zara benzeyen, zar görünüşünde olan.
    zart zurt * Kendini önemli kişi olarak göstermek için yüksekten atıp tutarak çıkışma, kaba kuvvet gösterisi.
    zart zurt etmek * yüksekten atıp tutarak çıkışmak, kaba kuvvet gösterisinde bulunmak.
    zarta * Yellenme.
    zartayıçekmek * ölmek.
    zaruret * Mecburiyet, gereklilik, zorunluluk, zorunluk.
    * Sıkıntı, yoksulluk, fakirlik.
    zarurî * Mecburî, zorunlu, gerekli.
    zat * Kimse, kişi.
    * Kendi, öz.
    zat işleri * Özlük işleri.
    zata mahsus * Kişiye özel.
    zaten * Doğrusu, doğrusunu isterseniz, aslında, esasen.
    zatıâlileri * “Saygın kişiliğiniz” anlamında bir hitap sözü.
    zatıâliniz * “Saygın kişisiniz” anlamında bir hitap sözü.
    zati * Zaten.
    zatî * Kendine özgü, kişiye ilişkin, kişisel, özel.
    * Zaten.
    zatülcenp * Akciğer zarının iltihabı, satlıcan.
    Zatülkürsî * Altıkardeştakım yıldızı.
    zatürree * Sancı, ateşve öksürükle beliren, tehlikeli bir akciğer iltihabı, batar.
    zavallı * Acınacak kadar kötü durumda bulunan, mutsuz.
    * Gücü bir şeye yetmeyen, âciz.
    zavallılık * Zavallı olma durumu.
    zaviye * Köşe.
    * Küçük tekke.
    * Anlayış, görüş.
    * Açı.
    zaviyevî * Bkz. açısal.
    zavurt * Bkz. avurt zavurt etmek.
    zayıf * (insan, hayvan için) Eti, yağıaz olan, sıska, cılız, arık.
    * Görevini yapacak yeterli gücü olmayan.
    * Sağlamlığı, dayanıklılığı olmayan.
    * Bilgi yönünden yeterli olmayan, yeteneksiz.
    * Kişilik ve ruhsal yönden gereği kadar güçlü olmayan.
    * Önemli, güvenilir olmayan.
    * Enerjisi, etkisi, yoğunluğu az olan.
    zayıf düşmek * zayıflamak.
    * güçsüzleşmek.
    zayıf düşürmek * güçsüz duruma getirmek.
    zayıf nahif * Çok zayıf.
    zayıf sesli * Sesi pek duyulmayan.
    zayıf yerinden yakalamak * güçsüz, eksik ve yanlış bir tutum ve davranışıyüzünden zor durumda bırakmak.
    zayıflama * Zayıflamak işi veya durumu.
    * Hastalık, bakımsızlık veya rejimle şişmanlığın azalması.
    zayıflamak * Zayıf duruma gelmek.
    zayıflatma * Zayıflatmak işi veya durumu.
    zayıflatmak * Zayıf olmasına yol açmak.
    zayıflayış * Zayıflamak işi veya biçimi.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 6

    zayıflık * Zayıf olma durumu.
    zayi * Yitmiş, kaybolmuşolan, yitik, kayıp.
    * Yok olmuş, elden çıkmış, mahvolmuş.
    * İşe yaramayan, yararsız, boş.
    * Kaybolma, yitme, zarar, ziyan.
    zayi etmek * yitirmek, kaybetmek.
    zayi olmak * yitmek, kaybolmak.
    zayiat * Yitikler, kayıplar.
    zayiat verdirmek * kayba uğratmak, zarar ziyan vermek.
    zayiat vermek * kayba uğramak, zarar ziyan görmek.
    zayiçe * Yıldızların, belli bir zamandaki yerlerini, durumlarını gösteren çizelge.
    zayiçesine bakmak * bir inanışa göre, yıldızlara bakarak birinin gelecekteki talihini anlamak.
    zeamet * Tımar.
    zeban * Dil, lisan.
    zebanî * Cehennem bekçisi.
    * Zebellâ.
    zebanzet * Söylenen, söylenir olan, herkesçe kullanılan (söz).
    zebellâ * Çok iri yarıkimse.
    zebercet * Sarırenkte ve cam parlaklığında, doğal demir ve magnezyum silikat, krizolit.
    zebra * Tek parmaklılardan, ata benzeyen, derisi çizgili, Afrika’da yaşayan memeli hayvan (Equus zebra).
    zebun * Güçsüz, zayıf, âciz.
    zebun etmek * güçsüz bırakmak, zavallıduruma düşürmek veya getirmek.
    zebun kalmak * güçsüz, zavallıdurumda bulunmak.
    zebun olmak * güçsüz duruma düşmek.
    zebunküş * Güçsüze acımayan, zavallılarıezen.
    zebunküşlük * Zebunküşolma durumu.
    zebunlaşma * Zebunlaşmak durumu.
    zebunlaşmak * Zebun bir duruma gelmek, zayıflamak.
    zebunluk * Zebun olma durumu.
    zebunu olmak * birini çok sevmek, ona aşırıdüşkün olmak.
    Zebur * Tanrıtarafından Davut Peygamber’e gönderildiğine inanılan kutsal kitap.
    zecir * Yaptırmama, yasaklama.
    * Zorlama, bir işi zorla yaptırma.
    * Eziyet etme.
    zecren * Yasaklayarak.
    * Zorlayarak.
    * Eziyet ederek.
    zecrî * Zorlayıcı, zorlayan, yasaklayan.
    zecrî tedbir * İstenileni zorla yaptırmak için başvurulan yol, zorlayıcıönlem.
    zedeleme * Zedelemek işi veya durumu.
    zedelemek * Berelemek.
    * Zarar vermek.
    zedeleniş * Zedelenme durumu.
    zedelenme * Zedelenmek durumu.
    zedelenmek * Vurma, çarpma, delme sonucu berelenmek, ezilmek.
    * Zarar görmek.
    zedeli * Zedelenmiş.
    zedesiz * Zedelenmemiş.
    zefir * Genellikle gömlek yapmakta kullanılan, çizgili, ince bir pamuklu kumaş.
    zefir * Soluk verme.
    zehaba kapılmak * kuruntuya düşmek, vesveselenmek.
    zehap * Sanma, sanı, zannetme.
    zehapta bulunmak * vesveseye kapılmak, kuruntu içinde olmak.
    zehir * Organizmaya girince kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyıöldürebilen
    madde, ağı, sem.
    * Büyük üzüntü, acı, keder, sıkıntı.
    zehir gibi * çok acı.
    * çok soğuk (hava).
    * çok becerikli, usta.
    * çok üstün.
    zehir hafiye * Göz açtırmaz, sert kimse.
    * Olaylarıen ince veya gizli noktalarına kadar bilen veya araştıran kimse.
    zehir kesilmek * çok acıve yakıcı olmak.
    * aşırıkaranlık, ümitsizlik, sıkıntı oluşmak.
    zehir olmak * üzülmek, bunalmak, acıçekmek.
    zehir saçmak * çevreye kötü propaganda yapmak veya insanları olumsuz davranışlara yönlendirmek, tahrik etmek, ortalığı
    karıştırmak.
    zehir zemberek * Son derece acı.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 8

    zeminde * konuda.
    zeminli * Zemini olan.
    zeminlik * Yer altı barınağı.
    zemmetme * Zemmetmek işi veya durumu.
    zemmetmek * Yermek, kınamak, kötülemek, çekiştirmek.
    zemzem * Kâbe yakınında bulunan bir kuyu.
    * Bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu.
    zemzem kuyusuna işemek * ünlü olsun, adıanılsın diye herkesi iğrendirip kızdıran kötü bir işyapmak.
    zemzem suyu * Bkz. zemzem.
    zemzem suyu ile yıkanmak * hiçbir suçu veya günahı olmamak.
    zemzemle yıkanmışolmak * biri, ötekine göre çok iyi nitelikte olmak.
    zen * Kadın.
    zencefil * Zencefilgillerden, Hindistan ve Malezya’da yetişen, yaklaşık 100 cm yüksekliğinde, kamışgörünüşünde,
    çok yüksek ve otsu bir bitki (Zingiber officinale).
    * Bu bitkiden elde edilen ve baharat olarak kullanılan toz.
    zencefilgiller * Bir çeneklilerden, zencefil, kakule, zerdeçal gibi ıtırlı bitkileri içine alan bir familya.
    zencerf * Zincifre.
    zenci * Siyah ırktan olan kimse, siyahî.
    * Fellâh, Arap.
    zencir * Bkz. zincir.
    zencirek * Cilt kapağındaki ince çizgiler.
    zendost * Kadınlara düşkün olan, zampara, kadıncıl.
    zendostluk * Kadınlara düşkünlük, zamparalık.
    zengin * Parası, malıçok olan, varlıklı.
    * Yararlıveya kendisinden beklenilen, istenilen nitelikleri çok olan.
    * Verimli.
    * Gösterişli.
    zengin arabasınıdağdan aşırır, fakir düz ovada yolunu şaşırır * zengin, para gücüyle güçlükleri yenerken, yoksul, parasızlık yüzünden en kolay bir işi bile başaramaz.
    zengin erki * Plutokrasi.
    zengin etmek * çok mal ve para sahibi yapmak.
    zengin kafiye * Dizelerdeki uyaklarda ikiden çok ses arasındaki uyumluluk.
    zengin olmak * çok mal ve para edinmek.
    zenginin malızüğürdün çenesini yorar * birinin zenginliğinden çok söz etmenin gereksizliğini, yersizliğini belirtmek için söylenir.
    zenginleme * Zengin duruma gelme.
    zenginlemek * Zengin duruma gelmek.
    zenginleşme * Zenginleşmek işi veya durumu.
    zenginleşmek * Zengin duruma gelmek.
    zenginleştirme * Zenginleştirmek işi veya durumu.
    zenginleştirmek * Zengin duruma getirmek, zenginleşmesini sağlamak.
    zenginlik * Zengin ve varlıklı olma durumu.
    zenne * Kadın (eşyası).
    * Orta oyununda veya Karagöz’de kadın rolüne çıkan erkek oyuncu.
    zenneci * Kadın eşyasısatan kimse.
    zennelik * Zenne rolü.
    * Kadınlara yarar (eşya).
    zenneye çıkmak * orta oyununda erkek oyuncu, kadın rolüne çıkmak.
    zephiye * Kesim evinde kesilen hayvanlar için kasapların ödedikleri vergi.
    zeplin * Çoğunlukla hidrojen veya helyumla şişirilmişgüdümlü balon.
    zer * Altın.
    zeravent * Çok yıllık, otsu veya çalı biçiminde bir bitki, loğusa otu, kaba kulak otu, kara asma, kurtluca (Aristolochia).
    zerdali * Kayısıağacının Akdeniz ülkelerinde yetiştirilen küçük meyveli bir türü (Armeniaca vulgaris).
    * Bu ağacın sarı, etli ve tadıacıçekirdekli meyvesi.
    zerde * Safranla renk ve koku verilen bir çeşit şekerli pirinç peltesi.
    zerdeçal * Zencefilgillerden, kök saplarından safranıandıran boyalı bir madde çıkarılan, yapraklarısivri uçlu, çiçekleri
    sarırenkte, çok yıllık bir bitki, Hint safranı, sarı boya (Curcuma longa).
    zerdeva * Ağaç sansarı(Martes).
    Zerdüştçülük * İsa’dan önce VII. yüzyılda Zerdüşt tarafından düzenlendiği ileri sürülen, temel ilkeleri, iyilik (aydınlık) ve
    kötülük (karanlık) olan din.
    Zerdüştî * Zerdüşt’ün kurduğu dinden olan (kimse).
    * Bu dinle ilgili olan.
    zerk * Bir sıvıyışırınga ile verme, içitme, içitim.
    zerk etmek * bir sıvıyışırınga vb. ile vermek, içitmek.
    zerre * Çok küçük parçacık.
    * Molekül.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 9

    zerre kadar * en küçük biçimde, hiç.
    zerre kadar … olsaydı * çok az olsun … olsaydı.
    zerresi (veya zerre kadar eseri) kalmamak (olmamak veya yok) * hiç bulunmamak, tükenmek, yok olmak.
    zerrin * Altından yapılmış.
    * Altın rengi, sarı.
    * Fulya.
    zerzevat * Sebze, göveri, göverti, sebzevat.
    zerzevatçı * Zerzevat satan kimse, sebzeci.
    zerzevatçılık * Zerzevatçının işi, sebzecilık.
    zevahir * Bir şeyin dışardan görünüşü, dışyüz, görünüm.
    zevahiri kurtarmak * bir işi gereği gibi değil, yapılıyor dedirtmek için üstünkörü yapmak.
    * Bkz. görünüşü kurtarmak.
    zeval * Yok olma, yok edilme.
    * Suç, kabahat, sorumluluk, mesuliyet.
    * Bozulma.
    * Öğle.
    zeval bulmak (veya zevale ermek) * bozulup yok olmak, çökmek.
    zeval vakti * Gün ortası, öğle vakti.
    zeval vermek * zarar vermek veya yok etmek.
    zeval vermemek * korumak.
    zevale yüz tutmak * bozulmaya, alçalmaya, yok olmaya başlamak, dönelmek.
    zevalî * Zeval ile ilgili.
    zevali olmak * zararı olmak, zararıdokunmak.
    zevalî saat * Öğle vakti, 12.00’yi başlangıç olarak alan saat.
    zevalsiz * Yok olmayan, ortadan kalkmayan, bitmeyen, kalımlı.
    zevat * Kişiler, zatlar.
    zevce * Erkeğin nikâhlandığıkadın, karı, eş, refika.
    zevcelik * Zevce olma durumu, karılık, eşlik.
    zevç * Kadının nikâhlandığıerkek, koca, eş.
    zeveban * Erime.
    zeveban etmek * erimek.
    zevk * Hoşa giden veya çekici bir şeyin elde edilmesinden, düşünülmesinden doğan hoşduygu, haz.
    * Güzeli çirkinden ayırt etme yetisi, beğeni.
    * Hoşa giden ve eğlendiren şey.
    * Tat, lezzet.
    * Eğlence.
    zevk almak (veya duymak) * hoşlanmak, beğenmek.
    zevk ehli * Eğlenmeyi seven kişi.
    zevk etmek * eğlenmek.
    zevk için * yalnız eğlenmek için.
    * alay etmek için.
    zevki çıkmak * hoşa gitmek.
    zevkinde olmak (veya zevkine bakmak) * yalnız kendi eğlencesini düşünmek.
    zevkine gitmek * hoşuna gitmek.
    zevkine varmak * bir şeyin tadını gereği gibi duymak.
    zevkini çıkarmak * ondan olabildiği kadar zevk sağlamak.
    zevkini okşamak * o şeyden hoşlanmak.
    zevkiselim * En yüksek zevk.
    zevkiselim sahibi * Beğenme ve algılama yeteneği tam olan.
    zevklenme * Zevklenmek durumu.
    zevklenmek * Zevk duymak, hoşlanmak.
    * Bir kimse ile alay etmek, eğlenmek.
    zevkli * Beğenilen, hoşa giden.
    * Beğenisi olan (kimse).
    zevkli gelmek * hoşlanmak.
    zevksiz * Beğenilmeyen, hoşa gitmeyen.
    * Beğenisi olmayan (kimse).
    zevksizlik * Zevksiz olma durumu.
    zevkten dört köşe olmak * çok sevinip keyiflenmek, aşırızevk duymak.
    zevkusefa * Eğlenme, eğlence.
    zevzek * Tatsız ve çok konuşan, geveze.
    zevzekçe * Zevzeğe yakışır (biçimde), zevzek gibi.
    zevzeklenme * Zevzeklenmek işi veya durumu.
    zevzeklenmek * Zevzeklik etmek.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 10

    zevzeklik * Zevzek olma durumu.
    * Zevzekçe konuşmak.
    zevzeklik etmek * zevzekçe konuşmak.
    zeybek * Özellikle BatıAnadolu efelerine verilen ad.
    * Bu kimselere özgü yerel oyun ve bu oyunun müziği.
    zeybek havası * Ege yöresine özgü bir müzik veya oyun türü.
    * Kısa ve net konuşma.
    zeyil * Ek.
    * Bir yazıya ek olarak katılan parça.
    * Bir eseri tamamlamak için sonradan yazılan ek eser.
    zeyrek * Anlayışlı, uyanık, zeki.
    zeyrek * Keten tohumu.
    zeyreklik * Anlayışlı, uyanık olma durumu, zekâ.
    zeytin * Zeytingillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, 10-20 m yüksekliğinde, dallarıdikensiz, yapraklarıkarşılıklı,
    küçük ve gümüşrenginde, uzun ömürlü bir ağaç (Olea europea).
    * Bu ağacın taze iken yeşil, sonradan kararan, yüksek besin değeri taşıyan yağlımeyvesi.
    * Zeytin ağacından yapılmış, zeytin kaplamalı.
    zeytin dalı * Zeytin ağacının dalı.
    * Barışçubuğu.
    zeytin dalıuzatmak * barışiçin ilk adımıatmak.
    zeytin ezmesi * İşlenmişzeytinin ezilmesi ile yapılan yiyecek.
    zeytin güvesi * Pul kanatlılar takımından parlak gri renkli olup zeytin ağacının yaprak, çiçek ve tanelerini kemiren zararlı
    bir böcek.
    zeytin kurdu * Kınkanatlılar takımından kahverengi veya siyah renkte zeytin ağacına musallat olan ve onların kurumasına
    yol açan zararlı bir böcek.
    zeytin rengi * Koyu gri ve siyah arasırenk.
    zeytin sineği * Meyve sineğigiller familyasından olup zeytin tanelerine musallat olan zararlı bir böcek.
    zeytinci * Zeytin ağacıyetiştiren kimse.
    * Zeytin satan kimse.
    zeytincilik * Zeytin ağacıyetiştirme işi.
    * Zeytin alıp satma işi.
    zeytingiller * İki çeneklilerden, zeytin, leylâk, diş budak, yasemin gibi bitkileri içine alan ağaç veya ağaççıklar familyası.
    zeytinli * Üzerinde veya içinde zeytin olan.
    zeytinlik * Zeytin ağacıyetiştirilen alan.
    * Zeytin ağacıçok olan yer.
    zeytinsi * Zeytine benzeyen, zeytini andıran.
    zeytinsi meyve * Erik, kiraz, kayısı, badem gibi tek çekirdekli meyvelerin genel adı.
    zeytinsiz * Zeytini olmayan.
    zeytinyağı * Zeytin tanelerinden çıkarılan bitkisel yağ.
    zeytinyağı gibi üste çıkmak * bir sorunda haksız olduğunu kabul etmemek, ustalıkla kendini haklıçıkarmaya çalışmak.
    zeytinyağlı * Zeytinyağı ile yapılmışveya pişirilmiş.
    zeytinyağlıdolma * Malzemesi zeytinyağı ile pişirilip hazırlanan dolma.
    zeytinyağlıfasulye * Zeytinyağı ile pişirilen fasulye.
    zeytinyağlısarma * Malzemesi zeytinyağı ile pişirilen sarma.
    zeytinyağlıyemek * Zeytinyağı ile pişirilen yemeklere verilen ad.
    zeytunî * Kahverengine çalan yeşil renkte olan.
    zı barma * Zı barmak durumu.
    zı barmak * Ölmek, gebermek.
    * Uyumak, çok içip sızmak.
    zı bıdı * Kısa boylu, çelimsiz, basit kimse.
    zı bın * Bebeklere iç çamaşırı olarak giydirilen, ince pamukludan kısa ve kollu giysi.
    * Kolsuz giysi.
    zıddı olmak * bir şey birini tedirgin etmek, hoşuna gitmemek.
    zıddına basmak (veya bir şey birinin zıddına gitmek) * sinirlendirmek, sinirini bozmak.
    zıddiyet * Karşıtlık, birbirine zıt olma durumu.
    * Sevişmezlik, geçimsizlik, çekememezlik.
    zıh * Giysilerin kol, yaka, etek vb. kenarlarına dikilen şerit veya kaytan.
    * Marangoz işlerinde ince kenar pervazı.
    * Sayfa çevresine çekilen çizgi.
    zıhlama * Zıhlamak işi veya durumu.
    zıhlamak * Kenarına zıh geçirmek.
    zıhlanma * Zıhlanmak işi veya durumu.
    zıhlanmak * Zıhlamak işi yapılmak.
    zıhlı * Zıhı olan.
    zıkkım * Zehir, ağı.
    * İçki ve sigaranın kötü ve zararlıetkisini belirtmek için kullanılır.
    zıkkımlanma * Zıkkımlanmak işi veya durumu.
    zıkkımlanmak * (hakaret olarak) Yiyip içmek.
    zılgıt * Korkutma, çıkışma, gözdağı, azarlama.
    zılgıt vermek * korkutmak, çıkışmak, azarlamak, gözdağıvermek.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 14

    zihin yorgunluğu * Aşırıderecede zihnin yorulmasıdurumu.
    zihin yormak * bir konuda çok düşünmek, kafa yormak.
    zihince * Zihne göre, zihninin kavradığı biçimiyle.
    zihinsel * Zihinle ilgili, zihnî.
    zihnen * Zihince, zihinli, zihinden.
    zihnî * Zihinle ilgili, zihinsel.
    zihni açılmak * kavrayışı, anlayışıçoğalmak.
    zihni alt üst etmek * düşüncelerini karmakarışık duruma getirmek.
    zihni boşalmak * kafasırahat ve dingin olmak.
    zihni bulanmak (veya karışmak) * düşünürken olaylar arasındaki bağlantıyıyitirmek.
    * ne yapacağınışaşırmak.
    zihni takılmak * yanlış bir kanıya takılıp kalmak.
    * çözülmesi gerekli bir konu üzerinde durmak.
    zihnine girmek * düşüncesini değiştirmek.
    zihnine yerleştirmek * unutulamayacak biçimde aklında tutmak.
    zihnini bozmak * sürekli olarak aynışeyi düşünmek.
    zihnini bulandırmak * kuşkuya düşürmek.
    zihnini çelmek * bir kimseyi yanıltmak, yanlışyola sürüklemek.
    * baştan çıkarmak.
    zihnini dağıtmak * gerektiği gibi düşünmemek.
    zihnini kurcalamak * bir şeyi anlamaya, kavramaya çalışmak.
    zihnini kurcalamak (veya tırmalamak) * bir şey sıksık hatırlanıp insanıdüşündürmek.
    zihnini oynatmak * çıldırmak, delirmek.
    zihnini toplamak * kendine gelmek, sağlıklıdüşünmeye başlamak.
    zihniye * Anlıkçılık, entelektüalizm.
    zihniyet * Bir toplum veya topluluktaki bireylerde görüşve inanışetmenlerinin etkisiyle beliren düşünme yolu,
    düşünüş biçimi.
    zikıymet * Değerli, kıymetli.
    zikir * Anma, söyleme, sözünü etme.
    * (bir tarikata bağlı olanlar için) Tanrı’nın adınıart arda söyleme işi.
    zikredilme * Zikredilmek işi veya durumu.
    zikredilmek * Adıanılmak.
    zikretme * Zikretmek işi veya durumu.
    zikretmek * Adınısöylemek, sözünü söylemek, anmak.
    zikri geçmek * anılmak, adı geçmek.
    zikrolunma * Zikrolunmak işi veya durumu.
    zikrolunmak * Adı geçmek, söylenmek.
    zikzak * Art arda birdenbire ters yöne açılar yapan (kırık çizgi).
    * Sık sık değişen görüşdüşünce veya davranış, istikrarsızlık.
    * Karşılıklı.
    zikzak dikişi * Nakışta ve terzilikte zikzak biçiminde yapılan dikiş.
    zikzak makinesi * Zikzak dikişi yapan makine.
    zikzak yapmak * sık sık sağa sola yön değiştirmek.
    * sık sık düşünce değiştirmek.
    zikzaklı * Zikzak biçiminde olan.
    zil * İşaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bu çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle
    veya başka düzenlerle işletilebilen araç, çıngırak.
    * Birbirine çarparak ses çıkartmak için parmaklara veya tefin kasnağındaki deliklere takılan metal kurs.
    zil takıp oynayacak * çok sevinenler için söylenir.
    zil vurmak * zil çalmak.
    zil zurna * Aşırıölçüde (sarhoş).
    zil zurna olmak * çok içip sarhoşolarak kendini bilemeyecek duruma gelmek.
    zilhicce * Ay takviminin on ikinci ayı, kurban ayı.
    zilkade * Ay takviminin on birinci ayı.
    zillet * Hor görülme, alçalma.
    zilli * Zili olan, üstünde zili bulunan.
    * Edepsiz, eli maşalı, şirret (kadın).
    zilli bebek * Dalkavuk, şakşakçı.
    zilli maşa * Uçlarına zil takılmışmaşa biçiminde bir çalgı.
    * Edepsiz, şirret.
    zilsiz * Zili olmayan.
    zilsiz oynamak * çok sevindiğini belli etmek.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 16

    zirve konferansı * Zirve toplantısının oluşturduğu konferans.
    zirve toplantısı * Katılan devletlerin en yetkilisinin veya yetkili olan diplomatının yer aldığıuluslar arasıtoplantı.
    zirzop * Delişmen, aklına eseni yapan.
    zirzopça * Zirzopluk edercesine.
    zirzoplaşma * Zirzoplaşmak işi veya durumu.
    zirzoplaşmak * Uygunsuz, yakışıksız davranmak.
    zirzopluk * Zirzop olma durumu veya zirzopa yakışan davranış.
    zirzopluk etmek * uygunsuz, yakışıksız davranışlarda bulunmak.
    zivircik * Akdeniz bölgesinde yetişen, 100-300 cm yüksekliğinde, kuvvetli kokulu bir çalı(Anagyris foetida).
    ziya * Işık, aydınlık.
    ziyadar * Aydınlık, ışığı bol, parlak.
    ziyade * Çok, daha çok, daha fazla.
    * Çoğalma, artma.
    ziyade olsun! * yemekte bulunanlara veya yemeğe buyurun diyenlere söylenen bir nezaket sözü.
    ziyadeleşme * Ziyadeleşmek işi veya durumu, fazlalaşma.
    ziyadeleşmek * Fazlalaşmak.
    ziyadesiyle * Olağandan, gerekenden çok, pek çok, fazlasıyla.
    ziyafet * Konuklarıyemekli, eğlenceli ağırlama, şölen, toy.
    ziyafet çekmek (veya vermek) * konuklarıyemekli ağırlamak.
    ziyan * Zarar.
    ziyan etmek * yersiz, boşyere harcamak.
    * zarara uğramak.
    ziyan olmak * boşuna harcanmak, zarar görmek.
    ziyan zebil olmak * boşuna, boşyere harcanmak.
    ziyanıyok! * önemli değil, önemi yok!.
    ziyankâr * Sürekli zarar veren veya zarar vermeyi huy edinmişolan.
    ziyankârlık * Ziyan verme durumu veya huyu.
    ziyansız * Ziyan vermeyen, dokunmaz.
    * Oldukça iyi.
    ziyaret * Birini görmeye, biriyle görüşmeye gitme, görüşme.
    ziyaret etmek * birini veya bir yeri görmeye gitmek.
    ziyaretçi * Ziyaret eden, ziyarete giden kimse, görüşmeci.
    ziyaretgâh * Hayır işlemek veya saygı göstermişolmak için ziyaret edilen yer, ziyaret yeri.
    ziynet * Süs, bezek.
    zloti * Polonya para birimi.
    Zn * Çinko’nun kısaltması.
    Zodyak * Gök küresinde, tutulumun geçtiği ve üzerinde on iki burcun (Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak,
    Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık) eşit aralıklarla dağıldığıkuşak, burçlar kuşağı.
    zoka * Büyük balıklarıtutmakta kullanılan, küçük balık biçiminde, ucu iğneli kurşun parçası.
    zokayıyutmak * aldatılıp zarara sokulmak.
    zom * Olgun (kimse).
    * Çok sarhoşolan.
    zom olmak * çok sarhoşolmak.
    zona * Deride, sinirler boyunca, özellikle gövde, bacak ve yüzde birtakım ağrılıfiskelerin dökülmesiyle beliren,
    mikroplu bir hastalık.
    zonk zonk * Zonklamanın zorlu olduğunu anlatmak için kullanılır.
    zonk zonk zonklamak * vücudun bir yeri çok zonklamak.
    zonklama * Zonklaşmak işi veya durumu.
    zonklamak * (vücudun bir yeri) Nabız atışı gibi, kesik kesik ağrımak veya sancımak.
    zonklatma * Zonklatmak işi veya durumu.
    zonklatmak * Zonklamasına yol açmak, zonklamasına sebep olmak.
    zoolog * Zooloji uzmanı, hayvan bilimci.
    zooloji * Hayvan bilimi.
    zoospor * Suda yaşayan mantarlarda ve su yosunlarında bulunan, selüloz zardan yoksun, üzerindeki iki veya daha çok
    titrek tüyle hareket eden üreme hücresi.
    zootekni * Evcil hayvanlarıüretme ve yetiştirme bilimi.
    zor * Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık.
    * Sıkıntıveya güçlükle yapılan.
    * Yüküm, mecburiyet.
    * Baskı.
    * Güçlükle, zorla.
    * Yapamazsın!.