zahmetsiz | * Sıkıntıçekilmeden, güçlükle karşılaşmadan yapılan, eziyetsiz, kolay, emeksiz. |
zahmetsiz rahmet olmaz | * sıkıntı, güçlük çekmeden iyi ve güzel işler başarılamaz. |
zahmetsizce | * Zahmetsiz bir biçimde, zahmet olmaksızın. |
zahter | * Bir çeşit kekik (Thymus Longicaulis). |
zail | * Yok olan, ortadan kalkan, sürekli olmayan. |
zail olmak | * yok olmak, ortadan kalkmak. |
Zaireli | * Zaire halkından olan kimse. |
zait | * Çoğaltan, artıran. * Gereksiz. * Artı(+). |
zakkum | * Zakkumgillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, çiçekleri beyaz veya pembe renkli, kışın yapraklarını dökmeyen zehirli bir ağaççık, ağıağacı(Nerium oleander). |
zakkumgiller | * İki çeneklilerden, zakkum, Cezayir menekşesi gibi türleri içine alan familya. |
zakkumlaşma | * Zakkumlaşmak işi veya durumu. |
zakkumlaşmak | * Acılaşmak. |
zakkumlu | * Zakkumu olan, zakkuma bulaşmış. * Acıveya üzüntü veren. |
zalim | * Acımasız ve haksız davranan, kıyıcı, zulmeden. |
zalimane | * Acımasız olarak, acımasız bir biçimde, acımasızca, zalimce. |
zalimce | * Acımasız (olarak), acımasız (bir biçimde), acımasızca, zalimane. |
zalimlik | * Zalim olma durumu veya zalimce davranış. |
zam | * Bir şeyin fiyatınıartırma, bir fiyat üstüne yeni bir fiyat katma. |
zam gelmek | * fiyatıartmak. |
zam görmek | * fiyatıartırılmak. * ücreti artmak. |
zam paketi | * Çeşitli tüketim mallarına toplu olarak yapılan zam. |
zam yapmak | * söz konusu fiyatıartırmak. |
zaman | * Bir işveya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit. * Bu sürenin belirli bir parçası, vakit. * Belirlenmişolan an. * Çağ, mevsim. * Bir işe ayrılmışveya bir işiçin alışılmışsaatler. * Dönem, devir. * Bir süre ile ilgili durum ve şartlar. * Fiillerin belirttikleri geçmişzaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, genişzaman kavramı. * Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan genişevrelerden her biri. * Güneşve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü. |
zaman almak | * sürmek, devam edip zamanı geçirmek. |
zaman aşımı | * Süre aşımı, müruruzaman. |
zaman ayarlı | * Zamana uyumlu hazırlanmışolan. |
zaman belirteci | * Zaman zarfı. |
zaman bırakmak | * bir işiçin süre ayırmak. |
zaman bilimi | * Tarihî olayların zamanını inceleme bilimi, kronoloji. |
zaman bilimsel | * Zaman bilimi ile ilgili olan, kronolojik. |
zaman birimi | * Tekrarlanan gök olaylarına dayanılarak seçilen zaman aralığı. |
zaman dizini | * Tarihî olayların zaman bakımından sırası, kronoloji. * Gözlemlere dayanarak zaman ölçeğini belirleyen, tutulmaları, gezegenlerle ilgili önemli olayları, yıldızların yerlerini zaman sırasına göre veren bilim, kronoloji. |
zaman eki | * Fiillerde kullanılan ve zaman kavramıveren ek: -ecek (gel-eceğ-im), -miş(piş-miş-ti), -iyor (sev-iyor), -di (gel-di) vb. |
zaman ile yarışetmek | * kitle iletişim araçlarında en kısa zaman içinde haberi oluşturup yayın için hazırlamak. |
zaman kazanmak | * Bkz. vakit kazanmak. |
zaman kollamak | * bir işin sırasını beklemek. * uygun bir fırsat beklemek. |
zaman öldürmek | * boşşeylerle vakit geçirmek. |
zaman tanımak | * bir işiçin yeterli zaman vermek. |
zaman tüneli | * Kesintisiz zaman dilimi. |
zaman vermek | * bir işiçin belli bir süre ayırmak. |
zaman zaman | * Belli olmayan zamanlarda, ara sıra, bazen. |
zaman zarfı | * Bir fiilin anlamınızaman kavramı ile sınırlandıran zarf. |
zamana uymak | * davranışlarını içinde bulunulan günün şartlarına uydurmak. |
zamandaş | * Aynızamanda yapılan veya gerçekleşen. |
zamane | * Çağ, devir. * (yakınma veya hafifseme yoluyla) Şimdiki zaman. |
zamane adamı | * Bkz. günün adamı. |
zamane çocuğu | * Çok bilmiş, akıllıçocuk. |
zamanıavlamak | * uygun zamanı bulmak. |
zamanıdolmak | * bir işiçin ayrılan süre sona ermek. |
zamanı geçirmek | * oyalanmak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük Z Sayfa 2
-
Türkçe Sözlük Z Sayfa 3
zamanı geçmek * o şey artık gerekli ve yerinde olmaktan çıkmak.
* mevsimi geçmek.zamanında * Eskiden. zamanla * Aradan süre geçtikçe, giderek. zamanlama * Zamanlamak işi. zamanlamak * Bir konuda en iyi sonucu almak için en iyi, en uygun süreyi belirlemek.
* Bir işin sürdürülmesi için zamanıplânlamak.zamanlı * Uygun bir zamanda.
* Ölçü bölümlü.zamanlızamansız * Gelişigüzel zamanlarda, vakitli vakitsiz. zamansız * Uygun olmayan bir zamanda (yapılan), vakitsiz. zamazingo * Zımbırtı.
* Dost, metres.zambak * Zambakgillerden, 90-100 cm yüksekliğinde, güzel ve iri çiçekli, çok yıllık bir süs bitkisi (Lilium candidum). zambakgiller * Bir çeneklilerden, çiğdem, lâle, soğan, pırasa, zambak gibi bitkileri içine alan bir familya. Zambiyalı * Zambiya halkından olan kimse. zambur * Bkz. kambur zambur. zamir * İç yüz, iç.
* Kişi, özlük, gösterme, soru ve belirsizlik kavramlarıvererek, varlıkların yerini tutan kelime, adıl.zamk * Akasya, kitre, sütleğen gibi bazıağaçların kabuklarından sızarak donan, renksiz veya sarıkırmızımtırak
renkte amorf madde; eriyiği yapıştırıcı olarak kullanılır.zamk ağacı * Akasya, mimoza gibi zamk veya reçineli zamka benzeyen maddeler veren okaliptüslere ve daha birçok
ağaca verilen ad.zamk akasyası * Bkz. zamk ağacı. zamk hastalığı * Bol miktarda zamk salgılama sonucu ortaya çıkan hastalığa verilen ad. zamkıarabî * Bkz. Arap zamkı. zamkinos * Adı birden hatırlanamayan küçük, değersiz şeyler için kullanılır.
* Dost, metres.
* Kaçma.zamkinos etmek * kaçmak, savuşmak. zamklama * Zamklamak işi veya durumu. zamklamak * Zamk sürmek. zamklanma * Zamklanmak işi veya durumu. zamklanmak * Zamklamak işini konu olmak veya zamklamak işi yapılmak. zamklı * Üstüne zamk sürülmüş. zamklıkâğıt * Bir tarafıyapıştırılmak amacıyla zamklanmışkâğıt. zamlanma * Zamlanmak işi veya durumu. zamlanmak * Fiyatıyükselmek. zamme * Ötre. zammetme * Zammetmek işi. zammetmek * Katmak. zampara * Sürekli kadın peşinde koşan erkek, çapkın erkek. zamparalık * Zampara olma durumu veya zamparaya yakışır davranış. zamparalık etmek * çapkınlık etmek, kadın peşinde koşmak. zan * Sanma, sanı. zan altında bulunmak * bir şeyle suçlanmak, sanık durumunda olmak. zanaat * İnsanların maddeye dayanan ihtiyaçlarınıkarşılamak için yapılan, öğrenimle birlikte tecrübe, beceri ve
ustalık gerektiren iş, sınaat.
* El ustalığı isteyen işler.zanaatçı * Belli bir zanaatla uğraşan, bir zanaatımeslek edinen emekçi, zanaatkâr. zanaatçılık * Küçük girişimci ve işçi niteliklerinin yanısıra son derece sınırlı bir el emeğinin yardımıyla işgörenlerin
durumu, zanaatkârlık.zanaatkâr * Zanaatçı. zanaatkârlık * Zanaatçılık. zangır zangır * Güçlü sarsılmayıveya titremeyi anlatır. zangırdama * Zangırdamak işi veya durumu. zangırdamak * Güçlü bir ses çıkararak titremek veya sallanmak. zangırdatma * Zangırdatmak durumu. zangırdatmak * Zangırdamasına yol açmak. zangırtı * Güçlü titremeyle oluşan ses; gürültü. zangoç * Kilise hizmetini gören ve çan çalan kimse. zangoçluk * Zangoç olma durumu veya zangocun görevi. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 7
zehir zıkkım * Son derece ağır, acı. zehir zıkkım olsun * ilenme olarak kullanılır. zehirleme * Zehirlemek işi veya durumu. zehirlemek * Öldürmek amacıyla (yedirmek, içirmek vb. yollarla) zehir vermek, ağılamak.
* Birine zararlıdüşünceler, zararlıduygular aşılamak.zehirlenme * Zehirlenmek durumu.
* Yılan, arıvb. sokmasısonucu görülen hastalık.zehirlenmek * Zehirlemek işi yapılmak veya zehirlemek işine konu olmak, ağılanmak.
* Zararlıdüşünceler edinmek.zehirli * Zehiri olan.
* Zararlı(duygu, düşünce vb.).zehirli gaz * Zehirleyici özelliği bulunan gaz. zehirlilik * Zehirli olma durumu. zehirsiz * Zehirli olmayan. zehretme * Zehretmek durumu. zehretmek * Tatsızlık çıkarıp üzüntüye yol açmak, bunaltmak, acıvermek, sıkmak, üzmek. zehrolma * Zehrolmak durumu. zehrolmak * Zevk almak umulurken üzüntü ile karşılaşmak. zekâ * İnsanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin
tamamı, anlak, dirayet, zeyreklik, feraset.zekâ bölümü * Bir kimsenin zihin gücünün hangi düzeyde bulunduğunu gösteren değer. zekâ geriliği * Türlü sebeplerle zihnin görevini yapmakta gösterdiği sürekli yavaşlama, duraklama ve gerileme durumu. zekâ testi * Bir kimsenin doğal yeteneğini veya genel yaşantılar yoluyla gelişen kişiliğini ölçmek için hazırlanmışolan
testler.zekâ yaşı * Bir zekâ testinden elde edilen puanın, o zekâ testinin ortalamasına göre gösterdiği yer. zekâ yeteneği * Bir kimsenin zihin gücü ve kabiliyeti. zekât * Müslümanlıkta, sahip olunan mal ve paranın kırkta birinin, her yıl sadaka olarak dağıtılmasınıöngören
İslâmın beşşartından biri.zekât vermek * Müslümanlıkta, sahip olunan mal ve paranın kırkta birlik payınısadaka olarak dağıtmak. zekâvet * Çabuk anlama ve kavrama, zeyreklik, zekâ. zeker * Erkeklik organı, kamış. Zekeriya sofrası * Bir dileğin gerçekleşmesi için kırk çeşit yiyecekle hazırlanan sofra. zeki * Anlama, kavrama yeteneği olan, zekâsı olan, anlak, zeyrek.
* Çabuk ve kolay kavrayan.
* Zekâ varlığı gösteren.zekice * Zeki olarak, zekiye uygun bir biçimde. zelil * Hor görülen, aşağıtutulan, aşağılanan. zelil etmek * aşağılamak, hor görmek, önem ve değer vermemek. zelil olmak * hor görülmek, aşağılanmak. zelve * Çift öküzünün boyunduruktan çıkmaması için boynunun iki yanından boyunduruğa, aşağıya doğru
geçirilen çubuk.zelzele * Deprem. zem * Bir kimseyi kötüleme, yerme, yergi. zembereği boşalmak (veya boşanmak) * zembereği kurulmaz duruma gelmek.
* kendini tutamayarak uzun uzun ve sesli gülmek.zemberek * Saatlerin çeşitli parçalarını harekete geçiren yay.
* Kapılara takılan yaylıkapama düzeneği.
* Hayvan sırtında taşınabilen küçük top.
* Çelik veya pirinçten yapılmışok.zemberek gibi * birdenbire, âniden. zemberek kurulmak * durum kızışmak. zemberek kutusu * Zembereği muhafaza etmek için yapılan kutu. zemberek otu * Atkuyruğu. zemberekçi * Yeniçerilerin zemberek kullanan askerlerine verilen ad. zemberekli * Zembereği olan. zembil * Hasırdan örülmüşsaplıtorba. zembil otu * Buğdaygillerden, ayrık otuna benzeyen, çorak yerlerde yetişen bitki (Briza). zemheri * Kışın en şiddetli zamanı, kara kış. zemheri zürafası * Kışın ince giysi ile gezenler için söylenir. zemin * Taban, döşeme, yer.
* Kumaş, süslü kâğıt, halı, yer muşambası, tablo gibi desenli nesnelerde, biçimlerin üzerinde yer aldığırenk.
* Temel, dayanak.
* Yeryüzü, dünya.zemin hazırlamak * uygun ortam yaratmak. zemin kat * Bkz. zemin katı. zemin katı * Yer katı. zemin ve zamana uygun * konuya, içinde bulunulan şartlara uygun. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 15
zilve * Bkz. zelve. zilyet * Sahibi kendisi olsun olmasın bir malıkullanmakta olan, elinde tutan kimse, eldeci. zilyetlik * Bir malıkullanmakta olma durumu. zimamdar * Yönetici, iş başında bulunan kimse. zimmet * Üstünde olan şey.
* Bir ticaret kuruluşunun borçlarının tümü.zimmetine geçirmek * bir hesabı birinin borcuna eklemek. zimmetine geçirmek * kendisine bırakılmışparayıkendine mal etmek veya harcamak. zimmî * İslâm Devleti tebaasında olan ve haraç veren Hristiyanlar, Yahudiler.
* Zimmete ilişkin.zina * Aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasındaki cinsel ilişki. zincifre * Kırmızırenkli doğal cıva sülfür.
* Kırmızıkurşun oksidin veya sülüğenin eski adı.zincir * Birbirine geçmiş bir sıra metal halkadan oluşan bağ.
* Art arda gelen şeylerin oluşturduğu dizi.
* Kesintisiz süren olaylar, sebep vb. dizisi.
* Hükümlülerin eline, ayağına vurulan demir bağ, pranga.zincir gibi * art arda sıralanmışşey. zincir vurmak * prangaya vurmak. zincire vurmak * prangaya vurmak. zincirleme * Zincirlemek işi veya durumu.
* Birbirini izleyen, art arda gelen, müteselsil, teselsül.zincirleme isim tamlaması * Bir isim tamlamasının ikinci bir isim tamlamasıkurması. zincirleme kaza * İki veya daha çok aracın trafik kazasına karışmasıdurumu. zincirleme sıfat tamlaması * Bir sıfat tamlamasına çoğu kez “-li” bazen de “-siz” veya 3. kişi iyelik eki getirilerek kurulan ikinci bir sıfat
tamlaması.zincirleme tepkime * Birden fazla tepkimenin yarattığıdurum. zincirlemek * Zincirle bağlamak.
* Art arda, peşpeşe gelmek.zincirlenme * Zincirlenmek durumu. zincirlenmek * Zincirle bağlanmak.
* Art arda, peşpeşe sıralanmak.
* Birbirine sıkıca bağlanmak.zincirli * Zincirle bağlı.
* Zinciri olan.zindan * Tutuklu veya hükümlülerin içine konulduğu kapalıyer.
* Çok karanlık ve sıkıntılıyer.zindan etmek * (bir yeri) yaşanmaz, huzursuz, rahatsız, zevk alınmaz bir duruma getirmek. zindan gibi * karanlık veya iç sıkıcı(yer). zindan kesilmek * çok karanlık duruma gelmek.
* çok sıkıcıve içinde yaşanmaz duruma gelmek.zindan olmak * yaşanmaz, huzursuz, rahatsız, zevk alınmaz duruma gelmek. zindancı * Zindan bekçisi. zindandelen * Palamut balığının iki kilodan büyük olanına verilen ad. zinde * Dinç, canlı, diri, sağlam. zinde kuvvet * Taze kuvvet.
* Güçlü, donanımlı, yıpranmamış, etkili kişi veya kurum.zinde tutmak * genç ve diri kalmasını sağlamak. zindeleşme * Zindeleşmek işi veya durumu. zindeleşmek * Zinde duruma gelmek. zindelik * Dinçlilik, canlılık, sağlamlık. zinhar * Sakın, asla, olmasın!. zir * Alt, aşağı. -zir- * emmek fiilinin ettirgen çatısınıkuran ek. zira * Dirsekten orta parmak ucuna kadar olan ve uzunluğu 75-90 cm arasında değişen bir uzunluk ölçüsü. zira * Çünkü, şundan dolayı. ziraat * Çiftçilik, tarım. ziraatçı * Tarımcı. ziraatçılık * Tarımcılık. ziraî * Tarımla ilgili, tarımsal. ziraî işletme * Tarımla ilgili işleri düzenleyen kuruluş. zirkon * Zirkonyum’un doğal durumunda bulunan en önemli birleşiği; renksiz, sarı, yeşil, kahverengi türleri olan
doğal ve saydam, değerli taş.
* Erime noktası2700°C ye yaklaşan, ateşe çok dayanıklı, beyaz renkli, katı, zirkonyum birleşiği, (ZrO2).zirkonyum * Atom numarası40, atom ağırlığı91,22, yoğunluğu 6,25, siyah toz biçiminde bir element. KısaltmasıZr. zirve * Doruk, tepe.
* En üst aşama.zirve (veya doruk) toplantısı(veya konferansı) * devlet ve hükûmet başkanlarıveya en yetkili ve uzman diplomatlar düzeyinde yapılan toplantı. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 4
zanka * İki atlıkızak. zanlı * Sanık. zannetme * Zannetmek durumu. zannetmek * Sanmak. zanneyleme * Zanneylemek işi veya durumu. zanneylemek * Zannetmek. zannına düşmek * sanmak. zannolunma * Zannolunmak işi veya durumu. zannolunmak * Öyle sanılmak. zaparta * Saparta. zaping * Geçgeç. zappino * Geçgeç. zapt * Zor kullanarak ele geçirme.
* Tutma, hâkim olma.
* Bkz. zabıt.zapt etmek * zorla almak.
* tutmak.
* bir şeyi güç kullanarak önlemek.
* yazıya geçirmek.
* hatırında tutmak.
* anlamak, kavramak, bütünüyle öğrenmek.zaptiye * Osmanlıİmparatorluğunda toplum güvenliğini sağlamakla görevli askerî polis kuruluşu.
* Bu kuruluştan olan er.zaptiye memuru * Zabtiye. zapturapt * Sıkıdüzen, disiplin. zapturapt altına almak * düzeni ve disiplini sağlamak. zar * İnce perde veya örtü.
* Kadınların örtündükleri çarşaf, car.
* İnce ve yumuşak yaprak durumundaki organlara ve organ bölümlerine verilen ad; epitelyum örtüsünün
özelliklerine göre bu organlara sümüksü veya telsi zar denir.
* Birbirine sımsıkıyapışık hücre veya moleküllerden oluşan ve bitkilerin çeşitli bölümlerini bir kın gibi saran
ince tabaka.zar * Tavla ve başka oyunlarda kullanılan kemik, fil dişi, plâstik gibi maddelerden küp olarak yapılan ve altı
yüzünde, birden altıya kadar benekler bulunan oyun aracı.zar almak * oyunu kazanmak. zar atmak * zarıhızla yuvarlamak.
* kader ile oynamak, geleceği için plân uygulamak.zar gelmek * şansı iyi olmak. zar gibi * çok ince, saydam. zar kanatlılar * Arı, karınca gibi eklem bacaklıları içine alan, kanatlarızar gibi saydam ve az damarlı olan hayvanlar takımı. zar kesmek * Bkz. zarını bozmak. zar tutmak * istediği sayıyı getirmek için, atmadan önce zarıparmaklar arasında düzene sokmak. zar zor * Güçlükle, zorla, dara dar; kıt kanaat. zarafet * İncelik, güzellik, zariflik. zarar * Bir şeyin, bir olayın yol açtığıçıkar kaybıveya olumsuz, kötü sonuç, dokunca, ziyan, mazarrat. zarar çekmek * zarara uğramak. zarar etmek * alışverişte elindekinin bir bölümünü boşuna elden çıkarmak, yitirmek. zarar gelmek * kötülük gelmek. zarar görmek * kötü sonuca uğramak. zarar vermek * kötülük etmek. zarara sokmak * Bkz. zarar vermek. zarara uğramak * kötü bir durumla karşılaşmak. zararda olmak * alışverişte kâr elde edememek.
* kötü duruma düşmek.zararıdokunmak * kötülüğe uğratmak. zararı olmamak * kötü sonuç vermemek, kötülüğe yol açmamak. zararıyok * özür dileyenlere karşılık olarak bağışlandığını, olayın pek önemli olmadığını bildirmek için söylenir. zararına * Zarar ederek. zararlı * Zarar veren, zararıdokunan, dokuncalı, muzır, tahripkâr. zararlıçıkmak * bir işin sonunda değerli sanılan bazışeyleri yitirmek.
* zarar etmek.zararsız * Zarar vermeyen, zararıdokunmayan.
* Oldukça iyi.zarcı * Zar oyunu oynayan kimse, kumarcı. zarf * Kap, kılıf, sarma.
* İçine mektup veya başka kâğıtlar konulan kâğıttan kese.
* İçine fincan veya bardak oturtulan metal kap.
* Bir fiilin, bir sıfatın veya bir zarfın anlamınızaman, yer, ölçü, nitelik, soru kavramları bakımından etkileyen
kelime, belirteç: Az yaşamıştı. Geç kalınca utandı gibi.zarfçı * Tenha bir yolda yere zarf bırakan, sonra da zarfı bulup alan kimseyi suçlayarak ve onun üstünü başınızorla
arayarak zarf içindeki parayıve o arada el çabukluğuyla diğer değerli şeyleri de alan hırsız, papelci.zarfçılık * Yere zarf atarak bulanısoyma yoluyla yapılan hırsızlık, papelcilik. zarffiil * Zarf olarak kullanılan fiil soyundan kelime, gerundium. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 5
zarffiil grubu * Birden fazla kelimeden oluşan zarffiil. zarfında * Belli bir sürede, belli bir süre içinde. zarflama * Zarflamak işi veya durumu. zarflamak * Zarf içine koymak. zarflanma * Zarflanmak işi veya durumu. zarflanmak * Zarf içine konulmak. zarflı * Zarfı olan.
* Zarf denilen, metal kabı olan.zargana * Uskumrumsugillerden, 40-60 cm boyunda, vücudu silindir biçiminde, gaga gibi ince, uzun, sivri ağızlı bir
balık (Belone belone).zarını bozmak * (tavla oyununda) oyuncu, yenilmesini, yanına oturan kimseden bilmek.
* atılan zarıkarşıdaki oyuncu, eliyle karıştırmak.zari zari * İnleyerek.
* Hüngür hüngür.zarif * Çekicilik, biçim, görünüş, durum ve davranışlarıyla hoşa giden, beğenilen.
* (dil, konuşma vb. için) Beğenilir ve nükteli.
* Hoşa gider bir biçimde konuşan.zarifane * Zarife yakışır biçimde, zarifçe. zarifçe * Hoşça, güzelce. zariflik * Zarif davranışveya zarif olma durumu, incelik, zarafet. zarp * Bkz. darp.
* Güçlü, şiddetli etki.zarplı * Etkisi güçlü olan. zarsı * Zara benzeyen, zar görünüşünde olan. zart zurt * Kendini önemli kişi olarak göstermek için yüksekten atıp tutarak çıkışma, kaba kuvvet gösterisi. zart zurt etmek * yüksekten atıp tutarak çıkışmak, kaba kuvvet gösterisinde bulunmak. zarta * Yellenme. zartayıçekmek * ölmek. zaruret * Mecburiyet, gereklilik, zorunluluk, zorunluk.
* Sıkıntı, yoksulluk, fakirlik.zarurî * Mecburî, zorunlu, gerekli. zat * Kimse, kişi.
* Kendi, öz.zat işleri * Özlük işleri. zata mahsus * Kişiye özel. zaten * Doğrusu, doğrusunu isterseniz, aslında, esasen. zatıâlileri * “Saygın kişiliğiniz” anlamında bir hitap sözü. zatıâliniz * “Saygın kişisiniz” anlamında bir hitap sözü. zati * Zaten. zatî * Kendine özgü, kişiye ilişkin, kişisel, özel.
* Zaten.zatülcenp * Akciğer zarının iltihabı, satlıcan. Zatülkürsî * Altıkardeştakım yıldızı. zatürree * Sancı, ateşve öksürükle beliren, tehlikeli bir akciğer iltihabı, batar. zavallı * Acınacak kadar kötü durumda bulunan, mutsuz.
* Gücü bir şeye yetmeyen, âciz.zavallılık * Zavallı olma durumu. zaviye * Köşe.
* Küçük tekke.
* Anlayış, görüş.
* Açı.zaviyevî * Bkz. açısal. zavurt * Bkz. avurt zavurt etmek. zayıf * (insan, hayvan için) Eti, yağıaz olan, sıska, cılız, arık.
* Görevini yapacak yeterli gücü olmayan.
* Sağlamlığı, dayanıklılığı olmayan.
* Bilgi yönünden yeterli olmayan, yeteneksiz.
* Kişilik ve ruhsal yönden gereği kadar güçlü olmayan.
* Önemli, güvenilir olmayan.
* Enerjisi, etkisi, yoğunluğu az olan.zayıf düşmek * zayıflamak.
* güçsüzleşmek.zayıf düşürmek * güçsüz duruma getirmek. zayıf nahif * Çok zayıf. zayıf sesli * Sesi pek duyulmayan. zayıf yerinden yakalamak * güçsüz, eksik ve yanlış bir tutum ve davranışıyüzünden zor durumda bırakmak. zayıflama * Zayıflamak işi veya durumu.
* Hastalık, bakımsızlık veya rejimle şişmanlığın azalması.zayıflamak * Zayıf duruma gelmek. zayıflatma * Zayıflatmak işi veya durumu. zayıflatmak * Zayıf olmasına yol açmak. zayıflayış * Zayıflamak işi veya biçimi. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 6
zayıflık * Zayıf olma durumu. zayi * Yitmiş, kaybolmuşolan, yitik, kayıp.
* Yok olmuş, elden çıkmış, mahvolmuş.
* İşe yaramayan, yararsız, boş.
* Kaybolma, yitme, zarar, ziyan.zayi etmek * yitirmek, kaybetmek. zayi olmak * yitmek, kaybolmak. zayiat * Yitikler, kayıplar. zayiat verdirmek * kayba uğratmak, zarar ziyan vermek. zayiat vermek * kayba uğramak, zarar ziyan görmek. zayiçe * Yıldızların, belli bir zamandaki yerlerini, durumlarını gösteren çizelge. zayiçesine bakmak * bir inanışa göre, yıldızlara bakarak birinin gelecekteki talihini anlamak. zeamet * Tımar. zeban * Dil, lisan. zebanî * Cehennem bekçisi.
* Zebellâ.zebanzet * Söylenen, söylenir olan, herkesçe kullanılan (söz). zebellâ * Çok iri yarıkimse. zebercet * Sarırenkte ve cam parlaklığında, doğal demir ve magnezyum silikat, krizolit. zebra * Tek parmaklılardan, ata benzeyen, derisi çizgili, Afrika’da yaşayan memeli hayvan (Equus zebra). zebun * Güçsüz, zayıf, âciz. zebun etmek * güçsüz bırakmak, zavallıduruma düşürmek veya getirmek. zebun kalmak * güçsüz, zavallıdurumda bulunmak. zebun olmak * güçsüz duruma düşmek. zebunküş * Güçsüze acımayan, zavallılarıezen. zebunküşlük * Zebunküşolma durumu. zebunlaşma * Zebunlaşmak durumu. zebunlaşmak * Zebun bir duruma gelmek, zayıflamak. zebunluk * Zebun olma durumu. zebunu olmak * birini çok sevmek, ona aşırıdüşkün olmak. Zebur * Tanrıtarafından Davut Peygamber’e gönderildiğine inanılan kutsal kitap. zecir * Yaptırmama, yasaklama.
* Zorlama, bir işi zorla yaptırma.
* Eziyet etme.zecren * Yasaklayarak.
* Zorlayarak.
* Eziyet ederek.zecrî * Zorlayıcı, zorlayan, yasaklayan. zecrî tedbir * İstenileni zorla yaptırmak için başvurulan yol, zorlayıcıönlem. zedeleme * Zedelemek işi veya durumu. zedelemek * Berelemek.
* Zarar vermek.zedeleniş * Zedelenme durumu. zedelenme * Zedelenmek durumu. zedelenmek * Vurma, çarpma, delme sonucu berelenmek, ezilmek.
* Zarar görmek.zedeli * Zedelenmiş. zedesiz * Zedelenmemiş. zefir * Genellikle gömlek yapmakta kullanılan, çizgili, ince bir pamuklu kumaş. zefir * Soluk verme. zehaba kapılmak * kuruntuya düşmek, vesveselenmek. zehap * Sanma, sanı, zannetme. zehapta bulunmak * vesveseye kapılmak, kuruntu içinde olmak. zehir * Organizmaya girince kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyıöldürebilen
madde, ağı, sem.
* Büyük üzüntü, acı, keder, sıkıntı.zehir gibi * çok acı.
* çok soğuk (hava).
* çok becerikli, usta.
* çok üstün.zehir hafiye * Göz açtırmaz, sert kimse.
* Olaylarıen ince veya gizli noktalarına kadar bilen veya araştıran kimse.zehir kesilmek * çok acıve yakıcı olmak.
* aşırıkaranlık, ümitsizlik, sıkıntı oluşmak.zehir olmak * üzülmek, bunalmak, acıçekmek. zehir saçmak * çevreye kötü propaganda yapmak veya insanları olumsuz davranışlara yönlendirmek, tahrik etmek, ortalığı
karıştırmak.zehir zemberek * Son derece acı. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 8
zeminde * konuda. zeminli * Zemini olan. zeminlik * Yer altı barınağı. zemmetme * Zemmetmek işi veya durumu. zemmetmek * Yermek, kınamak, kötülemek, çekiştirmek. zemzem * Kâbe yakınında bulunan bir kuyu.
* Bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu.zemzem kuyusuna işemek * ünlü olsun, adıanılsın diye herkesi iğrendirip kızdıran kötü bir işyapmak. zemzem suyu * Bkz. zemzem. zemzem suyu ile yıkanmak * hiçbir suçu veya günahı olmamak. zemzemle yıkanmışolmak * biri, ötekine göre çok iyi nitelikte olmak. zen * Kadın. zencefil * Zencefilgillerden, Hindistan ve Malezya’da yetişen, yaklaşık 100 cm yüksekliğinde, kamışgörünüşünde,
çok yüksek ve otsu bir bitki (Zingiber officinale).
* Bu bitkiden elde edilen ve baharat olarak kullanılan toz.zencefilgiller * Bir çeneklilerden, zencefil, kakule, zerdeçal gibi ıtırlı bitkileri içine alan bir familya. zencerf * Zincifre. zenci * Siyah ırktan olan kimse, siyahî.
* Fellâh, Arap.zencir * Bkz. zincir. zencirek * Cilt kapağındaki ince çizgiler. zendost * Kadınlara düşkün olan, zampara, kadıncıl. zendostluk * Kadınlara düşkünlük, zamparalık. zengin * Parası, malıçok olan, varlıklı.
* Yararlıveya kendisinden beklenilen, istenilen nitelikleri çok olan.
* Verimli.
* Gösterişli.zengin arabasınıdağdan aşırır, fakir düz ovada yolunu şaşırır * zengin, para gücüyle güçlükleri yenerken, yoksul, parasızlık yüzünden en kolay bir işi bile başaramaz. zengin erki * Plutokrasi. zengin etmek * çok mal ve para sahibi yapmak. zengin kafiye * Dizelerdeki uyaklarda ikiden çok ses arasındaki uyumluluk. zengin olmak * çok mal ve para edinmek. zenginin malızüğürdün çenesini yorar * birinin zenginliğinden çok söz etmenin gereksizliğini, yersizliğini belirtmek için söylenir. zenginleme * Zengin duruma gelme. zenginlemek * Zengin duruma gelmek. zenginleşme * Zenginleşmek işi veya durumu. zenginleşmek * Zengin duruma gelmek. zenginleştirme * Zenginleştirmek işi veya durumu. zenginleştirmek * Zengin duruma getirmek, zenginleşmesini sağlamak. zenginlik * Zengin ve varlıklı olma durumu. zenne * Kadın (eşyası).
* Orta oyununda veya Karagöz’de kadın rolüne çıkan erkek oyuncu.zenneci * Kadın eşyasısatan kimse. zennelik * Zenne rolü.
* Kadınlara yarar (eşya).zenneye çıkmak * orta oyununda erkek oyuncu, kadın rolüne çıkmak. zephiye * Kesim evinde kesilen hayvanlar için kasapların ödedikleri vergi. zeplin * Çoğunlukla hidrojen veya helyumla şişirilmişgüdümlü balon. zer * Altın. zeravent * Çok yıllık, otsu veya çalı biçiminde bir bitki, loğusa otu, kaba kulak otu, kara asma, kurtluca (Aristolochia). zerdali * Kayısıağacının Akdeniz ülkelerinde yetiştirilen küçük meyveli bir türü (Armeniaca vulgaris).
* Bu ağacın sarı, etli ve tadıacıçekirdekli meyvesi.zerde * Safranla renk ve koku verilen bir çeşit şekerli pirinç peltesi. zerdeçal * Zencefilgillerden, kök saplarından safranıandıran boyalı bir madde çıkarılan, yapraklarısivri uçlu, çiçekleri
sarırenkte, çok yıllık bir bitki, Hint safranı, sarı boya (Curcuma longa).zerdeva * Ağaç sansarı(Martes). Zerdüştçülük * İsa’dan önce VII. yüzyılda Zerdüşt tarafından düzenlendiği ileri sürülen, temel ilkeleri, iyilik (aydınlık) ve
kötülük (karanlık) olan din.Zerdüştî * Zerdüşt’ün kurduğu dinden olan (kimse).
* Bu dinle ilgili olan.zerk * Bir sıvıyışırınga ile verme, içitme, içitim. zerk etmek * bir sıvıyışırınga vb. ile vermek, içitmek. zerre * Çok küçük parçacık.
* Molekül. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 9
zerre kadar * en küçük biçimde, hiç. zerre kadar … olsaydı * çok az olsun … olsaydı. zerresi (veya zerre kadar eseri) kalmamak (olmamak veya yok) * hiç bulunmamak, tükenmek, yok olmak. zerrin * Altından yapılmış.
* Altın rengi, sarı.
* Fulya.zerzevat * Sebze, göveri, göverti, sebzevat. zerzevatçı * Zerzevat satan kimse, sebzeci. zerzevatçılık * Zerzevatçının işi, sebzecilık. zevahir * Bir şeyin dışardan görünüşü, dışyüz, görünüm. zevahiri kurtarmak * bir işi gereği gibi değil, yapılıyor dedirtmek için üstünkörü yapmak.
* Bkz. görünüşü kurtarmak.zeval * Yok olma, yok edilme.
* Suç, kabahat, sorumluluk, mesuliyet.
* Bozulma.
* Öğle.zeval bulmak (veya zevale ermek) * bozulup yok olmak, çökmek. zeval vakti * Gün ortası, öğle vakti. zeval vermek * zarar vermek veya yok etmek. zeval vermemek * korumak. zevale yüz tutmak * bozulmaya, alçalmaya, yok olmaya başlamak, dönelmek. zevalî * Zeval ile ilgili. zevali olmak * zararı olmak, zararıdokunmak. zevalî saat * Öğle vakti, 12.00’yi başlangıç olarak alan saat. zevalsiz * Yok olmayan, ortadan kalkmayan, bitmeyen, kalımlı. zevat * Kişiler, zatlar. zevce * Erkeğin nikâhlandığıkadın, karı, eş, refika. zevcelik * Zevce olma durumu, karılık, eşlik. zevç * Kadının nikâhlandığıerkek, koca, eş. zeveban * Erime. zeveban etmek * erimek. zevk * Hoşa giden veya çekici bir şeyin elde edilmesinden, düşünülmesinden doğan hoşduygu, haz.
* Güzeli çirkinden ayırt etme yetisi, beğeni.
* Hoşa giden ve eğlendiren şey.
* Tat, lezzet.
* Eğlence.zevk almak (veya duymak) * hoşlanmak, beğenmek. zevk ehli * Eğlenmeyi seven kişi. zevk etmek * eğlenmek. zevk için * yalnız eğlenmek için.
* alay etmek için.zevki çıkmak * hoşa gitmek. zevkinde olmak (veya zevkine bakmak) * yalnız kendi eğlencesini düşünmek. zevkine gitmek * hoşuna gitmek. zevkine varmak * bir şeyin tadını gereği gibi duymak. zevkini çıkarmak * ondan olabildiği kadar zevk sağlamak. zevkini okşamak * o şeyden hoşlanmak. zevkiselim * En yüksek zevk. zevkiselim sahibi * Beğenme ve algılama yeteneği tam olan. zevklenme * Zevklenmek durumu. zevklenmek * Zevk duymak, hoşlanmak.
* Bir kimse ile alay etmek, eğlenmek.zevkli * Beğenilen, hoşa giden.
* Beğenisi olan (kimse).zevkli gelmek * hoşlanmak. zevksiz * Beğenilmeyen, hoşa gitmeyen.
* Beğenisi olmayan (kimse).zevksizlik * Zevksiz olma durumu. zevkten dört köşe olmak * çok sevinip keyiflenmek, aşırızevk duymak. zevkusefa * Eğlenme, eğlence. zevzek * Tatsız ve çok konuşan, geveze. zevzekçe * Zevzeğe yakışır (biçimde), zevzek gibi. zevzeklenme * Zevzeklenmek işi veya durumu. zevzeklenmek * Zevzeklik etmek. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 10
zevzeklik * Zevzek olma durumu.
* Zevzekçe konuşmak.zevzeklik etmek * zevzekçe konuşmak. zeybek * Özellikle BatıAnadolu efelerine verilen ad.
* Bu kimselere özgü yerel oyun ve bu oyunun müziği.zeybek havası * Ege yöresine özgü bir müzik veya oyun türü.
* Kısa ve net konuşma.zeyil * Ek.
* Bir yazıya ek olarak katılan parça.
* Bir eseri tamamlamak için sonradan yazılan ek eser.zeyrek * Anlayışlı, uyanık, zeki. zeyrek * Keten tohumu. zeyreklik * Anlayışlı, uyanık olma durumu, zekâ. zeytin * Zeytingillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, 10-20 m yüksekliğinde, dallarıdikensiz, yapraklarıkarşılıklı,
küçük ve gümüşrenginde, uzun ömürlü bir ağaç (Olea europea).
* Bu ağacın taze iken yeşil, sonradan kararan, yüksek besin değeri taşıyan yağlımeyvesi.
* Zeytin ağacından yapılmış, zeytin kaplamalı.zeytin dalı * Zeytin ağacının dalı.
* Barışçubuğu.zeytin dalıuzatmak * barışiçin ilk adımıatmak. zeytin ezmesi * İşlenmişzeytinin ezilmesi ile yapılan yiyecek. zeytin güvesi * Pul kanatlılar takımından parlak gri renkli olup zeytin ağacının yaprak, çiçek ve tanelerini kemiren zararlı
bir böcek.zeytin kurdu * Kınkanatlılar takımından kahverengi veya siyah renkte zeytin ağacına musallat olan ve onların kurumasına
yol açan zararlı bir böcek.zeytin rengi * Koyu gri ve siyah arasırenk. zeytin sineği * Meyve sineğigiller familyasından olup zeytin tanelerine musallat olan zararlı bir böcek. zeytinci * Zeytin ağacıyetiştiren kimse.
* Zeytin satan kimse.zeytincilik * Zeytin ağacıyetiştirme işi.
* Zeytin alıp satma işi.zeytingiller * İki çeneklilerden, zeytin, leylâk, diş budak, yasemin gibi bitkileri içine alan ağaç veya ağaççıklar familyası. zeytinli * Üzerinde veya içinde zeytin olan. zeytinlik * Zeytin ağacıyetiştirilen alan.
* Zeytin ağacıçok olan yer.zeytinsi * Zeytine benzeyen, zeytini andıran. zeytinsi meyve * Erik, kiraz, kayısı, badem gibi tek çekirdekli meyvelerin genel adı. zeytinsiz * Zeytini olmayan. zeytinyağı * Zeytin tanelerinden çıkarılan bitkisel yağ. zeytinyağı gibi üste çıkmak * bir sorunda haksız olduğunu kabul etmemek, ustalıkla kendini haklıçıkarmaya çalışmak. zeytinyağlı * Zeytinyağı ile yapılmışveya pişirilmiş. zeytinyağlıdolma * Malzemesi zeytinyağı ile pişirilip hazırlanan dolma. zeytinyağlıfasulye * Zeytinyağı ile pişirilen fasulye. zeytinyağlısarma * Malzemesi zeytinyağı ile pişirilen sarma. zeytinyağlıyemek * Zeytinyağı ile pişirilen yemeklere verilen ad. zeytunî * Kahverengine çalan yeşil renkte olan. zı barma * Zı barmak durumu. zı barmak * Ölmek, gebermek.
* Uyumak, çok içip sızmak.zı bıdı * Kısa boylu, çelimsiz, basit kimse. zı bın * Bebeklere iç çamaşırı olarak giydirilen, ince pamukludan kısa ve kollu giysi.
* Kolsuz giysi.zıddı olmak * bir şey birini tedirgin etmek, hoşuna gitmemek. zıddına basmak (veya bir şey birinin zıddına gitmek) * sinirlendirmek, sinirini bozmak. zıddiyet * Karşıtlık, birbirine zıt olma durumu.
* Sevişmezlik, geçimsizlik, çekememezlik.zıh * Giysilerin kol, yaka, etek vb. kenarlarına dikilen şerit veya kaytan.
* Marangoz işlerinde ince kenar pervazı.
* Sayfa çevresine çekilen çizgi.zıhlama * Zıhlamak işi veya durumu. zıhlamak * Kenarına zıh geçirmek. zıhlanma * Zıhlanmak işi veya durumu. zıhlanmak * Zıhlamak işi yapılmak. zıhlı * Zıhı olan. zıkkım * Zehir, ağı.
* İçki ve sigaranın kötü ve zararlıetkisini belirtmek için kullanılır.zıkkımlanma * Zıkkımlanmak işi veya durumu. zıkkımlanmak * (hakaret olarak) Yiyip içmek. zılgıt * Korkutma, çıkışma, gözdağı, azarlama. zılgıt vermek * korkutmak, çıkışmak, azarlamak, gözdağıvermek. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 14
zihin yorgunluğu * Aşırıderecede zihnin yorulmasıdurumu. zihin yormak * bir konuda çok düşünmek, kafa yormak. zihince * Zihne göre, zihninin kavradığı biçimiyle. zihinsel * Zihinle ilgili, zihnî. zihnen * Zihince, zihinli, zihinden. zihnî * Zihinle ilgili, zihinsel. zihni açılmak * kavrayışı, anlayışıçoğalmak. zihni alt üst etmek * düşüncelerini karmakarışık duruma getirmek. zihni boşalmak * kafasırahat ve dingin olmak. zihni bulanmak (veya karışmak) * düşünürken olaylar arasındaki bağlantıyıyitirmek.
* ne yapacağınışaşırmak.zihni takılmak * yanlış bir kanıya takılıp kalmak.
* çözülmesi gerekli bir konu üzerinde durmak.zihnine girmek * düşüncesini değiştirmek. zihnine yerleştirmek * unutulamayacak biçimde aklında tutmak. zihnini bozmak * sürekli olarak aynışeyi düşünmek. zihnini bulandırmak * kuşkuya düşürmek. zihnini çelmek * bir kimseyi yanıltmak, yanlışyola sürüklemek.
* baştan çıkarmak.zihnini dağıtmak * gerektiği gibi düşünmemek. zihnini kurcalamak * bir şeyi anlamaya, kavramaya çalışmak. zihnini kurcalamak (veya tırmalamak) * bir şey sıksık hatırlanıp insanıdüşündürmek. zihnini oynatmak * çıldırmak, delirmek. zihnini toplamak * kendine gelmek, sağlıklıdüşünmeye başlamak. zihniye * Anlıkçılık, entelektüalizm. zihniyet * Bir toplum veya topluluktaki bireylerde görüşve inanışetmenlerinin etkisiyle beliren düşünme yolu,
düşünüş biçimi.zikıymet * Değerli, kıymetli. zikir * Anma, söyleme, sözünü etme.
* (bir tarikata bağlı olanlar için) Tanrı’nın adınıart arda söyleme işi.zikredilme * Zikredilmek işi veya durumu. zikredilmek * Adıanılmak. zikretme * Zikretmek işi veya durumu. zikretmek * Adınısöylemek, sözünü söylemek, anmak. zikri geçmek * anılmak, adı geçmek. zikrolunma * Zikrolunmak işi veya durumu. zikrolunmak * Adı geçmek, söylenmek. zikzak * Art arda birdenbire ters yöne açılar yapan (kırık çizgi).
* Sık sık değişen görüşdüşünce veya davranış, istikrarsızlık.
* Karşılıklı.zikzak dikişi * Nakışta ve terzilikte zikzak biçiminde yapılan dikiş. zikzak makinesi * Zikzak dikişi yapan makine. zikzak yapmak * sık sık sağa sola yön değiştirmek.
* sık sık düşünce değiştirmek.zikzaklı * Zikzak biçiminde olan. zil * İşaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bu çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle
veya başka düzenlerle işletilebilen araç, çıngırak.
* Birbirine çarparak ses çıkartmak için parmaklara veya tefin kasnağındaki deliklere takılan metal kurs.zil takıp oynayacak * çok sevinenler için söylenir. zil vurmak * zil çalmak. zil zurna * Aşırıölçüde (sarhoş). zil zurna olmak * çok içip sarhoşolarak kendini bilemeyecek duruma gelmek. zilhicce * Ay takviminin on ikinci ayı, kurban ayı. zilkade * Ay takviminin on birinci ayı. zillet * Hor görülme, alçalma. zilli * Zili olan, üstünde zili bulunan.
* Edepsiz, eli maşalı, şirret (kadın).zilli bebek * Dalkavuk, şakşakçı. zilli maşa * Uçlarına zil takılmışmaşa biçiminde bir çalgı.
* Edepsiz, şirret.zilsiz * Zili olmayan. zilsiz oynamak * çok sevindiğini belli etmek. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 16
zirve konferansı * Zirve toplantısının oluşturduğu konferans. zirve toplantısı * Katılan devletlerin en yetkilisinin veya yetkili olan diplomatının yer aldığıuluslar arasıtoplantı. zirzop * Delişmen, aklına eseni yapan. zirzopça * Zirzopluk edercesine. zirzoplaşma * Zirzoplaşmak işi veya durumu. zirzoplaşmak * Uygunsuz, yakışıksız davranmak. zirzopluk * Zirzop olma durumu veya zirzopa yakışan davranış. zirzopluk etmek * uygunsuz, yakışıksız davranışlarda bulunmak. zivircik * Akdeniz bölgesinde yetişen, 100-300 cm yüksekliğinde, kuvvetli kokulu bir çalı(Anagyris foetida). ziya * Işık, aydınlık. ziyadar * Aydınlık, ışığı bol, parlak. ziyade * Çok, daha çok, daha fazla.
* Çoğalma, artma.ziyade olsun! * yemekte bulunanlara veya yemeğe buyurun diyenlere söylenen bir nezaket sözü. ziyadeleşme * Ziyadeleşmek işi veya durumu, fazlalaşma. ziyadeleşmek * Fazlalaşmak. ziyadesiyle * Olağandan, gerekenden çok, pek çok, fazlasıyla. ziyafet * Konuklarıyemekli, eğlenceli ağırlama, şölen, toy. ziyafet çekmek (veya vermek) * konuklarıyemekli ağırlamak. ziyan * Zarar. ziyan etmek * yersiz, boşyere harcamak.
* zarara uğramak.ziyan olmak * boşuna harcanmak, zarar görmek. ziyan zebil olmak * boşuna, boşyere harcanmak. ziyanıyok! * önemli değil, önemi yok!. ziyankâr * Sürekli zarar veren veya zarar vermeyi huy edinmişolan. ziyankârlık * Ziyan verme durumu veya huyu. ziyansız * Ziyan vermeyen, dokunmaz.
* Oldukça iyi.ziyaret * Birini görmeye, biriyle görüşmeye gitme, görüşme. ziyaret etmek * birini veya bir yeri görmeye gitmek. ziyaretçi * Ziyaret eden, ziyarete giden kimse, görüşmeci. ziyaretgâh * Hayır işlemek veya saygı göstermişolmak için ziyaret edilen yer, ziyaret yeri. ziynet * Süs, bezek. zloti * Polonya para birimi. Zn * Çinko’nun kısaltması. Zodyak * Gök küresinde, tutulumun geçtiği ve üzerinde on iki burcun (Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak,
Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık) eşit aralıklarla dağıldığıkuşak, burçlar kuşağı.zoka * Büyük balıklarıtutmakta kullanılan, küçük balık biçiminde, ucu iğneli kurşun parçası. zokayıyutmak * aldatılıp zarara sokulmak. zom * Olgun (kimse).
* Çok sarhoşolan.zom olmak * çok sarhoşolmak. zona * Deride, sinirler boyunca, özellikle gövde, bacak ve yüzde birtakım ağrılıfiskelerin dökülmesiyle beliren,
mikroplu bir hastalık.zonk zonk * Zonklamanın zorlu olduğunu anlatmak için kullanılır. zonk zonk zonklamak * vücudun bir yeri çok zonklamak. zonklama * Zonklaşmak işi veya durumu. zonklamak * (vücudun bir yeri) Nabız atışı gibi, kesik kesik ağrımak veya sancımak. zonklatma * Zonklatmak işi veya durumu. zonklatmak * Zonklamasına yol açmak, zonklamasına sebep olmak. zoolog * Zooloji uzmanı, hayvan bilimci. zooloji * Hayvan bilimi. zoospor * Suda yaşayan mantarlarda ve su yosunlarında bulunan, selüloz zardan yoksun, üzerindeki iki veya daha çok
titrek tüyle hareket eden üreme hücresi.zootekni * Evcil hayvanlarıüretme ve yetiştirme bilimi. zor * Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık.
* Sıkıntıveya güçlükle yapılan.
* Yüküm, mecburiyet.
* Baskı.
* Güçlükle, zorla.
* Yapamazsın!.