yük | * Araba, hayvan vb.nin taşıdığışeylerin hepsi. * Araba, hayvan vb.nin taşıyabildiği miktar. * Eşya. * Birinin üzerine almak zorunda kaldığı ağır görev. * Bir cismin yüzeyinde biriken elektrik miktarı, şarj. * Yüklük. * Doğacak bebek, cenin. * Tedirginlik veren şey, engel. * Yüz bin kuruşluk mal veya tutar. |
yük altına girmek | * ağır bir görevi üzerine almak. |
yük arabası | * Yük taşıyan araba. |
yük asansörü | * Yüksek katlara yük çıkarmak için yapılan asansör. |
yük gemisi | * Yük taşımak için yapılan özel gemi. |
yük hayvanı | * Yük taşımada kullanılan at, eşek gibi hayvanlar. |
yük katarı | * Yük treni, marşandiz. |
yük odası | * Yüklük. |
yük olmak | * bir kimse, sıkıntılı bir işini başkasına yaptırmak. * kendisi için başkasına para harcatmak, masraf yaptırmak. |
yük treni | * Yük taşımada kullanılan tren, yük katarı. |
yük vagonu | * Yük taşımada kullanılan vagon. |
yük vurmak | * (hayvana) yük yüklemek. |
yükçü | * Ücretle yük taşıyarak geçinen kimse, taşıyıcı, hamal. |
yükçülük | * Sırtında veya elinde yük taşıma işi, hamallık. |
yüklem | * Cümlede oluş, işve hareket bildiren kelime veya kelime grubu, haber. * Bir konu için olumlanan veya inkâr edilen şey. |
yüklem birliği | * Bkz. yüklem öbeği. |
yüklem öbeği | * Yüklemle birlikte kurulan söz veya tamlamalar. |
yükleme | * Yüklemek işi, tahmil. * Bir yere, bir nesneye elektrik yükü biriktirme, doldurma, şarj. |
yükleme durumu | * Bkz. belirtme durumu. |
yükleme hâli | * Yükleme durumu, belirtme durumu, belirtme hâli. |
yüklemek | * Bir yere, taşınması için belli ağırlıkta eşya veya araç gereç koymak. * Bir yükümlülük altına sokmak, sorumlu tutmak. * Bir suçu birinin üstüne atmak. * Bir cisme elektrik gücü vermek. |
yüklenilme | * Yüklenilmek işi. |
yüklenilmek | * Yüklemek işi yapılmak. |
yüklenme | * Yüklenmek işi. |
yüklenmek | * Yüklemek işi yapılmak veya yüklemek işine konu olmak. * Kendi ağırlığını başka bir şey üzerine vermek, bedeniyle abanmak. * Bir yükü taşımayıüstüne almak. * Üstüne düşmek, zorlamak. * Bir şeyi yapmayıkabul etmek, üstüne almak. |
yükletilme | * Yükletilmek işi. |
yükletilmek | * Yükletmek işi yapılmak. |
yükletme | * Yükletmek işi. |
yükletmek | * Yüklemek işi yaptırmak. |
yükleyici | * Yükleme işini yapan (kimse). * Ağır yükleri kaldırma, taşıma veya yükleme işinde kullanılan araç. |
yükleyiş | * Yüklemek işi veya biçimi. |
yüklü | * Yükü olan. * Yapılacak işi çok olan. * Çok çalışmayı gerektiren, çetin, güç, uygun. * Çok fazla, pek çok. * Bir duyguyu veya olguyu içinde veya üzerinde fazlaca bulunduran. * Gebe, hamile. * Çok sarhoş. * Paralı, varlıklı. |
yüklüce | * Yüklü olarak. |
yüklük | * Evlerde yatak, yorgan gibi şeyler koymaya yarayan, yerli büyük dolap veya yatak yorgan konulan yer, yük. |
yüklülük | * Yüklü olma durumu. * Ağırlık, gerginlik. |
yüksek | * Altı ile üstü arasındaki uzaklık çok olan. * Belirli bir yere göre daha yukarıda bulunan. * Güçlü, etkili, şiddetli. * Derece veya makamı bakımından üstün. * Normal değerlerin üstünde olan, çok. * Erdemli, faziletli. * Toplum içinde para, ün vb. bakımından üstünlüğü olan. * Yukarıda, üst tarafta olan yer. * Büyük para ile. |
yüksek atlama | * Vücudu, bacakların sıçrama gücü ile yerden keserek bir engelin öte yanına geçirme. |
yüksek basınç | * Basınçölçerde 760 mm üstünde bulunan ve güzel havayı belirten hava durumu. |
yüksek fırın | * Sanayide kullanılan ısıderecesi yüksek olan fırın. |
yüksek fiyat | * Değerinden aşırıfiyat. |
yüksek gerilim | * Otuz üç bin kilovattan elli dört bin kilovata kadar olan gerilime verilen ad. |
yüksek lisans | * Lisans öğretiminden sonra yapılan üst düzeydeki öğretim. |
yüksek okul | * Üst düzeyde uygulayıcımeslek elemanıyetiştiren yüksek öğretim kurumu. |
yüksek öğrenim | * Orta öğretim düzeyi üstündeki öğrenim. |
yüksek öğretim | * Orta öğretimin üstünde, üniversite, akademi ve yüksek okullar ile bu eğitim kurumlarınıyönetmek görevini ve sorumluluğunu taşıyan birimlerden oluşan kuruluş. * Orta öğretimden geçenlere, üniversite, akademi, teknik ve yüksek meslek okulları gibi türlü eğitim kurumlarınca plânlanıp uygulanan öğretim. |
yüksek perdeden | * yüksek sesle. |
yüksek perdeden konuşmak | * yüksek sesle konuşmak. * meydan okurcasına sert konuşmak. * yapılması güç şeyleri gerçekleştirebilecekmişgibi abartmalıkonuşmak. |
yüksek ses | * Uzaktan işitilecek nitelikte ses. * İnce ses. |
yüksek sosyete | * Sosyetenin önde gelenleri. |
yüksek tahsil | * Bkz. yüksek öğrenim. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük Y Sayfa 69
-
Türkçe Sözlük Y Sayfa 71
yülünmek * Yolunmak. yün * Güzün kırkılan koyun tüyü.
* Genel olarak koyun tüyü.
* Genel olarak hayvan tüyünden yapılmış.yünlü * Yünü olan.
* Yünden yapılmış.
* Yün kumaş.
* Yün kumaştan yapılmış.yüpürmek * Telâşla öteye beriye koşmak. Yüregir * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. yüreği ağzına gelmek * birdenbire çok korkmak, aşırıkorku veya sevinçten ziyadesiyle heyecanlanmak, endişelenmek. yüreği ağzında * korku ve heyecan dolu bir durumda. yüreği bayılmak * karnıçok acıkmak. yüreği boğazına tıkanmak * sıkılmak, üzülmek, dertlenmek. yüreği burkulmak * çok üzülmek, çok acıduymak. yüreği cız etmek (veya cızlamak) * çok acımak, içi sızlamak. yüreği çarpmak * kalp çarpmak veya çalışmak.
* coşku sebebiyle kalp hızlıhızlıçarpmak veya çalışmak.
* merak, kaygı, korku, heyecan gibi duygularla tedirgin olmak, huzursuz olmak.yüreği dar * Çabuk sıkılan. yüreği daralmak * sıkılmak, bunalmak, içi daralmak. yüreği dayanmamak * acısına katlanamamak, çok acıduymak. yüreği delik * Dertli. yüreği dolu * Kinli, hınçlı. yüreği ezilmek * üzülmek, acıduymak.
* açlık duymak.yüreği ferahlamak (veya hafiflemek) * kaygıdan kurtulmak. yüreği geniş * Hiçbir şeyi kendine tasa etmeyen. yüreği götürmemek * dayanmamak, katlanamamak. yüreği göz göz olmak * dert, acıve sıkıntıdan içi kabarmak, aşırıdertlenmek. yüreği hop etmek (veya hoplamak) (veya oynamak) * birdenbire korkup heyecanlanmak. yüreği kabarmak * içi sıkıntı ile dolup derin soluk alma gereğini duymak.
* midesi bulanmak.yüreği kaldırmamak * dayanamamak, katlanamamak. yüreği kalkmak * heyecanlanmak. yüreği kan ağlamak * derinden acıduymak, çok üzülmek. yüreği kanamak * aşırıüzüntüden sarsılmak. yüreği kararmak * içine karamsarlık ve sıkıntıçökmek. yüreği katı * Acınacak durumlar karşısında duygusuz kalabilen. yüreği katılmak * ağlamaktan veya soğuktan nefesi tutulmak. yüreği kaynamak * içinde birtakım şüphe ve endişe uyanmak. yüreği oynamak * ansızın heyecanlanmak veya korkmak. yüreği parça parça olmak * pek çok acımak. yüreği parçalanmak * çok acımak. yüreği parlamak * coşmak, heyecanlanmak. yüreği pek * Yüreği katı.
* Yürekli.yüreği rahatlamak * üzüntü ve kaygısıazalmak, kalmamak. yüreği serinlemek * üzüntüsü bir dereceye kadar azalmak. yüreği sıkılmak * içi sıkılmak. yüreği sıkışmak (veya tıkanmak) * kalp atışları düzensiz olmak, sıkıntıduymak.
* bir meseleden dolayıaşırıüzülmek.yüreği sızlamak * çok acımak, çok üzülmek. yüreği soğumak * düşmanın bir felâkete uğramasına sevinmek. yüreği şişmek * can sıkıcışeyler dinlemekten bunalmak. yüreği temiz * Temiz yürekli, saf, iyi niyetli (kimse). yüreği titremek * duygulanmak, endişe, korku duymak. yüreği tükenmek (veya yürek tüketmek) * bir şeyi anlatmak için çok yorulmak. yüreği ürpermek * çok korkmak. yüreği yağbağlamak * istenilen bir şeyin olmasından ferahlık duymak. yüreği yanık * Duygulu, hassas olan kimse. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 66
yumurtacık * Canlılarda dişinin, döllenip oğulcuk durumuna gelmek için çıkardığıüreme hücresi; yumurtlayan
hayvanlarda yumurta olarak dışarıverilir, yavrulayanlarda ise döl yatağında kalarak oğulcuk ve dölüt evrelerinden
geçtikten sonra yavru olarak doğar.
* Kapalıtohumlularda, döllenmeden sonra değişikliğe uğrayarak tohumu oluşturan bölüm.yumurtacılık * Yumurta alıp satma işi. yumurtadan daha dün çıkmış * bilgiçlik taslayan toy kimse. yumurtalık * Canlılarda dişi üreme hücrelerini veren organ, mebiz.
* Yumurtayı içine dik olarak koymaya yarayan, fincana benzeyen kap.yumurtaya kulp takmak * bahane bulmakta usta olmak. yumurtayıçalkamak * (kuluçka) üstüne oturduğu yumurtayıçevirmek. yumurtlama * Yumurtlamak işi. yumurtlama mevsimi * Bazıhayvanların yumurtlamaya yatma veya yumurtlama zamanı, mevsimi. yumurtlamak * Tavuk, kuşvb.yumurta yapmak.
* Uydurup söylemek veya söylenmemesi gereken şeyi açığa vurmak.yumurtlatma * Yumurtlatmak işi. yumurtlatmak * Yumurtlamak işini yaptırmak. yumurtlayanlar * Yumurtlama yolu ile üreyen hayvanlar. yumuş * İş, hizmet buyruğu. yumuşacık * Hoşa giden, istenilen yumuşaklıkta olan, çok yumuşak olan. yumuşak * Dokunulduğunda veya üzerine basıldığında çukurlaşan, eski biçimini kaybeden, katıkarşıtı.
* Kolaylıkla bükülen, sert karşıtı.
* Dokununca hoş bir duygu uyandıran.
* Avuçla sıkıldığında buruşmayan, sert karşıtı.
* Kolaylıkla işlenebilen.
* Kolay çiğnenen, kolay kesilen.
* Ilıman.
* Kaba, hırçın, sert olmayan, kolay yola gelen, uysal.
* Okşayıcı, tatlı, hoş.
* Sessiz, hafif.yumuşak ağızlı * Kolay gem alan (hayvan). yumuşak başlı * Uysal, kolay yola gelen. yumuşak buğday * Kırma ve öğütmeye karşıdirenci daha az olan, öğütüldüğünde genelde daha ince un meydana getiren ve
tane kesiti unsu yapıda, beyaz renkte ve mat görünüşlü olan buğday.yumuşak damak * Damağın boğaza yakın bölümü. yumuşak iniş * Uzay araçlarında ve uçaklarda aracın ustalıkla, çarpmaksızın yere inişi. yumuşak su * Az kireçli su. yumuşak ünsüz * Ciğerlerden gelen havanın ses yolundaki sivrilmişve gerilmişkapalı bir engele çarpmasıyla oluşan,
titreşimli ses veren (ünsüz), sürekli, tonlu, sedalı, örtümlü, titreşimli: b, c, d, g.yumuşak yüzlü * Kendisinden istenilen bir şeyi geri çevirmeyen, yüzü tutmayan. yumuşak yüzlülük * Yüzü tutmaz olma durumu. yumuşakça * Yumuşak vücutlu, omurgasız hayvan.
* Yumuşak bir biçimde.yumuşakçalar * Çoğu suda yaşayan, omurgasız, yumuşak olan vücutlarıkabuk denilen sert bir kalkerli örtü ile kaplı
hayvanlar şubesi.yumuşaklaşma * Yumuşaklaşmak işi veya durumu. yumuşaklaşmak * Yumuşak bir duruma gelmek, yumuşamak. yumuşaklık * Yumuşak olma durumu.
* Ilımlı, iyi davranma, mülâyemet.yumuşama * Yumuşamak işi.
* Dünyada soğuk savaşdöneminden sonra stratejik silâhların geliştirilmesiyle başlayan siyasal gerginliğin
ortadan kaldırılmasısiyaseti, detant.
* Süreksiz ünsüzlerin sürekli ünsüz veya sızıcıünsüz oluşu.yumuşamak * Sertliği kalmamak, yumuşak duruma gelmek.
* Öfkesi, kızgınlığı, inadı geçmek.
* Sert ünsüz, yumuşak ünsüz durumuna gelmek.yumuşatıcı * Yumuşatmayısağlayan.
* Teslim edici, hafifletici.yumuşatılma * Yumuşatılmak işi. yumuşatılmak * Sertliği giderilmek, yumuşak duruma getirilmek. yumuşatış * Yumuşatmak işi. yumuşatma * Yumuşatmak işi.
* Etkin alıştırmalarda, bir kasıhiçbir gerginlik veya kasılma bırakmadan dinlendirme.yumuşatmak * Sertliğini gidermek, yumuşak duruma getirmek.
* Kabalığını, katılığını, sertliğini veya acımasızlığını ortadan kaldıracak durumda olmak.yumuşatmalık * Amortisör. yuna * Hayvanın sırtına, eyerin altına konulan belleme (II). yunak * Yıkanılan yer, hamam. Yunan * Yunanistan halkından olan kimse.
* Yunanistan halkına özgü olan.Yunanca * Yunan dili, Elence. Yunanistanlı * Yunanistan’da yaşayan veya Yunanistan halkından olan, Yunan. Yunanlı * Yunanistan halkından veya bu halkın soyundan olan (kimse). yunma * Yunmak işi. yunmak * Yıkanmak. yunmuşarınmış(veya yıkanmış) * yıkanıp temizlenmiş. yunus balığı * Balinalardan, ılık ve sıcak denizlerde sürüler durumunda yaşayan, boyları3 m ye kadar erişebilen, memeli
deniz hayvanı(Delphinus).yunus balığı giller * Örnek hayvanıyunus balığı olan, balinaların bir alt familyası. yurdu * İğnenin deliği. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 70
yüksek yaylak * Orman sınırının üzerinde, en az 1600 metre yükseklikte bulunan yaylak. yükseklerde dolaşmak * elde edilmesi güç şeyler istemek. yükseklik * Yüksek olma durumu.
* Geometrik biçimlerde, tabandan tepeye olan uzaklık.
* Yükselti, irtifa.yükseklik korkusu * Yüksek yerlerde duyulan aşırıkorku. yükseklikölçer * Bulunulan yerin yüksekliğini gösteren cihaz, altimetre. yüksekten almak * karşısındakilere olduğundan fazla böbürlendirmek, abartılıdavranmak. yüksekten atmak * yapamayacak şeyleri yapabilirmişgibi söylemek. yüksekten bakmak * kendini karşısındakinden üstün görmek. yüksekten konuşmak * kendini çevresindekilere kabul ettirebilmek için övünerek konuşmak. yüksekten uçmak * yükseklerde dolaşmak.
* palavra atmak, çok abartmak.yükselim * Bir yıldızın gök küresinde ekvator düzlemine göre açısal uzaklığı. yükseliş * Yükselmek işi veya biçimi. yükselme * Yükselmek işi, itilâ.
* Terfi.
* Yer kabuğunun yerin düşey salınımından ileri gelen kımıldanımı.
* Suların kabararak yüzeyinin yükseğe çıkması.yükselmek * Yükseğe çıkmak.
* Güçlenmek, şiddetlenmek.
* (fiyat için) Çoğalmak, artmak.
* Aşamasıartmak.
* Yüce duruma gelmek, yücelmek.yükselteç * Alçak veya yüksek frekanslıakımların yararlıetkilerini artırmaya yarayan araç, amplifikatör. yükseltgeme * Oksitleme. yükseltgemek * Oksitlemek. yükseltgenme * Oksitlenme. yükseltgenmek * Oksitlenmek. yükselti * Bir noktanın deniz yüzeyinden olan yüksekliği, rakım, irtifa.
* Bir yıldızdan bir gözlemcinin gözüne gelen ışın ile ufuk düzleminin oluşturduğu açı.yükseltilme * Yükseltilmek işi. yükseltilmek * Yükseltmek işine konu olmak veya yükseltmek işi yapılmak. yükseltme * Yükseltmek işi. yükseltmek * Yükseğe çıkarmak, yukarıkaldırmak.
* Güçlendirmek, şiddetlendirmek.
* Değerini olduğundan daha çok göstermek.
* Yüksek bir düzeye getirmek, geliştirmek.
* Aşama ve mevki bakımından daha yüksek duruma getirmek.
* Bir sayıyıkendisiyle birkaç kez çarpmak.yüksük * Dikişdikerken, iğnenin batmasınıönlemek için parmak ucuna takılan kesik koni biçiminde koruncak.
* Köklerin ucunda bulunan ve kökün üretken dokusunu korumaya yarayan oluşum, kalensöve.yüksük kadar * az, çok az, az miktarda. yüksük kına * Yalnız bir tek parmağın başkısmına surülen kına. yüksük makarna * Yüksük biçiminde olan makarna. yüksük otu * Sıracagillerden, kalp hastalıklarında dijitalin adıyla kullanılan bir alkaloit veren, çiçekleri yüksük biçiminde
olan bitki (Digitalis purpurea).yüksünme * Yüksünmek işi. yüksünmek * Bir şeyi kendine yük saymak, bir şeyi kendine yük olarak kabul etmek.
* Üşenmek, tembellik etmek.yükte hafif pahada ağır * taşınmasıkolay olan değerli (eşya). yüküm * Yapılmasızorunlu olan işveya bir işi yapma zorunluğu, mecburiyet, mükellefiyet. yükümlendirme * Yükümlülük altına alma işi. yükümlendirmek * Yükümlülük altına almak. yükümlenme * Yükümlenmek işi, tekeffül. yükümlenmek * Bir şeyin sorumluluğunu üzerine almak, tekeffül etmek. yükümlü * Yükümü olan, mükellef. yükümlülük * Yükümlü olma durumu, mükellefiyet. yükün * İyon. yükünme * Yükünmek işi veya durumu. yükünmek * Birinin önünde, saygı göstermek için eğilmek veya yere kapanmak. yükünü almak * taşıyabileceği en ağır yükü yüklenmişolmak.
* yeterli sayıda bulundurmak, dolmak.yükünü çekmek * bütün ağırlığınıtaşımak, her türlü eziyete katlanmak. yükünü tutmak * çok zengin olmak, zenginleşmek. yülgü * Tıraşiçin kullanılan bıçak, ustura. yülük * Ustura ile kesilmiş(kıl). yülüme * Yülümek işi, tıraş. yülümek * Vücudun fazla kıllarınıustura ile almak, tıraşetmek. yülünme * Yülünmek durumu. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 67
yurt * Bir halkın üzerinde yaşadığı, kültürünü oluşturduğu toprak parçası; vatan.
* İnsanın doğup büyüdüğü, yaşadığıyer, memleket.
* Bazınitelik veya değerleri taşıyanların çok bulunduğu yer, diyar.
* Bir şeyin ilk veya çok yetiştirildiği yer, vatan.
* Bir grup insanın oturduğu, yetiştirildiği veya bakıldığıkurum.
* Kalacak, barınacak yer.
* Toplu olarak bir işöğretilen yer.
* Hastaların tedavi edildiği yer.
* Sahip olunan arazi, emlâk.
* Yörüklerin yazın veya kışın oturduklarıyer.
* Göçebe Türklerin oturduğu çadır.yurt bilgisi * Bkz. yurttaşlık bilgisi. yurt dışı * Yurt sınırlarıdışında olan. yurt içi * Yurt sınırları içinde olan. yurt tutmak * bir yeri kendine yurt edinmek, tavattun etmek. yurtlandırma * Yurtlandırmak işi, iskân. yurtlandırmak * Bir kimseye veya bir topluluğa yurt sağlamak, iskân etmek. yurtlanma * Yurtlanmak işi, iskân. yurtlanmak * Bir yeri yurt edinmek, oraya yerleşmek. yurtluk * Büyük ve zengin köşk, malikâne.
* Bir yerin gelirinin bir kimseye yalnız ölünceye kadar kullanılmasışartıyla ayrılmasıyöntemi.yurtsal * Yurtla ilgili, vatanî. yurtsama * Yurtsamak işi, daüssıla, nostalji. yurtsamak * Yurdunu özlemek. yurtsever * Yurdunu, milletini büyük bir tutku ile seven, bu uğurda her türlü özveriye katlanan (kimse), vatanperver. yurtseverlik * Yurtsever olma durumu.
* Yurtsevere yakışır davranış, vatanperverlik.yurtsuz * Yurdu olmayan (kimse).
* Kalacak, barınacak yeri olmayan.yurttaş * Yurtlarıveya yurt duyguları bir olanlardan her biri, vatandaş. yurttaşlar yasası * Kişi, aile, miras ve eşya adaletine ait ilişkileri düzenleyen yasa, medenî kanun. yurttaşlık * Yurttaşolma, bir yurtta doğup büyüme veya yaşamışolma durumu, vatandaşlık. yurttaşlık bilgisi * Devlet ve hükûmet kuruluşlarını, yurttaşlık ödev ve haklarınıkapsayan bilgi, yurt bilgisi. yurttaşlık hakları * Yurttaşlıkla ilgili kişinin kullanması gereken bütün hakları. Yurttaşlık Hukuku * Yurttaşlık haklarınıkollayan ve koruyan hukuk sistemi. yusufçuk * Dağlık ve ormanlık bölgelerde yaşayan, güvercine benzeyen, ondan daha küçük bir kuş(Turtur auritus).
* Parlak renkli, iri kanatlı, büyük kız böceği (Libellula variegata).yusyumru * Tam bir yumru durumuna gelmişolan. yusyuvarlak * Çok yuvarlak, küre biçiminde olan. yutak * Ağız ve burun boşluklarıyla gırtlak ve yemek borusu arasındaki boşluk. yutak iltihabı * Faranjit. yutar hücre * Organik veya inorganik cisimcikleri içine alıp sindirebilen kan hücresi, fagosit. yutkunma * Yutkunma işi. yutkunmak * Tükürüğü yutmak veya bir şey yutuyormuşgibi gırtlağı hareket ettirmek.
* Bir şeyi söylemekle söylememek arasında duraksamak.yutkunmak * bir şeyin yokluğunu çekmek. yutma * Yutmak işi. yutmak * Ağızda bulunan bir şeyi yutağa geçirmek.
* Haksız olarak kendine mal etmek, zorbalıkla elinden almak.
* Dayanıp sesini çıkarmamak, katlanmak.
* Tam ve doğru söylememek.
* İnanmak, aldanmak, kanmak.
* Türlü anlamlara gelebilen sözü anlayamamak.
* Söylemek istediği bir sözü kendini tutarak söylememek.
* (oyunda bir şey) Kazanmak.
* İyice, eksiksiz olarak öğrenmek.
* (ışık, ses) Gücünü, parlaklığınıazaltmak.yutturma * Yutturmak işi. yutturmaca * Dinleyenin anlamayacağı biçimde yapılan söz oyunu. yutturmak * Yutmak işini yaptırmak veya yutmasını sağlamak. yutturulma * Yutturulmak işi. yutturulmak * Yutturmak işi yapılmak. yutulma * Yutulmak işi. yutulmak * Yutmak işi yapılmak. yuva * Kuşların ve başka hayvanların yumurtlamak, kuluçkaya yatmak, yavrularını büyütmek veya yavrulamak için
türlü şeylerden yaptıklarıve türlü biçimlerde hazırladıkları barınak.
* Genellikle ailenin oturduğu ev.
* İki buçukla dört yaşarasıçocukların bakıldığı, okul öncesi eğitim kurumu.
* Kimsesizlere veya yoksullara yardım etmek ve onları barındırmak amacıyla açılan yer.
* Bazıkötü nitelikli kimselerin çok bulunduğu, toplandığıyer.
* Bir şeyin öğretildiği yer.
* Bir şeyin çok bulunduğu yer.
* Bir şeyin içinde yerleşmişolduğu veya yerleştirildiği oyuk.yuva kurmak * evlenmek. yuva yapmak * yuva hazırlamak, yuva oluşturmak.
* evlenmek.yuvak * Düz toprak damlıevlerin üstündeki killi toprağısert bir katman durumuna getirmek için dam üzerinde
yuvarlanan, silindir biçimindeki ağır taş.yuvalama * Yuvalamak işi.
* Bir yemek türü.yuvalamak * Yuva yapmak. yuvalanma * Yuvalanmak işi. yuvalanmak * Ev bark, yuva sahibi olmak, yuva kurmak.
* (askerlikte) Silâh, görünmeyecek bir biçimde gizlenmek.
* Bir yerde birikmek, toplanmak.yuvalı * Bir yuva içinde bulunan, yuvası olan. yuvar * Organizmadaki çeşitli sıvılarda (kan, lenf, süt) bulunan, genellikle yuvarlak veya oval küçük cisim, küreyve.
* Yer yuvarlağı gibi düzgün olmayan küresel biçim. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 65
yumaklamak * Yumak biçimine getirmek. yumaklanma * Yumaklanmak işi. yumaklanmak * Yumak durumuna gelmek. yumdurma * Yumdurmak işi veya durumu. yumdurmak * Yummasını sağlamak. yumma * Yummak işi. yummak * Kısarak kapamak, sıkarak kapalıduruma getirmek. yumru * Yuvarlak, şişkin şey, kabartı.
* Şişkin, kabarık, yuvarlak biçimli.
* Bkz. yamru yumru.
* Sap, kök veya dallarda bulunan, yedek besin taşıyan şişkinlik.yumru kök * Patates, pancar, yer elması gibi yumru biçiminde olan kök. yumru topu * Yuvarlak top. yumrucuk * Küçük yumru, ufak şişkinlik. yumruğuna güvenmek * isteklerini yaptırmak için yalnızca kaba kuvvete güvenmek. yumruk * Parmakların kapanmasıyla elin aldığı biçim.
* Elin bu biçimiyle yapılan vuruş, yumrukla vuruş, yumruk darbesi.
* Baskı.yumruk atmak (veya indirmek) * yumrukla vurmak. yumruk gibi * yumruk büyüklüğünde. yumruk göstermek * korkutmak, gözdağıvermek. yumruk hakkı * Zorbalıkla elde edilen şey. yumruk kadar * (küçük olması gereken şeyler için) iri, büyük.
* (iri olması gereken şeyler için) küçücük.yumruk oyuncusu * Boksör. yumruk oyunu * Boks. yumruk topu * Boksörlerin düzgün ve çabuk yumruk vurabilmeleri için çalıştıkları, uzunluğu boksörün boyuna göre
ayarlanabilen, bir askıya asılılâstik top.yumruk yumruğa gelmek * yumruklaşmak. yumruklama * Yumruklamak işi. yumruklamak * Yumrukla vurmak. yumruklanma * Yumruklanmak işi. yumruklanmak * Yumrukla vurulmak. yumruklaşma * Karşılıklıyumruk atma, yumruk vurarak dövüşme. yumruklaşmak * Karşılıklıyumruk atmak, yumruk vurarak dövüşmek. yumrulanma * Yumrulanmak, yumrulmak işi. yumrulanmak * Yumru biçimine gelmek, yumru gibi olmak. yumruluk * Yumru olma durumu. yumuk * Yumulmuşolan, yumulmuşgibi duran.
* Tombul.yumuk gözlü * Göz kapaklarışişolan. yumuk yumuk * Tombul tombul. yumuklaşma * Yumuklaşmak işi. yumuklaşmak * Yumuk durumuna gelmek. yumulma * Yumulmak işi. yumulmak * Kapanmak, örtülmek.
* Kendini bir işe istekle vermek, girişmek, saldırmak, atılmak.
* Kısılmak, örtülür gibi olmak.yumulu * Yumulmuşolan, yumuk. yumurcak * Yaramaz küçük çocuk.
* Veba hastalığında koltuk altında veya kasıkta çıkan çı ban.yumurta * Bir dişinin vücudunda oluşan, yumurtlama ve döllenmeden sonra aynıtürden bir canlı oluşturan hücre.
* Tavuk yumurtası.
* Er bezi.
* Çorap onarmakta kullanılan, yumurta biçiminde, genellikle tahta veya mermerden kalıp.yumurta akı * Yumurta sarısınısaran az akışkan, albümince zengin, saydam madde. yumurta hücresi * Bkz. oosfer. yumurta kapıya dayanmak (veya gelmek) * yapılacak işiçin zaman çok daralmak. yumurta kökü * Kök boyası. yumurta küfesi yok ya! * kendisine bir zarar getirmeyeceğini bildiği için, doğru sayılmayan bir davranışta bulunmaktan
çekinmeyenler için söylenir.yumurta ökçe * Orta yükseklikte ve az sivri ökçe. yumurta sarısı * Yumurtanın ortasında bulunan sarı bölüm.
* Bu bölümün rengi.yumurta zarı * Yumurtanın kabuğuyla akını birbirinden ayıran ince zar. yumurtacı * Yumurta toplayıp satan kimse. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 75
yüzdürme * Yüzdürmek (I, II) işi. yüzdürmek * Yüzmesini sağlamak veya yüzmek işini yaptırmak.
* (batmışveya oturmuştekneyi) Suyun yüzüne çıkarıp yüzer duruma getirmek.yüzdürmek * Derisini çıkarttırmak, derisini soydurtmak. yüzdürülme * Yüzdürülmek işi. yüzdürülmek * Yüzdürmek (I, II) işine konu olmak veya yüzdürmek işi yapılmak. yüze çıkmak * bir sıvının yüzüne çıkmak.
* belli olmak, açığa çıkmak, belirmek.
* yüzsüz olmak, şımarmak.yüze duramamak * birinin hatırından çıkamamak, birinin hatırınıkıramamak. yüze gülmek * yalandan dost görünmek.
* sevimli, alımlı görünmek.yüze gülücü * İki yüzlü, riyakâr. yüze gülücülük * Yüze gülücü olma durumu. yüze soğurma * Bir gazın veya sıvının, bir katının içine yüzeysel olarak girmesi. yüze vurmak * yüzüne vurmak. yüzer * Her birinde yüz, her defasında yüzü bir arada olan. yüzer havuz * Açık denizde gemi onarımında kullanılan havuz. yüzer top * Şamandıra. yüzer yüzer * Yüzlük bölüklere ayırarak. yüzergezer * Karada olduğu gibi suda da kullanılabilen (araba, tank, uçak gibi) araç, amfibi. yüzerlik * Yüz tanesi bir arada olan. yüzey * Bir cisimde tabanların yüzeyleri dışında, yan kenarların yüzeyi. yüzey şekilleri * Yer biçimleri, engebeler, avarız. yüzeyleşme * Yüzeyleşmek işi. yüzeyleşmek * Sathîleşmek, derine inmemek, derinleşmemek. yüzeysel * Yüzey ile ilgili, sathî.
* Derine inmeyen, gelişigüzel, ayrıntılı olmayan.yüzgeç * Balıklarda ve yüzen memelilerde karın ve göğüste çift, sırt, kuyruk ve anüste tek olarak bulunan, hareketi
ve dengeyi sağlayan organ.
* Suda iyi yüzen (kimse veya hayvan).yüzgeç ayaklılar * Omurgalıhayvanlardan memeliler sınıfına giren, morslar ve foklar gibi denizde yaşayan, karada
yüzgeçlerini ayak gibi kullanan alt takım.yüzleme * Yüzlemek işi. yüzlemece * Birinin yüzüne karşı, vicahen.
* Yüz yüze yapılan, vicahî.yüzlemek * Kusurunu veya suçunu yüzüne karşısöyleyip birini utandırmak. yüzlenme * Yüzlenmek işi. yüzlenmek * Şımarmak, yüz bulmak. yüzler * Ondalık sayısisteminde bir sayının sağdan sola doğru üçüncü rakamının bulunduğu yer, hane. yüzlerce * Pek çok, yüz kere. yüzleşme * Yüzleşmek işi. yüzleşmece * Yüz yüze gelerek. yüzleşmek * Bir olayı ileri sürenle, inkâr eden kimseler, yüz yüze gelerek sözlerini tekrarlamak.
* Yüz yüze gelmek.yüzleştirme * Yüzleştirmek işi. yüzleştirmek * İki yanın yüzleşmesini sağlamak. yüzlü * Yüzü herhangi bir nitelikte olan.
* Şımartılmış, yüz bulmuş(kimse).yüzlü yüzlü * Utanmadan, sıkılmadan, hiç çekinmeden. yüzlük * Yüz lira değerinde olan kâğıt para.
* On kuralına göre yazılmış bir tam sayıda sağdan sola doğru üçüncü basamak.
* Yüzü, yüz tanesi bir arada olan.yüzlük birimler bölüğü * Yüzde dokuz yüz doksan dokuza kadar olan sayılar bölüğü. yüzme * Yüzmek (I, II) işi. yüzme havuzu * Spor, sağlık ve eğlence amacıyla yapılmış, belirli derinlikleri bulunan, suyla dolu olan yer. yüzme kesesi * Balıklarda, iç organların üzerinde bulunan ve su içinde balığın dengede durmasınısağlayan tek veya iki
bölmeli balon biçiminde organ.yüzmek * Kol, bacak, yüzgeç gibi organların özel hareketleriyle su yüzeyinde veya su içinde ilerlemek, durmak.
* Yüzme sporu yapmak.
* Bir sıvının yüzeyinde batmadan durmak.
* Herhangi bir şeyle üzeri kaplanmak, bir şeye bulanmak.
* Herhangi bir durumun en aşırıderecesinde olmak.
* Dalgalanmak.yüzmek * Derisini çıkarmak, derisini soymak.
* Çok para istemek.yüznumara * Ayakyolu, helâ, abdesthane. yüzsüz * Yüzü olmayan.
* Utanmaz, sıkılmaz, çekinmez, arsız.yüzsüz yüzsüz * Utanmaz ve pişkin bir biçimde. yüzsüzce * Utanmaz, sıkılmaz (bir biçimde). -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 73
yüreklilikle * Korkmadan, korkusuzca, yiğitçe. yüreksiz * Yürekli olmayan, korkak, cesaretsiz, tabansız. yüreksizlik * Yüreksiz olma durumu, yüreksizce davranış, cesaretsizlik. yürekten * Temiz duygularla, saygı ile, içten, içtenlikle (yapılan). yürekten çağırmak * aşırıderecede arzu etmek, istemek. yürü (marş)! * yürüyüşe başlatma komutu. yürü ya kulum demiş * herhangi bir alanda çok çabuk ilerleyenler, başarıkazananlar için söylenir. Yürük * Yörük. yürük * Çok ve çabuk yürüyen, iyi yol alan, hızlı giden.
* Osmanlıİmparatorluğunda otuzar kişilik ocaklar olarak Rumeli’ye yerleştirilen ve savaşzamanlarında geri
hizmetlerde çalıştırılan tımarlıasker.
* Göçebe.yürük aksak * Aksak usulünün en hareketlisine verilen ad. yürük at yemini artırır * bir işte üstün çaba gösterenler, o ölçüde bir karşılık görürler. yürük semaî * Türk müziği usullerinden biri. yürüklük * Yürük olma durumu. yürüme * Yürümek işi. yürümek * Adım atarak ilerlemek, gitmek.
* Karada veya suda, herhangi bir yöne doğru sürekli olarak yer değiştirmek.
* (çocuk) Ayaklarıüzerinde gezecek duruma gelmek.
* Yayan gezmek, yayan gitmek.
* Yol almak.
* Bir yere gelmek, bir yere ulaşmak, kaplamak.
* Üzerine doğru gitmek, akın etmek, saldırmak, hücum etmek.
* Gereği gibi yapılmak veya ilerlemek.
* (faiz için) Hesap edilmek; işlemek.
* Geçmek, ilerlemek, değişmek.
* Ölmek.
* Bir işte ileri gitmek.yürünme * Yürünmek işi. yürünmek * Yürümek işi yapılmak. yürürçalar * Yolda veya dinlenme sırasında müzik dinlemeye yarayan alet, walkman. yürürlüğe girmek * bir kanun, bir karar, bir işuygulanır, yapılır duruma gelmek. yürürlüğe konmak * bir kanun veya bir karar uygulama alanına konulmak. yürürlük * Gereğinin yapılır olmasıdurumu, mer’iyet. yürürlükte bulunmak * bir kanun veya bir karar uygulama alanında olmak. yürürlükte kalmak * bir kanun veya kararın geçerliliği sürmek. yürürlükte olmak * (kanun, karar, iş) yapılmakta, uygulanmakta olmak. yürürlükten kaldırmak * uygulanmaz duruma getirmek. yürürlükten kalkmak * uygulamadan kalkmak. yürüteç * Yeni yürümeye başlayan çocukların çabuk yürümelerini sağlayan araç, örümcek.
* Yürüme sorunu olan kimselerin kullandığı araç.yürütme * Yürütmek işi.
* Kanunlarıuygulama işi, icra.
* Merkezî yönetim ve yerinden yönetim kuruluşlarının hepsi.yürütme gücü * Kanunlarıuygulama yetkisi. yürütme kurulu * Bir kuruluşta kanun, tüzük veya yönetmelikleri uygulamakla görevli kurul. yürütmek * Yürümek işini yaptırmak, yürümesini sağlamak.
* Gerektiği gibi yapmak, uygulamak.
* Kabul edilmesi veya tartışılması için bildirmek, açıklamak, öne sürmek.
* İşinden veya bulunduğu yerden çıkarmak.
* Habersiz almak, çalmak.yürütücü * Yürütme yetkisini kullanan kimse. yürütülme * Yürütülmek işi. yürütülmek * Yürütmek işi yapılmak veya yürütmek işine konu olmak. yürütülüş * Yürütülmek işi veya biçimi. yürütüm * Yürütmek işi.
* Bir kararı, bir yargıyıyerine getirmek, uygulama, infaz.yürüyen merdiven * Basamaklarısürekli olarak dönen bir düzenek üzerine yerleştirilmiş, elektrikle çalışan merdiven. yürüyüş * Yürümek işi veya biçimi.
* Spor amacıyla yapılan yürüme.
* Bir olayıprotesto etmek, bir konuya dikkati çekmek amacıyla topluca yürüme.
* Birliklerin bir yerden başka bir yere gitmesi.yürüyüşdüzenlemek * bir olayıprotesto etmek veya bir konuya dikkat çekmek amacıyla toplu yürüyüştertip etmek. yürüyüşkolu * Belli bir bölgeye ulaşmak veya bulunulan bir bölgeden ayrılmak amacıyla bir kumanda altında, düzenli
yürüyüşyapan piyade, zırhlıveya motorlu birliklerin tümü.yürüyüşyapmak * spor amacıyla yürümek.
* bir olayıprotesto etmek veya bir konuya dikkati çekmek amacıyla topluca yürümek.yürüyüşe çıkmak * dolaşmaya, gezintiye çıkmak. yürüyüşe geçmek * bir yerden başka bir yere gitmek için yürümeye başlamak.
* bir yeri almak için o yöne doğru ilerlemek.yüsrü * Bazı ince işlerin yapımında kullanılan siyah bir ağaç ve bu ağacın kökü.
* Bu kökten yapılmışolan.yüz * Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren işaret, 100, C.
* On kere on, doksan dokuzdan bir artık olan.
* Kez, kere kelimeleri ile birlikte kullanılarak yapılan işin çokluğunu abartmalı bir biçimde anlatır.yüz * Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat.
* Yüzey, satıh.
* (kesici araçlarda) Keskin kenar.
* Bir şeyin ön tarafta bulunan bölümü, cephe.
* Bir kumaşın dikişsırasında dışa getirilen gösterişli bölümü.
* Yastığa geçirilen kılıf.
* Bir şeyin görünen bölümünde kullanılan kumaş.
* Utanma.
* Birinin görülegelen veya umulan hoşgörürlüğüne güvenilerek gösterilen cür’et.
* (çıkma durumunda) Nedeniyle, sebebiyle.
* Yan, taraf.
* Bir yapının dışa bakan düşey yüzeylerinin tümü.yüz akı * Utanmayı gerektiren bir durumu olmama, onur. yüz akı ile çıkmak * bir işi kendi saygınlığınıyitirmeden, eksiksiz ve başarılı olarak yapıp bitirmek. yüz aklığı * İftihar edilecek, onurlanacak durum. yüz aklığı göstermek * bir işte başarıya ulaşmak. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 77
yüzüne bakılmaz * çok çirkin. yüzüne bakmamak * önem vermemek, ilgilenmemek.
* darılmak, gücenmek.yüzüne bakmaya kıyamamak (veya yüzüne bakmaya kıyılmaz) * (biri) çok güzel olmak. yüzüne bir daha bakmamak * darılıp konuşmamak. yüzüne duramamak * dayanamamak, bir isteğe hayır diyememek, kıramamak. yüzüne gözüne bulaştırmak * bir işi becerememek, bozmak. yüzüne gülmek * dostmuşgibi görünmek.
* dostluk göstermek, ilgi göstermek, alâkalanmak.
* (nesneler için) temiz, yeni olmak.yüzüne hasret kalmak * o şeyden yoksun kalmak, hasret kalmak. yüzüne kan gelmek * sağlığıyerine gelmek, benzinin solgunluğu geçmek. yüzüne kapanmak * Bkz. kapılar yüzüne kapanmak. yüzüne karşı * bir kimsenin kendi önünde ve ondan çekinmeden. yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır * çok arsız ve onursuz kimseler için kullanılır. yüzüne vurmak (veya çarpmak) * ayıplayarak kusurunu yüzüne söylemek. yüzüne yazmak * (gelinin) yüzünü süslemek. yüzünü ağartmak * beğenilir işyapmak, işve davranışlarıyla yakınlarının övünmesine sebep olmak. yüzünü buruşturmak (veya ekşitmek) * yüzüne öfke ve hoşnutsuzluk gösteren bir biçim vermek. yüzünü gören cennetlik * uzun bir süre görünmeyen kimseler için söylenir. yüzünü görmemek * uzun süre görmemek.
* ihtiyaç duyulan bir şeyi özlemek, ona hasret kalmak.yüzünü gözünü açmak * bir çocuğa veya gence o zamana kadar bilmediği birtakım cinsel bilgiler vermek. yüzünü güldürmek * birini mutlu etmek, birine iyilik etmek. yüzünü kara çıkarmak * (birini) utandırmak. yüzünü kızartmak * bir kimsenin utanmasına sebep olmak, birini utanacak duruma düşürmek. yüzünü kızartmak (veya yüzünü kızdırmak) * onuruna, gururuna önem vermeden bir şey istemek, utançla, utanarak istemek. yüzünü şeytan görsün * sevilmeyen bir kimseye karşıduyulan nefreti belirtmek için kullanılır. yüzünü unutmak * uzun süre görmemek, varlığına hasret kalmak. yüzünü yere getirmek * utandırmak, mahcup duruma düşürmek. yüzünün akı ile çıkmak * Bkz. yüz akı ile çıkmak. yüzünün derisi kalın * utanması, arlanması olmayan. yüzünüze güller * iğrenç bir şey anlatılırken söylenir. yüzüp yüzüp kuyruna gelmek * uzun sürmüş bir işi bitirmek üzere olmak. yüzüstü * Yüzü yere gelecek biçimde.
* Başlanmışfakat tamamlanmamış bir durumda.yüzüstü bırakmak * yapayalnız, kimsesiz, kötü bir durumda bırakmak.
* bir işi zamanında yapmayıp savsaklamak, olduğu gibi bırakmak, ihmal etmek.
yüzüstü kalmakyüzüstü kalmak * bir iş, zamanında yapılmayıp olduğu gibi bırakılmak. yüzüş * Yüzmek işi veya biçimi. yüzyıl * Yüzyıllık süre, asır.
* İçinde yaşanılan zaman, çağ.
* Milât başlangıç alınarak 1-100, 101-200, 201-300 vb. olarak sayılan yüzyıllık dönem.yüzyıllık * Yaklaşık olarak sürerliği yüzyıl olan, asırdide. -z * Sayıadlarına eklenerek “birlikte doğan” anlamına sıfatlar türetir: İki-z, üç-ü-z, beş-i-z gibi. -z * İsimden küçültme isimleri ve sıfatlarıtüretir: pala-z (bala “yavru” kelimesinden), top-u-z gibi. -z * Fiilden isim ve sıfat türetir: Boğ-a-z, tık-ı-z gibi. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 76
yüzsüzleşme * Yüzsüzleşmek işi. yüzsüzleşmek * Yüzsüz duruma gelmek, yüzsüz olmak. yüzsüzleştirme * Yüzsüzleştirmek işi. yüzsüzleştirmek * Yüzsüz duruma getirmek. yüzsüzlük * Yüzsüz olma durumu, yüzsüzce davranış. yüzü açılmak * güzelliği, parlaklığı ortaya çıkmak. yüzü ak * Suçu ve utanılacak bir durumu olmayan. yüzü ak olsun * “sağolsun” gibi iyi bir dilek olarak söylenir. yüzü asık * Somurtkan, küskün. yüzü asılmak * somurtmak. yüzü görmek * …-e kavuşmak. yüzü görmemek * …-den yoksun olmak, uzak bulunmak. yüzü gözü açılmak * sıkılmaz, utanmaz bir duruma gelmek.
* toplumsal ilişkiler kurmaya, çevresini, dünyayıtanımaya başlamak.yüzü gülmek * sevinci yüzünden belli olmak.
* feraha kavuşmak.
* temiz, tertipli duruma gelmek.yüzü kalmamak * bir kimseden daha önce bir çok ricada bulunduğu için yeni bir şey istemeye sıkılmak. yüzü kara * Utanacak bir durumu olan. yüzü karışmak (allak bullak olmak veya alabora olmak) * can sıkıcı bir durum, yüzünden belli olmak. yüzü kasap süngeriyle silinmiş * hiç utanması olmayan. yüzü kızarmak * utanmak. yüzü olmamak * o şeye dayanamamak.
* cür’et ve cesareti olmamak, utanmak.yüzü pek * Birine söylenmesi güç olan şeyi sıkılmadan söylenebilen veya kendisinden istenilen şeyleri rahatlıkla geri
çevirebilen.yüzü seçilmemek * açıkça tanınmamak, belli belirsiz görünmek. yüzü sıcak * Sevilen, hoşlanılan şeyleri nitelerken kullanılır. yüzü soğuk * Ürkütücü. yüzü tutmamak * haklıda olsa, karşısındakini kıracak bir davranışta bulunmaktan çekinmek. yüzü yazılıkalmak * kullanılmak, yenilmek için hazırlanmışken herhangi bir sebeple olduğu gibi dokunulmadan kalmak. yüzü yerde * alçak gönüllü. yüzü yerde * Alçak gönüllü. yüzü yere gelmek (geçmek veya yüzünün derisi yere geçmek) * çok utanmak. yüzü yok * bir şey istemeye veya yapmaya cesareti yok, utanıyor. yüzü yumuşak * Kendisinden istenilenleri geri çeviremeyen. yüzücü * Yüzme sporu yapan kimse.
* Yüzme sporunu profesyonel olarak yapan kimse.
* (birini) Sömüren kimse.
* Kasaplık hayvanların derilerini yüzen kimse.yüzücülük * Yüzücü olma durumu. yüzüğü geriye çevirmek * evlenme sözünü geri almak, nişanı bozmak. yüzük * Parmağa geçirilen genellikle metal halka.
* Yüzük oyunu.yüzük oyunu * Fincanlar altına yüzük saklayarak oynanılan bir oyun. yüzük parmağı * Serçe parmaktan önceki parmak. yüzük takmak * nişanlanmak. yüzükoyun * Yüzü yere gelerek. yüzülme * Yüzülmek işi. yüzülmek * Yüzmek işi yapılmak.
* Derisi çıkarılmak.
* Sömürülmek.yüzüncü * Yüz sayısının sıra sıfatı; sırada doksan dokuzuncudan sonra gelen. yüzünden * -den ötürü, -den dolayı, sebebiyle.
* (genellikle olumsuzluk bildiren bir davranışta) -den ötürü, -den dolayı.yüzünden akmak * (herhangi bir durum) yüzünden çok belli olmak. yüzünden düşen bin parça olmak * öfke veya küskünlükten ileri gelen can sıkıntısıyla suratıasık olmak. yüzünden kan damlamak * çok sağlıklı olmak, sağlığıyüzünün renginden belli olmak. yüzünden okumak * ezbere değil, yazılmışkâğıttan okumak.
* herhangi bir durumu yüzünden anlamak.yüzüne bağırmak * birine öfke ile saygısızca sözler söylemek. yüzüne bakamaz olmak * utanç, yüreksizlik gibi sebeplerle bir kimsenin karşısına çıkamamak. yüzüne bakılacak gibi (veya yüzüne bakılır) * çirkin sayılmaz, güzelce. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 74
yüz beşlik * Bir top çeşidi. yüz binlerce * Çokluk ifade etmek amacıyla kullanılır. yüz binlik * Yüz bin liralık. yüz bulmak * ilgi ve yakınlık görmek. yüz bulunca astar istemek * Bkz. yüz verince astar istemek. yüz çevirmek * gösterdiği ilgiyi kesmek. yüz etmek * ısmarlamak, havale etmek. yüz geri etmek * geri dönmek. yüz görümlüğü * Güveyin düğün günü geline verdiği armağan. yüz göstermek * ortaya çıkmak. yüz göz * Bütün yüz. yüz göz olmak * biriyle gereksiz yere, aşırıderecede senli benli olmak. yüz kalı bı * İnsan yüzüne alçıdökülerek alınmışkalıp, bu kalıptan çoğaltılmışyüz heykeli, mask. yüz kaplama * Genellikle sert ve orta sert ağaçlardan biçilerek veya kesilerek elde edilen, kontratabla veya yonga
levhalarının yüzlerine yapıştırılarak kullanılan, güzel desenli kaplama çeşidi.yüz karası * Utanılacak bir durum veya şey. yüz karası olmak * utanılacak bir durum ortaya çıkmak. yüz kere * pek çok kez, tekar tekrar, defalarca. yüz kere * Pek çok, tekrar tekrar, çok kez, defalarca. yüz kızartıcı * Utandırıcı, utanılacak. yüz kızartıcısuç * Utanç verici, insanlık onuruna yakışmayan suç. yüz kızartmak * sıkılarak yalvarmak. yüz kızdırmak * utanmayı göze almak. yüz kiri * Yüz karası. yüz ölçümü * Bir yerin veya bir şeyin yüzeyini ölçme, mesaha.
* Bu ölçme sonunda ortaya çıkan miktar, mesahaisathiye.yüz sabunu * Elleri ve yüzü yıkamak için kullanılan sabun. yüz surat davul derisi (yüz surat hak getire veya yüz surat mahkeme duvarı) * hiç utanması olmayanlar için söylenir. yüz suyu * Bir kimsenin onuru, haysiyeti. yüz suyu dökmek * onurunu sarsacak kadar çok yalvarmak. yüz sürmek * aşırısevgi göstermek için yere eğilmek. yüz tutmak * yönelmek.
* başlamak.yüz tutmak * bir şey, olmak üzere bulunmak.
* giderek biçim ve renk değiştirmek.yüz verince astar istemek * kendisine gösterilen küçük bir ilgiden şımararak genişyetki elde etmeye, daha çok yarar sağlamaya
çalışmak.yüz vermek * ilgi, yakınlık göstermek, hoşgörülü davranmak, şımartmak, itibar etmek. yüz vermemek * ilgi yakınlık göstermemek.
* önemsemek.yüz yapmak * makyaj yapmak. yüz yazısı * Köylerde gelinin yüzüne yapıştırılan telli pullu süsler. yüz yazmak * makyaj yapmak.
* köy seyirlik oyunlarında taklit edilen kişinin özelliklerini belirtecek şekilde yüz boyamak, maske yapmak.yüz yüzden utanır * insanlar karşıkarşıya gelince daha kolay uzlaşabilirler. yüz yüze * Karşıkarşıya. yüz yüze bakmak * arada hatır gönül meselesi olmak, karşılıklı ilişkiyi korumak zorunda bulunmak. yüz yüze gelmek * birden karşılaşmak.
* bir araya gelmek.yüz yüze kalmak * aynı ortam içerisinde bulunmak. yüz yüze yaşamak * sürekli olarak bir arada olmak zorunda bulunmak. yüzbaşı * Orduda rütbesi üsteğmenle binbaşıarasında olan subay. yüzbaşılık * Yüzbaşının rütbesi veya yüzbaşının görevi. yüzbeyüz * Yüz yüze. yüzde * Herhangi bir işte aracı olan kimseye, görevinin karşılığı olarak, yüzde hesabına göre verilen ücret, yüzdelik.
* Bir sayısıfatı ile kullanıldığında, yüze bölünen bir şeyin o kadarlık parçasını belirtir.yüzde yüz * Kuşkusuz, şüphesiz, muhakkak.
* Bütünü, tamamı, tamamen.yüzdelik * Yüzde. yüzden * Görünüşolarak, bakarak. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 1
z, Z * Türk alfabesinin yirmi dokuzuncu ve son harfi. Ze adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümlü dişeti
sızıcısını gösterir.zaaf * Düşkünlük, eksiklik, yetersizlik, zayıflık, dayanamama.
* İrade zayıflığı.zaaf saymak * eksiklik olarak görmek. zabıt * Zapt.
* Tutanak.zabıt tutmak * tutanak düzenlemek. zabıta * Yurt içinde genel düzen ve güveni korumakla görevli, iç işlerine bağlıkolluk gücü.
* Şehirlerde güvenliği ve belediye hizmetlerinin güvenliğini sağlamakla görevli yönetim.zabıtname * Tutanak. zabit * Rütbesi teğmenden binbaşıya kadar olan asker, subay.
* Tuttuğunu koparan, dediğini yaptıran.zabitan * Subaylar. zabitlik * Zabit olma durumu. zaç * Kükürtle demir birleşimlerinden biri. zaç yağı * Derişik sülfürik asidin diğer adı, kara boya. zade * Oğul, evlât.
* Doğmuş.zadegân * Soylular, aristokrasi. zadegânlık * Zadegân olma durumu. zafer * Savaşta kazanılan başarı, utku.
* Bir yarışma veya uğraşıda çaba harcayarak elde edilen başarı.Zafer Bayramı * 30 Ağustos 1922’de kazanılan büyük zaferi kutlamak üzere yasayla kabul edilmişolan resmî bayram. zafiyet * Arıklık, zayıflık.
* Dermansızlık, güçsüzlük.zafran * Safran. zağ * Kılağı. zağanos * Bir cins doğan. zağar * Bir cins av köpeği. zağara * Yakanın üzerine dikilen kürk, yaka kürkü. zağarcı * Osmanlıİmparatorluğunda padişahın av köpeklerine bakan görevli. zağarlık * Av köpeği gibi izleme, köpeklik. zağcı * Bileyici. zağcılık * Bileyicilik. zağlama * Zağlamak işi, kılağılama. zağlamak * Kılağılamak, kılağıvermek. zağlanma * Zağlanmak işi, kılağılanma. zağlanmak * Zağlamak işine konu olmak veya zağlamak işi yapılmak, kılağılanmak. zağlı * Kılağılı. zahir * Açık, belli.
* Dışyüz, görünüş.
* Kuşkusuz, elbette, şüphesiz.
* Görünüşe göre, anlaşılan, meğer.zahir * Yardım eden, destekleyen, arka çıkan. zahirde * Görünüşte. zahire * Gereğinde kullanılmak için saklanan tahıl. zahiren * Görünüşte, görünüşe göre. zahirî * Görünen, görünürdeki.
* İçten olmayan yapmacık.zahit * Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarınıyerine getiren (kimse).
* Kaba sofu.zahitlik * Zahit olma durumu. zahmet * Sıkıntı, güçlük, yorgunluk, eziyet, meşakkat. zahmet çekmek * sıkıntıya katlanmak, güçlükle karşılaşmak. zahmet etmek (zahmete girmek veya zahmete katlanmak) * biri için yorulmak veya masrafa girmek.
* çaba harcamak, gayret göstermek.zahmet olmak * yapılan bir işten sıkıntı, yorgunluk duymak. zahmet olmazsa * “rica ederim” yerine kullanılan bir nezaket sözü. zahmet vermek * sıkıntıvermek. zahmete sokmak * birine yorgunluk vermek veya masraf ettirmek. zahmetine değmek * verilen emeği karşılamak. zahmetli * Zahmetle yapılan, yorucu, sıkıntılı, eziyetli, güç.
* Sıkıntıveren.