yılan derisi | * Deri sanayiinde çok beğenilen ve yılan derisinin işlenmiş biçimi. |
yılan gibi | * hain, sevimsiz ve soğuk kimseler için söylenir. |
yılan gibi sokmak | * bir kimseye sinsice kötülük etmek. |
yılan gömleği | * Yılanların üzerinden her yıl sıyrılarak değişen üst deri. |
yılan hikâyesi | * Uzayıp giden, bir türlü sonuca bağlanamayan sorun. |
yılan kavı | * Bkz. yılan gömleği. |
yılan kemiği | * Yapana hiçbir zaman huzur ve rahat yüzü göstermeyen suç. |
yılan taşı | * Rengi ve billûr yapısıfarklı birçok türü olan, perido ve diğer minerallerin başkalaşmasıyla oluşan kütle, parpı, serpantin. |
yılanbaşı | * Atların takımlarına süs olarak takılan bir çeşit deniz böceği kabuğu. |
yılancı | * Yılan besleyen veya yılan oynatan kimse. |
yılancık | * Streptokok denilen mikropların bir sıyrığa veya yaraya bulaşarak yaptıklarıhastalık, kızıl yörük. * Kemik veremi. |
yılancıl | * En çok yılanla beslenen bir kuş(Threshkiornis aethiopica). |
yılandili | * Küçük eğrelti otu (Ophioglossum). |
yılanın kuyruğuna basmak | * kötü bir kimseye kötülük yapacak fırsat vermek. |
yılaniğnesi | * Kemikli balıklar takımının deniziğnesigiller familyasından bir balık türü. |
yılankavi | * Dolambaçlı, dolanarak giden. |
yılanyastığı | * Yılanyastığı gillerden, sulak ve nemli yerlerde yetişen, kök sapında süt görünüşünde, yakıcıve acı bir öz su bulunan zehirli bir bitki (Dracunculus vulgaris). |
yılanyastığı giller | * Bir çeneklilerden, danaayağı, yılanyastığıvb. cinsleri içine alan bir bitki familyası. |
yılbaşı | * Ocak ayının birinci günü. |
yıldan yıla | * Her yıl. |
yıldır yıldır | * Sallanarak, koşturarak. |
Yıldırak | * Süheyl. |
yıldırak | * Parıldayıcı, parıldayan. * Şimşek. |
yıldırama | * Yıldıramak durumu. |
yıldıramak | * Parıldamak. |
yıldırılma | * Yıldırmak işi. |
yıldırılmak | * Yıldırmak işine konu olmak. |
yıldırım | * Gök gürültüsü ve şimşekle görülen, hava ile yer arasındaki elektrik boşalması. * İsim tamlamalarında belirten olduğunda belirtilenin çok hızlıyapıldığınıanlatır. |
yıldırım aşkı | * Birden bire oluşan aşk. |
yıldırım gibi | * büyük bir hızla. |
yıldırım nikâhı | * Özel durumlarda işlemlerin kısaltılmasıyla yapılan nikâh. |
yıldırım siperi | * Bkz. yıldırımkıran. |
yıldırım takla | * Başıyere değdirmeden tek omuz üzerinde, tek elle apansız atılan takla. |
yıldırım telgraf | * Haberleşmede çok acele gönderilen telgraf. |
yıldırımkıran | * Yıldırımsavar. |
yıldırımla vurulmuşa dönmek | * apansız kötü bir durum karşısında kalıp ne yapacağını bilememek. |
yıldırımlarıüstüne çekmek | * bazıdavranışlarıyla birçok kimseyi kızdırarak, saldırılarına, eleştirilerine yol açmak. |
yıldırımlı | * (hava için) Yıldırım oluşan, yıldırım düşen. |
yıldırımlık | * Bkz. yıldırımsavar, paratoner. |
yıldırımsavar | * Yıldırımların zararınıönlemekte kullanılan, ucunda bakır veya plâtin bulunan, 5-10 m uzunluğunda demir çubuk ve bununla toprak veya kuyu arasında çekilen bakır telden oluşan koruma aracı, siperisaika, yıldırımkıran, paratoner. |
yıldırma | * Yıldırmak işi. |
yıldırmak | * Korkutmak, sindirmek, yılgınlığa uğratmak, yılmasına sebep olmak. |
yıldız | * (Güneşve Ay dışında) Gökyüzünde görülen ışıklı gök cisimlerinden her biri. * Sinema ve müzikhol sanatçısı, star. * Bir toplulukta, bir meslekte, üstün başarı gösteren kimse. * Bir noktadan çevreye doğru çekilmiş birçok kısa çizgiden veya üçgenden oluşan şekil. * Kuzey. * Baht, şans, talih. * Yıldız biçiminde olan. |
yıldız akmak (kaymak veya uçmak) | * (yıldız) gökyüzünde hızla yer değiştirmek. |
yıldız anasonu | * Manolyagillerden, Japonya’da yetişen, meyveleri zehirli bir ağaççık (İllicium anisatum). |
yıldız barışıklığı | * Karşılıklı iyi geçinme, hoşgeçinme. |
yıldız bilimci | * Yıldız bilimi ile uğraşan kimse, astronom. |
yıldız bilimcilik | * Yıldız bilimcinin işi veya mesleği. |
yıldız bilimi | * Astronomi. |
yıldız böceği | * Ateş böceği. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük Y Sayfa 52
-
Türkçe Sözlük Y Sayfa 55
yırtmaçsız * Yırtmacı olmayan. yırtmak * Kâğıt, kumaşgibi bükülüp katlanan şeyleri iki ucundan kesici araç kullanmadan çekip ayırmak veya
parçalara ayırmak.
* Vücudu kanatacak kadar derin çizmek.
* Yok etmek, bastırmak.
* Zorlamak.
* Sağrısınımahmuzla yaralayarak binek hayvanınıalıştırmak.yırttırma * Yırttırmak işi veya durumu. yırttırmak * Yırtmak işini yaptırmak. yısa * Birçok kişinin yaptığı işlerde gayret vermek için söylenen söz. yısa beraber! * hep birlikte. yısa etmek * çekmek. yısa yısa * Olsun olsun, en çok. Yıva * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. yıvışyıvış * Cıvık cıvık. yıvışık * Yılışık. yıvışıklık * Islaklık, kayganlık, yapışkanlık. yıvışma * Yıvışmak işi veya durumu. yıvışmak * Cıvık bir duruma gelmek, cıvıklaşmak.
* Teklifsiz ve lâubalî olmak.yiddiş * Yahudi Almancası. yiğit * Güçlü ve yürekli, kahraman alp.
* Delikanlı, genç erkek.
* Gözü pek, düşüncelerini açıkça söylemekten çekinmeyen (kimse).yiğitbaşı * Esnaf loncalarının kararlarınıyürüten kimse. yiğitçe * Yiğit gibi, yiğide yaraşır bir (biçimde) yüreklilikle. yiğitleme * Koçaklama. yiğitlendirme * Yiğitlendirmek işi, yüreklendirme, cesaretlendirme. yiğitlendirmek * Yüreklendirmek, cesaretini artırmak, cesaretlendirmek. yiğitlenme * Yiğitlenmek, yiğitleşmek işi, yüreklenme, cesaretlenme. yiğitlenmek * Yüreklenmek, yiğitlik etmek, cesaret etmek. yiğitleşme * Yiğitleşmek işi veya durumu. yiğitleşmek * Yiğitlik etmek, yiğit durumunda olmak. yiğitliğe leke (bok) sürmemek * mertliğe aykırıdavranışta bulunmamak. yiğitlik * Yiğit olma durumu, yiğitçe davranış, yüreklilik, cesaret. yiğitlik etmek * yüreklilik, cesaret göstermek. yiğitlik sende kalsın * özveri, hoşgörü ve ılımlılık öğütleyen söz. yiğitlik taslamak * yiğitmişgibi davranmak. yilbik * Bkz. sara. yine * Bkz. gene. yineleme * Yinelemek işi, tekrarlama.
* Bir cümle içinde veya arka arkaya gelen cümlelerde bir kelimenin veya bir parçanın şu dizede görüldüğü
gibi tekrarlanması.yinelemek * Tekrar etmek, tekrarlamak. yinelemeli * Üst üste, veya tekrar tekrar yapılan, mükerrer. yineleniş * Yinelenmek işi veya biçimi. yinelenme * Yinelenmek işi. yinelenmek * Yinelemek işi yapılmak, tekrarlanmak. yineletme * Yineletmek işi. yineletmek * Yinelemek işini yaptırmak, tekrarlatmak. yineleyiş * Yinelemek işi veya biçimi. yirik * Yarık, yırtık.
* Üst dudağıyarık olan (kimse).yirmi * On dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren işaret, 20, XX.
* İki kere on; on dokuzdan bir artık olan (sayı).yirmi beşlik * Yirmi beşkuruşveya lira değerinde olan.
* Yirmi beşadetten oluşan.yirmi yaşdişi * Bkz. akıl dişi. yirmilik * Yirmi lira değerinde kâğıt para.
* İçinde yirmi tane bulunan.
* Yarım kuruşdeğerinde para, yirmi para.yirminci * Yirmi sayısının sıra sıfatı, sırada on dokuzuncudan sonra gelen. yirmişer * Yirmi sayısının üleştirme sıfatı, her birine yirmi, her kezinde yirmisi bir arada olan. yirmişerlik * İçinde yirmi tane bulunan. yitik * Yitmişolan, kayıp, zayi.
* Kaybedilmiş, yitirilmişnesne. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 57
yoğunlaşma * Yoğunlaşmak işi.
* Buharın sıvıveya katıduruma geçmesi.
* Birden çok molekülün genellikle su yitirerek bir tek moleküle dönüşmesi olayı.yoğunlaşmak * Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek. yoğunlaştırma * Yoğunlaştırmak işi. yoğunlaştırmak * Yoğun duruma getirmek, teksif etmek. yoğunluk * Yoğun bir maddenin özelliği.
* Bir cismin, bir santimetre küplük kütlesinin aynıhacimdeki +4°C lik suya göre oranı, kesafet.yoğunlukölçer * Sıvıların yoğunluğunu ölçen araç, dansimetre. yoğurma * Yoğurmak işi. yoğurmak * Katıveya toz durumundaki bir maddeyi herhangi bir sıvı ile karıştırarak hamur durumuna getirmek.
* Bir kişiye istenilen nitelikleri kazandırmak, yeteneklerini geliştirmek.yoğurt * Maya katılarak koyulaştırılmış beyaz, kıvamlısüt ürünü. yoğurt çalmak * yoğurt yapmak için süte yoğurt mayasıkoymak. yoğurt çiçeği * Papatya. yoğurt çorbası * Yoğurt ve yağkarışımıyapılan çorba. yoğurt gibi * koyu ve katılaşmışnesneler için kullanılır. yoğurt otu * Kök boyası gillerden, çiçekli dal uçlarında sütü kestirmekte kullanılan bir maya bulunan, bir yıllık veya çok
yıllık otsu bitki (Galium).yoğurt tatlısı * Yoğurttan ve şekerden yapılan tatlı. yoğurtçu * Yoğurt yapan veya satan kimse. yoğurtçuluk * Yoğurt yapma veya satma işi. yoğurthane * Yoğurt yapılan yer. yoğurtlama * Yoğurtlamak işi veya durumu. yoğurtlamak * Yoğurt katmak. yoğurtlu * İçine yoğurt katılmış, içinde yoğurt bulunan. yoğurtlu kebap * Dilimlenmiş, küçük pide, yoğurtlu ve şişköfteden oluşan yemek. yoğurtma * Yoğurtmak işi veya durumu. yoğurtmak * Yoğurmak işini yaptırmak. yoğurum * Yoğrulacak kadar olan. yok * Bulunmayan, mevcut olmayan nesne, kimse vb., var karşıtı.
* Yasaklanmışolan şey, yasak.
* Olmayan, bulunmayan şey.
* “Hayır” anlamında kullanılır.
* Birbirine karşıt iki cümleden, ikincisinin başına getirilir.
* Birinin söylediği sözlerden genelde kuşkulanıldığında veya sözler hafifsendiğinde kullanılır.
* Savunulan bir düşünceyi doğrulayan sözün başına getirilir.yok canım * öyle şey olmaz, hayır, inanmayın.
* sahi mi, öyle mi?.yok devenin başı * çok abartılı bir söz karşısında kullanılır. yok devenin pabucu * Bkz. yok devenin başı. yok etmek * varlığına son vermek, ortadan kaldırmak, ifna etmek, izale etmek. yok oğlu yok * ortalıkta yok, hiç yok. yok olmak * ortadan kalkmak, kaybolmak, varlığısona ermek. yok pahasına * Kâr elde etmeksizin, değerinden çok düşük. yok pahasına (satmak, almak veya gitmek) * son derece ucuz. yok satmak * bir malıyokluğu yüzünden satamamak. yok yere * Hiçbir gereği ve yararı olmadan. yok yok * ne istersen var.
* hayır hayır!.yok yoksul * Zengin olmayan, fakir. yokçu * Hiççi, nihilist. yokçuluk * Hiççilik, nihilizm. yoklama * Yoklamak işi, kontrol.
* Bir topluluğu oluşturan üyelerin belli bir zaman ve yerde bulunup bulunmadığınıanlamak için yapılan
sayma işlemi.
* Okullarda öğrencilerin bilgisini anlamak için yapılan küçük sınav.yoklamacı * Kalelerdeki savaş araç ve gereçlerini bakımdan geçirmek için başsehirden gönderilen görevli.
* Künye defterine göre askerin bakımıve denetimiyle görevli kimse.yoklamak * El ile dokunarak incelemek.
* Bakmak, gözden geçirmek, kontrol etmek.
* Durum, bilgi, niyet vb. yi belirlemeye veya anlamaya çalışmak.
* Ziyaret veya sağlığınısormak amacıyla birine gitmek.
* Ara sıra etkisini göstermek.
* Aramak, araştırmak.yoklanma * Yoklanmak işi. yoklanmak * Yoklamak işine konu olmak. yoklatma * Yoklatmak işi. yoklatmak * Yoklamak işini yaptırmak. yokluk * Yok olma, bulunmama durumu, adem, fıkdan, gaybubet, varlık karşıtı.
* Fakirlik.
* Hiçlik.yokluk eki * Bir ismin önüne gelerek yok olma durumunu belirten yabancıkökenli ek. yoksa * Bir düşüncenin, bir davranışın, bir tutumun ters olma ihtimalini anlatmak için kullanılır.
* Sayıları ihtimallerin dışında bir ihtimali bildirmek için kullanılır. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 63
yönerge * Herhangi bir konuda tutulacak yol için üst makamlardan alt makamlara ve kuruluşlara veya üst
aşamadakilerden astlara belli bir esasa dayanarak verilen buyruk, talimat, direktif.yönetici * Yönetme gücünü elinde bulunduran kişi, yöneten kişi, idareci.
* Bir spor dalında takımların hazırlanması, oyuncunun bakımı, çalışma yerinin sağlanması, yapılacak
karşılaşmaların plânlanması gibi işlerle ilgilenen kimse.yöneticilik * Yönetici olma durumu veya yöneticinin görevi, idarecilik. yönetilme * Yönetilmek işi. yönetilmek * Yönetmek işi yapılmak, idare edilmek. yönetim * Yönetmek işi, çekip çevirmek, idare.
* Dümen.yönetim gideri * Genellikle apartmanlarda, kooperatiflerde yönetme işinin gerektirdiği para, ücret. yönetim kurulu * Bir kuruluşu yönetmekle görevlendirilimişkimselerin hepsi, idare heyeti, umumî heyet. yönetim yeri * Kamu veya özel kurum veya kuruluşların yönetildiği merkez. yönetimsel * Yönetimle ilgili, idarî. yönetiş * Yönetmek işi veya biçimi. yönetme * Yönetmek işi. yönetmek * Yasalara, kurallara veya belli şartlara uygun biçimde çalışmayı sağlamak, idare etmek, tedvir etmek.
* Birinin bir konudaki etkinliğine, çalışmasına yön vermek, birini yönlendirmek.
* Yapımını, gerçekleşmesini sağlamak.yönetmelik * Genellikle bir kuruluşun çalışma yöntemini belirleyen, bu kuruluşta çalışanların uyacaklarıkuralların tümü.
* Bu kuralların yazılı olduğu belge, talimatname.
* Yasa ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak amacıyla bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerince hazırlanan,
düzenleyici kuralların tümü.yönetmen * Bir kuruluşu yönetme yetkisi olan kimse, müdür, direktör.
* Bir oyunu sahneye koyan, bir filmin çevrilmesini veya gerçekleşmesini sağlayan kimse, rejisör.yönetmen yardımcısı * Yönetmene her konuda yardımcı olmakla görevli kimse. yönetmenlik * Yönetmen olma durumu.
* Yönetmenin görevi veya yeri, müdürlük, müdüriyet, direktörlük.yönetsel * Yönetimsel. yöneylem * Karmaşık sorunların çözümünde ve incelenmesinde bilimsel ve özellikle matematiksel yöntemlerin
uygulanışı.yöneylem araştırması * Herhangi bir problemi yöneylem yöntemine göre araştıran, inceleme. yönlendirme * Yönlendirmek işi. yönlendirmek * Bir kimsenin davranış, tutum, yapacağı işvb.alanlarda izleyeceği yolu göstermek. yönlü * Yönü olan.
* Uygun.yönlü doğru * Üzerinde pozitif bir yön seçilmişdoğru. yönseme * Belli bir amaca veya sonuca yönelen, etkinliğe dönüşmeyen etki gücü, temayül. yönsüz * Yönü olmayan.
* Amaçsız.yöntem * Bir amaca erişmek için izlenen, tutulan yol, usul, sistem.
* Bilimde belli bir sonuca erişmek için, bir plâna göre izlenen yol, metot.yöntem bilgisi * Metot bilgisi. yöntem bilimi * Özellikle felsefe ve bilim alanında yöntem araştırmak ve yeni yöntemler yaratmak için ilkeler geliştiren
bilim, metodoloji.yöntem bilimsel * Yöntem bilimle ilgili, metodolojik. yöntemli * Belli bir yönteme dayanılarak yapılan, metotlu. yöntemlilik * Bir işi, bir yönteme dayanarak yapma. yöntemsiz * Bir yönteme dayanmayan, düzensiz, uygunsuz, metotsuz. yöntemsizlik * Yöntemsiz olma durumu, düzensizlik, uygunsuzluk. yöre * Bir bölgenin belli bir yer ve çevresini kapsayan sınırlı bölümü, havali, mahal.
* Değirmenlerde, taşla kasnak arasında kalan ve hayvan yemi olarak kullanılan un.yöresel * Yöre ile ilgili, yerel, mahallî. yöreselleşme * Yöreselleşmek işi. yöreselleşmek * Yerelleşmek, mahallîleşmek. yöresellik * Yöresel olma durumu. Yörük * Hayvancılıkla geçinen, Toroslarda yaşayan göçebe Türk oymağı. yörük * Bkz. yürük. Yörük çadırı * Yörüklerin kendine özgü iyi korunmuş, kıldan yapılmış büyük ve genişçadırı. yörünge * Yürüyen bir noktanın izlediği veya çizdiği yol, mahrek.
* Bir gök cisminin hareket etmesi süresince aldığıyol.yörüngesine oturmak * (yapma uydu) uzayda istenilen yörüngede hareket etmek.
* bir işyoluna girmek.yudum * Bir içişte yutulacak miktar. yudum yudum * Azar azar, yavaşyavaş. yudumlama * Yudumlamak işi. yudumlamak * Yudum yudum içmek, acele etmeden yavaşyavaşiçmek. yudumlanma * Yudumlanmak işi. yudumlanmak * Yudumlamak işi yapılmak, yudum yudum içilmek. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 59
yol tepmek * çok uzun bır süre yürümek. yol tutmak * yaşayışve davranışınıkendine göre bir düzende sürdürmek.
* bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak.yol uğrağı * Geçerken uğranılan; yanından yol geçen, uğrak. yol vermek * geçmesine izin vermek.
* hızınıartırmak.
* işten çıkarmak, işine son vermek.yol vurmak * yol kesmek. yol yakınken * sezilen veya beliren kötü duruma düşmeden. yol yapmak * yol oluşturmak.
* kandırmaya çalışmak, avutmak.yol yol * Çizgili, çizgiler biçimde çizgi çizgi. yol yordam * Davranışveya yapım kuralları. yol yorgunu * Yoldan gelmişkimse. yol yürümek * yolda gitmek. yola (veya yollara) düşmek * yola çıkmak, yol almaya başlamak. yola çıkmak * araca binmek üzere yol üstünde durmak.
* bir yere varmak için bulunduğu yerden ayrılarak yolculuğa başlamak, harekete geçmek.yola dizilmek * yol kenarında sıralanmak. yola düzülmek (düzelmek veya koyulmak) * gidilecek yere doğru yola çıkmak. yola gelmek * istenilen biçimde davranışıkabullenmek, düzelmek, uslanmak. yola getirmek * birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek. yola gitmek * yolculuğa çıkmak. yola koyulmak * yola çıkmaya başlamak. yola revan olmak * yola çıkmak. yola vurmak * yolcu etmek, uğurlamak.
* yola koyulmak.yola yatmak * yola gelmek. yolak * Patika. yolcu * Yolculuğa çıkmışkimse.
* Yolculuğa çıkmaya hazırlanan kimse.
* Doğması beklenen çocuk.
* İyileşmesi umutsuz hasta.yolcu etmek * yola çıkanıuğurlamak. yolcu gemisi * Yolcu taşımak üzere yapılmışdeniz taşıtı. yolcu salonu * Liman, istasyon, otogar gibi yerlerde, yolcuların giderken veya gelirken oturma, dinlenme imkânını
bulduklarıyer.yolculuk * Ülkeden ülkeye veya bir ülke içinde, bir yerden bir yere gidişveya geliş, gezi, seyahat.
* Bu gidişgelişte geçen süre.
* Herhangi bir taşıtla bir yere gidip gelme.yolculuk etmek * bir yerden başka bir yere gitmek. yoldan çevirmek * gideni durdurmak, gitmesine engel olmak. yoldan çıkmak * belli bir yol izleyen taşıtlar herhangi bır sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak.
* doğru yoldan ayrılmak.yoldan kalmak * gidilmek istenen yere gidememek. yoldaş * Yol arkadaşı.
* Arkadaş, dost.
* Ortak bir görüşü benimseyenlerden her biri.yoldaşlık * Yol arkadaşlığı. yoldaşlık etmek * bir yolcuya katılmak, birlikte gitmek. yoldurma * Yoldurmak işi. yoldurmak * Yolmak işini yaptırmak. yolgeçen * “Girip çıkanı, geleni gideni çok ve belirsiz olan yer” anlamında kullanılan yolgeçen hanı(gibi) deyiminde
geçer.yolgeçen hanı * Bkz. yolgeçen. yolkesen * Yolda engelleme yapıp soygun düzenleyen, şaki. yollama * Yollamak işi. yollamak * Göndermek. yollanma * Yollanmak işi. yollanmak * Yollamak işi yapılmak, gönderilmek.
* Bir yere gitmeye başlamak, yürümek.yollara (sokaklara) dökülmek * kalabalık hâlde yolda olmak. yollarda kalmak * varacağıyere vaktinde gidememek. yollarıayrılmak * (iki kişi veya topluluk için) görüş, düşünce ayrılığı ortaya çıkmak, ayrı görüşve düşünceleri benimsemek. yollarıtutmak * geçecek kimselere engel olmak, bırakmamak. yollu * Yolu herhangi bir nitelikte olan.
* Çizgili.
* (taşıt için) Hızlı giden.
* Kuralına uygun.
* Herhangi bir nitelikte, biçimde olan.
* Kolayca elde edilen (kadın).yolluk * Yolculukta yenmek için hazırlanan yiyecek.
* Yolcuya verilen armağan.
* Yere serilen ince uzun kilim, halıveya keçe.
* Yol masrafı, harcırah. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 60
yolma * Yolmak işi.
* Sapı orakla biçilmeyecek kadar kısa kalmışekin.yolmak * Çekerek yerinden çıkarmak, çekip koparmak.
* Dolandırarak, hile ile birinin parasınıalmak.yolsuz * Yolu olmayan.
* (taşıt için) Yavaşgiden.
* Kurallara aykırı, uygunsuz, yöntemsiz, düzensiz, yersiz, usulsüz, nizamsız.
* Törelere, toplumun görüşüne aykırıdavranan.yolsuz yöntemsiz * Bir kurala, bir yönteme uymayan, usulsüz. yolsuzluk * Yolsuz olma durumu.
* Bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, suiistimal, nizamsızlık.yolu açık * Önünde engel olmayan. yolu açmak * geçişi önleyen engelleri kaldırmak. yolu almak * yolun sonuna varmak. yolu düşmek * o yerden geçmesi gerekmek.
* sırası gelmek.yoluk * Tüyleri yolunmuşolan. yolun açık olsun * yolculara söylenen bir iyi dilek sözü. yoluna * uğruna. yoluna bakmak * beklemek. yoluna başkoymak * bir amaca, bir gayeye yönelmek bütün varlığıyla kendini vermek. yoluna can vermek (veya yoluna canınıvermek) * birinin uğruna ölmek. yoluna çıkmak * karşılamaya gitmek.
* yolda karşısına çıkmak.yoluna girmek * istenilen, gerekli olan biçimde gelişmek. yoluna koymak * istenilen biçime getirmek, düzene koymak. yoluna sapmak * başvurmak. yolunda gitmek * olumlu gelişme göstermek; olumlu sonuçlanmak. yolundan kalmak * gidememek. yolunma * Yolunmak işi. yolunmak * Yolmak işi yapılmak, çekilip koparılmak.
* Çok kederlenerek çırpınmak.yolunu beklemek (veya gözlemek) * gelmesini beklemek. yolunu bilmek * yöntemini öğrenmek. yolunu bulmak * gereken çareyi bulmak.
* yasal olmayan yollardan kazanç sağlamak.yolunu değiştirmek * gittiği yoldan ayrılış başka yola geçmek. yolunu kaybetmek * hangi yoldan gideceğini bilememek. yolunu kesmek * engel olmak, engelemek. yolunu sapıtmak * doğru yoldan ayrılmak, kötü yola sapmak. yolunu şaşırmak * yanlışyola sapmak. yolunu tutmak * bir yere doğru gitmeye başlamak. yolunu yapmak * blr işi mümkün kılmak. yoluyla * Yolundan geçerek.
* Aracılığıyla, vasıtasıyla.
* Yöntemiyle, usulüne uygun olarak.yolüstü * Bkz. yol uğrağı. yom * Uğur, iyi talih, iyi haber. yom tutmak * uğurlu saymak. yoma * Sabit manevralarda ve gemileri bağlamada kullanılan, üç veya dört kollu halat.
* Birçok ipin örülmesiyle oluşturulan, balıkçılıkta kullanılan halat.yomsuz * Uğursuz, meş’um. yomsuzluk * Yomsuz olma durumu, uğursuzluk. yonca * Baklagillerden, başak durumundaki çiçekleri kırmızıveya mor renkli, hayvanlara yem olarak yetiştirilen
çayır bitkilerinin genel adı(Trifolium).yonca yaprağı * Kara yollarında alt yoldan üst yola veya üst yoldan alt yola geçmeyi sağlayan, dört yapraklıyonca
biçimindeki kavşak.yoncalık * Yonca tarlası. yonga * Kesilen, yontulan veya rendelenen bir şeyden çıkan parça, kamga. yongalama * Yongalamak işi veya durumu. yongalamak * Yonga durumuna getirmek. yongalayıcı * Yonga balyasıyapan (kimse). yongar * Üç telli bağlama. yonma * Yonmak işi veya durumu. yonmak * Yontmak. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 62
yorulmak * Yorgun duruma gelmek. yorulmak * Bir sebebe bağlanılmak, yorumlanmak. yorum * Bir yazının veya bir sözün, anlaşılması güç yönlerini açıklayarak aydınlığa kavuşturma, tefsir.
* Bir olayı belli bir görüşe göre açıklama, değerlendirme.
* Gizli veya hayalî olan bir şeyden anlam çıkarmak.
* Bir müzik parçasıveya tiyatro oyununun orijinal bir teknik ve duyarlılıkla sunulması.yorumcu * Yorum yapan kimse. yorumculuk * Yorumcu olma durumu. yorumlama * Yorumlamak işi. yorumlamak * Bir yazıyıveya bir sözü yorum yaparak açıklamak, tefsir etmek.
* Bir olaya, bir duruma bir anlam vermek, tabir etmek.
* Bir müzik parçasınıveya bir tiyatro oyununu kendine özgü bir duyarlık ve teknikle çalmak, söylemek veya
oynamak, icra etmek.yorumlanma * Yorumlanmak işi. yorumlanmak * Yorumlamak işi yapılmak veya yorumlamak işine konu olmak, tefsir edilmek. yosma * Şen, güzel, fettan (genç kadın).
* Çok süslü giyinen ve modaya düşkün kadın, koket.yosmaca * Yosmaya yakışan biçimde, yosma gibi. yosmalık * Yosma olma durumu, yosmaca davranış. yosun * Tallı bitkilerin, çoğu sularda yetişen, ilkel yapıdaki örneklerine verilen genel ad. yosun bağlamak (veya tutmak) * üzerini yosun kaplamak. yosun külü * Yosunların yakılmasından elde edilen önceleri cam ve sabun sanayiinde kullanılan, soda ve iyot üretiminde
değerlendirilen deniz yosunu ürünü.yosuncul * Yosunla beslenen veya yosunların içinde yaşayan. yosunlanma * Yosunlanmak, yosunlaşmak işi. yosunlanmak * Yosun oluşmak, yosunla kaplanmak. yosunlu * Yosunu olan, yosunla kaplanmışolan. yoz * Doğada olduğu gibi kalarak işlenmemişolan.
* Kaba, adî, bayağı.
* Soysuz, yozlaşmış, dejenere.
* Kısır.yozcu * Koyun ticareti yapan kimse. yozlaşma * Yozlaşmak işi, tereddi. yozlaşmak * Özündeki iyi nitelikleri birtakım dışetkenlerle zamanla yitirmek, bozulmak, soysuzlaşmak, doğasındaki iyi
nitelikleri sonradan yitirmek, tereddi etmek.
* Bir şey, manevî anlamda değer yargılarını, özelliklerini ve niteliklerini yitirmek, bozulmak, dejenere olmak,
özünden uzaklaşmak.yozlaştırma * Yozlaştırmak işi. yozlaştırmak * Yozlaşmasını sağlamak, yozlaşmasına sebep olmak, soysuzlaştırmak, dejenere etmek. yozluk * Yoz olma durumu, tereddi. yön * Belli bir noktaya göre olan yer, taraf.
* Bir şeyin belli bir noktaya baktığıyan, veçhe.
* Bir yere gitmek için izlenen yol, cihet, istikamet.
* Tutulacak, izlenecek yol.yön belirteci * Yön belirleme işine yarayan alet, pusula. yön eki * Bkz. yön gösterme eki. yön gösterme eki * Türkiye Türkçesinde kalıplaşıp sayılıörneklerde kalan yön bildiren yer ve zaman adlarıyapan ek: son-ra,
taş-ra, dış-arı, iç-eri vb.yön vermek * yeni bir biçim, yeni bir düzen vermek. yön zarfı * Yön bildiren zarf. yönden * bakımından. yöndeş * Yönü aynı olan, aynıyöne bakan. yöndeşaçılar * İki paralel çizginin bir kesenle kesişmesinden oluşan ve biri içte, biri dışta olarak, kesenin aynıtarafında
kalan açılar.yönelik * Belli bir yöne çevrilmişolan, müteveccih, ait, özgü. yönelim * Yönelme durumu.
* Kendi durumunu veya bulunduğu yerin durumunu başka yerlere göre belirleme.
* Bireyin, karşılaştığıkarışık ve sorunlu durumlarda kendi yönünü, tutumunu belirlemesi.
* Bitki ve hayvan gibi bazıcanlıvarlıkların, ışık, ısı, besin gibi türlü uyarıcısebeplerin etkisi altında, bu
uyarıcılara doğru veya tersine yer değiştirmeleri olayı, doğrulum, tropizm.yöneliş * Yönelmek işi veya biçimi. yönelme * Yönelmek işi. yönelme durumu * İsim soyundan bir sözü yaklaşma, yönelme kavramlarıyla fiile veya bir edata bağlayan durum, -e hâli, datif:
Türkçede -e ( -a, -y-e, -y-a ) ekiyle belirtilir: Eve (ev-e), yola (yol-a), bahçeye (bahçe-y-e), kapıya (kapı-y-a).yönelme hâli * Bkz. yönelme durumu. yönelmek * Belli bir yön tutmak, yüzünü belli bir yöne doğru çevirmek, teveccüh etmek.
* Amaç olarak benimsemek.
* Hedef almak.yönelmeli * Yönelme durumunda olan. yönelmeli tümleç * Yapılan işin anlamını bütünleyen ve yönelme durumunda bulunan tümleç: Çocuklar eve geldi örneğindeki
gibi.yönelteç * Direksiyon.
* Bisikletin ön tekerlek maşasıüstüne bağlanmış, iki elle kullanılan yön değiştirme aracı, gidon.yöneltilme * Yöneltilmek işi. yöneltilmek * Yöneltmek işi yapılmak. yöneltim * Yöneltmek işi. yöneltme * Yöneltmek işi, tevcih.
* Öğrencilerin okul yaşamına, izleyecekleri derslere uyumlarını sağlamayıamaçlama, seçecekleri meslekleri
yönlendirme işi.
* Bir ırakgörürü veya gözlem aracını bakılacak yıldıza doğru çevirme işi.yöneltmek * Bir şeye belli bir yön vermek, yönelmesini sağlamak, çevirmek, tevcih etmek.
* Birine veya bir şeye doğru bakmak.
* Birine bir şey söylemek, tevcih etmek. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 58
yoksul * Geçinmekte çok sıkıntıçeken (kimse), fakir.
* İstenilen nitelikte ve özellikte olmayan, yetersiz.yoksullaşma * Yoksullaşmak işi. yoksullaşmak * Yoksul duruma gelmek. yoksullaştırma * Yoksullaştırmak işi veya durumu. yoksullaştırmak * Yoksul duruma getirmek, fakirleştirmek. yoksulluk * Yoksul olma durumu, sefillik, sefalet, fakirlik.
* Verimsizlik, yetersizlik.yoksulluk çekmek * sürekli yoksulluk içinde bulunmak. yoksun * Belli bir şeyden kendisinde olmayan, belli bir şeyin yokluğunu çeken, mahrum. yoksun bırakmak (etmek veya kılmak) * yoksun duruma getirmek, bir şeyin yokluğunu çektirmek. yoksun kalmak * belli bir şeyin yokluğunu çekmek. yoksun olmak * belli bir şeyin yokluğunu çekmek. yoksunlu * Yokluk bildiren. yoksunluk * Yoksun olma durumu, mahrumiyet. yoksunma * Yoksunmak işi veya durumu. yoksuz * Yoksul.
* Yok olmuş, yok olan, bulunmayan.yoksuzluk * Yoksulluk.
* Yoksuz olma durumu, bulunmama.yoktan var etmek * yaratmak, ortaya çıkarmak. yokum * Bkz. Ben yokum. yokumsama * Yokumsamak işi veya durumu. yokumsamak * Var olan bir şeyi yok olarak kabul etmek, inkâr etmek. yokuş * Yükselerek devam eden yol, inişkarıştı.
* Bazen inişyerine de kullanılır.yokuşaşağı * (yokuşta) Aşağıya doğru.
* Başarısızlığa doğru.yokuşyukarı * (yokuşta) Yukarıya doğru. yokuşa koşmak * bir konuda güçlük çıkarmak. yokuşçu * Özellikle tepe ve yamaçlıyollarda başarılı olan bisiklet yarışçısı. yol * Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik.
* Karada insan veya hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer.
* Genellikle yerleşim alanlarını bağlamak için düzeltilerek açılmışulaşım şeridi.
* İçinden veya üstünden bir sıvının geçtiği, aktığıyer.
* Yolculuk.
* Gidişçabukluğu, hız.
* Bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare, yöntem.
* Davranış, tutum, gidişveya davranış biçimi.
* Uyulan ilke, sistem, usul, tarz.
* Gaye, uğur, maksat.
* Uzun çizgi.
* Kez, defa.yol açmak * yol yapmak.
* kapanmışolan yolu geçilir duruma getirmek.
* kalabalık bir yerde genellikle saygıdeğer bır kişinin geçmesi için kenara çekilip yol velmek.
* bir olayın sebebi olmak.
* davranışlarıyla başkalarına örnek olmak.yol ağzı * Bir yolun başlangıcıveya bir yolun başka yollarla kesiştiği yer. yol almak * yolda ilerlemek. yol aramak * çare bulmaya çalışmak. yol ayrımı * Yolların birbirinden ayrıldığıyer. yol azığı * Yol boyunca yenilecek maddeler. yol bel * Geçilen yer, yol. yol boyu * Kara yolunda kenar.
* Yolculuk süresi.yol bulmak * çare bulmak. yol çizmek * bir konuda plân yapmak. yol erkân * davranışkuralları. yol erkân * Usul, yöntem, davranış bilgisi. yol etmek * o yere sık sık gitmek. yol evlâdı * Yol arkadaşı. yol gitmek * yolda ilerlemek. görünmek yola gitmek gerekmek. yol göstermek * kılavuzluk etmek, yolu bilmeyene anlatmak, tarif etmek.
* ne yapılacağını, nasıl davranılacağınıöğretmek.yol gözlemek * bir şeyin olmasınıummak, beklemek. yol halısı * Odalar arasında veya koridorlarda serilen, dar ve uzun halı, yolluk. yol işareti * Yarışyolunda, yol gösteren oklar veya levhalar. yol iz bilmek * gideceği yolu ve yeri bilmek.
* görgülü davranmak.yol kesmek * geçmesine engel olmak, durdurmak.
* ıssız yerlerde soygunculuk yapmak.
* (motor vb.) hızınıazaltmak, devrini düşürmek.yol kilimi * Dar ve uzun olarak dokunmuşkilim türü. yol parası * Yolculuk sırasında harcanmak için ayrılmışpara. yol şaşmak * yol çatallaşıp karışmak. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 61
yont * Başı boşhayvan. yont kuşu * Kuyruksallayan. yontma * Yontmak işi.
* Yontulmuşveya yontularak yapılmış.Yontma TaşÇağı * Bkz. Yontma TaşDevri. Yontma TaşDevri * Tarihten önceki zamanların en eski devri. yontmak * Bir şeye istenilen biçimi vermek için dış bölümünü keskin bir araçla biçmek, kesmek.
* Bir kimsenin azar azar parasını çekmek, birinden para sızdırmak.
* Bkz. kendine yontmak.yontu * Taş, tunç, mermer, kil, alçı, bakır gibi maddelerden yontularak, kalı ba dökülerek veya yoğrulup pişirilerek
oluşturulan eser, heykel.yontucu * Yontu yapan kimse, heykeltıraş.
* Kendi çıkarınıdüşünen.yontuculuk * Yontu yapma sanatı, heykeltıraşlık. yontuk * Yontulmuşyer.
* Yontulmuşparça.
* Yontulmuşolan.yontuk düz * Erozyon etkisiyle oluşmuş, yumuşak engebeli yeryüzü parçası, yalama yazı, peneplen. yontulma * Yontulmak işi. yontulmak * Yontmak işi yapılmak veya yontmak işine konu olmak.
* (insan için) Kabalıktan, görgüsüzlükten kurtularak toplum törelerine göre davranır duruma gelmek.
* Bir şeyi kendi görüşüne göre değerlendirmek.yonulmak * Yontulmak. yordam * Çeviklik, çabukluk.
* Çalım.
* Yatkınlık, alışkanlık, yeti, meleke.
* Kılavuz, yardımcı.yordamlı * Yakışıklı.
* Elinden işgelen, becerikli.yordamsız * Çevik olmayan, cansız. yordurma * Yondurmak işi. yordurmak * Yorumunu yaptırmak, yorumlanmasını sağlamak. yorga * Biniciyi sarsmayan at yürüyüşlerinden biri. yorgalama * Yorgalamak işi.
* Ayak ve baldır kaslarının felcinden ileri gelen özel yürüyüş biçimi.yorgalamak * (at) Yorga yürümek, yorga gitmek. yorgan * Yatakta örtünmeye yarayan, içi pamuk, yün vb. şeylerle doldurularak dikilmişgenişörtü. yorgan çarşafı * Yorganın üzerine geçirilen veya dikilen çarşaf. yorgan döşek yatmak * ağır hasta olmak. yorgan gitti, kavga bitti * anlaşmazlık sebebi olan şey ortadan kalkınca anlaşmazlık da sona erdi. yorgan iğnesi * Yorgan dikmeye yarayan iğne. yorgan ipliği * Yorgan dikmek için kullanılan kalın ve sağlam iplik. yorgan kaplamak * yorgana çarşaf geçirmek. yorgan kavgası * Bir şeyden çıkar sağlama konusunda anlaşmazlığa düşme, post kavgası. yorgan yüzü * Yorganıkirden ve dışetkilerden korumak için bezden veya kumaştan yapılan yüz. yorgancı * Yorgan, yastık, şilte gibi şeyler diken veya satan kimse. yorgancılık * Yorgancının işi. yorgun * Çalışma veya değişik sebeplerle beden veya zihin etkinliği yavaşlayan, yorulmuşolan. yorgun argın * Çok yorulmuş, gücü kalmamışolarak. yorgun düşmek * çok yorulmak, bitkin duruma gelmek. yorgun yorgun * Yorulmuşolarak, yorgun durumda. yorgunluğunu almak * (kendi) dinlenmek.
* (birini) dinlendirmek.yorgunluk * Çalışma veya değişik sebeplerle bireyin ruh ve beden etkinlikleri açısından verimlilik düzeyinin azalması. yorgunluk çıkarmak (veya yorgunluğunu çıkarmak) * dinlenmek.
* yaptığı işten, yorgunluğu unutturan, sevindirici bir sonuç almak.yorgunluk kahvesi * Dinlenmek amacıyla çalışmaya ara verildiğinde içilen kahve. yorgunu yokuşa sürmek * yapılması güç bir işin, büsbütün güç şartlarda gerçekleştirilmesini istemek. yorma * Yormak (I, II) işi. yormak * Yorgun duruma getirmek.
* Sıkıntıya sokmak, üzmek.yormak * Bir sebebe bağlamak, bir duruma işaret saymak, bir anlam vermek, yorumlamak. yortma * Yortmak işi veya durumu. yortmak * Koşmak; sürekli yol yürümek.
* İşsiz güçsüz gezmek.yortu * Hristiyan bayramı. yorucu * Yorgunluğa yol açan. yorulma * Yorulmak (I, II) işi. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 72
yüreği yanmak * pek çok acımak.
* felâkete uğramak.yüreği yaralı * Felâkete uğramış.
* Gönlü yaralı, âşık, tutkun.yüreği yarılmak * çok korkmak. yüreği yerinden oynamak * birdenbire heyecanlanmak veya korkmak. yüreği yufka * Üzüntülü, acıklıdurumlara dayanamayan, merhametli. yüreğim yanmaz (veya yanmazdı) * pişmanlık ve acıduymak. yüreğinden geçmek * düşünmek. yüreğinden gelmek * bir şeyi isteyerek, severek yapmak. yüreğine (bir şey) çökmek * derinden ıstırap duymak. yüreğine dert olmak * başkasının her hangi bir davranışı, sonradan kendisi için sürekli bir üzüntü kaynağı olmak. yüreğine dokunmak * üzülmek. yüreğine inmek * ansızın ölmek.
* çok üzülmek.yüreğine işlemek (veya yüreğe işlemek) * çok derin acıuyandırmak. yüreğine kar yağmak * kıskançlık duyarak üzülmek. yüreğine kurt düşmek * şüphelenmek, içine kurt düşmek. yüreğine od (veya ateş) düşmek * felâkete uğramak, çok üzülmek. yüreğine oturmak * çok üzülmek. yüreğine saplanmak * aşırıderecede acıduymak, içine oturmak. yüreğine sinmek * içine sinmek. yüreğine su serpmek * (bir kimse) kaygısebebinin ortadan kalkmasıyla veya yeniden umut verecek bir haberle ferahlamak. yüreğini açmak * kalbini açmak, derdini dökmek, içini dökmek, senli benli konuşmak ve davranmak. yüreğini ateşalmak * aşırıüzülmek, fazla üzüntüden içi yanmak. yüreğini boşaltmak (veya dökmek) * derdini, üzüntüsünü anlatarak hafiflemek. yüreğini dağlamak * acıyla ve özlemle içi yanmak, acıyla kıvranmak. yüreğini eritmek (veya sızlatmak) * çok üzmek. yüreğini hoplatmak (oynatmak veya kaldırmak) * Bkz. yürek hop etmek (veya hoplamak), (veya oynamak).
* heyecanlandırmak.yüreğini kemirmek * içini kemirmek, tedirgin olmak. yüreğini pek tutmak * kendini korkuya kaptırmamak. yüreğini serinletmek * üzüntüsünü azaltmak. yüreğini tüketmek * (bir şeyi anlayıncaya kadar) anlatanıçok yormak. yüreğini tüketmek * (bir şey anlatmaya çalışarak) yorulmak. yüreğinin başısızlamak * yüreği sızlamak. yüreğinin yağı(veya yağları) erimek * çok üzülmek.
* çok korkmak.yürek * Göğüs boşluğunda, iki akciğerin arasında, vücudun her yanından gelen kanıakciğerlere ve oradan gelen
temiz kanıda vücuda dağıtan organ, kalp.
* Herhangi bir şeyden çekinmeme, korkmama, yüreklilik, korkusuzluk, cesaret.
* Acıma duygusu.
* Bazıdeyimlerde “hiçbir gizli, art düşüncenin karışmamışolduğu duygu” anlamını verir.
* Bir kimsenin ruhsal yönü, gönül.
* Mide, karın, iç.
* İskambil kâğıtlarının dört grubundan benekleri kırmızı, yürek biçiminde olanı, kupa.yürek acısı * Yürekten duyulan acı, iç acısı. yürek ağrısı * Sıkıntı, keder. yürek burkmak * içine sızıvermek. yürek çarpıntısı * Yüreğin sık ve hızlıvurması.
* Merak, kaygı, korku gibi duygular sebebiyle beliren tedirginlik.yürek darlığı * Sıkıntı, bunaltı, üzüntü. yürek karası * İşlenen bir günahtan sonra duyulan sürekli ve üzücü pişmanlık. yürek Selânik * çok korkmuşve heyecanlı. yürek vermek * yüreklendirmek, cesaretlendirmek. yürek yarası * Aşktan, özlemden, başarısızlıktan duyulan büyük keder aşırıüzüntü. yüreklendirme * Birine yüreklilik, cesaret verme. yüreklendirmek * Birine yüreklilik, cesaret vermek. yüreklenme * Yüreklilik, korkusuzluk gelme, yiğitlenme, cesaretlenme. yüreklenmek * Korkusuz duruma gelmek, yiğitlenmek, cesaretlenmek. yürekler acısı * çok acıklı. yürekli * Tehlikeyi korkusuzca karşılayan, koçak, cesaretli, cesur. yüreklilik * Yürekli, korkusuz, cesur olma durumu, yiğitlik.
* Yürekli kimseye yakışır davranış. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 64
yudumluk * Bir yudum miktarında. yuf * Kınama, üzüntü, nefret bildirir. yuf borusu * Nefir.
* Kınama, üzüntü ve nefret bildirme.yuf borusu çalmak * kınama, üzüntü ve nefretini bildirmek. yuf ervahına (veya ervahına yuf olsun) * “lânet olsun, yazıklar olsun” anlamında bir ilenme. yufka * Oklava ile açılan ince, yuvarlak hamur yaprağı.
* Sacda pişen bir ekmek türü.
* İnce ve çabuk kırılır, dayanıksız.yufka açmak * hamuru ince yaprak durumuna getirmek. yufka böreği * Çarşıdan hazır alınmışyufkayla yapılmış börek.
* Sacda pişirilmişyufkadan yapılmış börek.yufka ekmeği * Pideden daha ince açılan bir çeşit ekmek. yufka kebabı * Yufka ile etten yapılan bir tür kebap. yufka yürekli * Olaylardan çok çabuk etkilenen, üzülen. yufkacı * Yufka, kadayıf yapıp satan kimse. yufkacılık * Yufkacının işi. yufkalık * Yufka yapmak için ayrılmışolan.
* Az, kıt olma, sığlık.Yugoslav * Yugoslavya halkından olan kimse.
* Yugoslav halkına özgü olan.Yugoslavyalı * Yugoslavya’da yaşayan kimse. yuğ * Bkz. yoğ. yuh * Hoşnutsuzluk ve öfke anlatır, yuf. yuh çekmek * beğenilmeyen, tasvip edilmeyen birine veya bir duruma karşıhaykırmak. yuha * Birine karşı beğenilmeyen bir durumda hep birden haykırılan bir hakaret sözü. yuha çekmek * “yuha!” diye bağırmak. yuhalama * Yuhalamak işi. yuhalamak * Birine “yuha” diye bağırmak. yuhalanma * Yuhalanmak işi. yuhalanmak * Yuhalamak işi yapılmak. yuhaya tutmak * Bkz. yuh çekmek. yukaç * Yer katmanlarıkıvrımlarının tümsek bölümü, semer, ineç karşıtı. yukarda * yukarıda. yukardan * Bkz. yukarıdan. yukarı * Bir şeyin üst bölümü, aşağıkarşıtı, fevk.
* Yetkili kimse.
* Aşama, sınıf, makam bakımından ilerde olan.
* Benzerleri arasında üstte bulunan.
* Üst tarafa, üstteki kata, üste, yükseğe, yukarıya.yukarımahalle * Bir yerleşim bölgesinde yüksek yerlerde oluşan mahalle. yukarıtükürsem bıyık, aşağıtükürsem sakal * Bkz. aşağıtükürsem sakal, yukarıtükürsem bıyık. yukarıda * Üst tarafta olan. yukarıdan * Tepeden, üstten. yukarıdan almak * yumuşaklık göstermemek, ağır önerilerde bulunmak, sert davranmak. yukarıdan bakmak * kendini karşısındakinden üstün görmek. yukarısı * Üst tarafı, yukarıkısmı. yulaf * Buğdaygillerden, en çok hayvan yemi olarak yetiştirilen otsu bitki (Avena sativa).
* Bu bitkinin tanesi.yulaf unu * Kurutulmuşyulaf tanelerinin öğütülmesiyle elde edilen un. yular * Bir yere bağlamak veya çekerek götürmek için hayvanın başlığına veya tasmasına bağlanan ip. yuları birinin elinde olmak * bir kimsenin davranışları birinin denetiminde, yönetiminde olmak. yularıeksik * Kaba, anlayışsız (kimse). yularıele vermek (veya yularıkaptırmak) * birinin sözünden çıkmayacak duruma gelmek, kendi iradesiyle davranmak. yularıtakmak * birini sözünden çıkamayacak duruma getirmek, egemenliği altına almak. yularıteslim etmek * yularıele vermek. yuma * Yumak işi veya durumu. yumak * Yıkamak. yumak * Yuvarlak biçimde sarılmışiplik, yün vb.şey.
* Yuvarlak biçimde sarılmışolan.yumak yumak * Küçük yuvarlaklar durumunda. yumaklama * Yumaklamak işi. -
Türkçe Sözlük Y Sayfa 68
yuvar yuvar * Yuvarlanır gibi. yuvarlacık * Küçük ve yuvarlak. yuvarlak * Top veya küre biçiminde olan, müdevver.
* Top veya küre biçiminde olan, toparlak şey, küre.yuvarlak ağızlılar * Gerçek çenenin yerinde geniş bir emici ağız bulunan, iskeletleri kemikleşmemişçok ilkel yapılıhayvanlar. yuvarlak hesap * Yaklaşık olarak bir bütün sayıya tamamlanabilen hesap. yuvarlak konuşmak * bir şeyin ayrıntılarını gereği gibi belirtmeden genel konuşmak. yuvarlak masa * Yuvarlak olarak yapılmışmasa.
* Toplantımasası.yuvarlak masa toplantısı * Yuvarlak masa etrafında genişkatılımlı gerçekleştirilen önemli toplantı. yuvarlak sayı * Bütüne tamamlanmışsayı. yuvarlak sıra * Türkçe bir sözde bulunan yuvarlak ünlüler dizisi: Oğlunuzun, üzüntünüz gibi. yuvarlak solucanlar * Sert bir kitinle örtülü vücutlarıhalkasız, uzunlamasına yuvarlak ve genellikle ince solucanlar topluluğu. yuvarlak ünlü * Dudakların toplanıp yuvarlaklaşması ile oluşan ünlü: o, ö, u, ü. yuvarlak vokal * Bkz. yuvarlak ünlü. yuvarlaklaşma * Düz ünlünün ünsüz etkisiyle yuvarlak oluşu: savırmak > savurmak, kavışmak > kavuşmak, yımışak
yumuşak gibi.yuvarlaklaşmak * Yuvarlak bir biçim almak, yuvarlak duruma gelmek. yuvarlaklaştırma * Yuvarlaklaştırmak işi. yuvarlaklaştırmak * Yuvarlak duruma getirmek. yuvarlaklık * Yuvarlak olma durumu. yuvarlama * Yuvarlamak işi.
* Yuvalama.yuvarlamak * Bir şeyi bir yerden kaldırmadan ekseni çevresinde döndürerek yürütmek, tekerlemek.
* Döndürerek tomar yapmak veya yuvarlak duruma getirmek.
* Hızla düşürmek, devirmek.
* İstekle ve çabucak yemek veya içmek.
* (sözü) Belirsizce, anlaşılmayacak biçimde söylemek.
* İnanılmayacak yalanlar söylemek.yuvarlana yuvarlana * Yuvarlanarak, döne döne.
* (yürüyüşiçin) Yuvarlanacak gibi.yuvarlanan taşyosun tutmaz * sürekli olarak işdeğiştiren bir kimse başarıkazanmamaz. yuvarlanıp gitmek * eldeki imkânlarla geçinmek.
* birdenbire ölmek.yuvarlanış * Yuvarlanmak işi veya biçimi. yuvarlanma * Yuvarlanmak işi. yuvarlanmak * Kendi üzerinde dönerek hareket etmek.
* Dökülerek düşmek.
* Yere devrilmek; düşmek.
* Ansızın, beklenmedik bir zamanda ölmek.yuvarlatma * Yuvarlatmak işi. yuvarlatmak * Yuvarlamak işini yaptırmak. yuvarölçer * Özellikle optik camların küresel eğriliğini ölçmeye yarayan araç. yuvasını bozmak * aile düzenini dağıtmak. yuvasınıdağıtmak * kurulu ev düzenini bozmak. yuvasınıyapmak * birine gereken ceza veya cevabıvermek, hakkından gelmek. yuvasınıyıkmak * birinin eşinden boşanmasına sebep olmak.
* biri eşinden ayrılarak kendi aile düzenini yok etmek.yuvaya dönüş * Eski yerine, görevine veya aile ocağına dönüş. yuvayıyapan dişi kuştur * ev kadınının anlayışlı, idareci ve tutumlu olması gerektiğini anlatmak için söylenir. yuvgu * Yuvak, merdane, silindir. yuvgulama * Yuvgulamak işi. yuvgulamak * Üzerinden yuvgu geçirmek. yüce * Yüksek, büyük, ulu. Yüce Divan * Anayasa Mahkemesinin yüksek aşamadaki görevlileri yargılarken aldığı isim, divanıâli. yücelik * Yüce olma durumu, ulviyet. yücelim * Üst geçiş. yüceliş * Yücelmek işi veya biçimi. yücelme * Yücelmek işi, itilâ. yücelmek * Yükselmek, yüce bir duruma gelmek. yüceltilme * Yüceltilmek işi. yüceltilmek * Yüceltmek işine konu olmak veya yüceltmek işi yapılmak. yüceltme * Yüceltmek işi, yükseltme. yüceltmek * Yükseltmek, yüce bir duruma getirmek. yüğrük * İyi yürüyen, iyi koşan.
* Çalışkan.
* Çevik, güçlü.