Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 52

    yılan derisi * Deri sanayiinde çok beğenilen ve yılan derisinin işlenmiş biçimi.
    yılan gibi * hain, sevimsiz ve soğuk kimseler için söylenir.
    yılan gibi sokmak * bir kimseye sinsice kötülük etmek.
    yılan gömleği * Yılanların üzerinden her yıl sıyrılarak değişen üst deri.
    yılan hikâyesi * Uzayıp giden, bir türlü sonuca bağlanamayan sorun.
    yılan kavı * Bkz. yılan gömleği.
    yılan kemiği * Yapana hiçbir zaman huzur ve rahat yüzü göstermeyen suç.
    yılan taşı * Rengi ve billûr yapısıfarklı birçok türü olan, perido ve diğer minerallerin başkalaşmasıyla oluşan kütle,
    parpı, serpantin.
    yılanbaşı * Atların takımlarına süs olarak takılan bir çeşit deniz böceği kabuğu.
    yılancı * Yılan besleyen veya yılan oynatan kimse.
    yılancık * Streptokok denilen mikropların bir sıyrığa veya yaraya bulaşarak yaptıklarıhastalık, kızıl yörük.
    * Kemik veremi.
    yılancıl * En çok yılanla beslenen bir kuş(Threshkiornis aethiopica).
    yılandili * Küçük eğrelti otu (Ophioglossum).
    yılanın kuyruğuna basmak * kötü bir kimseye kötülük yapacak fırsat vermek.
    yılaniğnesi * Kemikli balıklar takımının deniziğnesigiller familyasından bir balık türü.
    yılankavi * Dolambaçlı, dolanarak giden.
    yılanyastığı * Yılanyastığı gillerden, sulak ve nemli yerlerde yetişen, kök sapında süt görünüşünde, yakıcıve acı bir öz su
    bulunan zehirli bir bitki (Dracunculus vulgaris).
    yılanyastığı giller * Bir çeneklilerden, danaayağı, yılanyastığıvb. cinsleri içine alan bir bitki familyası.
    yılbaşı * Ocak ayının birinci günü.
    yıldan yıla * Her yıl.
    yıldır yıldır * Sallanarak, koşturarak.
    Yıldırak * Süheyl.
    yıldırak * Parıldayıcı, parıldayan.
    * Şimşek.
    yıldırama * Yıldıramak durumu.
    yıldıramak * Parıldamak.
    yıldırılma * Yıldırmak işi.
    yıldırılmak * Yıldırmak işine konu olmak.
    yıldırım * Gök gürültüsü ve şimşekle görülen, hava ile yer arasındaki elektrik boşalması.
    * İsim tamlamalarında belirten olduğunda belirtilenin çok hızlıyapıldığınıanlatır.
    yıldırım aşkı * Birden bire oluşan aşk.
    yıldırım gibi * büyük bir hızla.
    yıldırım nikâhı * Özel durumlarda işlemlerin kısaltılmasıyla yapılan nikâh.
    yıldırım siperi * Bkz. yıldırımkıran.
    yıldırım takla * Başıyere değdirmeden tek omuz üzerinde, tek elle apansız atılan takla.
    yıldırım telgraf * Haberleşmede çok acele gönderilen telgraf.
    yıldırımkıran * Yıldırımsavar.
    yıldırımla vurulmuşa dönmek * apansız kötü bir durum karşısında kalıp ne yapacağını bilememek.
    yıldırımlarıüstüne çekmek * bazıdavranışlarıyla birçok kimseyi kızdırarak, saldırılarına, eleştirilerine yol açmak.
    yıldırımlı * (hava için) Yıldırım oluşan, yıldırım düşen.
    yıldırımlık * Bkz. yıldırımsavar, paratoner.
    yıldırımsavar * Yıldırımların zararınıönlemekte kullanılan, ucunda bakır veya plâtin bulunan, 5-10 m uzunluğunda demir
    çubuk ve bununla toprak veya kuyu arasında çekilen bakır telden oluşan koruma aracı, siperisaika, yıldırımkıran,
    paratoner.
    yıldırma * Yıldırmak işi.
    yıldırmak * Korkutmak, sindirmek, yılgınlığa uğratmak, yılmasına sebep olmak.
    yıldız * (Güneşve Ay dışında) Gökyüzünde görülen ışıklı gök cisimlerinden her biri.
    * Sinema ve müzikhol sanatçısı, star.
    * Bir toplulukta, bir meslekte, üstün başarı gösteren kimse.
    * Bir noktadan çevreye doğru çekilmiş birçok kısa çizgiden veya üçgenden oluşan şekil.
    * Kuzey.
    * Baht, şans, talih.
    * Yıldız biçiminde olan.
    yıldız akmak (kaymak veya uçmak) * (yıldız) gökyüzünde hızla yer değiştirmek.
    yıldız anasonu * Manolyagillerden, Japonya’da yetişen, meyveleri zehirli bir ağaççık (İllicium anisatum).
    yıldız barışıklığı * Karşılıklı iyi geçinme, hoşgeçinme.
    yıldız bilimci * Yıldız bilimi ile uğraşan kimse, astronom.
    yıldız bilimcilik * Yıldız bilimcinin işi veya mesleği.
    yıldız bilimi * Astronomi.
    yıldız böceği * Ateş böceği.
  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 55

    yırtmaçsız * Yırtmacı olmayan.
    yırtmak * Kâğıt, kumaşgibi bükülüp katlanan şeyleri iki ucundan kesici araç kullanmadan çekip ayırmak veya
    parçalara ayırmak.
    * Vücudu kanatacak kadar derin çizmek.
    * Yok etmek, bastırmak.
    * Zorlamak.
    * Sağrısınımahmuzla yaralayarak binek hayvanınıalıştırmak.
    yırttırma * Yırttırmak işi veya durumu.
    yırttırmak * Yırtmak işini yaptırmak.
    yısa * Birçok kişinin yaptığı işlerde gayret vermek için söylenen söz.
    yısa beraber! * hep birlikte.
    yısa etmek * çekmek.
    yısa yısa * Olsun olsun, en çok.
    Yıva * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    yıvışyıvış * Cıvık cıvık.
    yıvışık * Yılışık.
    yıvışıklık * Islaklık, kayganlık, yapışkanlık.
    yıvışma * Yıvışmak işi veya durumu.
    yıvışmak * Cıvık bir duruma gelmek, cıvıklaşmak.
    * Teklifsiz ve lâubalî olmak.
    yiddiş * Yahudi Almancası.
    yiğit * Güçlü ve yürekli, kahraman alp.
    * Delikanlı, genç erkek.
    * Gözü pek, düşüncelerini açıkça söylemekten çekinmeyen (kimse).
    yiğitbaşı * Esnaf loncalarının kararlarınıyürüten kimse.
    yiğitçe * Yiğit gibi, yiğide yaraşır bir (biçimde) yüreklilikle.
    yiğitleme * Koçaklama.
    yiğitlendirme * Yiğitlendirmek işi, yüreklendirme, cesaretlendirme.
    yiğitlendirmek * Yüreklendirmek, cesaretini artırmak, cesaretlendirmek.
    yiğitlenme * Yiğitlenmek, yiğitleşmek işi, yüreklenme, cesaretlenme.
    yiğitlenmek * Yüreklenmek, yiğitlik etmek, cesaret etmek.
    yiğitleşme * Yiğitleşmek işi veya durumu.
    yiğitleşmek * Yiğitlik etmek, yiğit durumunda olmak.
    yiğitliğe leke (bok) sürmemek * mertliğe aykırıdavranışta bulunmamak.
    yiğitlik * Yiğit olma durumu, yiğitçe davranış, yüreklilik, cesaret.
    yiğitlik etmek * yüreklilik, cesaret göstermek.
    yiğitlik sende kalsın * özveri, hoşgörü ve ılımlılık öğütleyen söz.
    yiğitlik taslamak * yiğitmişgibi davranmak.
    yilbik * Bkz. sara.
    yine * Bkz. gene.
    yineleme * Yinelemek işi, tekrarlama.
    * Bir cümle içinde veya arka arkaya gelen cümlelerde bir kelimenin veya bir parçanın şu dizede görüldüğü
    gibi tekrarlanması.
    yinelemek * Tekrar etmek, tekrarlamak.
    yinelemeli * Üst üste, veya tekrar tekrar yapılan, mükerrer.
    yineleniş * Yinelenmek işi veya biçimi.
    yinelenme * Yinelenmek işi.
    yinelenmek * Yinelemek işi yapılmak, tekrarlanmak.
    yineletme * Yineletmek işi.
    yineletmek * Yinelemek işini yaptırmak, tekrarlatmak.
    yineleyiş * Yinelemek işi veya biçimi.
    yirik * Yarık, yırtık.
    * Üst dudağıyarık olan (kimse).
    yirmi * On dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren işaret, 20, XX.
    * İki kere on; on dokuzdan bir artık olan (sayı).
    yirmi beşlik * Yirmi beşkuruşveya lira değerinde olan.
    * Yirmi beşadetten oluşan.
    yirmi yaşdişi * Bkz. akıl dişi.
    yirmilik * Yirmi lira değerinde kâğıt para.
    * İçinde yirmi tane bulunan.
    * Yarım kuruşdeğerinde para, yirmi para.
    yirminci * Yirmi sayısının sıra sıfatı, sırada on dokuzuncudan sonra gelen.
    yirmişer * Yirmi sayısının üleştirme sıfatı, her birine yirmi, her kezinde yirmisi bir arada olan.
    yirmişerlik * İçinde yirmi tane bulunan.
    yitik * Yitmişolan, kayıp, zayi.
    * Kaybedilmiş, yitirilmişnesne.
  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 57

    yoğunlaşma * Yoğunlaşmak işi.
    * Buharın sıvıveya katıduruma geçmesi.
    * Birden çok molekülün genellikle su yitirerek bir tek moleküle dönüşmesi olayı.
    yoğunlaşmak * Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek.
    yoğunlaştırma * Yoğunlaştırmak işi.
    yoğunlaştırmak * Yoğun duruma getirmek, teksif etmek.
    yoğunluk * Yoğun bir maddenin özelliği.
    * Bir cismin, bir santimetre küplük kütlesinin aynıhacimdeki +4°C lik suya göre oranı, kesafet.
    yoğunlukölçer * Sıvıların yoğunluğunu ölçen araç, dansimetre.
    yoğurma * Yoğurmak işi.
    yoğurmak * Katıveya toz durumundaki bir maddeyi herhangi bir sıvı ile karıştırarak hamur durumuna getirmek.
    * Bir kişiye istenilen nitelikleri kazandırmak, yeteneklerini geliştirmek.
    yoğurt * Maya katılarak koyulaştırılmış beyaz, kıvamlısüt ürünü.
    yoğurt çalmak * yoğurt yapmak için süte yoğurt mayasıkoymak.
    yoğurt çiçeği * Papatya.
    yoğurt çorbası * Yoğurt ve yağkarışımıyapılan çorba.
    yoğurt gibi * koyu ve katılaşmışnesneler için kullanılır.
    yoğurt otu * Kök boyası gillerden, çiçekli dal uçlarında sütü kestirmekte kullanılan bir maya bulunan, bir yıllık veya çok
    yıllık otsu bitki (Galium).
    yoğurt tatlısı * Yoğurttan ve şekerden yapılan tatlı.
    yoğurtçu * Yoğurt yapan veya satan kimse.
    yoğurtçuluk * Yoğurt yapma veya satma işi.
    yoğurthane * Yoğurt yapılan yer.
    yoğurtlama * Yoğurtlamak işi veya durumu.
    yoğurtlamak * Yoğurt katmak.
    yoğurtlu * İçine yoğurt katılmış, içinde yoğurt bulunan.
    yoğurtlu kebap * Dilimlenmiş, küçük pide, yoğurtlu ve şişköfteden oluşan yemek.
    yoğurtma * Yoğurtmak işi veya durumu.
    yoğurtmak * Yoğurmak işini yaptırmak.
    yoğurum * Yoğrulacak kadar olan.
    yok * Bulunmayan, mevcut olmayan nesne, kimse vb., var karşıtı.
    * Yasaklanmışolan şey, yasak.
    * Olmayan, bulunmayan şey.
    * “Hayır” anlamında kullanılır.
    * Birbirine karşıt iki cümleden, ikincisinin başına getirilir.
    * Birinin söylediği sözlerden genelde kuşkulanıldığında veya sözler hafifsendiğinde kullanılır.
    * Savunulan bir düşünceyi doğrulayan sözün başına getirilir.
    yok canım * öyle şey olmaz, hayır, inanmayın.
    * sahi mi, öyle mi?.
    yok devenin başı * çok abartılı bir söz karşısında kullanılır.
    yok devenin pabucu * Bkz. yok devenin başı.
    yok etmek * varlığına son vermek, ortadan kaldırmak, ifna etmek, izale etmek.
    yok oğlu yok * ortalıkta yok, hiç yok.
    yok olmak * ortadan kalkmak, kaybolmak, varlığısona ermek.
    yok pahasına * Kâr elde etmeksizin, değerinden çok düşük.
    yok pahasına (satmak, almak veya gitmek) * son derece ucuz.
    yok satmak * bir malıyokluğu yüzünden satamamak.
    yok yere * Hiçbir gereği ve yararı olmadan.
    yok yok * ne istersen var.
    * hayır hayır!.
    yok yoksul * Zengin olmayan, fakir.
    yokçu * Hiççi, nihilist.
    yokçuluk * Hiççilik, nihilizm.
    yoklama * Yoklamak işi, kontrol.
    * Bir topluluğu oluşturan üyelerin belli bir zaman ve yerde bulunup bulunmadığınıanlamak için yapılan
    sayma işlemi.
    * Okullarda öğrencilerin bilgisini anlamak için yapılan küçük sınav.
    yoklamacı * Kalelerdeki savaş araç ve gereçlerini bakımdan geçirmek için başsehirden gönderilen görevli.
    * Künye defterine göre askerin bakımıve denetimiyle görevli kimse.
    yoklamak * El ile dokunarak incelemek.
    * Bakmak, gözden geçirmek, kontrol etmek.
    * Durum, bilgi, niyet vb. yi belirlemeye veya anlamaya çalışmak.
    * Ziyaret veya sağlığınısormak amacıyla birine gitmek.
    * Ara sıra etkisini göstermek.
    * Aramak, araştırmak.
    yoklanma * Yoklanmak işi.
    yoklanmak * Yoklamak işine konu olmak.
    yoklatma * Yoklatmak işi.
    yoklatmak * Yoklamak işini yaptırmak.
    yokluk * Yok olma, bulunmama durumu, adem, fıkdan, gaybubet, varlık karşıtı.
    * Fakirlik.
    * Hiçlik.
    yokluk eki * Bir ismin önüne gelerek yok olma durumunu belirten yabancıkökenli ek.
    yoksa * Bir düşüncenin, bir davranışın, bir tutumun ters olma ihtimalini anlatmak için kullanılır.
    * Sayıları ihtimallerin dışında bir ihtimali bildirmek için kullanılır.
  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 63

    yönerge * Herhangi bir konuda tutulacak yol için üst makamlardan alt makamlara ve kuruluşlara veya üst
    aşamadakilerden astlara belli bir esasa dayanarak verilen buyruk, talimat, direktif.
    yönetici * Yönetme gücünü elinde bulunduran kişi, yöneten kişi, idareci.
    * Bir spor dalında takımların hazırlanması, oyuncunun bakımı, çalışma yerinin sağlanması, yapılacak
    karşılaşmaların plânlanması gibi işlerle ilgilenen kimse.
    yöneticilik * Yönetici olma durumu veya yöneticinin görevi, idarecilik.
    yönetilme * Yönetilmek işi.
    yönetilmek * Yönetmek işi yapılmak, idare edilmek.
    yönetim * Yönetmek işi, çekip çevirmek, idare.
    * Dümen.
    yönetim gideri * Genellikle apartmanlarda, kooperatiflerde yönetme işinin gerektirdiği para, ücret.
    yönetim kurulu * Bir kuruluşu yönetmekle görevlendirilimişkimselerin hepsi, idare heyeti, umumî heyet.
    yönetim yeri * Kamu veya özel kurum veya kuruluşların yönetildiği merkez.
    yönetimsel * Yönetimle ilgili, idarî.
    yönetiş * Yönetmek işi veya biçimi.
    yönetme * Yönetmek işi.
    yönetmek * Yasalara, kurallara veya belli şartlara uygun biçimde çalışmayı sağlamak, idare etmek, tedvir etmek.
    * Birinin bir konudaki etkinliğine, çalışmasına yön vermek, birini yönlendirmek.
    * Yapımını, gerçekleşmesini sağlamak.
    yönetmelik * Genellikle bir kuruluşun çalışma yöntemini belirleyen, bu kuruluşta çalışanların uyacaklarıkuralların tümü.
    * Bu kuralların yazılı olduğu belge, talimatname.
    * Yasa ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak amacıyla bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerince hazırlanan,
    düzenleyici kuralların tümü.
    yönetmen * Bir kuruluşu yönetme yetkisi olan kimse, müdür, direktör.
    * Bir oyunu sahneye koyan, bir filmin çevrilmesini veya gerçekleşmesini sağlayan kimse, rejisör.
    yönetmen yardımcısı * Yönetmene her konuda yardımcı olmakla görevli kimse.
    yönetmenlik * Yönetmen olma durumu.
    * Yönetmenin görevi veya yeri, müdürlük, müdüriyet, direktörlük.
    yönetsel * Yönetimsel.
    yöneylem * Karmaşık sorunların çözümünde ve incelenmesinde bilimsel ve özellikle matematiksel yöntemlerin
    uygulanışı.
    yöneylem araştırması * Herhangi bir problemi yöneylem yöntemine göre araştıran, inceleme.
    yönlendirme * Yönlendirmek işi.
    yönlendirmek * Bir kimsenin davranış, tutum, yapacağı işvb.alanlarda izleyeceği yolu göstermek.
    yönlü * Yönü olan.
    * Uygun.
    yönlü doğru * Üzerinde pozitif bir yön seçilmişdoğru.
    yönseme * Belli bir amaca veya sonuca yönelen, etkinliğe dönüşmeyen etki gücü, temayül.
    yönsüz * Yönü olmayan.
    * Amaçsız.
    yöntem * Bir amaca erişmek için izlenen, tutulan yol, usul, sistem.
    * Bilimde belli bir sonuca erişmek için, bir plâna göre izlenen yol, metot.
    yöntem bilgisi * Metot bilgisi.
    yöntem bilimi * Özellikle felsefe ve bilim alanında yöntem araştırmak ve yeni yöntemler yaratmak için ilkeler geliştiren
    bilim, metodoloji.
    yöntem bilimsel * Yöntem bilimle ilgili, metodolojik.
    yöntemli * Belli bir yönteme dayanılarak yapılan, metotlu.
    yöntemlilik * Bir işi, bir yönteme dayanarak yapma.
    yöntemsiz * Bir yönteme dayanmayan, düzensiz, uygunsuz, metotsuz.
    yöntemsizlik * Yöntemsiz olma durumu, düzensizlik, uygunsuzluk.
    yöre * Bir bölgenin belli bir yer ve çevresini kapsayan sınırlı bölümü, havali, mahal.
    * Değirmenlerde, taşla kasnak arasında kalan ve hayvan yemi olarak kullanılan un.
    yöresel * Yöre ile ilgili, yerel, mahallî.
    yöreselleşme * Yöreselleşmek işi.
    yöreselleşmek * Yerelleşmek, mahallîleşmek.
    yöresellik * Yöresel olma durumu.
    Yörük * Hayvancılıkla geçinen, Toroslarda yaşayan göçebe Türk oymağı.
    yörük * Bkz. yürük.
    Yörük çadırı * Yörüklerin kendine özgü iyi korunmuş, kıldan yapılmış büyük ve genişçadırı.
    yörünge * Yürüyen bir noktanın izlediği veya çizdiği yol, mahrek.
    * Bir gök cisminin hareket etmesi süresince aldığıyol.
    yörüngesine oturmak * (yapma uydu) uzayda istenilen yörüngede hareket etmek.
    * bir işyoluna girmek.
    yudum * Bir içişte yutulacak miktar.
    yudum yudum * Azar azar, yavaşyavaş.
    yudumlama * Yudumlamak işi.
    yudumlamak * Yudum yudum içmek, acele etmeden yavaşyavaşiçmek.
    yudumlanma * Yudumlanmak işi.
    yudumlanmak * Yudumlamak işi yapılmak, yudum yudum içilmek.
  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 59

    yol tepmek * çok uzun bır süre yürümek.
    yol tutmak * yaşayışve davranışınıkendine göre bir düzende sürdürmek.
    * bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak.
    yol uğrağı * Geçerken uğranılan; yanından yol geçen, uğrak.
    yol vermek * geçmesine izin vermek.
    * hızınıartırmak.
    * işten çıkarmak, işine son vermek.
    yol vurmak * yol kesmek.
    yol yakınken * sezilen veya beliren kötü duruma düşmeden.
    yol yapmak * yol oluşturmak.
    * kandırmaya çalışmak, avutmak.
    yol yol * Çizgili, çizgiler biçimde çizgi çizgi.
    yol yordam * Davranışveya yapım kuralları.
    yol yorgunu * Yoldan gelmişkimse.
    yol yürümek * yolda gitmek.
    yola (veya yollara) düşmek * yola çıkmak, yol almaya başlamak.
    yola çıkmak * araca binmek üzere yol üstünde durmak.
    * bir yere varmak için bulunduğu yerden ayrılarak yolculuğa başlamak, harekete geçmek.
    yola dizilmek * yol kenarında sıralanmak.
    yola düzülmek (düzelmek veya koyulmak) * gidilecek yere doğru yola çıkmak.
    yola gelmek * istenilen biçimde davranışıkabullenmek, düzelmek, uslanmak.
    yola getirmek * birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek.
    yola gitmek * yolculuğa çıkmak.
    yola koyulmak * yola çıkmaya başlamak.
    yola revan olmak * yola çıkmak.
    yola vurmak * yolcu etmek, uğurlamak.
    * yola koyulmak.
    yola yatmak * yola gelmek.
    yolak * Patika.
    yolcu * Yolculuğa çıkmışkimse.
    * Yolculuğa çıkmaya hazırlanan kimse.
    * Doğması beklenen çocuk.
    * İyileşmesi umutsuz hasta.
    yolcu etmek * yola çıkanıuğurlamak.
    yolcu gemisi * Yolcu taşımak üzere yapılmışdeniz taşıtı.
    yolcu salonu * Liman, istasyon, otogar gibi yerlerde, yolcuların giderken veya gelirken oturma, dinlenme imkânını
    bulduklarıyer.
    yolculuk * Ülkeden ülkeye veya bir ülke içinde, bir yerden bir yere gidişveya geliş, gezi, seyahat.
    * Bu gidişgelişte geçen süre.
    * Herhangi bir taşıtla bir yere gidip gelme.
    yolculuk etmek * bir yerden başka bir yere gitmek.
    yoldan çevirmek * gideni durdurmak, gitmesine engel olmak.
    yoldan çıkmak * belli bir yol izleyen taşıtlar herhangi bır sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak.
    * doğru yoldan ayrılmak.
    yoldan kalmak * gidilmek istenen yere gidememek.
    yoldaş * Yol arkadaşı.
    * Arkadaş, dost.
    * Ortak bir görüşü benimseyenlerden her biri.
    yoldaşlık * Yol arkadaşlığı.
    yoldaşlık etmek * bir yolcuya katılmak, birlikte gitmek.
    yoldurma * Yoldurmak işi.
    yoldurmak * Yolmak işini yaptırmak.
    yolgeçen * “Girip çıkanı, geleni gideni çok ve belirsiz olan yer” anlamında kullanılan yolgeçen hanı(gibi) deyiminde
    geçer.
    yolgeçen hanı * Bkz. yolgeçen.
    yolkesen * Yolda engelleme yapıp soygun düzenleyen, şaki.
    yollama * Yollamak işi.
    yollamak * Göndermek.
    yollanma * Yollanmak işi.
    yollanmak * Yollamak işi yapılmak, gönderilmek.
    * Bir yere gitmeye başlamak, yürümek.
    yollara (sokaklara) dökülmek * kalabalık hâlde yolda olmak.
    yollarda kalmak * varacağıyere vaktinde gidememek.
    yollarıayrılmak * (iki kişi veya topluluk için) görüş, düşünce ayrılığı ortaya çıkmak, ayrı görüşve düşünceleri benimsemek.
    yollarıtutmak * geçecek kimselere engel olmak, bırakmamak.
    yollu * Yolu herhangi bir nitelikte olan.
    * Çizgili.
    * (taşıt için) Hızlı giden.
    * Kuralına uygun.
    * Herhangi bir nitelikte, biçimde olan.
    * Kolayca elde edilen (kadın).
    yolluk * Yolculukta yenmek için hazırlanan yiyecek.
    * Yolcuya verilen armağan.
    * Yere serilen ince uzun kilim, halıveya keçe.
    * Yol masrafı, harcırah.
  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 60

    yolma * Yolmak işi.
    * Sapı orakla biçilmeyecek kadar kısa kalmışekin.
    yolmak * Çekerek yerinden çıkarmak, çekip koparmak.
    * Dolandırarak, hile ile birinin parasınıalmak.
    yolsuz * Yolu olmayan.
    * (taşıt için) Yavaşgiden.
    * Kurallara aykırı, uygunsuz, yöntemsiz, düzensiz, yersiz, usulsüz, nizamsız.
    * Törelere, toplumun görüşüne aykırıdavranan.
    yolsuz yöntemsiz * Bir kurala, bir yönteme uymayan, usulsüz.
    yolsuzluk * Yolsuz olma durumu.
    * Bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, suiistimal, nizamsızlık.
    yolu açık * Önünde engel olmayan.
    yolu açmak * geçişi önleyen engelleri kaldırmak.
    yolu almak * yolun sonuna varmak.
    yolu düşmek * o yerden geçmesi gerekmek.
    * sırası gelmek.
    yoluk * Tüyleri yolunmuşolan.
    yolun açık olsun * yolculara söylenen bir iyi dilek sözü.
    yoluna * uğruna.
    yoluna bakmak * beklemek.
    yoluna başkoymak * bir amaca, bir gayeye yönelmek bütün varlığıyla kendini vermek.
    yoluna can vermek (veya yoluna canınıvermek) * birinin uğruna ölmek.
    yoluna çıkmak * karşılamaya gitmek.
    * yolda karşısına çıkmak.
    yoluna girmek * istenilen, gerekli olan biçimde gelişmek.
    yoluna koymak * istenilen biçime getirmek, düzene koymak.
    yoluna sapmak * başvurmak.
    yolunda gitmek * olumlu gelişme göstermek; olumlu sonuçlanmak.
    yolundan kalmak * gidememek.
    yolunma * Yolunmak işi.
    yolunmak * Yolmak işi yapılmak, çekilip koparılmak.
    * Çok kederlenerek çırpınmak.
    yolunu beklemek (veya gözlemek) * gelmesini beklemek.
    yolunu bilmek * yöntemini öğrenmek.
    yolunu bulmak * gereken çareyi bulmak.
    * yasal olmayan yollardan kazanç sağlamak.
    yolunu değiştirmek * gittiği yoldan ayrılış başka yola geçmek.
    yolunu kaybetmek * hangi yoldan gideceğini bilememek.
    yolunu kesmek * engel olmak, engelemek.
    yolunu sapıtmak * doğru yoldan ayrılmak, kötü yola sapmak.
    yolunu şaşırmak * yanlışyola sapmak.
    yolunu tutmak * bir yere doğru gitmeye başlamak.
    yolunu yapmak * blr işi mümkün kılmak.
    yoluyla * Yolundan geçerek.
    * Aracılığıyla, vasıtasıyla.
    * Yöntemiyle, usulüne uygun olarak.
    yolüstü * Bkz. yol uğrağı.
    yom * Uğur, iyi talih, iyi haber.
    yom tutmak * uğurlu saymak.
    yoma * Sabit manevralarda ve gemileri bağlamada kullanılan, üç veya dört kollu halat.
    * Birçok ipin örülmesiyle oluşturulan, balıkçılıkta kullanılan halat.
    yomsuz * Uğursuz, meş’um.
    yomsuzluk * Yomsuz olma durumu, uğursuzluk.
    yonca * Baklagillerden, başak durumundaki çiçekleri kırmızıveya mor renkli, hayvanlara yem olarak yetiştirilen
    çayır bitkilerinin genel adı(Trifolium).
    yonca yaprağı * Kara yollarında alt yoldan üst yola veya üst yoldan alt yola geçmeyi sağlayan, dört yapraklıyonca
    biçimindeki kavşak.
    yoncalık * Yonca tarlası.
    yonga * Kesilen, yontulan veya rendelenen bir şeyden çıkan parça, kamga.
    yongalama * Yongalamak işi veya durumu.
    yongalamak * Yonga durumuna getirmek.
    yongalayıcı * Yonga balyasıyapan (kimse).
    yongar * Üç telli bağlama.
    yonma * Yonmak işi veya durumu.
    yonmak * Yontmak.
  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 62

    yorulmak * Yorgun duruma gelmek.
    yorulmak * Bir sebebe bağlanılmak, yorumlanmak.
    yorum * Bir yazının veya bir sözün, anlaşılması güç yönlerini açıklayarak aydınlığa kavuşturma, tefsir.
    * Bir olayı belli bir görüşe göre açıklama, değerlendirme.
    * Gizli veya hayalî olan bir şeyden anlam çıkarmak.
    * Bir müzik parçasıveya tiyatro oyununun orijinal bir teknik ve duyarlılıkla sunulması.
    yorumcu * Yorum yapan kimse.
    yorumculuk * Yorumcu olma durumu.
    yorumlama * Yorumlamak işi.
    yorumlamak * Bir yazıyıveya bir sözü yorum yaparak açıklamak, tefsir etmek.
    * Bir olaya, bir duruma bir anlam vermek, tabir etmek.
    * Bir müzik parçasınıveya bir tiyatro oyununu kendine özgü bir duyarlık ve teknikle çalmak, söylemek veya
    oynamak, icra etmek.
    yorumlanma * Yorumlanmak işi.
    yorumlanmak * Yorumlamak işi yapılmak veya yorumlamak işine konu olmak, tefsir edilmek.
    yosma * Şen, güzel, fettan (genç kadın).
    * Çok süslü giyinen ve modaya düşkün kadın, koket.
    yosmaca * Yosmaya yakışan biçimde, yosma gibi.
    yosmalık * Yosma olma durumu, yosmaca davranış.
    yosun * Tallı bitkilerin, çoğu sularda yetişen, ilkel yapıdaki örneklerine verilen genel ad.
    yosun bağlamak (veya tutmak) * üzerini yosun kaplamak.
    yosun külü * Yosunların yakılmasından elde edilen önceleri cam ve sabun sanayiinde kullanılan, soda ve iyot üretiminde
    değerlendirilen deniz yosunu ürünü.
    yosuncul * Yosunla beslenen veya yosunların içinde yaşayan.
    yosunlanma * Yosunlanmak, yosunlaşmak işi.
    yosunlanmak * Yosun oluşmak, yosunla kaplanmak.
    yosunlu * Yosunu olan, yosunla kaplanmışolan.
    yoz * Doğada olduğu gibi kalarak işlenmemişolan.
    * Kaba, adî, bayağı.
    * Soysuz, yozlaşmış, dejenere.
    * Kısır.
    yozcu * Koyun ticareti yapan kimse.
    yozlaşma * Yozlaşmak işi, tereddi.
    yozlaşmak * Özündeki iyi nitelikleri birtakım dışetkenlerle zamanla yitirmek, bozulmak, soysuzlaşmak, doğasındaki iyi
    nitelikleri sonradan yitirmek, tereddi etmek.
    * Bir şey, manevî anlamda değer yargılarını, özelliklerini ve niteliklerini yitirmek, bozulmak, dejenere olmak,
    özünden uzaklaşmak.
    yozlaştırma * Yozlaştırmak işi.
    yozlaştırmak * Yozlaşmasını sağlamak, yozlaşmasına sebep olmak, soysuzlaştırmak, dejenere etmek.
    yozluk * Yoz olma durumu, tereddi.
    yön * Belli bir noktaya göre olan yer, taraf.
    * Bir şeyin belli bir noktaya baktığıyan, veçhe.
    * Bir yere gitmek için izlenen yol, cihet, istikamet.
    * Tutulacak, izlenecek yol.
    yön belirteci * Yön belirleme işine yarayan alet, pusula.
    yön eki * Bkz. yön gösterme eki.
    yön gösterme eki * Türkiye Türkçesinde kalıplaşıp sayılıörneklerde kalan yön bildiren yer ve zaman adlarıyapan ek: son-ra,
    taş-ra, dış-arı, iç-eri vb.
    yön vermek * yeni bir biçim, yeni bir düzen vermek.
    yön zarfı * Yön bildiren zarf.
    yönden * bakımından.
    yöndeş * Yönü aynı olan, aynıyöne bakan.
    yöndeşaçılar * İki paralel çizginin bir kesenle kesişmesinden oluşan ve biri içte, biri dışta olarak, kesenin aynıtarafında
    kalan açılar.
    yönelik * Belli bir yöne çevrilmişolan, müteveccih, ait, özgü.
    yönelim * Yönelme durumu.
    * Kendi durumunu veya bulunduğu yerin durumunu başka yerlere göre belirleme.
    * Bireyin, karşılaştığıkarışık ve sorunlu durumlarda kendi yönünü, tutumunu belirlemesi.
    * Bitki ve hayvan gibi bazıcanlıvarlıkların, ışık, ısı, besin gibi türlü uyarıcısebeplerin etkisi altında, bu
    uyarıcılara doğru veya tersine yer değiştirmeleri olayı, doğrulum, tropizm.
    yöneliş * Yönelmek işi veya biçimi.
    yönelme * Yönelmek işi.
    yönelme durumu * İsim soyundan bir sözü yaklaşma, yönelme kavramlarıyla fiile veya bir edata bağlayan durum, -e hâli, datif:
    Türkçede -e ( -a, -y-e, -y-a ) ekiyle belirtilir: Eve (ev-e), yola (yol-a), bahçeye (bahçe-y-e), kapıya (kapı-y-a).
    yönelme hâli * Bkz. yönelme durumu.
    yönelmek * Belli bir yön tutmak, yüzünü belli bir yöne doğru çevirmek, teveccüh etmek.
    * Amaç olarak benimsemek.
    * Hedef almak.
    yönelmeli * Yönelme durumunda olan.
    yönelmeli tümleç * Yapılan işin anlamını bütünleyen ve yönelme durumunda bulunan tümleç: Çocuklar eve geldi örneğindeki
    gibi.
    yönelteç * Direksiyon.
    * Bisikletin ön tekerlek maşasıüstüne bağlanmış, iki elle kullanılan yön değiştirme aracı, gidon.
    yöneltilme * Yöneltilmek işi.
    yöneltilmek * Yöneltmek işi yapılmak.
    yöneltim * Yöneltmek işi.
    yöneltme * Yöneltmek işi, tevcih.
    * Öğrencilerin okul yaşamına, izleyecekleri derslere uyumlarını sağlamayıamaçlama, seçecekleri meslekleri
    yönlendirme işi.
    * Bir ırakgörürü veya gözlem aracını bakılacak yıldıza doğru çevirme işi.
    yöneltmek * Bir şeye belli bir yön vermek, yönelmesini sağlamak, çevirmek, tevcih etmek.
    * Birine veya bir şeye doğru bakmak.
    * Birine bir şey söylemek, tevcih etmek.
  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 58

    yoksul * Geçinmekte çok sıkıntıçeken (kimse), fakir.
    * İstenilen nitelikte ve özellikte olmayan, yetersiz.
    yoksullaşma * Yoksullaşmak işi.
    yoksullaşmak * Yoksul duruma gelmek.
    yoksullaştırma * Yoksullaştırmak işi veya durumu.
    yoksullaştırmak * Yoksul duruma getirmek, fakirleştirmek.
    yoksulluk * Yoksul olma durumu, sefillik, sefalet, fakirlik.
    * Verimsizlik, yetersizlik.
    yoksulluk çekmek * sürekli yoksulluk içinde bulunmak.
    yoksun * Belli bir şeyden kendisinde olmayan, belli bir şeyin yokluğunu çeken, mahrum.
    yoksun bırakmak (etmek veya kılmak) * yoksun duruma getirmek, bir şeyin yokluğunu çektirmek.
    yoksun kalmak * belli bir şeyin yokluğunu çekmek.
    yoksun olmak * belli bir şeyin yokluğunu çekmek.
    yoksunlu * Yokluk bildiren.
    yoksunluk * Yoksun olma durumu, mahrumiyet.
    yoksunma * Yoksunmak işi veya durumu.
    yoksuz * Yoksul.
    * Yok olmuş, yok olan, bulunmayan.
    yoksuzluk * Yoksulluk.
    * Yoksuz olma durumu, bulunmama.
    yoktan var etmek * yaratmak, ortaya çıkarmak.
    yokum * Bkz. Ben yokum.
    yokumsama * Yokumsamak işi veya durumu.
    yokumsamak * Var olan bir şeyi yok olarak kabul etmek, inkâr etmek.
    yokuş * Yükselerek devam eden yol, inişkarıştı.
    * Bazen inişyerine de kullanılır.
    yokuşaşağı * (yokuşta) Aşağıya doğru.
    * Başarısızlığa doğru.
    yokuşyukarı * (yokuşta) Yukarıya doğru.
    yokuşa koşmak * bir konuda güçlük çıkarmak.
    yokuşçu * Özellikle tepe ve yamaçlıyollarda başarılı olan bisiklet yarışçısı.
    yol * Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik.
    * Karada insan veya hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer.
    * Genellikle yerleşim alanlarını bağlamak için düzeltilerek açılmışulaşım şeridi.
    * İçinden veya üstünden bir sıvının geçtiği, aktığıyer.
    * Yolculuk.
    * Gidişçabukluğu, hız.
    * Bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare, yöntem.
    * Davranış, tutum, gidişveya davranış biçimi.
    * Uyulan ilke, sistem, usul, tarz.
    * Gaye, uğur, maksat.
    * Uzun çizgi.
    * Kez, defa.
    yol açmak * yol yapmak.
    * kapanmışolan yolu geçilir duruma getirmek.
    * kalabalık bir yerde genellikle saygıdeğer bır kişinin geçmesi için kenara çekilip yol velmek.
    * bir olayın sebebi olmak.
    * davranışlarıyla başkalarına örnek olmak.
    yol ağzı * Bir yolun başlangıcıveya bir yolun başka yollarla kesiştiği yer.
    yol almak * yolda ilerlemek.
    yol aramak * çare bulmaya çalışmak.
    yol ayrımı * Yolların birbirinden ayrıldığıyer.
    yol azığı * Yol boyunca yenilecek maddeler.
    yol bel * Geçilen yer, yol.
    yol boyu * Kara yolunda kenar.
    * Yolculuk süresi.
    yol bulmak * çare bulmak.
    yol çizmek * bir konuda plân yapmak.
    yol erkân * davranışkuralları.
    yol erkân * Usul, yöntem, davranış bilgisi.
    yol etmek * o yere sık sık gitmek.
    yol evlâdı * Yol arkadaşı.
    yol gitmek * yolda ilerlemek. görünmek yola gitmek gerekmek.
    yol göstermek * kılavuzluk etmek, yolu bilmeyene anlatmak, tarif etmek.
    * ne yapılacağını, nasıl davranılacağınıöğretmek.
    yol gözlemek * bir şeyin olmasınıummak, beklemek.
    yol halısı * Odalar arasında veya koridorlarda serilen, dar ve uzun halı, yolluk.
    yol işareti * Yarışyolunda, yol gösteren oklar veya levhalar.
    yol iz bilmek * gideceği yolu ve yeri bilmek.
    * görgülü davranmak.
    yol kesmek * geçmesine engel olmak, durdurmak.
    * ıssız yerlerde soygunculuk yapmak.
    * (motor vb.) hızınıazaltmak, devrini düşürmek.
    yol kilimi * Dar ve uzun olarak dokunmuşkilim türü.
    yol parası * Yolculuk sırasında harcanmak için ayrılmışpara.
    yol şaşmak * yol çatallaşıp karışmak.
  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 61

    yont * Başı boşhayvan.
    yont kuşu * Kuyruksallayan.
    yontma * Yontmak işi.
    * Yontulmuşveya yontularak yapılmış.
    Yontma TaşÇağı * Bkz. Yontma TaşDevri.
    Yontma TaşDevri * Tarihten önceki zamanların en eski devri.
    yontmak * Bir şeye istenilen biçimi vermek için dış bölümünü keskin bir araçla biçmek, kesmek.
    * Bir kimsenin azar azar parasını çekmek, birinden para sızdırmak.
    * Bkz. kendine yontmak.
    yontu * Taş, tunç, mermer, kil, alçı, bakır gibi maddelerden yontularak, kalı ba dökülerek veya yoğrulup pişirilerek
    oluşturulan eser, heykel.
    yontucu * Yontu yapan kimse, heykeltıraş.
    * Kendi çıkarınıdüşünen.
    yontuculuk * Yontu yapma sanatı, heykeltıraşlık.
    yontuk * Yontulmuşyer.
    * Yontulmuşparça.
    * Yontulmuşolan.
    yontuk düz * Erozyon etkisiyle oluşmuş, yumuşak engebeli yeryüzü parçası, yalama yazı, peneplen.
    yontulma * Yontulmak işi.
    yontulmak * Yontmak işi yapılmak veya yontmak işine konu olmak.
    * (insan için) Kabalıktan, görgüsüzlükten kurtularak toplum törelerine göre davranır duruma gelmek.
    * Bir şeyi kendi görüşüne göre değerlendirmek.
    yonulmak * Yontulmak.
    yordam * Çeviklik, çabukluk.
    * Çalım.
    * Yatkınlık, alışkanlık, yeti, meleke.
    * Kılavuz, yardımcı.
    yordamlı * Yakışıklı.
    * Elinden işgelen, becerikli.
    yordamsız * Çevik olmayan, cansız.
    yordurma * Yondurmak işi.
    yordurmak * Yorumunu yaptırmak, yorumlanmasını sağlamak.
    yorga * Biniciyi sarsmayan at yürüyüşlerinden biri.
    yorgalama * Yorgalamak işi.
    * Ayak ve baldır kaslarının felcinden ileri gelen özel yürüyüş biçimi.
    yorgalamak * (at) Yorga yürümek, yorga gitmek.
    yorgan * Yatakta örtünmeye yarayan, içi pamuk, yün vb. şeylerle doldurularak dikilmişgenişörtü.
    yorgan çarşafı * Yorganın üzerine geçirilen veya dikilen çarşaf.
    yorgan döşek yatmak * ağır hasta olmak.
    yorgan gitti, kavga bitti * anlaşmazlık sebebi olan şey ortadan kalkınca anlaşmazlık da sona erdi.
    yorgan iğnesi * Yorgan dikmeye yarayan iğne.
    yorgan ipliği * Yorgan dikmek için kullanılan kalın ve sağlam iplik.
    yorgan kaplamak * yorgana çarşaf geçirmek.
    yorgan kavgası * Bir şeyden çıkar sağlama konusunda anlaşmazlığa düşme, post kavgası.
    yorgan yüzü * Yorganıkirden ve dışetkilerden korumak için bezden veya kumaştan yapılan yüz.
    yorgancı * Yorgan, yastık, şilte gibi şeyler diken veya satan kimse.
    yorgancılık * Yorgancının işi.
    yorgun * Çalışma veya değişik sebeplerle beden veya zihin etkinliği yavaşlayan, yorulmuşolan.
    yorgun argın * Çok yorulmuş, gücü kalmamışolarak.
    yorgun düşmek * çok yorulmak, bitkin duruma gelmek.
    yorgun yorgun * Yorulmuşolarak, yorgun durumda.
    yorgunluğunu almak * (kendi) dinlenmek.
    * (birini) dinlendirmek.
    yorgunluk * Çalışma veya değişik sebeplerle bireyin ruh ve beden etkinlikleri açısından verimlilik düzeyinin azalması.
    yorgunluk çıkarmak (veya yorgunluğunu çıkarmak) * dinlenmek.
    * yaptığı işten, yorgunluğu unutturan, sevindirici bir sonuç almak.
    yorgunluk kahvesi * Dinlenmek amacıyla çalışmaya ara verildiğinde içilen kahve.
    yorgunu yokuşa sürmek * yapılması güç bir işin, büsbütün güç şartlarda gerçekleştirilmesini istemek.
    yorma * Yormak (I, II) işi.
    yormak * Yorgun duruma getirmek.
    * Sıkıntıya sokmak, üzmek.
    yormak * Bir sebebe bağlamak, bir duruma işaret saymak, bir anlam vermek, yorumlamak.
    yortma * Yortmak işi veya durumu.
    yortmak * Koşmak; sürekli yol yürümek.
    * İşsiz güçsüz gezmek.
    yortu * Hristiyan bayramı.
    yorucu * Yorgunluğa yol açan.
    yorulma * Yorulmak (I, II) işi.
  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 72

    yüreği yanmak * pek çok acımak.
    * felâkete uğramak.
    yüreği yaralı * Felâkete uğramış.
    * Gönlü yaralı, âşık, tutkun.
    yüreği yarılmak * çok korkmak.
    yüreği yerinden oynamak * birdenbire heyecanlanmak veya korkmak.
    yüreği yufka * Üzüntülü, acıklıdurumlara dayanamayan, merhametli.
    yüreğim yanmaz (veya yanmazdı) * pişmanlık ve acıduymak.
    yüreğinden geçmek * düşünmek.
    yüreğinden gelmek * bir şeyi isteyerek, severek yapmak.
    yüreğine (bir şey) çökmek * derinden ıstırap duymak.
    yüreğine dert olmak * başkasının her hangi bir davranışı, sonradan kendisi için sürekli bir üzüntü kaynağı olmak.
    yüreğine dokunmak * üzülmek.
    yüreğine inmek * ansızın ölmek.
    * çok üzülmek.
    yüreğine işlemek (veya yüreğe işlemek) * çok derin acıuyandırmak.
    yüreğine kar yağmak * kıskançlık duyarak üzülmek.
    yüreğine kurt düşmek * şüphelenmek, içine kurt düşmek.
    yüreğine od (veya ateş) düşmek * felâkete uğramak, çok üzülmek.
    yüreğine oturmak * çok üzülmek.
    yüreğine saplanmak * aşırıderecede acıduymak, içine oturmak.
    yüreğine sinmek * içine sinmek.
    yüreğine su serpmek * (bir kimse) kaygısebebinin ortadan kalkmasıyla veya yeniden umut verecek bir haberle ferahlamak.
    yüreğini açmak * kalbini açmak, derdini dökmek, içini dökmek, senli benli konuşmak ve davranmak.
    yüreğini ateşalmak * aşırıüzülmek, fazla üzüntüden içi yanmak.
    yüreğini boşaltmak (veya dökmek) * derdini, üzüntüsünü anlatarak hafiflemek.
    yüreğini dağlamak * acıyla ve özlemle içi yanmak, acıyla kıvranmak.
    yüreğini eritmek (veya sızlatmak) * çok üzmek.
    yüreğini hoplatmak (oynatmak veya kaldırmak) * Bkz. yürek hop etmek (veya hoplamak), (veya oynamak).
    * heyecanlandırmak.
    yüreğini kemirmek * içini kemirmek, tedirgin olmak.
    yüreğini pek tutmak * kendini korkuya kaptırmamak.
    yüreğini serinletmek * üzüntüsünü azaltmak.
    yüreğini tüketmek * (bir şeyi anlayıncaya kadar) anlatanıçok yormak.
    yüreğini tüketmek * (bir şey anlatmaya çalışarak) yorulmak.
    yüreğinin başısızlamak * yüreği sızlamak.
    yüreğinin yağı(veya yağları) erimek * çok üzülmek.
    * çok korkmak.
    yürek * Göğüs boşluğunda, iki akciğerin arasında, vücudun her yanından gelen kanıakciğerlere ve oradan gelen
    temiz kanıda vücuda dağıtan organ, kalp.
    * Herhangi bir şeyden çekinmeme, korkmama, yüreklilik, korkusuzluk, cesaret.
    * Acıma duygusu.
    * Bazıdeyimlerde “hiçbir gizli, art düşüncenin karışmamışolduğu duygu” anlamını verir.
    * Bir kimsenin ruhsal yönü, gönül.
    * Mide, karın, iç.
    * İskambil kâğıtlarının dört grubundan benekleri kırmızı, yürek biçiminde olanı, kupa.
    yürek acısı * Yürekten duyulan acı, iç acısı.
    yürek ağrısı * Sıkıntı, keder.
    yürek burkmak * içine sızıvermek.
    yürek çarpıntısı * Yüreğin sık ve hızlıvurması.
    * Merak, kaygı, korku gibi duygular sebebiyle beliren tedirginlik.
    yürek darlığı * Sıkıntı, bunaltı, üzüntü.
    yürek karası * İşlenen bir günahtan sonra duyulan sürekli ve üzücü pişmanlık.
    yürek Selânik * çok korkmuşve heyecanlı.
    yürek vermek * yüreklendirmek, cesaretlendirmek.
    yürek yarası * Aşktan, özlemden, başarısızlıktan duyulan büyük keder aşırıüzüntü.
    yüreklendirme * Birine yüreklilik, cesaret verme.
    yüreklendirmek * Birine yüreklilik, cesaret vermek.
    yüreklenme * Yüreklilik, korkusuzluk gelme, yiğitlenme, cesaretlenme.
    yüreklenmek * Korkusuz duruma gelmek, yiğitlenmek, cesaretlenmek.
    yürekler acısı * çok acıklı.
    yürekli * Tehlikeyi korkusuzca karşılayan, koçak, cesaretli, cesur.
    yüreklilik * Yürekli, korkusuz, cesur olma durumu, yiğitlik.
    * Yürekli kimseye yakışır davranış.
  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 64

    yudumluk * Bir yudum miktarında.
    yuf * Kınama, üzüntü, nefret bildirir.
    yuf borusu * Nefir.
    * Kınama, üzüntü ve nefret bildirme.
    yuf borusu çalmak * kınama, üzüntü ve nefretini bildirmek.
    yuf ervahına (veya ervahına yuf olsun) * “lânet olsun, yazıklar olsun” anlamında bir ilenme.
    yufka * Oklava ile açılan ince, yuvarlak hamur yaprağı.
    * Sacda pişen bir ekmek türü.
    * İnce ve çabuk kırılır, dayanıksız.
    yufka açmak * hamuru ince yaprak durumuna getirmek.
    yufka böreği * Çarşıdan hazır alınmışyufkayla yapılmış börek.
    * Sacda pişirilmişyufkadan yapılmış börek.
    yufka ekmeği * Pideden daha ince açılan bir çeşit ekmek.
    yufka kebabı * Yufka ile etten yapılan bir tür kebap.
    yufka yürekli * Olaylardan çok çabuk etkilenen, üzülen.
    yufkacı * Yufka, kadayıf yapıp satan kimse.
    yufkacılık * Yufkacının işi.
    yufkalık * Yufka yapmak için ayrılmışolan.
    * Az, kıt olma, sığlık.
    Yugoslav * Yugoslavya halkından olan kimse.
    * Yugoslav halkına özgü olan.
    Yugoslavyalı * Yugoslavya’da yaşayan kimse.
    yuğ * Bkz. yoğ.
    yuh * Hoşnutsuzluk ve öfke anlatır, yuf.
    yuh çekmek * beğenilmeyen, tasvip edilmeyen birine veya bir duruma karşıhaykırmak.
    yuha * Birine karşı beğenilmeyen bir durumda hep birden haykırılan bir hakaret sözü.
    yuha çekmek * “yuha!” diye bağırmak.
    yuhalama * Yuhalamak işi.
    yuhalamak * Birine “yuha” diye bağırmak.
    yuhalanma * Yuhalanmak işi.
    yuhalanmak * Yuhalamak işi yapılmak.
    yuhaya tutmak * Bkz. yuh çekmek.
    yukaç * Yer katmanlarıkıvrımlarının tümsek bölümü, semer, ineç karşıtı.
    yukarda * yukarıda.
    yukardan * Bkz. yukarıdan.
    yukarı * Bir şeyin üst bölümü, aşağıkarşıtı, fevk.
    * Yetkili kimse.
    * Aşama, sınıf, makam bakımından ilerde olan.
    * Benzerleri arasında üstte bulunan.
    * Üst tarafa, üstteki kata, üste, yükseğe, yukarıya.
    yukarımahalle * Bir yerleşim bölgesinde yüksek yerlerde oluşan mahalle.
    yukarıtükürsem bıyık, aşağıtükürsem sakal * Bkz. aşağıtükürsem sakal, yukarıtükürsem bıyık.
    yukarıda * Üst tarafta olan.
    yukarıdan * Tepeden, üstten.
    yukarıdan almak * yumuşaklık göstermemek, ağır önerilerde bulunmak, sert davranmak.
    yukarıdan bakmak * kendini karşısındakinden üstün görmek.
    yukarısı * Üst tarafı, yukarıkısmı.
    yulaf * Buğdaygillerden, en çok hayvan yemi olarak yetiştirilen otsu bitki (Avena sativa).
    * Bu bitkinin tanesi.
    yulaf unu * Kurutulmuşyulaf tanelerinin öğütülmesiyle elde edilen un.
    yular * Bir yere bağlamak veya çekerek götürmek için hayvanın başlığına veya tasmasına bağlanan ip.
    yuları birinin elinde olmak * bir kimsenin davranışları birinin denetiminde, yönetiminde olmak.
    yularıeksik * Kaba, anlayışsız (kimse).
    yularıele vermek (veya yularıkaptırmak) * birinin sözünden çıkmayacak duruma gelmek, kendi iradesiyle davranmak.
    yularıtakmak * birini sözünden çıkamayacak duruma getirmek, egemenliği altına almak.
    yularıteslim etmek * yularıele vermek.
    yuma * Yumak işi veya durumu.
    yumak * Yıkamak.
    yumak * Yuvarlak biçimde sarılmışiplik, yün vb.şey.
    * Yuvarlak biçimde sarılmışolan.
    yumak yumak * Küçük yuvarlaklar durumunda.
    yumaklama * Yumaklamak işi.
  • Türkçe Sözlük Y Sayfa 68

    yuvar yuvar * Yuvarlanır gibi.
    yuvarlacık * Küçük ve yuvarlak.
    yuvarlak * Top veya küre biçiminde olan, müdevver.
    * Top veya küre biçiminde olan, toparlak şey, küre.
    yuvarlak ağızlılar * Gerçek çenenin yerinde geniş bir emici ağız bulunan, iskeletleri kemikleşmemişçok ilkel yapılıhayvanlar.
    yuvarlak hesap * Yaklaşık olarak bir bütün sayıya tamamlanabilen hesap.
    yuvarlak konuşmak * bir şeyin ayrıntılarını gereği gibi belirtmeden genel konuşmak.
    yuvarlak masa * Yuvarlak olarak yapılmışmasa.
    * Toplantımasası.
    yuvarlak masa toplantısı * Yuvarlak masa etrafında genişkatılımlı gerçekleştirilen önemli toplantı.
    yuvarlak sayı * Bütüne tamamlanmışsayı.
    yuvarlak sıra * Türkçe bir sözde bulunan yuvarlak ünlüler dizisi: Oğlunuzun, üzüntünüz gibi.
    yuvarlak solucanlar * Sert bir kitinle örtülü vücutlarıhalkasız, uzunlamasına yuvarlak ve genellikle ince solucanlar topluluğu.
    yuvarlak ünlü * Dudakların toplanıp yuvarlaklaşması ile oluşan ünlü: o, ö, u, ü.
    yuvarlak vokal * Bkz. yuvarlak ünlü.
    yuvarlaklaşma * Düz ünlünün ünsüz etkisiyle yuvarlak oluşu: savırmak > savurmak, kavışmak > kavuşmak, yımışak
    yumuşak gibi.
    yuvarlaklaşmak * Yuvarlak bir biçim almak, yuvarlak duruma gelmek.
    yuvarlaklaştırma * Yuvarlaklaştırmak işi.
    yuvarlaklaştırmak * Yuvarlak duruma getirmek.
    yuvarlaklık * Yuvarlak olma durumu.
    yuvarlama * Yuvarlamak işi.
    * Yuvalama.
    yuvarlamak * Bir şeyi bir yerden kaldırmadan ekseni çevresinde döndürerek yürütmek, tekerlemek.
    * Döndürerek tomar yapmak veya yuvarlak duruma getirmek.
    * Hızla düşürmek, devirmek.
    * İstekle ve çabucak yemek veya içmek.
    * (sözü) Belirsizce, anlaşılmayacak biçimde söylemek.
    * İnanılmayacak yalanlar söylemek.
    yuvarlana yuvarlana * Yuvarlanarak, döne döne.
    * (yürüyüşiçin) Yuvarlanacak gibi.
    yuvarlanan taşyosun tutmaz * sürekli olarak işdeğiştiren bir kimse başarıkazanmamaz.
    yuvarlanıp gitmek * eldeki imkânlarla geçinmek.
    * birdenbire ölmek.
    yuvarlanış * Yuvarlanmak işi veya biçimi.
    yuvarlanma * Yuvarlanmak işi.
    yuvarlanmak * Kendi üzerinde dönerek hareket etmek.
    * Dökülerek düşmek.
    * Yere devrilmek; düşmek.
    * Ansızın, beklenmedik bir zamanda ölmek.
    yuvarlatma * Yuvarlatmak işi.
    yuvarlatmak * Yuvarlamak işini yaptırmak.
    yuvarölçer * Özellikle optik camların küresel eğriliğini ölçmeye yarayan araç.
    yuvasını bozmak * aile düzenini dağıtmak.
    yuvasınıdağıtmak * kurulu ev düzenini bozmak.
    yuvasınıyapmak * birine gereken ceza veya cevabıvermek, hakkından gelmek.
    yuvasınıyıkmak * birinin eşinden boşanmasına sebep olmak.
    * biri eşinden ayrılarak kendi aile düzenini yok etmek.
    yuvaya dönüş * Eski yerine, görevine veya aile ocağına dönüş.
    yuvayıyapan dişi kuştur * ev kadınının anlayışlı, idareci ve tutumlu olması gerektiğini anlatmak için söylenir.
    yuvgu * Yuvak, merdane, silindir.
    yuvgulama * Yuvgulamak işi.
    yuvgulamak * Üzerinden yuvgu geçirmek.
    yüce * Yüksek, büyük, ulu.
    Yüce Divan * Anayasa Mahkemesinin yüksek aşamadaki görevlileri yargılarken aldığı isim, divanıâli.
    yücelik * Yüce olma durumu, ulviyet.
    yücelim * Üst geçiş.
    yüceliş * Yücelmek işi veya biçimi.
    yücelme * Yücelmek işi, itilâ.
    yücelmek * Yükselmek, yüce bir duruma gelmek.
    yüceltilme * Yüceltilmek işi.
    yüceltilmek * Yüceltmek işine konu olmak veya yüceltmek işi yapılmak.
    yüceltme * Yüceltmek işi, yükseltme.
    yüceltmek * Yükseltmek, yüce bir duruma getirmek.
    yüğrük * İyi yürüyen, iyi koşan.
    * Çalışkan.
    * Çevik, güçlü.