Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük H Sayfa 45

    hicran * Bir yerden veya bir kimseden ayrılma, ayrılık.
    * Ayrılığın sebep olduğu onulmaz acı.
    hicret * Göç.
    * İslâm takviminde tarih başısayılan Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç etmesi.
    hicret etmek * göç etmek.
    hicrî * Tarih başı olarak hicreti kabul eden.
    hicrî takvim * Hicreti başlangıç olarak alan takvim.
    hicvetme * Hicvetmek işi.
    hicvetmek * Alay yoluyla yermek.
    hicviye * Yergi, taşlama.
    hiç * Olumsuz yargılıcümlelerde fiilin anlamınıpekiştirir.
    * Soru cümlelerinde belirsiz bir zamanıanlatır.
    * Bir soruya açık bir cevap verilmek istenmediğinde cevap cümlesinin başına getirilir.
    * Boş, değersiz, önemsiz olan şey veya kimse.
    hiç de * kesinlikle, kat’iyen.
    hiç değil * asla, kesinlikle.
    hiç değilse (veya hiç olmazsa) * önemli olmasa bile, başka bir şey olmasa bile.
    * en az.
    * bari.
    hiç kimse * Ortalıkta görünmeyen, bulunmayan insan.
    hiç mi hiç * Kesinlikle, hiç.
    hiç yoktan * hiçbir sebep veya zorunluk yokken, sebepsiz olarak.
    hiçbir * Bir isimden önce getirilerek o ismin bildirdiği varlıktan bir tanesinin bile olmadığınıanlatır.
    hiçbiri * Olumsuz cümlelerde “bir tanesi bile” anlamında kullanılır.
    hiççi * Hiççilik yanlısı, nihilist.
    hiççilik * Bütün gerçek ve değerleri inkâr eden, gerçeğin, nesnel bir temeli olmadığını ileri süren görüş; her türlü
    gerçek varlığı inkâr eden aşırı bireycilik, yokçuluk, nihilizm.
    * Her türlü siyasî düzeni inkâr eden, toplumun birey üzerinde hiçbir baskısınıkabul etmeyen görüş,
    yokçuluk, nihilizm.
    hiçe saymak (veya hiçe indirgemek) * önemsememek, önem vermemek.
    hiçleme * Hiçlemek durumu.
    hiçlemek * Önem vermemek, yok saymak.
    hiçleştirme * Kendini hiçleştirmek işi.
    hiçleştirmek * Kendi benliğinde hiçliği kabul etmek.
    hiçlik * Hiç olma durumu.
    * İnkâr sonucu, gerçekteki özelliklerinin, durumların ortadan kaldırılmasısonucu bir şeyin var olmayışı,
    yokluk.
    hiçten * Çok değersiz, önemsiz.
    * Gereği, yararıyokken veya karşılıksız olarak, yok yere.
    hidatit * Birçok memelilerin ve insanın karaciğerinde gelişen ekinokok tenyasının lârvası.
    hidayet * Doğru yol, hak olan Müslümanlık yolu.
    hidayete ermek * Müslüman olmak, İslâm dinini kabul etmek.
    * gerçeği görüp kabullenmek, aklı başına gelmek.
    hiddet * Öfke, kızgınlık.
    hiddet etmek * öfkelenmek, kızmak.
    hiddete kapılmak * öfkelenmek, kızmak.
    hiddetlendirme * Hiddetlendirmek işi.
    hiddetlendirmek * Kızdırmak, öfkelendirmek.
    hiddetleniş * Hiddetlenmek işi veya biçimi.
    hiddetlenme * Hiddetlenmek işi.
    hiddetlenmek * Kızmak, öfkelenmek.
    hiddetli * Kızgın, öfkeli.
    hiddetsiz * Kızgınlığı, öfkesi olmayan.
    hiddetten kudurmak * çok öfkelenmek, aşırıderecede kızmak.
    hidr-, hidro- * Birleşiminde hidrojen veya suyun bulunduğunu gösteren ön ek.
    hidra * Hidralar takımından, 1 cm uzunluğundaki, vücudu torba biçiminde, ağız çevresinde 6-10 dokunacı olan,
    tatlısu hayvanı(Hydra).
    hidralar * Örnek hayvanıhidra olan selentereler bölümü.
    hidrasit * Hidrojen ile bir metalsinin oksijensiz birleşmesinden oluşan asit.
    hidratı * Su ile bir cismin verdiği birleşik.
    hidratlı * İçinde hidrat bulunan.
    hidrobiyoloji * Sularda yaşayan canlıların hayatını inceleyen bilim dalı.
    * Bu bilimle ilgili.
    hidrodinamik * Sıvıya batırılmışkatıcisimler üzerinde, onların hareketiyle ilgili olarak sıvıların gösterdiği direnci ve sıvıların
    hareketini inceleyen bilim dalı.
    * Bu bilimle ilgili.
    hidroelektrik * Su elde edilen (elektrik), su gücüyle elde edilen enerji.
    hidroelektrik santral * Su gücüyle çalışan makinelerle elektrik üreten merkez.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 46

    hidrofil * Sucul, susever.
    * Su böceği.
    hidrofobi * Bkz. Su korkusu.
    hidrofor * Suya yapının üst katlarına çıkacak basıncıveren depo.
    hidrograf * Hidrografi uzmanı.
    hidrografi * Bir bölgedeki yer altıve yer üstü sularının durumunu inceleyen bilim.
    * Bir bölgenin akarsularıyla göllerinin bütünü.
    * Bir bölgedeki kıyıların, adaların topografyası.
    hidrojen * Oksijenle birleşerek suyu oluşturan, atom numarası1, rengi, kokusu ve tadı olmayan bir gaz. KısaltmasıH.
    hidrojen bombası * Ağır hidrojen atomlarıçekirdeklerinin kaynaşarak helyum durumuna girmesiyle elde edilen enerji temeline
    dayanan bomba.
    hidrojenleme * Hidrojenlemek işi.
    hidrojenlemek * Hidrojen ile birleştirmek.
    hidrojeoloji * Yer altısularının araştırılmasınıve elde edilmesini inceleyen yer bilimi kolu.
    hidrokarbon * Karbon ve hidrojen birleşiği.
    hidrokarbonat * Hidratlı bazik karbonat.
    hidrokarbür * Hidrokarbon.
    hidroklorik asit * Hidrojen ve klordan oluşan, renksiz, havada beyaz dumanlar saçan, suda kolayca eriyen ve hayvan
    kemiklerinden jelâtin, fosfor elde edilmesinde, çeliğin pasını gidermede kullanılan keskin kokulu bir gaz, tuz ruhu
    (HCl).
    hidroksil * Bir madenle birleştiği zaman hidroksit yapan atom grubu (OH).
    hidroksit * Bir maden üzerine suyun etkisiyle, yani bir hidroksil grubu ile bir madenin kaynaşmasından oluşan birleşik.
    hidrolik * Su ile ilgili.
    * Su veya başka bir sıvı basıncıyla işleyen (makine, cendere vb.).
    * Suların akışına uygulanan yasaları, suyun dağıtılmasısırasında ortaya çıkan sorunları inceleyen bilim ve
    teknik.
    hidroliz * Bir molekülün su etkisiyle ikiye ayrılmasınısağlayan tepkime.
    hidrolog * Su bilimi uzmanı.
    hidroloji * Su bilimi.
    hidrometre * Suölçer.
    hidrosefal * Hidrosefali olan.
    hidrosefali * Beyin omurilik sıvısının çoğalmasıyla, beyin karıncıklarının büyümesine yol açan, bazen de kafatasının
    büyümesine sebep olan hastalık.
    hidrosfer * Su yuvarı.
    hidrosiyanik * Siyanojen ile hidrojenin birleşmesinden oluşan asit (HCN).
    hidroskopi * Yer altındaki sularıarayıp bulma işi.
    hidrostatik * Sıvıların dengesini ve kaplar üzerine yaptıkları basıncı inceleyen fizik dalı.
    * Sıvıların dengesiyle ilgili olan.
    hidroterapi * Bazıhastalıklarısu ile tedavi etme, su tedavisi.
    hidrozol * Sıvıdurumundaki koloitlere verilen ad.
    hidrür * Bir element veya birleşikle hidrojen birleşimi.
    higrofil * Nemcil.
    higrometre * Nemölçer.
    higrometrik * Nem ile ilgili, neme ilişkin.
    higroskop * Bir tür nemölçer.
    higroskopik * Nemçeker.
    higrostat * Nem denetimi.
    higrotropizm * Neme yönelim.
    hijyen * Sağlık bilgisi; sağlık koruma, hıfzıssıhha.
    hijyenik * Sağlık koruma ile ilgili, sağlık bilgisine uygun, sağlığa yararlı.
    hikâye * Bir olayın sözlü veya yazılı olarak anlatılması.
    * Gerçek veya tasarlanmışolaylarıanlatan düz yazıtürü, öykü.
    * Aslı olmayan söz, olay.
    hikâye birleşik zamanı * Yalın zamanlı bir fiilin geçmişte yapıldığınıanlatan kip. Türkçede bu birleşik zaman idi > -di ekiyle
    kurulur.
    hikâye etmek * ayrıntılarıyla anlatmak, söylemek.
    hikâyeci * Hikâye yazan, öykücü.
    hikâyecilik * Hikâye yazma veya anlatma sanatı, öykücülük.
    hikâyeleme * Anlatma, tahkiye.
    hikâyelemek * Anlatmak.
    hikâyeleştirme * Hikâyeleştirmek işi.
    hikâyeleştirmek * Hikâye durumuna getirmek.
    hikem * Hikmetler.
    hikemî * Felsefe ile ilgili; felsefî söz veya düşünce.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 41

    hıçkırış * Hıçkırmak işi veya biçimi.
    hıçkırma * Hıçkırmak işi.
    hıçkırmak * Boğazdan hıçkırık sesi çıkarmak.
    * İçini çekerek ağlamak.
    hıçkırtma * Hıçkırtmak işi.
    hıçkırtmak * Hıçkırmasına sebep olmak.
    hıdiv * Osmanlıİmparatorluğu döneminde KavalalıMehmet Ali Paşadan sonra Mısır valilerine verilen unvan.
    hıdivlik * Hıdiv yönetimi veya makamı.
    * Hıdiv yönetimindeki ülke.
    hıdrellez * Hızır ve İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan 6 mayıs günü.
    * Her yılın 6 Mayıs gününde kutlanan geleneksel bayram.
    hıfz * Saklama.
    * Ezberleme, akılda tutma.
    hıfz etmek * saklamak.
    * aklında tutmak, bellemek.
    hıfza çalışmak * Kur’an’ıezberlemeye çalışmak.
    hıfzıssıhha * Sağlıklıyaşamak için alınması gerekli önlemlerin bütünü.
    * Sağlık bilgisi, hijyen.
    hık * Hıçkırırken boğazdan çıkan ses.
    hık demiş(anasının, babasının) burnundan düşmüş * her durumuyla (anasına, babasına) çok benziyor.
    hık mık * Tereddüt gösterme, çekingen davranma.
    hık mık etmek * bir işten kaçınmak için bahaneler ileri sürmeye çalışmak.
    * sorulan bir soruya açık bir anlamı olmayan, belirsiz cevaplar vermek.
    hık tutmak * Bkz. hıçkırık tutmak.
    hıltan * Top durumundaki çiçekleri kuruduktan sonra saplarıkürdan olarak kullanılan yabanî bir bitki.
    hıltar * Davar ve sığırların, boyunlarına takılan ip veya kayış.
    hımbıl * Uyuşuk, tembel.
    hımbıllaşma * Hımbıllaşmak durumu.
    hımbıllaşmak * Hımbıl gibi davranmak.
    hımbıllık * Hımbıl olma durumu.
    hımhım * Sesleri genizden çıkararak konuşan (kimse).
    * Sesleri genizden çıkararak.
    hımhımlık * Hımhım olma durumu.
    hımış * Kerpiç veya tuğlayla örülmüşahşap duvar.
    hına * Bkz. kına.
    hıncahınç * Ağzına kadar, tıka basa dolu (olarak), dopdolu.
    hıncınıçıkarmak * öç (veya öcünü) almak.
    hınç * Öç almayı güden öfke, kin, gayz.
    hınç (veya hıncını) almak * öç (veya öcünü) almak.
    hınçlı * Hıncı olan, öfkeli.
    hınçsız * Hıncı olmayan, öfkesiz.
    hınk * Bkz. kahve dövücüsünün hınk deyicisi.
    hınna * Bkz. kına.
    hınzır * Domuz.
    * Katıyürekli, kötü düşünen, gaddar.
    * Genellikle hoşa giden bir davranışve durum için şaka yollu söylenir.
    hınzırca * Hınzır (bir biçimde), kurnazca.
    hınzırlaşma * Hınzırlaşmak işi.
    hınzırlaşmak * Hınzır gibi davranmak.
    hınzırlık * Hınzır olma durumu.
    * Muziplik.
    hınzırlık etmek * zarar verici, sinirlendirici, ters davranışta bulunmak.
    hır * Kavga, dalaş.
    hır çıkarmak * kavga, gürültü çıkarmak.
    hıra * Zayıf, çelimsiz, cılız.
    * Çok yiyen, obur.
    hırbo * İri yarı(kimse).
    * Sersem, salak ve kaba saba.
    hırboluk * Sersemlik, salaklık.
    hırçın * Belirli bir sebebi olmadan sinirlenip huysuzluk eden (kimse).
    * (ses için) Tiz, öfkeli.
    hırçınlaşma * Hırçınlaşmak işi.
    hırçınlaşmak * Hırçınlık etmek, hırçın davranmak.
    hırçınlık * Hırçın olma durumu veya hırçın davranış.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 42

    hırçınlık etmek (veya yapmak) * huysuzluk, terslik etmek.
    hırdavat * Kilit, reze, tel, çivi gibi metal eşya.
    * Önemsiz, ufak tefek eşya, gereksiz eşya.
    hırdavatçı * Hırdavat satan kimse, nalbur.
    hırdavatçılık * Hırdavatçının işi, nalburluk.
    hırgür * Geçimsizlik, kavga.
    hırgür çıkarmak * kavga etmek, kavga çıkarmak.
    hırıl hırıl * Hırıltılı bir ses çıkararak.
    hırıldama * Hırıldamak işi.
    hırıldamak * Hırıltılı bir ses çıkarmak.
    hırıldaşma * Hırıldaşmak biçimi veya durumu.
    hırıldaşmak * Hırlaşmak.
    hırıldayış * Hırıldamak işi veya biçimi.
    hırıltı * Boğazdan herhangi bir sebeple boğuk çıkan ses.
    * Gürültüyle çıkan ses.
    * Geçimsizlik, kavga.
    hırıltıcı * Geçimsizlik çıkaran, geçimsiz (kimse).
    hırıltılı * Hırıltıçıkaran, hırıltısı olan.
    hırızma * Ayı, boğa gibi azgın hayvanların dudaklarına veya burnuna geçirilen demir halka.
    * Burun kanadına takılan süslü, altın veya gümüşhalka.
    * Küpe.
    hırka * Önden açık, kollu, genellikle yünden üst giysisi.
    * Daha çok soğuktan korunmak için giyilen, kumaştan, bazen içi pamukla beslenmiş, ceket biçiminde giysi.
    * Dervişlerin giydikleri üst giysisi.
    hırkalı * Hırkası olan.
    hırkasız * Hırkası olmayan.
    hırkayı başına çekmek * bir köşeye çekilip çevresiyle ilgisini kesmek.
    hırlama * Hırlamak işi.
    hırlamak * Hırıltıyla ses çıkarmak.
    * (köpek için) Saldırmadan önce hırıltıyla ses çıkarmak.
    * Kızgınlıkla ters konuşmak.
    hırlaşma * Hırlaşmak işi.
    hırlaşmak * Karşılıklıhırlamak.
    * Ağız kavgasına girişmek.
    hırlatma * Hırlatmak işi.
    hırlatmak * Hırlamasına sebep olmak.
    hırlayış * Hırlamak işi veya biçimi.
    hırlı * İşinde doğru, uslu, iyi (kimse).
    * Yaramaz, şımarık, kötü (kimse).
    hırlımıdır, hırsız mıdır * bir kimsenin âhlakı, kişiliği hakkında kuşku duyulduğunda kullanılır.
    hırpalama * Hırpalamak işi.
    hırpalamak * Örselemek.
    * Dövmek.
    * İtip kakmak, azarlamak veya yıpratmak.
    hırpalanış * Hırpalamak işi veya biçimi.
    hırpalanma * Hırpalanmak işi.
    hırpalanmak * Hırpalamak işine konu olmak veya hırpalamak işi yapılmak.
    hırpalatma * Hırpalatmak işi.
    hırpalatmak * Hırpalanmasına sebep olmak.
    hırpalayış * Hırpalamak işi veya biçimi.
    hırpanî * Perişan kılıklı, derbeder.
    hırpanîlik * Hırpanî olma durumu.
    hırs * Sonu gelmeyen istek, aşırıtutku.
    * Öfke, kızgınlık.
    hırs bürümek * Bkz. gözünü hırs bürümek.
    hırsınıalamamak * öfkesini yenememek.
    hırsınıyenmek * öfkelenmemek için kendini tutmak.
    hırsız * Çalan (kimse), uğru.
    * Bir tür olta iğnesi.
    hırsız adım * Çok sessiz, yavaş.
    hırsız anahtarı * Maymuncuk.
    hırsız feneri * Karşısındakini gösterip, taşıyanı göstermeyecek biçimde yapılmışönü camlıfener.
    hırsız gibi * kimseye görünmeden, gizlice.
    hırsız kelepçe * Ana su borusuna kaçak su alabilmak amacıyla bağlanan boru parçası.
    hırsız yatağı * Hırsızların gizlendiği yer.
    * Çalınmışşeylerin saklandığıyer.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 43

    hırsıza yol göstermek * birine bilmeyerek, anlamadan kötü bir işte yardımcı olmak.
    hırsızlama * Gizlice alınan başkasına ait (şey).
    * Gizlice, kimseye sezdirmeden.
    hırsızlık * Çalma.
    * Çalma suçu, sirkat.
    hırsızlık etmek (veya yapmak) * başkalarının parasınıveya malınıçalmak.
    hırslandırma * Hırslandırmak işi.
    hırslandırmak * Öfkelendirmek, kızdırmak.
    hırslanış * Hırslanmak işi veya biçimi.
    hırslanma * Hırslanmak işi.
    hırslanmak * Çok kızmak, öfkelenmek.
    hırslı * Doymak bilmeyen, aşırı istekli, tutkulu, haris.
    * Öfkeli, kızgın.
    hırssız * Hırsı olmayan.
    hırt * Sersem, budala, ahmak.
    hırtapoz * Sersem, aptal, şaşkın.
    hırtapozluk * Hırtapoz olma durumu.
    hırtıpırtı * Eski püskü veya işe yaramaz, değersiz eşya.
    hırtlamba * Perişan, derbeder kılıklı.
    hırtlamba gibi giyinmek * gereksiz yere üst üste ve gelişigüzel giyinmek.
    hırtlambasıçıkmak * perişan bir biçimde giyinmişolmak.
    * (eşya için) çok eskiyip dökülür durumda olmak.
    hırtlık * Sersemlik, budalalık, ahmaklık.
    Hırvat * Hırvatistan Cumhuriyeti’nde yaşayan bir halk ve bu halkın soyundan olan kimse.
    * Hırvatlarla ilgili, Hırvatlara özgü olan şey.
    Hırvatça * Hırvatların kullandığıSlav dili.
    hısım * Soyca veya evlilik sonucu aralarında bağbulunanlardan her biri, akraba.
    * Dede ve nineleri bir olanlardan her biri.
    hısım akraba * Yakın ve uzak bütün akrabalar.
    hısımlık * Hısım olma durumu, karabet.
    hışıl hışıl * Hışıltısesi çıkararak, hışıldayarak.
    hışıldama * Hışıldamak işi.
    hışıldamak * Hışıltılıses çıkarmak.
    hışıldatma * Hışıldatmak işi.
    hışıldatmak * Hışıldamasına sebep olmak.
    hışıltı * Sert ve sürekli çıkan ses.
    hışıltılı * (ses için) Hışıltısı olan.
    hışıltısız * Hışıltısı olmayan.
    hışım * Öfke, kızgınlık.
    hışımına uğramak * (birinden) zulüm görmek.
    hışımlanma * Hışımlanmak işi.
    hışımlanmak * Öfkelenmek, kızgın duruma gelmek.
    hışımlı * Öfkeli, kızgın, sinirli.
    hışır * Olmamışmeyve (daha çok kavun, karpuz için kullanılır.).
    * Coşkunluk gösteren, yaramaz (kimse).
    * Aptal, sersem.
    hışır hışır * Hışırtıçıkararak.
    hışırdama * Hışırdamak işi.
    hışırdamak * Kâğıt, meşin, kumaşgibi nesneler birbirlerine sürtünürken, buruşturulurken ses çıkarmak.
    hışırdatma * Hışırdatmak işi.
    hışırdatmak * Hışırtıçıkartmak.
    hışırdayış * Hışırdamak işi veya biçimi.
    hışırıçıkmak * (eşya) çok hırpalanıp örselenmek.
    * insan ağır işlerle uğraşıp çok yorulmak.
    hışırlık * Hışır olma durumu.
    hışırtı * İnce cisimler hışırdarken çıkan ses, hışırdama sesi.
    hışırtılı * Hışırtısı olan.
    hışırtısız * Hışırtısı olmayan.
    hışlama * Hışlamak biçimi veya işi.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 40

    heybetlice * Oldukça heybetli.
    heyecan * Sevinç, korku, kızgınlık, üzüntü, kıskançlık, sevgi gibi sebeplerle ortaya çıkan güçlü ve geçici duygu
    durumu.
    * Coşku.
    heyecan duymak * heyecanlanmak.
    heyecan vermek * heyecan duymasına sebep olmak.
    heyecana düşürmek * heyecanlandırmak.
    heyecana gelmek * heyecanlanmak, heyecan duymak.
    heyecana kapılmak * aşırıderecede heyecan, coşku duymak.
    heyecanlandırma * Heyecanlandırmak işi.
    heyecanlandırmak * Heyecan duymasına sebep olmak.
    heyecanlanış * Heyecanlanmak işi.
    heyecanlanma * Heyecanlanmak işi.
    heyecanlanmak * Herhangi bir sebeple güçlü, geçici bir duygulanımdan etkilenmek.
    heyecanlı * Çabuk, kolay heyecanlanan (kimse), müteheyyiç.
    * Heyecan veren.
    * Heyecanla yapılan.
    heyecanlılık * Heyecanlı olma durumu.
    * Aşırıduyarlı olma.
    heyecansız * Çabuk, kolay heyecanlanmayan.
    * Heyecan vermeyen.
    * Heyecanla yapılmayan.
    heyecansızlık * Heyecan verici olmama durumu.
    heyelân * Toprak kayması, kayşa, göçü.
    heyet * Kurul.
    * Astronomi.
    * Biçim, kılık, dışgörünüş.
    heyetiyle * Olduğu gibi, bütünüyle.
    heyhat * Yazık, ne yazık!.
    heyhey * Sinir bozukluğu, sinirlilik.
    heyheyler geçirmek * büyük heyecanlar geçirmek.
    heyheyleri tutmak (veya heyheyleri üstünde olmak) * çok sinirlenmek.
    heykel * Taş, tunç, bakır, kil, alçı gibi maddelerden yontularak, kalı ba dökülerek veya yoğrulup pişirilerek
    biçimlendirilen eser, yontu.
    heykel gibi * hareketsiz, duygusuz.
    * çok güzel (vücut).
    heykelci * Heykel yapan sanatçı, heykeltıraş, yontucu.
    heykelci kalemi * Heykelcilerin taş, kil, alçı gibi gereçleri biçimlendirmek için kullandıklarıkesici, düzeltici ve yontucu araç.
    heykelcilik * Heykel yapma sanatı, heykeltıraşlık, yontuculuk.
    heykelleştirme * Heykelleştirmek işi veya biçimi.
    heykelleştirmek * Heykel durumuna getirmek.
    heykelli * Heykeli olan.
    heykeltıraş * Heykelci, yontucu.
    heykeltıraşlık * Heykel yapma sanatı, yontuculuk.
    heyulâ * Korkunç hayal.
    heyulâ gibi * pek iri, iri yarı.
    hezaren * Düğün çiçeğigillerden, hekimlikte kullanılan zehirli bir bitki (Delphinium).
    hezaren * Bambu.
    * Bambu saplarından yapılmış.
    hezaren örgü * Bambu kabuklarından soyularak elde edilen liflerle veya sentetik malzemeyle yapılan özel bir örgü.
    hezel * Şaka, alay, mizah.
    * Bir şiiri veya şiir parçasınışakalı bir anlatıma çevirme.
    hezeyan * Saçmalama.
    * Sayıklama.
    * Sabuklama.
    hezeyan etmek * saçmalamak.
    hezimet * Bozgun, yenilgi.
    hezimete uğramak * bozguna veya büyük bir yenilgiye uğramak.
    hezliyat * Hezel türünde yazılmışşiirler.
    Hf * Hafniyum’un kısaltması.
    Hg * Cıva’nın kısaltması.
    * Evet.
    hıçkıra hıçkıra * Hıçkırarak, hıçkırıklarla.
    hıçkırık * Çok yemek yeme veya sinirsel bir sebeple ve istemsiz olarak diyafram kasının kasılmasıyla hava akciğerlere
    geçerken boğazdan çıkan ve düzgün aralıklarla tekrarlanan ses.
    * Ağlarken çıkan ses.
    hıçkırık tutmak * sürekli olarak hıçkırmak.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 34

    hedef olmak * hoşolmayan herhangi bir davranışa uğramak.
    hedefleme * Hedeflemek işi.
    hedeflemek * Hedef yapmak.
    hedeflenmek * Hedef durumuna gelmek.
    heder * Karşılığınıalamama, boşa gitme, ziyan olma.
    heder etmek * boşuna harcamak, ziyan etmek.
    heder olmak * boşa gitmek, boşuna geçmek.
    hedik * Kaynatılmış buğday, bulgur, mısır vb. şeyler.
    hediye * Armağan.
    * (kutsal kitaplar için) Fiyat.
    hediye etmek * armağan olarak vermek.
    hediyelik * Armağan olarak verilecek değerde olan.
    * Armağan olarak verilmek için hazırlanmışşey.
    hedonist * Hazcı.
    hedonizm * Hazcılık.
    hegemonya * Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasî üstünlüğü ve baskısı.
    hekim * İnsanlardaki hastalıklarıteşhis ve onları ilâçlarla veya bazıaraçlarla tedavi eden kimse, doktor, tabip.
    hekimbaşı * Osmanlıİmparatorluğunda sarayda hekimlik görevini yürüten en kıdemli, yetkili ve padişahın özel doktoru
    olan kimse.
    hekimlik * Hekimin yaptığı iş.
    hektar * Yüz ar (10.000m²) değerinde yüzey ölçü birimi (ha).
    hektogram * Yüz gramlık ağırlık birimi, bir kilogramın onda biri (hg).
    hektolitre * Yüz litrelik hacim ölçü birimi (hl).
    hektometre * Yüz metrelik uzunluk ölçü birimi, kilometrenin onda biri (hm).
    helâ * Ayak yolu, yüz numara, abdesthane, tuvalet.
    helâk * Ölme, öldürme, yok etme, yok olma.
    * Bitkin bir duruma gelme veya getirme.
    helâk etmek * öldürmek, ortadan kaldırmak.
    * aşırıderecede yormak, bitkin duruma getirmek.
    helâk olmak * yok olmak, ölmek.
    * yorulmak, bitkin duruma gelmek.
    helâl * Dinin kurallarına aykırı olmayan, dince yasaklanmamışolan, haram karşıtı.
    * Nikâhlıeş.
    * Kurallara, geleneklere uygun (olarak).
    helâl etmek * Tanrı’yıtanık tutarak (bir şeyi) bağışlamak.
    helâl olsun * bir hizmet veya özverinin istenilerek yapıldığını, bundan pişman olunmadığını göstermek için kullanılır.
    helâl süt emmiş * doğruluktan ayrılmayan.
    helâlî * Ham ipekten dokunmuş bürümceğe pamuk ipliği katılarak elde edilen kumaş.
    helâlinden * Helâl edilerek gönül hoşluğu ile.
    helâlleşme * Helâlleşmek işi.
    helâlleşmek * Alışverişte veya ayrılma sırasında hakkını birbirine bağışlamak.
    helâlli * Nikâhlı(eş).
    helâlliğe almak * biriyle evlenmek.
    helâllik * Nikâhlıeş.
    * Helâl olan şey.
    helâllik dilemek * birinden hakkınıhelâl etmesini dileme.
    helâllik vermek * helâl etmek.
    helâlühoşolsun * yapılmış bir iyilikten, yardımdan söz edilirken buna pişman olunmadığınıanlatmak için söylenir.
    helâlzade * Nikâhlı bir ana ve babadan doğmuşkimse.
    * Doğruluktan ayrılmayan, helâl süt emmişkimse.
    hele * “Özellikle”, “hiç olmazsa”, “her şeyden önce” anlamıyla, bir sözün başına veya sonuna getirilerek belirtilen
    şeyin ayrıcalığınıanlatır.
    * “Sonunda” anlamıyla geciken davranışları bildirmek için kullanılır.
    * Uyarma, korkutma veya vaat anlatır.
    hele bak * şaşkınlık veya dikkati çekmek için söylenir.
    hele bir * Bkz. hele.
    hele de * üstelik.
    hele hele * Karşısındakini söylemeye isteklendirmek için kullanılır.
    * Bir sözü pekiştirmek için kullanılır.
    hele şükür! * çok şükür.
    helecan * Yürek çarpıntısı, çırpıntı.
    helecanlanma * Helecanlanmak işi.
    helecanlanmak * Yürek çarpıntısına tutulmak.
    Helen * Grek.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 35

    Helenist * Grek kültürü, tarihi, dili ve edebiyatıkonularında uzman olan kimse.
    Helenistik * Büyük İskender’den sonraki Yunan sanatı, tarihi, kültürü ile ilgili olan.
    Helenizm * Grek uygarlığı.
    * Grek olmayan ulusların Grek düşüncesinin etkisiyle gerçekleştirdiği uygarlık.
    * Grekçe anlatım.
    helezon * Kıvrımlı, yılankavi biçim, helis.
    helezonî * Sarmal, yılankavi, helisel.
    helezonlaşma * Helezonlaşmak biçimi veya durumu.
    helezonlaşmak * Sarmal, kıvrımlı biçime gelmek.
    helezonlu * Helezonu olan, sarmal.
    helik * Duvar örülürken büyük taşların arasına konulan ufak taşlar.
    helikoit * Helis biçiminde eğri yüzey.
    helikon * Çalgıağızlığıve pistonu olan, boyundan geçirilerek tutulan, çember biçimli, üflemeli bakır çalgı.
    helikopter * Dik inişve çıkışyapabildiği için dar yerlerde de kullanılabilen tepeden pervaneli uçan taşıt.
    helis * Bir silindirin ana doğrularınısabit bir açıaltında kesen eğri.
    helisel * Helis biçiminde olan, sarmal, helezonî.
    helke * Bakraç, kova, herke.
    hellim * Kı brıs’ta yapılan bir çeşit beyaz peynir.
    helme * Fasulye, pirinç, buğday gibi taneler kaynatıldığında, nişastanın çökelmesiyle oluşan koyu sıvı.
    * Bazı bitkilerin kök, çiçek ve tohumlarında bulunan koyu kıvamlımadde.
    helme dökmek * (kaynatılmıştanelerin suyu için) koyulaşmak.
    helme gibi * iyice pişmiş.
    helmelenme * Helmelenmek işi.
    helmelenmek * Helme dökmek, helmesi çıkmak.
    helmeli * Helme durumunda olan (yemek).
    helmintoloji * Kurt bilimi.
    helva * Şeker, yağ, un veya irmikle yapılan tatlı.
    helvacı * Helva yapan veya satan kimse.
    helvacıkabağı * Kabakgillerden, tatlısıyapılan dışı boz, içi sarırenkli iri bir kabak türü kestane kabağı(Cucurbita maxima).
    helvacıkökü * Bkz. çöven.
    helvacılık * Helva yapma veya satma işi.
    helvahane * Genellikle helva pişirmekte kullanılan genişve az derin tencere.
    * Sarayda mutfak içinde tatlıların yapıldığıözel bölüm veya oda.
    helvalaşma * Helvalaşmak durumu.
    helvalaşmak * Helva durumuna gelmek.
    helvalık * Helva yapımı için kullanılan malzeme.
    helyodor * Altın sarısırenginde, berilden oluşan, kuyumculukta kullanılan bir taş.
    helyograf * Güneşten yayılan ısımiktarınıölçmeye yarayan alet.
    * Güneşin ışıldadığısaatlerin süresini tespit etmeye yarayan alet.
    * Güneş ışınlarından yararlanan optik telgraf aleti.
    helyoterapi * Güneş ışınlarıyla tedavi.
    helyum * Atom numarası2, yoğunluğu 0,13 olan, havada az miktarda bulunan bir soygaz. KısaltmasıHe.
    hem * Bir kimseyi uyarmak, bir şeyi açıklamak veya anlamı güçlendirmek için “özellikle”, “zaten”, “bir de”, “şurası
    da var ki” anlamlarında kullanılır.
    * Açıklayıcınitelikte olan ikinci cümleyi birinciye bağlar.
    * Hem … hem … biçiminde tekrarlanarak görevdeşsözleri, cümleleri eşitlik, pekiştirme, birlikte olma veya
    karşıtlık anlamlarıyla bağlar.
    hem de * anlamı güçlendirmek, bir veya daha çok ögeye bir başkasının da eklendiğini belirtmek için kullanılır.
    hem de nasıl * pek çok, üstün derecede.
    * özene bezene, büyük bir dikkatle.
    hem İsa’yıhem de Musa’yımemnun etmek * istekleri birbirine karşıt olan iki kişiyi birden hoşnut edecek bir davranışta bulunmak.
    hem kaçar hem davul çalar * çekinir göründüğü işi yapmaktan vazgeçemez.
    hem kel hem fodul * ortada olan eksiklik ve yeteneksizliğine bakmayarak üstünlük taslayanlar için kullanılır.
    hem nalına hem mıhına (vurmak) * karşıt olan iki yanıdesteklemek.
    hem suçlu hem güçlü * gerçek suçlu kendi olduğu halde başkalarınısuçlamaya çalışanlar için söylenir.
    hem ziyaret hem ticaret * biriyle görüşmeye giden kimsenin, bu gidişten yararlanarak başka bir işi de yapmasıdurumunda söylenir.
    hemati * Kanın hemoglobinle renklenmişal yuvar.
    hematit * Kırmızıveya esmer renkte olan doğal demir oksidinden oluşan bir mineral, kan taşı.
    hematolog * Kan bilimci.
    hematoloji * Kan bilimi.
    hemayar * Denk, eşit.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 36

    hemcins * Aynıcinsten olan, türdeş, soydaş.
    hemdert * Dert ortağı.
    hemen * Hiç vakit geçirmeden, gecikmeden, çabucak.
    * Aşağıyukarı; yalnız, sadece.
    hemen hemen * Nerede ise, az zaman sonra.
    * Tam değilse bile ona pek yakın.
    hemencecik * Çarçabuk, anında.
    hemfikir * Aynıdüşüncede, aynı görüşte olan, oydaş.
    hemhâl * Aynıdurumda olan.
    hemhâl olmak * bütünleşmek, birliktelik özelliği göstermek.
    hemhudut * Sınırdaş.
    hemodiyaliz * Geçirgen bir zardan süzerek, zehirli artıklarıayıklamak ve kanıtemizlemek için kullanılan tedavi yöntemi.
    hemofil * Kanamasıdinmeyen, hemofili hastalığına tutulan (kimse).
    hemofili * Kanın pıhtılaşmasındaki bir bozukluğa bağlıkanama hastalığı.
    hemoglobin * Soluk alma aracıyla organizmanın hücreleri arasında oksijen ve karbon gazını iletmeyi sağlayan,
    birleşiminde demir, azot, oksijen, hidrojen, kömür ve kükürt bulunan alyuvarların en önemli maddesi.
    hempa * Kötü işlerde aynıamaçla ve birlikte hareket eden kimse, ayaktaş, omuzdaş.
    hemşehri * Aynı ilden olan kimse, memleketli.
    * Arkadaş, ahbap anlamında bir seslenme sözü olarak kullanılır.
    hemşehrilik * Hemşehri olma durumu.
    hemşire * Kız kardeş, bacı.
    * Diplomalıhasta bakıcıkadın.
    hemşirelik * Kız kardeşlik.
    * Hasta bakıcılık.
    hemşirezade * Kız kardeşin çocuğu.
    hemze * Gırtlakta, ses tellerinin birbirine yapışmasısonucu havanın akışını birdenbire engellemesiyle oluşan ve bir
    kesinti izlenimi veren ünsüz.
    hemzemin * Aynıdüzeyde olan.
    hemzemin geçit * Kara yoluyla aynıdüzeyde olan tren yolu geçidi.
    hendek * Geçmeye engel olacak biçimde uzunlamasına kazılmışderin çukur.
    hendese * Geometri.
    hendesî * Geometrik.
    hengâm * Hengâme.
    hengâme * Patırtı, gürültü, kavga.
    hentbol * Yedişer kişilik iki takımın topu elden ele geçirerek veya sürerek gol atmalarıesasına dayanan bir spor türü,
    el topu.
    hentbolcu * Hentbol oynayan kimse.
    henüz * (olumlu cümlelerde) Az önce, daha şimdi, yeni.
    * (olumsuz cümlelerde) Daha, hâlâ.
    hep * Hiçbiri dışta tutulmamak veya eksik olmamak üzere, bütün, tüm olarak.
    * Sürekli olarak, her zaman, daima.
    * (hepimiz, hepiniz, hepsi biçiminde iyelik ekleri alarak) Bir şeyi oluşturan parçaların bütününü anlatır.
    hep beraber * Birlikte.
    hep bir ağız olmak * söz birliği etmek, anlaşarak bir konuda aynışeyleri söylemek.
    hep bir ağızdan * aynıanda pek çok kişi aynışeyi (söyleyerek, konuşarak).
    hep birden * Toplu olarak.
    hepatit * Sarılık.
    hepatoloji * Karaciğerin anotomisini, fizyolojisini ve hastalıklarını inceleyen bilim dalı.
    hepçil * Hem hayvansal, hem bitkisel besinlerle beslenen.
    hepimiz * Bkz. hep.
    hepiniz * Bkz. hep.
    heple hiç ilkesi * tür, cins gibi evrensel bir konu üzerinde ileri sürülen olumlu, olumsuz bir yargının, o tür veya cinsin bütün
    bireyleri için doğru olması ilkesi.
    hepsi * Bütünü, tamamı, tümü, cümlesi, hep.
    hepsi hepsi * Tamamen, tam tamına.
    hepten * Tamamıyla, büsbütün.
    hepyek * Tavla oyununda zarların tek benekli yönlerinin üste gelmesi.
    her * Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, “…-in hepsi” anlamını verir.
    her aşın kaşığı * her şeye karışan, her şeye burnunu sokan.
    her biri * Ayrıayrıhepsi.
    her boyaya girip çıkmak * çeşitli işlerde kısa süre de olsa çalışmışolmak.
    her boyayı boyadı bir fıstıkî yeşil (mi) kaldı? * yapılması gereken bir şey varken, önemsiz, zorunlu olmayan şeylerle ilgilenildiğinde söylenir.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 37

    her daim * Her zaman, daima.
    her dem taze (olmak) * yaşlı olduğu hâlde genç görünenler için söylenir.
    * yıl boyunca yeşil yapraklı olan (bitki).
    her derde deva * birçok şeye çare olan.
    her firavunun bir Musa’sıçıkar * her zalimden insanıkurtaracak bir kurtarıcıçıkar.
    her gördüğü sakallıyı babasısanmak * görünüşe aldanmak.
    her gün * Süreklice, sürekli olarak.
    her gün papaz pilâv yemez * Bkz. papaz her gün pilâv yemez.
    her hâlde * Büyük bir ihtimalle.
    * Her durumda, ne yapıp yapıp, kesinlikle, mutlaka.
    her horoz kendi çöplüğünde öter * herkes ancak kendi çevresinde bir değer taşır ve sözünü orada geçirebilir.
    her ihtimale karşı * her türlü olasılığıdüşünerek.
    her işin (her şeyin) başısağlık * insanın yapacağıher şey vücut sağlığına bağlıdır.
    her kafadan bir ses çıkmak * bir konu üzerinde herkes rastgele konuşmak.
    her koyun kendi bacağından asılır * herkes kendi davranışlarından sorumludur, herkes kendi hatasının cezasınıkendi çeker.
    her kuşun eti yenmez * herkes zorbalığa boyun eğmez, buna karşı gelecekler de çıkar.
    her nasılsa * beklenmeyen bir durumu belirtmek için kullanılır.
    her ne hâl ise * uzatmayalım, geçelim.
    her ne ise (veya her neyse) * ne olursa olsun, ne kadar ise, tutarıne ise.
    * konuyu kapatalım, olan olmuş, uzatmayalım.
    her ne kadar * başına getirildiği şartlıcümledeki yargının doğru veya doğal görüldüğunü, fakat bunun yeterli olmadığını
    anlatır.
    her ne pahasına olursa olsun * Bkz. ne pahasına olursa olsun.
    her nedense * sebebi bilinmez.
    her şeyin yenisi, dostun eskisi * dostluk eskidikçe güç ve değer kazanır.
    her tarakta bezi olmak * Bkz. kırk tarakta bezi olmak.
    her telden çalmak * her çeşit işi yapabilir durumda olmak veya birçok konuda bilgisi olmak.
    her yerdelik * Tanrı’nın her yerde ve her zaman bulunduğuna inanan din ve fizik ötesi görüş.
    her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır * herkesin kendine özgü bir çalışma yöntemi, bir işyapma biçimi vardır.
    her yiğidin gönlünde bir aslan yatar * herkesin kendine göre yüksek bir emeli vardır.
    her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır * hayat boyunca yükselme ve düşme gibi durumlar kesin değildir, bunlar birbirinin ardından gelebilir.
    her zaman * Ara vermeden, sürekli, daima, sık sık.
    hercaî * Hiçbir şeyde kararlı olmayan (kimse), yeltek, gelgeç.
    * Aşkta değişken, vefasız.
    hercaî menekşe * Menekşegillerden, mor, sarı, beyaz renkte, menekşeye benzer çiçekleri olan yıllık bir bitki, alaca menekşe
    (Viola tricolor).
    * Bu bitkinin çiçeği.
    hercaîce * Hercaî gibi, hercaîye yakışır (biçimde).
    hercaîlik * Hercaî olma durumu veya hercaîce davranış.
    hercümerç * Alt üst, karmakarışık, darmadağınık, allak bullak.
    hercümerç etmek * alt üst etmek, karıştırmak.
    herek * Asma, fasulye gibi sarılgan bitkilerin tutunması için yanlarına dikilen sırık, ispalya.
    herekleme * Hereklemek işi.
    hereklemek * Asma ve fasulye gibi sarılgan veya destek isteyen bitkileri hereğe bağlamak veya bu bitkilerin yanına herek
    dikmek.
    hergele * Bineğe veya yük taşımaya alıştırılmamışat veya eşek sürüsü.
    * Terbiyesiz, görgüsüz kimseler için bir sövgü sözü olarak kullanılır.
    hergeleci * Yaban atlarına bakan kimse, yabanî at çobanı.
    hergelelik * Hergele olma durumu.
    herhangi * Belli olmayan, özellikleri iyice bilinmeyen, rastgele.
    herhangi bir * Belli olmayan, rastgele bir (kimse veya şey).
    herhangi biri * Belli olmayan, rastgele biri.
    herif * Güven vermeyen, aşağı görülen, bayağıkimse.
    * Adam.
    herifçioğlu * Kızılan veya beklenmeyen bir işi yapan erkek.
    herik * Beyaz renkli, yağlıkuyruğu yukarıda genişçe ve aşağıya doğru bir incelme gösteren, Karadeniz’in geçit
    bölgelerinde yetiştirilen, kaba karışık yapağılı bir tür koyun.
    herk * Sürüldükten sonra bir yıl dinlendirilen, nadasa bırakılan tarla.
    herk etmek * tarlayısürüp dinlenmeye bırakmak.
    herke * Bakraç, kova.
    herkes * İnsanların bütünü.
    * Olur olmaz kimseler, önüne gelen.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 38

    herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine * bir işin bilerek ters yapıldığını, yolunda yapılmadığınıanlatır.
    herkes kaşık yapar, ama sapını ortaya (veya doğru) getiremez * herkes bir işyapar, ama istenildiği kadar güzel ve kusursuz olmaz.
    herkesin arşınına göre bez vermezler * genel kurallar herkesin istek ve ihtiyacına göre bozulamaz.
    herkesin geçtiği köprüden sen de geç * herkesin tuttuğu yoldan sen de git.
    herkesin gönlünde bir aslan yatar * Bkz. her yiğidin gönlünde bir aslan yatar.
    herkesin tenceresi kapalıkaynar * bir kimsenin durumu, içinde bulunduğu yaşayışşartları başkalarınca gereği gibi bilinemez.
    herkesin yorulduğu yere han yapılmaz * Bkz. herkesin arşınına göre bez vermezler.
    herkeslik * Alelâdelik, sıradan olma durumu.
    herrü * Bkz. ya herrü ya merrü.
    hertz * Bir saniyede bir titreşim yapan devirli bir olayın frekansına eşit frekans birimi. KısaltmasıHz.
    herze * Saçma, saçma söz, zevzeklik.
    herze yemek * yersiz söz söylemek veya gereksiz davranışta bulunmak.
    herzevekil * Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışan (kimse).
    * Saçma sapan, gereksiz konuşan (kimse).
    hesaba almak (veya hesaba katmak) * göz önünde bulundurmak, işini yürütürken o şeyi de düşünmek.
    hesaba almamak (veya katmamak) * önem vermemek.
    hesaba çekmek * bir kişiden, bir kuruldan yaptığı işler için açıklama ve savunma istemek.
    hesaba dökmek * sayıyla ilgili bir konuyu açıklığa kavuşturmak için kâğıt üzerinde hesaplamak.
    hesaba gelmez * sayılamayacak kadar çok.
    * umulmadık, beklenmedik.
    hesaba katılmak (veya katılmamak) * göz önüne alınmak (veya alınmamak).
    hesaba katmak * dikkate almak, göz önünde bulundurmak.
    hesabıkapamak * alacak verecek bırakmamak.
    hesabıkesmek * alışverişi veya ilgiyi kesmek.
    hesabıtemizlemek * borcunu ödemek.
    hesabıyok * sayılamayacak kadar çok, sayısız.
    hesabına * yönünden, için, … adına, yararına.
    hesabına gelmek * yararına uygun, elverişli olmak.
    hesabını(kitabını) bilmek * tutumlu olmak.
    hesabınıalmak * bir işsonunda hakkınıalmak.
    hesabını görmek * alacağınıverip ilişiğini kesmek.
    * cezalandırmak.
    hesabî * Hesabını iyi bilen, eli sıkı, hesaplı.
    hesap * Aritmetik.
    * Matematiksel işlem.
    * Alacaklıveya borçlu olma durumu.
    * Ödenecek ücretin tutarı.
    * Oranlama, tahmin.
    * Bir girişimin, bir işin başarıya ulaşması için alınan önlemlerin bütünü.
    * (isim tamlamalarında tamlanan olarak) “Tutum”, “durum” veya “anlayış” anlamına gelir.
    hesap açmak * (banka) gereğinde çekilmek üzere yatırılan para için işlem yapmak.
    * birine borçlanma imkânıtanımak, kredi açmak.
    hesap cetveli * Sayılar arasında birçok işlemlerin sonucunu kolayca bulmaya yarayan, iç içe yerleştirilmişve biri diğerinin
    üzerinde kayan iki parçadan oluşan cetvel.
    hesap cüzdanı * Bir bankada hesabı olanlara verilen, yatırılan ve çekilen paraların yazılmasına yarayan defter.
    hesap çıkarmak * alacakla vereceği kâğıt üzerinde karşılaştırmak.
    hesap etmek * bir işin kazancıyla giderini karşılaştırarak bir sonuca varmak.
    * düşünmek, tasarlamak.
    hesap etmek, kitap etmek * bütün ayrıntılarıyla düşünmek.
    hesap görmek * alacakla vereceği karşılaştırıp ödeşmek.
    hesap günü * Kıyamet günü.
    hesap işi * Bir tür el işlemesi.
    * Hesabını bilme, hesap kitabını iyi yapma.
    hesap kitap * Hesap sonunda, düşünüp taşındıktan sonra.
    hesap kitap yapmak (veya etmek) * ayrıntılarıyla hesap edip düşünmek.
    hesap özeti * Hesap sahiplerinin hesabına yatan ve söz konusu hesaptan çekilen miktarların dökümünü gösteren cetvel.
    hesap sormak * bir konuda açıklama ve savunma istemek, sorumlu tutmak.
    * birini, birilerini yöntem veya yasa dışıdavranışlarından dolayısorguya çekmek.
    hesap tutmak * alışverişle ilgili sayıları bir yere yazmak.
    hesap uzmanı * Vergi yükümlülerinin dosyalarını incelemekle görevli Maliye Bakanlığına bağlıyetkili.
    hesap vermek (veya hesabınıvermek) * bir işin sorumluluğunu yüklenmek.
    * herhangi bir davranışın sebebini açıklamak, anlatmak.
    hesapça * Hesaba göre, hesaba uygun olarak, tahminî.
    hesapçı * Hesabını iyi bilen, tutumlu.
    * Çıkarınıkollayan, davranışlarını buna göre düzenleyen (kimse).
    hesaplama * Hesaplamak işi.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 39

    hesaplamak * Hesap işlemini yapmak, hesap etmek.
    * Bir şeyi, bir durumu ayrıntılı bir biçimde düşünmek, hesap etmek.
    hesaplamak kitaplamak * ayrıntılarıyla hesap edip düşünmek.
    hesaplanış * Hesaplanmak işi veya biçimi.
    hesaplanma * Hesaplanmak işi.
    hesaplanmak * Hesap edilmek.
    hesaplaşma * Hesaplaşmak işi.
    hesaplaşmak * Birbirindeki alacakla vereceğin hesabınıyapmak.
    * Karşılıklı olarak kozlarınıpaylaşmak.
    * Bir şeyin olumlu veya olumsuz yönlerini düşünürek, tartışarak bir yargıya varmak.
    hesaplatma * Hesaplatmak işi.
    hesaplatmak * Hesap ettirmek.
    hesaplayış * Hesaplamak işi veya biçimi.
    hesaplı * Satın alınabilen, bütçeye uygun, ekonomik.
    * Parasınıölçülü harcayan, tutumlu.
    * Ayrıntılarıyla düşünülüp tasarlanmış, plânlı, rasyonel.
    * Ölçülü davranan, ölçülü.
    hesaplı hareket etmek * ölçülü davranmak.
    hesaplı orun * Ekonomik mevki.
    hesaplıca * Hesaplı(bir biçimde).
    hesapsız * Hesabıtutulmayan.
    * Sayılamayacak kadar çok olan.
    * Önceden iyi düşünülmemiş, sonu belli olmayan.
    * Ölçüsüz, tutumsuz, savruk, müsrif.
    hesapsız kitapsız * Deftere geçirmeden veya belgeye bağlamadan.
    * Sorumsuz, ölçüsüz.
    hesapsızca * Hesapsız (bir biçimde).
    hesapsızlık * Hesapsız olma durumu veya hesapsızca davranış.
    hesapta olmamak * daha önce düşünülen şeylerin dışında olmak.
    hesaptan düşmek * hesaptan, borçtan, alacaktan indirmek, çıkarmak.
    heterogen * Bkz. heterojen.
    heterojen * Ayrıcinsten.
    heterotrof * Dış beslenen.
    heterotrofi * Dış beslenme.
    hevenk * Bir ipe geçirilmişveya birbirine bağlanmışyaşyemişveya sebze bağı.
    hevenkleşme * Hevenkleşmek biçimi veya durumu.
    hevenkleşmek * Hevenk durumuna gelmek.
    heves * İstek, eğilim, arzu, şevk.
    * Gelip geçici istek.
    heves etmek * bir şeye karşı istek duymak, eğilimli olmak.
    hevesi kalmamak * şevki kırılmak, isteği kalmamak.
    hevesi kursağında (veya içinde) kalmak * istediği, imrendiği şeyi elde edememek.
    hevesine düşmek * kuvvetle istemek.
    hevesini almak * istediği, imrendiği şeyi elde ederek ona doymak.
    hevesini kırmak * isteklerini, düşüncelerini engellemek.
    * zevki kaçmak, hevesi kalmamak, şevki kırılmak.
    heveskâr * Hevesli, amatör.
    heveskârlık * Hevesli olma durumu.
    hevesleniş * Heveslenmek işi veya biçimi.
    heveslenme * Heveslenmek işi.
    heveslenmek * İsteklenmek, heves etmek, çok istemek, eğilim duymak.
    hevesli * Bir şeye veya bir işe istek duyan veya merak sarmışolan, istekli.
    * Bir sanatımeslek edinmeksizin yalnız zevk için yapan kimse, özengen, amatör.
    heveslisi * çok isteklisi.
    hevessiz * Hevesi olmayan, istek duymayan.
    hey * Seslenmek veya ilgi ve dikkat çekmek için söylenir.
    * Sitem, yakınma, azar, beğenme gibi çeşitli duygular anlatan cümlelerde de kullanılır.
    hey gidi (hey) * çeşitli duygularıpekiştirir veya özlem ve acınma bildirir.
    heyamola * Gemicilerin veya işçilerin birlikte bir şey çekerken “haydi çek, gayret” anlamında bir ağızdan yüksek sesle
    ve makamla söyledikleri söz.
    heyamola ile * bir işin ancak büyük güçlüklere katlanılarak ve birçok kişinin yardımıyla yapılabileceğini anlatır.
    heybe * Binek hayvanının eyeri üzerine geçirilen veya omuzda taşınan, içine öteberi koymaya yarayan, kilim veya
    halıdan yapılmışiki gözlü torba.
    * Sapı omuza geçirilebilen tek gözlü bir tür çanta.
    heybeci * Heybe yapan veya satan (kimse).
    heybet * Korku ve saygıuyandıran görünüş, mehabet.
    * Büyüklük, ululuk, azamet.
    heybetli * Görünüşü korku ve saygıuyandıran.
    * Büyük, ulu, azametli.