başaşağıetmek | * tersine çevirmek. |
başaşağı gelmek | * tepesi üstü düşmek. |
başaşağı gitmek | * sürekli zarar görmek veya kötüleşmek. |
başaşağı gitmek | * işleri ters gitmek, sürekli zarar etmek. |
baş bağlamak | * başına bir örtü örtmek. * başak vermek. * birine veya bir şeye bağlanmak, intisap etmek. |
baş baş | * çocukların “Allaha ısmarladık” anlamında ellerini başlarına götürmelerini sağlamak için söylenir. |
baş başa | * Birlikte, beraberce. |
baş başa (veya kafa kafaya) vermek | * iki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuşmak. * dayanışmak. |
baş başa bırakmak | * birinin, bir şeyle veya bir kimseyle yalnız kalmasını sağlamak. |
baş başa kalmak | * biriyle veya bir şeyle yalnız kalmak. |
baş başa olmak | * birlikte bulunmak, beraber yaşamak. |
baş belâsı | * Sıkıntı, üzüntü veren. |
baş bezi | * Mendil. |
baş bıçağı | * Ustura. |
baş biti | * Bkz. bit. |
baş bulmak | * (alışverişte) kazanç bırakmak. |
başçanağı | * Kafa tası. |
başçekmek | * ön ayak olmak. |
başçevirtmek | * başıarkaya doğru döndürtmek. * birinin arkasından hayranlıkla bakmak. |
başdöndürmek | * başarıdan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek, aşırıheyecanlandırmak. |
başdöndürücü | * (çabuklukta) olağanüstü, aşırı. * baygınlık verici. |
başdöndürücü | * Şaşkına, serseme çevirici. |
başdönmesi | * Göz kararıp düşecek gibi olma. |
başedebilmek | * bir kimseyi yola getirmeye veya bir şeyi yapmaya gücü yetmek. |
başeğmek | * saygı göstermek için başeğerek selâmlamak. * direnmekten vazgeçip buyruk altına girmek, inkıyat etmek. |
başelde iken | * ölmeden, yaşarken sağiken. |
başetmek (veya edememek) | * gücü yetmek (yetmemek), başarıkazanmak (kazanmamak). |
başgelmek | * yenmek, gücü yetmek. |
başgöstermek | * belirmek, ortaya çıkmak, zuhur etmek, vuku bulmak. |
başgöz etmek | * evlendirmek. |
başgöz olmak | * evlenmek. |
başkaldırma | * başkaldırmak işi, isyan. |
başkaldırmak | * ayaklanmak, yönetime karşı gelmek, isyan etmek. * iyice coşmak, kabarmak. |
başkaldırmamak | * Bkz. başınıkaldırmamak. |
başkesmek | * selâm için başeğmek. |
başkıç vurmak | * baştan gelen dalgalarla gemi, başıve kıçıüzerinde inip kalkmak. |
başkırılır fes içinde, kol kırılır yen içinde | * aile içindeki, arkadaşlar arasındaki uyuşmazlıklar yabancılara duyurulmamalıdır. |
başkomak (koymak) | * bir şey uğruna ölümü göze almak. |
başkoşmak | * bir işi başarmak için çalışmak. |
başnereye giderse, ayak da oraya gider | * küçükler büyüklerin izinde gider, her işte onlarıörnek tutarlar. |
başol da, istersen soğan başı ol | * küçük bir işte de olsa, başta olmak önemlidir. |
başolan boşolmaz | * bir yerde başolan kimse taşıdığıdeğer dolayısıyla o yere gelmiştir. * iş başındaki kişinin işi çoktur. |
başörtüsü | * Bkz. başörtü. |
başsağlığı | * Ölen bir kimsenin yakınlarına söylenen ilgi ve yakınlık anlatan söz. |
başsağlığıdilemek | * ölen bir kimsenin yakınlarına ilgi ve yakınlık anlatan söz söylemek. |
başsallamak | * karşısındakinin her sözünü uygun bulur görünmek. |
baştacı | * Çok sevilen, çok yüksek tutulan (kimse veya şey). baştacıetmek |
baştacıetmek | * çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak. |
baştutamamak | * rüzgâr, fırtına yüzünden, yapılışındaki veya yükselişindeki bir bozukluk sebebiyle gemi dümene uymamak, rotadan çıkmak. |
baştutmak | * elebaşı olmak. |
Kategori: B – Sözlük
B Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 24
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 25
başucu * Yatılan bir yerin başkonulan yönü veya yakını. başucu kitabı * Sık sık yararlanılan, ana bilgileri veren, değerini hiç yitirmeyen eser. başüstünde tutmak * çok iyi ağırlamak. başüstünde yeri var * büyük bir saygıve ilgi ile karşılanır veya ağırlanır. başüstüne * bir dileğin yerine getirileceğini içtenlikle belirtmek için “peki” anlamında kullanılan söz. başvermek * (çı ban) olgunlaşmak.
* (buğday vb. bitkiler) başak bağlamaya başlamak, başak oluşmak.
* (gemi, kayık) döndürmek, çevirmek.başyakmak * kötü duruma düşürmek. başyapmak * (kuaför) saç bakım ve tuvaleti yapmak. başyarılır (kırılır) börk (fes) içinde, kol kırılır kürk (yen) içinde * aile içindeki kişilerin anlaşmazlıklarıaile içinde kalmalıdır. başyarma * Vida yapımında kullanılacak olan perçinlerin başlarına tornavida yerleri açmak işi. başyastığı * Yatakta başın altına konulan yastık. başyemek (başınıyemek) * birinin ölümüne veya yok olmasına sebep olmak.
* birinin güç duruma düşmesine yol açmak.başa baş * birinden üstün olmadan. başa baş * Eşit durumda, dengeli olarak. başa başgelmek * eşit olmak, denk olmak. başa başnoktası * bir yabancıparanın veya değerli kâğıdın piyasa değeri ile üstünde yazılıdeğerin aynı olmasıdurumu. başa çıkmak * güçlükler çıkaran biriyle olan işini, kendi istediği yolda sonuçlandırabilmek. başa çıkmak * bir şeye gücü yetmek. başa geçmek * en üstün yeri almak. başa gelen çekilir * çaresiz durumlara düşüldüğünde insanın kendini üzüntüye kaptırmayıp bu durumlara katlanmasının olağan
ve doğru bulunduğunu anlatır.başa gelmek * (kötü bir duruma) uğramak. başa güreşmek * yağlı güreşte, en usta pehlivanlar başpehlivanlık için yarışmak.
* en üstün sonucu elde etmek için mücadele vermek.başa vermek * değiştokuşyaparken üste bazışeyler vermek. başağaç * Boyuna dikey yönden kesilmişolan ve yıl halkalarıçember biçiminde görüntü veren ağaç. Başak * Zodyak üzerinde Aslan ile Terazi burçlarıarasında bulunan burcun adı, Zodyak. başak * Arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerin taneleri taşıyan kılçıklı başı.
* Tarlalarda, bağlarda dökülmüşveya tek tük kalmışolan ürün.başak bağlamak (veya tutmak) * arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerde başak oluşmak. başak toplamak * tarlalarda kalmış başaklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplamak. başakçı * Tarlalarda kalmış başaklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplayan kimse. başakçık * Çiçeklerde başağı oluşturan çiçek demeti veya topluluğu. başaklama * Başaklamak işi. başaklamak * Tarlalarda, bağlarda kalmışdöküntüleri toplamak. başaklanma * Başaklanmak durumu. başaklanmak * Başak bağlamak, tutmak. başaklı * Başağı olan (ekin).
* Arka ucu başka biçimde olan (ok).başaktör * Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli erkek oyuncu. başaktörlük * Başaktörün işi veya mesleği. başaktris * Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli kadın oyuncu. başaktrislik * Başaktrisin işi veya mesleği. başaltı * Yağlı güreşte pehlivanların ayrıldığı beşderecenin ikincisi.
* Gemilerde tayfa ve erlerin baştaraftaki koğuşları.başarı * Başarmak işi veya başarılan iş, muvaffakıyet. başarı göstermek (veya kazanmak) * başarmak. başarılı * Başarı gösteren, muvaffakıyetli.
* Başarılmış, üstesinden gelinmiş.
* Başarılı bir biçimde, başarı göstererek.başarılma * Başarılmak işi. başarılmak * Başarı ile sona ermek. başarım * Elde edilen bir başarı.
* Bir sporcunun yapabileceği en iyi derece, takat sınırı, performans.başarısız * Başarı göstermeyen, muvaffakıyetsiz.
* Başarılamayan, muvaffakıyetsiz.
* Başarı göstermeyerek.başarısız olmak * başarısağlayamamak, başarı gösterememek. başarısızlığa uğramak * başarısız olmak. başarısızlık * Başarısız olma durumu, muvaffakıyetsizlik. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 26
başarma * Başarmak işi. başarmak * Bir işi istenilen biçimde bitirmek, muvaffak olmak. başasistan * En üst derecedeki asistan. başasistanlık * Başasistan olma durumu.
* Başasistanın görevi.başat * Benzerleri arasında güç ve önem bakımından başta gelen, hâkim, dominant. başat karakter * Bir melezde her zaman ortaya çıkan karakter. başatlık * Başat olma durumu, hâkimiyet. başatlık yasası * Irk karışmasında güçlü öz yapının sonraki soylardan üstün geldiğini kanıtlayan yasa. baş bakan * Hükûmet başkanı; bakanlar kurulunun başı, kabinenin başı, başvekil. baş bakanlık * Baş bakan olma durumu ve baş bakanın görevi.
* Baş bakanın makamı.
* Baş bakan ve görevlilerinin çalıştığıdaire.baş bayi * Bir dağıtım işinde bütün bayilerin bağlı bulunduğu ana bayi. baş buğ * Eski Türklerde baş, başkan, komutan.
* Osmanlıİmparatorluğunda savaşzamanı başka birliklerden ayrılıp bir araya getirilerek oluşturulan birliğin
veya milis güçlerinin komutanı.başçavuş * Astsubay başçavuş.
* Yeniçeri ocağının çavuşu.başçavuşluk * Astsubay başçavuşrütbesi. başçı * İşçi başı.
* Çiğveya pişmişkoyun, kuzu, sığır başısatan kimse.başçık * Çiçeklerin erkek organlarında çiçek tozunu taşıyan torbacık, haşefe. başdanışman * Danışmanların başı. başdanışmanlık * Başdanışmanın işi veya görevi. başdekorcu * Dekorcuların başı, dekor hazırlamada en üst sorumlu. başdekorculuk * Başdekorcunun işi veya mesleği. başdizgici * Bir basım evindeki dizgicilerin başı, başmürettip, sermürettip. başdizgicilik * Dizgicilerin başı. başdümenci * Dümencilerin başı. başdümeni * Gemi veya teknelerin başına yerleştirilen ve iyi bir manevra sağlayan dümen. başefendi * Devlet dairelerinde kıdemli memur, başkâtip. başeksper * Eksperlerin başı. başeser * Kendi türünde en mükemmel eser, başyapıt, şaheser. başeski * En kıdemli kimse.
* Yeniçeri bölüklerinin en kıdemsiz subayıve erlerinin en kıdemlisi.başfiyat * En iyi ürün için tespit edilen fiyat. başgardiyan * Gardiyanların başı. başgarson * Garsonların başı, metrdotel. başgarsonluk * Başgarson olma durumu.
* Başgarsonun işi, metrdotellik.başgedikli * En yüksek rütbeli astsubay. başhakem * Yarışmayıveya oyunu yöneten hakemlerin başı. başhekim * Bir hastahaneyi yönetmekle görevlendirilen hekim, baştabip, sertabip. başhekimlik * Başhekimin görevi.
* Başhekimin makamı.başhemşire * Bir klinik veya hastahanede hemşireleri yönetmekle görevlendirilmişhemşire. başhemşirelik * Başhemşire olma durumu. başhostes * Hava yollarında hosteslerin en deneyimlisi ve yapılan sefer boyunca hizmetten sorumlu kimse. başıaçık * Örtü veya şapka ile başıörtülmemiş. başıağrımak * bir işten dolayısorumlu duruma düşmek. başı bağlanmak * biri evlendirilmek.
* birini yandaşolarak kazanmak, kendi yanında tutmak.başı bağlı * Serbest olmayan.
* Evli.başı belâda * çözülmesi güç, sıkıntılı bir durumda. başı belâya girmek (veya uğramak) * sıkıcı, üzücü bir durumla karşılaşmak. başı bütün * eşi hayatta olan (karıveya koca). başıçatlamak * başıçok ağrımak. başıçekmek * herhangi bir konuda önde gitmek, ön ayak olmak. başıdara düşmek * sıkıntıya girmek. başıdaralmak * (para yönünden) sıkıntıya, darlığa düşmek. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 21
basaksız * Merdiveni olmayan. basamak * Bir yere çıkarken veya bir yerden inerken basılan ve art arda gelen, birbirinden belirli aralıklarla yükselen
düz yüzeylerden her biri.
* Derece, aşama, kerte.
* Bir amaca ulaşmak için yararlanılan kişi, durum veya yer.
* (aritmetikte) On kuralına göre yazılmış bir sayının, her rakamının bulunduğu sıra, hane.
* (cebirde) Bir tam denklemde bulunan bilinmeyenin en yüksek kuvveti.basamak basamak * Yavaşyavaş(yükselme veya inme).
* Derece derece.basamak yapmak * bir durumu daha yükseğine erişmek için araç olarak kullanmak. basamaklı * Basamağı olan, basamak basamak olan. basar * Göz.
* İleriyi görme, algılama yetisi.basar * Merdivenin ayakla basılan yüzeyi. basarî * Görme ile ilgili. basarna * Bir cismin bir yanınıkaldıraçla yükseltme işi.
* Dalyanın kapak yeri.basbayağı * Alışılandan, bilinenden hiçbir değişikliği olmayan. basen * Omurganın bel ile kalça arasındaki bölümü.
* Kıtasal uzantıdan okyanus ortasısırtlarına kadar devam eden ve 4000-5000 m derinliği olan deniz dibi.bası * Resim klişesi, dökme harf, taşkalıp kullanarak makine yardımı ile kâğıda ve bez gibi şeylere yazı, resim
çıkarmak işi, tabı.basıcı * Kitap, dergi gibi şeyleri basan kimse, tâbi. basıcılık * Basıcı olma durumu veya basıcının işi. basık * Basılmış, yassılaşmış.
* Çok yüksek olmayan, alçak.
* Kısık.basıklaştırma * Basıklaştırmak işi. basıklaştırmak * Basık durumuna getirmek. basıklık * Basık olma durumu.
* Bir elipsin büyük ve küçük eksenleri arasındaki farkın büyük eksene oranı.basıla * Basımcılıkta, provalarda “basınız, basılsın” anlamlarında kullanılan terim. basıla vermek * prova hâlindeki bir kitabın veya herhangi bir yazının basıma uygun olduğunu bildirmek. basılı * Basılarak yerleştirilmiş.
* Basım evinde basılmış, matbu.basılış * Basılmak işi veya durumu. basılma * Basılmak işi. basılma dayanımı * Dokusunu basarak ezmeye çalışan dışetkilere ağacın gösterdiği direnç. basılmak * Basmak işine konu olmak veya basmak işi yapılmak. basım * Basısanatı, tabaat.
* Bası işi, tabı, tipografya.basım evi * Bası işi yapılan yer, matbaa. basımcı * Basım evi işleten kimse, matbaacı. basımcılık * Basım evi işletme işi, kitap basma işi, matbaacılık. basın * Gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan yayınların bütünü, matbuat. basın ataşesi * Resmî veya özel kurum ve kuruluşlarda, yabancıtemsilciliklerde basın ile ilgili konuları düzenleyen yetkili
ve sorumlu kimse.basın bildirisi * Basın yayın organlarına bilgi vermek amacıyla yetkili kurum veya kişiler tarafından hazırlanmışyazılı
açıklama.basın dünyası * Görsel ve yazılı basın organları ile burada görevlilerin tümü. basın kartı * Mesleği basın işleri olan kimselerin taşıdığıkimlik belgesi. basın özgürlüğü * Görüşve düşünceleri basın ve yayın yoluyla açıklayabilme ve yayabilme hakkı. basın toplantısı * Yetkili veya ilgili bir kimsenin, bir konu veya çeşitli konular üzerinde açıklamada bulunmak için
gazetecilerle yaptığıtoplantı.basın yasağı * Basın yayın organlarının bir konu hakkında yayın yapmasınıkısıtlayıp engelleme. basınç * Bir yüzey üzerine etkide bulunan gücün yüz ölçümü birimine düşen miktarı, tazyik. basınçlama * Basınçlamak işi. basınçlamak * Hava taşıt araçlarında, insan organizması için yeterli basınç düzeyini sağlamak veya ayarlamak. basınçlı * Basınç yüklenmişolan. basınçlısu * Basınç yüklenerek fışkırtılma düzeyine getirilmişsu, tazyikli su. basınçölçer * Hava basıncınıölçerek yer yükseltilerini ve hava değişimlerini tespit etmek için kullanılan alet, barometre. basınçölçüm * Hava basıncıölçümlerini inceleyen birim. basıölçer * Buharın veya herhangi bir gazın bulunduğu kabın yüzeyine yaptığı basıncı belirleyen alet.
* Akışkanların basıncınıölçen araç.basıp geçmek * önde gideni geçmek.
* önem vermeyerek uğramamak.basıp gitmek * birdenbire gitmek, aklına koyduğu şeyi yapmak üzere bulunduğu yerden uzaklaşmak, çekip gitmek. basırgama * Basırgamak işi. basırgamak * Ağırlık çökmek veya basmak.
* Kâbus çökmek.basırganma * Basırganmak durumu. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 22
basırganmak * Üzerine ağırlık basmak, kâbus çökmek. basış * Basmak işi. basil * Bakterilerin çomak biçiminde ince uzun olan türü. basiret * Doğru görüş, uzağı görüş, seziş, uyanıklık, anlayış, kavrayış, dikkat, sağgörü. basireti bağlanmak * iyi düşünemez, gerçeği göremez bir duruma düşmek. basiretli * Gerçeği görebilen, uzağı görebilen, basireti olan, sağgörülü. basiretsiz * Gerçekleri görebilmekten uzak, ileri ve uzak görüşlü olmayan, sağgörüsüz. basiretsizlik * Gerçekleri, ileriyi ve uzağı görememe, sağgörüden yoksun olma. basit * Yapılmasıveya anlaşılmasıkolay olan, karışık olmayan, bayağı.
* Süssüz, gösterişsiz.
* Bilgi ve görgüsü sınırlı olan, bayağı, görgüsüz.
* Her zaman rastlanan, özelliği olmayan, olağan.
* Kolay.basit cisim * Maddesi tek elementten oluşmuş cisim. basit cümle * Tek yargı bildiren cümle. basit faiz * Faizleri üzerine eklenmemişana paraya belli bir dönem sonunda verilen faiz. basit kelime * Anlamlı olarak daha küçük parçaya bölünemeyen, kök durumundaki kelime, yalın kelime. basit kesir * Payıpaydasından küçük olan kesir. basit renk * Biçmeden geçen beyaz ışığın ayrıldığırenklerden her biri. basitçe * Basit olarak, kolay tarafından. basite indirgemek * basitleştirmek, sade bir biçime döndürmek,basite irca etmek. basitleşme * Basitleşmek işi. basitleşmek * Basit duruma gelmek. basitleştirme * Basitleştirmek işi. basitleştirmek * Gereksiz ayrıntılardan arıtarak sade duruma getirmek. basitlik * Basit olma durumu. Baskça * İspanya’nın Bask bölgesinde kullanılan dil. basket * Basketbolda kazanılan sayı. basket yapmak * basketbolda sayıkazanmak. basketbol * Beşer kişilik iki takım arasında topu 3 m yükseklikteki karşılıklıduran ağgeçirilmişiki sepetten birine
sokup sayıkazanmak esasına dayanan bir oyun.basketbolcu * Basketbol oyuncusu. basketbolculuk * Basketbol oynama veya oynatmak işi. basketçi * Basketbol oyuncusu, basketbolcu. baskı * Bir eserin basılış biçimi veya durumu.
* Basısayısı.
* Bir eserin basılarak tekrarlanan her bir kezi.
* Giysinin içine kıvrılıp dikilen kenarı.
* Hak ve özgürlükleri kısıtlayarak zor altında bulundurma durumu, tazyik.
* Bir maddeyi sıkıp ezen alet, pres.
* Belirli ruhî etkinlik ve süreçleri, kişinin isteği dışında bilinçaltına itmesi veya bu itilenlerin bilince çıkmasını
önleme durumu.
* Karşıtakım oyuncusunun hareketini ve sonuç almasınıengellemek amacıyla uygulanan yakın savunma
durumu.baskıaltında tutmak * özgürlüğünü engellemek, kısıtlamak. baskı grubu * Bir işin yapılmasında, gerçekleştirilmesinde veya tamamlanmasında baskı oluşturan güç. baskıkalı bı * Kitap kaplarına süslemeler basmak için kullanılan kalıp. baskıresim * Gravür tekniği ile yapılan resim, kazıma resim. baskıyapmak * bir kimseyi bir işi yapmaya zorlamak, zor kullanmak. baskıcı * İşlenecek kumaşlar üzerine kalıplara resim basan kimse.
* Matbaacılıkta baskı işlerini yapan kimse.
* Kısıtlayıcı.baskıcılık * Baskıcının işi. baskıda kalmak * yağmur yağdıktan sonra toprağın üst kısmısertleşerek tohumlar fidelenip toprak üstüne çıkmak. baskılı * Baskısı olan. baskılık * Bir masadaki kâğıtların uçmaması için üzerlerine konulan özel biçimdeki ağırlık. baskın * Suç işlediği veya suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın girme.
* Kısa süreli, beklenmedik saldırı.
* (sertlik, zorluk bakımından) Üstün.baskın basanındır * düşmanı gafil avlayıp saldıran taraf savaşıkazanır. baskın çıkmak (veya gelmek) * (karşılaştırma konusu olan kimseyi) geçmek, üstünlüğünü göstermek. baskın vermek * anî ve habersiz girmek, saldırıda bulunmak. baskın yapmak * suç işlendiği veya suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın girmek.
* düşmana ansızın saldırmak.
* ansızın konuk gelmek.baskına uğramak * düşmanın beklenmedik bir saldırısıyla karşılaşmak.
* bir yerde suç üstü yakalanmak.
* beklenmedik bir zamanda konuklar gelmek.baskıncı * Baskın yapan kimse. baskısız * Hak ve özgürlükleri kısıtlanmamış.
* Disiplinsiz.
* Terbiyesiz, ahlâksız.baskısız büyümek * serbest bir eğitimle yetişmek. basklârnet * Kalın sesli klârnet. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 18
banyolu * İçinde banyo bölümü olan.
* Banyodan henüz çıkmış bir kimsenin durumu.banyosuz * Banyosu olmayan. baobap * Ebegümecigillerden, sıcak ülkelerde yetişen, çok yüksek olmamakla birlikte, gövdesinin çevresi 20 m yi
aşabilen bir ağaç (Adansonia digitata).bap * Kapı.
* (kitaplarda) Bölüm, başlık.
* Konu, husus.
* Arap gramerinde mastar çeşitlerinden her biri.bar * Anadolu’nun doğu ve kuzey bölgesinde, en çok Artvin ve Erzurum yörelerinde el ele tutuşularak oynanan,
ağır ritmli bir halk oyunu.bar * Danslı, içkili eğlence yeri.
* Ayaküstü içki içilen meyhane.
* Bir salonda içki içmek için hazırlanmışköşe.bar * Hava basıncı birimi. bar * Cam kaplarda oluşan pas. bar * Halterde kaldırılması gereken alet. bar ateşi * Yoğun yaylım ateşi. bar bağlamak * kir bağlamak, paslanmak. bar bar * Bağırmak fiili ile kullanılarak bağırışın öfkeli ve yüksek sesle olduğunu anlatır.
* Apaçık görünmek, ortada olmak.bar havası * Bar oyunlarında tek veya toplu olarak söylenen ezgi. bar tutmak * bar oynamak için hazırlanmak ve oyuna başlamak. baraj * Suyu toplamak, gücünden yararlanmak amacıyla akarsu üzerinde yapılan bent, büğet.
* Herhangi bir alanda başarıyıtespit etmek için gerekli olan şart.
* Futbol veya hentbolda serbest atışıyapacak oyuncunun önünde karşıtakım oyuncularının yanyana dizilip
oluşturduklarıduvar.baraj ateşi * Yoğun yaylım ateşi. baraj mesafesi * Serbest atışsırasında, atışnoktasından kaleye doğru ve oluşturulan baraja kadar belirlenen nizamî ara
açıklığı.baraj yapmak (veya kurmak) * (futbol veya hentbolda kaleye yapılan vuruşlarıönlemek için) oyuncular kale önünü kapatacak biçimde
sıralanmak, duvar yapmak.barajıaşmak * herhangi bir sebeple konulmuşolan şartıyerine getirip başarı sağlamak. barak * Tüylü, kıllıçuha, kebe.
* Bir cins tüylü av köpeği.baraka * Tahta, çinko gibi hafif şeylerden yapılmış, temelsiz eğreti yapı. barakacık * Küçük baraka. baran * Yağmur. barata * Osmanlısarayında genel olarak bostancıların, baltacıve kapıcıların giydikleri, kırmızıçuhadan yapılmış,
ucu kıvrık, uzunca başlık.
* Bilim doktorlarının ve kardinallerin giydikleri dört köşe külâh veya başlık.baratarya * Kaptanın, tayfaların, gemi sahibine, armatöre veya sigorta ortaklığına bilerek verdikleri zarar. barba * İhtiyar Rum meyhanecilerine seslenmek için kullanılır. barbakan * Kale duvarlarında düşmana ok atmak için açılmışdelik. barbar * Uygarlaşmamış.
* Uygarlaşmamışkavim, topluluk.
* Kaba ve kırıcı.
* Kaba saba, ilkel.barbarca * Barbara yakışan bir biçimde.
* Kaba ve kırıcı bir davranışla.barbarizm * Bir sözün fonetik veya morfolojik yapısında yapılan büyük yanlışlık. barbarlaşma * Barbarlaşmak işi. barbarlaşmak * Barbar gibi davranmak. barbarlık * Barbar olma durumu. barbaşı * Bar oyunlarında sıranın sağbaşında yer alan ve oyunun düzenini sağlayan kimse. barbata * Kalelerde mazgal ve mazgal siperlerinin oluşturduğu girintili çıkıntılıdışduvarların üst bölümü, kale
korkuluğu.barbekü * Özellikle balkonlarda ızgara et pişirmekte kullanılan ve duvar içerisine gömülmüşocak. barbunya * Barbunyagillerden, kırmızıpullu, beyaz etli, kemikli bir balık (Mullus barbahıs).
* Taneleri yuvarlak, oval veya yassı, kırmızı benekli, bir tür fasulye.barbunyagiller * Dikenli yüzgeçliler alt takımına giren, vücutları iri pullarla kaplı, barbunya ve tekir türleri iyi bilinen bir
familya.barbut * Zarla oynanan bir çeşit kumar. barcı * Bar işleten kimse. barcılık * Barcı olma durumu.
* Barcının işi veya mesleği.barça * Orta Çağda kullanılan kürekli ve yelkenli taşıma gemisi.
* Kalyon türünden küçük savaşgemisi.barçak * Kılıç kabzasının siperi. barda * Dam ustalarının kullandığı, başının bir ucu çember parçası biçiminde eğri, öbür ucu keskin çekiç.
* Fıçıcıkeseri.bardacık * Bir tür küçük ve tatlıyaşincir. bardacık eriği * Bardak eriği. bardağıtaşıran damla * sabır tüketen aşırıdavranışveya durum. bardağıtaşırmak * sabrınıtüketmek. bardak * Su ve benzeri şeyleri içmek için kullanılan, genellikle camdan yapılan kap.
* Bir bardağın alacağımiktar.
* (bazı bölgelerde) Toprak testi.bardak eriği * İri ve tatlı bir tür erik. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 19
bardakaltı * Bardağın konulduğu yeri kirletmemesi için kullanılan, genellikle örgü, kâğıt veya plâstik örtü.
* Yemek öncesi yenilen bardak altı büyüklüğünde bir tür lâhmacun.bardakçı * Bardak veya çömlek yapan veya satan kimse. bardaktan boşanırcasına yağmak * (yağmur) çok şiddetli yağmak. bardan * Çok beyaz. bardan * Yük taşımak için kullanılan çanta veya çuval. bardan bardan * Beyaz beyaz. bardo * Aygır ile dişi eşek çiftleşmesinden üretilen her yaştaki hayvan. barem * Devlet memurlarının maaşlarının derece ve tutarlarını düzenleyen sistem ve çizelge. baret * İşçilerin başlarına giydikleri, metal veya plâstikten yapılmışşapka. baret * Küçük takke, papaz takkesi.
* Bir tür süs iğnesi.barfiks * Çeşitli beden hareketleri yapmaya elverişli yükseklikte, iki ayak üzerine tutturulmuşçubuklu jimnastik aracı. bargâh * İçine izinle girilen yer, otağ, yüksek divan. bargam * Levreğe benzer bir balık. barhana * Kafile, küçük kervan, göç.
* Göç eşyası, ev eşyası.barı * Bahçe duvarı, çit. barınak * Barınılacak yer, melce. barındırma * Barındırmak işi. barındırmak * Barınmasını sağlamak. barınma * Barınmak işi. barınmak * Doğa etkilerinden korunmak için kapalı bir yere sığınmak.
* Yerleşmek, yaşamak için uygun şartlar bularak oturmak.
* Çevresiyle uyumlu, dirlik içinde yaşamak.
* (soyut kavramlar için) Bir yerde etkili olmak, gelişecek ortamı bulmak.barış * Barışmak işi.
* Savaşın bittiğinin bir antlaşmayla belirtilmesinden sonraki durum, sulh.
* Böyle bir antlaşmadan sonra insanlık tarihindeki süreç.
* Uyum, karşılıklıanlayışve hoşgörü ile oluşturulan ortam.barışgörüşolmak * her türlü dargınlığıunutarak barışmak. barışyapmak * barışantlaşmasını imzalamak. barışçı * Barışıseven, barışsever, sulhçu, sulhsever, sulhperver.
* Barışıamaçlayan, barışıöngören.barışçıl * Bkz. barışçı. barışçılık * Barışçı olma durumu, kavga etmeme eğilimi. barışık * Başkası ile barışdurumunda bulunan, dargın veya düşman olmayan, sevecen, hoşgörülü. barışık olmak * sevecen ve hoşgörülü davranmak. barışıklık * Barışık olma durumu. barışma * Barışmak durumu, uzlaşma, anlaşma. barışmak * İki taraf, aralarındaki dargınlığıkaldırmak, uzlaşmak, anlaşmak.
* Sevmek, zevk almak.barışsever * Barışçı, barışçıl, sulhçu, sulhsever, sulhperver. barışseverlik * Barışsever olma durumu. barıştırma * Barıştırmak işi. barıştırmak * Barışmalarını sağlamak, ara bulmak. bari * Hiç olmazsa, hiç değilse, o hâlde, öyle ise.
* Keşke.barikat * Bir yolu veya geçidi kapamak için her türlü araçtan yararlanılarak yapılan engel. barikat kurmak * engel oluşturmak. barikat yapmak * çeşitli araçlarla bir engel oluşturmak. barikatlama * Barikatlamak işi. barikatlamak * Barikat ile çevirmek, barikat yapmak. barisfer * Bkz. ağır küre. barit * Baryum oksit (BaO) veya baryum hidroksit Ba(OH)2. baritin * Doğal baryum sülfat (BaSO4). baritli * İçinde barit bulunduran. baritli yıkama * Kalınbağırsağın ve rektumun radyolojik işlemde baryum sülfatla doldurulmasıve yıkanması. bariton * Tenor ve bas arasındaki erkek sesi.
* Basso ile alto arasında ses veren, pistonlu bir tür ağız çalgısı.bariyer * Hemzemin geçitlerde kara yolu güvenliğini sağlamak için kullanılan açılır kapanır engel.
* Kara yollarının kenarlarına yapılan korkuluk, engel.
* Herhangi bir yolu kapamak için yapılan engel.
* Engelli at yarışlarında üzerinden atlanması gereken yapay engel.bariz * Açık, göze çarpan, belirgin. barizleşme * Barizleşmek işi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 20
barizleşmek * Bariz duruma gelmek. bark * Bkz. ev bark. barka * Büyük sandal. barkarol * Venedik gondolcülerinin söz ve müziği önceden yazılmadan, içlerinden geldiği gibi söyledikleri şarkı.
* Ritmi üç zamanlımüzik eseri.barklanma * Barklanmak işi veya durumu. barklanmak * Ev sahibi olmak; evlenmek. barkot * Çizgi im. barlam * Bkz. barlam. barmen * Bar tezgâhtarı. barmenlik * Bar tezgâhtarlığı. baro * Bir şehir veya bir bölge avukatlarının bağlı olduklarımeslek kuruluşu. baro başkanı * Baro genel kurulunca en az on beşyıllık kıdemi olan avukatlar arasından seçilen ve baroyu temsil eden
baro üyesi.barograf * Bir hava taşıtının uçarken izlediği yolun yüksekliklerini çizgi hâlinde göstermeye veya işaretlemeye yarayan
alet, yükseklikölçer.barok * M.S 1600 ile 1750 yıllarıarasındaki klâsik sanatı izleyen resim, mimarlık üslûbu.
* Batıedebiyatlarında dengeden çok harekete, düşünceden çok duyuma, biçimlerin serbestçe
yaratılmasından duyulan coşkuya önem veren, abartmalı, etkileyici, çelişkiden çekinmeyen edebiyat akımı.barok müzik * Çalgılar arasında veya çalgılarla sesler arasında karşıtlıklar kuran XVl-XVlll. yüzyıllar arasındaki müzik
reformunu oluşturan müzik.barokçu * Barokçuluk yanlısı olan kimse. barokçuluk * Barok sanat ve edebiyat görüşve ilkelerini benimseyen akım. barometre * Basınçölçer.
* Gösterge.baron * Batıülkelerinde vikont ile şövalye arasında soyluluk unvanı. baronluk * Baron olma durumu veya baronun görevi. baroskop * Havanın içinde bulunduğu cisimlerin ağırlığıüzerine yaptığıhafifletici etkiyi gösteren ve havası
boşaltılabilen bir fanus içinde terazisi bulunan fizik cihazı.barparalel * Düşey direkler üzerine paralel olarak tutturulmuşiki tahta çubuktan oluşmuşjimnastik aracı. barsak * Bağırsak. barsam * Yüzgeçleri dikenli ve zehirli bir çeşit çarpan balığı(Trachinus vipera). barsama * Güzel kokulu yapraklarıyemeklere konulan, nane ve yaban kekiğinin ortak adı. barudî * Koyu gri renkte olan. barut * Ateşli silâhla bir merminin atılmasına veya herhangi bir aracın fırlatılmasına yarayan, patlayıcı, katımadde. barut esmeri * Koyu esmer renkte olan (kimse). barut fıçısı * Barut koymaya, doldurmaya ve muhafaza etmeye yarayan kutu, fıçı. barut fıçısı gibi * çok kızgın, sinirli ve kinle dolu kimse.
* her an olay çıkacak yer veya kavgaya yol açacak durum.barut gibi * öfkeli, huysuz, sert, aksi (kimse).
* pek ekşi veya acı.barut hakkı * Mermiyi istenilen uzaklığa atabilmek için gerekli barut gazı basıncını sağlamaya yetecek miktarda barut. barut kesilmek (veya olmak) * çok öfkelenmek. barut kokusu gelmek * savaştehlikesi sezilmek. barut rengi * Koyu giri. barutçu * Barut yapan kimse. barutçuluk * Barut yapma veya alıp satma işi. baruthane * Barut yapılan veya saklanan yer. barutla oynamak * tehlikeli işlerle uğraşmak. barutluk * Barut saklanan kap veya yer. baryum * Atom sayısı56, yoğunluğu 3.78 olan, doğada en çok baryum sülfat ve baryum karbonat olarak bulunan,
havada çabuk oksitlenen, gümüşrenginde, katıve basit bir element. Kısaltması ba.baryum karbonat * Karbondioksidin, barit üzerine etkisiyle elde edilen beyaz bir katı. baryum sülfat * Baritin. bas * En kalın erkek sesi.
* Sesi böyle olan sanatçı.
* En kalın sesli orkestra çalgısı.bas (veya bas git) * çekil, yürü, git, defol!. bas bariton * Basın çıkamadığı ince tonlara çıkabilen, buna rağmen basın indiği kalın ve tok tonlara inemeyen sesi olan
sanatçı.bas bas * Bağırmak fiili ile kullanılarak bağırışın yüksek sesle olduğunu anlatır. bas tutmak * ince sesli çalgılara tek perdeden eşlik etmek. basak * Merdiven. basaklı * Merdiveni olan. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 13
balçık hurması * Sandıklara basılarak kurutulan hurma (veya kuru incir). balçık inciri * Kurutulmuşincir, balçık hurması. balçıklı * Balçığı olan. baldır * Bacağın dizden ayak bileğine kadar olan bölümü, incik.
* Bu bölümün yumuşak ve şişkin olan arka tarafı.baldır bacak * Açık saçık görülen kadın bacağı. baldır kemiği * Baldırda bulunan iki kemikten ince olanı. baldırak * Don ve pantolon gibi giysilerin dizden aşağı olan bölümü.
* Kılıç kayışının aşağıuzanan parçası.baldıran * Maydanozgillerden, nemli yerlerde yetişen zehirli bitkilerin ortak adı, ağu otu. (Conium maculatum).
* Bu bitkiden çıkarılan zehir.baldıran şerbeti * Acıçekerek, yüz suyu dökerek elde edilen kazanç. baldıranlık * Çok baldıran yetişen yer. baldırgan * Baldıran.
* Şeytan otu, şeytan tersi otu (Ferula assa-foetida).baldırıçıplak * Ayak takımından, işsiz, serseri. baldırıkara * Nemli yerlerde yetişen birçok eğrelti otu türünün ortak adı, karabaldır. baldırpatlatan * Güreşte hasmın bir ayağınıtutarak diz kapağına kadar büküp üzerine yüklenme oyunu. baldırsokan * Çift kanatlıların, sinekgiller familyasından, karasineğe çok benzeyen, kan emen, hastalık bulaştıran, hayvan
sağlığıyönünden zararlı bir sinek türü (Stomaxys calcitrans).baldız * Erkeğe göre karısının kız kardeşi. baldo * İri ve dolgun taneli, pilâvlık pirinç. bale * Belli hafif figürlere, adım atışlara, çoğunlukla sahne düzenine ve müziğe dayalı gösteri türü.
* Bu tür gösteri yapan sanatçıtopluluğu.balerin * Bale yapan kız veya kadın sanatçı. balerinlik * Asıl mesleği balerin olan kimse. balet * Bale yapan erkek sanatçı. balgam * Solunum organlarının salgıladığı, ağızdan dışarıatılan sümüksü madde. balgam atmak * yapılmakta olan bir işveya bir konu üzerine kuşku uyandıracak bir söz söylemek. balgam taşı * Damarlıve yarısaydam bir tür Kadıköy taşı, Hacı bektaştaşı, mühresenk. balgamlı * Balgamı olan. balgümeci * Bal peteğini andıran bir tür dikiş büzgüsü. balhane * Bal süzme ve paketleme işlemlerinin yapıldığıyer. balığa çıkmak * balık avlamaya gitmek. balık * Omurgalılardan, suda yaşayan, solungaçla nefes alan ve yumurtadan üreyen hayvanların genel adı. balık * Zodyak üzerinde, Kova ile Koç burçlarıarasında yer alan burcun adı. Zodyak. balık adam * Deniz dibine inilebilecek donanımla su altında çalışmayı işedinen kimse, dalgıç, kurbağa adam. balık baştan kokar * bir işte aksaklığın başta olanlardan başladığınıanlatır. balık bilimci * Balıklar sınıfını inceleyen bilim adamı. balık bilimi * Su ürünleri araştırmalarında özellikle balıklar sınıfını inceleyen bilim. balık çorbası * Beyaz etli balıklardan yapılan bir tür çorba.
* Suda pişirilip kılçıklarıayıklanmış, incecik kıyılmış balık ile soğan, yağ, havuç, patetes ve domatesten
hazırlanan bir çorba türü.balık eti * Omurgalılardan, suda yaşayan hayvanların yumuşak ve açık renkli eti. balık etinde * Ne şişman, ne zayıf olan, biçimli tombul. balık istifi * Çok sıkışık olarak bir yere dolmuş(insanlar). balık kartalı * Kartallardan, su kıyılarında yaşayan, balıkla beslenen, beyaz, kahverengi çizgili, yırtıcıkuş(Pandion
haliaetus).balık kavağa çıkınca * hiçbir zaman olmayacak işler için söylenir. balık otu * Cava ve Malabar’da yetişen, zehirli meyvesiyle balıklarısersemleterek avlamaya yarayan bir bitki
(Anamirta).balık pazarı * Balıkçıların avladığı balıkların günlük ve taze olarak satışa sunulduğu yer, ticarî merkez. balık sütü * Yumurtlama sırasında erkek balıkların çıkardığı beyaz madde. balık tabağı * Balık koymaya yarayan kap.
* Yayvan servis tabağı.balık tutkalı * Balık endüstrisi artıklarından üretilen, yavaşkuruyan, fakat bağlama gücü yüksek yapıştırıcı. balık tutmak * balığı avlamak. balık unu * Kurutulmuş balıktan özel işlemlerle elde edilen un. balık yağı * İri balık ve deniz hayvanlarının sanayide kullanılan yağı.
* Morina balığının karaciğerinden çıkarılan ve hekimlikte zayıflığa karşıkullanılan iyotlu, vitaminli yağ.balık yemi * Balık avlamada oltanın ucuna takılan genellikle yiyecek türü madde. balık yumurtası * Balıkların daha çok sığyerlere bıraktıkları, üremelerini sağlayan yumurta.
* Çoğunlukla mersin balığının, eritilmiş bal mumuna batırılarak hazırlanan yumurtası, havyar. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 14
balıkçı * Balık tutan veya satan kimse.
* Balıkçılara özgü.balıkçıdüğümü * İşleme başlangıcında yapılan ve sonra kolayca çözülerek işin tersine de tutturulan düğüm şekli. balıkçıkazağı * Balıkçıların soğuk ve nemli havalarda giydiği boğazlıve yünlü kalın kazak. balıkçıyaka * Kazaklarda boynu saran ve katlanabilen yaka, boğazlık. balıkçıl * Balıkla beslenen, balık yiyen.
* Uzun bacaklılardan, boynu ve gagasıuzun, su kıyılarında yaşayan, balık yiyerek beslenen büyük bir kuş
(Ardea cinerea).balıkçılgiller * Leyleksiler takımının balıkçıllar alt takımına giren bir familya. balıkçılık * Balık tutma, avlama işi.
* Balık üretme, balıktan yararlanma ve satma işi.balıkçıllar * Çoğunlukla uzun bacaklı, uzun gagalı balıkçıl cinsinden kuşlar familyası. balıkçın * Perde ayaklılardan, uzunca gagalı, uzun ve çatal kuyruklu, deniz kıyılarında yaşayan bir kuş cinsi, deniz
kırlangıcı(Sterna hirundo).balıkgözü * Ayakkabıların bağgeçirilen deliklerine ve kemer deliklerine takılan maden, kemik gibi şeylerden yapılmış
halka.balıkgözü objektif * Normal objektiflerden çok daha genişaçıyıalan ve görüntüyü dış bükey ayna görüntüsü biçiminde veren
objektif türü.balıkhane * Balıkların toptan satışa çıkarıldığı, soğuk hava deposu olan yer. balıklama * (suya dalmada, atlamada) Balık gibi gergin, düz ve başaşağı bir biçimde.
* Bir işe, bir duruma, bir harekete sonucunun ne olacağınıdüşünmeden girişerek.balıklamak * Balıklama tarzısuya atlamak. balıklandırma * Balıklandırmak işi. balıklandırmak * Balık ile doldurmak, süslemek. balıklava * Deniz, göl ve ırmaklarda balık yatağı olan yer. balıklı * Balığı olan. balıknefesi * Balinagillerin başından çıkarılan ve kozmetik maddeler ve süslü mumlar yapımında kullanılan bir yağ. balıksırtı * Balık kılçığı biçiminde birbirine paralel ve çapraz çizgili kumaşdeseni.
* Yollarda suların ortada toplanmayarak iki yana akması için yapılan şişkinlik.balıksız * Balığı olmayan. baliğ * Döl verme çağına eren, buluğçağına ermişolan. baliğolmak * bulmak, erişmek.
* erinlik çağına ermek, erinleşmek, buluğa ermek, akıl baliğolmak.balina * Balinalardan, uzunluğu 20 m, ağırlığı200 ton olan, yağıve çubukları için avlanan memeli hayvan, kadırga
balığı, falyanos (Balaena mistycetus).
* Giysilerin dik ve düzgün durması için bazıyerlerine özellikle yakalarına konulan sert, esnek, yassı, dar,
uzun çubuk.balina çubuğu * Balinanın ağzına aldığısuyu dışarıya süzüp içindeki deniz hayvanlarınıtutmasına yarayan ve üst çenesinin
iki yanında tarak dişleri gibi sıralanmış, boynuz dokusunda, esnek kemiksi bölümlerin adı.balina yağı * İspermeçet balinasının kafa sinüslerinde bulunan yağ. balinalar * Örnek hayvanı balina olan, kutup denizlerinde yaşayan memeli hayvanlar familyası. balinalı * Balina takılmışolan, balina geçirilmişolan (giysi). balistik * Ateşli silâhlarda barut gazının basıncı ile fırlayıp hedefe varıncaya kadar merminin havadaki hareketini
inceleyen bilim.balkan * Sarp ve ormanlık sıra dağlar. Balkanlar * Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Slovenya, Arnavutluk, Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan,
Romanya, Yunanistan ve Trakya’yı içine alan bölge.Balkanlı * Balkan devletlerinden olan, Balkanlarla ilgili. Balkanlılık * Balkanlı olma durumu. Balkanolog * Balkanoloji uzmanı. Balkanoloji * Balkan uluslarının dili, tarihi ve kültürü ile uğraşan bilim dalı. Balkar * Bkz. Malkar. Balkarca * Bkz. Malkarca. balkı * Güzel süslü, parlak.
* Ağrı, sancı.balkıma * Balkımak işi. balkımak * Parlamak, parıldamak.
* Şimşek çakmak.
* Su halkalanmak, dalgalanmak.
* Kesik kesik ağrımak, sancımak.balkır * Parıltı.
* Şimşek.balkon * Bir yapının genellikle üst katlarında dışarıya doğru çıkmış, çevresi duvar veya parmaklıkla çevrili bölümü.
* Tiyatro ve sinema gibi büyük salonlarda asma kat.balkonumsu * Balkona benzer. balköpüğü * Açık sarırenk. ballandıra ballandıra * Ballandırarak. ballandırma * Ballandırmak işi. ballandırmak * İmrendirecek biçimde övmek. ballanma * Ballanmak işi. ballanmak * Bal bulaşmak, bal sürülmek.
* Tatlılaşmak, tatlanmak, olgunlaşmak.ballı * İçinde bal bulunan. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 15
ballı börek * Çok lezzetli. ballı börekli olmak * çok iyi anlaşmak. ballıpasta * Bal ile yapılmışveya içine bal konmuşpasta. ballı baba * Ballı babagillerden, beyaz çiçekli ve çok yıllık otsu bir bitki (Lamiumalbum). ballı babagiller * Nane, lâvanta çiçeği, kekik gibi kokulu bitkileri içine alan ve iki çenekli bitişik taç yapraklılardan oluşan bir
familya.ballıdarı * İncir. ballık * Bal konulan kap.
* Bağlarda görülen külleme hastalığı.
* Ballı baba.ballıklı * Ballık hastalığı olan. balo * Danslıve resmî giyimli gece toplantısı. balo vermek * baloyu hazırlamak, düzenlemek. balon * Isıtılmışhava veya havadan daha hafif bir gazla doldurulan, atmosferde uçabilen, küre biçiminde araç.
* Hava veya gazla doldurulmuş, kauçuktan yapılan çocuk oyuncağı.
* Karnıyuvarlak ve şişkin, boynu dar cam kap.balon lâstik * Bisikletlerde kullanılan bir lâstik türü. balon uçurmak * ilgililerin ne diyeceklerini ve nasıl davranacaklarınıanlamak amacıyla aslı olmayan bir haber yaymak. baloncu * Balon satan kimse. baloncuk * Küçük balon. balonculuk * Balon yapmak veya satmak işi. balonvari * Balona benzer, balon gibi. balotaj * Bir seçimde adaylardan hiçbirinin, gerekli oyu sağlayamamasıdolayısıyla seçimin sonuçsuz kalması. baloz * Gemici, işçi gibi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili, danslıyer. balsam * Bazıağaçlardan elde edilen, parfüm ve ilâçların yapımında kullanılan reçine, belsem. balsamlı * Balsam içeren, antiseptik ve besleyici özelliği olan (ilâç, merhem vb.). balsıra * Yaprakların üzerinde oluşan bir tür küf.
* Bir tür kudret helvası.balta * Kesmek, yarmak, yontmak gibi işlerde kullanılan ağaç saplı, demir araç. balta değmemiş(girmemişveya görmemiş) * içinden hiç ağaç kesilmemiş, sık ve gür (orman, koru). balta olmak * direnerek bir şey istemek, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, asılmak, musallat olmak. balta vurmak * balta ile kesmek, parçalamak. baltabaş * Baş bodoslaması omurga hattına dikey olarak çelik lâmadan yapılmış(gemi). baltacı * Balta yapan veya satan kimse.
* Odun kırıcı.
* Yangın söndürme kuruluşlarında balta kullanan er.
* Önceleri sefer sırasında çalılık ve ormanlık yerleri temizlemek, yol açmak, çadırlarıkurup kaldırmak,
yükleri bindirip indirmekle; sonralarıkızlar ağasına bağlı olarak sarayıkorumak ve sarayın dışhizmetlerini yapmakla
görevli kimse.baltacık * Küçük el baltası.
* Değirmen taşının ortasında bulunan haç biçimindeki alet.baltadan kurtulmak * kesilmemek. baltalama * Baltalamak işi, sabotaj.
* Bilinçli ve kasıtlı olarak, bir işi veya bir durumu bozarak zarara yol açan harekette bulunma, sabote etme.baltalamak * Balta ile kesmek.
* Bir işi, bilinçli ve kasıtlı olarak bozacak veya yıkacak davranışta bulunmak, sabote etmek.baltalayıcı * Baltalama hareketini yapan kimse. baltalayıcılık * Baltalama işini yapan kimse. baltalı * Baltası olan.
* Yollarıaçma ve düzenlemede balta ile donatılmışasker sınıfı.baltalık * Sık sık kesimi yapılan orman.
* Bir köyün odun ihtiyacını sağlamasına izin verilen koruluk veya orman bölgesi.baltasıkütükten çıkmak * bir engelden, bir sıkıntıdan kurtulmak. baltayıtaşa vurmak * farkında olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kırmak. Baltık * Baltık denizine kıyısı olan ülkeler ve bu ülkelerin halkı. Baltık dilleri * Baltık ülkelerinde konuşulan Hint-Avrupa dil grubu. baltrap * Atıcılıkta hedef vazifesi gören plâkalarıhavaya fırlatan yaylıalet. balya * Çember ve demir tellerle bağlanmışticaret eşyası. balya makinesi * Değişik tarım ürünlerini ip ya da çember ile balyalama veya denkleme işini yapan alet. balya yapmak * balyalamak. balyalama * Balyalamak işi. balyalamak * Balya yapmak, denk yapmak. balyalanma * Balyalanmak işi. balyalanmak * Balyalamak işi yapılmak. balyemez * Eskiden kara ve deniz savaşlarında kullanılan, orta çapta, uzun menzilli tunçtan top. balyos * Osmanlıİmparatorluğu döneminde Frenk ve özellikle Venedik elçilerine verilen ad. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 16
balyoz * Taşlarıkırmak, kazık çakmak gibi işlerde kullanılan, çok iri ve ağır çekiç, varyos. balyoz gibi * çok ağır, ezici (kol veya yumruk). balyozlama * Balyozlamak işi. balyozlamak * Balyozla vurmak, balyozla dövmek. balyozlanma * Balyozlanmak işi veya durumu. balyozlanmak * Balyoz ile dövülmek. bam teli * Bazısazlarda kalın ses veren tel veya kiriş.
* Sakalın, alt dudağın hemen altındaki bölümü.bam teline basmak (veya dokunmak) * en çok kızacağışeyi yapmak veya sözü söylemek. bambaşka * Büsbütün başka, apayrı, değişik, farklı. bambaşkalık * Bambaşka olma durumu. bambu * Buğdaygillerden, sıcak ülkelerde yetişen, boyu 25 m kadar olabilen, mobilya, merdiven, baston gibi birçok
eşyanın yapımında kullanılan bir tür kamış, Hint kamışı, hezaren (Bambusa vulgaris).
* Bu kamıştan yapılmışolan.bambul * Kurtçuk evresinde ekinlerin kökünü, ergin evrede başaklarıkemiren, kahverengi, kın kanatlı böcek
(Anisoplia austriaca).bambul otu * Sıcak ve ılıman bölgelerde yetişen otsu veya çalıtürü bir bitki (Heliotropium). bamya * Ebegümecigillerden bir bitki (Hibiscus esculentus).
* Bu bitkinin hem taze, hem kurutularak yenilen ürünü.bamya tarlası * Mezarlık. ban * Osmanlıİmparatorluğu döneminde Macaristan ve Hırvatistan’da sancak beylerine ve küçük prenslere
verilen unvan.ban ağacı * Asya’nın tropik bölgelerinde ve Afrika’nın kuzeyinde yetişen, yapraklarıtelek damarlı, çiçekleri salkım
durumunda, meyvesinden kokusuz bir yağelde edilen ağaç (Moringa oleifera).
* Sepetçi söğüdü, sorgun.ban otu * Asya, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın sıcak bölgelerinde yetişen zehirli ve otsu bir bitki (Hyoscyamus). ban yağı * Hint yağı. bana * Ben zamirinin yönelme hâli ekli biçimi. bana bak! * “beni dinle” anlamında teklifsiz bir seslenme ve gözdağısözü. bana da … demesinler * bir işin kesinlikle yapılacağını belirtmek için söylenir. bana dokunmayan (veya beni sokmayan) yılan bin yaşasın * birçok kimseler, kendilerine kötülüğü dokunmayan kişiye dokunmak istemezler. bana mısın dememek * hiçbir şey etkili olmamak, aldırışetmemek. banak * Ekmek parçası, lokma. banal * Herkesin kullandığı, herkesin anladığı.
* Bayağı, sıradan.banallik * Banal olma durumu. banço * Amerika zencilerinin çaldığı gitar biçiminde, madenî gövdesi olan beşveya daha çok teli olan bir müzik
aleti.bançolaşma * Bançolaşmak durumu. bançolaşmak * Banço durumuna gelmek. banda almak * bir sesi, ses cihazı ile bant üzerine kaydetmek. bandaj * Sargı ile sarma.
* Bağ, sargı.bandajlama * Bandajlamak işi. bandajlamak * Sargı ile sarmak. bandajlatma * Bandajlatmak işi. bandajlatmak * Sargı ile sardırmak, bandaj yaptırmak. bandıra * Geminin hangi devlete ait olduğunu gösteren bayrak.
* Yabancıdevlet bayrağı.bandıralı * Bandırası olan. bandırma * Bandırmak işi.
* İpe dizilmiş ceviz, badem ve benzerlerinin, nişasta ile kaynatılmışüzüm suyuna veya başka bir tatlıya
batırılmasıyla yapılan sucuk.
* Kurutulacak üzümün güneşe serilmeden önce içine batırıldığıpotaslısuyun konulduğu kap.bandırmak * Banmak.
* Çabuk kurumasıve renginin parlak sarı olması için üzüm salkımlarınıveya inciri küllü veya potaslıılık suya
daldırıp çıkarmak.bando * Türlü üfleme ve vurgulu çalgılardan oluşan ve daha çok geçit törenlerinde kullanılan mızıkacılar topluluğu
veya takımı, mızıka.bandocu * Bandoda görevi olan kimse, mızıkacı. bandoculuk * Bandocu olma işi veya durumu. bandrol * Paket veya şişelerin ağızlarına konulan şerit veya etiket.
* Devletçe verginin kesildiğini gösteren etiket.
* Bayrak direğinin tepesine süs olarak konulan uzun, kumaşşerit.bandrollü * Bandrolü bulunan. bangır bangır * Yüksek sesle, gürültüyle. bangır bangır ağlamak * yüksek sesle, hıçrıkarak ağlamak. bangır bangır bağırmak * yüksek sesle, avazıçıktığıkadar bağırmak. bangırdama * Bangırdamak işi. bangırdamak * Öfkelenerek yüksek sesle bağırıp çağırmak, bangır bangır bağırmak.