Kategori: B – Sözlük

B Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük B Sayfa 24

    başaşağıetmek * tersine çevirmek.
    başaşağı gelmek * tepesi üstü düşmek.
    başaşağı gitmek * sürekli zarar görmek veya kötüleşmek.
    başaşağı gitmek * işleri ters gitmek, sürekli zarar etmek.
    baş bağlamak * başına bir örtü örtmek.
    * başak vermek.
    * birine veya bir şeye bağlanmak, intisap etmek.
    baş baş * çocukların “Allaha ısmarladık” anlamında ellerini başlarına götürmelerini sağlamak için söylenir.
    baş başa * Birlikte, beraberce.
    baş başa (veya kafa kafaya) vermek * iki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuşmak.
    * dayanışmak.
    baş başa bırakmak * birinin, bir şeyle veya bir kimseyle yalnız kalmasını sağlamak.
    baş başa kalmak * biriyle veya bir şeyle yalnız kalmak.
    baş başa olmak * birlikte bulunmak, beraber yaşamak.
    baş belâsı * Sıkıntı, üzüntü veren.
    baş bezi * Mendil.
    baş bıçağı * Ustura.
    baş biti * Bkz. bit.
    baş bulmak * (alışverişte) kazanç bırakmak.
    başçanağı * Kafa tası.
    başçekmek * ön ayak olmak.
    başçevirtmek * başıarkaya doğru döndürtmek.
    * birinin arkasından hayranlıkla bakmak.
    başdöndürmek * başarıdan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek, aşırıheyecanlandırmak.
    başdöndürücü * (çabuklukta) olağanüstü, aşırı.
    * baygınlık verici.
    başdöndürücü * Şaşkına, serseme çevirici.
    başdönmesi * Göz kararıp düşecek gibi olma.
    başedebilmek * bir kimseyi yola getirmeye veya bir şeyi yapmaya gücü yetmek.
    başeğmek * saygı göstermek için başeğerek selâmlamak.
    * direnmekten vazgeçip buyruk altına girmek, inkıyat etmek.
    başelde iken * ölmeden, yaşarken sağiken.
    başetmek (veya edememek) * gücü yetmek (yetmemek), başarıkazanmak (kazanmamak).
    başgelmek * yenmek, gücü yetmek.
    başgöstermek * belirmek, ortaya çıkmak, zuhur etmek, vuku bulmak.
    başgöz etmek * evlendirmek.
    başgöz olmak * evlenmek.
    başkaldırma * başkaldırmak işi, isyan.
    başkaldırmak * ayaklanmak, yönetime karşı gelmek, isyan etmek.
    * iyice coşmak, kabarmak.
    başkaldırmamak * Bkz. başınıkaldırmamak.
    başkesmek * selâm için başeğmek.
    başkıç vurmak * baştan gelen dalgalarla gemi, başıve kıçıüzerinde inip kalkmak.
    başkırılır fes içinde, kol kırılır yen içinde * aile içindeki, arkadaşlar arasındaki uyuşmazlıklar yabancılara duyurulmamalıdır.
    başkomak (koymak) * bir şey uğruna ölümü göze almak.
    başkoşmak * bir işi başarmak için çalışmak.
    başnereye giderse, ayak da oraya gider * küçükler büyüklerin izinde gider, her işte onlarıörnek tutarlar.
    başol da, istersen soğan başı ol * küçük bir işte de olsa, başta olmak önemlidir.
    başolan boşolmaz * bir yerde başolan kimse taşıdığıdeğer dolayısıyla o yere gelmiştir.
    * iş başındaki kişinin işi çoktur.
    başörtüsü * Bkz. başörtü.
    başsağlığı * Ölen bir kimsenin yakınlarına söylenen ilgi ve yakınlık anlatan söz.
    başsağlığıdilemek * ölen bir kimsenin yakınlarına ilgi ve yakınlık anlatan söz söylemek.
    başsallamak * karşısındakinin her sözünü uygun bulur görünmek.
    baştacı * Çok sevilen, çok yüksek tutulan (kimse veya şey).
    baştacıetmek
    baştacıetmek * çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak.
    baştutamamak * rüzgâr, fırtına yüzünden, yapılışındaki veya yükselişindeki bir bozukluk sebebiyle gemi dümene uymamak,
    rotadan çıkmak.
    baştutmak * elebaşı olmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 25

    başucu * Yatılan bir yerin başkonulan yönü veya yakını.
    başucu kitabı * Sık sık yararlanılan, ana bilgileri veren, değerini hiç yitirmeyen eser.
    başüstünde tutmak * çok iyi ağırlamak.
    başüstünde yeri var * büyük bir saygıve ilgi ile karşılanır veya ağırlanır.
    başüstüne * bir dileğin yerine getirileceğini içtenlikle belirtmek için “peki” anlamında kullanılan söz.
    başvermek * (çı ban) olgunlaşmak.
    * (buğday vb. bitkiler) başak bağlamaya başlamak, başak oluşmak.
    * (gemi, kayık) döndürmek, çevirmek.
    başyakmak * kötü duruma düşürmek.
    başyapmak * (kuaför) saç bakım ve tuvaleti yapmak.
    başyarılır (kırılır) börk (fes) içinde, kol kırılır kürk (yen) içinde * aile içindeki kişilerin anlaşmazlıklarıaile içinde kalmalıdır.
    başyarma * Vida yapımında kullanılacak olan perçinlerin başlarına tornavida yerleri açmak işi.
    başyastığı * Yatakta başın altına konulan yastık.
    başyemek (başınıyemek) * birinin ölümüne veya yok olmasına sebep olmak.
    * birinin güç duruma düşmesine yol açmak.
    başa baş * birinden üstün olmadan.
    başa baş * Eşit durumda, dengeli olarak.
    başa başgelmek * eşit olmak, denk olmak.
    başa başnoktası * bir yabancıparanın veya değerli kâğıdın piyasa değeri ile üstünde yazılıdeğerin aynı olmasıdurumu.
    başa çıkmak * güçlükler çıkaran biriyle olan işini, kendi istediği yolda sonuçlandırabilmek.
    başa çıkmak * bir şeye gücü yetmek.
    başa geçmek * en üstün yeri almak.
    başa gelen çekilir * çaresiz durumlara düşüldüğünde insanın kendini üzüntüye kaptırmayıp bu durumlara katlanmasının olağan
    ve doğru bulunduğunu anlatır.
    başa gelmek * (kötü bir duruma) uğramak.
    başa güreşmek * yağlı güreşte, en usta pehlivanlar başpehlivanlık için yarışmak.
    * en üstün sonucu elde etmek için mücadele vermek.
    başa vermek * değiştokuşyaparken üste bazışeyler vermek.
    başağaç * Boyuna dikey yönden kesilmişolan ve yıl halkalarıçember biçiminde görüntü veren ağaç.
    Başak * Zodyak üzerinde Aslan ile Terazi burçlarıarasında bulunan burcun adı, Zodyak.
    başak * Arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerin taneleri taşıyan kılçıklı başı.
    * Tarlalarda, bağlarda dökülmüşveya tek tük kalmışolan ürün.
    başak bağlamak (veya tutmak) * arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerde başak oluşmak.
    başak toplamak * tarlalarda kalmış başaklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplamak.
    başakçı * Tarlalarda kalmış başaklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplayan kimse.
    başakçık * Çiçeklerde başağı oluşturan çiçek demeti veya topluluğu.
    başaklama * Başaklamak işi.
    başaklamak * Tarlalarda, bağlarda kalmışdöküntüleri toplamak.
    başaklanma * Başaklanmak durumu.
    başaklanmak * Başak bağlamak, tutmak.
    başaklı * Başağı olan (ekin).
    * Arka ucu başka biçimde olan (ok).
    başaktör * Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli erkek oyuncu.
    başaktörlük * Başaktörün işi veya mesleği.
    başaktris * Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli kadın oyuncu.
    başaktrislik * Başaktrisin işi veya mesleği.
    başaltı * Yağlı güreşte pehlivanların ayrıldığı beşderecenin ikincisi.
    * Gemilerde tayfa ve erlerin baştaraftaki koğuşları.
    başarı * Başarmak işi veya başarılan iş, muvaffakıyet.
    başarı göstermek (veya kazanmak) * başarmak.
    başarılı * Başarı gösteren, muvaffakıyetli.
    * Başarılmış, üstesinden gelinmiş.
    * Başarılı bir biçimde, başarı göstererek.
    başarılma * Başarılmak işi.
    başarılmak * Başarı ile sona ermek.
    başarım * Elde edilen bir başarı.
    * Bir sporcunun yapabileceği en iyi derece, takat sınırı, performans.
    başarısız * Başarı göstermeyen, muvaffakıyetsiz.
    * Başarılamayan, muvaffakıyetsiz.
    * Başarı göstermeyerek.
    başarısız olmak * başarısağlayamamak, başarı gösterememek.
    başarısızlığa uğramak * başarısız olmak.
    başarısızlık * Başarısız olma durumu, muvaffakıyetsizlik.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 26

    başarma * Başarmak işi.
    başarmak * Bir işi istenilen biçimde bitirmek, muvaffak olmak.
    başasistan * En üst derecedeki asistan.
    başasistanlık * Başasistan olma durumu.
    * Başasistanın görevi.
    başat * Benzerleri arasında güç ve önem bakımından başta gelen, hâkim, dominant.
    başat karakter * Bir melezde her zaman ortaya çıkan karakter.
    başatlık * Başat olma durumu, hâkimiyet.
    başatlık yasası * Irk karışmasında güçlü öz yapının sonraki soylardan üstün geldiğini kanıtlayan yasa.
    baş bakan * Hükûmet başkanı; bakanlar kurulunun başı, kabinenin başı, başvekil.
    baş bakanlık * Baş bakan olma durumu ve baş bakanın görevi.
    * Baş bakanın makamı.
    * Baş bakan ve görevlilerinin çalıştığıdaire.
    baş bayi * Bir dağıtım işinde bütün bayilerin bağlı bulunduğu ana bayi.
    baş buğ * Eski Türklerde baş, başkan, komutan.
    * Osmanlıİmparatorluğunda savaşzamanı başka birliklerden ayrılıp bir araya getirilerek oluşturulan birliğin
    veya milis güçlerinin komutanı.
    başçavuş * Astsubay başçavuş.
    * Yeniçeri ocağının çavuşu.
    başçavuşluk * Astsubay başçavuşrütbesi.
    başçı * İşçi başı.
    * Çiğveya pişmişkoyun, kuzu, sığır başısatan kimse.
    başçık * Çiçeklerin erkek organlarında çiçek tozunu taşıyan torbacık, haşefe.
    başdanışman * Danışmanların başı.
    başdanışmanlık * Başdanışmanın işi veya görevi.
    başdekorcu * Dekorcuların başı, dekor hazırlamada en üst sorumlu.
    başdekorculuk * Başdekorcunun işi veya mesleği.
    başdizgici * Bir basım evindeki dizgicilerin başı, başmürettip, sermürettip.
    başdizgicilik * Dizgicilerin başı.
    başdümenci * Dümencilerin başı.
    başdümeni * Gemi veya teknelerin başına yerleştirilen ve iyi bir manevra sağlayan dümen.
    başefendi * Devlet dairelerinde kıdemli memur, başkâtip.
    başeksper * Eksperlerin başı.
    başeser * Kendi türünde en mükemmel eser, başyapıt, şaheser.
    başeski * En kıdemli kimse.
    * Yeniçeri bölüklerinin en kıdemsiz subayıve erlerinin en kıdemlisi.
    başfiyat * En iyi ürün için tespit edilen fiyat.
    başgardiyan * Gardiyanların başı.
    başgarson * Garsonların başı, metrdotel.
    başgarsonluk * Başgarson olma durumu.
    * Başgarsonun işi, metrdotellik.
    başgedikli * En yüksek rütbeli astsubay.
    başhakem * Yarışmayıveya oyunu yöneten hakemlerin başı.
    başhekim * Bir hastahaneyi yönetmekle görevlendirilen hekim, baştabip, sertabip.
    başhekimlik * Başhekimin görevi.
    * Başhekimin makamı.
    başhemşire * Bir klinik veya hastahanede hemşireleri yönetmekle görevlendirilmişhemşire.
    başhemşirelik * Başhemşire olma durumu.
    başhostes * Hava yollarında hosteslerin en deneyimlisi ve yapılan sefer boyunca hizmetten sorumlu kimse.
    başıaçık * Örtü veya şapka ile başıörtülmemiş.
    başıağrımak * bir işten dolayısorumlu duruma düşmek.
    başı bağlanmak * biri evlendirilmek.
    * birini yandaşolarak kazanmak, kendi yanında tutmak.
    başı bağlı * Serbest olmayan.
    * Evli.
    başı belâda * çözülmesi güç, sıkıntılı bir durumda.
    başı belâya girmek (veya uğramak) * sıkıcı, üzücü bir durumla karşılaşmak.
    başı bütün * eşi hayatta olan (karıveya koca).
    başıçatlamak * başıçok ağrımak.
    başıçekmek * herhangi bir konuda önde gitmek, ön ayak olmak.
    başıdara düşmek * sıkıntıya girmek.
    başıdaralmak * (para yönünden) sıkıntıya, darlığa düşmek.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 21

    basaksız * Merdiveni olmayan.
    basamak * Bir yere çıkarken veya bir yerden inerken basılan ve art arda gelen, birbirinden belirli aralıklarla yükselen
    düz yüzeylerden her biri.
    * Derece, aşama, kerte.
    * Bir amaca ulaşmak için yararlanılan kişi, durum veya yer.
    * (aritmetikte) On kuralına göre yazılmış bir sayının, her rakamının bulunduğu sıra, hane.
    * (cebirde) Bir tam denklemde bulunan bilinmeyenin en yüksek kuvveti.
    basamak basamak * Yavaşyavaş(yükselme veya inme).
    * Derece derece.
    basamak yapmak * bir durumu daha yükseğine erişmek için araç olarak kullanmak.
    basamaklı * Basamağı olan, basamak basamak olan.
    basar * Göz.
    * İleriyi görme, algılama yetisi.
    basar * Merdivenin ayakla basılan yüzeyi.
    basarî * Görme ile ilgili.
    basarna * Bir cismin bir yanınıkaldıraçla yükseltme işi.
    * Dalyanın kapak yeri.
    basbayağı * Alışılandan, bilinenden hiçbir değişikliği olmayan.
    basen * Omurganın bel ile kalça arasındaki bölümü.
    * Kıtasal uzantıdan okyanus ortasısırtlarına kadar devam eden ve 4000-5000 m derinliği olan deniz dibi.
    bası * Resim klişesi, dökme harf, taşkalıp kullanarak makine yardımı ile kâğıda ve bez gibi şeylere yazı, resim
    çıkarmak işi, tabı.
    basıcı * Kitap, dergi gibi şeyleri basan kimse, tâbi.
    basıcılık * Basıcı olma durumu veya basıcının işi.
    basık * Basılmış, yassılaşmış.
    * Çok yüksek olmayan, alçak.
    * Kısık.
    basıklaştırma * Basıklaştırmak işi.
    basıklaştırmak * Basık durumuna getirmek.
    basıklık * Basık olma durumu.
    * Bir elipsin büyük ve küçük eksenleri arasındaki farkın büyük eksene oranı.
    basıla * Basımcılıkta, provalarda “basınız, basılsın” anlamlarında kullanılan terim.
    basıla vermek * prova hâlindeki bir kitabın veya herhangi bir yazının basıma uygun olduğunu bildirmek.
    basılı * Basılarak yerleştirilmiş.
    * Basım evinde basılmış, matbu.
    basılış * Basılmak işi veya durumu.
    basılma * Basılmak işi.
    basılma dayanımı * Dokusunu basarak ezmeye çalışan dışetkilere ağacın gösterdiği direnç.
    basılmak * Basmak işine konu olmak veya basmak işi yapılmak.
    basım * Basısanatı, tabaat.
    * Bası işi, tabı, tipografya.
    basım evi * Bası işi yapılan yer, matbaa.
    basımcı * Basım evi işleten kimse, matbaacı.
    basımcılık * Basım evi işletme işi, kitap basma işi, matbaacılık.
    basın * Gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan yayınların bütünü, matbuat.
    basın ataşesi * Resmî veya özel kurum ve kuruluşlarda, yabancıtemsilciliklerde basın ile ilgili konuları düzenleyen yetkili
    ve sorumlu kimse.
    basın bildirisi * Basın yayın organlarına bilgi vermek amacıyla yetkili kurum veya kişiler tarafından hazırlanmışyazılı
    açıklama.
    basın dünyası * Görsel ve yazılı basın organları ile burada görevlilerin tümü.
    basın kartı * Mesleği basın işleri olan kimselerin taşıdığıkimlik belgesi.
    basın özgürlüğü * Görüşve düşünceleri basın ve yayın yoluyla açıklayabilme ve yayabilme hakkı.
    basın toplantısı * Yetkili veya ilgili bir kimsenin, bir konu veya çeşitli konular üzerinde açıklamada bulunmak için
    gazetecilerle yaptığıtoplantı.
    basın yasağı * Basın yayın organlarının bir konu hakkında yayın yapmasınıkısıtlayıp engelleme.
    basınç * Bir yüzey üzerine etkide bulunan gücün yüz ölçümü birimine düşen miktarı, tazyik.
    basınçlama * Basınçlamak işi.
    basınçlamak * Hava taşıt araçlarında, insan organizması için yeterli basınç düzeyini sağlamak veya ayarlamak.
    basınçlı * Basınç yüklenmişolan.
    basınçlısu * Basınç yüklenerek fışkırtılma düzeyine getirilmişsu, tazyikli su.
    basınçölçer * Hava basıncınıölçerek yer yükseltilerini ve hava değişimlerini tespit etmek için kullanılan alet, barometre.
    basınçölçüm * Hava basıncıölçümlerini inceleyen birim.
    basıölçer * Buharın veya herhangi bir gazın bulunduğu kabın yüzeyine yaptığı basıncı belirleyen alet.
    * Akışkanların basıncınıölçen araç.
    basıp geçmek * önde gideni geçmek.
    * önem vermeyerek uğramamak.
    basıp gitmek * birdenbire gitmek, aklına koyduğu şeyi yapmak üzere bulunduğu yerden uzaklaşmak, çekip gitmek.
    basırgama * Basırgamak işi.
    basırgamak * Ağırlık çökmek veya basmak.
    * Kâbus çökmek.
    basırganma * Basırganmak durumu.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 22

    basırganmak * Üzerine ağırlık basmak, kâbus çökmek.
    basış * Basmak işi.
    basil * Bakterilerin çomak biçiminde ince uzun olan türü.
    basiret * Doğru görüş, uzağı görüş, seziş, uyanıklık, anlayış, kavrayış, dikkat, sağgörü.
    basireti bağlanmak * iyi düşünemez, gerçeği göremez bir duruma düşmek.
    basiretli * Gerçeği görebilen, uzağı görebilen, basireti olan, sağgörülü.
    basiretsiz * Gerçekleri görebilmekten uzak, ileri ve uzak görüşlü olmayan, sağgörüsüz.
    basiretsizlik * Gerçekleri, ileriyi ve uzağı görememe, sağgörüden yoksun olma.
    basit * Yapılmasıveya anlaşılmasıkolay olan, karışık olmayan, bayağı.
    * Süssüz, gösterişsiz.
    * Bilgi ve görgüsü sınırlı olan, bayağı, görgüsüz.
    * Her zaman rastlanan, özelliği olmayan, olağan.
    * Kolay.
    basit cisim * Maddesi tek elementten oluşmuş cisim.
    basit cümle * Tek yargı bildiren cümle.
    basit faiz * Faizleri üzerine eklenmemişana paraya belli bir dönem sonunda verilen faiz.
    basit kelime * Anlamlı olarak daha küçük parçaya bölünemeyen, kök durumundaki kelime, yalın kelime.
    basit kesir * Payıpaydasından küçük olan kesir.
    basit renk * Biçmeden geçen beyaz ışığın ayrıldığırenklerden her biri.
    basitçe * Basit olarak, kolay tarafından.
    basite indirgemek * basitleştirmek, sade bir biçime döndürmek,basite irca etmek.
    basitleşme * Basitleşmek işi.
    basitleşmek * Basit duruma gelmek.
    basitleştirme * Basitleştirmek işi.
    basitleştirmek * Gereksiz ayrıntılardan arıtarak sade duruma getirmek.
    basitlik * Basit olma durumu.
    Baskça * İspanya’nın Bask bölgesinde kullanılan dil.
    basket * Basketbolda kazanılan sayı.
    basket yapmak * basketbolda sayıkazanmak.
    basketbol * Beşer kişilik iki takım arasında topu 3 m yükseklikteki karşılıklıduran ağgeçirilmişiki sepetten birine
    sokup sayıkazanmak esasına dayanan bir oyun.
    basketbolcu * Basketbol oyuncusu.
    basketbolculuk * Basketbol oynama veya oynatmak işi.
    basketçi * Basketbol oyuncusu, basketbolcu.
    baskı * Bir eserin basılış biçimi veya durumu.
    * Basısayısı.
    * Bir eserin basılarak tekrarlanan her bir kezi.
    * Giysinin içine kıvrılıp dikilen kenarı.
    * Hak ve özgürlükleri kısıtlayarak zor altında bulundurma durumu, tazyik.
    * Bir maddeyi sıkıp ezen alet, pres.
    * Belirli ruhî etkinlik ve süreçleri, kişinin isteği dışında bilinçaltına itmesi veya bu itilenlerin bilince çıkmasını
    önleme durumu.
    * Karşıtakım oyuncusunun hareketini ve sonuç almasınıengellemek amacıyla uygulanan yakın savunma
    durumu.
    baskıaltında tutmak * özgürlüğünü engellemek, kısıtlamak.
    baskı grubu * Bir işin yapılmasında, gerçekleştirilmesinde veya tamamlanmasında baskı oluşturan güç.
    baskıkalı bı * Kitap kaplarına süslemeler basmak için kullanılan kalıp.
    baskıresim * Gravür tekniği ile yapılan resim, kazıma resim.
    baskıyapmak * bir kimseyi bir işi yapmaya zorlamak, zor kullanmak.
    baskıcı * İşlenecek kumaşlar üzerine kalıplara resim basan kimse.
    * Matbaacılıkta baskı işlerini yapan kimse.
    * Kısıtlayıcı.
    baskıcılık * Baskıcının işi.
    baskıda kalmak * yağmur yağdıktan sonra toprağın üst kısmısertleşerek tohumlar fidelenip toprak üstüne çıkmak.
    baskılı * Baskısı olan.
    baskılık * Bir masadaki kâğıtların uçmaması için üzerlerine konulan özel biçimdeki ağırlık.
    baskın * Suç işlediği veya suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın girme.
    * Kısa süreli, beklenmedik saldırı.
    * (sertlik, zorluk bakımından) Üstün.
    baskın basanındır * düşmanı gafil avlayıp saldıran taraf savaşıkazanır.
    baskın çıkmak (veya gelmek) * (karşılaştırma konusu olan kimseyi) geçmek, üstünlüğünü göstermek.
    baskın vermek * anî ve habersiz girmek, saldırıda bulunmak.
    baskın yapmak * suç işlendiği veya suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın girmek.
    * düşmana ansızın saldırmak.
    * ansızın konuk gelmek.
    baskına uğramak * düşmanın beklenmedik bir saldırısıyla karşılaşmak.
    * bir yerde suç üstü yakalanmak.
    * beklenmedik bir zamanda konuklar gelmek.
    baskıncı * Baskın yapan kimse.
    baskısız * Hak ve özgürlükleri kısıtlanmamış.
    * Disiplinsiz.
    * Terbiyesiz, ahlâksız.
    baskısız büyümek * serbest bir eğitimle yetişmek.
    basklârnet * Kalın sesli klârnet.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 18

    banyolu * İçinde banyo bölümü olan.
    * Banyodan henüz çıkmış bir kimsenin durumu.
    banyosuz * Banyosu olmayan.
    baobap * Ebegümecigillerden, sıcak ülkelerde yetişen, çok yüksek olmamakla birlikte, gövdesinin çevresi 20 m yi
    aşabilen bir ağaç (Adansonia digitata).
    bap * Kapı.
    * (kitaplarda) Bölüm, başlık.
    * Konu, husus.
    * Arap gramerinde mastar çeşitlerinden her biri.
    bar * Anadolu’nun doğu ve kuzey bölgesinde, en çok Artvin ve Erzurum yörelerinde el ele tutuşularak oynanan,
    ağır ritmli bir halk oyunu.
    bar * Danslı, içkili eğlence yeri.
    * Ayaküstü içki içilen meyhane.
    * Bir salonda içki içmek için hazırlanmışköşe.
    bar * Hava basıncı birimi.
    bar * Cam kaplarda oluşan pas.
    bar * Halterde kaldırılması gereken alet.
    bar ateşi * Yoğun yaylım ateşi.
    bar bağlamak * kir bağlamak, paslanmak.
    bar bar * Bağırmak fiili ile kullanılarak bağırışın öfkeli ve yüksek sesle olduğunu anlatır.
    * Apaçık görünmek, ortada olmak.
    bar havası * Bar oyunlarında tek veya toplu olarak söylenen ezgi.
    bar tutmak * bar oynamak için hazırlanmak ve oyuna başlamak.
    baraj * Suyu toplamak, gücünden yararlanmak amacıyla akarsu üzerinde yapılan bent, büğet.
    * Herhangi bir alanda başarıyıtespit etmek için gerekli olan şart.
    * Futbol veya hentbolda serbest atışıyapacak oyuncunun önünde karşıtakım oyuncularının yanyana dizilip
    oluşturduklarıduvar.
    baraj ateşi * Yoğun yaylım ateşi.
    baraj mesafesi * Serbest atışsırasında, atışnoktasından kaleye doğru ve oluşturulan baraja kadar belirlenen nizamî ara
    açıklığı.
    baraj yapmak (veya kurmak) * (futbol veya hentbolda kaleye yapılan vuruşlarıönlemek için) oyuncular kale önünü kapatacak biçimde
    sıralanmak, duvar yapmak.
    barajıaşmak * herhangi bir sebeple konulmuşolan şartıyerine getirip başarı sağlamak.
    barak * Tüylü, kıllıçuha, kebe.
    * Bir cins tüylü av köpeği.
    baraka * Tahta, çinko gibi hafif şeylerden yapılmış, temelsiz eğreti yapı.
    barakacık * Küçük baraka.
    baran * Yağmur.
    barata * Osmanlısarayında genel olarak bostancıların, baltacıve kapıcıların giydikleri, kırmızıçuhadan yapılmış,
    ucu kıvrık, uzunca başlık.
    * Bilim doktorlarının ve kardinallerin giydikleri dört köşe külâh veya başlık.
    baratarya * Kaptanın, tayfaların, gemi sahibine, armatöre veya sigorta ortaklığına bilerek verdikleri zarar.
    barba * İhtiyar Rum meyhanecilerine seslenmek için kullanılır.
    barbakan * Kale duvarlarında düşmana ok atmak için açılmışdelik.
    barbar * Uygarlaşmamış.
    * Uygarlaşmamışkavim, topluluk.
    * Kaba ve kırıcı.
    * Kaba saba, ilkel.
    barbarca * Barbara yakışan bir biçimde.
    * Kaba ve kırıcı bir davranışla.
    barbarizm * Bir sözün fonetik veya morfolojik yapısında yapılan büyük yanlışlık.
    barbarlaşma * Barbarlaşmak işi.
    barbarlaşmak * Barbar gibi davranmak.
    barbarlık * Barbar olma durumu.
    barbaşı * Bar oyunlarında sıranın sağbaşında yer alan ve oyunun düzenini sağlayan kimse.
    barbata * Kalelerde mazgal ve mazgal siperlerinin oluşturduğu girintili çıkıntılıdışduvarların üst bölümü, kale
    korkuluğu.
    barbekü * Özellikle balkonlarda ızgara et pişirmekte kullanılan ve duvar içerisine gömülmüşocak.
    barbunya * Barbunyagillerden, kırmızıpullu, beyaz etli, kemikli bir balık (Mullus barbahıs).
    * Taneleri yuvarlak, oval veya yassı, kırmızı benekli, bir tür fasulye.
    barbunyagiller * Dikenli yüzgeçliler alt takımına giren, vücutları iri pullarla kaplı, barbunya ve tekir türleri iyi bilinen bir
    familya.
    barbut * Zarla oynanan bir çeşit kumar.
    barcı * Bar işleten kimse.
    barcılık * Barcı olma durumu.
    * Barcının işi veya mesleği.
    barça * Orta Çağda kullanılan kürekli ve yelkenli taşıma gemisi.
    * Kalyon türünden küçük savaşgemisi.
    barçak * Kılıç kabzasının siperi.
    barda * Dam ustalarının kullandığı, başının bir ucu çember parçası biçiminde eğri, öbür ucu keskin çekiç.
    * Fıçıcıkeseri.
    bardacık * Bir tür küçük ve tatlıyaşincir.
    bardacık eriği * Bardak eriği.
    bardağıtaşıran damla * sabır tüketen aşırıdavranışveya durum.
    bardağıtaşırmak * sabrınıtüketmek.
    bardak * Su ve benzeri şeyleri içmek için kullanılan, genellikle camdan yapılan kap.
    * Bir bardağın alacağımiktar.
    * (bazı bölgelerde) Toprak testi.
    bardak eriği * İri ve tatlı bir tür erik.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 19

    bardakaltı * Bardağın konulduğu yeri kirletmemesi için kullanılan, genellikle örgü, kâğıt veya plâstik örtü.
    * Yemek öncesi yenilen bardak altı büyüklüğünde bir tür lâhmacun.
    bardakçı * Bardak veya çömlek yapan veya satan kimse.
    bardaktan boşanırcasına yağmak * (yağmur) çok şiddetli yağmak.
    bardan * Çok beyaz.
    bardan * Yük taşımak için kullanılan çanta veya çuval.
    bardan bardan * Beyaz beyaz.
    bardo * Aygır ile dişi eşek çiftleşmesinden üretilen her yaştaki hayvan.
    barem * Devlet memurlarının maaşlarının derece ve tutarlarını düzenleyen sistem ve çizelge.
    baret * İşçilerin başlarına giydikleri, metal veya plâstikten yapılmışşapka.
    baret * Küçük takke, papaz takkesi.
    * Bir tür süs iğnesi.
    barfiks * Çeşitli beden hareketleri yapmaya elverişli yükseklikte, iki ayak üzerine tutturulmuşçubuklu jimnastik aracı.
    bargâh * İçine izinle girilen yer, otağ, yüksek divan.
    bargam * Levreğe benzer bir balık.
    barhana * Kafile, küçük kervan, göç.
    * Göç eşyası, ev eşyası.
    barı * Bahçe duvarı, çit.
    barınak * Barınılacak yer, melce.
    barındırma * Barındırmak işi.
    barındırmak * Barınmasını sağlamak.
    barınma * Barınmak işi.
    barınmak * Doğa etkilerinden korunmak için kapalı bir yere sığınmak.
    * Yerleşmek, yaşamak için uygun şartlar bularak oturmak.
    * Çevresiyle uyumlu, dirlik içinde yaşamak.
    * (soyut kavramlar için) Bir yerde etkili olmak, gelişecek ortamı bulmak.
    barış * Barışmak işi.
    * Savaşın bittiğinin bir antlaşmayla belirtilmesinden sonraki durum, sulh.
    * Böyle bir antlaşmadan sonra insanlık tarihindeki süreç.
    * Uyum, karşılıklıanlayışve hoşgörü ile oluşturulan ortam.
    barışgörüşolmak * her türlü dargınlığıunutarak barışmak.
    barışyapmak * barışantlaşmasını imzalamak.
    barışçı * Barışıseven, barışsever, sulhçu, sulhsever, sulhperver.
    * Barışıamaçlayan, barışıöngören.
    barışçıl * Bkz. barışçı.
    barışçılık * Barışçı olma durumu, kavga etmeme eğilimi.
    barışık * Başkası ile barışdurumunda bulunan, dargın veya düşman olmayan, sevecen, hoşgörülü.
    barışık olmak * sevecen ve hoşgörülü davranmak.
    barışıklık * Barışık olma durumu.
    barışma * Barışmak durumu, uzlaşma, anlaşma.
    barışmak * İki taraf, aralarındaki dargınlığıkaldırmak, uzlaşmak, anlaşmak.
    * Sevmek, zevk almak.
    barışsever * Barışçı, barışçıl, sulhçu, sulhsever, sulhperver.
    barışseverlik * Barışsever olma durumu.
    barıştırma * Barıştırmak işi.
    barıştırmak * Barışmalarını sağlamak, ara bulmak.
    bari * Hiç olmazsa, hiç değilse, o hâlde, öyle ise.
    * Keşke.
    barikat * Bir yolu veya geçidi kapamak için her türlü araçtan yararlanılarak yapılan engel.
    barikat kurmak * engel oluşturmak.
    barikat yapmak * çeşitli araçlarla bir engel oluşturmak.
    barikatlama * Barikatlamak işi.
    barikatlamak * Barikat ile çevirmek, barikat yapmak.
    barisfer * Bkz. ağır küre.
    barit * Baryum oksit (BaO) veya baryum hidroksit Ba(OH)2.
    baritin * Doğal baryum sülfat (BaSO4).
    baritli * İçinde barit bulunduran.
    baritli yıkama * Kalınbağırsağın ve rektumun radyolojik işlemde baryum sülfatla doldurulmasıve yıkanması.
    bariton * Tenor ve bas arasındaki erkek sesi.
    * Basso ile alto arasında ses veren, pistonlu bir tür ağız çalgısı.
    bariyer * Hemzemin geçitlerde kara yolu güvenliğini sağlamak için kullanılan açılır kapanır engel.
    * Kara yollarının kenarlarına yapılan korkuluk, engel.
    * Herhangi bir yolu kapamak için yapılan engel.
    * Engelli at yarışlarında üzerinden atlanması gereken yapay engel.
    bariz * Açık, göze çarpan, belirgin.
    barizleşme * Barizleşmek işi.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 20

    barizleşmek * Bariz duruma gelmek.
    bark * Bkz. ev bark.
    barka * Büyük sandal.
    barkarol * Venedik gondolcülerinin söz ve müziği önceden yazılmadan, içlerinden geldiği gibi söyledikleri şarkı.
    * Ritmi üç zamanlımüzik eseri.
    barklanma * Barklanmak işi veya durumu.
    barklanmak * Ev sahibi olmak; evlenmek.
    barkot * Çizgi im.
    barlam * Bkz. barlam.
    barmen * Bar tezgâhtarı.
    barmenlik * Bar tezgâhtarlığı.
    baro * Bir şehir veya bir bölge avukatlarının bağlı olduklarımeslek kuruluşu.
    baro başkanı * Baro genel kurulunca en az on beşyıllık kıdemi olan avukatlar arasından seçilen ve baroyu temsil eden
    baro üyesi.
    barograf * Bir hava taşıtının uçarken izlediği yolun yüksekliklerini çizgi hâlinde göstermeye veya işaretlemeye yarayan
    alet, yükseklikölçer.
    barok * M.S 1600 ile 1750 yıllarıarasındaki klâsik sanatı izleyen resim, mimarlık üslûbu.
    * Batıedebiyatlarında dengeden çok harekete, düşünceden çok duyuma, biçimlerin serbestçe
    yaratılmasından duyulan coşkuya önem veren, abartmalı, etkileyici, çelişkiden çekinmeyen edebiyat akımı.
    barok müzik * Çalgılar arasında veya çalgılarla sesler arasında karşıtlıklar kuran XVl-XVlll. yüzyıllar arasındaki müzik
    reformunu oluşturan müzik.
    barokçu * Barokçuluk yanlısı olan kimse.
    barokçuluk * Barok sanat ve edebiyat görüşve ilkelerini benimseyen akım.
    barometre * Basınçölçer.
    * Gösterge.
    baron * Batıülkelerinde vikont ile şövalye arasında soyluluk unvanı.
    baronluk * Baron olma durumu veya baronun görevi.
    baroskop * Havanın içinde bulunduğu cisimlerin ağırlığıüzerine yaptığıhafifletici etkiyi gösteren ve havası
    boşaltılabilen bir fanus içinde terazisi bulunan fizik cihazı.
    barparalel * Düşey direkler üzerine paralel olarak tutturulmuşiki tahta çubuktan oluşmuşjimnastik aracı.
    barsak * Bağırsak.
    barsam * Yüzgeçleri dikenli ve zehirli bir çeşit çarpan balığı(Trachinus vipera).
    barsama * Güzel kokulu yapraklarıyemeklere konulan, nane ve yaban kekiğinin ortak adı.
    barudî * Koyu gri renkte olan.
    barut * Ateşli silâhla bir merminin atılmasına veya herhangi bir aracın fırlatılmasına yarayan, patlayıcı, katımadde.
    barut esmeri * Koyu esmer renkte olan (kimse).
    barut fıçısı * Barut koymaya, doldurmaya ve muhafaza etmeye yarayan kutu, fıçı.
    barut fıçısı gibi * çok kızgın, sinirli ve kinle dolu kimse.
    * her an olay çıkacak yer veya kavgaya yol açacak durum.
    barut gibi * öfkeli, huysuz, sert, aksi (kimse).
    * pek ekşi veya acı.
    barut hakkı * Mermiyi istenilen uzaklığa atabilmek için gerekli barut gazı basıncını sağlamaya yetecek miktarda barut.
    barut kesilmek (veya olmak) * çok öfkelenmek.
    barut kokusu gelmek * savaştehlikesi sezilmek.
    barut rengi * Koyu giri.
    barutçu * Barut yapan kimse.
    barutçuluk * Barut yapma veya alıp satma işi.
    baruthane * Barut yapılan veya saklanan yer.
    barutla oynamak * tehlikeli işlerle uğraşmak.
    barutluk * Barut saklanan kap veya yer.
    baryum * Atom sayısı56, yoğunluğu 3.78 olan, doğada en çok baryum sülfat ve baryum karbonat olarak bulunan,
    havada çabuk oksitlenen, gümüşrenginde, katıve basit bir element. Kısaltması ba.
    baryum karbonat * Karbondioksidin, barit üzerine etkisiyle elde edilen beyaz bir katı.
    baryum sülfat * Baritin.
    bas * En kalın erkek sesi.
    * Sesi böyle olan sanatçı.
    * En kalın sesli orkestra çalgısı.
    bas (veya bas git) * çekil, yürü, git, defol!.
    bas bariton * Basın çıkamadığı ince tonlara çıkabilen, buna rağmen basın indiği kalın ve tok tonlara inemeyen sesi olan
    sanatçı.
    bas bas * Bağırmak fiili ile kullanılarak bağırışın yüksek sesle olduğunu anlatır.
    bas tutmak * ince sesli çalgılara tek perdeden eşlik etmek.
    basak * Merdiven.
    basaklı * Merdiveni olan.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 13

    balçık hurması * Sandıklara basılarak kurutulan hurma (veya kuru incir).
    balçık inciri * Kurutulmuşincir, balçık hurması.
    balçıklı * Balçığı olan.
    baldır * Bacağın dizden ayak bileğine kadar olan bölümü, incik.
    * Bu bölümün yumuşak ve şişkin olan arka tarafı.
    baldır bacak * Açık saçık görülen kadın bacağı.
    baldır kemiği * Baldırda bulunan iki kemikten ince olanı.
    baldırak * Don ve pantolon gibi giysilerin dizden aşağı olan bölümü.
    * Kılıç kayışının aşağıuzanan parçası.
    baldıran * Maydanozgillerden, nemli yerlerde yetişen zehirli bitkilerin ortak adı, ağu otu. (Conium maculatum).
    * Bu bitkiden çıkarılan zehir.
    baldıran şerbeti * Acıçekerek, yüz suyu dökerek elde edilen kazanç.
    baldıranlık * Çok baldıran yetişen yer.
    baldırgan * Baldıran.
    * Şeytan otu, şeytan tersi otu (Ferula assa-foetida).
    baldırıçıplak * Ayak takımından, işsiz, serseri.
    baldırıkara * Nemli yerlerde yetişen birçok eğrelti otu türünün ortak adı, karabaldır.
    baldırpatlatan * Güreşte hasmın bir ayağınıtutarak diz kapağına kadar büküp üzerine yüklenme oyunu.
    baldırsokan * Çift kanatlıların, sinekgiller familyasından, karasineğe çok benzeyen, kan emen, hastalık bulaştıran, hayvan
    sağlığıyönünden zararlı bir sinek türü (Stomaxys calcitrans).
    baldız * Erkeğe göre karısının kız kardeşi.
    baldo * İri ve dolgun taneli, pilâvlık pirinç.
    bale * Belli hafif figürlere, adım atışlara, çoğunlukla sahne düzenine ve müziğe dayalı gösteri türü.
    * Bu tür gösteri yapan sanatçıtopluluğu.
    balerin * Bale yapan kız veya kadın sanatçı.
    balerinlik * Asıl mesleği balerin olan kimse.
    balet * Bale yapan erkek sanatçı.
    balgam * Solunum organlarının salgıladığı, ağızdan dışarıatılan sümüksü madde.
    balgam atmak * yapılmakta olan bir işveya bir konu üzerine kuşku uyandıracak bir söz söylemek.
    balgam taşı * Damarlıve yarısaydam bir tür Kadıköy taşı, Hacı bektaştaşı, mühresenk.
    balgamlı * Balgamı olan.
    balgümeci * Bal peteğini andıran bir tür dikiş büzgüsü.
    balhane * Bal süzme ve paketleme işlemlerinin yapıldığıyer.
    balığa çıkmak * balık avlamaya gitmek.
    balık * Omurgalılardan, suda yaşayan, solungaçla nefes alan ve yumurtadan üreyen hayvanların genel adı.
    balık * Zodyak üzerinde, Kova ile Koç burçlarıarasında yer alan burcun adı. Zodyak.
    balık adam * Deniz dibine inilebilecek donanımla su altında çalışmayı işedinen kimse, dalgıç, kurbağa adam.
    balık baştan kokar * bir işte aksaklığın başta olanlardan başladığınıanlatır.
    balık bilimci * Balıklar sınıfını inceleyen bilim adamı.
    balık bilimi * Su ürünleri araştırmalarında özellikle balıklar sınıfını inceleyen bilim.
    balık çorbası * Beyaz etli balıklardan yapılan bir tür çorba.
    * Suda pişirilip kılçıklarıayıklanmış, incecik kıyılmış balık ile soğan, yağ, havuç, patetes ve domatesten
    hazırlanan bir çorba türü.
    balık eti * Omurgalılardan, suda yaşayan hayvanların yumuşak ve açık renkli eti.
    balık etinde * Ne şişman, ne zayıf olan, biçimli tombul.
    balık istifi * Çok sıkışık olarak bir yere dolmuş(insanlar).
    balık kartalı * Kartallardan, su kıyılarında yaşayan, balıkla beslenen, beyaz, kahverengi çizgili, yırtıcıkuş(Pandion
    haliaetus).
    balık kavağa çıkınca * hiçbir zaman olmayacak işler için söylenir.
    balık otu * Cava ve Malabar’da yetişen, zehirli meyvesiyle balıklarısersemleterek avlamaya yarayan bir bitki
    (Anamirta).
    balık pazarı * Balıkçıların avladığı balıkların günlük ve taze olarak satışa sunulduğu yer, ticarî merkez.
    balık sütü * Yumurtlama sırasında erkek balıkların çıkardığı beyaz madde.
    balık tabağı * Balık koymaya yarayan kap.
    * Yayvan servis tabağı.
    balık tutkalı * Balık endüstrisi artıklarından üretilen, yavaşkuruyan, fakat bağlama gücü yüksek yapıştırıcı.
    balık tutmak * balığı avlamak.
    balık unu * Kurutulmuş balıktan özel işlemlerle elde edilen un.
    balık yağı * İri balık ve deniz hayvanlarının sanayide kullanılan yağı.
    * Morina balığının karaciğerinden çıkarılan ve hekimlikte zayıflığa karşıkullanılan iyotlu, vitaminli yağ.
    balık yemi * Balık avlamada oltanın ucuna takılan genellikle yiyecek türü madde.
    balık yumurtası * Balıkların daha çok sığyerlere bıraktıkları, üremelerini sağlayan yumurta.
    * Çoğunlukla mersin balığının, eritilmiş bal mumuna batırılarak hazırlanan yumurtası, havyar.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 14

    balıkçı * Balık tutan veya satan kimse.
    * Balıkçılara özgü.
    balıkçıdüğümü * İşleme başlangıcında yapılan ve sonra kolayca çözülerek işin tersine de tutturulan düğüm şekli.
    balıkçıkazağı * Balıkçıların soğuk ve nemli havalarda giydiği boğazlıve yünlü kalın kazak.
    balıkçıyaka * Kazaklarda boynu saran ve katlanabilen yaka, boğazlık.
    balıkçıl * Balıkla beslenen, balık yiyen.
    * Uzun bacaklılardan, boynu ve gagasıuzun, su kıyılarında yaşayan, balık yiyerek beslenen büyük bir kuş
    (Ardea cinerea).
    balıkçılgiller * Leyleksiler takımının balıkçıllar alt takımına giren bir familya.
    balıkçılık * Balık tutma, avlama işi.
    * Balık üretme, balıktan yararlanma ve satma işi.
    balıkçıllar * Çoğunlukla uzun bacaklı, uzun gagalı balıkçıl cinsinden kuşlar familyası.
    balıkçın * Perde ayaklılardan, uzunca gagalı, uzun ve çatal kuyruklu, deniz kıyılarında yaşayan bir kuş cinsi, deniz
    kırlangıcı(Sterna hirundo).
    balıkgözü * Ayakkabıların bağgeçirilen deliklerine ve kemer deliklerine takılan maden, kemik gibi şeylerden yapılmış
    halka.
    balıkgözü objektif * Normal objektiflerden çok daha genişaçıyıalan ve görüntüyü dış bükey ayna görüntüsü biçiminde veren
    objektif türü.
    balıkhane * Balıkların toptan satışa çıkarıldığı, soğuk hava deposu olan yer.
    balıklama * (suya dalmada, atlamada) Balık gibi gergin, düz ve başaşağı bir biçimde.
    * Bir işe, bir duruma, bir harekete sonucunun ne olacağınıdüşünmeden girişerek.
    balıklamak * Balıklama tarzısuya atlamak.
    balıklandırma * Balıklandırmak işi.
    balıklandırmak * Balık ile doldurmak, süslemek.
    balıklava * Deniz, göl ve ırmaklarda balık yatağı olan yer.
    balıklı * Balığı olan.
    balıknefesi * Balinagillerin başından çıkarılan ve kozmetik maddeler ve süslü mumlar yapımında kullanılan bir yağ.
    balıksırtı * Balık kılçığı biçiminde birbirine paralel ve çapraz çizgili kumaşdeseni.
    * Yollarda suların ortada toplanmayarak iki yana akması için yapılan şişkinlik.
    balıksız * Balığı olmayan.
    baliğ * Döl verme çağına eren, buluğçağına ermişolan.
    baliğolmak * bulmak, erişmek.
    * erinlik çağına ermek, erinleşmek, buluğa ermek, akıl baliğolmak.
    balina * Balinalardan, uzunluğu 20 m, ağırlığı200 ton olan, yağıve çubukları için avlanan memeli hayvan, kadırga
    balığı, falyanos (Balaena mistycetus).
    * Giysilerin dik ve düzgün durması için bazıyerlerine özellikle yakalarına konulan sert, esnek, yassı, dar,
    uzun çubuk.
    balina çubuğu * Balinanın ağzına aldığısuyu dışarıya süzüp içindeki deniz hayvanlarınıtutmasına yarayan ve üst çenesinin
    iki yanında tarak dişleri gibi sıralanmış, boynuz dokusunda, esnek kemiksi bölümlerin adı.
    balina yağı * İspermeçet balinasının kafa sinüslerinde bulunan yağ.
    balinalar * Örnek hayvanı balina olan, kutup denizlerinde yaşayan memeli hayvanlar familyası.
    balinalı * Balina takılmışolan, balina geçirilmişolan (giysi).
    balistik * Ateşli silâhlarda barut gazının basıncı ile fırlayıp hedefe varıncaya kadar merminin havadaki hareketini
    inceleyen bilim.
    balkan * Sarp ve ormanlık sıra dağlar.
    Balkanlar * Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Slovenya, Arnavutluk, Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan,
    Romanya, Yunanistan ve Trakya’yı içine alan bölge.
    Balkanlı * Balkan devletlerinden olan, Balkanlarla ilgili.
    Balkanlılık * Balkanlı olma durumu.
    Balkanolog * Balkanoloji uzmanı.
    Balkanoloji * Balkan uluslarının dili, tarihi ve kültürü ile uğraşan bilim dalı.
    Balkar * Bkz. Malkar.
    Balkarca * Bkz. Malkarca.
    balkı * Güzel süslü, parlak.
    * Ağrı, sancı.
    balkıma * Balkımak işi.
    balkımak * Parlamak, parıldamak.
    * Şimşek çakmak.
    * Su halkalanmak, dalgalanmak.
    * Kesik kesik ağrımak, sancımak.
    balkır * Parıltı.
    * Şimşek.
    balkon * Bir yapının genellikle üst katlarında dışarıya doğru çıkmış, çevresi duvar veya parmaklıkla çevrili bölümü.
    * Tiyatro ve sinema gibi büyük salonlarda asma kat.
    balkonumsu * Balkona benzer.
    balköpüğü * Açık sarırenk.
    ballandıra ballandıra * Ballandırarak.
    ballandırma * Ballandırmak işi.
    ballandırmak * İmrendirecek biçimde övmek.
    ballanma * Ballanmak işi.
    ballanmak * Bal bulaşmak, bal sürülmek.
    * Tatlılaşmak, tatlanmak, olgunlaşmak.
    ballı * İçinde bal bulunan.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 15

    ballı börek * Çok lezzetli.
    ballı börekli olmak * çok iyi anlaşmak.
    ballıpasta * Bal ile yapılmışveya içine bal konmuşpasta.
    ballı baba * Ballı babagillerden, beyaz çiçekli ve çok yıllık otsu bir bitki (Lamiumalbum).
    ballı babagiller * Nane, lâvanta çiçeği, kekik gibi kokulu bitkileri içine alan ve iki çenekli bitişik taç yapraklılardan oluşan bir
    familya.
    ballıdarı * İncir.
    ballık * Bal konulan kap.
    * Bağlarda görülen külleme hastalığı.
    * Ballı baba.
    ballıklı * Ballık hastalığı olan.
    balo * Danslıve resmî giyimli gece toplantısı.
    balo vermek * baloyu hazırlamak, düzenlemek.
    balon * Isıtılmışhava veya havadan daha hafif bir gazla doldurulan, atmosferde uçabilen, küre biçiminde araç.
    * Hava veya gazla doldurulmuş, kauçuktan yapılan çocuk oyuncağı.
    * Karnıyuvarlak ve şişkin, boynu dar cam kap.
    balon lâstik * Bisikletlerde kullanılan bir lâstik türü.
    balon uçurmak * ilgililerin ne diyeceklerini ve nasıl davranacaklarınıanlamak amacıyla aslı olmayan bir haber yaymak.
    baloncu * Balon satan kimse.
    baloncuk * Küçük balon.
    balonculuk * Balon yapmak veya satmak işi.
    balonvari * Balona benzer, balon gibi.
    balotaj * Bir seçimde adaylardan hiçbirinin, gerekli oyu sağlayamamasıdolayısıyla seçimin sonuçsuz kalması.
    baloz * Gemici, işçi gibi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili, danslıyer.
    balsam * Bazıağaçlardan elde edilen, parfüm ve ilâçların yapımında kullanılan reçine, belsem.
    balsamlı * Balsam içeren, antiseptik ve besleyici özelliği olan (ilâç, merhem vb.).
    balsıra * Yaprakların üzerinde oluşan bir tür küf.
    * Bir tür kudret helvası.
    balta * Kesmek, yarmak, yontmak gibi işlerde kullanılan ağaç saplı, demir araç.
    balta değmemiş(girmemişveya görmemiş) * içinden hiç ağaç kesilmemiş, sık ve gür (orman, koru).
    balta olmak * direnerek bir şey istemek, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, asılmak, musallat olmak.
    balta vurmak * balta ile kesmek, parçalamak.
    baltabaş * Baş bodoslaması omurga hattına dikey olarak çelik lâmadan yapılmış(gemi).
    baltacı * Balta yapan veya satan kimse.
    * Odun kırıcı.
    * Yangın söndürme kuruluşlarında balta kullanan er.
    * Önceleri sefer sırasında çalılık ve ormanlık yerleri temizlemek, yol açmak, çadırlarıkurup kaldırmak,
    yükleri bindirip indirmekle; sonralarıkızlar ağasına bağlı olarak sarayıkorumak ve sarayın dışhizmetlerini yapmakla
    görevli kimse.
    baltacık * Küçük el baltası.
    * Değirmen taşının ortasında bulunan haç biçimindeki alet.
    baltadan kurtulmak * kesilmemek.
    baltalama * Baltalamak işi, sabotaj.
    * Bilinçli ve kasıtlı olarak, bir işi veya bir durumu bozarak zarara yol açan harekette bulunma, sabote etme.
    baltalamak * Balta ile kesmek.
    * Bir işi, bilinçli ve kasıtlı olarak bozacak veya yıkacak davranışta bulunmak, sabote etmek.
    baltalayıcı * Baltalama hareketini yapan kimse.
    baltalayıcılık * Baltalama işini yapan kimse.
    baltalı * Baltası olan.
    * Yollarıaçma ve düzenlemede balta ile donatılmışasker sınıfı.
    baltalık * Sık sık kesimi yapılan orman.
    * Bir köyün odun ihtiyacını sağlamasına izin verilen koruluk veya orman bölgesi.
    baltasıkütükten çıkmak * bir engelden, bir sıkıntıdan kurtulmak.
    baltayıtaşa vurmak * farkında olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kırmak.
    Baltık * Baltık denizine kıyısı olan ülkeler ve bu ülkelerin halkı.
    Baltık dilleri * Baltık ülkelerinde konuşulan Hint-Avrupa dil grubu.
    baltrap * Atıcılıkta hedef vazifesi gören plâkalarıhavaya fırlatan yaylıalet.
    balya * Çember ve demir tellerle bağlanmışticaret eşyası.
    balya makinesi * Değişik tarım ürünlerini ip ya da çember ile balyalama veya denkleme işini yapan alet.
    balya yapmak * balyalamak.
    balyalama * Balyalamak işi.
    balyalamak * Balya yapmak, denk yapmak.
    balyalanma * Balyalanmak işi.
    balyalanmak * Balyalamak işi yapılmak.
    balyemez * Eskiden kara ve deniz savaşlarında kullanılan, orta çapta, uzun menzilli tunçtan top.
    balyos * Osmanlıİmparatorluğu döneminde Frenk ve özellikle Venedik elçilerine verilen ad.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 16

    balyoz * Taşlarıkırmak, kazık çakmak gibi işlerde kullanılan, çok iri ve ağır çekiç, varyos.
    balyoz gibi * çok ağır, ezici (kol veya yumruk).
    balyozlama * Balyozlamak işi.
    balyozlamak * Balyozla vurmak, balyozla dövmek.
    balyozlanma * Balyozlanmak işi veya durumu.
    balyozlanmak * Balyoz ile dövülmek.
    bam teli * Bazısazlarda kalın ses veren tel veya kiriş.
    * Sakalın, alt dudağın hemen altındaki bölümü.
    bam teline basmak (veya dokunmak) * en çok kızacağışeyi yapmak veya sözü söylemek.
    bambaşka * Büsbütün başka, apayrı, değişik, farklı.
    bambaşkalık * Bambaşka olma durumu.
    bambu * Buğdaygillerden, sıcak ülkelerde yetişen, boyu 25 m kadar olabilen, mobilya, merdiven, baston gibi birçok
    eşyanın yapımında kullanılan bir tür kamış, Hint kamışı, hezaren (Bambusa vulgaris).
    * Bu kamıştan yapılmışolan.
    bambul * Kurtçuk evresinde ekinlerin kökünü, ergin evrede başaklarıkemiren, kahverengi, kın kanatlı böcek
    (Anisoplia austriaca).
    bambul otu * Sıcak ve ılıman bölgelerde yetişen otsu veya çalıtürü bir bitki (Heliotropium).
    bamya * Ebegümecigillerden bir bitki (Hibiscus esculentus).
    * Bu bitkinin hem taze, hem kurutularak yenilen ürünü.
    bamya tarlası * Mezarlık.
    ban * Osmanlıİmparatorluğu döneminde Macaristan ve Hırvatistan’da sancak beylerine ve küçük prenslere
    verilen unvan.
    ban ağacı * Asya’nın tropik bölgelerinde ve Afrika’nın kuzeyinde yetişen, yapraklarıtelek damarlı, çiçekleri salkım
    durumunda, meyvesinden kokusuz bir yağelde edilen ağaç (Moringa oleifera).
    * Sepetçi söğüdü, sorgun.
    ban otu * Asya, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın sıcak bölgelerinde yetişen zehirli ve otsu bir bitki (Hyoscyamus).
    ban yağı * Hint yağı.
    bana * Ben zamirinin yönelme hâli ekli biçimi.
    bana bak! * “beni dinle” anlamında teklifsiz bir seslenme ve gözdağısözü.
    bana da … demesinler * bir işin kesinlikle yapılacağını belirtmek için söylenir.
    bana dokunmayan (veya beni sokmayan) yılan bin yaşasın * birçok kimseler, kendilerine kötülüğü dokunmayan kişiye dokunmak istemezler.
    bana mısın dememek * hiçbir şey etkili olmamak, aldırışetmemek.
    banak * Ekmek parçası, lokma.
    banal * Herkesin kullandığı, herkesin anladığı.
    * Bayağı, sıradan.
    banallik * Banal olma durumu.
    banço * Amerika zencilerinin çaldığı gitar biçiminde, madenî gövdesi olan beşveya daha çok teli olan bir müzik
    aleti.
    bançolaşma * Bançolaşmak durumu.
    bançolaşmak * Banço durumuna gelmek.
    banda almak * bir sesi, ses cihazı ile bant üzerine kaydetmek.
    bandaj * Sargı ile sarma.
    * Bağ, sargı.
    bandajlama * Bandajlamak işi.
    bandajlamak * Sargı ile sarmak.
    bandajlatma * Bandajlatmak işi.
    bandajlatmak * Sargı ile sardırmak, bandaj yaptırmak.
    bandıra * Geminin hangi devlete ait olduğunu gösteren bayrak.
    * Yabancıdevlet bayrağı.
    bandıralı * Bandırası olan.
    bandırma * Bandırmak işi.
    * İpe dizilmiş ceviz, badem ve benzerlerinin, nişasta ile kaynatılmışüzüm suyuna veya başka bir tatlıya
    batırılmasıyla yapılan sucuk.
    * Kurutulacak üzümün güneşe serilmeden önce içine batırıldığıpotaslısuyun konulduğu kap.
    bandırmak * Banmak.
    * Çabuk kurumasıve renginin parlak sarı olması için üzüm salkımlarınıveya inciri küllü veya potaslıılık suya
    daldırıp çıkarmak.
    bando * Türlü üfleme ve vurgulu çalgılardan oluşan ve daha çok geçit törenlerinde kullanılan mızıkacılar topluluğu
    veya takımı, mızıka.
    bandocu * Bandoda görevi olan kimse, mızıkacı.
    bandoculuk * Bandocu olma işi veya durumu.
    bandrol * Paket veya şişelerin ağızlarına konulan şerit veya etiket.
    * Devletçe verginin kesildiğini gösteren etiket.
    * Bayrak direğinin tepesine süs olarak konulan uzun, kumaşşerit.
    bandrollü * Bandrolü bulunan.
    bangır bangır * Yüksek sesle, gürültüyle.
    bangır bangır ağlamak * yüksek sesle, hıçrıkarak ağlamak.
    bangır bangır bağırmak * yüksek sesle, avazıçıktığıkadar bağırmak.
    bangırdama * Bangırdamak işi.
    bangırdamak * Öfkelenerek yüksek sesle bağırıp çağırmak, bangır bangır bağırmak.