bardakaltı | * Bardağın konulduğu yeri kirletmemesi için kullanılan, genellikle örgü, kâğıt veya plâstik örtü. * Yemek öncesi yenilen bardak altı büyüklüğünde bir tür lâhmacun. |
bardakçı | * Bardak veya çömlek yapan veya satan kimse. |
bardaktan boşanırcasına yağmak | * (yağmur) çok şiddetli yağmak. |
bardan | * Çok beyaz. |
bardan | * Yük taşımak için kullanılan çanta veya çuval. |
bardan bardan | * Beyaz beyaz. |
bardo | * Aygır ile dişi eşek çiftleşmesinden üretilen her yaştaki hayvan. |
barem | * Devlet memurlarının maaşlarının derece ve tutarlarını düzenleyen sistem ve çizelge. |
baret | * İşçilerin başlarına giydikleri, metal veya plâstikten yapılmışşapka. |
baret | * Küçük takke, papaz takkesi. * Bir tür süs iğnesi. |
barfiks | * Çeşitli beden hareketleri yapmaya elverişli yükseklikte, iki ayak üzerine tutturulmuşçubuklu jimnastik aracı. |
bargâh | * İçine izinle girilen yer, otağ, yüksek divan. |
bargam | * Levreğe benzer bir balık. |
barhana | * Kafile, küçük kervan, göç. * Göç eşyası, ev eşyası. |
barı | * Bahçe duvarı, çit. |
barınak | * Barınılacak yer, melce. |
barındırma | * Barındırmak işi. |
barındırmak | * Barınmasını sağlamak. |
barınma | * Barınmak işi. |
barınmak | * Doğa etkilerinden korunmak için kapalı bir yere sığınmak. * Yerleşmek, yaşamak için uygun şartlar bularak oturmak. * Çevresiyle uyumlu, dirlik içinde yaşamak. * (soyut kavramlar için) Bir yerde etkili olmak, gelişecek ortamı bulmak. |
barış | * Barışmak işi. * Savaşın bittiğinin bir antlaşmayla belirtilmesinden sonraki durum, sulh. * Böyle bir antlaşmadan sonra insanlık tarihindeki süreç. * Uyum, karşılıklıanlayışve hoşgörü ile oluşturulan ortam. |
barışgörüşolmak | * her türlü dargınlığıunutarak barışmak. |
barışyapmak | * barışantlaşmasını imzalamak. |
barışçı | * Barışıseven, barışsever, sulhçu, sulhsever, sulhperver. * Barışıamaçlayan, barışıöngören. |
barışçıl | * Bkz. barışçı. |
barışçılık | * Barışçı olma durumu, kavga etmeme eğilimi. |
barışık | * Başkası ile barışdurumunda bulunan, dargın veya düşman olmayan, sevecen, hoşgörülü. |
barışık olmak | * sevecen ve hoşgörülü davranmak. |
barışıklık | * Barışık olma durumu. |
barışma | * Barışmak durumu, uzlaşma, anlaşma. |
barışmak | * İki taraf, aralarındaki dargınlığıkaldırmak, uzlaşmak, anlaşmak. * Sevmek, zevk almak. |
barışsever | * Barışçı, barışçıl, sulhçu, sulhsever, sulhperver. |
barışseverlik | * Barışsever olma durumu. |
barıştırma | * Barıştırmak işi. |
barıştırmak | * Barışmalarını sağlamak, ara bulmak. |
bari | * Hiç olmazsa, hiç değilse, o hâlde, öyle ise. * Keşke. |
barikat | * Bir yolu veya geçidi kapamak için her türlü araçtan yararlanılarak yapılan engel. |
barikat kurmak | * engel oluşturmak. |
barikat yapmak | * çeşitli araçlarla bir engel oluşturmak. |
barikatlama | * Barikatlamak işi. |
barikatlamak | * Barikat ile çevirmek, barikat yapmak. |
barisfer | * Bkz. ağır küre. |
barit | * Baryum oksit (BaO) veya baryum hidroksit Ba(OH)2. |
baritin | * Doğal baryum sülfat (BaSO4). |
baritli | * İçinde barit bulunduran. |
baritli yıkama | * Kalınbağırsağın ve rektumun radyolojik işlemde baryum sülfatla doldurulmasıve yıkanması. |
bariton | * Tenor ve bas arasındaki erkek sesi. * Basso ile alto arasında ses veren, pistonlu bir tür ağız çalgısı. |
bariyer | * Hemzemin geçitlerde kara yolu güvenliğini sağlamak için kullanılan açılır kapanır engel. * Kara yollarının kenarlarına yapılan korkuluk, engel. * Herhangi bir yolu kapamak için yapılan engel. * Engelli at yarışlarında üzerinden atlanması gereken yapay engel. |
bariz | * Açık, göze çarpan, belirgin. |
barizleşme | * Barizleşmek işi. |
Kategori: B – Sözlük
B Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 19
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 10
bakılma * Bakılmak işi. bakılmak * Bakmak işine konu olmak veya bakmak işi yapılmak. bakım * Bir şeyin iyi gelişmesi, iyi bir durumda kalması için verilen emek veya emek verme biçimi. bakım evi * Bakıma ihtiyacı olan kimselerin bakıldıkları, barındıklarıkuruluş.
* Kademe.
* Kurum ve kuruluşlarda motorlu araçların onarıldığıve korunduğu yer veya birim.bakım yapmak * araç ve gereçlerin düzenli çalışması için onarımınıyapmak. bakım yurdu * Yoksul veya kimsesiz yaşlıve sakatların barındırılıp bakıldıklarıyurt, darülâceze. bakımcı * Bakım işini yapan kimse. bakımından * Bakışveya görüşaçısı, yönü, değerlendirme açısı, -e göre. bakımlı * İyi bakılmış, üzerinde iyi çalışılmış. bakımlık * Filmin kartpostal büyüklüğünde cam bir perde üzerinde görünmesini sağlayan cihaz. bakımlılık * Bakımlı olma durumu. bakımsız * Özen gösterilmemiş, bakılmamış. bakımsızlık * Bakımsız olma, terk edilme, yüzüstü bırakılma durumu. bakıncak * Tüfeklerde hedefin uzaklığına, yakınlığına göre ayar edilecek biçimde yapılmışiner kalkar gez, nişangâh. bakındı * Bak hele, olacak şey mi? gibi şaşma anlatır. bakınma * Bakınmak işi. bakınmak * Bakmak işi yapılmak, çevreye göz gezdirmek, araştırmak.
* Muayene olmak.bakır * Atom numarası29, yoğunluğu 8.95 olan, 10840 C ye doğru eriyen, doğada serbest veya birleşik olarak
bulunan, ısıve elektriği iyi ileten, kolay dövülür ve işlenir olduğundan eski çağlardan beri türlü işlerde kullanılan, kızıl
renkli element. KısaltmasıCu.
* Bakırdan yapılmışkap.
* Bakırdan yapılmış.bakır alaşımı * %1’in üzerinde çözünmüşelementlerin oluşturduğu bakır alaşımlarının genel adı. bakır çalığı * Bakır tuzları ile zehirli duruma gelmiş.
* Yeşile çalar mavi renk.bakır çalmak * (bakır kaptaki yemek) bakır tuzları ile zehirli duruma gelmek. bakır kaplama * Demir benzeri madenlerin yüzeyinde bakır katman oluşturma işlemi. bakır oksit * Kimyasal formülü CuO veya Cu2O olan bakırın oksit biçimi. bakır pası * Bakır üzerinde nemli havalarda oluşan bakır hidrokarbonat. bakır rengi * Kızıla yakın kahverengi.
* Bu renkte olan.bakır sülfat * Göz taşı. bakır taşı * Malakit. bakır tuzu * Bakır sülfat, göz taşı. bakırcı * Bakır işleyen veya bakır kap kacak satan kimse. bakırcılık * Bakır kap yapma veya satma işi. bakırlaşma * Bakırlaşmak durumu. bakırlaşmak * Bakır rengini almak, (rengi) bakırın rengine benzemek. bakırlı * Bakır içeren maddeler. bakış * Bakmak işi veya biçimi. bakışaçısı * Bir olayda, konuyu, düşünceyi belirli bir yönden inceleme, görüşaçısı. bakışatmak * kısa bir sürede bakıp geçmek. bakışık * Bkz. bakışımlı. bakışıksız * Bkz. bakışımsız. bakışım * İki veya daha çok şey arasında konum, biçim ve belirli bir eksene göre ölçü uygunluğu.
* Eksen olarak alınan bir doğrudan, benzer noktalarıkarşılıklı olarak aynıuzaklıkta bulunan iki benzer
parçanın birbirine göre olan durumu, tenazur, simetri.bakışımlı * Bakışımı bulunan, simetrik, mütenazır. bakışımsız * Aralarında bakışım bulunmayan (iki şey) veya iki yanıarasında bakışım olmayan (bir şey), asimetrik. bakışımsızlık * Bakışımsız olma durumu, asimetri. bakışma * Bakışmak işi. bakışmak * İki veya daha çok kimse birbirine bakmak.
* Kaçamak ve gizli olarak birbirine bakmak.baki * Sürekli, kalıcı, daimî.
* Bir şeyden artan (miktar).baki kalmak * sürekli, kalımlı olmak.
* bir şeyden artmak.
* artakalan, geride kalan, öteki.bakir * Cinsel ilişkide bulunmamış(erkek).
* El değmemiş, kullanılmamış.
* (toprak için) İşlenmemiş.
* Eskimemiş, yıpranmamış, yeni.bakire * Cinsel ilişkide bulunmamışdişi; kız, kız oğlan kız. bakirelik * Bakire olma durumu, erdenlik. bakirlik * Bakir olma durumu; el değmemişlik, bozulmamışlık. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 11
bakiye * Artık, artan, kalan, geri kalan.
* Kalıntı.bakkal * Yiyecek, içecek ve başka ihtiyaç maddelerini perakende olarak satan kimse.
* Bu gibi şeylerin satıldığıdükkân.bakkal çakkal * Bakkal ve benzeri işlerle uğraşan esnaf için küçümseme sözü. bakkal defteri * Karışık, düzensiz yazılarla dolu defter. bakkal kâğıdı * Kalın ve kaba kâğıt. bakkala bırakma! * bir işi “bakalım!” diyerek savsaklamak isteyenlere söylenir. bakkaliye * Bakkal dükkânında satılan şeyler.
* Büyük bakkal dükkânı.bakkallık * Bakkalın işi. bakkam * Bkz. bakam. bakla * Baklagillerden, yurdumuzun her yerinde yetiştirilen, taneleri badıç içinde bulunan bir bitki (Vicia faba).
* Bu bitkinin yeşil ürünü veya kuru tanesi.
* Bir zinciri oluşturan halka veya parçalardan her biri.bakla çiçeği * Sarımtırak eflâtuna çalan beyaz renkte olan bitki.
* Bu renkte olan.bakla dökmek (veya atmak) * bakla ile fala bakmak. bakla falı * Bakla taneleri ile bakılan bir fal türü. bakla ıslanmamak * Bkz. ağzında bakla ıslanmamak. bakla kadar * (bit, pire gibi küçük böcekler için) çok iri. bakla kırı * Beyazıçoğalmış, beyazlamaya yüz tutmuşrenk.
* At donlarından koyu ve iri lekeli kır.bakla oda nohut sofa * Bkz. nohut oda. baklagiller * Bakla, fasulye, akasya, keçiboynuzu gibi, badıçlıpek çok sebze ve ağaçları içine alan, iki çenekli ayrıtaç
yapraklılardan büyük bir bitki familyası, bakliye.baklalı * Baklası olan. baklalık * Bakla tarlası. baklamsı * Bakla biçiminde olan. baklamsımeyve * Bkz. badıç. baklan * Anguta benzeyen kırmızırenkli bir çeşit yaban kazı(Otis tarda). baklava * Çok ince yufkadan yapılarak arasına kaymak, fıstık, ceviz, badem gibi şeyler konulan tatlı.
* Eşkenar dörtgen biçiminde olan nesne.baklava açmak * baklava yapmak için gerekli olan ince yufkalarıhazırlamak. baklava börek * (bir başka şeyle karşılaştırıldığında) çok kolay ve zevkli (iş).
* çok tokluk durumunda “baklava börek olsa yemem” biçiminde kullanılır.baklava dilimi * Eşkenar dörtgen biçiminde olan. baklavacı * Baklava yapan veya satan kimse. baklavacılık * Baklava yapma veya satma işi. baklavalı * İçinde baklava bulunan.
* İçinde baklava desenleri olan.baklavalık * Baklava yapımında kullanılan veya baklava yapmaya elverişli olan. baklayıağzından çıkarmak * sabrıtükenip o zamana kadar söylemediği şeyleri söylemeye başlamak.
* açık söylemekten kaçındığı bir sorunu sonunda açıklamak.bakliyat * Baklagillerden elde edilen ürün. bakliye * Bkz. baklagiller. bakma * Bakmak işi. bakmak * Bakışı bir şey üzerine çevirmek.
* Aramak.
* (yer için) Yüzü bir yöne doğru olmak.
* Bir şeyin gelişmesi veya iyi bir durumda kalması için emek vermek.
* Beslemek, geçindirmek.
* (bir iş) Birinden beklenmek.
* (hasta için) Muayene etmek, tedavi etmek.
* Yoklamak, incelemek, denemek.
* Bir işi yapmak, bir işi yapmakla görevli olmak.
* Yapılabilmesi bir şeye bağlı bulunmak.
* Gözetmek, ilgilenmek.
* Renklerde, Benzemek, andırmak.
* Önem vermek, önem vererek üzerinde durmak.
* Anlamak, farkına varmak.
* Başka bir şeyle ilgilenmeyip elindeki veya önündeki işle uğraşır olmak.bakraç * Çoğunlukla bakırdan yapılan küçük kova.
* Bir bakracın alabildiği miktar.baksana! baksanıza! * seslenme için kullanılır.
* dikkat çekmek sözü.bakteri * Toprakta, suda, canlılarda bulunan, çürüme, mayalanma veya hastalıklara yol açan, küresel, silindirimsi,
kıvrık biçimde olan, bölünerek çoğalan, klorofilsiz, tek hücre canlı.bakteridi * Şarbon hücresi gibi hareketsiz bakteri. bakterigiller * Bakterilere verilen ad, bakterileri içine alan canlılar. bakterisit * Canlıların vücudunda veya laboratuar deneylerinde bakterileri fiziksel, kimyasal etkiyle öldüren (etken). bakteriyel * Bakterilerle ilgili. bakteriyolog * Bakterilerle ilgili, bakteriyoloji alanında çalışan kimse. bakteriyoloji * Bakterilerin ve genel olarak mikropların biçimlerini, niteliklerini inceleyen bilim. bakteriyolojik * Bakteri bilimi ile ilgili. bakteriyoskopi * Bakterilerin mikroskopla incelenmesi işlemi. baktıkça alır * güzelliği birdenbire göze çarpmayan. baktırma * Baktırmak işi. baktırmak * Bakmasına yol açmak, bakmasını sağlamak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 12
bal * Özellikle bal arılarının bitki ve çiçeklerden topladıkları bal özünden yapıp, kovanlarındaki petek gözlerine
doldurdukları, rengi beyazdan esmere kadar değişen tatlı, koyu, sıvımadde.
* Olgunlaşmışincirin, dışına sızan tatlısı.
* Ağaçların kabuğundan sızarak pıhtılaşan besi suyu.bal alacak çiçeği bilmek (veya bulmak) * çıkar sağlanabilecek yeri veya şeyi bilmek veya bulmak. bal arısı * Zar kanatlılardan, bal yapan eklem bacaklıtürü (Apis mellifica). bal bal demekle ağız tatlılanmaz * sözde kalan dilek ve tasarıların iş bitirmede hiçbir etkisi olmaz. bal başı * En temiz bal. bal çiçeği * Almaşık yapraklı, kırmızıveya kırmızıya çalar sarırenkli çiçekli ağaççık. bal dök de yala * bir yerin çok temiz olduğunu anlatır. bal dudak * Bkz. bal dudaklı. bal dudaklı * Tatlıdilli. bal gibi * pek tatlı.
* şüpheye yer bırakmadan, çok iyi, adamakıllı.bal kabağı * İçi turuncu, iri ve tatlı bir kabak çeşidi (Cucurbita moschata).
* Aptal, beyinsiz kimse.bal kelebeği * Bal kovanlarına çok zarar veren bir böcek (Galleria mellonella). bal mumu * Arıların peteklerini yapmak için karın halkalarıarasından salgıladıklarıyumuşak ve sarımsımadde.
* Bu maddenin sanayide kullanılmak için yapay olarak hazırlanmışı.bal mumu gibi erimek * çok zayıflamak. bal mumu macunu * Mobilyadaki kusurların onarımında kullanılan, toprak boya ile renklendirilmiş bal mumu. bal mumu yapıştırmak * unutulmaması için işaret edip dikkati çekmek. bal özlü * Bal özü bulunduran. bal özü * Bazıçiçeklerin içinde bulunan, arıların bal yapmak için emdikleri tatlısıvı, nektar. bal özü bezi * Bitkilerin yaprak, yumurtalık ve erkek organlarının dibinde bulunan ve bal özü çıkaran bez. bal özülük * Çiçeklerde bal özünü çıkaran bezlerin bulunduğu organ. bal peteği * Arıların içine bal doldurduğu bal mumu levha. bal rengi * Kahverengine çalan sarırenk.
* Bu renkte olan.bal sağmak * kovandan bal ürünü almak. bal tutan parmağınıyalar * imkânları geniş bir işin başında bulunan kimse bu imkânlardan az da olsa yararlanır. bala * Yavru, çocuk. balaban * İri, büyük.
* Şişman, gürbüz (kimse, çocuk).balaban * Atmaca veya doğan gibi yırtıcı bir kuş. balaban kuşu * Bataklıklarda yaşayan, balıkçıla benzer, eti yağlıve ağır, iri bir kuş(Botaurus). balabanlaşma * Balabanlaşmak durumu. balabanlaşmak * Balaban duruma gelmek, irileşmek. balabanlık * Balaban olma durumu. balak * Bkz. malak. balalayka * Üç köşeli, üç telli Rus halk sazı. balama * Orta oyununda Rum tipi.
* Karagöz, matiz ve külhan beyi tipleri tarafından yabancıülkelerin tiplerine hitap ederken kullanılan söz.balans * Denge, muvazene. balans ayarı * Otomobilin sarsılmasınıönlemek için, tekerleklere gereği kadar balans pensi denen kurşun parçasıtakarak
denge sağlama işi.balans pensi * Arabaların tekerleklerindeki dengeli dönmeyi sağlamak için cant ile lâstik kenarına sıkıştırılan kurşun
parçası.balar * Çatıkirişi olarak kullanılan ve kiremitlerin altına döşenen ince tahta, pedavra. balast * Demir yollarında traverslerin altına, şoselerde düzeltilmiştoprak üzerine döşenen taşkırıkları.
* Safra.balast direnç * Gerilimin büyük değişimlerinde, devredeki akımısabit tutmak için konulan direnç. balast gemi * Ambarlarında yük bulunmayan gemi. balast yem * Çok büyük miktarda ham selüloz ihtiva eden ve dolayısıyla yoğun yemlerden çok daha düşük sindirilebilir
besin maddeleri ihtiva eden ve hayvanlara tokluk hissi vermek amacıyla kullanılan yem.balat * Orta Çağda, üç bentten oluşan bir Batışiiri türü.
* Batıda, belirli danslara eşlik eden bir tür şarkı.
* Serbest biçimli, romantik, müzik araçlarıyla çalınan veya şarkı olarak okunan eser.balata * Soğuk ve sıcakta büyük bir sürtünme kat sayısına sahip olan suya ve yağa dayanıklı, yavaşaşınan madde.
* Motorlu araçlarda fren yapmayısağlayan, tekerlek mili üzerine yerleştirilmişyarım ay biçimindeki alet.balayı * Evlilik hayatının ilk ayıveya ilk günleri. balbal * Eski Türklerde kişinin anılması için mezarının veya bazıkurganların etrafına dikilen taş. balcı * Arıyetiştirip bal alan veya satan kimse. balcılık * Arıyetiştirme veya bal alıp satma işi. balçak * Kabza.
* Kabzanın demir siperi.balçık * İçinde çeşitli organik maddeler bulunan, daha çok killi, koyu, yapışkan çamur, mil.
* Güçlük çıkartan.
* İçindeki kil oranıyüksek, yağlı, su geçirmez, koyu toprak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 4
bağbozmak * bağın üzümlerini toplamak. bağbozumu * Bağda ürünün toplanması.
* Bu işin yapıldığımevsim, güz, sonbahar.bağbudamak * bağdaki üzüm kütüklerini budamak. bağçubuğu * Asma fidesi. bağdoku * Hücre sayısıaz, hücre arasımaddesi çok ve genel olarak diğer dokuları birbirine bağlayarak destek görevi
yapan doku.bağfiil * Fiillerin zarf olarak kullanılan şekilleri, ulaç, zarf fiil: gül-e gül-e, koş-arak, otur-up vb. bağa * Kaplumbağa.
* Deniz kaplumbağasının kabuğu.
* Kaplumbağa kabuğu.
* Kaplumbağa kabuğundan yapılmışveya bu kabuğu andırır biçimde olan.
* Ur.bağa bak, üzüm olsun, yemeye yüzün olsun * kişi, karşılık beklediği işten istediğini alabilmek için gereken harcamalarıyapmalıdır. bağan * Vakti gelmeden ölü doğan yavru, düşük.
* Ölü doğan kuzunun derisi.bağboğan * Küsküt, şeytansaçı. bağcı * Bağyetiştirip ürününü satan kimse.
* Bağlayan veya soğuk haddehaneden çıkan metal şerit bobinlere bant yapıştıran (kimse).bağcık * Bağlama işinde kullanılan şerit biçiminde bağ. bağcıklı * Bağı olan, bulunan. bağcıksız * Bağı olmayan, bağsız. bağcılık * Bağyetiştirme ve ürününü satma işi. Bağdad’ıtamir etmek * karnınıdoyurmak. bağdadî * Ağaç direkler üzerine çakılmışçıtalara sıva vurularak yapılan (duvar veya tavan).
* Yapılarda kullanılan çıta.bağdalama * Bağdalamak işi. bağdalamak * Düşürmek için ayağını birinin ayaklarına takmak, çelme atmak. bağdama * Bağdamak işi. bağdamak * Birkaç şeyi birbirine geçirerek bağlamak.
* İçinden çıkılmayacak bir duruma getirmek, kör düğüm etmek.bağdaş * Sağayağısol uyluğun, sol ayağısağuyluğun altına alarak oturma biçimi. bağdaşkurmak * bu biçimde oturmak. bağdaşık * Her yeri aynıözelliği gösteren, mütecanis, homojen. bağdaşıklaşma * Bağdaşıklaşmak durumu. bağdaşıklaşmak * Aynıözelliği göstermek, homojen duruma gelmek. bağdaşıklaştırma * Bağdaşıklaştırmak işi. bağdaşıklaştırmak * Bağdaşık duruma getirmek, homojenleştirmek. bağdaşıklık * Bağdaşık olma durumu, homojenlik. bağdaşılma * Bağdaşılmak işi. bağdaşılmak * Bağdaşmak işine konu olmak. bağdaşım * Tutarlık, tutarlılık, insicam. bağdaşma * Bağdaşmak işi, imtizaç. bağdaşmak * Anlaşmak, uzlaşmak, uymak, imtizaç etmek.
* Çocuk oyunlarında arkadaşolmak.
* Bağdaşkurup oturmak.bağdaşmaz * Uyuşmaz, tutarsız. bağdaşmazlık * Uyuşmazlık, geçimsizlik. bağdaştırıcı * Bağdaşma sağlayan. bağdaştırma * Bağdaştırmak işi. bağdaştırmacı * Bağdaştırmacılık yanlısıkimse. bağdaştırmacılık * Pek çok değişik öğretiyi birleştirmeyi amaçlayan felsefî veya dinî öğreti.
* Farklıkökenlere sahip değişik kültür özelliklerini birleştirme veya kaynaştırma işi.bağdaştırmak * Bağdaşmasını sağlamak. bağı * Büyü, sihir. bağıcı * Büyücü.
* Baştan çıkarıcı.bağıl * Görece, izafî.
* Başka bir cisme uyarak sürüklenen, aynızamanda kendine özgü bir kımıldanışıda bulunan bir cismin
görünürdeki bu kımıldanışının niteliği, izafî.bağıl değer * Bir aritmetik sayısının, önüne + ve – işaretleri yazıldıktan sonraki değeri.
* Bir sayının rakamlarından her birinin bulunduğu basamağa göre aldığıdeğer, izafî değer.bağıl nem * Bir metre küp hava içinde bulunan su buharıağırlığının, aynışartlardaki havanın doymuşsu buharının
ağırlığına oranı.bağıldak * Beşikteki çocuğun düşmemesi için beşiğe sarılıp bağlanan, kumaştan yapılmışenli bağ.
* Kadınların âdet zamanında bağladıkları bez.bağıllık * Görece olma durumu, izafiyet, rölâtivite. bağım * Bir şeyin veya bir kimsenin gücü ve etkisi altında bulunma durumu, tâbiiyet. bağımlama * Bağımlamak işi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 5
bağımlamak * Bir şeyi bağım altına sokmak, etkisi altında tutmak. bağımlaşma * Bağımlaşmak işi. bağımlaşmak * Bir şeye veya bir kimseye tamamen bağımlı olmak. bağımlı * Başka bir şeyin istemine, gücüne veya yardımına bağlı olan, özgürlüğü, özerkliği olmayan, tâbi. bağımlısıralıcümle * Anlam bakımından birbirine bağlı olan ve özneleri, tümleçleri veya yüklemleri ortak olan cümle. bağımlılık * Bağımlı olma durumu, tâbiiyet. bağımsız * Davranışlarını, tutumunu, girişimlerini herhangi bir gücün etkisinde kalmadan düzenleyebilen, hür, özgür,
müstakil.
* Herhangi bir kuruluşa, partiye bağlı olmayan kimse.bağımsız milletvekili * Herhangi bir partinin adayı olmadan seçilen veya herhangi bir partiye bağlı olmayan milletvekili, bağımsız. bağımsız sıralıcümle * Anlam bakımından birbirine bağlı olduğu hâlde özneleri, tümleçleri, yüklemleri ayrı olan cümle. bağımsızlaşma * Bağımsızlaşmak işi. bağımsızlaşmak * Bağımsız duruma gelmek. bağımsızlaştırma * Bağımsızlaştırmak işi. bağımsızlaştırmak * Bağımsız duruma getirmek. bağımsızlık * Bağımsız olma durumu veya niteliği, istiklâl. bağın * İnşaatta veya kazısırasında toprağın çökmesini önlemek için yerleştirilen parça veya dayak. bağın vurmak * kazıduvarlarının çökmemesi için bağınlarla desteklemek. bağıntı * Bir nesneyi başka bir nesne ile uyarlıkılan bağ.
* Eşyayı, kavramlarıveya tasarımları birlik, bağlılık, birliktelik gibi durumlarda toplayan görünüşveya nitelik,
görelik, bağıllık, izafet, rölâtivite.
* İki veya daha çok nitelik arasında matematik işlemleri yardımı ile kurulan bağlılık veya eşitlik.bağıntıcı * Bağıntıcılık yanlısı olan kimse, göreci, rölâtivist. bağıntıcılık * Bağıntılılık öğretisi; özellikle bilginin bağıntılı olduğunu ileri süren her türlü felsefe öğretisi; görecilik,
izafiye, rölâtivizm.bağıntılı * Varlığı başka bir şeyin varlığına bağlı bulunan, mutlak olmayan, göreli, izafî, nispî, rölâtif. bağıntılılık * Var olabilmek veya belirlenebilmek için, bağıntıyolu ile başka bir şeye bağlı bulunma durumu, görelilik,
izafiyet, rölâtivite.bağır * Göğüs.
* (ok yayıve dağiçin) Orta bölüm.
* Ciğer, bağırsak gibi vücut boşluklarında bulunan organların ortak adı, ahşa.bağır yeleği * Eskiden zırh altına giyilen, köseleden yapılmışyelek. bağırdak * Bağıldak. bağırgan * Bağırıp çağıran, tepkisini hemen ve sert bir şekilde dışa vuran kimse. bağırıyanmak * üzüntü çekmek, çok acıduymak.
* çok susamışolmak.bağırıp çağırmak * öfkeyle bağırmak. bağırış * Bağırmak işi veya biçimi. bağırışçağırış * Gürültü, şamata.
* Gürültüyle, şamata ederek.bağırışma * Bkz. bağrışma. bağırışmak * Bkz. bağrışmak. bağırma * Bağırmak işi. bağırmak * (insan) Yüksek ve gür ses çıkarmak.
* Kendini belli etmek.
* Yüksek sesle azarlamak.bağırsak * Sindirim organının mideden anüse kadar olan, ince bağırsak ve kalın bağırsaktan oluşan bölümü. bağırsak askısı * İnce bağırsağıkarnın arka bölümüne bağlayan ve karın zarının bir bölümünden oluşan askı. bağırsak iltihabı * Sindirim organında oluşan iltihabî durum ve buna bağlıhastalık. bağırsak ingini * Çoğunlukla sürgün ve karın ağrısı ile beliren bağırsak iltihabı. bağırsak kazıntısı * Kalın bağırsak hastalıklarında çıkarılan sümüksü madde. bağırsak kurdu * Omurgalıların ve de özellikle insanların bağırsağında yaşayan asalak solucan. bağırsak otu * Farekulağı. bağırsak solucanı * Ortalama 25 cm boyunda, insanların, özellikle çocukların bağırsaklarında asalak olarak yaşayan yuvarlak
solucan, askarit.bağırsaklarınıdeşerim * “canına kıyarım, öldürürüm” anlamında korkutmak, gözdağıvermek üzere kullanılır. bağırtı * Bağırma sesi. bağırtkan * Çok bağırıp çağırmak huyunda olan (kimse). bağırtlak * Orta büyüklükte, eti sevilen bir cins göçebe ördek (Querquedula). bağırtma * Bağırtmak işi. bağırtmak * Bağırmasına yol açmak.
* Bir haberi, bir isteği, birinin aracılığıyla duyurmak.bağış * Bağışlamak işi veya biçimi.
* Bağışlanan şey, hibe, teberru.bağışçı * Bağışyapan kimse. bağışık * Herhangi bir ödevin veya yükümlülüğün dışında kalan, muaf.
* Bazımikroplara karşıaşıveya doğal yolla direnç kazanmışolan. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 6
bağışıklık * Bir ödevin veya yükümlülüğün dışında kalma durumu, muafiyet.
* Bazımikroplara karşıaşıveya doğal yolla kazanılmışdirenç durumu.bağışıklık bilimi * Bağışıklık olaylarının ortaya çıkma şartlarını, gelişimini, alınabilecek önlemleri ve yapılabilecek tedaviyi
inceleyen tıp dalı, immünoloji.bağışlama * Bağışlamak işi, affetme, af.
* Hibe etme.bağışlamak * Bir mal veya hakkıkarşılık beklemeden birine vermek, teberru etmek.
* Herhangi bir kötü davranışiçin ceza vermekten vazgeçmek, affetmek.
* Görevden çekmek, almak.
* Deyimlerde “Tanrıesirgesin, ayırmasın” gibi anlamlarda kullanılır.bağışlamamak * karşısındakinin yanlışından, kusurundan doğacak fırsatlarıkaçırmamak, acımadan değerlendirmek. bağışlanma * Bağışlanmak işi, affedilme. bağışlanmak * Bağışlamak işine konu olmak, affa uğramak, affedilmek, affolunmak. bağışlatma * Bağışlatmak işi. bağışlatmak * Bağışlamak işini yaptırmak. bağışlayıcı * Bağışlayan. bağıt * Sözleşme, akit, mukavele, kontrat. bağıtçı * Bağıt yapanlardan her biri, âkit. bağıtlanma * Bağıtlanmak işi veya durumu. bağıtlanmak * Bağıt ile sonuçlanmak. bağıtlaşma * Bağıtlaşmak işi veya durumu. bağıtlaşmak * Aralarında bağıt yapmak. bağıtlı * Bağıtla, sözleşme ile bağlanmışolan. bağkesen * Makaslı böcek. bağlaç * Eşgörevli kelimeleri veya önermeleri birbirine bağlayan kelime türü, rabıt: Ve, ya, veya, ya da birer
bağlaçtır.bağlaç grubu * Bağlaç öbeği. bağlaç öbeği * Bağlaçla veya bağlaçsız birbirine bağlanmışolan, aynınitelikte iki veya daha çok kelimeden oluşan öbek. bağlaçlı * Bağlacı olan. bağlaçlıtamlama * İsimleri, sıfatlarıarasına bağlaç alan isim veya sıfat tamlaması. bağlaçlıyan cümle * Birleşik cümlelerde ki bağlacıyla temel cümleye bağlanan yan cümle. bağladığıyerde otlamak * Bkz. bıraktığım (bıraktığı) bağladığım (bağladığı) yerde (çayırda) otluyorsun (otluyor). bağlam * Cinsleri aynıveya birbirine yakın olan şeylerin bir arada bağlanmışı, demet, deste.
* Bir şiirdeki dörtlüklerin her biri, bent.
* (herhangi bir olguda) Olaylar, durumlar, ilişkiler örgüsü veya bağlantısı, kontekst.
* Bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen,
onun anlamını, değerini belirleyen birim veya birimler bütünü, kontekst.bağlama * Bağlamak işi.
* Üç çift telli olan ve mızrapla çalınan bir saz.
* Yapılarda duvarları birbirine bağlayan kiriş, putrel vb.bağlama zarf fiili * Ve bağlacı görevinde kullanılarak, kendinden sonraki çekimli fiile veya fiilimsiye zaman ve kişi
bakımlarından uyan -ıp ekini almışfiil: Gelip gitti (Geldi ve gitti) Gülüp geçti (Güldü ve geçti) gibi.bağlamacı * Bağlama yapan veya satan kimse.
* Bağlama çalan kimse.bağlamacılık * Bağlamacının işi veya mesleği. bağlamak * Bağveya başka bir araçla tutturmak.
* Düğümlemek.
* (yara için) İlâç koyup bezle sarmak.
* Denk yapmak, paket yapmak.
* Oluşmak, tutmak, meydana gelmek.
* Bir işveya kimse için ayırmak, tahsis etmek.
* (bir işiçin) Anlaşma yapmak.
* Birinde bir şeye karşı ilgi, istek uyandırarak o şeye ilgi, yakınlık duymasını sağlamak.
* Uyulmasızorunlu olmak.
* Başka bir işle uğraşamaz durumda olmak.
* Sona erdirmek, bitirmek, tamamlamak.
* Gönlünü kazanmak.
* Bütün ilgisini bir yerde yoğunlaştırmak.
* Geçişi engellemek.bağlamalık * Bağlama yapmaya yarayan. bağlamsal * Bağlam ile ilgili. bağlamsal anlam * Bir sözün kullanılan veya amaçlanan bağlama göre anlam kazanması. bağlanak * Bağlanılacak şey, bağlantı, irtibat. bağlanım * Bağlanmak işi veya biçimi.
* (siyasî veya sosyal konularda) Yan tutma.bağlanış * Bağlanmak işi veya biçimi. bağlanma * Bağlanmak işi. bağlanmak * Bağlamak işine konu olmak.
* Sevmek, içten bağlı olmak.
* Beklenen şey elde edilmez olmak.
* Yalnızca belli bir işle uğraşmak.
* Bir şey bir kimseye ayrılmak, tahsis edilmek.bağlantı * İki veya daha çok şeyin birbiriyle bağlı, ilişik veya ilgili bulunması, irtibat.
* İki şey arasında ilişki sağlayan bağ.bağlantı borusu * Katlardaki pis ve kirli sularıtoplayan, kolona ileten boru. bağlantıkurmak * irtibat sağlamak.
* haberleşme sağlamak.bağlantıünlüsü * Bkz. bağlayıcıünlü. bağlantıünsüzü * Bkz. bağlayıcıünsüz. bağlantıyapmak * ilişki kurmak; anlaşma, sözleşme yapmak. bağlantılı * Aralarında bağlantı bulunan, irtibatlı, rabıtalı. bağlantısız * Aralarında bağlantı bulunmayan.
* Askerî, siyasî yönden hiçbir bloka bağlı olmayan (ülke), bloksuz.bağlantısız ülkeler * Bağlantısızlık siyaseti izleyen ülkeler, bloksuz ülkeler. bağlantısızlık * Bağlantısız olma durumu. bağlantısızlık politikası * Askerî, siyasî yönden hiçbir bloka girmeme siyaseti. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 7
bağlantısızlık siyaseti * Bağlantısız ülkelerin izlediği siyaset. bağlaşık * Aralarında anlaşma veya sözleşme sağlanmışolan (kimse veya topluluk), müttefik.
* Sonuç, sebep gibi birbiriyle sıkısıkıya bağlıve karşılıklı bağımlı olan (nesne, terim).bağlaşıklık * Bağlaşık olma durumu. bağlaşım * Eşleme.
* Aralarında ortak çıkar bulunan devletler ilişkisi.bağlaşımlı * Aralarında karşılıklıdestek ve bağımlılık bulunan. bağlaşma * Bağlaşmak işi, ittifak. bağlaşmak * Bir şey yapmak için birbirine antlaşma veya sözleşme ile bağlanmak, ittifak etmek. bağlatma * Bağlatmak işi. bağlatmak * Bağlamak işini yaptırmak. bağlayıcı * Bağlama niteliği olan.
* Bağlamaya ve birleştirmeye yarayan: “Ve” bağlayıcı bir edattır.
* Uyulmasızorunlu.bağlayıcıünlü * Ünsüzle biten kelime kök ve gövdelerine ünsüz ile başlayan eklerin getirilmesi sırasında ve kök ile eki
birbirine bağlayan ünlü: al-ı-r, aç-ı-l-mak, gec-i-k-mek vb.bağlayıcıünsüz * Ünlü ile biten kelime kök ve gövdelerine ünlü ile başlayan bir ek eklendiğinde araya giren y ünsüzü,
koruyucu ünsüz: okul-da-y-ım, eski-y-ince vb.bağlı * Bir bağile tutturulmuşolan.
* Gerçekleşmesi bir şartı gerektiren, tâbi, vabeste.
* Bir kimseye, bir düşünceye, bir hatıraya saygıveya aşk gibi duygularla bağlanan, tutkun.
* Sınırlanmış, sınırlı.
* Kapatılmışolan, kapalı.
* Bir kuruluşun yetkisi altında bulunan.
* Bir halk inanışına göre, büyü etkisiyle cinsel güçten yoksun edilmiş(erkek).
* Sadık.bağlıkalmak * uymak, tâbi olmak. bağlıkredi * Kredi açan ülkeden mal veya hizmet satın alınmasışartı ile sağlanan kredi. bağlı olmak * tâbi bulunmak. bağlısu * Ağaçta hücre zarının emdiği ve taşıdığısu. bağlık * Bağyeri, üzüm bağlarıçok olan (yer). bağlık bahçelik,-ği * Bağı, bahçesi zengin ve bol olan (yer). bağlılaşık * Biri ötekine bağlı olarak var olan; biri olmadan öteki düşünülemeyen iki şeyin, bu ilişki yönünden durumu. bağlılaşım * İki veya daha fazla değişken arasındaki bağıntı.
* Organizmanın değişik yapı, özellik ve olaylarında görülen karşılıklı ilgi, korelâsyon.bağlılaşma * Bağlılaşmak işi. bağlılaşmak * İki şey arasında karşılıklı bağıntı olmak veya bağlılık kurmak. bağlılık * Bağlı olma durumu, merbutiyet.
* Birine karşı, sevgi, saygı ile yakınlık duyma ve gösterme, sadakat.
* Bkz. Bağlılaşım.bağnaz * Bir düşünceye, bir inanışa aşırıölçüde bağlanıp ondan başka bir düşünce ve inanışıkabul etmeyen,
mutaassıp.bağnazlaşma * Bağnazlaşmak durumu. bağnazlaşmak * Bağnaz duruma gelmek. bağnazlık * Bağnaz olma durumu, bağnazca davranış, taassup.
* Bir düşünceye, bir inanışa aşırıölçüde bağlanıp ondan başkasınıdüşünmeme durumu, taassup.bağrıyanık * Çok dert, acı, sıkıntıçekmiş. bağrıyufka * Yufka yürekli, merhametli. bağrıkara * İskete kuşunun bir türü (Saxicola torquata). bağrına basmak * kucaklamak.
* biriyle ilgilenerek onu koruyup kayırmak, yetiştirmek.bağrına taş basmak * sesini çıkarmaksızın her türlü acıya katlanmak. bağrınıdelmek * çok dokunmak, içine işlemek. bağrınıezmek * üzülmek, dertlenmek. bağrış * Bağırmak işi veya biçimi. bağrışçağrış * Gürültü, şamata.
* Gürültüyle, şamata ederek.bağrışa çağrışa * Büyük gürültü ederek, bağırarak çağırarak. bağrışma * Bağrışmak işi, birlikte bağırma. bağrışmak * Birlikte veya karşılıklı bağırmak. bağrıştırma * Bağrıştırmak işi veya durumu. bağrıştırmak * Bağırmasına yol açmak, hep birden bağırtmak. bağsız * Bağı bulunmayan. baha * Paha. baha biçmek * değerini belirlemek. bahadır * Savaşlarda, çarpışmalarda gücü ve yılmazlığıyla üstünlük kazanan veya yiğitlik gösteren (kimse). bahadırlık * Bahadır olma özelliği, durumu. Bahaî * Bahaîlik yanlısıkimse. Bahaîlik * XIX. yüzyılda Babîlikten doğmuşolan, İran’dan başka Avrupa ve Amerika’da da yayılmış bir din. bahane * Bir şeyin gerçek sebebi gizlenerek ileri sürülen sözde sebep. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 8
bahane aramak * bir işi yapmamak için sebep aramak. bahane bulmak * bir işi yapmak veya yapmamak için sözde sebep göstermek. bahane etmek * herhangi bir şeyi sebep olarak ileri sürmek. bahaneli * Bahanesi olan. bahanesiz * Bahanesi olmayan. bahar * Kuzey yarım küre için, 21 Martta gündüz gece eşitliğiyle başlayarak 22 Haziranda gün dönümü ile biten,
kışve yaz arasındaki mevsim; ilkyaz, ilkbahar.
* Bu mevsimde ağaçlarda açan çiçekler ve yapraklar.
* Gençlik çağı.bahar * Yiyecek ve içeceklere hoşkoku ve tat vermek için kullanılan tarçın, karanfil, zencefil, karabiber gibi
maddeler.bahar bayramı * Genellikle mayıs ayının ilk günlerinde kutlanan bayram. bahar dönemi * Yılın kıştan sonra gelen ilk ayları. bahar nezlesi * Bkz. saman nezlesi. bahar noktası * İlkbaharda gündüz gece eşitliği anında güneşin gök ekvatoru çizgisi üzerinde bulunduğu nokta. baharat * Tarçın, karanfil, zencefil, karabiber gibi maddelerin toplu adı. baharatçı * Baharat satan kimse. baharatçılık * Baharat satma işi. baharatlandırmak * Baharat ile süslemek, lezzetlendirmek veya baharat ekmek. baharatlı * Baharatı olan. baharatsız * Baharatı olmayan. baharcı * Baharat alım satımıyla uğraşan (kimse). baharı başına vurmak * (alay yollu) gençliğin verdiği coşkuyla gereksiz veya aşırıdavranışta bulunmak. bahariye * Divan edebiyatında, bahar tasviri ile başlayan kaside. baharlı * İçinde karabiber, karanfil, tarçın gibi bahar bulunan. bahçe * Sebze yetiştirilen yer, bostan.
* Çiçek ve ağaç yetiştirilen yer.bahçe domatesi * Tarla ve bahçelerde sun’î gübre kullanmadan, doğal olarak yetiştirilen domates türü. bahçe kekiği * Bahçelerde özel yöntemlerle yetiştirilen kekik. bahçe makası * Çeşitli ot ve bitkileri düzgün kesmek ve budamak amacıyla yapılan bir makas türü. bahçe nanesi * Bahçelerde yetiştirilen bir nane türü. bahçeci * Çiçek, ağaç ve sebze yetiştirme işiyle uğraşan kimse. bahçecilik * Bahçecinin işi.
* Bahçe yapma işi.bahçeli * Bahçesi olan. bahçelik * Bağları, bahçeleri olan (yer). bahçemsi * Bahçeye benzeyen, bahçe gibi düzenlenmişyer. bahçesiz * Bahçesi olmayan. bahçıvan * Geçimini bahçe ürünlerini yetiştirip satmakla sağlayan kimse.
* Bir bahçenin düzenlenmesi ve bakımıyla görevli kimse.bahçıvanlı * Bahçıvanı bulunan. bahçıvanlık * Bahçıvanın yaptığı iş. bahir * Deniz.
* Aruzdaki vezin takımlarından her biri.
* Mevlid’in bölümlerinden her biri.bahis * Konuşulan şey, konu.
* Görüşünde veya iddiasında haklıçıkacak tarafa bir şey verilmesini kabul eden sözlü anlaşma.
* Söz.
* Bir kitabın bölümlerinden her biri.bahis açmak (veya açılmak) * belli bir konuda konuşmaya başlamak (başlanılmak). bahis konusu * Söz konusu. bahis mevzuu olmak * üzerinde konuşulmak, söz konusu olmak. bahis tutuşmak * karşılıklı bahse girmek. bahisçi * Oyunlarda veya at yarışlarında yarışın sonuçlarınıtahmin ederek bahis oynayan veya oynatan kimse,
müşterek bahisçi.bahname * İçinde cinsel konularla ilgili açık saçık yazıların, resimlerin bulunduğu eser. bahrî * Denizle ilgili. bahrî * Yalıçapkını. bahriye * Bir devletin deniz güçlerinin ve kuruluşlarının bütünü. bahriye çifte tellisi * Hareketli bir halk oyunu ve ezgisi. bahriyeli * Deniz Kuvvetlerine bağlıasker.
* Deniz Harp Okulu öğrencisi.bahse girmek * görüşünde veya iddiasında haklıçıkacak tarafa bir şey verilmesini kabul eden sözlü anlaşma yapmak. bahsetme * Bahsetmek işi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 9
bahsetmek * Bir konu üzerinde söz söylemek, konuşmak, sözünü etmek. bahsi geçmek * bir konu üzerinde konuşulmuşolmak. bahsi kapamak * bir konu üzerindeki konuşmayıkesmek. bahsi kaybetmek * ileri sürülen, savunulan görüşün yanlışolduğu ortaya çıkmak. bahsi kazanmak * ileri sürülen, savunulan görüşün doğru olduğu belli olmak. bahsi tazelemek * konuşmayıaynıkonu üzerine getirmek. bahşetme * Bahşetmek işi. bahşetmek * Bağışlamak, sunmak. bahşiş * Bir hizmet görene hakkından ayrı olarak verilen para. bahşiş(veya beleş) atın dişine bakılmaz * para verilmeden sağlanan bir şeyin ufak tefek kusurlarınıhoşgörmelidir. baht * Olacakların, kaçınılmaz olduğunu belirleyen ilâhî iradenin insan için veya bir toplum için çizdiği hayat tarzı,
kader, talih.
* Şans, mutluluk.baht işi * Talihe bırakılmış, talihe bağlı iş. bahtıaçık * Talihli. bahtıaçık olmak * bir konuda şansıyaver gitmek, talih yüzüne gülmek. bahtıaçılmak * talihi dönüp uygun duruma veya arzulanan sonuca gelmek. bahtı bağlı olmak * talihi kapalı olmak.
* (kızlar için) evlenecek istekli çıkmamak.bahtıkapanmak * talihsizliğe uğramak, istenen sonuca ulaşmamak. bahtıkara * Mutsuz, talihsiz. bahtıkara olmak * sürekli olarak talihi yaver gitmemek, mutsuz olmak. bahtına küsmek * talihsizliğinden yakınmak. bahtiyar * Bahtı olan, bahtlı, talihli, mutlu. bahtiyarlık * Bahtlı olma durumu, mutluluk. bahtlı * Bahtı iyi olan, mutlu, talihli. bahtsız * Bahtıkötü olan, mutsuz, talihsiz. bahtsızlık * Bahtsız olma durumu, mutsuzluk. bahusus * Hele, özellikle, üstelik. bak bak! * şaşma bildirir. bak! * işte.
* şaşma anlatır.
* küçümseme bildirir.bakaç * Dürbün. bakakalma * Bakakalmak işi veya durumu. bakakalmak * Şaşkınlığa uğrayıp ne yapacağını bilmez durumda kalmak. bakalım (veya bakayım) * içinde yer aldığıcümlenin güvensizlik, kuşku, merak, uyarma gibi anlamlarınıpekiştirir. bakalit * Formaldehit ile bir fenolün yoğunlaşmasısonucu elde edilen yapay reçine. bakalitli * Bakalit bulunduran, bakalit kaplamalı. bakalorya * (eskiden üniversite ve yüksek okullara girebilmek için lise öğreniminden sonra verilen) Olgunluk sınavı. bakam * Baklagillerden, odunundan kırmızı boya çıkarılan bir ağaç, bakkam (Haematoxylon campechianum). bakan * Bakmak işini yapan (kimse).
* Hükûmet işlerinden birini yönetmek için, genellikle milletvekilleri arasından, baş bakan tarafından seçilerek
cumhurbaşkanınca onaylandıktan sonra iş başına getirilen yetkili, vekil, nazır.bakanak * Gevişgetiren hayvanların ayaklarının arkasındaki körelmiştırnak, kemik çıkıntısı. bakanlar kurulu * Baş bakan ve bakanlardan oluşan kurul, hükûmet. bakanlık * Bakan olanın durumu ve görevi, vekillik.
* Bakanın yönetimi altındaki kuruluşların bütünü veya bu kuruluşların bulunduğu yer, nezaret, vekâlet.bakar * Öküz, sığır. bakar kör * Gözleri sağlam göründüğü hâlde göremeyen.
* Çok dikkatsiz (kimse).bakar mısınız? * seslenme ünlemi. bakara * İskambil kâğıdı ile oynanan bir kumar. bakarak * göre. bakarsın * olur ki. bakaya * Kalıntılar.
* Askerlik çağına girenlerden son yoklamada bulunarak askere alınmışolduklarıhâlde çağrıldıklarında
gelmeyen veya gelip de kıtalarına gitmeden toplandıklarıyerlerden veya yollardan savuşanlar.
* Ait olduğu yıl içinde toplanamayıp ertesi yıla kalan vergiler.bakı * Özellikle dağlık yörelerde bir yamacın güneş ışınlarına, güneye veya kuzeye karşıkonumunu belirleyen,
bunun sonucu olarak da doğal şartlarınıtespit eden durumu.
* Fal.bakıcı * Bakmak işiyle görevlendirilen kimse.
* Bir şeyi satın almayıdüşünmeden yalnızca bakarak ilgilenen (kimse).
* Falcı.bakıcılık * Bakmak işi.
* Falcılık. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 2
babasına rahmet okumak * hakkında iyilik düşünmemek. babasının (veya babalarının) çiftliği * bir malıveya kuruluşu yalnızca kendi çıkarlarına araç yapmak. babasının hayrına * hiçbir çıkar gözetmeksizin. babasının oğlu * her yönüyle babasına benzeyen erkek çocuk. babasız * Babasıölmüşçocuk, yetim. babayani * Gösterişi ve özentisi olmayan. babayanilik * Babayani olma durumu. babayiğit * Güçlü kuvvetli.
* Mert, korkusuz adam, kabadayı.
* Bir girişimde kendine güvenebilecek durumda olan.babayiğitlik * Babayiğit olma durumu, babayiğitçe davranış, kabadayılık. Babıâli * Osmanlı imparatorluğu döneminde İstanbul’da sadaret (Baş bakanlık), dahiliye ve hariciye nezaretleri (İç
işleri ve Dışişleri bakanlıkları) ile ŞûrayıDevlet (Danıştay) dairelerinin bulunduğu yapı.
* İstanbul’da bu çevredeki basın.
* Osmanlıhükûmeti.babında * Konusunda. babından * Bkz. babında. Babî * “Bâb’a ait” Babîlik yanlısı. Babîlik * XIX. yüzyılda, İran’da Ali Muhammed Bab’ın kurduğu dinî öğreti. baca * Dumanı ocaktan çekip havaya vermeye yarayan maden veya kâgir yol.
* Su yolu, lâğım, maden ocağı gibi yer altıyapılarının hava deliği.baca başı * Ocağın üstündeki taşraf. baca kulağı * Ocağın iki yanında taştan yapılmışufak raf. baca tomruğu * Bacanın damdan yukarı bölümü. bacak * Vücudun kasıktan tabana kadar olan bölümü.
* Hayvanlarda yürümeye veya atlamaya yarayan organ.
* Bazışeylerin yerden yüksekçe durmasınısağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri, ayak.
* Oyun kâğıtlarında, oğlan, vale.bacak bacak üstüne atmak * otururken bir bacağınıötekinin üstüne koyarak oturmak. bacak kadar * ufacık. bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var * daha küçük, ama değişik, herkesten farklıalışkanlıklar, huylar edinmiş. bacak kalemi * Kaval kemiği. bacakkıran * Nemli bölgelerde yetişen yeşilimsi sarıçiçekli bir bitki (Narthecium). bacaklarıkopmak * çok yorulmak. bacaklarıtutmamak * ayaklarının üzerine basıp yürüyemeyecek duruma gelmek. bacaklı * Bacağı olan.
* Bacaklarıuzun olan, uzun boylu.
* Felemenk altınına verilen ad.bacaklıyazı * İri ve okunaklıyazı. bacaklık * Özellikle hokey oyuncularının giydikleri deriden yapılmışkoruyucu. bacaksız * Bacağı olmayan.
* Bacaklarıkısa olan, kısa boylu, bodur.
* Yaşından büyük işlere kalkışan çocuklar için söylenir.bacanak * Karılarıkardeşolan erkeklerden her biri.
* Dost, arkadaş.bacanaklık * Bacanak olma durumu. bacasıtütmek * (aile için) yaşamasısürüp gitmek. bacasıtütmez olmak * (aile için) dağılmak veya işi bozulmak. bacı * Büyük kız kardeş, abla.
* Kız kardeş.
* Bir evde uzun zaman çalışmışyaşlıkadınlara (daha çok yaşlızenci kadınlara) verilen unvan.
* Tarikat şeyhlerinin karısı.baç * Osmanlıİmparatorluğunda gümrük vergisi.
* Zorla alınan para, haraç.-baç * Fiilden isim türeten -maç/-meç ekinin türü. baççı * Baç alan kimse. baççılık * Baç alma işi veya görevi. bad * Yel, rüzgâr. badana * Duvarları boyamak için kullanılan sulandırılmışkireç veya boya. badana etmek (veya vurmak) * badanalamak, badana yapmak. badanacı * Geçimini badana yapmakla kazanan kimse. badanacılık * Badanacının yaptığı iş. badanalama * Badanalamak işi. badanalamak * Duvarları boyamak için sulandırılmışkireç veya plâstik boya sürmek. badanalanma * Badanalanmak işi. badanalanmak * Badana yapılmak. badanalatma * Badanalatmak işi. badanalatmak * Badanalamak işini yaptırmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 3
badanalı * Badana edilmişolan.
* Yüzüne çok pudra ve boya sürmüşolan (kadın).badanasız * Badana edilmemiş.
* Badanası bozulmuş.badas * Harman kaldırıldıktan sonra yerde kalan toprak, çöp ve samanla karışık tahıl taneleri, harman döküntüsü. badat * Birleşikgillerden, şekeri çok, bir tür yer elması. bade * Şarap, içki. badehu * Ondan sonra. badeli * Aşk badesi içmişkimse. badeli âşık * Düşünde bir pirin elinden aşk badesi içerek saz çalıp söyleyen halk şairi. badem * Gülgillerden, yurdumuzun her yerinde yetişen ağaç (Amygdalus communis).
* Bu ağacın yaşveya kuru yenilen yemişi.badem ağacı * Gülgillerden ilkbaharda beyaz ve pembe renkli çiçekler açan yüksekçe bir bitki, badem (Amygdalus
communis ve Prunus amygdalus).badem bıyık * Badem içi biçiminde üst dudağın her iki yanında yer alan bıyık. badem ezmesi * Ezilmiş bademle yapılan şekerleme. badem gibi * (salatalık için) taze ve gevrek. badem gözlü * Badem içi biçiminde iri göz. badem içi * Bademin dışkabuğu alındıktan sonra kalan içi. badem kürk * Tilki postunun yalnız bacak kesiminden yapılan kürk. badem parmak * Başparmak. badem şekeri * İnce bir şeker tabakasıyla kaplanmışiç badem. badem tırnak * Badem biçiminde uzunca tırnak. badem yağı * Bademden çıkarılan ve deri, kösele gibi şeyleri yumuşatmak için kullanılan yağ. badema * Bundan sonra, bundan böyle. bademci * Badem satan kimse. bademcik * Boğazın iki yanında birer tane bulunan, badem biçimindeki organ. bademli * İçinde badem bulunan yiyecek. bademlik * Badem ağaçlarıçok olan yer, badem bahçesi. bademsi * Badem biçiminde olan. baderna * Halatın aşınabilecek yerine sarılan bez, halat sargısı. badıç * Bakla, fasulye, bezelye gibi taze sebzelerde, içinde tohumların sıralanmış bulunduğu kabuk. badısaba * Sabah vakti esen ve ruhu okşayan, gönle ferahlık veren hafif rüzgâr. badi * Ördek. badi badi yürümek (veya gitmek, koşmak) * ördek gibi iki yana sallanarak yürümek (gitmek). badik * Ördek; palaz.
* Kısa boylu.badikleme * Badiklemek işi. badiklemek * Ördek gibi iki yana sallana sallana yürümek. badikleşme * Badikleşmek durumu. badikleşmek * Ördek gibi sağa sol yalpa vurarak yürüme eğilimi göstermek. badire * Birdenbire ortaya çıkan tehlikeli durum. badiye * Çöl. badminton * Tenise benzeyen ve bir tür tüylü topla oynanan oyun. badya * Ağzı geniş, yayvan, büyükçe su kabı. bagaj * Yolcu yükü.
* Tren, vapur gibi taşıtlarda yolcuların yüklerinin konulduğu yer.
* Otomobillerin yük konulabilen, genellikle arkada olan bölümleri.bagaj kapağı * Otomobillerde içine yük konulabilen bagajlarıkapatmaya veya kilitlemeye yarayan bölüm. bagaj kilidi * Bagaj kapağınıkilitlemeye yarayan alet. bagaj memuru * Toplu taşım yerlerinde ve araçlarında bagaj işlerini yürütmekle görevli kimse. baget * İnce, kısa değnek.
* Tıraşlanmış, dikdörtgen biçiminde değerli taş.
* Düşük gramajlıküçük boy ekmek.bagetli * Bageti olan. bağ * Bir şeyi başka bir şeye veya birçok şeyi topluca birbirine tutturmak için kullanılan ip, sicim, şerit, tel gibi
düğümlenebilir nesne.
* Sargı.
* Bağlam, deste, demet.
* İlgi, ilişki, rabıta.
* Kemikleri birbirine bağlamaya, iç organlarıyerinde tutmaya yarayan lif demeti.bağ * Üzüm kütüklerinin dikili bulunduğu toprak parçası.
* Meyve bahçesi.bağbahçe * Bahçe gibi taşınmaz mal. bağbıçağı * Bağve bahçelerde yetişen meyve fidanlarını, bitki ve özellikle üzüm kütüklerini budamaya yarayan kesici
alet.