Kategori: B – Sözlük

B Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük B Sayfa 40

    beğenilme * Beğenilmek işi veya durumu.
    beğenilmek * İyi ve güzel bulunmak.
    * Sevilmek, hoşa gitmek.
    beğenirlik * Beğenme durumu, beğenilir olma durumu.
    beğeniş * Beğenme.
    beğenme * Beğenmek işi.
    beğenmek * İyi veya güzel bulmak.
    * Benzerleri arasından birini seçip ayırma.
    * Onaylamak, kabul etmek, tasvip etmek.
    beğenmemek * İyi veya güzel bulmamak.
    * Kuşku duymak, kuşku ile karşılamak.
    * Küçümsemek, hor görmek.
    * Onaylamamak.
    beğenmeyen kızını(veya küçük kızını) vermesin * bir durumun beğenilmemesi karşısında, beğenmeyenin umursanmadığınıanlatır.
    beğenmezlik * Beğenmeme, iyi veya güzel bulmama.
    beğlik * Beylik.
    behavyorizm * Davranışçılık.
    behemehal * Her hâlde, ne olursa olsun, ne yapıp yapıp, mutlaka.
    beher * Her bir.
    behey * Çıkışma bildirmek için kullanılan bir ünlem.
    behime * Dört ayaklıhayvan.
    behimî * (duygular için) Hayvanca, hayvana yakışır biçimde olan.
    behimîlik * Behimî olma durumu.
    behişt * Cennet, uçmak.
    behre * Pay, nasip, hisse.
    behresiz * Payı, nasibi, hissesi olmayan; bîbehre.
    beis * Engel, uymazlık.
    * Kötülük, zarar.
    beis görmemek * sakınca, zarar görmemek.
    beis yok * zararıyok, önemi yok.
    bej * Sarıya çalan açık kahverengi.
    * Bu renkte olan.
    bek * Sert, katı; sağlam.
    bek * Savunucu.
    bek * Hava gazılâmbasının ucu.
    beka * Kalıcılık, ölmezlik.
    beka bulmak * ölmezlik erdemine ulaşmak, ölümsüzleşmek.
    bekar * Diyezli veya bemollü bir sesin eski durumuna getirilmesini gösteren nota işareti.
    bekâr * Evlenmemişkimse.
    * Evli olduğu hâlde ailesinden ayrı, yalnız yaşayan kimse.
    bekâr kalmak (veya yaşamak) * evlenmemek, evlenmemişolmak.
    * ölüm veya boşanma dolayısıyla eşini yitirmek.
    bekâr odası * Bekârların, taşradan gelmişişçilerin kalacağı oda.
    bekâra karı boşamasıkolaydır * bilgi ve tecrübesi olmayan bir kimsenin işi hafife alması, önemsememesi, gereğince değerlendirememesi
    tâbiîdir.
    bekâret * Kız oğlan kız olma durumu, kızlık, erdenlik.
    * Saflık, temizlik, masumluk.
    * Sanat ve düşüncede özgünlük, yenilik.
    * Doğallık, tazelik.
    bekârhane * Bekârların kalması için ayrılmışveya düzenlenmişoda.
    * Bekârların yaşadığımüstakil ev.
    bekârlık * Bekâr olma durumu.
    bekârlık sultanlık * evlenmeden tek başına yaşamanın daha iyi olduğunu anlatır.
    bekas * Çulluk.
    bekçi * Bir şeyi veya bir yeri bekleyip korumakla görevli kimse.
    bekçi kalmak * koruyucu, gözcü, denetleyici olarak beklemek.
    bekçilik * Bekçinin yaptığı iş.
    bekçilik etmek * (bir şeyi) bekleyip korumak.
    bekinme * Bekinmek işi.
    bekinmek * İnat etmek, direnmek.
    * Kapanmak, tıkanmak.
    bekitme * Bekitmek işi.
    bekitmek * Kapamak, tıkamak.
    bekle yârin köşesini! * yakında gerçekleşeceği sanılmayan umutlar karşısında söylenir.
    bekleme * Beklemek işi.
    * Vakit öldürme.
    bekleme odası * Bir kimseyi veya bir taşıtı beklemek için gelenlerin oturduklarıyer.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 31

    başlıksız * Başlığı olmayan.
    başmabeyinci * Osmanlısarayında mabeyincilerin başı.
    başmak * Ayakkabı, paşmak.
    başmakale * Başyazı.
    başmakçı * Ayakkabıyapan, satan kimse, paşmakçı.
    * Camilerde, giriş bölümünde, çıkarılan ayakkabılara bekçilik eden kimse.
    başmakçılık * Başmakçının işi.
    başmaklık * Padişahın anne, kız kardeş, kız ve hasekilerine bağlanan ödenek, has, arpalık.
    * (camide) Ayakkabıkonulan yer.
    başmal * Anamal, sermaye, kapital.
    başmisafir * En değerli konuk.
    başmuallim * Başöğretmen.
    başmuallimlik * Başöğretmenlik.
    başmubassır * Gözetmenlerin başı olan kimse.
    başmuharrir * Başyazar, sermuharrir.
    başmuharrirlik * Başyazar olma durumu.
    başmurakıp * En üst düzeydeki denetçi.
    başmurakıplık * Başmurakı bın yaptığı iş.
    başmüdür * En üst düzeydeki müdür.
    başmüdürlük * Başmüdürle yönetilen kuruluş.
    * Başmüdürün çalıştığıdaire.
    başmüfettiş * En üst düzeydeki müfettiş.
    başmüfettişlik * Başmüfettişolma durumu.
    başmühendis * En üst düzeydeki mühendis.
    başmühendislik * Başmühendisin yaptığı işveya görev.
    başmürettip * Başdizgici, sermürettip.
    başmürettiplik * Başmürettibin yaptığı iş.
    başmüsevvit * Yazımüsveddeleri hazırlayan ve adına müsevvit denen memurların başkanı.
    başnokta * Başlangıç noktası.
    başoda * Geleneksel Türk evinde özellikle konukların ağırlandığı büyük ve özenli döşenmişoda.
    başoyuncu * Bir filmde veya tiyatro eserinde başrolü canlandıran oyuncu.
    başoyunculuk * Başoyuncu olma durumu.
    başöğretmen * (ilkokullarda) Yönetimden sorumlu olan öğretmen, müdür.
    başöğretmenlik * Başöğretmen olma durumu.
    başörtü * Kadınların saçlarınıörtmek için kullandıklarıörtü, eşarp.
    başörtülü * Başını başörtü ile örtmüşolan (kadın).
    başpapaz * Bazıkiliselerin papazlarına, öteki papazlara göre bir üstünlük veren unvan.
    başpapazlık * Başpapazın görevi ve makamı.
    * Başpapazın sorumluluğunda olan bölge.
    başparmak * El ve ayakta bulunan en kalın parmak.
    başpehlivan * Birçok pehlivanıyenerek gücünü kabul ettirmişpehlivan.
    başpehlivanlık * Başpehlivan olma durumu.
    başpiskopos * Katoliklerde piskoposların başı olan din adamı.
    başpiskoposluk * Başpiskoposun görevi ve makamı.
    başrahip * Manastırlarda en kıdemli ve yönetimden sorumlu rahip.
    başrahiplik * Başrahibin görevi.
    başrejisör * Başyönetmen.
    başrejisörlük * Başyönetmenlik.
    başrol * Başoyuncunun rolü.
    * Bir filmin veya bir tiyatro eserinin başkişisini canlandırma işi.
    başsavcı * En üst düzeydeki savcı.
    başsavcılık * Başsavcı olma durumu.
    * Başsavcının görevi veya makamı.
    başsız * Başı olmayan.
    * Yöneticisi, başkanı olmayan.
    başsızlık * Başıveya başkanı bulunmama durumu.
    * Yasasıve hükûmeti olmayan topluluk, erksizlik, anarşi.
    başşehir * Bir devletin yönetim merkezi olan şehir, devlet merkezi, başkent.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 32

    başta (veya başında) bulunmak * bir işin yöneticisi olmak.
    başta gelmek * önde olmak, üstün durumda olmak.
    başta gitmek * en ileri durumda bulunmak.
    başta taşımak * çok saygı göstermek.
    baştaban * Yunan ve Roma mimarlıklarında, sütunların üstüne oturan ve iki sütun arasındaki uzaklığın üstünü örten
    büyük, uzun taşkirişlerin oluşturduğu bölüm.
    baştabip * Başhekim.
    baştabiplik * Başhekimlik.
    baştan * başından alarak, bir kez daha, yeniden.
    baştan aşağı * Hepsi, bütünü, bir uçtan öbür uca kadar.
    baştan aşmak * pek çok olmak, pek çoğalmak.
    baştan başa * Tamamen, bütünüyle, hepsi bir arada.
    * Başından sonuna kadar.
    baştan çıkarmak * ayartmak, kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak.
    baştan çıkmak * ahlâkı bozulmak.
    baştan kalmış(veya kalma) * başkasıtarafından kullanılmış.
    baştan kara etmek * batma tehlikesi karşısında, gemi başınıkaraya vurup oturmak.
    baştan kara gitmek (veya etmek) * sonunu düşünmeyerek hesapsız, batarcasına yaşamak.
    baştan savma * üstünkörü, özen göstermeden.
    baştan savmacı * Bir işi yapmamak veya savsaklamak için bahane bulma, başından savma veya atma.
    baştan savmacılık * Bir işi yapmamak için bahane bulma işi.
    baştan sona * Daima, her zaman.
    baştanımaz * Asi, isyancı, düzen bozucu.
    baştanımazlık * Anarşizm.
    baştankara * Ötücü kuşlar takımının, baştankaragiller familyasından, Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya’da yaşayan, çesitli
    renklerde olabilen bir kuştürü (Parus maior).
    baştankaragiller * Omurgalıhayvanların, ötücü kuşlar takımından yüz kadar kuştürünü içine alan geniş bir familya.
    baştarda * Osmanlıdonanmasında yer alan kadırga cinsinden bir tür savaşgemisi.
    başteknisyen * En yüksek düzeyde bulunan teknisyen.
    başteknisyenlik * Başteknisyenin görevi.
    başucu * Bir yerin düşeyinin gök küreyi kestiği nokta.
    başucu noktası * Yeryüzündeki bir gözlem noktasından geçen düşey doğrultusunun gökyüzünü deldiği iki noktadan, ufkun
    üstünde olanı, semtürreis.
    başucu uzaklığı * Gökyüzünde verilen bir nokta veya yıldızın başucu noktasından açısal uzaklığı.
    başuzman * En yüksek düzeyde bulunan uzman.
    başuzmanlık * Başuzman olma durumu.
    * Başuzmanın görevi.
    başülke * Sömürge imparatorluklarında sömürgelere egemen olan ülke.
    başüstü * Geminin ön bölümünde çapanın bulunduğu yer.
    başvekâlet * Baş bakanlık.
    başvekil * Baş bakan.
    başvekillik * Başvekil olma durumu.
    başvurdurma * Başvurdurmak işi veya durumu.
    başvurdurmak * Başvuru işi yaptırmak, müracaat etmesini sağlamak, müracaat ettirmek.
    başvurma * Başvurmak işi, müracaat.
    başvurmak * Bir işin yapılması için bir kimsenin aracılığını istemek veya bir işte bir şeyden yararlanmak amacıyla ona el
    atmak, müracaat etmek.
    * Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanmak.
    başvuru * Başvurmak işi, müracaat.
    * Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanma, bilgiye ulaşma, referans.
    başvurucu * Bir işiçin başvuran kimse, müracaatçı.
    başvurulma * Başvurulmak durumu.
    başvurulmak * Başvuru yapılmak, müracaat edilmek.
    başyapıt * Şaheser.
    başyardımcı * Bir kurum veya kuruluşta görevli amirin yardımcılarından en üst düzeyde olanı.
    başyargıcı * Oyunu yöneten yargıcılardan, anlaşmazlık durumunda, kararda yetki üstünlüğü olanı, başhakem.
    başyaver * Yaverlerin başı olan kimse.
    başyaverlik * Başyaver olma durumu.
    * Başyaverin görevi veya makamı.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 33

    başyazar * Bir gazete veya derginin başyazılarınıyazan kimse, başmuharrir, sermuharrir.
    başyazarlık * Başyazar olma durumu.
    * Başyazarın görevi.
    başyazı * Gazete ve dergilerde ilk sütuna veya birinci sayfaya konulan önemli yazı, başmakale.
    başyazman * Bir dairedeki yazmanların başı, başkâtip.
    başyazmanlık * Başyazman olma durumu, başkâtiplik.
    * Başyazmanın görevi veya makamı.
    başyemek * Geleneksel Türk mutfağında çorbadan sonra gelen en önemli yemek.
    başyıldız * Çift yıldızlarda büyük olan yıldız.
    başyönetmen * Bir filmde veya tiyatro oyununda en üst düzeyde yönetmenlik yapan kimse, başrejisör.
    başyönetmenlik * Başyönetmenin işi veya mesleği.
    başyukarı * Bir yer altıkuyusunun üst kısmına geçmeyi sağlayan geçit.
    bat * Kurşun boruların ağzınıaçmakta kullanılan, şimşirden yapılmış, ucu sivri bir çeşit takoz.
    bata çıka * Güçlükle zorlukla.
    batağa saplanmak * içinden çıkılması güç bir durumda olmak.
    batak * Üzerine basınca çöken çamurlaşmıştoprak.
    * Hayır gelmez, yarar sağlamaz, batmış.
    * Kötü durum, içinden çıkılmaz iş.
    batak çulluğu * Çullukgillerden, bataklıklarda yaşayan, rengi kahverengiye çalan siyah, 30 cm uzunluğunda bir çulluk türü
    (Gallinago gallinago).
    batakçı * Borcunu ödememeyi alışkanlık hâline getirmişolan (kimse).
    * Eline geçen parayı batıran.
    batakçıl * Bataklıklarıseven, bataklıklarda yaşayan (bitki, hayvan).
    batakçılık * Batakçı olma durumu.
    batakhane * Gidenlerin dolandırıldığıveya kötü bir durumda bırakıldığıyer.
    * İşlerin zamanında ve gereğince yapılmadığıyer.
    bataklı * Bataklığı olan (yer).
    bataklık * Çok derin olmayan sularla örtülü batak bölge.
    * Uygunsuz ve kötü, ahlâk dışıdurum.
    bataklık ardıcı * Bataklık ve sık bitki örtülü yerlerde yaşayan küçük ve ötücü kuş(Acrocephahus palustris).
    bataklık baykuşu * Baykuşgiller familyasından, sırt tüyleri pas rengi olan, bataklıklarda yaşayan bir kuştürü, ishak kuşu (Asio
    flammeus).
    bataklık gazı * Metan.
    bataklık keteni * Papirüs familyasından, bataklıklarda yetişen bir bitki, pamuk otu (Eriophorum).
    bataklık kırlangıcı * Kısa gagalı, uzun kanatlı, uçarken deniz kırlangıcınıandıran bir tür kuş(Glareda).
    bataklık kuşları * Omurgalıhayvanlardan hem tavuksulardan, hem yağmur kuşlarını içine alan kuşlar sınıfı.
    bataklık nergisi * Avrupa ve Kuzey Amerika’da güneşli su kıyılarında yetişen çok yıllık bir bitki (Caltha palustris).
    batar * Zatürree.
    batarya * En küçük topçu birliği.
    * Savaşgemilerinde borda toplarıve bunların bulunduğu güverte parçası.
    * Birkaç aygıtın bir araya getirilerek belirli biçimde eklenmesinden oluşan takım.
    batarya ateşi * Bir bataryada bulunan topların hep birden ateşdüzenine geçmesi.
    batarya kutusu * Bataryanın bütün olarak taşınmasınısağlayan sandık.
    bataryalı * Batarya ile güçlendirilmişveya desteklenmiş.
    * Batarya ile çalışan (radyo, telefon vb.).
    bateri * Orkestrada vurma çalgılar takımı, davul.
    baterist * Bateri çalan kimse, davulcu.
    batı * Yeryüzündeki başlıca dört yönden güneşin battığıyön, gün indi, garp.
    * Bu yönde olan, bu yönle ilgili, garbî.
    * Bulunulan yere göre güneşin battığıyönde olan bölge, garp.
    * (siyasî anlamda) Avrupa ve Kuzey Amerika.
    * Güneşin 22 Martta ve 23 Eylülde battığınokta.
    batı bloku * BatıAvrupa ülkeleri ile Kuzey Amerika ülkelerinin oluşturduğu blok.
    BatıTürkçesi * Hazar Denizinin batısındaki Türk dünyasında XIII. yüzyıldan beri kullanılan ve Oğuzcaya dayanan Türk
    dili.
    batıcı * Batıyanlısı olan kimse, garpçı.
    batıcılık * Batıyanlısı olma durumu, garpçılık.
    batık * (gemi için) Batmış.
    batıl * Doğru ve haklı olmayan.
    * Çürük, temelsiz.
    batıl inanç * Doğa üstü olaylara, gizli ve akıl dışı güçlere, kehanetlere aşırıderecede bağlı boşinanç, batıl itikat.
    batıl itikat * Boşinanç.
    batılı * Batıülkeleri veya batı bölgesi halkından olan (kimse), garplı.
    * Batıuygarlığını benimsemiş bulunan (kimse).
    batılılaşma * Batılılaşmak işi, garplılaşma.
    batılılaşmak * Özellikle Avrupa ülkelerinin düşüncede, çalışmada, görüşve anlayışta izledikleri temel ilkeleri benimsemiş
    olmak, garplılaşmak.
    batılılaştırma * Batılılaştırmak işi, garplılaştırma.
    batılılaştırmak * Batılılaşmasını sağlamak, garplılaştırmak.
    batılılık * Batılı olma durumu.
    * Batıuygarlığını benimseme, garplılık.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 34

    batın * Karın.
    * Göbek, kuşak.
    Batınî * Batıniye mezhebinden olan kimse.
    * İçrek.
    Batınîye * Görünürdeki olayların ardında gizli gerçeklerin bulunduğunu kabul eden tarikatlara verilen ad.
    batırık * Köftelik bulgur, dövülmemiş ceviz içi, soğan, domates, nane, maydanoz, tahin ve limon suyu kullanılarak
    yapılan, taze asma yaprağıveya lahanaya sarılarak tüketilen bir salata tütü.
    batırılma * Batırılmak işi.
    batırılmak * Batırmak işine konu olmak.
    * Yok edilmek.
    batırma * Batırmak işi.
    batırmak * Sıvının veya yumuşak bir maddenin içine gömülmesine yol açmak, batmasını sağlamak.
    * Bir işte sermayeyi yitirmek.
    * Bir kimseyi çekiştirip iyice kötülemek.
    * Kirletmek.
    * Mahvetmek.
    batış * Batmak işi veya biçimi.
    bati * Yavaş, ağır.
    batik * Kumaş, deri veya kâğıt süslemede kullanılan bir yöntem.
    * Bu yöntemle hazırlanmışkumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışolan (giysi).
    batisfer * Su üstü araçlarına çelik kablo ile bağlanmış, negatif yüzebilirliği bulunan dalışküresi.
    batiskaf * Deniz diplerinde inceleme yapmak için kullanılan araç.
    batkı * Batkınlık, iflâs.
    batkın * Borçlarınıödeyemez duruma düşen, iflâs etmiş(kimse), müflis.
    batkınlık * Borçlarınıödeyemediği mahkeme kararı ile tespit ve ilân olunan tüccarın durumu, iflâs.
    batma * Batmak işi.
    * Yıkılma, çökme; yok olma, inkıraz.
    * Bir gök cisminin (Ay, Güneş, Yıldız vb.) ufkun altına inmesi.
    batmak * Bir sıvının üstünde iken içine gömülmek.
    * (Güneş, Ay, yıldız için) Dünyanın dönüşü dolayısıyla ufkun altına inmek.
    * İflâs etmek.
    * Kirlenmek.
    * Saplanmak.
    * Dokunmak, incitmek.
    * (tedirgin etmemesi gereken şeyler için) Tedirgin etmek.
    * Hoşa gitmeyen bir duruma uğramak.
    * Yok olmak.
    * Daha kötü bir duruma uğramak.
    * Çökmek.
    * Yıkılmak egemenliği sona ermek.
    batman * Miktarı bölgelere ve tartılacak şeylere göre değişen eski bir ağırlık ölçüsü.
    batonsale * Tuzlu hamurdan yapılan ince uzun çubuk, tuzlu çubuk.
    batöz * Harman makinesi, harman dövme makinesi.
    batsat * Ara sıra, seyrek olarak tek tük.
    battal * İşe yaramaz, kullanılmaz.
    * Alışılmışolandan büyük.
    battal edilmek * kullanılamaz duruma getirilmek, bozulmak.
    battal etmek * kullanılamaz bir duruma getirmek.
    battal olmak * kullanılamaz, işe yaramaz duruma gelmek.
    battaniye * Yorgan yerine veya yorgan üstünde kullanılan, çoğu yünden dokunmuşkalınca örtü.
    battaniyeli * Battaniyesi olan.
    battı balık yan gider * işler kötü gittiğine göre artık istenildiği gibi davranılabilir.
    batur * Bahadır.
    batyal * 200 ile 2000 m arasında derinliği olan (deniz).
    bav * Hayvanıavcılığa alıştırma işi.
    bavcı * Şahin ve köpek gibi hayvanlarıavcılığa alıştıran kimse.
    bavlı * Ava alıştırılmış(hayvan).
    * Avcıların, köpeklerini ava alıştırmak için kullandıklarıyapay kuşvb.
    bavlıma * Bavlımak işi.
    bavlımak * Şahin ve köpeği ava alıştırmak.
    bavul * Yolculukta, içine eşya konulan büyük çanta.
    bavul ticareti * Gümrüksüz ve vergisiz ithaline izin verilen eşyayıyabancıülkelerden satın alıp, bavul veya çantalarla yolcu
    beraberinde sınırdan geçirerek iç piyasada değerlendirmek işi.
    bavulcu * Bavul yapan veya satan kimse.
    bavullu * Bavulu olan.
    Bavyeralı * Bavyera halkından olan (kimse).
    bay * Parası, malıçok olan, zengin (kimse).
    bay * Bey yerine kullanılan bir unvan.
    * Erkek özel adlarıyerine kullanılır.
    bayağı * Aşağılık, pespaye.
    * Kibar olmayan, basit adî, sıradan, amiyane, banal.
    * Her zamanki gibi olan, hiçbir özelliği bulunmayan.
    * Hemen hemen, âdeta.
    * Gerçekten, çok, oldukça, epey.
    * Çok iyi, pekâlâ.
    bayağıkaçmak * (söz, davranış, giyinişiçin) yakışmamak, uygunsuz olmak.
    bayağıkesir * Ondalık olmayan kesir.
    bayağılaşma * Bayağılaşmak durumu.
    bayağılaşmak * Bayağı bir durum almak, bayağı bir duruma girmek.
    bayağılaştırma * Bayağılaştırmak işi.
    bayağılaştırmak * Bayağılaşmasına sebep olmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 35

    bayağılık * Bayağı olma durumu veya bayağıca davranış.
    bayan * Hanım yerine kullanılan bir unvan.
    * Kadın özel adlarıyerine kullanılır.
    * Eş, karı.
    bayat * Taze olmayan.
    * Güncelliğini, önemini, özelliğini yitirmiş, çok söylenmiş.
    Bayat * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    bayatı * Azerî ve Türkmen halk şiirinde mani türüne verilen ad.
    bayatî * Klâsik Türk müziğinde uşşak dörtlüsüne buselik beşlisi katılmasıyla yapılmışeski bir makam.
    bayatîaraban * Araban ve bayatî makamlarından oluşturulan bir birleşik makam.
    bayatîbuselik * Bayatî makamının buselik beşlisi veya dörtlüsü ile sona ermesinden oluşan bir birleşik makam.
    bayatlama * Bayatlamak durumu.
    bayatlamak * Bayat duruma gelmek, tazeliğini yitirmek.
    bayatlatma * Bayatlatmak işi.
    bayatlatmak * Tazeyken kullanmayıp bayatlaması için bekletmek.
    bayatlık * Bayat olma durumu.
    bayatsı * Bayatlamaya başlamış.
    bayatsımak * Bayatlamaya yüz tutmak.
    baygın * Bayılmış, kendinden geçmiş.
    * Süzgün.
    * Gönül vermiş.
    * İnsanıkendinden geçirir gibi olan.
    * Yığılmış, dökülmüş.
    baygın baygın bakmak * kendinden geçmiş bir şekilde, çevreye göz gezdirmek.
    * hayranlıkla seyretmek.
    baygın düşmek * çok yorulmak.
    baygınlaşma * Baygınlaşmak işi.
    baygınlaşmak * Baygın duruma gelmek.
    * (göz için) Süzülmek.
    baygınlık * Baygın olma durumu.
    * Duyumların durması, kan dolaşımının ve solunum görevlerinin duraklaması, vücudun kımıldanamaması
    gibi fizyolojik aksamalarla beliren kendinden geçme durumu.
    baygınlık geçirmek * bayılmak.
    * çok heyecanlanmak, telâşlanmak.
    baygıntı * Baygınlık.
    * İpek böceklerinin sindirim organlarında görülen ve yemden kesilmelerine yol açan bir hastalık; bu sebeple
    koza yapamama durumu.
    bayıla bayıla * İsteyerek, istekle, çok isteyerek, severek.
    bayılma * Baygın duruma girme, kendinden geçme.
    bayılmak * Baygın duruma girmek, uyur gibi olmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek.
    * Çok hoşlanmak, çok sevmek.
    * Sıcak, açlık, susuzluk, yorgunluk gibi etkenlerle dayanma gücünü yitirmek.
    * Vermek, ödemek.
    bayıltıcı * Bayıltan.
    * Bayıltacak gibi etkide bulunan.
    bayıltma * Bayıltmak işi.
    bayıltmak * Bayılmasını sağlamak, bayılmasına yol açmak.
    bayılttırma * Bayılttırmak işi veya durumu.
    bayılttırmak * Bayılmasına yol açmak, bayılmasını sağlamak.
    bayındır * (yer için) Gelişip güzelleşmesi, hayat şartlarının uygun duruma getirilmesi için üzerinde çalışılmışolan,
    mamur.
    Bayındır * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    bayındırcı * Bayındır duruma getirici.
    bayındırlaşma * Bayındırlaşmak durumu.
    bayındırlaşmak * Bayındır duruma gelmek.
    bayındırlaştırma * Bayındırlaştırmak işi, imar etme.
    bayındırlaştırmak * Bir yeri bayındır duruma getirmek, imar etmek.
    bayındırlık * Bayındır olma durumu, ümran.
    * Bayındır duruma getirme işi, imar.
    Bayındur * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    bayır * Küçük yokuş.
    bayır aşağı * Tepeden düze doğru.
    bayır kuşu * Çalı bülbülü.
    bayır turpu * İri bir turp türü (Cochlearia armoracia).
    * Kaba, terbiyesiz erkek.
    bayır yukarı * Tepeye doğru, yokuş başına yönelerek.
    bayırlaşma * Bayırlaşmak durumu.
    bayırlaşmak * (yer ve yol için) Dikleşmek.
    bayi * Bazımaddeleri satma izni olan kimse, dükkân veya kuruluş.
    bayilik * Bir maddeyi sürekli satma işi.
    * Bu işin yapıldığıyer.
    baykuş * Başında, kulak yerinde iki sorgucu bulunan, yırtıcı gece kuşlarının genel adı.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 36

    baykuşgibi * uğursuzluk getirdiğine inanılan kimseler için söylenir.
    baykuşgiller * Büyüklükleri çeşitli olan kukumav, puhu gibi yırtıcıkuşları içine alan kuşlar familyası.
    baylan * Nazlı, şımarık (biçimde).
    baylanlık * Zenginlik.
    * Şımarıklık, naz, işve.
    baylanma * Baylanmak işi.
    baylanmak * Nazlanmak, şımarmak.
    bayma * Baymak işi.
    baymak * (yiyecek) Baygınlık vermek, mideyi bulandırmak, midede ezinti yapmak.
    * Aldatmak, kandırmak, etki altında bırakmak.
    baypas * Damar aktarma.
    * Devre dışı bırakma.
    baypas ameliyatı * Kalpte tıkanmış bir damarın beslediği bölgeye kan akışınıartırmak için o bölgeye eklemek için yapılan
    damar ameliyatı.
    bayrağıyarıya indirmek * millî yas ilân etmek için bayrağıdireğin yarısına kadar indirmek.
    bayrak * Bir milletin, belli bir topluluğun veya bir kuruluşun simgesi olarak kullanılan, renk ve biçimle
    özelleştirilmiş, genellikle dik dörtgen biçiminde kumaş.
    * Öncü.
    * Simge, sembol.
    * Baklagil çiçeklerinde diğerlerinden daha üstte bulunan, daha büyük olan ve çoğunlukla başka bir renkte ve
    yuvarlakça olan taç yaprağı.
    * Gerektiğinde indirilip kaldırılan, açılıp kapatılan kol.
    bayrak açmak * gönüllü asker toplamaya girişmek.
    * bir ülkü yolunda toplanmaya çağırmak.
    bayrak çekmek (veya asmak) * bayrağı bir direğe veya ipe takmak.
    bayrak dikmek * bayraklı bir sopayı bir yere saplamak.
    bayrak direği * Bayrak asmak için hazırlanmışuzun direk.
    * Gemilerde güvertenin en yüksek direği.
    bayrak gibi * kendini belli edecek bir biçimde.
    bayrak merasimi * Bkz. bayrak töreni.
    bayrak töreni * Bayrak karşısındaki saygıduruşu.
    bayrak yarışı * Atletizmde dört sporcudan oluşan ekibin aralarında paylaştıklarımesafelere başlarken elden ele geçirmek
    yoluyla bir sopayı, bayrağıdüşürmeden yaptıklarıkoşu.
    bayrakaltı * Ordu hizmeti, askerlik.
    bayrakçı * Bayrak çeken kimse.
    * Bayrak yapan, diken veya satan kimse.
    bayraklarıaçmak * bağırıp çağırarak, hırçınlık etmek.
    bayraklaşma * Bayraklaşmak işi veya durumu.
    bayraklaşmak * Bayrak değeri kazanmak.
    bayraklı * Bayrağı olan, üzerine bayrak çekilmiş bulunan (yer).
    * Bkz. eli bayraklı.
    bayraklık * Bayrak olmaya uygun kumaş.
    * Bayrak asmaya uygun direk.
    bayraktar * Bayrağıtaşıyan kimse.
    bayraktarlığınıyapmak * bir akımın, bir görüşün yayılmasında öncü olarak çalışmak.
    bayraktarlık * Bayraktarın görevi.
    bayraktarlık etmek * öncülük etmek, yol göstermek.
    bayram * Millî veya dinî bakımdan önemi olan ve kutlanan gün veya günler.
    * Sevinç, neşe.
    * Özel olarak kutlanan gün.
    bayram alayı * Bayram günlerinde padişahların camiye gidişve gelişsırasında yapılan tören.
    bayram ayı * (Hicrî takvime göre) Ramazandan sonra gelen ay, şevval.
    bayram çocuğu * Bayram dolayısıyla süslenmiş, donatılmış, sevinçli çocuk.
    * Bayram günü doğmuşçocuk.
    bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü * gösterilen bu ilginin, bu yakınlığın bir sebebi olacak.
    bayram etmek (veya yapmak) * çok sevinmek.
    bayram günü * Bayrama rastlayan, bayramın kutlandığı gün.
    bayram haftasınımangal tahtasıanlamak * sözü, konu ile hiçbir ilgisi olmayacak biçimde ters anlamak.
    bayram havası * Neşeli, sevinçli bir ortam.
    bayram hediyesi * Bayram günleri karşılıklıveya tek yanlıverilen armağan.
    bayram koçu gibi * gösterişli ve zevksiz bir biçimde süslenmişolan.
    bayram namazı * Dinî bayramların ilk gününde sabah namazından sonra kılınan özel namaz.
    bayram şekeri * Özellikle dinî bayramlarda konuklara ikram edilen şeker veya çikolata.
    bayram tebriği * Bayramıkutlamak için yazılıp gönderilen kart veya birine yapılan ziyaret.
    bayram topu * Dinî bayramların başladığınıduyurmak için atılan top.
    bayram yeri * Bayram günlerinde çocuklar için kurulan açık eğlence yeri.
    bayram ziyareti * Dinî bayram günlerinde, bayramıkutlamak için yapılan kısa ziyaret.
    bayramda seyranda * seyrek olarak, arada sırada.
    bayramdan bayrama * çok seyrek olarak, nadir olarak, nadiren.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 27

    başıdarda kalmak * parasızlıktan dolayısıkıntıda olmak.
    başıderde girmek * sıkıntılı bir duruma düşmek.
    başıdertte * çözülmesi güç, sıkıntılıdurumda.
    başıdevletli * Talihli, bahtıaçık.
    başıdimdik * Onurlu, gururlu.
    başıdinç * Kaygısız ve tasası olmayan.
    başıdönmek * insana, eşyanın dönmesi, ayağının altından yerin çekilmesi gibi bir duygu gelmek.
    * sıkıntıyaratan bir durum karşısında bunalmak.
    * görkemli bir şey karşısında şaşırmak.
    * para veya mevki sebebiyle şaşırıp şımarmak.
    başıdumanlı * Doruğunu sis bürümüş(dağ).
    * Sevdadan veya içkiden sarhoş.
    başı göğe ermek (veya değmek) * beklenmeyen bir mutluluğa ermek.
    başıhavada * sevinçli.
    başıhoşolmamak * bir şeyden hoşlanmamak.
    başı için * “çocuğumuzun başı için”, “annenizin başı için” gibi sözlerde değerli bir kişi ortaya konarak kullanılan ant
    veya yalvarma sözü.
    başıkalabalık * yanında bir işi konuşamayacak kadar çok kimse var.
    başıkazan gibi olmak * başında çok ağrıve uğultulu bir sersemlik olmak.
    başınâra yanmak * başkasıuğruna büyük bir zarara uğramak.
    başıönünde * uslu, çevrede gözü olmayan.
    başısıkılmak (veya sıkışmak) * herhangi bir güçlük karşısında kalmak, bunalmak.
    başısıkıya gelmek * herhangi bir güçlük karşısında bunalmak, zor durumda kalmak.
    başıtaşa değmek * ağır bir durum kendisine ders olmak.
    başıtutmak * gürültüden veya üzüntüden başıağrımak.
    başıüstünde yeri olmak * her zaman iyi karşılanmak, ağırlanmak.
    * bir düşünce veya davranışıuygun bulmak.
    başıyastığa düşmek * yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak.
    başıyastık yüzü görmemek * yatağa yatıp uyumamışolmak.
    başıyerde * utançla, kırgınlıkla, üzüntüyle.
    başıyerine gelmek * zihin yorgunluğu geçmişolmak.
    başıyukarda * onurlu, kibirli, kendini beğenmiş.
    başıyumuşak * Uysal, söz dinler (kimse).
    başızapt olunmamak * binicisini alıp götürmek.
    başı boş * Bir şeye veya kimseye bağlı olmayan.
    * Bağlanmamış, serbest bırakılmış.
    * Yönetimsiz, baskısız, denetimsiz.
    başı boş bırakmak * üstünde hiçbir baskıveya denetim bulundurmamak, kendi havasına bırakmak.
    başı boşkalmak * baskıaltında bulunmamak, karışanı, görüşeni olmamak.
    başı boşluk * Başı boşolma durumu.
    başı bozuk * Askerlerin arasına katılmışsivil savaşçı.
    * Düzensiz topluluk.
    * Kargaşalı, karışık, içinden çıkılamayan.
    başı bozukluk * Başı bozuk olma durumu.
    * Düzensiz davranış, düzensizlik, disiplinsizlik.
    başıkabak * Saçıdökülmüşveya dibinden kesilmiş.
    * Başınıörtmeden.
    başım gözüm üstüne * belirtilen istekleri içtenlikle yapmayıkabul etmeyi anlatır.
    başımla beraber * memnunlukla, seve seve.
    başın sağolsun * yakınlarından birini toprağa vermiş bir kimseye söylenen ilgi ve yakınlık anlatan söz.
    başına balta kesilmek (veya olmak) * sürekli istemek, ısrar etmek, inat etmek.
    başına belâ açmak * kötü bir olay dolayısıyla dert sahibi olmak.
    başına belâ almak * bir sorunla karşılaşmak, kötü bir duruma düşmek.
    başına belâ olmak (veya kesilmek) * sıkıntıvermek, tedirgin etmek, musallat olmak.
    başına bir hâl gelmek * kötü bir duruma uğramak.
    * ölüm ihtimalini bildirmek için kullanılır.
    başına buyruk * kimseden izin almaksızın dilediği gibi davranan.
    başına çalmak * bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek.
    başına çalsın * birine verilmek istenilen bir şeyin öfke ve nefretle geri çevrildiğini anlatmak için söylenir.
    başına çıkarmak * şımartmak, çok yüz vermek.
    başına çıkmak * birinden yüz bulup ona karşıpek şımarıkça davranmak.
    başına çorap örmek * birine, haberi olmadan kötü duruma düşürücü davranışta bulunmak.
    başına dert etmek (veya açmak) * bir şeyi üzüntü konusu yapmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 28

    başına devlet kuşu konmak * beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek.
    başına dikmek * birini veya bir şeyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek.
    * bir içeceği kabıyukarıkaldırarak sonuna dek içmek.
    başına dolamak * musallat etmek.
    başına dünyanın belâsınısarmak * büyük felâket getirmek.
    başına ekşimek * ağır yük olmak.
    * üstüne kalmak.
    başına geçirmek * başına giymek.
    * bir şeyi öfke ile birisinin başına vurmak.
    başına geçmek * görevi altında bulundurmak.
    * bir işin yönetimini ele almak.
    * bir işi yapmaya başlamak.
    başına gelmek * bir görevin başına gelmek.
    * kötü bir durumla karşılaşmak.
    * beklenmedik, şaşırtıcı bir olay veya durumla karşılaşmak.
    başına güneşgeçmek * güneşçarpmak.
    başına işaçmak * uğraştırıcıve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak.
    başına işçıkarmak * istenilmeyen veya uğraştırıcı bir işe yol açmak.
    başına işçıkmak * boşa gitmeyen ve beklenmedik bir işveya olayla karşılaşmak.
    başına kakınç etmek * yapılan bir iyiliği sürekli olarak söyleyerek bıktırmak.
    başına kakmak * yapılan bir iyiliği yüzüne vurarak birini üzmek.
    başına kalmak * istemediği hâlde bir işi yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluğu ile karşılaşmak.
    başına kan çıkmak * öfkelenmek, hiddete kapılmak, kontrolünü yitirmek.
    başına karalar bağlamak * çok kederlenmek.
    başına oturmak * Bir işi yapmaya başlamak, işe koyulmak.
    başına sarmak * birine musallat etmek.
    başına taç etmek * çok değer vermek, ilgi göstermek.
    başına taşdüşmek (veya yağmak) * felâkete uğramak.
    başına vur, ağzından lokmasınıal * uysal ve sessiz kimseler için kullanılır.
    başına vurmak * (içtiği içki) ne yaptığını bilemez bir duruma düşürmek.
    * (gaz veya sıcaktan) başıağrımak.
    başına yıkmak * harap etmek, zor durumda bırakmak.
    başında * (bir şeyin) sırada önde olanı, önde geleni.
    başında beklemek (veya durmak) * yanında durup gözetlemek.
    başında değirmen çevirmek * gürültü ile tedirgin etmek.
    başında kavak yeli esmek * (genç için) sorumluluk duygusundan uzak, zevk, eğlence peşinde koşmak.
    * gerçekleşmeyecekşeyler düşünerek vakit geçirme.
    başında olmak * aynısıkıntılıdurumda bulunmak.
    başında olmak * yöneticisi olmak.
    başında paralansın * yapılan bir iyilik çok söylendiğinde o iyiliğin artık istenmediğini belirten bir söz.
    başında torbasıeksik * eşek gibi bir adam.
    başından almak * kurtulmak, sorumluluğu atmak.
    başından aşağıkaynar sular dökülmek * üzüntülü veya kötü bir olay karşısında birdenbire büyük bir sıkıntıduymak.
    başından aşkın olmak * işi pek çok olmak.
    başından atmak * yapılması güç bir işi yapmaktan kendini kurtarmak.
    * sürdürülmesi gereksiz görülen bir bağlılığa, bir ilişkiye son vermek.
    başından büyük işlere girişmek (veya kalkışmak) * gücünün üstünde olan işlere kalkışmak.
    başından geçmek * daha önce aynıduruma uğramışolmak.
    başından kesmek * yapılması istenmeyen bir işi baştan engellemek.
    başından korkmak * hayatından kaygıduymak, cezalandırılmaktan korkmak.
    başından savmak * bir istekte bulunanısözde bir sebeple uzaklaştırmak.
    başınıağrıtmak * gereksiz sözlerle birini bunaltmak.
    * bir işiçin birini tedirgin etmek, uğraştırmak.
    başınıağrıtmamak (veya başınızıağrıtmayayım) * uzun uzun anlatılan bir sorunu sonuca bağlarken sözün uzadığınıanlatmak için söylenir.
    başınıalamamak * bir şeyden kurtulamamak.
    başınıalıp gitmek * izin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuşmak.
    başınıateşlere yakmak * başına büyük bir dert almak.
    başını bağlamak * birini nişanlamak veya evlendirmek.
    başını beklemek * gözetlemek.
    başını belâya sokmak * birini, kötü sonuçlar verecek bir duruma itmek.
    başını bir yere bağlamak * birini bir işe yerleştirmek, işsizlikten, başı boşluktan kurtarmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 29

    başını boş bırakmak * yalnız veya serbest bırakmak.
    başınıçatmak * başağrısınıönlemek için alnın üstünden arkaya doğru eşarp ve benzeri şeyleri çepeçevre bağlamak.
    başınıçıkarmak * (bitki için) filizlenmeye başlamak.
    başınıderde sokmak * sıkıntılı bir duruma girmek veya getirilmek.
    başınıdik tutmak * onurunu korumak.
    başınıdinlemek * sessiz, sakin kalmak.
    başınıdöndürmek * mutluluktan yarısarhoşduruma getirmek.
    * kendine hayran bırakmak.
    başınıduman almak * sis kaplamak, sis bürümek.
    başınıezmek * bir daha kötülük edemeyecek duruma getirmek.
    başını gözünü yarmak * bir işi kötü yapmak, bir işi istenildiği gibi yapmamak.
    başını istemek * öldürülmesini istemek.
    başınıkaldırmamak (veya kaldıramamak) * bir işi aralıksız sürdürmek.
    * iyileşememek, yataktan çıkamamak.
    başınıkaşımaya vakti olmamak (veya başınıkaşıyacak vakti olmamak) * arada en ufak başka bir işyapamayacak kadar sıkışık durumda bulunmak.
    başınıkoltuğunun altına almak * ölümü göze alarak bir işe girişmek.
    başınıkurtarmak * canınıkorumak.
    * geçimini sağlayacak bir duruma gelmek.
    başınınâra yakmak * birini ağır bir zarara uğratmak.
    başını ortaya koymak * bir işe girişirken ölümü göze almak.
    başınısokmak * barınacak bir yer bulmak.
    başınıtaştan taşa vurmak * çaresiz kalarak çok pişman olmak.
    başınıtoplamak * (kadın) saçınıtoplayıp başına bir çeki düzen vermek.
    başınıuçurmak * Bkz. kellesini uçurmak.
    başınıvermek * kendini feda etmek.
    başınıyakmak * güç bir duruma sokmak.
    başınıyemek * yok olmasına sebep olmak.
    başının altında * yastığının altında.
    başının altından çıkmak * birinin hilesiyle yapılmak.
    başının çaresine bakmak * kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak.
    başının derdine düşmek * başka bir şeyle ilgilenmeyecek kadar sıkıntılıdurumda bulunmak.
    başının dikine gitmek * kendi düşünce ve görüşünün en iyi olduğuna inanarak kimsenin öğüdünü, uyarısınıdinlememek.
    başının etini yemek * karşısındakini bezdirinceye, bıktırıncaya kadar sürekli konuşmak veya söylemek.
    başının gözünün sadakası * başa gelecek bir belâyısavmak veya önlemek için yapılan bağış, özveri.
    başimam * Birden çok imam bulunan camilerde yönetici durumundaki imam.
    başka * Bilinenden ayrı, değişik, farklı, özge.
    * Nitelik yönünden alışılmışın dışında bir üstünlüğü olan.
    * Konu edilen, bilinenden ayrınesne ve kimse için teklik veya çokluk olarak başkası, başkaları biçiminde
    kullanılır.
    * “Ayrıca üstelik bir yana” anlamlarında -dan / -den başka biçiminde kullanılır.
    başka biri * diğer bir kimse.
    başka işi yok mu? * Bu işe ne diye karışıyor? Bu işonu ilgilendirmez.
    başka olmak * farklı olmak, değişik görünmek.
    başkaca * Ayrıca.
    başkafiye * Dize başlarında aynıkelime olmamak kaydıyla aynısesleri veren kelimelerden oluşan kafiye.
    başkahraman * Bir eserde başrolü oynayan kişi, başkişi.
    başkalaşım * Bir kütlenin fizikçe ve kimyaca değişmesi, istihale, metamorfizm.
    başkalaşma * Başkalaşmak işi.
    * Embriyon evresinden ergin olana değin bir hayvanın geçirdiği biçim ve yapıdeğişimleri, istihale,
    metamorfoz.
    başkalaşmak * Başka bir varlığa, niteliğe dönüşmek, değişmek, farklılık kazanmak.
    * Biçim değiştirmek, istihale etmek.
    * Kötüleşmek, bozulmak.
    başkalaştırma * Başkalaştırmak işi.
    başkalaştırmak * Başka bir duruma getirmek.
    başkaldırı * Ayaklanma, isyan.
    başkalık * Alışılana benzememe, değişik olma durumu, değişiklik.
    başkan * Bir topluluğun, bir toplantının veya bir derneğin başında bulunan kimse, reis.
    * Bazıülkelerde devletin ve hükûmetin başı.
    başkan vekili * Başkanın işini görmesi için yerine bıraktığıveya yetki verdiği kimse.
    başkan yardımcısı * Başkana yardım eden sorumlu ve yetkili kimse.
    başkanlık * Başkan olma durumu.
    * Başkanın görevi veya makamı, reislik, riyaset.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 30

    başkanlık etmek * bir toplantıveya topluluğu, başkan olarak yönetmek.
    başkanlık makamı * Başkanın odasının bulunduğu veya oturduğu yer.
    başkanlık sistemi * Devlet yönetiminde tek bir kişinin başkanlığında hükûmet etme ve devleti yönetme esasına bağlısiyasî
    sistem.
    başkarakter * Oyunun önde gelen aslî karakteri , aslî tipi.
    başkası * Diğer bir şahıs, herhangi bir kimse, diğeri, ötekisi.
    başkâtip * Bir resmî dairede veya kuruluşta çalışan kâtiplerin başı, başyazman.
    başkâtiplik * Bir resmî dairede veya kuruluşta çalışan kâtiplerin başı, başyazman.
    başkent * Başşehir.
    başkentlik * Başkent olma durumu.
    başkesit * Ağacın boyuna dikey yönde kesilmesi sonunda yıl halkalarının çember biçiminde görüntü verdiği yüzey.
    başkilise * Piskoposluk makamı olan büyük kilise, katedral.
    başkişi * Bir eserin veya bir oyunun en önemli kişisi, başkahraman.
    başkomutan * Savaşta bir devletin bütün kara, deniz ve hava kuvvetlerine komuta eden en büyük komutan,
    başkumandan, serdar.
    başkomutanlık * Başkomutanın görevi.
    * Başkomutanın makamı.
    başkonakçı * Asalağın en iyi geliştiği, dolayısıyla en çok yararlandığıve yaşamaktan hoşlandığıkonakçı.
    başkonsolos * En yüksek derecedeki konsolos.
    başkonsolosluk * Başkonsolosun görevi.
    * Başkonsolosun makamı.
    başköşe * Bir yerde en saygın kişinin veya büyüklerin oturması için ayrılan yer.
    başköşeye kurulmak * saygın kişilere ayrılan yere oturmak.
    başkumandan * Başkomutan.
    başkumandanlık * Başkomutanlık.
    Başkurt * Rusya’daki Başkurdistan Federe Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk halkıveya bu halkın soyundan olan kimse.
    * Bu halka özgü olan, bu halkla ilgili.
    Başkurtça * Başkurt Türkçesi.
    başlâhana * Yapraklarısıkı, yuvarlak başlılâhana (Brassica oleracea).
    başlama * Başlamak işi.
    başlama meridyeni * Boylamların hesabında başlangıç olarak kabul edilen meridyen.
    başlama vuruşu * Futbolda oyuna ilk başlamada veya her golden sonra topu santrada yeniden oyuna sokmada yapılan vuruş.
    başlama! * (hoşolmayan bir söz veya davranışla ilgili olarak) “tekrarlama” anlamında emir.
    başlamak * Bir işe girişmek, harekete geçmek.
    * Çalışır, işler, yürür duruma girmek.
    * Olmak, oluşmak, ortaya çıkmak, doğmak.
    * Görünmek.
    * Etkisini gösterme.
    * Hoşolmayan bir davranışa koyulmak.
    başlangıç * Bir işin, bir dönemin, bir hayatın vb.nin ilk bölümü.
    * Ön söz veya giriş, mukaddime.
    başlangıç noktası * Bir işin veya şeyin başladığıyer.
    * Sıfır sayısının, sayıdoğrusundaki yeri.
    * Parametrelenmiş bir yayın uçlarından biri.
    başlangıç tutmak * bir işi, bir dönemin, başladığınokta veya tarih olarak kabul etmek, belirtmek.
    başlanılma * Başlanılmak işi.
    başlanılmak * Başlanmak.
    başlanma * Başlanmak işi.
    başlanmak * Başlamak işine konu olmak.
    * Başoluşmak.
    başlatılma * Başlatılmak işi.
    başlatılmak * Başlatmak işi yapılmak.
    başlatma * Başlatmak işi.
    başlatmak * Başlamasına yol açmak.
    * (birinin) Kötü konuşmasına yol açmak.
    başlayıcı * Bir şey öğrenmeye yeni başlayan (kimse), müptedi.
    başlayış * Başlamak işi veya biçimi.
    başlı * Başı olan.
    başlı başına * Başka şeylerden ayrı olarak kendi başına, tek başına.
    başlıca * En önemli, başta gelen.
    başlık * Genellikle başıkorumak için giyilen nesne, takke, külâh, serpuş.
    * Hayvan koşumunun başa geçirilen bölümü.
    * Bir sütunun, bir direğin tepeliği.
    * Bir yazının, bir kitabın bölümlerinin başına konulan ve konuyu kısaca tanıtan yazı, serlevha, antet.
    * Bazı bölgelerde, evlenirken, damadın kaynatasına ödemesi görenek olan para.
    * Tablaların veya işparçalarının düzgün kalmasını sağlamak amacı ile baştaraflarına takılan parça.
    * Tekerlek parmaklarının çakılı olduğu kısım, top.
    başlık atmak (veya koymak) * bir yazıya başlık olarak ad bulmak.
    başlık vermek * bazı bölgelerde, evlenirken damat kaynatasına para veya mal vermek.
    başlıkçı * Başlık yapan veya satan (kimse).
    başlıklı * Başlığı olan.
    * Antetli, anteti olan.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 25

    başucu * Yatılan bir yerin başkonulan yönü veya yakını.
    başucu kitabı * Sık sık yararlanılan, ana bilgileri veren, değerini hiç yitirmeyen eser.
    başüstünde tutmak * çok iyi ağırlamak.
    başüstünde yeri var * büyük bir saygıve ilgi ile karşılanır veya ağırlanır.
    başüstüne * bir dileğin yerine getirileceğini içtenlikle belirtmek için “peki” anlamında kullanılan söz.
    başvermek * (çı ban) olgunlaşmak.
    * (buğday vb. bitkiler) başak bağlamaya başlamak, başak oluşmak.
    * (gemi, kayık) döndürmek, çevirmek.
    başyakmak * kötü duruma düşürmek.
    başyapmak * (kuaför) saç bakım ve tuvaleti yapmak.
    başyarılır (kırılır) börk (fes) içinde, kol kırılır kürk (yen) içinde * aile içindeki kişilerin anlaşmazlıklarıaile içinde kalmalıdır.
    başyarma * Vida yapımında kullanılacak olan perçinlerin başlarına tornavida yerleri açmak işi.
    başyastığı * Yatakta başın altına konulan yastık.
    başyemek (başınıyemek) * birinin ölümüne veya yok olmasına sebep olmak.
    * birinin güç duruma düşmesine yol açmak.
    başa baş * birinden üstün olmadan.
    başa baş * Eşit durumda, dengeli olarak.
    başa başgelmek * eşit olmak, denk olmak.
    başa başnoktası * bir yabancıparanın veya değerli kâğıdın piyasa değeri ile üstünde yazılıdeğerin aynı olmasıdurumu.
    başa çıkmak * güçlükler çıkaran biriyle olan işini, kendi istediği yolda sonuçlandırabilmek.
    başa çıkmak * bir şeye gücü yetmek.
    başa geçmek * en üstün yeri almak.
    başa gelen çekilir * çaresiz durumlara düşüldüğünde insanın kendini üzüntüye kaptırmayıp bu durumlara katlanmasının olağan
    ve doğru bulunduğunu anlatır.
    başa gelmek * (kötü bir duruma) uğramak.
    başa güreşmek * yağlı güreşte, en usta pehlivanlar başpehlivanlık için yarışmak.
    * en üstün sonucu elde etmek için mücadele vermek.
    başa vermek * değiştokuşyaparken üste bazışeyler vermek.
    başağaç * Boyuna dikey yönden kesilmişolan ve yıl halkalarıçember biçiminde görüntü veren ağaç.
    Başak * Zodyak üzerinde Aslan ile Terazi burçlarıarasında bulunan burcun adı, Zodyak.
    başak * Arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerin taneleri taşıyan kılçıklı başı.
    * Tarlalarda, bağlarda dökülmüşveya tek tük kalmışolan ürün.
    başak bağlamak (veya tutmak) * arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerde başak oluşmak.
    başak toplamak * tarlalarda kalmış başaklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplamak.
    başakçı * Tarlalarda kalmış başaklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplayan kimse.
    başakçık * Çiçeklerde başağı oluşturan çiçek demeti veya topluluğu.
    başaklama * Başaklamak işi.
    başaklamak * Tarlalarda, bağlarda kalmışdöküntüleri toplamak.
    başaklanma * Başaklanmak durumu.
    başaklanmak * Başak bağlamak, tutmak.
    başaklı * Başağı olan (ekin).
    * Arka ucu başka biçimde olan (ok).
    başaktör * Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli erkek oyuncu.
    başaktörlük * Başaktörün işi veya mesleği.
    başaktris * Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli kadın oyuncu.
    başaktrislik * Başaktrisin işi veya mesleği.
    başaltı * Yağlı güreşte pehlivanların ayrıldığı beşderecenin ikincisi.
    * Gemilerde tayfa ve erlerin baştaraftaki koğuşları.
    başarı * Başarmak işi veya başarılan iş, muvaffakıyet.
    başarı göstermek (veya kazanmak) * başarmak.
    başarılı * Başarı gösteren, muvaffakıyetli.
    * Başarılmış, üstesinden gelinmiş.
    * Başarılı bir biçimde, başarı göstererek.
    başarılma * Başarılmak işi.
    başarılmak * Başarı ile sona ermek.
    başarım * Elde edilen bir başarı.
    * Bir sporcunun yapabileceği en iyi derece, takat sınırı, performans.
    başarısız * Başarı göstermeyen, muvaffakıyetsiz.
    * Başarılamayan, muvaffakıyetsiz.
    * Başarı göstermeyerek.
    başarısız olmak * başarısağlayamamak, başarı gösterememek.
    başarısızlığa uğramak * başarısız olmak.
    başarısızlık * Başarısız olma durumu, muvaffakıyetsizlik.