bileyici | * Kesici aletleri bilemeyi işedinmişolan kimse, zağcı. |
bileyicilik | * Bileyicinin yaptığı iş, zağcılık. |
bilezik | * Bileğe süs için takılan halka. * İki borunun ucunu birleştirmeye yarayan halkaya benzer parça. * Motor pistonlarına, yağlama, soğutma, özellikle sızıntıyıönleme gibi amaçlarla yerleştirilmiş, genel olarak dökme demirden yapılmış, uçlarıaçık ve esnek halka. * Kelepçe. * Mobilyaların ayak altlarına takılan kare, dikdörtgen, silindir, kesik koni ve benzeri şekilli, pirinç veya nikel kaplıdemirden yapılmış, iki ucu delik gereç. |
bilezikli | * Bileziği olan. * Bilezik takmışolan. |
bilfarz | * Tutalım ki, sayalım ki, söz gelişi, diyelim ki. |
bilfiil | * İşolarak, işedinerek, gerçekten. |
bilge | * Bilgili, iyi ahlâklı, olgun ve örnek (kimse), hakim. |
bilgece | * Bilgeye yaraşır (biçimde), hâkimane. |
bilgelik | * Bilge olma durumu ve niteliği. * Bilgi, hikmet. * (İlk Çağfelsefesinde) Kendini tanımanın bilgisi, vukuf. |
bilgi | * İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malûmat. * Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malûmat, vukuf. * İnsan zekâsının çalışmasısonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malûmat, vukuf. * Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığıtemel düşünceler, malûmat. * Bilim. * (bilişimde) Kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam. |
bilgi edinmek | * öğrenmek, bilgi almak. * Bir durumu öğrenmek. |
bilgi işlem | * Özellikle bilgisayar vb. makinelerle yapılan işlemlerin düzenli biçimde yürütülmesi. |
bilgi kuramı | * Bilginin temelini, bilim alanında uygulanan yöntemleri, sınır ve güvenilirlik bakımından inceleyip araştıran felsefe dalı, epistemoloji. |
bilgi şöleni | * Belli bir konunun tartışıldığı bilimsel toplantı, sempozyum. |
bilgi toplamak | * değişik yer ve kaynaklardan sağlanan bilgileri bir araya getirmek. |
bilgici | * Sofist. |
bilgicilik | * Antik Yunan felsefesinde eleştiri akımı, sofizm. * Başkasınıyanıltmak için doğru olmadığı bilinerek yapılan uslamlama ve çıkarsama, safsatacılık. |
bilgiç | * Bilgili kimse. * Bilgisiz olduğu hâlde bilgili görünmek isteyen, bilgili geçinen kimse. |
bilgiç bilgiç | * Bilgisi olduğunu göstererek, bildirerek. |
bilgiçlik | * Bilgiç olma durumu. |
bilgiçlik satmak (veya taslamak) | * bilmediği hâlde bilir görünmek, bilgin geçinmek. |
bilgilendirme | * Bilgilendirmek işi veya durumu. |
bilgilendirmek | * Bir konuda bilgi sahibi olmasını sağlamak, haberdar etmek. |
bilgilenme | * Bilgilenmek işi veya durumu. |
bilgilenmek | * Bilgi sahibi olmak, öğrenmek. |
bilgili | * Bilgi sahibi olan, malûmatlı, haberli. * Bilerek. |
bilgilik | * Ansiklopedi. |
bilgin | * Bilimsel bir konuda çok bilgisi olan (kimse), âlim. |
bilgince | * Bilgine yakışır, bilgin tavrında, bilgin gibi. |
bilginlik | * Bilgin olma durumu. |
bilgisayar | * Çok sayıda aritmetiksel veya mantıksal işlemlerden oluşan bir işi, önceden verilmiş bir programa göre yapıp sonuçlandıran elektronik araç, elektronik beyin, kompüter. |
bilgisayarcı | * Bilgisayar alım satımcısı. * Bilgisayar programcısı, yapımcısıveya mühendisi. |
bilgisayarcılık | * Bilgisayar ticareti veya uzmanlığı. |
bilgisayarlamak | * Bilgisayara geçirmek. |
bilgisayarlaşmak | * Bilgisayar düzeniyle donatılmak. |
bilgisiz | * Bilgi sahibi olmayan, malûmatsız, cahil. |
bilgisizlik | * Bilgisiz olma veya bilgi yokluğu durumu, cehalet. |
bilgiyazar | * Elektronik sistemle dizgi yapan alet. |
bilhassa | * Hele, her şeyden önce, başta, özellikle, en çok, mahsus. |
bili | * Bilgi, malûmat. |
bili bili | * Tavuk gibi kümes hayvanlarınıçağırmak için çıkarılan ses. |
bilici | * Bilen. |
bililtizam | * Bile bile, bilerek ve isteyerek. |
bilim | * Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim. * Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi. * Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci. |
bilim adamı | * Bilimsel çalışmalarla uğraşan kimse, bilgin, âlim. |
bilim dışı | * Bilime aykırı, bilime uymaz, gayriilmî. |
bilim kadını | * Bkz. bilim adamı. |
bilim kuramı | * Bilimlerin koyduklarıdüşünsel sorunları inceleyen ve tek tek bilimlerin yöntemlerini, ilkelerini, varsayımlarınıaraştıran felsefe dalı. |
bilim kurgu | * Çağdaş bilim verileriyle düşgücünden oluşan film, roman vb. |
bilim kurgusal | * Biyoloji ve elektrikle ilgili olan, biyonik. |
Kategori: B – Sözlük
B Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 63
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 60
biçem * Üslûp. biçenek * Her yıl belirli bir süre otlatıldıktan sonra yeniden gelişen bitkilerin biçilerek değerlendirildiği tabiî çayır. biçerbağlar * Ekini hem biçen, hem de bağdurumuna getiren makine. biçerdöver * Ekin biçen, döven, taneleri ayıran, samanı bağlam veya balya durumuna getiren makine. biçici * Biçmek işini yapan (kimse). biçicilik * Biçicinin işi veya mesleği. biçilme * Biçilmek işi. biçilmek * Biçmek işine konu olmak. biçilmişkaftan * bütünü ile uygun, elverişli (iş). biçim * Dışgörünüş, şekil.
* Yakışık alan şekil, uygun şekil.
* Herhangi bir şeyin benzeri.
* Sanat ve edebiyat eserlerinde dışgörünüş, form.
* Tarz.
* Manzumelerin kuruluşve uyak düzenlerine göre olan dışgörünüşü, şekil.biçim * Biçmek işi. biçim almak * biçimlenmek, belli bir biçime girmek, şekillenmek. biçim bilimi * Yapı bilimi, morfoloji. biçim birimi * Kelimelere gramer bakımından biçim veren, çoğu ek durumunda olan öge, morfem. biçimci * Biçimcilik yanlısı olan (kimse).
* Alışılmışkural, tutum, davranışveya belli biçimin dışına çıkmayan (kimse), şekilci, formaliteci, formalist.biçimcilik * Biçime sıkısıkıya bağlılık.
* Özü, içeriği yeterince önemsemeden, yalnız biçim üzerinde duran, biçime ağırlık veren görüş.biçime sokmak (veya biçim vermek) * bir şeyi biçimlendirmek. biçimine getirmek * sırasını, fırsatını bulmak, punduna getirmek, en uygun durumunu yakalamak. biçimleme * Çeşitli maddelerin biçimsel imkânları ile birbirleri arasındaki düzen ilişkilerini araştırma işi. biçimlendirilme * Biçimlendirilmek işi. biçimlendirilmek * Bir şeye biçim verilmek. biçimlendirme * Biçimlendirmek işi, şekillendirme. biçimlendirmek * Bir şeye belirli bir biçim vermek, şekillendirmek. biçimlenme * Biçimlenmek işi, şekillenme. biçimlenmek * Bir şey belli bir biçim kazanmak, şekillenmek. biçimli * Biçimi güzel olan, mevzun.
* Ortamına uygun düşen, yakışık alan.biçimsel * Biçime dayanan, biçimle ilgili, şekle ait, şeklî, formel. biçimselleştirme * Biçimselleştirmek işi. biçimselleştirmek * Biçimsel duruma getirmek.
* Bir kuramı biçimsel bir kurama dönüştürmek.biçimsellik * Biçime uygun olma durumu. biçimsiz * Kendine özgü bir biçimi olmayan, biçimi bozuk, şekilsiz.
* Kötü, hoşolmayan, yakışıksız.
* Kendine özgü billûrlaşmış bir biçimi olmayan (madde), amorf.biçimsizleşme * Biçimsizleşmek işi. biçimsizleşmek * Biçimsiz duruma gelmek, biçimi bozulmak. biçimsizlik * Biçimsiz olma durumu.
* Çirkinlik, yakışıksızlık.biçiş * Biçmek işi veya biçimi. biçki * Dikilecek kumaşı belli bir modele ve ölçüye göre kesme sanatı. biçki dikişkursu * Terzilik mesleğini öğretmek amacıyla verilen kurs. biçki dikişyurdu * Halka açık terzilik mesleğini öğretme ve uygulama yeri. biçki yapmak * dikilecek kumaşı belli bir modele ve ölçüye göre kesmek. biçki yurdu * Biçki ve dikişokulu. biçkici * Kumaşı belli bir modele göre biçen (kimse). biçme * Biçmek işi.
* Alt ve üst tabanları birbirine paralel ve eşit iki çokgenden, yanal ayrıtılarıda eşit ve paralel doğrulardan
oluşan çok düzlemli cisim, menşur, prizma.
* Yontulmuşyapıtaşı.biçmek * Belli bir biçim vererek kesmek.
* Dikilecek kumaşı belli bir ölçüye ve modele uygun olarak makasla kesmek.
* Ekini, otu orakla, tırpanla, makine ile kesmek.
* Yaylım ateşiyle öldürmek.
* (değer, paha, fiyat) Koymak.biçtirme * Biçtirmek işi. biçtirmek * Biçmek işini yaptırmak. bîdar * Uyanık, uyumayan. bid’at * İslâm dininde Hz. Muhammed zamanından sonra ortaya çıkan değişik yargılar ve ilkeler.
* Sonradan türeyen şey.bidayet * Başlama, başlangıç. bide * Bedenin belden aşağı bölümlerini yıkamakta kullanılan tuvalet aracı. bidon * İçine sıvımaddeler konulan, sac, plâstik veya çinkodan yapılmış, çoğunlukla silindir biçiminde kap. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 57
bezirleme * Bezirlemek işi. bezirlemek * Bezir yağı ile yağlamak, bezir yağısürmek. bezleme * Bezlemek işi. bezlemek * Bez veya kumaşile örtmek veya kaplamak.
* Çocuğun altına bez koymak, çocuğu belemek.bezm * İçki meclisi, dost toplantısı. bezme * Bezmek işi. bezmek * Bezgin duruma gelmek, bezginlik getirmek, bıkıp usanmak. bezsi * Bez dokusunda olan, bezi andıran. bezzaz * Kumaşalıp satan kimse,manifaturacı. bezzazlık * Kumaşsatma işi, manifaturacılık. bıcı bıcı * (çocuk dilinde) Yıkanma.
* Genellikle benzinliklerde bulunan otomobil yıkama aleti ve yeri.bıcı bıcıyapmak * yıkanmak. bıcıl * Aşık kemiğinin altında bulunan küçük bir kemik.
* Bu kemikle oynanan bir oyun.bıcılgan * Bkz. bıçılgan. bıcır bıcır * Sürekli ve çok konuşma için kullanılır. bıcırgan * Boru biçimindeki maden parçaların içini düzleştirip parlatmakta kullanılan alet. bıçak * Bir sap ve çelik bölümden oluşan kesici araç.
* Çeşitli kesme işlerinde kullanılan keskin ağızlıaraç.
* Jilet.bıçak altına yatmak * (insan için) ameliyat olmak. bıçak atmak * bir hedefe bıçak fırlatmak.
* bıçaklamak.
* ameliyat etmek.bıçak bıçağa gelmek * bıçakla birbirine saldıracak kadar zorlu kavga etmek. bıçak çekmek * üzerindeki bıçağı birden ele alarak birine saplamaya hazırlanmak. bıçak gibi * ince, keskin. bıçak gibi kesilmek * (söz, konuşma, sohbet) birden bitmek, duruvermek. bıçak gibi kesmek * çok keskin olmak.
* birdenbire ve tamamen ortadan kaldırmak.bıçak gibi saplanmak * (sancı, ağrı) birden ve güçlü olarak gelmek. bıçak kemiğe dayanmak * çekilen sıkıntıartık katlanılamayacak bir duruma gelmek. bıçak kınınıkesmez * kötüler yararlandıklarıkimselere kötülük etmekten çekinirler. bıçak sırtı * Bıçağın keskin olmayan ters yanı.
* Çok az (fark), çok yakın (aralık).bıçak silmek * bir işi bitirmek. bıçak vurmak * bıçakla kesmek.
* bıçaklamak.bıçak yarası onulur, dil yarası onulmaz * hakaret, ağır söz gibi gönül kırıcıdavranışların hiçbir zaman unutulmayacağınıanlatır. bıçak yemek * bıçaklanmak. bıçakçı * Bıçak ve daha başka kesici araçlar yapan veya satan kimse. bıçakçılık * Bıçak ve benzeri şeyleri yapma veya satma işi. bıçaklama * Bıçaklamak işi. bıçaklamak * Bıçakla kesmek.
* Bıçakla yaralamak.bıçaklanma * Bıçaklanmak işi. bıçaklanmak * Bıçaklamak işine konu olmak. bıçaklatma * Bıçaklatmak işi. bıçaklatmak * Bıçakla saldırıyıtahrik etmek, bıçakla saldırtmak ve yaralatmak. bıçaklı * Bıçağı olan. bıçaklık * Bıçak koyacak yer.
* Bıçak yapmaya elverişli (maden).bıçık * Sel veya dere yatağı. bıçılgan * Azmış, yayılmış(yara).
* Hayvanların tırnak kökünde oluşan yara.bıçkı * Tahta veya ağaç biçmekte kullanılan, karşılıklı iki sapı olan ve iki kişi tarafından kullanılan büyük testere.
* Motorla çalışan bir çeşit güçlü testere.
* Saraç bıçağı.
* Bağbudamaya yarayan dişli bıçak.bıçkıevi * Tomruklardan kalas, kalaslardan daha ince tahtalar kesen, boylarınıve kenarlarınıdüzgün ve eşit olarak
düzelten işyeri.bıçkıtozu * Doğramacılıkta bıçkıdan çıkan ve çoklukla yakacak olarak kullanılan toz ve talaş. bıçkıcı * Bıçkı ile ağaç ve tahta kesen kimse.
* Bıçkıyapıp satan kimse.bıçkıhane * Bıçkıevi. bıçkın * Külhanbeyi, kabadayı.
* Korkusuz, gözü pek, yürekli, cesur. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 58
bıçkınlaşma * Bıçkınlaşmak işi. bıçkınlaşmak * Kabadayılık taslamak. bıçkınlık * Bıçkın olma durumu. bıdık * Kısa ve tıknaz. bıkılma * Bıkılmak işi. bıkılmak * Usanılmak. bıkıp usanmak * çok bezmek. bıkış * Bıkma işi veya biçimi. bıkışma * Bıkışmak işi. bıkışmak * Karşılıklı olarak birbirinden bıkmak. bıkkın * Çok bıkmış, usanmış, bezmiş. bıkkınlık * Çok bıkmışolma durumu. bıkkınlık gelmek * bıkmak, usanmak, bunalmak. bıkkınlık vermek * bir şeyi sürekli tekrarlayarak karşısındakini usandırmak. bıkkıntı * Bıkma duygusu. bıkma * Bıkmak işi. bıkmak * Tekrarlanması, sürüp gitmesi yüzünden bir şeyden doygunluk veya yorgunluk duyarak onu istemez
duruma gelmek, usanmak.
* Dayanamaz duruma gelmek.bıktırıcı * Bıkkınlık verici. bıktırma * Bıktırmak işi. bıktırmak * Bıkmasına yol açmak, bıkkınlık vermek, usandırmak. bıldır * Geçen yıl, bir yıl önce. bıldırcın * Tavukgillerden, boz renkli, benekli, yurdumuzda en çok güzün, eti için avlanan göçebe kuş(Coturnix). bıldırcın eti * Bıldırcın kuşunun saka ve avcılarca beğenilen kırmızıeti. bıldırcın gibi * kısa boylu, dolgunca, alımlı(kadın). bılkıma * Bılkımak işi veya durumu. bılkımak * Bozulmak, yumuşamak, zedelenmek, erimek. bıllık bıllık * Çok tombul, etli butlu. bıngıl bıngıl * Dolgun ve pelte gibi titrek. bıngıldak * Kafatasıkemikleşmeden önce kemiklerin birleşme yerlerinde bulunan kıkırdak bölümü. bıngıldama * Bıngıldamak işi. bıngıldamak * (et ve sıvı için) Yumuşaklık veya şişmanlık sebebiyle oynamak, titremek. bırak Allah’ınıseversen * bir kimse veya nesnenin değersizliğini belirtmek için kullanılır. bırak ki * saymasak, hesaba katmasak da. bırakılma * Bırakılmak işi veya durumu. bırakılmak * Bırakmak işine konu olmak, terk edilmek. bırakım * Bırakmak işi. bırakış * Bırakma işi veya biçimi. bırakışma * Karşılıklı bırakmak işi, ateşkes, mütareke. bırakışmak * Savaşma, çarpışma gibi durumlarıkarşılıklı bırakmak, ateşkes yapmak, mütareke yapmak. bırakıt * Tereke. bırakma * Bırakmak işi.
* Salıverme, terk.bırakmak * Elde bulunan bir şeyi tutmaz olmak.
* Koymak.
* Bir işi başka bir zamana ertelemek.
* Unutmak.
* Eski bulunduğu yerini veya durumunu değiştirmemek.
* Saklamak, artırmak.
* Bir işin sorumluluğunu, yükümlülüğünü başkasına vermek, görevlendirmek.
* Engel olmamak.
* Sarkıtmak.
* (ölen, ayrılan birinden iş, kişi, nesne vb.) Kalmak.
* Bir alışkanlıktan veya bir işten vazgeçmek.
* Uğraşmaz olmak, artık uğraşmamak.
* (bıyık veya sakal) Uzatmak.
* Özgürlük vermek, hürriyetine kavuşmasını sağlamak.
* Boşamak.
* Kötü bir durumda terk etmek.
* Ayrılmak; terk etmek.
* Sınıf geçirmemek, döndürmek.
* Bir pazarlıkta, belli bir fiyata vermeyi kabul etmek.
* Bakılmak, korunmak için vermek.
* Yanına almamak, yanında götürmemek.
* Sahiplik hakkını başkasına vermek.
* Yapışık olan bir şey yapışıklıktan kurtulmak.
* (bulunduğu veya dokunduğu yerde) Oluşturmak, meydana getirmek.bıraktığım (bıraktığı), bağladığım (bağladığı) yerde (çayırda) otluyorsun (otluyor) * uzun süredir hiçbir ilerleme ve değişiklik göstermiyor (veya göstermiyorsun). bıraktırma * Bıraktırmak işi. bıraktırmak * Bırakmasını sağlamak, bırakmasına yol açmak. bıtırak * Kırlarda yetişen yabanî bir otun dışıdikenli tohumu. bıyığıterlemek * bıyığıyeni yeni çıkmaya başlamak. bıyığını balta kesmez olmak * kimseden korkusu olmamak. bıyığınısilmek * bir işi olmuş bitmişsayarak onunla uğraşmaktan vazgeçmek. bıyık * Üst dudak üzerinde çıkan kıllar.
* Balıklarda deri uzantısı.
* Asma gibi bitkilerde, sarılıp tutunmaya yarayan sürgün. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 59
bıyık altından gülmek * birinin durumuna belli etmemeye çalışarak gülümsemek. bıyık bırakmak * bıyık uzatmak. bıyık burmak (veya bükmek) * çalım yapmak amacıyla bıyıklarınıkıvırmak. bıyıklanma * Bıyıklanmak işi. bıyıklanmak * Bıyığıçıkmak, bıyıklıduruma gelmek. bıyıklarıele almak * delikanlılık çağına girmek. bıyıklı * Bıyığı olan, bıyığınıtıraşetmemişolan. bıyıklı balık * Sazangillerden, büyüklerinin boyu 2 m yi bulan, eti sevilen bir balık (Barbus fluviatilis). bıyıksız * Bıyığı olmayan, bıyığınıtıraşetmişolan. bızbız * Davula sol elle vurulan ince değnek. bızdık * Ufak çocuk. bızır * Kadınlık organının üst yanında cinsel zevk duyumu noktası olan bölüm, klitoris. Bi * Bizmut’un kısaltması. bîaman * Hoşgörüsüz, amansız, gaddar, zalim. biat * Bir kimsenin egemenliğini tanıma.
* Osmanlıİmparatorluğunda padişah ölünce tahta geçecek oğlunun devlet yönetimindeki etkili gruplarca
kabul ve tasdik edilmesi.biat edilmek * birinin egemenliği tanınmak. biat etmek * birinin egemenliğini tanımak, kabul etmek. bîbaht * Bahtsız, kadersiz, kötü talihli. bîbehre * Payı olmayan, pay almamış. biber * Patlıcangillerden, yurdumuzda çok yetişen bir bitki (Capsicum annuum).
* Bu bitkinin, tazeyken sebze olarak yenilen veya kurutulup baharat olarak yararlanılan ürünü.biber atmak * içine biber koymak. biber gibi * çok acı. biber gibi yanmak * (deri, göz vb.) çok acımak. biber salçası * Kırmızı biberden yapılmışsalça. biber turşusu * Yalnızca uzun yeşil biberden yapılmışturşu. biberiye * Ballı babagillerden, Akdeniz çevresinde çok yetişen, güzel kokulu yapraklarınıdökmeyen, çiçekleri soluk
mavi renkli, çok yıllık bir bitki (Rosmarinus officinalis).biberleme * Biberlemek işi. biberlemek * Biber serpmek, biber katmak. biberli * İçine biber katılmış.
* Acı.biberlik * Biber konulan küçük kap.
* Biber yetiştirilen yer.biberon * Genellikle süt çocuklarına süt ve sulu yiyecekleri içirmekte kullanılan emzikli şişe. bibersiz * İçine biber katılmamış.
* Acısız.bibi * Babanın kız kardeşi, hala. bibliyofil * Kitapsever. bibliyograf * Bibliyografya uzmanı, kaynakları bilen uzman. bibliyografi * Bibliyografya. bibliyografik * Kaynakla ilgili. bibliyografya * Kaynaklar, kaynakça. bibliyoman * Bibliyomanisi olan (kimse). bibliyomani * Hastalık derecesine varan kitap sevgisi, kitap düşkünlüğü. bibliyotek * Kitaplık, kütüphane. bibliyotekçi * Kütüphaneci. biblo * Çeşitli maddelerden yapılan heykel, vazo gibi zarif küçük süs eşyası. biblo gibi * ufak tefek, zarif (kız). bici * Bkz. cici bici. bicik * Meme, meme başı. bicili * Bkz. cicili bicili. bîçare * Çaresiz, zavallı(kimse). bîçare olmak * çaresiz kalmak. bîçarelik * Biçare olma durumu, zavallılık, çaresizlik. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 54
beyan etmek * bildirmek, söylemek, ileri sürmek, anlatmak. beyanat * Demeç, bildiri. beyanat vermek (veya beyanatta bulunmak) * demeç vermek. beyanname * Bildirge. beyaz * Ak, kara karşıtı.
* Bu renkte olan.
* Beyaz ırktan olan kimse.
* (baskıda) Normal karalıkta görünen harf çeşidi.beyaz adam * Beyaz ırka mensup olan kişi.
* Avrupalı.beyaz baston * Görme özürlülerin yürürken kullandıklarımadenî çubuk. beyaz cam * Televizyon ekranı. beyaz dizi * Genellikle sevgi konularını basit bir biçimde işleyen romanlardan oluşan dizi. beyaz eşya * Buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi gibi ev aletlerine toplu olarak verilen ad. beyaz et * Tavuk, balık vb. etlere verilen genel ad. beyaz etmek (veya beyaza çekmek) * yazıyıtemize çekmek. beyaz ırk * Avrupa, Kuzey Amerika, Güney ve BatıAsya ile Kuzey Afrika’da yaşayan ve teninin rengi açık olan ırk. beyaz iş * Beyaz pamuklu veya keten kumaşlar üzerine beyaz veya renkli ipliklerle yapılan sarma iş. beyaz kitap * Bir sorunu aydınlatmak ve savunmak için bir kurum veya hükûmetçe yayımlanan kitap. beyaz kömür * Akarsulardan elde edilen elektrik gücü. beyaz oy * Onaylayıcı oy. beyaz perde * Göstericiden çıkan görüntülerin üzerinde yansıdığı, sinema filminin oynatıldığıyüzey.
* Sinema.beyaz peynir * Beyaz renkli bir tür peynir. Beyaz Rus * Ekim ihtilâlinde komünist kızıl yönetimden kaçan Rusyalıkimse.
* Beyaz Rusya halkından olan kimse.beyaz sabun * Beyaz renkli bir tür sabun. beyaz şarap * Sadece beyaz üzüm şırasından yapılan şarap. beyaz zehir * Eroin, kokain gibi sıvı olmayan uyuşturucu madde. beyazımsı * Beyaza çalan. beyazımtırak * Beyaza çalar renk. beyazın adı, esmerin tadı * esmerleri övmek için söylenir. beyazlanma * Beyaz duruma gelme, ağarma. beyazlanmak * Beyaz duruma gelmek, ağarmak. beyazlaşma * Beyazlaşmak işi veya durumu. beyazlaşmak * Beyaz duruma getirmek. beyazlatıcı * Daha beyaz duruma getiren kimyasal madde.
* Dokunan kumaşların renk tonlarınıaçan veya beyazlatan ve kumaşlar üzerindeki lekeleri gideren (kimse).beyazlatılmak * Beyaz duruma getirilmek, ağartılmak. beyazlatma * Beyazlatmak işi, ağartma.
* (kâğıtçılıkta) Parlaklığın iyileştirilmesi için hamur bileşenlerinin renginin az veya çok oranda değiştirilmesi
veya giderilmesi.beyazlatmak * Beyaz duruma getirmek, ağartmak. beyazlı * Beyazı bulunan. beyazlık * Beyaz olma durumu.
* Ağartı.beyazsinek * Özellikle pamukların üzerinde üreyerek bitkinin öz suyunu emen ve kurumasına sebep olan bir sinek türü. beyaztilki * Tilkinin kışlık tüyünden yapılan kürk. beybaba * Yaşlıerkeklere teklifsizce sesleniş biçimi.
* Çocukların babaları için kullandığısaygısözü.beyefendi * Saygı belirtmek için erkek adlarının sonuna getirilen veya bu adların yerine kullanılan san. beygir * At.
* Yük taşıyan, araba çeken, üstüne binilen at.
* Atlama beygiri.beygir gücü * Saniyede 75 kilogrammetrelik işyapan bir motorun gücü. beygirci * Beygir besleyen veya kiraya veren kimse. beygirli * Beygiri olan. beygirlik * Beygire ait, beygir için.
* Beygir gücünde.beygirsiz * Beygiri olmayan. beyhude * Boşuna.
* Yararsız, anlamsız.beyhude yere * boşyere, boşu boşuna, gereği yokken. beyhudelik * Beyhude olma durumu. beyin * Kafatasının üst bölümünde beyin zarı ile örtülü, iki yarım yuvar biçiminde sinir kütlesinden oluşan, duyum
ve bilinç merkezlerinin bulunduğu organ, dimağ.
* Muhakeme, usa vurma.
* Bir şeyi yönetmede önemli görevi olan kimse.
* Bilgisi, eğitimi, düşüncesi yüksek düzeyde olan kimse. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 55
beyin cerrahı * Beyin konusunda uzmanlık yapmış cerrah. beyin cerrahîsi * Hastahanelerde beyin konusunda ameliyat yapabilen bölüm. beyin göçü * İleri düzeydeki meslek ve bilim adamları ile uzmanların bir başka gelişmişülkede yerleşip çalışmak amacı
ile kendi ülkelerinden ayrılması.beyin gücü * Bir ülkede ileri düzeyde iyi yetişmişolan meslek ve bilim adamları ile uzmanların fikir gücü. beyin jimnastiği * Bkz. zihin jimnastiği. beyin kanaması * Beyni besleyen damarlardan bir veya birkaçından dışarıkan sızmasısonucu, beslenen bölgenin çalışmaz
duruma gelmesi.beyin karıncıkları * İçinde beyin-omurilik sıvısı bulunan, kafa içinin, dört boşluğundan her biri. beyin omurilik sıvısı * Örümceksi zarla ince zar arasındaki boşlukta bulunan beyinle omuriliği çepeçevre saran sıvı. beyin orağı * Beynin iki lopu arasındaki zar. beyin takımı * Bir kurum veya kuruluşun yönetiminde etkin rol oynayan kimseler. beyin üçgeni * Beynin alt tarafındaki üç kıvrımlıyuvarlak çıkıntı. beyin yıkamak * insanı, kendine özgü düşünce ve dünya görüşüne yabancılaştırmak, başka yönde düşünür ve davranır
duruma getirmek amacıyla çeşitli yollarla etkilemek.beyin zarı * Beyni üst üste saran zar, korteks. beyin zarları * Beyni üst üste saran üç zar. beyincik * Kafatasının art bölümünde ve beynin altında, hareket dengesi merkezi olan organ, dimağçe. beyinli * Beyni olan.
* Akıllı, düşünceli.beyinsel * Beyinle ilgili. beyinsi * Beyne benzeyen. beyinsiz * Beyni olmayan.
* Akılsız, düşüncesiz.beyit * Ev.
* Anlam bakımından birbirine bağlı iki dizeden oluşmuşşiir parçası.beyitli * Beyti bulunan, içinde beyit olan. beyiye * Bkz. satımlık. beylerbeyi * Sancak beylerinin başı. beylik * Bey olma durumu.
* Devletle ilgili, devlete özgü olan, devlet malı olan, mirî.
* Herkesin kullandığı, çok bilinen, herkesin bildiği, basmakalıp.
* Rahat yaşama.
* Merkeze tam bağlı olmayarak bir beyin yönetimi altındaki ülke, emirlik, emaret.
* Hükûmet.
* Bir çeşit küçük ve ince asker battaniyesi.beylik fırın has çıkarır * devlet görevlisi olmanın insana birçok kazançlar sağladığınışaka yollu anlatmak için söylenir. beylik söz * Herkesin kullandığı, etkisi kalmamışsöz. beylikçi * Divanıkaleminin başı. beynamaz * Namazsız, namaz kılmayan, pis (kimse). beynelmilel * Milletler arası, uluslar arası, enternasyonal. beynelmilelci * Bkz. uluslar arasıcı. beynelmilelcilik * Milletlerin sosyal sınıflarıarasında uygunluk olmasıve birlikte davranılması gerektiğini savunan görüş,
milletler arasıcılık, uluslar arasıcılık, enternasyonalizm.beyni atmak * Bkz. tepesi atmak. beyni bulanmak * sersemlemek, düşünemez olmak.
* kötü bir şey sezinlemek.beyni karıncalanmak * zihin yorgunluğundan düşünemez olmak. beyni kaynamak * aşırısıcaktan sersemlemek, bunalmak. beyni sıçramak * aklı başından gitmek. beyni sulanmak * düzgün düşünemez olmak, bunamak. beyninde * Arasında. beyninde şimşekler çakmak * çok üzülmek, sarsılmak.
* zihninde birden bir düşünce doğmak.beyninden vurulmuşa dönmek * beklenmedik bir durum karşısında olağanüstü bir üzüntü ve şaşkınlığa uğramak. beynine girmek * herhangi bir konuda birisini yönlendirmek, ikna etmek. beynine vurmak * (içki etkisiyle) ne yaptığını bilemez duruma gelmek. beynini kemirmek * rahatsızlık vermek, huzurunu kaçırmak. beysbol * Dokuzar kişilik iki takım arasında bir top ve sopayla oynanan, Amerika Birleşik Devletlerinde yaygın bir
çeşit oyun.beysbolcu * Beysbol oynayan ve oynatan (kimse). beytülmal * Devlet hazinesi. beyyine * Bir olayın doğruluğunu ortaya koyabilen yöntem.
* Duruşma sırasında bir düşünceyi gerçekleştirmek için başvurulan belge, kanıt, tutamak, delil.beyzade * Bey oğlu.
* Soylu kimse.
* Özenle büyütülmüş, nazlıkimse.beyzadelik * Soyluluk. beyzî * Yumurta biçiminde, söbe, oval. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 56
bez * Pamuk veya keten ipliğinden yapılan dokuma.
* Pamuktan, düz dokuma.
* Herhangi bir cins kumaş.
* Herhangi bir işiçin kullanılan dokuma.
* Gelişigüzel kumaşparçası, çaput.
* Bezden yapılmış.bez * İçinden geçen kandan veya öz sudan bazımaddeler ayırarak salgı oluşturan organ, gudde. bez bağlamak * bebeklere altlarınıkirletmesinler diye bez koymak. bez tüyler * Bitkilerde salgıçıkaran tüyler. bezci * Bez yapan veya alıp satan (kimse). bezcilik * Bezcinin işi veya mesleği. bezdirici * Usanç veren. bezdirilme * Bezdirilmek işi veya durumu. bezdirilmek * Bezmesine sebep olmak, bezmesine yol açmak. bezdirme * Bezdirmek işi. bezdirmek * Bıktırmak, usandırmak, bıkkınlık vermek. beze * Yara veya çı ban sebebiyle vücudun herhangi bir yerinde oluşan şişkinlik.
* Bez (I).beze * Hamur topağı, pazı. beze * Yumurta akıve pudra şekeri ile yapılan bir çeşit kuru pasta. bezek * Süs, ziynet.
* Bir eseri süslemeye yarayan motiflerin her biri.bezekçi * Duvar ve tavanları boyayıp birtakım resim veya şekillerle süsleyen kimse, nakkaş.
* Gelinleri süsleyen kadın.bezekleme * Bezeklemek işi. bezeklemek * Süslemek, bezemek. bezekli * Bezeği olan, süslü, süslenmiş. bezeleme * Bezelemek işi. bezelemek * Hamur topağıyapmak. bezeli * Bezeği olan, bezekli. bezelye * Baklagillerden, yurdumuzun her yanında yetiştirilen, tırmanıcı bir bitki (Pisum sativum).
* Bu bitkinin yuvarlak tanesi.bezeme * Süsleme, tezyin.
* Süs, süsleyen şey.bezemeci * Bezeme yapan oymacıveya nakkaş. bezemecilik * Bezemecinin yaptığı iş. bezemek * Süslemek, donatmak, tezyin etmek. bezemeli * Süslü, dekoratif. bezen * Bezek, süs. bezeniş * Bezenme işi veya biçimi. bezenme * Bezenmek işi veya durumu. bezenmek * Bezemek işine konu olmak, süslenmek.
* Kendini bezemek, süslenmek.bezetme * Bezetmek işi. bezetmek * Bezeme yaptırmak, süsletmek. bezeyici * Bezekleme yapan ressam, dekoratör. bezeyiş * Bezeme işi veya biçimi. bezgi * Süs, bezek. bezgin * Yaşama veya işgörme isteğini yitirmiş. bezginleşme * Bezginleşmek işi. bezginleşmek * Bezgin duruma gelmek. bezginlik * Bezgin olma durumu, usanç, yorgunluk. bezi herkesin arşınına göre vermezler * genel kurallar kişilerin isteklerine göre bozulmaz. bezik * İki, üç veya dört kişi arasında 96 kâğıtla oynanan bir çeşit iskambil kâğıdı oyunu. bezilme * Bezilmek işi. bezilmek * Bezmek işine konu olmak, bezmek durumuna gelinmek. bezir * Keten tohumu.
* Bkz. bezir yağı.bezir yağı * Keten tohumundan çıkarılan ve yağlı boya yapmak için içine renkli maddeler katılan, çabuk kurur bir yağ. bezirgân * Tüccar.
* Alışverişte çok kâr amacını güden kimse.
* Mesleğini sadece kazanç için kullanan kimse.
* Yahudilere verilen ad.bezirgânbaşı * Padişahın kullanacağıçuha, bez, tülbent gibi eşyaları sağlamak ve bunlarıkorumakla görevli kimse.
* Bir çocuk oyunu.bezirgânlık * Bezirgâna yakışır davranış. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 47
beniz * Yüz rengi. beniz geçmek * benzi solmak. benizli * Benzi bulunan, benze sahip olan. benlenme * Benlenmek işi. benlenmek * Ben oluşmak. benli * Teninde ben bulunan. benli * Bkz. senli benli. benliği yoğurmak * kişiliği oluşturmak. benliğinden çıkmak * kendine benzemez olmak. benlik * Bir kimsenin öz varlığı, kişiliği, onu kendisi yapan şey, kendilik, şahsiyet.
* Kendi kişiliğine önem verme, kişiliğini üstün görme, kibir, gurur.benlik çatışması * Benliğin ön plâna çıkması ile başgösteren çatışması. benlik davası * Her şeyi kendi düşüncesine uydurmak ve her şeyde söz sahibi olmak çabası. benlik ikileşmesi * Öznenin kişiliğini iki veya daha çok bilinç merkezine bölen ve tek kişide çeşitli kişilikler durumunda
beliren bir ruh hastalığı.benlik yitimi * Kişilik duygusunun ve benlik bilincinin yitirilmesi ile beliren ruh hastalığı. benlikçi * Her konuda hep kendini ileri süren, hep kendinden söz eden (kimse).
* Benlikçilik yanlısı olan (kimse).benlikçilik * Her konuda hep kendini ileri sürme, hep kendinden söz etme durumu.
* Kendi benliğinin gelişimini, bütün davranışlarının ilkesi yapan kişinin niteliği, egotizm.benmari * Bir kabıkaynar suya oturtmak yolu ile içindekini ısıtmak veya eritmek yöntemi. benmerkezci * Beniçinci. benmerkezcilik * Beniçincilik. bent * Bağ, rabıt.
* Kanun maddesi; kitaplarda kendi içinde bütünlük oluşturan bölüm.
* Suyu biriktirmek için önüne yapılan set, büğet.
* Gazete yazısı.
* Bağlam.bent etmek * kendine bağlamak. bent olmak * bağlanmak, tutulmak. benzeme * Benzemek işi. benzemek * İki kişi veya nesne arasında birbirini andıracak kadar ortak nitelikler bulunmak, andırmak.
* Sanısınıuyandırmak, gibi görünmek.benzemeklik * Benzer olma durumu. benzemez * İskambil veya okey oyununda farklıkâğıtların veya taşların bir araya gelmesi. benzen * Maden kömürü katranından çıkarılan C6H6 formülündeki hidrokarbonun bilimsel adı. benzer * Nitelik, görünüşve yapı bakımından bir başkasına benzeyen veya ona eşolan (şey), müşabih, mümasil.
* Bkz. benzeşim.
* Bazıönemsiz veya tehlikeli sahnelerde asıl oyuncunun yerine çıkan, yapıve yüz bakımından bu oyuncuyu
andıran kimse, dublör.benzer şekiller * Kenarlarının uzunluklarıarasındaki oran değişmemekle birlikte karşılıklıaçılarıeşit olan şekiller. benzeri * Benzerlik gösteren, benzer. benzerlik * Benzer olma durumu.
* İki üçgende köşelerinin eşlenmesine göre karşılıklıaçıların eşve karşılıklıkenarların orantısından doğan
durum.benzersiz * Benzeri olmayan, eşsiz. benzersizlik * Benzersiz olma durumu. benzeş * Birbirine benzeyen, aralarında benzerlik bulunan, müşabih, nazir. benzeşen * Ünlü veya ünsüz benzeşmelerinde etki altında kalan ünsüz veya ünlü: Sütçü (süt-çü), ekmekten (ekmekten), odalardan (oda-lar-dan) kelimelerinde bulunan -çü, -ten, -dan eklerindeki ünsüz veya ünlüler gibi. benzeşik * Benzeşme özelliği gösteren. benzeşim * Bazı ortak yönleri olan iki şey arasındaki benzeşme.
* İki şeklin kenarlarının uzunluklarıarasındaki oran değişmemekle birlikte, karşılıklıaçılarının eşit bulunması
durumu.benzeşim oranı * İki şeklin kenarlarının arasındaki oran. benzeşlik * Benzeşolma durumu, müşabehet. benzeşme * Benzeşmek işi.
* Bir kelimede bir sesin başka bir sesi kendisine benzetme etkisi: yurt-daş> yurttaş, çarşanba > çarşamba, o
+ bir < öbür gibi.benzeşmek * Birbirine benzemek, müşabih olmak. benzeşmezlik * Bir kelimede bulunan aynıveya benzeri seslerden birinin değişikliğe uğraması, disimilâsyon: Kınnap >
kırnap, attar > aktar, kehribar > kehlibar gibi.benzeti * Benzetme, aslından kopya edilmiş, teş bih. benzeti ressamı * Büyük sanatçıların yaptıklarını, orijinaline bakarak yapan ve benzeti olduğunu belirten ressam. benzetici * Benzeterek yapan, sahteci, kopyacı. benzetici ressam * Büyük sanatçıların üslûbunda çalışarak, yaptığı işleri orijinal eser diye satan sahteci ressam. benzetilme * Benzetilmek işi. benzetilmek * Benzetmek işine konu olmak. benzetiş * Bir şeyi başka bir şeye benzetmek işi veya biçimi. benzetme * Benzetmek işi.
* Bir şeyin neteliğini anlatmak için, o niteliği eksiksiz taşıyan bir şeyi örnek olarak gösterme işi, teş bih. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 48
benzetmek * Benzer duruma getirmek.
* Bir şeyde başka şeye benzeyen yönler bulmak.
* Kötü bir duruma getirmek, bozmak.
* Dövmek.benzetmek gibi olmasın * kötü bir sona uğramış birinden veya bir şeyden söz ederken, ona benzetilen kimse veya şey için kötü bir
duygu beslenilmediğini anlatır.benzeyiş * Bir şeyin başka bir şeye benzemesi durumu. benzeyişsizlik * Benzeşmemek durumu. benzi atmak (veya uçmak) * ansızın yüzünün rengi sararmak, solmak. benzi kül gibi olmak * yüzünden kan çekilmek, yüzü sararmak. benzi sararmak * yüzünün rengi solmak. benzi uçmak * yüzü sararmak. benzin * Petrolün damıtılması ile elde edilen, özgül ağırlığıyaklaşık 0,65 olan, renksiz, uçucu, kendine özgü kokusu
bulunan bir sıvı.
* Benzen.benzin istasyonu * Araçların benzin, yağgibi ihtiyaçlarınıkarşılayan, yolculara dinlenme ve alışverişimkânıveren tesis,
benzinlik.benzin pompası * Benzinlikte araç depolarına benzin koyma ve verilen benzin tutarını gösterme aracı. benzinci * Benzin satılan yer veya benzin satan kimse. benzincilik * Benzincinin işi veya mesleği. benzinde kan kalmamak * kansızlık sebebiyle yüzü sararmak. benzine kan gelmek (veya benzi kanlanmak) * sağlıklıduruma gelmek, canlanmak. benzinleme * Benzinlemek işi veya durumu. benzinlemek * Benzin dökerek yakmak.
* Bir nesneyi benzine bulamak.benzinli * Benzinle çalışan (motor, makine vb.). benzinlik * Benzin satılan yer, benzin istasyonu. benzol * Benzin ve tolüen karışımı bir akaryakıt. beraat * Aklanma. beraat etmek * aklanmak, temize çıkmak. beraatızimmet * Borcu, vereceği olmama durumu, borçsuzluk. beraatızimmet asıkdır * tersi ispatlanmadıkça insanların suçsuz sayılmaları ilkesini anlatır. beraber * Birlikte, bir arada.
* Aynıdüzeyde.
* -e rağmen, -e karşın.beraberce * Birlikte, beraber olarak. berabere bitmek * (oyun, yarışma) takımların aynısayıyıalmasıyla sonuçlanmak. berabere kalmak * (oyun, yarışma için) takımlar aynısayıyıalmak veya denk gelmek, başa başkalmak, başa başgelmek. beraberinde * yanında. beraberlik * Birlikte olma durumu.
* Baş başa kalma durumu.beraberlik müziği * Orkestra, koro veya oda müziğinde olduğu gibi birçok sesin oluşturduğu müzik. berat * Bir buluştan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent.
* Osmanlıİmparatorluğunda bir göreve atanan, aylık bağlanan, san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için
çıkarılan padişah buyruğu.Berat Gecesi * Hz. Muhammed’e peygamberliğin Cebrail aracılığıyla bildirildiği şaban ayının 15. gecesine rastlayan kandil
gecesi.Berat Kandili * Bkz. Berat Gecesi. berbat * Kötü.
* Bozuk.
* Çirkin, beğenilmeyen.
* Darmadağın, bakımsız, perişan, viran.berbat etmek (veya eylemek) * kötü duruma getirmek.
* bozmak.berbat olmak * kötü duruma gelmek; kirlenmek.
* bozulmak.berber * Saç ve sakalın kesilmesi, taranmasıve yapılması işiyle uğraşan veya bunu meslek edinen kimse.
* Bu işin yapıldığıdükkân.berber balığı * Hanigillerden, kuyruğunun çatalıçok uzun olan, Akdeniz’de yaşayan, eti yenilen bir balık (Serranus
anthias).berber bataryası * Berber dükkânlarında lâvaboya su akmasınısağlayan deve boynu biçimindeki musluk takımı. berber çırağı * Berber ustasının yanında yetiştirilmek üzere çalışan çocuk. berber dükkânı * Berber. berber koltuğu * Berberler için yapılan hareketli, oynar başlıklıözel koltuk. berber salonu * Büyük berber dükkânı. Berberî * Kuzey Afrika’daki Cezayir bölgesinde Berberistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. berberlik * Berberin yaptığı iş. berceste * Sağlam ve lâtif.
* Seçilmiş, seçme.
* Sanat değeri yüksek anlamlar taşıyan dize.berdelacuz * Halk tahminine göre, 9-18 Mart arasında görülen kocakarısoğuğu. berdevam * Sürmekte olan, sürüp giden. berduş * Başı boş, serseri.
* Pis, bozuk, bakımsız. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 49
bere * Vurma ve incitme sonucu vücudun herhangi bir yerinde oluşan çürük.
* Herhangi bir şeyde görülen çizik, ezik.bere * Yuvarlak, yassıve sipersiz başlık. bereket * Bolluk, gürlük, ongunluk, feyz, feyezan.
* İyi ki, neyse ki, iyi bir rastlantı olarak.
* Yağmur.bereket ki (veya bereket versin ki) * iyi ki, Tanrı’ya şükür ki. bereket versin * para alan kimsenin söylediği iyi dilek sözü.
* bir kimsenin bir durumdan hoşnutluğunu anlatması, teselli bulması.bereketlenme * Bereketlenmek işi veya durumu. bereketlenmek * Çoğalmak, artmak. bereketli * Bol, verimli. bereketli ola! (veya olsun!) * yemek yemekte olanlara veya ürünlerini devşirenlere söylenen iyi dilek sözü. bereketlilik * Bereketli olma durumu. bereketsiz * Kendinden beklenen yararlığısağlayamayan (şey). bereketsizlik * Bereketsiz olma durumu. bereleme * Berelemek işi. berelemek * Bereli duruma getirmek. berelenme * Berelenmek işi veya durumu. berelenmek * Bereli duruma gelmek. bereli * Beresi olan. bereli * Beresi olan. berenarı * Şöyle böyle, az çok, biraz, oldukça. bergamodî * Sarımsıpembe renginde olan. bergamot * Turunçgillerden bir ağaç (Citrus bergamia).
* Bu ağacın, kabuklarından reçel yapılan ve esans çıkarılan meyvesi.bergüzar * Anmak için verilen hatıra, armağan, yadigâr. berhane * Büyük, harap, kullanışsız ev. berhane gibi * gereğinden çok büyük (ev). berhava * Havaya verilmiş, uçurulmuş.
* Yararsız, boş.berhava etmek * havaya uçurmak.
* bitirmek, yok etmek.berhava olmak * patlama yolu ile havaya uçmak.
* boşa gitmek.berhayat * Hayatta olan, canlı, yaşayan. berhudar * Mutlu. berhudar ol! * “iyi günler göresin” anlamında dilek olarak kullanılır. beri * Konuşanın önündeki iki uzaklıktan kendisine daha yakın olanı.
* Bu uzaklıkta bulunan.
* Çıkma durumundaki kelimelerden sonra getirilerek bir işin başlangıcını gösterir.beribenzer * Sıradan bayağı, alelâde. beriberi * Genellikle Uzak Doğu ülkelerinde B vitamini eksikliğinden ileri gelen bir hastalık. beriki * Beride olan.
* Beride olan şey veya kimse.beril * Doğada altı gen billûrlar durumunda bulunan, saydam, çoğu yeşil renkli berilyum ve aliminyum silikat. berilyum * Atom numarası4, yoğunluğu 1,84, atom ağırlığı9,013 olan, zümrüt gibi bazıtaşların birleşiminde bulunan,
29700C de eriyen, havanın etkisine karşı ince bir oksit tabakasıyla kaplıelement. Kısaltması be.berjer * Arkasıkabarık ve yüksek oturacak yeri genişkoltuk. berk * Sert, katı.
* Sağlam.berkelyum * Atom numarası97, atom ağırlığı294 olan, amerikyum veya küryumdan elde edilen yapay element.
Kısaltması bk.berkemal * Mükemmel, pek iyi. berkime * Berkimek işi. berkimek * Sağlamlaşmak, güç kazanmak, pekişmek. berkinme * Berkinmek işi veya durumu. berkinmek * Berkimek.
* Pekiştirilmek.berkitme * Sağlamlaştırma, tahkim, takviye. berkitmek * Sağlamlaştırmak, tahkim etmek, takviye etmek. berklik * Sağlamlık.
* Sertlik, katılık.berlam * İnce pullu, sırtıaçık kahverengi, yanlarıve karnı beyaz, ortalama 30-40 cm boyunda, Marmara ve Ege
deniziyle Akdeniz’de bol bulunan bir balık türü (Merluccius merluccius).bermuda * Dizlere kadar inen dar ve kısa pantolon. bermutat * Alışılagelen biçimde, her zaman olduğu gibi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 50
berrak * Duru, temiz, aydınlık, açık. berraklaşma * Berraklaşmak işi veya durumu. berraklaşmak * Berrak duruma gelmek, durulaşmak. berraklaştırma * Berraklaştırmak işi. berraklaştırmak * Berrak duruma getirmek, durulaştırmak.
* Açık, net ve kolay anlaşılır duruma getirmek.berraklık * Berrak olma durumu, duruluk. berri * Kara ile (toprakla) ilgili, karasal. bertafsil * Açıklamalı, uzun uzadıya, açık olarak. bertaraf * Bir yana, şöyle dursun. bertaraf etmek * ortadan kaldırmak, gidermek. bertaraf olmak * ortadan kalkmak, yok edilmek. bertik * Yara, bere.
* İncinmiş, burkulmuş.
* Deride mor leke, çürük.bertilme * Bertilmek işi veya durumu. bertilmek * İncinmek, burkulmak.
* Berelenmek yaralanmak.
* Morarmak, çürümek.bertme * Bertmek işi. bertmek * Bertilmek. berzah * Kıstak, dar dil. besalet * Yiğitlik, yararlılık. besbedava * Pek ucuz. besbelli * Açık, apaçık, çok belli.
* Anlaşıldığına göre, anlaşılıyor ki.besbeter * Çok kötü. beselemek * Bkz. eselemek beselemek. beserek * Tüylü ve damızlık erkek deve. besermek * Bkz. esermek besermek. besi * Yaşatmak ve geliştirmek için gereken besinleri yedirip içirmek işi.
* Bir şeyi istenilen durumda tutmak ve oturtmak için kullanılan takoz gibi şeyler.besi doku * Tohumların içinde embriyonu çevreleyen bölüm.
* Yumurta akımaddesi.besi dokulu * Besi dokusu olan. besi dokusu * Besi doku. besi dokusuz * Besi dokusu olmayan. besi hayvanı * Beslenmek amacıyla yavru iken alınan veya besiye çekilen hayvan. besi merası * Besleme değeri oldukça yüksek mera bitkileri ile kaplı olan ve gerektiğinde ilâve yemler de verilerek
özellikle kesime gönderilecek hayvanların fazla canlıağırlık kazanmaları için otlatıldıklarıdoğal veya sun’î verimli
mera.besi örü * Tohum çimlenirken yeni çıkan bitkiyi beslemeye yarayan ve embriyonun çevresine yayılmış bulunan
besleyici maddelerin bütünü.besi suyu * Bitkilerin damarlarında dolaşan besleyici su. besici * Sığır, davar gibi hayvanları besleyerek semirten, satan kimse. besicilik * Besicinin yaptığı iş. besihane * Besi yapılan yer. besili * Semiz, semirtilmiş. besin * Yenilebilir, beslenmeye elverişli her tür madde, azık, gıda.
* Yaşamak, varlığınısürdürmek için gerekli şey.besinli * Besini olan, gıdalı. besinsiz * Besini olmayan, yeterli besin almayan, gıdasız. besinsizlik * Besinsiz olma durumu, gıdasızlık. besiye çekmek * hayvanısemirtmek için çalıştırmadan beslemek. besle kargayı, oysun gözünü * nankörlük edenler için söylenir. beslek * Besleme, hizmetçi, ahretlik. besleme * Beslemek işi.
* Evlâtlık olarak alınan, ev işlerinde çalıştırılan kız.
* Herhangi bir kuruluşu, onun maddî yardımlarıdolayısıyla körü körüne destekleyen.besleme basın * Çıkar uğruna, herhangi bir kuruluşun veya iktidardaki güçlerin görüşlerini savunan basın. besleme gibi * giydiğini kendine yakıştıramayan (kız). besleme kız * Besleme. beslemek * Yiyecek ve içeceğini sağlamak.
* Yedirmek.
* Semirtmek.
* Eklenmek, katılmak, çoğaltmak.
* Bir şeyi korumak veya sağlamca durmasını sağlamak için, çevresini veya altınıdesteklemek, doldurmak,
pekiştirmek.
* Yetiştirmek.
* Bir duyguyu gönülde yaşatmak.
* Maddî yardım yapmak, desteklemek.beslemelik * Besleme.
* Besleme olarak.