biyesiz | * Biyesi olmayan, biye geçirilmemişolan. |
biyoelektrik | * Canlıvarlıkların ürettiği elektrik. |
biyoelektronik | * Moleküler biyolojinin hücrelerin yapısına giren moleküller arasında geçerli elektrostatik güçlerini inceleyen bölümü. |
biyoenerji | * Biyokütlenin kimyasal dönüşümüyle elde edilen enerji. |
biyofizik | * Fizyolojide geçen fiziksel olayların bilimi, biyolojik fizik. |
biyogaz | * Ahır gübresinden elde edilen yanıcı gaz, gübre gazı. |
biyograf | * Hayat hikâyesi yazarı. |
biyografi | * Hayat hikâyesi, tercüme-i hâl, hâl tercümesi. |
biyografik | * Biyografi ile ilgili. |
biyojeografi | * Bitki ve hayvanların yeryüzü üzerindeki dağılımınıve bunun sebeplerini inceleyen bilim, biyoloji coğrafyası. |
biyokatalizör | * Canlıdokuların hepsinde çok az bulunan ve hayat için gerekli kimyasal tepkimeleri uyandıran veya kolaylaştıran madde. |
biyokimya | * Hücreden en gelişmişorgana kadar canlıdokuları inceleyen ve bunları oluşturan maddeleri araştıran bilim dalı. |
biyolog | * Biyoloji ile uğraşan kimse, biyoloji uzmanı. |
biyoloji | * Bitki ve hayvanların doğma, gelişme, üreme gibi yaşayışevrelerini inceleyen bilim, dirim bilimi. |
biyolojici | * Okulda biyoloji dersini veren öğretmen. |
biyolojik | * Biyoloji ile ilgili, dirimsel, dirim bilimsel. |
biyometeoroloji | * Canlılar üzerinde hava olaylarının etkisini inceleyen bilim. |
biyonik | * Biyoloji ve elektronikle ilgili olan. * Dirim kurgu. |
biyopsi | * Mikroskopta yapısını incelemek amacıyla canlıdan bir doku parçasıalma. |
biyopsi yapmak | * parça almak. |
biyosfer | * Üzerinde hayat olan yeryüzü bölgesi. |
biyoşimi | * Organ dokularındaki kimyasal olayları inceleyen kimya kolu. |
biyotit | * Bir çeşit kara renkli mika. |
biz | * Çoğul birinci kişi zamiri. * Resmî konuşmada, bazen teklik birinci kişi zamiri ben yerine kullanılır. * (bazıyazarlar için) Ben zamirinin yerine kullanılır. |
biz | * Katı bir şeyi dikerken iğne geçirecek yeri delmek için kullanılan, çelikten yapılmış, sivri uçlu ve ağaç saplı araç, tığ. * Maraşişinde kalın karton parçalarının iğneyi kırmamasını sağlamak ve delik delmek işleminde kullanılmak üzere hazırlanmıştahta saplı, ince sivri uçlu bir tür çuvaldız. |
biz | * Ülkemiz sularında yaşayan bir mersin balığıtürü, şip (Acipenser nudiventris). |
biz attık kemik diye, el kaptı ilik diye | * bizim işe yaramaz diye vazgeçtiğimizi başkalarıdeğerli buldu. |
biz bize | * Yalnız biz, aramızda yabancı bir kimse olmaksızın. |
biz bize benzeriz | * aramızda fark yok, özelliklerimiz veya tutum ve davranışlarımız aynıdır. |
biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz | * birbirimizi çok yakından tanırız; onun öyle bir üstün durumu olmadığını biliriz. |
bîzar | * Tedirgin, bezmiş, usanmış, bezginlik getirmiş. |
bizar etmek | * tedirgin etmek, usandırmak. |
bizar olmak | * usanmak, bıkmak. |
bizatihi | * Kendiliğinden, kendinden, özünden, kendisi. |
bizce | * Bize göre. |
bizcileyin | * Bizim gibi. |
bizden | * Bizim tarafımızda olan (kimse). |
bizdenlik | * Bizden olma durumu. |
bize de mi lolo? | * işin içinde bir işolduğunu bilmez miyiz sanıyorsunuz?. |
bizim gelin bizden kaçar, tutar ellere başınıaçar | * bize yabancıduran yakınımız, dostumuz, akrabamız başkalarına rahatça içtenlikle, yardım eder. |
bizimki | * Bizim olan, bizimle ilgili olan. * Kadınların kocalarından, kocaların karılarından söz ederken kullandıklarısöz. * Yakın çevremizde olan bir kimseden söz ederken kullanılır. |
bizleme | * Bizlemek işi. |
bizlemek | * Ucu çivili değnekle hayvanıdürtmek. |
bizlengiç | * Ucu çivili değnek. |
bizmut | * Atom sayısı83, atom ağırlığı209 olan, 271,3° C de eriyen, yoğunluğu 9,8 olan, kızılımsı beyaz renkli, kırılgan ve katı bir element. Kısaltması bi. * İlâç olarak kullanılan ve asıl maddesi bizmut olan karışım. |
bizon | * Amerika’da yaşayan bir cins hörgüçlü yaban öküzü. |
bizzat | * Kendi, kendisi, şahsen. |
blâstulâ | * Yumurta hücresi embriyon olurken morulânın gelişerek içi boşyuvarlak biçime girmesi durumu, morulâ. |
blender | * Pişirmeden önce malzemeyi kesip karıştıran elektrikli alet. |
blok | * Kocaman ve ağır kitle. * Birden çok bölümü bir araya getirilmişolan, bir bütün oluşturan. * Politik çıkarlarısebebiyle birlik kuran devletler topluluğu. * İçine resim veya yazıkâğıtlarıkonulan karton kap. * Birbirine bitişik büyük yapılar. * Voleybolda, file üstünde karşı oyuncunun topu sert vururken, önünde iki veya üç kişinin elleri ile oluşturduklarıperde. |
Kategori: B – Sözlük
B Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 76
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 77
blok inşaat * Birbirine bitişik yapılan yapılar. blokaj * Bloke etmek işi.
* Hareketine engel olma, hareketini durdurma.
* Sivri taşların toprak zemine dikine çakılarak, üzerine beton dökülmesiyle yapılan dolgu.
* Bankacılıkta bir varlığın yetkili otoritelerin izni olmadan sahibi tarafından kullanılamamasıdurumu.bloke * Kullanılmasıönlenmiş, el konulmuş. bloke çek * Keşideci tarafından anlaşmazlığın çözümüne kadar ödemenin durdurulduğu çek türü. bloke etmek * kullanılmasınıönlemek amacıyla el koymak.
* savaşdurumundaki bir ülkenin dışülkelerle ilişkisini engellemek.
* kapatmak, durdurmak.
* (futbolda kaleci) topu yakalamak.bloklaşma * Bloklaşmak işi. bloklaşmak * Blok durumuna gelmek. bloknot * Yapraklarıkolayca çıkartılabilecek biçimde yapılmışnot defteri. bloksuz * Hiçbir bloka girmemişolan; bağlantısız. bloksuzluk * Bloksuz davranma, bağlantısızlık. blöf * İskambil oyunlarında elindeki kâğıtları olduğundan başka gösterme davranışı.
* Karşısındakini yanıltarak veya yıldırarak bir işten caydırmak için söylenen asılsız söz veya takınılan aldatıcı
tavır, kuru sıkı.blöf yapmak * karşısındakini yanıltarak veya yıldırarak bir işten caydırmak için aslı olmayan söz söylemek veya aldatıcı
tavır takınmak.blöfçü * Blöf yapan (kimse). blûcin * Giysi yapılan bir tür mavi, kaba pamuklu kumaş.
* Bu kumaştan yapılan (giysi).blûm * Bir tür iskambil oyunu. blûz * Vücudun üst bölümüne giyilen, genellikle ince kumaştan yapılan veya iplikten örülen kadın giysisi. boa * Boagillerden, yalnız Güney Amerika’da yaşayan, zehirsiz, çok iri, güçlü bir yılan (Boa constrictor).
* Kadınların boyunlarına aldıklarıyılan biçiminde dar ve uzun kürk, boyun kürkü.boagiller * Avlarınıyutmadan önce uzun gövdeleriyle sarıp sıkarak boğan ve ezen sarılgan yılanlarıkapsayan zehirsiz
yılanlar familyası.boalar * Sürüngenler sınıfının, yılanlar takımının bir bölümü. bobin * Makara.
* Fotoğraf filmi rulosu.
* (kâğıt ve karton için) Tampon silindiri veya mihver boru etrafına sarılmışkâğıt veya kartonun sürekli
uzunluğu.
* İçinden elektrik akımı geçebilen yalıtılmıştel ile bu telin, makara tiresi gibi sarılı bulunduğu silindirden
oluşan aygıt.bobin kırıcı * Dağınık iplik bobinlerini düzelten ve boyamaya elverişli biçime getiren makinede çalışan (kimse). bobinaj * Bir filmi veya mıknatıslıkuşağı bir makaradan başka bir makaraya sarma. boca * Geminin rüzgâr almayan yanı, rüzgâr üstü, orsa veya rüzgâr üstü karşıtı, poca. boca alabanda * Boca etme komutu. boca etmek * geminin başını bocaya rüzgâr almayan tarafa çevirmek.
* (birden çevirip) boşaltmak, dökmek.bocalama * Bocalamak işi. bocalamak * (gemi) Rüzgâra karşı gidemeyerek sürüklenmek.
* Bir işte tutulması gereken yolu kestirememek, ne yapacağını bilememek, kararsız olmak.bocalatma * Bocalatmak işi. bocalatmak * Bocalamasına yol açmak. boci * Ağır yük taşımaya yarayan, iki kalın ve küçük tekerleği olan el arabası. bocuk * (Ortodokslarca kutlanan) İsa’nın doğum yortusu.
* Domuz.bocuk domuzuna dönmek * çok semiz ve besili olmak. bocurgat * Ağır yükleri çekmek için manivelâ ile döndürülen ve döndürüldükçe, çekilecek şeyin bağlı bulunduğu
urganıkendi üzerine saran çıkrık.bodoslama * Gemi omurgasının başve kıç tarafından yukarıya uzanan ağaç veya demir direklerden her biri. bodoslama * Bodoslamak işi. bodoslamadan * Ön taraftan, baştaraftan. bodoslamak * Açıklamak, belirtmek, ileri sürmek. bodrum * Bir yapının yol düzeyinden aşağıda kalan bölümü. bodrum gibi * basık tavanlı, genellikle güneşgörmeyen (oda). bodrum katı * Bir yapının zemin katının altında olan ve oturulabilen en alt katı. boduç * Ağaç veya topraktan yapılmışküçük testi. bodur * Enine göre boyu kısa ve tıknaz. bodur kalmak * boyu uzamamak.
* gelişmemek.bodur pas * Arpa yapraklarına yerleşen ve seyrek olarak yurdumuzda da görülen ilkel mantar (Puccinia hordei).
* Bu mantarın yol açtığıhastalık.bodur tavuk her gün (veya her dem) piliç * kısa boylular olduklarından daha genç görünürler. bodurlaşma * Bodurlaşmak işi veya durumu. bodurlaşmak * Bodur duruma gelmek. bodurluk * Bodur olma durumu. Boğa * Zodyak üzerinde, Koç ile İkizler burçlarıarasında yer alan burcun adı, 343 Zodyak. boğa * Damızlık erkek sığır. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 78
boğa gibi * çok güçlü görünen, vücudu iyi gelişmiş(delikanlı). boğa güreşi * Daha çok İspanya ve Meksika’da, özel olarak yetiştirilmiş boğayıyenmek amacıyla yapılan gösteri. boğada * Küllü veya sodalısu ile çamaşır yıkama.
* Yıkanmak üzere hazırlanmışçamaşırın üzerine sıcak kül suyu süzme işi.boğak * Anjin. boğalık * Boğa olarak kullanılmak için ayrılan bir yaşından yukarıerkek sığır. boğan otu * Düğün çiçeğigillerden, özellikle kökünde akonitin adında bir zehir bulunan bitki, kurtboğan otu (Acunitum
napellus).boğanak * Sağanak, bora. boğasak * Boğaya gelmişveya boğa isteyen inek. boğasama * (inek) Boğasamak işi veya durumu. boğasamak * (inek) Boğa istemek veya boğaya gelmek. boğası * İnce bez, astar. boğaya çekmek * (inek) boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak, keleye çekmek. boğaz * Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluşturan organlar, imik.
* Şişe, güğüm gibi kaplarda ağza yakın dar bölüm.
* İki dağarasında dar geçit, derbent.
* İki kara arasındaki dar deniz.
* Yiyeceği içeceği sağlanan kimse.
* Yeme içme.
* Yedirip içirme yükümü, iaşe.boğaz açmak * ağaçların dibini kazarak toprağıkabartmak. boğaz boğaza (veya gırtlak gırtlağa) gelmek * zorlu kavga etmek. boğaz derdi * geçim için uğraşma.
* yemek pişirme, hazırlama sıkıntıları.boğaz dokuz boğumdur * bir söz iyice düşünmeden söylenmemelidir. boğaz durmaz * yeme içme ihtiyacının başka ihtiyaçlar gibi geri bırakılamayacağınıanlatır. boğaz içinde kavga var * aşırı bir biçimde açlığını gidermeye çalışanlar için söylenir. boğaz kavgası * Geçim için yapılan didinme. boğaz meselesi * Geçim derdi. boğaz ola * “afiyet olsun, yarasın, bereketli olsun” anlamına, yemek yiyenlere söylenir. boğaz olmak * boğazıağrımak.
* imrenmekten boğazışişmek.boğaz tokluğuna * ayrıca ücret verilmeden yalnız karnınıdoyurarak. boğazıaçılmak * iştahıartmak. boğazıdüğümlenmek * üzüntüden boğazıtıkanmak. boğazı inmek * bademcikleri şişmek, iltihaplanmak. boğazı işlemek * durmadan bir şeyler yemek. boğazıkurumak * çok susamak. boğazına bir yumruk tıkanmak (veya gelip oturmak) * konuşamaz olmak, sesi çıkmamak. boğazına dikkat etmek * yiyeceğine, içeceğine özen göstermek. boğazına dizilmek * (üzüntü, kaygı gibi sebeplerle) isteksiz yemek, iştahıkesilmek. boğazına durmak * yediği şeyi yutamamak. boğazına düşkün * yiyip içmeyi çok seven (kimse). boğazına indirmek * fazla ve gelişigüzel yemek. boğazına kadar * pek çok, lüzumundan fazla, aşırıölçüde. boğazına sarılmak * üstüne yürümek. boğazında düğümlenmek * söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek. boğazında kalmak * ağzındaki lokmayıüzüntü dolayısıyla yutamaz duruma gelmek. boğazından artırmak * yiyeceğinden kısıp parasınıartırmak. boğazından geçmemek * sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğu dolayısıyla bir yiyeceği yalnız başına yemekten üzüntü
duymak.boğazından kesmek * yiyip içmede çok tutumlu davranmak. boğazınıdoyurmak * karnınıdoyurmak. boğazınısevmek * yiyip içmeye düşkün olmak. boğazınısıkmak * bunaltmak, sıkıntıvermek. boğazınıyırtmak * olanca gücüyle bağırmak. boğazkesen * Bir boğazısavunmak için deniz kıyısında yapılan hisar. boğazlama * Boğazlamak işi. boğazlamak * Hayvan veya insanı boğazından keserek öldürmek.
* Gaddarca, kan dökerek öldürmek.boğazlanma * Boğazlanmak işi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 64
bilimci * Bilgin. bilimcilik * Bilginin, temeli olarak yalnız bilim yöntemine önem verme, ilimcilik. bilimsel * Bilimle ilgili, bilime dayanan, ilmî. bilimsel deneycilik * Her bilginin deneyle veya gözlemle doğrulanabileceğini, sınanabileceğini savunan felsefe akımı. bilimsel düşünce * Bilim temeline dayanan özgür eleştirici, araştırıcıve bağımsız düşünce. bilimsel sosyalizim * İhtilâlci sosyalizm, Marxçılık. bilimsel toplantı * Uzmanların katılımı ile gündemi bilimsel konuların oluşturduğu toplantı. bilimselleştirme * Bilimselleştirmek işi. bilimselleştirmek * Bilimin metotlarına uygun duruma getirmek. bilimsellik * Bilimsel olma durumu. bilimsiz * Bilime, bilim yöntemlerine uygun olmayan gayriilmî. bilimsizlik * Bilimsiz olma durumu bilimsizce iş. bilincine varmak * anlamak, kavramak. bilincini yitirmek * bilincini herhangi bir sebeple yitirmek. bilinç * İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği, şuur.
* Algıve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci, şuur.
* Temel bilgi, temel görüş.
* Bir toplumdaki ruhî etkinliklerin veya ruhî durumların bütünü.
* Dimağ.bilinç akışı * Düşüncelerin arka arkaya birbirini izlemesi.
* Kişinin aklından geçenlerin birinci kişi ağzından yansıtılması.bilinç dışı * Bilinçsizce yapılan işve etkinliklerin bütünü gayrişuur.
* İnsan ruhunun, baskıaltında tutulan isteklerle bunlara bağlıdüşüncelerden oluşan ve bilince ulaşamayan
bölümü.bilinç kaybı * Hafıza yitimi. bilinçaltı * Bilinç dışı olmakla birlikte, dilendiği zaman kapsamındakilerin bilince çağrılabildiği zihin bölgesi, şuuraltı
tahteşşuur.bilinçlendirme * Bilinçlendirmek işi. bilinçlendirmek * Bilinçli duruma getirmek. bilinçlenme * Bilinçlenmek işi. bilinçlenmek * Bilinçli duruma gelmek, şuurlanmak. bilinçli * Bilinci olan, bilinçle yapılan, şuurlu.
* Eleştirmeli bir biçimde, kendi etkinliğinin farkında olan, şuurlu.bilinçlilik * Bilinçli olma durumu şuurluluk.
* Nesne, olay ve edimlere uyanık bulunma durumu, şuurluluk.bilinçsiz * Bilinci olmayan, bilinçle yapılmayan, şuursuz.
* Kendi etkinliğini eleştirmeli bir biçimde sezmeyen, şuursuz.bilinçsizlik * Biliçsiz olma durumu, şuursuzluk.
* Nesne, olay ve işlere karşıuyanık bulunmama durumu, şuursuzluk.bilindik * Bilinen. bilinemez * İnsan aklıyla bilinemeyen şey. bilinemezci * Bilginin bağıntılı olduğuna inanan (kimse).
* Tanrı’nın ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğini ve bilinemeyeceğini ileri süren öğretiyi benimseyen
(kimse), lâedri, agnostik.bilinemezcilik * Bilginin bağıntılı olduğuna ve bundan dolayısalt olmadığına inanan öğreti.
* Tanrı’nın ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğini ve bilinemeyeceğini ileri süren öğreti, lâedriye,
agnostisizm.bilinen * Değeri belli olan nicelik, bilindik, malûm. bilinme * Bilinmek işi. bilinmedik * Bilinmeyen. bilinmek * Bilmek işine konu olmak, anlaşılmak, öğrenilmek. bilinmeyen * Değeri belli olmayan, bilinmeyen (nicelik), bilinmedik, meçhul. bilinmez * Anlamı gizli ve anlaşılması güç olan, muğlâk.
* Belli olmaz, kuşkulu, meçhul.bilinmezlik * Bilinmez olma durumu. bilir * “Anlar”, “sayar”, “yapar” anlamları ile isimlerle birleşerek birleşik sıfat kurar. bilir bilmez * yarım bilgi ile, bilip bilmediğini göz önüne almadan. bilirkişi * Belirli bir konudan iyi anlayan ve bir anlaşmazlığıçözümlemek için kendisine başvurulan kimse, uzman,
ehlihibre, ehlivukuf, eksper.
* Çözümlenmesi özel veya bilimsel bilgiye dayanan konularda oyuna veya düşüncesine başvurulan kimse,
ehlihibre, ehlivukuf.bilirkişi raporu * Bilirkişinin hazırlamışolduğu rapor. bilirkişilik * Bilirkişinin yaptığı iş. bilisiz * Öğrenim görmemiş, cahil. bilisizlik * Bilisiz olma durumu, cahillik. bilistifade * Yararlanarak. biliş * Canlının, bir nesne veya olayın varlığına ilişkin bilgili ve bilinçli duruma gelmesi, vukuf.
* Bildik, tanıdık, dost.bilişçıkmak * tanımak, önceden tanışolmak. bilişim * Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletişimde kullanılan ve özellikle elektronik aletler aracılığı ile
düzenli bir biçimde işlenmeyi ön gören bilim, informatik, sibernitik.bilişim ağı * Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletişim sistemi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 65
bilişim teknolojisi * Bilişimde kullanılan bütün araç ve gereçlerin oluşturduğu sistem. bilişimci * Bilişim alanında uzman kişi. bilişme * Bilişmek işi. bilişmek * Karşılıklı olarak birbirini tanımak, muarefesi olmak.
* Öğrenmek.billâhi * Tanrı’ya ant içerim” anlamında bir ant.
* “İnan olsun” anlamında kullanılır.billûr * Bazıcisimlerin aldıkları geometrik biçim.
* Duru ve temiz kesme cam, kristal.
* Billûrdan yapılmış.
* Koç yumurtası.billûr cisim * Gözde, irisin arkasında, mercek görevini yapan, mercimek biçim ve büyüklüğündeki saydam cisim. billûr gibi * çok duru, çok temiz (su).
* çok beyaz ve pürüzsüz (kol, gerdan, göğüs).
* (ses için) pürüzsüz.billûrî * Billûra benzer, billûr gibi. billûriye * Billûrdan yapılmışveya billûrla ilgili.
* Genellikle billûrdan yapılmışeşya satan dükkân.billûrlaşma * Billûr durumuna gelme.
* Herhangi bir cisim moleküllerinin bazıfizik ve kimya değişmeleriyle geometrik biçim alması, kristalleşme.billûrlaşmak * Billûr durumuna gelmek, billûr durumunda yoğunlaşmak, kristalleşmek.
* Belirgin duruma gelmek, netlik kazanmak.billûrlaştırma * Billûrlaştırmak işi. billûrlaştırmak * Billûr durumuna getirmek. billûrlu * İçinde billûr bulunan.
* Bol ışıklı, pırıl pırıl parlayan (yer).billûrsu * Billûra benzeyen, billûru andıran, kristaloit.
* Diyalize uğrayarak çözümlenen madde, koloit karşıtı.bilme * Bilmek işi.
* Bir şeyin ne olduğunun bilincine varma.
* Bilgi edinmenin gaye ve sonucu.bilmece * Bir şeyin adınıanmadan, niteliklerini üstü kapalısöyleyerek o şeyin ne olduğunu bulmayıdinleyene veya
okuyana bırakan oyun, muamma.
* Bilinmeyen şey, muamma.bilmece çözmek * bilmecenin cevabını bulmak. bilmece gibi konuşmak * açık, anlaşılır biçimde konuşmamak. bilmeden * bilmeyerek.
* sonucun ne olacağınıkestiremeden.bilmediği beşvakit namaz * her şeyi pek iyi bilir, anlamında bir söz. bilmek * Bir şeyi anlamışveya öğrenmiş bulunmak.
* Bir bilim veya sanat dalında yeterli olmak.
* Bir işyapmaya alışmışolmak, elinden gelmek.
* Tanımak, hatırlamak.
* Sanmak, var saymak, farz etmek.
* Anlamak.
* Sorumlu tutmak.
* İnanmak.
* Bazen “işine gelmek”, “uygun bulmak” anlamında da kullanılır.
* -a/-e ekli fiillerle yeterlik bildiren birleşik fiiller oluşturur.
* Saymak.
* Genişzamanın olumsuz birinci tekil kişisi olarak bilmem biçiminde kullanılınca duraksama, şaşma,
tereddüt anlamını verir.bilmem hangi (veya bilmem kaç, kim, nasıl, ne) * önemli veya anlatılması gerekli görülmeyen şeyler için kullanılır. bilmemek * birlikte kullanıldığıfiilin bir türlü gerçekleşemediğini anlatır. bilmemezlik * Bilememe durumu, bilmezlik. bilmez * Anlamaz, kavramaz, hatırbilmez, kadirbilmez gibi sözlerle “yapamaz”, “edemez” anlamlarında kullanılır. bilmezleme * Bilmezlemek işi, teçhil. bilmezlemek * Bir kimseyi, bir şey bilmez göstermek, teçhil etmek. bilmezlenme * Bilmezlenmek işi. bilmezlenmek * Bilmiyor gibi görünmek, bilmezlikten gelmek, tecahül etmek. bilmezlik * Bilmez olma durumu, cehalet. bilmezlikten gelme * yazarın, bildiği belli olan bir şeyi bilmez veya başka türlü bilir görünecek yolda bir anlatışsanatı,
tecahülüarifane.bilmezlikten gelmek * bilmiyor görünmek. bilmiş * Her şeyi bilir geçinen, bilgiçlik taslayan.
* Bkz. çok bilmiş.bilmukabele * Karşılıklı olarak, karşılık olarak.
* (davranıştöresinde) Ben de, size de, sizlere de.bilmünasebe * Sırası gelince, sırasıdüşünce. bilsat * Kuruluşlar, şirketler arasında bilgi satma, bilgileşim, bencmarking. bilumum * Bütün, hep, kamu, … -in hepsi. bilvasıta * (birinin) Aracılığı ile, araçla; doğrudan doğruya olmayarak, dolaylı. bilye * Taş, maden, toprak, cam gibi şeylerden yapılmışküçük yuvarlak, misket.
* Motorlu taşıtlarda dönme veya sürtünme etkilerini azaltmak, aşınmayıve enerji yitimini önlemek için,
göbeklerdeki yataklara yerleştirilen, çoğunlukla çelikten, küçük yuvarlak.bilyeli * Bilyesi olan. bilyeli yatak * Bisiklet, otomobil gibi taşıtların tekerleklerinde sürtünmeyi azaltmak amacıyla içine çelik bilye yerleştirilmiş
bölüm.bilyon * Milyar. bin * On kere yüz, dokuz yüz doksan dokuzdan bir artık.
* Bu sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 1000, M.
* Bir isimden önce geldiğinde aşırılık ve çokluk bildirir.bin bilsen de bir bilene danış * bir insan bir şeyi ne kadar iyi bilirse bilsin, gene de onu kendisinden daha iyi bilen bulunabilir. bin bir * Pek çok, çok sayıda. bin bir ayak bir ayak üstüne * herkesin ayakta olduğu kalabalık. bin can ile * çok isteyerek, gönülden. bin dallı * Çoğunlukla mor kadife üzerine sırma ile kabartma dal, yaprak ve çiçek işlenmişgiysi veya örtü. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 66
bin derde deva * pek çok işe yarayan; her sıkıntıyı gideren. bin dereden su getirmek * birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek. bin işçi, bir başçı * her işe, başolacak bir kimse gerekir. bin kalı ba girmek * birbirine benzeyen birçok işyapmak, sürekli olarak düşünce değiştirmek. bin kat * Pek çok, kıyaslanmayacak ölçüde. bin nasihatten bir musibet yeğdir * yaşanmışolaylar, öğütlerden çok daha etkilidir. bin pişman olmak * çok pişman olmak. bin tarakta bezi olmak * birçok işle uğraşmak. bin türlü * Birbirinden çok farklı, çok değişik. bin yaşa! * (memnunluk bildirmek için kullanılan söz) çok yaşa!. bin zahmetle * çok zor, büyük zorlukla. bina * Yapı.
* Arapça fiil çatısınıkonu edinen bilim ve kitap.
* Çatı.bina etmek * yapmak, kurmak, inşa etmek.
* (bir düşünce sistemine göre) kurmak, dayamak, yapmak.binaen * -den dolayı, -den ötürü, -diği için.
* Dayanarak.binaenaleyh * Bundan dolayı, bundan ötürü, bunun için, bunun üzerine. bînamaz * Bkz. beynamaz. binbaşı * Rütbesi yüzbaşı ile yarbay arasında bulunan ve asıl görevi tabur komutanlığı olan subay. binbaşılık * Binbaşırütbesi veya binbaşının görevi. binde bir * çok seyrek olarak. bindi * Destek, hamil. bindiği dalıkesmek * (kendisine gerekli ve yararlı olan şeyi) farkında olmadan yararsız duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek. bindirilme * Bindirilmek işi veya durumu. bindirilmek * Bindirmek işi yapılmak. bindirilmişkuvvetler * Motorlu taşıtlara bindirilmişasker birlikleri. bindirim * Fiyat artırma, zam. bindirimli * Fiyatıartırılmış, zamlı. bindirme * Bindirmek işi.
* Birbiri üzerine gelerek eklenen levha, kiremit, ahşap parçalarının durumu.
* Çıkarma harekâtına katılacak birliklerin, çıkarma yerine gitmek için kendilerine ayrılan deniz araçlarına
binmeleri.bindirme kilit * Gövdesi kutu biçiminde olan, kapak veya kapının arkasına doğrudan vidalanan, basit mekanizmalıkilit. bindirmek * Bir kimseyi bir şeyin üzerine çıkartmak, oturtmak veya içine yerleştirmek, binmesini sağlamak.
* (taşıt) Baştarafından başka bir taşıta çarpmak veya bir yere vurmak.
* Eklemek, katmak.binek * Binmeye ayrılmışşey ve daha çok at.
* Üzerine binilen, binmeye yarayan.binek atı * Sadece binmek, gezmek veya binicilik sporu için yetiştirilen at. binek taşı * At veya arabaya binmek için üstüne çıkılan yüksekçe taş. biner * Bin sayısının üleştirme biçimi, her birine bin, her defasında bini bir arada olarak. bingi * Kemerler üzerine oturtulmuşkubbe ile kemerlerin arasınıkapatan üçgen biçimindeki kubbe parçalarından
her biri.bini * Binme işi.
* Kapı, dolap gibi şeylerin, kanatlarıkapanınca kalan aralığıörtebilmek için bu kanatların kenarına çakılan
çıta.bini aşmak * çok fazla olmak. bini bir paraya * pek çok ve ucuz.
* pek çok yapılan, pek çok olan.binici * Binen.
* Ata iyi binen kimse.binicilik * Ata binme ustalığı.
* Ata binilerek yapılan spor.binilme * Binilmek işi. binilmek * Binmek işi yapılmak. binin yarısı beşyüz (o da bizde yok) * çok düşünceli görünen birine şaka yollu “aldırma!” anlamında söylenir. bininci * Bin sayısının sıra sıfatı, sırada dokuz yüz doksan dokuzuncudan sonra gelen. biniş * Binmek işi veya biçimi.
* Atlıalay.
* Atlıalayda giyilen giysi.
* Yüksek aşamalı bilginlerin ve yeniçeri subaylarının giydikleri cübbe.
* Üniversite öğretim üyelerinin giydikleri cübbe.binişme * Binişmek durumu. binişmek * İki parçadan biri, öbürünün üstünde olmak.
* Kas kirişleri birbiri üstüne binmek.
* Kırık bir kemiğin iki parçası birbiri üstüne gelmek.binit * Üstüne binilen hayvan, binek atı. binit * Hamur durumundaki ekmeklerin, fırına atılmadan önce, içine konulduğu oyuk gözlü tahta. binlerce * Birçok bin; pek çok. binlik * Bin liralık kâğıt para.
* Yaklaşık olarak üç litrelik büyük şişe.
* Bin tanesi bir arada olan. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 67
binme * Binmek işi. binmek * Yüksek bir şeyin veya bir hayvanın üstüne çıkıp ayaklarınısallandırarak oturmak.
* Bir yere gitmek için tren, vapur, uçak, otomobil gibi bir taşıtta yer almak.
* (bisiklet motosiklet, binek hayvanı için) Kullanmak.
* İşistenilmeyen veya beklenilmeyen bir biçim almak.
* Bir şey sıkışarak yanındakinin üstüne çıkmak.
* Fiyat artmak.
* Eklenmek, katılmak.binnetice * Sonuç olarak, nihayet. binyıl * Bin yılı içine alan zaman dilimi. biokütle * Belirli zamanda sınırları belirli bir biyotopta bulunan canlı organizmaların toplam kütlesi. biomedikal * Hem biyoloji hem de tıpla ilgili olan. biomekanik * Biyoloji, fizyoloji ve tıp konularınımekanik kanunlar yöntemiyle irdeleme. biomikroskop * Kendine özgü bir ışık ile kullanılan çift göz mercekli mikroskop. bîperva * Çekinmez, sakınmaz, korkusuz, gözü pek.
* Çekinmeden, korkmadan.bir * Sayıların ilki.
* Bu sayıyı gösteren rakam 1, I.
* Bu sayıkadar olan.
* Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösterir.
* Tek.
* Birleşik.
* Eş, aynı, bir boyda.
* Ortaklaşa olan, müşterek.
* Değer, önem bakımlarından birbirinden farksız, birbirine eşit, birbirine benzer.
* Sıfat veya zarf durumunda başına geldiği kelimelere kuvvet, istek veya kesin olmayan anlamlar katar.
* (tekrarlanarak) Bir kez.
* Sadece.
* Ancak, yalnız.bir (veya sağ) elinin verdiğini öbür (veya sol) elin duymasın * yapılan bir iyilik gizli tutulmalı, onunla övünülmemelidir. bir (veya tek başına) * yalnız olarak, yanında kimse bulunmadan.
* başka birinin yardımı olmaksızın.bir …, bir (veya bir de) * hem …. hem. bir abam var atarım, nerede olsam yatarım * tek başına bulunan kimsenin istediği yerde barınıp rahat edebileceğini anlatır. bir acıkahvenin kırk yıl hatırıvardır * Bkz. bir fincan kahvenin kırk yıl hatırıvardır. bir ağızdan * hep birlikte, beraberce, hep birden. bir ağızdan çıkıp bin dile yayılır * ortaya atılan bir söz çok çabuk yayılır. bir alay * Birçok, bir sürü, pek çok. bir âlem * Kendine özgü bir niteliği olan. bir an * Çok kısa bir süre için kullanılır. bir an önce * Bir ara, olabildiği kadar tez. bir ara * Kısa bir süre.
* Geçmişte bir zaman.bir araba * Odun, kömür gibi bazışeylerin ölçü birimi.
* Pek çok, fazla.bir arada * Toplu bir durumda, birlikte, toplu olarak. bir aralık * Bir ara. bir araya gelmek * bir yerde toplanmak, buluşmak. bir araya getirmek * toplamak. bir arpa boyu (gitmek veya yol almak) * çok az. bir aşağı bir yukarı * amaçsız olarak gidip gelmeyi anlatır. bir atımlık barutu olmak (veya kalmak) * bir konuda yapabileceği çok az şeyi bulunmak. bir avuç * Bir avuç dolduracak kadar.
* Az, çok az.bir ayağıçukurda olmak * yaşayacak çok az zamanıkalmışolmak; çok yaşlanmışolmak. bir ayak önce (evvel) * bir an önce. bir ayak üstünde bin yalan söylemek (veya bir ayak üstünde kırk yalanın belini bükmek) * çok kısa sürede pek çok yalan söylemek. bir baba dokuz evlâdı besler, dokuz evlât bir babayı beslemez * çok çocuğu olan baba, her çocuk babasına bakılmasınıötekinden beklediği için sıkıntıda kalır. bir bakıma * Başka bir görüşle, başka bir düşünüşle. bir baltaya sap olmak * belirli bir işsahibi olmak. bir bardak suda fırtına koparmak * önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek. bir başına * Tek başına. bir baştan (veya uçtan) bir başa (veya uca) * bir yerin bir sınırdan öbür sınırına kadar. bir ben, bir de Allah bilir * sıkıntılıdurumlarda söylenilen bir deyim. bir biçimine getirmek * çözüm yolu bulmak. bir bir * Bkz. hepyek. bir bir * Birer birer, ayrıayrı.
* Olduğu gibi, tam tamına, eksiksiz.bir boy * Bir kez.
* Hele.bir boyda * Boylarıeşit. bir boydan bir boya * Bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baştan başa. bir bu eksikti * sıkıntılı bir durum varken bir yenisinin çıkmasıüzerine söylenir. bir çatıaltında (olmak veya bulunmak) * aynıyapı içinde. bir çekirdek geri kalmamak * bütünüyle denk olmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 68
bir çenekliler * Oğulcuğu bir çenekten oluşmuş, kapalıtohumlulardan bir bitki sınıfı. bir çenetli * Kapsüllü yemişlerin tek parçalı olanları. bir çırpıda * bir ele alışta, ele alır almaz, çabucak. bir çiçekle bahar (veya yaz) olmaz * küçük, güzel bir belirti ile doyurucu sonuca ulaşılmaz.
* çapkın kimseler için kullanılır.bir çift * Bir takım.
* Biraz, bir iki.bir çift söz * Bir iki söz. bir çift sözü olmak * söyleyecek bir şeyleri bulunmak. bir çokları * çok sayıda olan (kimse veya şey). bir çöplükte iki horoz ötmez * bir yerde iki kişi başolmaz. bir çuval inciri berbat etmek * düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlışdavranışlarla bozmak. bir daha * bir kez daha.
* hiçbir zaman.bir daha yüzüne bakmamak * darılıp ilgiyi kesmek. bir dalda durmamak * sık sık işveya düşünce değiştirmek. bir damla * Çok az.
* (çocuk için) Çok küçük.bir de * ve olana katarak, fazladan.
* umulanın veya beklenilenin dışında bir durumu anlatan cümlelerin başına gelir.bir dediği bir dediğini tutmamak * söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak. bir dediği iki olmamak * her istediği yapılmak. bir dediğini iki etmemek * her istediğini hemen yapmak. bir defa * Olup bitti anlatan cümlelere katılır.
* “ilk önce”, “hele” anlamında da kullanılır.bir defada * ara vermeksizin. bir defalık * Bir kere yapmaya yetecek kadar.
* Bir kereye özgü olan, bir kereye özgü olarak.bir deli kuyuya bir taşatar, kırk akıllıçıkaramazmış * bazen bir kimsenin yaptığıyersiz bir iş, birçok kimse tarafından düzeltilemez. bir derece (veya bir dereceye kadar) * biraz. bir deri bir kemik (kalmak) * çok zayıflamak. bir dikili ağacı olmamak * evi veya mülkü olmamak. bir dirhem * Çok az, birazcık. bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek * verimi az, zahmeti çok olan bir işle uğraşmak. bir dirhem et bin ayıp örter * biraz kilo almak bazen insanı güzelleştirir. bir dokun bin ah işit (dinle) kaseifağfurdan * insanlarıkonuşturmak için biraz dertlerini deşmek yeter. bir dolu * Birçok. bir don bir gömlek * yarıçıplak. bir dostluk kaldı! * az bir mal kalınca satıcıların kullandığı bir özendirme deyimi. bir dudağıyerde bir dudağı gökte * masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin. bir düziye * Sürekli olarak. bir el * (ateşli silâh için) bir kez atım. bir el bir eli yıkar, iki el bir yüzü yıkar * bazıdurumlarda yardımcısız işyapılmayacağınıanlatır. bir elden * aynıkimse tarafından.
* bir merkezden.bir eli yağda bir eli balda (olmak) * varlık ve bolluk içinde olmak. bir elin sesi çıkmaz * bir davanın bir kişi tarafından savunulmasıetkili ve yeterli değildir.
* yardımlaşarak işler daha kolay başarılır.bir elini bırakıp ötekini öpmek * aşırısaygı göstermek. bir elle verdiğini öbür elle almak * yapar göründüğü bir iyiliği, sağladığı bir çıkarla ödetmek. bir elmanın yarısı o, yarısı bu * birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanılır. bir evcikli * Mısır, ceviz, fındık gibi erkek ve dişi organlarıayrıçiçeklerde, ancak aynıkök üzerinde bulunan (bitki). bir fende kazık kakmak * bir bilgi veya bilim dalında saplanmışkalmak. bir fincan (veya bir acı) kahvenin kırk yıl hatırıvardır * iyilik küçük de olsa unutulmaz. bir gecelik * Bir gece için, bir gece içinde olup biten, bir geceye ait. bir gömlek aşağı * bir derece daha düşük (birinden). bir gömlek fazla eskitmişolmak * birinden daha yaşlıve daha görmüşgeçirmişolmak. bir göz ağlarken öbür göz gülmez * keder veya sıkıntıvarken dostlar, akrabalar eğlenmemelidir. bir göz gülmek * hem gülüp hem ağlamak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 69
bir gözeli * Yapısıtek bir hücreden oluşan (hayvan veya bitki), tek hücreli. bir gözeliler * Yapısıtek bir hücreden oluşan hayvanlar veya bitkiler. bir gün evvel * olabildiği kadar çabuk. bir günden bir güne * hiç, hiçbir zaman. bir günlük beylik beyliktir * hoşa giden bir durum, kısa da sürse çekici ve güzeldir. bir güzel * Çok iyi, iyice. bir hâl olmak * bir şeyin çok tekrarlanmasıyüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek.
* huyu değişmek.
* kazaya uğramak, ölmek.bir hamlede * Çabucak, bir atılışta. bir hayli * Epey, çok. bir hoş * Tuhaf bir şekilde, garip. bir hoşeylemek * hüzünlendirmek. bir hoşolmak * şaşırmak.
* hüzünlenmek.bir hoşluğu olmak * bir rahatsızlığı, bir neşesizliği olmak. bir hücreli * Bkz. bir gözeli. bir içim su (gibi) * (kadın için) çok güzel. bir iğne bir iplik olmak * Bkz. iğne ipliğe dönmek. bir iki * Birtakım, bazı, bir parça, biraz, çok az sayıda, birkaç kez. bir iki demeden (demeye kalmadan) (veya bir iki derken) * duraksamadan, karşısındakine vakit bırakmadan, duraksamadan. bir işaretine bakmak * bir işi yapmak için hazır beklemek. bir iştir oldu * istenmeyen, kötü bir durum karşısında söylenir. bir kafada * aynıdüşüncede. bir kalem * Bir an için.
* Aynı, benzer, tek tür.bir kalem geçmek * boşvermek, bir an için göz ardıetmek. bir kalemde * birden ve toptan. bir kapıya çıkmak * aynısonuca varmak. bir karar * Aynıdurumunu koruyarak, belli durumunu değiştirmeden. bir kararda bir Allah * insan talihinin her an değişebileceğini ve bunun olağan karşılanmasınıöğütler. bir karış * Çok kısa.
* Çok az.bir karış beberuhi * çok kısa boylu kimse. bir karıyla bir koca, dırdır eder her gece * sıkıntıveya yalnızlık yüzünden iki dost (bile) birbiriyle dalaşır, anlamsız konuşur. bir kaşık suda boğmak * bir kimseye çok kızmak veya çok öfkelenmek. bir kazanda kaynamak * anlaşmak, uyuşmak, bağdaşmak. bir kenarda durmak * gerektiği zaman kullanmak üzere hazırda tutmak. bir kere * Aslında.
* Bir kez, bir defa.bir kerecik * Bir defaya mahsus olarak. bir kıyamettir gitmek (veya kopmak) * çok fazla gürültü, patırtı, telâşolmak. bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır * güzel şeyi herkes ister, ama o, ancak bir kişiye kısmet olur. bir kol çengi (olmak) * şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenir. bir koltuğa iki karpuz sığmaz * aynızamanda birden çok işle ilgilenmek başarı için sakıncalıdır. bir koşu * Koşarak, koşa koşa, çabucak. bir koyundan iki post çıkmaz * birinden, gücünün yetmediği bir özveriyi beklememek gerekir. bir Köroğlu, bir Ayvaz * bir karıkocanın çocuklarının, yakınlarının yanlarında bulunmadığınıveya hiç çocukları olmadığınıanlatır. bir köşeye atmak * gerektiğinde kullanılmak için bir yere koymak. bir köşeye koymak * saklamak, biriktirmek. bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak * söylenen söze önem vermemek. bir kurşun atımı * kurşunun gidebileceği uzaklık. bir lokma bir hırka * hayatta azla yetinmeyi, dervişçe geçinmeyi anlatır. bir mum al da derdine yan * başkalarıyla uğraşacağına kendi durumunu düşün. bir nebze * Çok az, bir parça. bir nefeste * (söz ve içecekler için) Ara vermeden. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 70
bir nice * Bir hayli, birçok. bir numara * Tek, birinci. bir numaralı * Birinci, başta gelen. bir o kadar * Ne kadar varsa o kadar daha, bir katı, bir misli. bir o yana, bir bu yana * rastgele, birçok yerlere, çeşitli yönlere. bir olmak * bir araya gelmek, iş birliği yapmak. bir ölçüde * Biraz, belli oranda. bir örnek * Aynı biçimde olan, yeknesak. bir papel etmemek * hiç bir işe yaramamak, değeri olmamak. bir paralık etmek * çok utanacak, işe yaramaz bir duruma düşürmek. bir parça * Biraz, azıcık, çok az. bir parmak * Parmak ucuyla alınan miktar veya parmak ucuyla alarak.
* Çok küçük (çocuk).bir postum var atarım, nerede olsa yatarım * istediğim yere gider, istediğim biçimde davranırım. bir pul etmemek * hiç değeri olmamak. bir pula satmak * bir kimseyi bir çıkar uğruna harcamak. bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, sonunda yakalanırsın çekirge (veya üçüncüsünde avucuma düşersin çekirge) * birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çıkarak yapanıkötü bir duruma düşürür, suçlu cezasız
kalmaz.bir sıkımlık canı olmak * çok cılız ve güçsüz olmak. bir sıra * Üst üste, ardıardına. bir solukta * Çabucak, çarçabuk, çok kısa bir sürede, hemen. bir söyle on dinle * az konuşup çok dinlemek yaralı olur. bir söyledi pir söyledi * uzatmadan, gereği gibi söyledi. bir sözünü iki etmemek * birinin her istediğini hemen yerine getirmek. bir sürü * Çok sayıda, pek çok. bir şey sanmak * (bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri) gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek hayal kırıklığına uğramak,
değerlendirmede yanılmak.bir şey söylemek * konuşmak.
* belirtmek, anlatmak, ifade etmek.bir şeye benzememek * işe yarar durumda olmamak. bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir * söylenti veya dedikodu olayın gerçekleşmesinden daha kötüdür. bir şeyler (veya bir şey) olmak * huyu, durumu, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek.
* bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek.
* ölmek.bir şeyler, bir şeyler * daha fazla açıklamamak, kısa kesmek gerektiğinde söylenir. bir tahtada * bir defada, yekten. bir tahtasıeksik * akılca eksik, yarım akıllı. bir tane * Biricik, yegâne. bir tanem * Sevgi sözü. bir tarafa bırakmak (veya koymak) * önemsememek, benimsememek, ertelemek. bir taşla iki kuşvurmak * bir davranışla birden çok yararlısonuca ulaşmak. bir tek atmak * bir kadeh içki içmek. bir temiz * Adamakıllı. bir terimli * Aralarında yalnız çarpma, bölme, kuvvete yükseltme, kök alma işlemleri yapılacak olan (nicelikleri gösteren
terim).bir torba kemik * çok zayıf. bir tuhaflığı olmak * kendini iyi hissetmemek. bir tutmak (veya bir görmek) * eşit saymak, eşit görmek. bir türlü * (tekrarlıkullanıldığında) işin yapılmasının da, yapılmamasının da aynıderecede kötü olduğunu belirtir.
* hiçbir biçimde, hiçbir yolla.bir vakitler * Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle. bir varmış bir yokmuş * bir masala başlarken, “eskiden” anlamında söylenen bir tekerleme.
* masal gibi geçip gitmiş, artık hayal olmuş.bir yakadan başçıkarmak * bir çatıaltında dirlik düzenlik içinde yaşamak. bir yana * -den başka, sayılmazsa, hariç tutulursa. bir yana dünya bir yana * bir varlığa çok değer verildiğini anlatmak için kullanır. bir yandan (yanda) * bir taraftan (tarafta), hem … hem. bir yastığa başkoymak * (karıkoca) evli bulunmak. bir yastıkta kocamak * (karıkoca birlikte) uzun bir ömür sürmek. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 63
bileyici * Kesici aletleri bilemeyi işedinmişolan kimse, zağcı. bileyicilik * Bileyicinin yaptığı iş, zağcılık. bilezik * Bileğe süs için takılan halka.
* İki borunun ucunu birleştirmeye yarayan halkaya benzer parça.
* Motor pistonlarına, yağlama, soğutma, özellikle sızıntıyıönleme gibi amaçlarla yerleştirilmiş, genel olarak
dökme demirden yapılmış, uçlarıaçık ve esnek halka.
* Kelepçe.
* Mobilyaların ayak altlarına takılan kare, dikdörtgen, silindir, kesik koni ve benzeri şekilli, pirinç veya nikel
kaplıdemirden yapılmış, iki ucu delik gereç.bilezikli * Bileziği olan.
* Bilezik takmışolan.bilfarz * Tutalım ki, sayalım ki, söz gelişi, diyelim ki. bilfiil * İşolarak, işedinerek, gerçekten. bilge * Bilgili, iyi ahlâklı, olgun ve örnek (kimse), hakim. bilgece * Bilgeye yaraşır (biçimde), hâkimane. bilgelik * Bilge olma durumu ve niteliği.
* Bilgi, hikmet.
* (İlk Çağfelsefesinde) Kendini tanımanın bilgisi, vukuf.bilgi * İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malûmat.
* Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malûmat, vukuf.
* İnsan zekâsının çalışmasısonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malûmat, vukuf.
* Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığıtemel düşünceler, malûmat.
* Bilim.
* (bilişimde) Kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam.bilgi edinmek * öğrenmek, bilgi almak.
* Bir durumu öğrenmek.bilgi işlem * Özellikle bilgisayar vb. makinelerle yapılan işlemlerin düzenli biçimde yürütülmesi. bilgi kuramı * Bilginin temelini, bilim alanında uygulanan yöntemleri, sınır ve güvenilirlik bakımından inceleyip araştıran
felsefe dalı, epistemoloji.bilgi şöleni * Belli bir konunun tartışıldığı bilimsel toplantı, sempozyum. bilgi toplamak * değişik yer ve kaynaklardan sağlanan bilgileri bir araya getirmek. bilgici * Sofist. bilgicilik * Antik Yunan felsefesinde eleştiri akımı, sofizm.
* Başkasınıyanıltmak için doğru olmadığı bilinerek yapılan uslamlama ve çıkarsama, safsatacılık.bilgiç * Bilgili kimse.
* Bilgisiz olduğu hâlde bilgili görünmek isteyen, bilgili geçinen kimse.bilgiç bilgiç * Bilgisi olduğunu göstererek, bildirerek. bilgiçlik * Bilgiç olma durumu. bilgiçlik satmak (veya taslamak) * bilmediği hâlde bilir görünmek, bilgin geçinmek. bilgilendirme * Bilgilendirmek işi veya durumu. bilgilendirmek * Bir konuda bilgi sahibi olmasını sağlamak, haberdar etmek. bilgilenme * Bilgilenmek işi veya durumu. bilgilenmek * Bilgi sahibi olmak, öğrenmek. bilgili * Bilgi sahibi olan, malûmatlı, haberli.
* Bilerek.bilgilik * Ansiklopedi. bilgin * Bilimsel bir konuda çok bilgisi olan (kimse), âlim. bilgince * Bilgine yakışır, bilgin tavrında, bilgin gibi. bilginlik * Bilgin olma durumu. bilgisayar * Çok sayıda aritmetiksel veya mantıksal işlemlerden oluşan bir işi, önceden verilmiş bir programa göre
yapıp sonuçlandıran elektronik araç, elektronik beyin, kompüter.bilgisayarcı * Bilgisayar alım satımcısı.
* Bilgisayar programcısı, yapımcısıveya mühendisi.bilgisayarcılık * Bilgisayar ticareti veya uzmanlığı. bilgisayarlamak * Bilgisayara geçirmek. bilgisayarlaşmak * Bilgisayar düzeniyle donatılmak. bilgisiz * Bilgi sahibi olmayan, malûmatsız, cahil. bilgisizlik * Bilgisiz olma veya bilgi yokluğu durumu, cehalet. bilgiyazar * Elektronik sistemle dizgi yapan alet. bilhassa * Hele, her şeyden önce, başta, özellikle, en çok, mahsus. bili * Bilgi, malûmat. bili bili * Tavuk gibi kümes hayvanlarınıçağırmak için çıkarılan ses. bilici * Bilen. bililtizam * Bile bile, bilerek ve isteyerek. bilim * Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten
yararlanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim.
* Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.
* Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma
süreci.bilim adamı * Bilimsel çalışmalarla uğraşan kimse, bilgin, âlim. bilim dışı * Bilime aykırı, bilime uymaz, gayriilmî. bilim kadını * Bkz. bilim adamı. bilim kuramı * Bilimlerin koyduklarıdüşünsel sorunları inceleyen ve tek tek bilimlerin yöntemlerini, ilkelerini,
varsayımlarınıaraştıran felsefe dalı.bilim kurgu * Çağdaş bilim verileriyle düşgücünden oluşan film, roman vb. bilim kurgusal * Biyoloji ve elektrikle ilgili olan, biyonik. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 61
bidoncu * Bidon satan kimse. bienal * Yıl aşırı, iki yılda bir olan. biftek * Izgara veya tavada pişirilen dana eti dilimi. bîgâne * Yabancı.
* İlgisiz.bîgânelik * Bîgâne olma durumu. bigudi * Kadınların saçlarınıkıvırmak için kullandıkları, metal veya plâstikten, boru biçiminde küçük araç. bîgünah * Suçsuz, günahsız. bîhaber * Habersiz, bilgisiz. bihakkın * Hakkı ile, hakkı olarak, gerçekten. bîhuş * Şaşkın, sersem, aklı başında olmayan, deli. bîilâç * İlâçsız, çaresiz, umutsuz. bijon anahtarı * Araba tekerleklerinin somunlarınısökmek için kullanılan alet. bijuteri * Kuyumcunun yaptığıdeğerli takıların tamamı.
* Değerli olmayan maden veya taşlardan yapılmıştakı, süs eşyası.bîkarar * Kararsız, tereddütlü. bikarbonat * Hidrojen karbonatların genel adı. bîkes * Kimsesiz. bîkeslik * Bîkes olma durumu. bikini * İki parçalıkadın mayosu. bikir * Kızlık, erdenlik. bilâder ağacı * Amerika elması. bilâhare * Sonra, sonradan, daha sonra, sonraları. bilâistisna * İstisnasız, ayrıksız, ayrım yapılmadan. bilâkaydüşart * Kayıtsız ve şartsız olarak, herhangi bir kısıtlama olmaksızın. bilâkis * Tersine olarak, tam tersine, tersine, aksine. bilânço * Bir kuruluşun veya bir ticarethanenin belirli bir dönem sonundaki veya belirli bir gündeki taşınır ve
taşınmaz varlıkları ile bunları sağlamak için kullanılan öz ve yabancıkaynaklarıdengeli olarak gösteren çizelge.
* Girişilen herhangi bir işte, belirli bir süre sonunda elde edilen iyi ve kötü sonuçların karşılıklıdurumu.bilâr * Katranlıkıldan yapılan ve kalafat işlerinde kullanılan bir tür macun. bilârdo * Yeşil çuha kaplı bir masa üzerinde, fil dişi toplarla ve isteka ile oynanan bir oyun. bilârdocu * Bilârdo oynayan veya oynatan kimse. bilârdoculuk * Bilârdo salonunu işletme veya oynama işi. bilâvasıta * Vasıtasız, araçsız, aracısız, dolaysız, doğrudan doğruya. bilcümle * Bütün, hep …-in hepsi. bildiğinden şaşmamak (veya kalmamak) * hiçbir etkiye aldırışetmeyerek doğru bildiği davranışısürdürmek. bildiğini okumak * herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak. bildiğini yapmak * verilen öğütleri dinlemeyerek tutumunu sürdürmek. bildiğini yedi mahalle bilmez * bir kimsenin çok kurnaz, çok bilmişolduğunu anlatır. bildik * Tanıdık. bildik çıkmak * birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanıştıklarınıanlamak. bildim bileli (veya bildik bileli) * öteden beri, eskiden beri. bildirge * Bir kimsenin resmî bir kuruluşa herhangi bir durumu bildirmek için verdiği çizelge, beyanname.
* Vergi yükümlülerinin belli zamanlarda, bağlı olduklarıvergi dairelerine verdikleri gelir bildirme belgesi,
beyanname.bildiri * Resmî bir makam, kurum veya bir topluluk tarafından herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazılan
yazı, tebliğ, tebligat.
* Bilimsel bir konu üzerine yazılan açıklama, tebliğ.bildirilme * Bildirilmek işi veya durumu. bildirilmek * Bildirmek işine konu olmak, duyurulmak, haber verilmek. bildirim * Yazılı olarak yapılan açıklama, tebliğ.
* Bu açıklamanın yapıldığıkâğıt, ihbarname.bildirim ödencesi * Süresi belli olmayan sürekli işsözleşmelerinin daha önce bildirim yapılmaksızın yürürlükten kaldırılması
sebebiyle yükümlü olanlarca karşıtarafa verilmesi zorunlu olan ödence, ihbar tazminatı.bildiriş * Bildirmek işi veya biçimi. bildirişim * İletişim, haberleşme, komünikasyon. bildirişme * Bildirişmek işi veya durumu. bildirişmek * Bir duygu veya düşünceyi işaretle veya sesler dizgesiyle bildirerek anlaşmak. bildirme * Bildirmek işi, beyan. bildirme cümlesi * Yüklemi bildirme kiplerinden biriyle kurulan cümle.