Kategori: B – Sözlük

B Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük B Sayfa 72

    bireşim * Parçaların veya ögelerin bir araya getirilip bir bütün olarak birleştirilmesi.
    * Bu biçimde oluşan bütün.
    * Element veya başka maddeleri bir araya getirerek, sun’î olarak bileşik cisimler oluşturma, sentez.
    * Yalından karmaşık olana, küllîden cüz’îye, zorunludan olasıya, ilkeden onun uygulanmasına, genel yasadan
    bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden düşünme biçimi, terkip, sentez.
    bireşimli * Bireşim yolu ile elde edilen, sentetik.
    birey * Kendine özgü nitelikleri yitirmeden bölünemeyen tek varlık, fert.
    * Bir türün kapsamı içine giren somut varlık.
    * Doğa bilgisinde türü oluşturan tek varlıklardan her biri.
    * Toplumları oluşturan ve düşünsel, duygusal, iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her
    biri, fert.
    * İnsan topluluklarını oluşturan, insanların benzer yanlarınıkendinde taşımakla birlikte, kendine özgü ayırıcı
    özellikleri de bulunan tek can, fert.
    birey oluş * Yumurtanın döllenmesinden bireyin yetkin duruma gelmesine kadar geçirdiği gelişim evrelerinin bütünü,
    ontogenez, soy oluşkarşıtı.
    birey üstü * Tek bir bireyi aşan.
    * Genellikle fertlerin çevresini aşan, bireylerin bilincinden bağımsız olan.
    bireyci * Kişi haklarınısavunan.
    * Bireycilikten yana olan, ferdiyetçi.
    bireycilik * Bireylerin yararlarınıtoplumsal yararlardan daha üstün veya daha önemli sayan öğreti, tutum veya
    politikaların genel adı, ferdiyetçilik, individüalizm.
    * Bütüne, genele değil de, bireye, tek olana üstünlük tanıyan görüş, ferdiyetçilik, individüalizm.
    bireyleşme * Türle ilgili bir örneğin bireyde gerçekleşmesi.
    * Bağımsız kişiliğe varan gelişme süreci.
    bireyleştirme * Bireye özgü kılma.
    bireyleştirmek * Bireye özgü kılmak, başkalarından ayırmak.
    bireylik * Bir kimseyi dışgözlemciler gözünde benzersiz, tek kılan özellikler veya bunların tek biçimi, ferdiyet.
    * Bireyi benzerlerinden ayıran niteliklerin bütünü.
    bireysel * Bireyle ilgili olan, bireye özgü olan, ferdî.
    bireyselleştirme * Bireysel duruma getirme.
    * Ancak ortaklaşa ve genel olarak var olan şeyi bireylere uygulama ve yayma.
    * İnsanların doğal, toplumsal ve tarihî gelişmesinden; kendine özgü olan şeylerin, özelliklerin, bireysel olanın
    çekilip çıkarılması.
    bireyselleştirmek * Bir şeyi ayrı olarak, bireysel olarak göz önüne almak.
    bireysellik * Birey olma olgusu.
    * Bir kişiyi benzerlerinden ayıran özelliklerin bütünü, ferdiyet.
    biri * Bir tanesi.
    * Bilinmeyen bir kimse.
    * Tamlanan olarak kullanılan bazı isim tamlamalarında tamlayanın küçümsendiğini, hor görüldüğünü anlatır.
    * Yüklem durumunda olan bir isim takımının belirtileni olarak kullanıldığında, belirtenin hor görüldüğünü
    anlatır.
    biri çok olmak * haddini aşarak karşısındakini usandırmak.
    biri eşikte biri beşikte * ufak cocuğu çok olan kimseler için söylenir.
    biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar * bir şeyden yalnız bir veya birkaç kişi yararlanır da başkalarına yararlanma imkânıverilmezse bundan büyük
    sorunlar çıkar.
    birice * En fazla, tek.
    biricik * Eşi, benzeri, ikincisi olmayan ve çok sevilen, tek, yegâne.
    birikim * Birikme, bir yerde toplanıp yığılma.
    * Gözlemler, deneyler sonucu elde edilmişşeylerin bütünü.
    * Toplumların kültürel varlıklarının gelişip genişlemesi ve uygarlık düzeyinin yükselmesi süreci.
    * Mal ve paranın toplanıp çoğalma süreci.
    * Herhangi bir aşınma sürecinde veya taşıma işi yapılırken alüvyonlu maddelerin bırakılması.
    birikinti * Bir yerde kendi kendine birikmişolan şey.
    birikinti konisi * Dağlık bölgelerden veya yamaçlardan suların getirdiği kum veya taşparçalarının bir düzlükte oluşturduğu
    yelpaze biçimindeki yığın.
    birikiş * Birikme işi veya biçimi.
    birikişme * Birikişmek işi.
    birikişmek * Bir yere toplanmak, bir araya gelmek.
    birikme * Toplanıp yığılma.
    birikme havzası * Kar ve yağmur sularının biriktiği bölge.
    birikmek * Toplanıp yığılmak.
    * Birbirine eklenip çoğalmak.
    biriktirim * Biriktirme.
    biriktirme * Biriktirmek işi, tasarruf.
    biriktirmek * Toplayıp yığmak.
    * Bir şeyi, parayıölçülü kullanarak artırmak, tasarruf etmek.
    * Öğrenme, yarar sağlama gibi sebeplerle bazınesneleri bir araya getirmek, koleksiyon yapmak.
    birileri * Bazıkimseler.
    birim * Bir kümenin her elemanıveya bir çokluğu oluşturan varlıkların her biri, ünite.
    * Bir niceliği ölçmek için kendi cinsinden örnek seçilen değişmez parça, vahit.
    * Herhangi bir kuruluştaki alt bölümlerden her biri.
    * Dilin, oluşturduğu yapı içinde, belli bir düzlemde yer alan öbür ögelerle kurduğu bağıntılarla tanımlanan
    ayrınitelikli öge, ünite.
    birimci ekonomi * Birime bağlı ekonomi.
    birimler bölüğü * Birden dokuz yüz doksan dokuza kadar olan sayılar bölüğü.
    birincasıf * Birleşikgillerden hekimlikte kullanılan bir bitki.
    birinci * Bir sayısının sıra sıfatı.
    * Zaman, yer, sıra bakımından başkalarından önce gelen.
    * Sırada, önem sırasında en üstün olan kimse.
    * (ulaşım araçlarında) Mevki, sınıf, orun.
    birinci çağ * Yeryüzünün yaklaşık üç yüz milyon yıllık çağı, paleozoik.
    birinci gelmek (veya çıkmak) * birçoklarıarasında en iyi olarak seçilmek.
    birinci olmak * başta gelmek, önde gelmek.
    birinci orun * (tren, vapur, uçak vb.) Birinci mevki.
    birinci zar * Yemişlerin derisi, dışkabuk, meyve dışı.
    birincil * Sırada, önemde ilk yeri alan, ana, temel, esas.
    birincil grup * İçten, samimî, yüz yüze ilişkilere dayanan iki veya daha çok insandan meydana gelen topluluk.
    birincilik * Birinci olma durumu.
    * (çoğul durumda) Şampiyonluk için yapılan yarışmalar.
    birincivasıf * Birleşikgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki.
    birinden) buz gibi soğumak * birinden tiksinmek.
    birinin başına dikilmek * birinin yanından uzaklaşmamak, onu denetim altında bulundurmak.
    * bir işi yaptırmak için yanında ayakta durmak.
    * bir şeyin yanında ve ayakta beklemek.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 73

    birinin çanına ot tıkmak (tıkamak veya tıkanmak) * sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma getirmek (getirilmek), susturmak.
    birisi * Bilinmeyen bir kimse.
    birisinden biri * içlerinden biri, birkaç kişiden herhangi biri.
    birkaç * Çok olmayan, az sayıda, az.
    birkaçı * Az sayıda olan kimse veya şey.
    birleme * Bir etme, tek duruma getirme.
    * Tanrı’nın birliğini dile getirme, tevhit.
    birlemek * Bir etmek, tek duruma getirmek.
    * Tanrı’nın birliğini dile getirmek, zikretmek.
    birler * Ondalık sayısistemine göre yazılan bir tam sayıda sağdan sola doğru ilk sayının bulunduğu basamak.
    birleşen * Birbirini kesen, bir noktada kesişen (doğru, yay).
    birleşik * Bir araya gelmiş, birleşmişolan, müttehit.
    birleşik cümle * Birkaç yan cümle veya ara cümle ile bir temel cümleden kurulan cümle.
    birleşik fiil * İsim soyundan bir kelime ile biçim veya anlam bakımından kaynaşıp bütünleşen fiil: Reddetmek,
    hissetmek, kaybolmak, bakakalmak, hasta olmak, tedavi etmek gibi.
    birleşik isim * Birleşik kelime biçiminde belirli kurallar içinde kalıplaşmışisim: Aslanağzı, başşehir, kaptıkaçtı, gecekondu
    gibi.
    birleşik kap * Alt tarafından birleştirilmişkaplardan her biri.
    birleşik kaplar * Alt taraflarından değişik boyut ve kesitlerde borularla birleştirilmişsistem.
    birleşik kelime * Ses düşmesi, ses türemesi, kelime türünün değişmesi, üzerindeki ekin görevini kaybetmesi veya anlam
    kaymasıdolayısıyla aralarına ek girmeyerek kalıplaşmışiki veya daha çok sözden oluşan kelime: pazartesi (< pazar
    ertesi), hissetmek (< hiss etmek), ayakkabı(< ayak kabı), delikanlı(<deli kanlı), kaptıkaçtı(< kaptıkaçtı) gibi.
    birleşik oturum * Bir arada yapılan oturum.
    birleşik oy pusulası * Seçime katılan bütün partilerin adaylarınıayrıayrı gösteren oy pusulası.
    birleşik zaman * Yalın zamanlıve çekimli bir fiilin -di (i-di), -miş(i-miş,), -se (i-se) gibi ek fiil eklerinden birini alarak
    bildirdiği zaman: Sevdiydi (sevdi-y-di <sevdi+i-di), sevecekmiş(sev-ecek-miş< sev-ecek + i-miş) sev-er-se (sev-erse
    < sev-er + ise) gibi.
    birleşilme * Birleşilmek işi veya durumu.
    birleşilmek * Birleşmek işi yapılmak, bir araya gelinmek, buluşulmak.
    birleşim * Birleşmek işi.
    * Bir meclisin bir gün içindeki toplanmaları, inikat.
    * Döllenmek için erkekle dişi hayvanın bir araya gelmesi.
    birleşme * Birleşmek işi.
    birleşme değeri * Basit bir cismin bir atomu ile birleşebilecek olan hidrojen atomlarının en yüksek miktarı.
    birleşmek * Ayrı iken tek bir bütün durumuna gelmek.
    * Buluşmak, bir araya gelmek.
    * Uyuşmak, aynı görüşte olmak.
    * Aynıamaç çevresinde toplanmak.
    * Kaynaşmak.
    * Cinsel ilişkide bulunmak.
    birleştirici * Birliği sağlayan.
    * Uzlaşmayısağlayan.
    * İki veya daha çok nesnenin birleşmesini sağlayan.
    birleştirme * Birleştirmek işi veya durumu.
    birleştirmek * Bir araya getirmek.
    birli * İskambil, domino gibi oyunlarda bir işaretini taşıyan kâğıt veya pul, as.
    birlik * Tek, bir olma durumu, vahdaniyet.
    * Bir taneden oluşmuş, bir tane alabilen.
    * Birleşmiş, bir arada olma durumu, vahdet.
    * Bağlılık, benzerlik, bağlantı, vahdet.
    * Belli bir topluluğun yararlarınıkorumak için kurulmuşdernek.
    * Askerlikte bölük, tabur, alay gibi bir bütün sayılan topluluk.
    * Konunun bir ana düşünce çevresinde toplanması.
    * Bölünmezliği içeren yalın bütün.
    * En büyük değerdeki nota, dört dörtlük.
    birlik olmak * bir işi yapmak için anlaşmak.
    birlikte * Bir arada, beraberce.
    * Yanında, beraberinde.
    birliktelik * Birlikte olma durumu.
    birlikten kuvvet doğar * toplu veya beraber davranmak daha büyük güç sağlar.
    birsam * Sanrı, halüsinasyon.
    birtakım * Belirsiz olarak çokluğu anlatır (nitelediği isim çokluk biçimde olur), kimi, bazı.
    birun * Osmanlısarayında Harem dairesinin ve Enderun’un dışında kalan bölüm.
    biryan * Tandırda susuz pişirilen kebap.
    biryan pilâvı * Biryan yağı ile pişirilen pilâv.
    biryan yağı * Tandırda susuz pişirilerek yapılan kebaptan çıkan yağ.
    biryancı * Biryan yapan veya satan kimse.
    bisiklet * Tekerleğin ayakla çevrilmesiyle hareket eden iki tekerlekli taşıt, çiftteker.
    bisiklet yolu * Trafikte bisikletlerin geçmesine ayrılmışdar yol.
    bisikletçi * Bisikletle spor yapan kimse, çifttekerci.
    bisikletçilik * Bisikletle yapılan spor, çifttekercilik.
    * Bisiklet satma, onarma işi.
    bisikletli * Bisikleti olan.
    bisikletsiz * Bisikleti olmayan.
    bisküvi * Un, süt, şeker veya tuzla yapılan ince, gevrek kuru pasta türü.
    bismillâh * “Allah’ın adı ile” anlamında, bir işe başlarken söylenen veya şaşırma, korku gibi duyguları belirten söz.
    bismillah demek * bir işe uğurlu olmasıdileği ile başlamak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 74

    bistro * İçkili kahve, küçük lokanta.
    bisturi * Neşter.
    bisülfat * Hidrojenli sülfatlara verilen ad.
    bisülfür * Molekülünde iki kükürt atomu bulunduran birleşik.
    bişek * Yayık dövmede kullanılan araç.
    bişi * Çörek, tatlı bir ekmek türü.
    bit * Yarım kanatlılar alt takımına giren, insan ve memeli hayvanların vücudunda asalak olarak yaşayan böcek,
    kehle (Pediculus).
    bit kadar * en küçük, en ufak, çok küçük.
    bit otu * Sıracagillerden, birçok çeşitleri bulunan ve kuzey yarım kürede yetişen bir bitki.
    * Bitlere karşıkullanılan bir madde.
    bit yeniği * Bir işin gizli kalmışkötü ve aksak yanı, kuşkulu bir nokta.
    bîtap * Bitkin, yorgun.
    bîtap düşmek * çok yorulmak, yorgun düşmek.
    bîtaraf * Yansız, tarafsız.
    bîtaraflık * Yansız olma durumu, yansızca davranış.
    bitek * Bol ve iyi bitki yetiştiren, verimli (toprak), mümbit.
    bitelge * Toprağın bitki yetiştirme gücü.
    bitevi * Bkz. biteviye.
    biteviye * Aynı biçimde, sürekli olarak.
    biteviyelik * Aynı biçimde sürüp gitme durumu.
    bitey * Bitki örtüsü, flora.
    biti kanlanmak * sıkıntı içinde yaşayan bir kişi para ve varlık yönünden güçlenmek.
    bitik * Yorgunluk veya hastalıktan gücü kalmamış.
    * Durumu kötü, fena.
    * Yapışık, dolaşık,ekli.
    bitiklik * Bitik olma durumu.
    bitim * Bitmek işi.
    * Son, nihayet, münteha.
    bitimli * Sonu olan, sonlu.
    bitimsiz * Sonu olmayan, sınırlandırılıp belirlenmeyen, namütenahi.
    bitirilme * Bitirilmek durumu.
    bitirilmek * Bitirmek işine konu olmak.
    bitirim * Çok hoşa giden (kimse, yer).
    * Barbut oynatılan yer, kahve, kumarhane.
    * Yaman, zeki, çok beğenilen.
    bitirim yeri * Kumarhane.
    bitirimci * Barbut kahvesi işleten, barbut oynatan kimse.
    bitirimhane * Kumar oynanan yer, kumarhane.
    bitirişyemi * Et üretimi için beslenen hayvanlara belirli bir devreden itibaren besi sonuna kadar yedirilen ve enerji değeri
    daha yüksek olan karma yem.
    bitirme * Bitirmek işi, itmam, mezuniyet.
    bitirme fiili * Etmiş biçimindeki sıfat-fiille ve olmak yardımcısıyla yapılan ve fiilin, yardımcıfiilin işaret ettiği zamandan
    önce olup bittiğini anlatan birleşik fiil.
    bitirmek * Bitmesini sağlamak,sona erdirmek, tüketmek, tamamlamak, sonuçlandırmak.
    * Güçsüz düşürmek, bitkin duruma getirmek, yormak.
    * Onulmaz duruma getirmek, mahvetmek.
    bitirmiş * Bir bilim dalında veya başka bir alanda bilginin doruğuna ulaşmış(kimse).
    * Bilgili, açıkgöz.
    bitiş * Bitmek işi veya biçimi, bitme, sona erme.
    bitişik * Birbirine dokunacak kadar yakınlaşmışveya yan yana olan.
    * Yandaki ev, komşu.
    * Yan, yandaki.
    bitişik çanak yapraklılar * Çanak yaprakları birbirine bitişmiş bulunan bitkiler.
    bitişik taç yapraklılar * Taç yaprakları birbirleriyle yandan bitişik olan bitkiler.
    bitişiklik * Bitişik olma durumu.
    bitişimli * Bitişken.
    bitişken * Kelime üretim ve çekiminde ekler getirilirken kökü veya gövdesi değişikliğe uğramayan (dil), iltisakî.
    bitişken dil * Kelime kökleri değişmeyen, eklerle türetilen dil.
    bitişkenlik * Bitişken olma durumu.
    * Yeni bir kelime türetmek için köklere ek getirme özelliği.
    bitişme * Bitişmek işi, ittisal.
    bitişmek * Birbirine dokunacak kadar yanaşmak.
    bitiştirme * Bitiştirmek işi.
    bitiştirmek * Bitişmesini sağlamak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 64

    bilimci * Bilgin.
    bilimcilik * Bilginin, temeli olarak yalnız bilim yöntemine önem verme, ilimcilik.
    bilimsel * Bilimle ilgili, bilime dayanan, ilmî.
    bilimsel deneycilik * Her bilginin deneyle veya gözlemle doğrulanabileceğini, sınanabileceğini savunan felsefe akımı.
    bilimsel düşünce * Bilim temeline dayanan özgür eleştirici, araştırıcıve bağımsız düşünce.
    bilimsel sosyalizim * İhtilâlci sosyalizm, Marxçılık.
    bilimsel toplantı * Uzmanların katılımı ile gündemi bilimsel konuların oluşturduğu toplantı.
    bilimselleştirme * Bilimselleştirmek işi.
    bilimselleştirmek * Bilimin metotlarına uygun duruma getirmek.
    bilimsellik * Bilimsel olma durumu.
    bilimsiz * Bilime, bilim yöntemlerine uygun olmayan gayriilmî.
    bilimsizlik * Bilimsiz olma durumu bilimsizce iş.
    bilincine varmak * anlamak, kavramak.
    bilincini yitirmek * bilincini herhangi bir sebeple yitirmek.
    bilinç * İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği, şuur.
    * Algıve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci, şuur.
    * Temel bilgi, temel görüş.
    * Bir toplumdaki ruhî etkinliklerin veya ruhî durumların bütünü.
    * Dimağ.
    bilinç akışı * Düşüncelerin arka arkaya birbirini izlemesi.
    * Kişinin aklından geçenlerin birinci kişi ağzından yansıtılması.
    bilinç dışı * Bilinçsizce yapılan işve etkinliklerin bütünü gayrişuur.
    * İnsan ruhunun, baskıaltında tutulan isteklerle bunlara bağlıdüşüncelerden oluşan ve bilince ulaşamayan
    bölümü.
    bilinç kaybı * Hafıza yitimi.
    bilinçaltı * Bilinç dışı olmakla birlikte, dilendiği zaman kapsamındakilerin bilince çağrılabildiği zihin bölgesi, şuuraltı
    tahteşşuur.
    bilinçlendirme * Bilinçlendirmek işi.
    bilinçlendirmek * Bilinçli duruma getirmek.
    bilinçlenme * Bilinçlenmek işi.
    bilinçlenmek * Bilinçli duruma gelmek, şuurlanmak.
    bilinçli * Bilinci olan, bilinçle yapılan, şuurlu.
    * Eleştirmeli bir biçimde, kendi etkinliğinin farkında olan, şuurlu.
    bilinçlilik * Bilinçli olma durumu şuurluluk.
    * Nesne, olay ve edimlere uyanık bulunma durumu, şuurluluk.
    bilinçsiz * Bilinci olmayan, bilinçle yapılmayan, şuursuz.
    * Kendi etkinliğini eleştirmeli bir biçimde sezmeyen, şuursuz.
    bilinçsizlik * Biliçsiz olma durumu, şuursuzluk.
    * Nesne, olay ve işlere karşıuyanık bulunmama durumu, şuursuzluk.
    bilindik * Bilinen.
    bilinemez * İnsan aklıyla bilinemeyen şey.
    bilinemezci * Bilginin bağıntılı olduğuna inanan (kimse).
    * Tanrı’nın ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğini ve bilinemeyeceğini ileri süren öğretiyi benimseyen
    (kimse), lâedri, agnostik.
    bilinemezcilik * Bilginin bağıntılı olduğuna ve bundan dolayısalt olmadığına inanan öğreti.
    * Tanrı’nın ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğini ve bilinemeyeceğini ileri süren öğreti, lâedriye,
    agnostisizm.
    bilinen * Değeri belli olan nicelik, bilindik, malûm.
    bilinme * Bilinmek işi.
    bilinmedik * Bilinmeyen.
    bilinmek * Bilmek işine konu olmak, anlaşılmak, öğrenilmek.
    bilinmeyen * Değeri belli olmayan, bilinmeyen (nicelik), bilinmedik, meçhul.
    bilinmez * Anlamı gizli ve anlaşılması güç olan, muğlâk.
    * Belli olmaz, kuşkulu, meçhul.
    bilinmezlik * Bilinmez olma durumu.
    bilir * “Anlar”, “sayar”, “yapar” anlamları ile isimlerle birleşerek birleşik sıfat kurar.
    bilir bilmez * yarım bilgi ile, bilip bilmediğini göz önüne almadan.
    bilirkişi * Belirli bir konudan iyi anlayan ve bir anlaşmazlığıçözümlemek için kendisine başvurulan kimse, uzman,
    ehlihibre, ehlivukuf, eksper.
    * Çözümlenmesi özel veya bilimsel bilgiye dayanan konularda oyuna veya düşüncesine başvurulan kimse,
    ehlihibre, ehlivukuf.
    bilirkişi raporu * Bilirkişinin hazırlamışolduğu rapor.
    bilirkişilik * Bilirkişinin yaptığı iş.
    bilisiz * Öğrenim görmemiş, cahil.
    bilisizlik * Bilisiz olma durumu, cahillik.
    bilistifade * Yararlanarak.
    biliş * Canlının, bir nesne veya olayın varlığına ilişkin bilgili ve bilinçli duruma gelmesi, vukuf.
    * Bildik, tanıdık, dost.
    bilişçıkmak * tanımak, önceden tanışolmak.
    bilişim * Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletişimde kullanılan ve özellikle elektronik aletler aracılığı ile
    düzenli bir biçimde işlenmeyi ön gören bilim, informatik, sibernitik.
    bilişim ağı * Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletişim sistemi.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 65

    bilişim teknolojisi * Bilişimde kullanılan bütün araç ve gereçlerin oluşturduğu sistem.
    bilişimci * Bilişim alanında uzman kişi.
    bilişme * Bilişmek işi.
    bilişmek * Karşılıklı olarak birbirini tanımak, muarefesi olmak.
    * Öğrenmek.
    billâhi * Tanrı’ya ant içerim” anlamında bir ant.
    * “İnan olsun” anlamında kullanılır.
    billûr * Bazıcisimlerin aldıkları geometrik biçim.
    * Duru ve temiz kesme cam, kristal.
    * Billûrdan yapılmış.
    * Koç yumurtası.
    billûr cisim * Gözde, irisin arkasında, mercek görevini yapan, mercimek biçim ve büyüklüğündeki saydam cisim.
    billûr gibi * çok duru, çok temiz (su).
    * çok beyaz ve pürüzsüz (kol, gerdan, göğüs).
    * (ses için) pürüzsüz.
    billûrî * Billûra benzer, billûr gibi.
    billûriye * Billûrdan yapılmışveya billûrla ilgili.
    * Genellikle billûrdan yapılmışeşya satan dükkân.
    billûrlaşma * Billûr durumuna gelme.
    * Herhangi bir cisim moleküllerinin bazıfizik ve kimya değişmeleriyle geometrik biçim alması, kristalleşme.
    billûrlaşmak * Billûr durumuna gelmek, billûr durumunda yoğunlaşmak, kristalleşmek.
    * Belirgin duruma gelmek, netlik kazanmak.
    billûrlaştırma * Billûrlaştırmak işi.
    billûrlaştırmak * Billûr durumuna getirmek.
    billûrlu * İçinde billûr bulunan.
    * Bol ışıklı, pırıl pırıl parlayan (yer).
    billûrsu * Billûra benzeyen, billûru andıran, kristaloit.
    * Diyalize uğrayarak çözümlenen madde, koloit karşıtı.
    bilme * Bilmek işi.
    * Bir şeyin ne olduğunun bilincine varma.
    * Bilgi edinmenin gaye ve sonucu.
    bilmece * Bir şeyin adınıanmadan, niteliklerini üstü kapalısöyleyerek o şeyin ne olduğunu bulmayıdinleyene veya
    okuyana bırakan oyun, muamma.
    * Bilinmeyen şey, muamma.
    bilmece çözmek * bilmecenin cevabını bulmak.
    bilmece gibi konuşmak * açık, anlaşılır biçimde konuşmamak.
    bilmeden * bilmeyerek.
    * sonucun ne olacağınıkestiremeden.
    bilmediği beşvakit namaz * her şeyi pek iyi bilir, anlamında bir söz.
    bilmek * Bir şeyi anlamışveya öğrenmiş bulunmak.
    * Bir bilim veya sanat dalında yeterli olmak.
    * Bir işyapmaya alışmışolmak, elinden gelmek.
    * Tanımak, hatırlamak.
    * Sanmak, var saymak, farz etmek.
    * Anlamak.
    * Sorumlu tutmak.
    * İnanmak.
    * Bazen “işine gelmek”, “uygun bulmak” anlamında da kullanılır.
    * -a/-e ekli fiillerle yeterlik bildiren birleşik fiiller oluşturur.
    * Saymak.
    * Genişzamanın olumsuz birinci tekil kişisi olarak bilmem biçiminde kullanılınca duraksama, şaşma,
    tereddüt anlamını verir.
    bilmem hangi (veya bilmem kaç, kim, nasıl, ne) * önemli veya anlatılması gerekli görülmeyen şeyler için kullanılır.
    bilmemek * birlikte kullanıldığıfiilin bir türlü gerçekleşemediğini anlatır.
    bilmemezlik * Bilememe durumu, bilmezlik.
    bilmez * Anlamaz, kavramaz, hatırbilmez, kadirbilmez gibi sözlerle “yapamaz”, “edemez” anlamlarında kullanılır.
    bilmezleme * Bilmezlemek işi, teçhil.
    bilmezlemek * Bir kimseyi, bir şey bilmez göstermek, teçhil etmek.
    bilmezlenme * Bilmezlenmek işi.
    bilmezlenmek * Bilmiyor gibi görünmek, bilmezlikten gelmek, tecahül etmek.
    bilmezlik * Bilmez olma durumu, cehalet.
    bilmezlikten gelme * yazarın, bildiği belli olan bir şeyi bilmez veya başka türlü bilir görünecek yolda bir anlatışsanatı,
    tecahülüarifane.
    bilmezlikten gelmek * bilmiyor görünmek.
    bilmiş * Her şeyi bilir geçinen, bilgiçlik taslayan.
    * Bkz. çok bilmiş.
    bilmukabele * Karşılıklı olarak, karşılık olarak.
    * (davranıştöresinde) Ben de, size de, sizlere de.
    bilmünasebe * Sırası gelince, sırasıdüşünce.
    bilsat * Kuruluşlar, şirketler arasında bilgi satma, bilgileşim, bencmarking.
    bilumum * Bütün, hep, kamu, … -in hepsi.
    bilvasıta * (birinin) Aracılığı ile, araçla; doğrudan doğruya olmayarak, dolaylı.
    bilye * Taş, maden, toprak, cam gibi şeylerden yapılmışküçük yuvarlak, misket.
    * Motorlu taşıtlarda dönme veya sürtünme etkilerini azaltmak, aşınmayıve enerji yitimini önlemek için,
    göbeklerdeki yataklara yerleştirilen, çoğunlukla çelikten, küçük yuvarlak.
    bilyeli * Bilyesi olan.
    bilyeli yatak * Bisiklet, otomobil gibi taşıtların tekerleklerinde sürtünmeyi azaltmak amacıyla içine çelik bilye yerleştirilmiş
    bölüm.
    bilyon * Milyar.
    bin * On kere yüz, dokuz yüz doksan dokuzdan bir artık.
    * Bu sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 1000, M.
    * Bir isimden önce geldiğinde aşırılık ve çokluk bildirir.
    bin bilsen de bir bilene danış * bir insan bir şeyi ne kadar iyi bilirse bilsin, gene de onu kendisinden daha iyi bilen bulunabilir.
    bin bir * Pek çok, çok sayıda.
    bin bir ayak bir ayak üstüne * herkesin ayakta olduğu kalabalık.
    bin can ile * çok isteyerek, gönülden.
    bin dallı * Çoğunlukla mor kadife üzerine sırma ile kabartma dal, yaprak ve çiçek işlenmişgiysi veya örtü.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 66

    bin derde deva * pek çok işe yarayan; her sıkıntıyı gideren.
    bin dereden su getirmek * birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek.
    bin işçi, bir başçı * her işe, başolacak bir kimse gerekir.
    bin kalı ba girmek * birbirine benzeyen birçok işyapmak, sürekli olarak düşünce değiştirmek.
    bin kat * Pek çok, kıyaslanmayacak ölçüde.
    bin nasihatten bir musibet yeğdir * yaşanmışolaylar, öğütlerden çok daha etkilidir.
    bin pişman olmak * çok pişman olmak.
    bin tarakta bezi olmak * birçok işle uğraşmak.
    bin türlü * Birbirinden çok farklı, çok değişik.
    bin yaşa! * (memnunluk bildirmek için kullanılan söz) çok yaşa!.
    bin zahmetle * çok zor, büyük zorlukla.
    bina * Yapı.
    * Arapça fiil çatısınıkonu edinen bilim ve kitap.
    * Çatı.
    bina etmek * yapmak, kurmak, inşa etmek.
    * (bir düşünce sistemine göre) kurmak, dayamak, yapmak.
    binaen * -den dolayı, -den ötürü, -diği için.
    * Dayanarak.
    binaenaleyh * Bundan dolayı, bundan ötürü, bunun için, bunun üzerine.
    bînamaz * Bkz. beynamaz.
    binbaşı * Rütbesi yüzbaşı ile yarbay arasında bulunan ve asıl görevi tabur komutanlığı olan subay.
    binbaşılık * Binbaşırütbesi veya binbaşının görevi.
    binde bir * çok seyrek olarak.
    bindi * Destek, hamil.
    bindiği dalıkesmek * (kendisine gerekli ve yararlı olan şeyi) farkında olmadan yararsız duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek.
    bindirilme * Bindirilmek işi veya durumu.
    bindirilmek * Bindirmek işi yapılmak.
    bindirilmişkuvvetler * Motorlu taşıtlara bindirilmişasker birlikleri.
    bindirim * Fiyat artırma, zam.
    bindirimli * Fiyatıartırılmış, zamlı.
    bindirme * Bindirmek işi.
    * Birbiri üzerine gelerek eklenen levha, kiremit, ahşap parçalarının durumu.
    * Çıkarma harekâtına katılacak birliklerin, çıkarma yerine gitmek için kendilerine ayrılan deniz araçlarına
    binmeleri.
    bindirme kilit * Gövdesi kutu biçiminde olan, kapak veya kapının arkasına doğrudan vidalanan, basit mekanizmalıkilit.
    bindirmek * Bir kimseyi bir şeyin üzerine çıkartmak, oturtmak veya içine yerleştirmek, binmesini sağlamak.
    * (taşıt) Baştarafından başka bir taşıta çarpmak veya bir yere vurmak.
    * Eklemek, katmak.
    binek * Binmeye ayrılmışşey ve daha çok at.
    * Üzerine binilen, binmeye yarayan.
    binek atı * Sadece binmek, gezmek veya binicilik sporu için yetiştirilen at.
    binek taşı * At veya arabaya binmek için üstüne çıkılan yüksekçe taş.
    biner * Bin sayısının üleştirme biçimi, her birine bin, her defasında bini bir arada olarak.
    bingi * Kemerler üzerine oturtulmuşkubbe ile kemerlerin arasınıkapatan üçgen biçimindeki kubbe parçalarından
    her biri.
    bini * Binme işi.
    * Kapı, dolap gibi şeylerin, kanatlarıkapanınca kalan aralığıörtebilmek için bu kanatların kenarına çakılan
    çıta.
    bini aşmak * çok fazla olmak.
    bini bir paraya * pek çok ve ucuz.
    * pek çok yapılan, pek çok olan.
    binici * Binen.
    * Ata iyi binen kimse.
    binicilik * Ata binme ustalığı.
    * Ata binilerek yapılan spor.
    binilme * Binilmek işi.
    binilmek * Binmek işi yapılmak.
    binin yarısı beşyüz (o da bizde yok) * çok düşünceli görünen birine şaka yollu “aldırma!” anlamında söylenir.
    bininci * Bin sayısının sıra sıfatı, sırada dokuz yüz doksan dokuzuncudan sonra gelen.
    biniş * Binmek işi veya biçimi.
    * Atlıalay.
    * Atlıalayda giyilen giysi.
    * Yüksek aşamalı bilginlerin ve yeniçeri subaylarının giydikleri cübbe.
    * Üniversite öğretim üyelerinin giydikleri cübbe.
    binişme * Binişmek durumu.
    binişmek * İki parçadan biri, öbürünün üstünde olmak.
    * Kas kirişleri birbiri üstüne binmek.
    * Kırık bir kemiğin iki parçası birbiri üstüne gelmek.
    binit * Üstüne binilen hayvan, binek atı.
    binit * Hamur durumundaki ekmeklerin, fırına atılmadan önce, içine konulduğu oyuk gözlü tahta.
    binlerce * Birçok bin; pek çok.
    binlik * Bin liralık kâğıt para.
    * Yaklaşık olarak üç litrelik büyük şişe.
    * Bin tanesi bir arada olan.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 67

    binme * Binmek işi.
    binmek * Yüksek bir şeyin veya bir hayvanın üstüne çıkıp ayaklarınısallandırarak oturmak.
    * Bir yere gitmek için tren, vapur, uçak, otomobil gibi bir taşıtta yer almak.
    * (bisiklet motosiklet, binek hayvanı için) Kullanmak.
    * İşistenilmeyen veya beklenilmeyen bir biçim almak.
    * Bir şey sıkışarak yanındakinin üstüne çıkmak.
    * Fiyat artmak.
    * Eklenmek, katılmak.
    binnetice * Sonuç olarak, nihayet.
    binyıl * Bin yılı içine alan zaman dilimi.
    biokütle * Belirli zamanda sınırları belirli bir biyotopta bulunan canlı organizmaların toplam kütlesi.
    biomedikal * Hem biyoloji hem de tıpla ilgili olan.
    biomekanik * Biyoloji, fizyoloji ve tıp konularınımekanik kanunlar yöntemiyle irdeleme.
    biomikroskop * Kendine özgü bir ışık ile kullanılan çift göz mercekli mikroskop.
    bîperva * Çekinmez, sakınmaz, korkusuz, gözü pek.
    * Çekinmeden, korkmadan.
    bir * Sayıların ilki.
    * Bu sayıyı gösteren rakam 1, I.
    * Bu sayıkadar olan.
    * Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösterir.
    * Tek.
    * Birleşik.
    * Eş, aynı, bir boyda.
    * Ortaklaşa olan, müşterek.
    * Değer, önem bakımlarından birbirinden farksız, birbirine eşit, birbirine benzer.
    * Sıfat veya zarf durumunda başına geldiği kelimelere kuvvet, istek veya kesin olmayan anlamlar katar.
    * (tekrarlanarak) Bir kez.
    * Sadece.
    * Ancak, yalnız.
    bir (veya sağ) elinin verdiğini öbür (veya sol) elin duymasın * yapılan bir iyilik gizli tutulmalı, onunla övünülmemelidir.
    bir (veya tek başına) * yalnız olarak, yanında kimse bulunmadan.
    * başka birinin yardımı olmaksızın.
    bir …, bir (veya bir de) * hem …. hem.
    bir abam var atarım, nerede olsam yatarım * tek başına bulunan kimsenin istediği yerde barınıp rahat edebileceğini anlatır.
    bir acıkahvenin kırk yıl hatırıvardır * Bkz. bir fincan kahvenin kırk yıl hatırıvardır.
    bir ağızdan * hep birlikte, beraberce, hep birden.
    bir ağızdan çıkıp bin dile yayılır * ortaya atılan bir söz çok çabuk yayılır.
    bir alay * Birçok, bir sürü, pek çok.
    bir âlem * Kendine özgü bir niteliği olan.
    bir an * Çok kısa bir süre için kullanılır.
    bir an önce * Bir ara, olabildiği kadar tez.
    bir ara * Kısa bir süre.
    * Geçmişte bir zaman.
    bir araba * Odun, kömür gibi bazışeylerin ölçü birimi.
    * Pek çok, fazla.
    bir arada * Toplu bir durumda, birlikte, toplu olarak.
    bir aralık * Bir ara.
    bir araya gelmek * bir yerde toplanmak, buluşmak.
    bir araya getirmek * toplamak.
    bir arpa boyu (gitmek veya yol almak) * çok az.
    bir aşağı bir yukarı * amaçsız olarak gidip gelmeyi anlatır.
    bir atımlık barutu olmak (veya kalmak) * bir konuda yapabileceği çok az şeyi bulunmak.
    bir avuç * Bir avuç dolduracak kadar.
    * Az, çok az.
    bir ayağıçukurda olmak * yaşayacak çok az zamanıkalmışolmak; çok yaşlanmışolmak.
    bir ayak önce (evvel) * bir an önce.
    bir ayak üstünde bin yalan söylemek (veya bir ayak üstünde kırk yalanın belini bükmek) * çok kısa sürede pek çok yalan söylemek.
    bir baba dokuz evlâdı besler, dokuz evlât bir babayı beslemez * çok çocuğu olan baba, her çocuk babasına bakılmasınıötekinden beklediği için sıkıntıda kalır.
    bir bakıma * Başka bir görüşle, başka bir düşünüşle.
    bir baltaya sap olmak * belirli bir işsahibi olmak.
    bir bardak suda fırtına koparmak * önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek.
    bir başına * Tek başına.
    bir baştan (veya uçtan) bir başa (veya uca) * bir yerin bir sınırdan öbür sınırına kadar.
    bir ben, bir de Allah bilir * sıkıntılıdurumlarda söylenilen bir deyim.
    bir biçimine getirmek * çözüm yolu bulmak.
    bir bir * Bkz. hepyek.
    bir bir * Birer birer, ayrıayrı.
    * Olduğu gibi, tam tamına, eksiksiz.
    bir boy * Bir kez.
    * Hele.
    bir boyda * Boylarıeşit.
    bir boydan bir boya * Bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baştan başa.
    bir bu eksikti * sıkıntılı bir durum varken bir yenisinin çıkmasıüzerine söylenir.
    bir çatıaltında (olmak veya bulunmak) * aynıyapı içinde.
    bir çekirdek geri kalmamak * bütünüyle denk olmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 68

    bir çenekliler * Oğulcuğu bir çenekten oluşmuş, kapalıtohumlulardan bir bitki sınıfı.
    bir çenetli * Kapsüllü yemişlerin tek parçalı olanları.
    bir çırpıda * bir ele alışta, ele alır almaz, çabucak.
    bir çiçekle bahar (veya yaz) olmaz * küçük, güzel bir belirti ile doyurucu sonuca ulaşılmaz.
    * çapkın kimseler için kullanılır.
    bir çift * Bir takım.
    * Biraz, bir iki.
    bir çift söz * Bir iki söz.
    bir çift sözü olmak * söyleyecek bir şeyleri bulunmak.
    bir çokları * çok sayıda olan (kimse veya şey).
    bir çöplükte iki horoz ötmez * bir yerde iki kişi başolmaz.
    bir çuval inciri berbat etmek * düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlışdavranışlarla bozmak.
    bir daha * bir kez daha.
    * hiçbir zaman.
    bir daha yüzüne bakmamak * darılıp ilgiyi kesmek.
    bir dalda durmamak * sık sık işveya düşünce değiştirmek.
    bir damla * Çok az.
    * (çocuk için) Çok küçük.
    bir de * ve olana katarak, fazladan.
    * umulanın veya beklenilenin dışında bir durumu anlatan cümlelerin başına gelir.
    bir dediği bir dediğini tutmamak * söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak.
    bir dediği iki olmamak * her istediği yapılmak.
    bir dediğini iki etmemek * her istediğini hemen yapmak.
    bir defa * Olup bitti anlatan cümlelere katılır.
    * “ilk önce”, “hele” anlamında da kullanılır.
    bir defada * ara vermeksizin.
    bir defalık * Bir kere yapmaya yetecek kadar.
    * Bir kereye özgü olan, bir kereye özgü olarak.
    bir deli kuyuya bir taşatar, kırk akıllıçıkaramazmış * bazen bir kimsenin yaptığıyersiz bir iş, birçok kimse tarafından düzeltilemez.
    bir derece (veya bir dereceye kadar) * biraz.
    bir deri bir kemik (kalmak) * çok zayıflamak.
    bir dikili ağacı olmamak * evi veya mülkü olmamak.
    bir dirhem * Çok az, birazcık.
    bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek * verimi az, zahmeti çok olan bir işle uğraşmak.
    bir dirhem et bin ayıp örter * biraz kilo almak bazen insanı güzelleştirir.
    bir dokun bin ah işit (dinle) kaseifağfurdan * insanlarıkonuşturmak için biraz dertlerini deşmek yeter.
    bir dolu * Birçok.
    bir don bir gömlek * yarıçıplak.
    bir dostluk kaldı! * az bir mal kalınca satıcıların kullandığı bir özendirme deyimi.
    bir dudağıyerde bir dudağı gökte * masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin.
    bir düziye * Sürekli olarak.
    bir el * (ateşli silâh için) bir kez atım.
    bir el bir eli yıkar, iki el bir yüzü yıkar * bazıdurumlarda yardımcısız işyapılmayacağınıanlatır.
    bir elden * aynıkimse tarafından.
    * bir merkezden.
    bir eli yağda bir eli balda (olmak) * varlık ve bolluk içinde olmak.
    bir elin sesi çıkmaz * bir davanın bir kişi tarafından savunulmasıetkili ve yeterli değildir.
    * yardımlaşarak işler daha kolay başarılır.
    bir elini bırakıp ötekini öpmek * aşırısaygı göstermek.
    bir elle verdiğini öbür elle almak * yapar göründüğü bir iyiliği, sağladığı bir çıkarla ödetmek.
    bir elmanın yarısı o, yarısı bu * birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanılır.
    bir evcikli * Mısır, ceviz, fındık gibi erkek ve dişi organlarıayrıçiçeklerde, ancak aynıkök üzerinde bulunan (bitki).
    bir fende kazık kakmak * bir bilgi veya bilim dalında saplanmışkalmak.
    bir fincan (veya bir acı) kahvenin kırk yıl hatırıvardır * iyilik küçük de olsa unutulmaz.
    bir gecelik * Bir gece için, bir gece içinde olup biten, bir geceye ait.
    bir gömlek aşağı * bir derece daha düşük (birinden).
    bir gömlek fazla eskitmişolmak * birinden daha yaşlıve daha görmüşgeçirmişolmak.
    bir göz ağlarken öbür göz gülmez * keder veya sıkıntıvarken dostlar, akrabalar eğlenmemelidir.
    bir göz gülmek * hem gülüp hem ağlamak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 69

    bir gözeli * Yapısıtek bir hücreden oluşan (hayvan veya bitki), tek hücreli.
    bir gözeliler * Yapısıtek bir hücreden oluşan hayvanlar veya bitkiler.
    bir gün evvel * olabildiği kadar çabuk.
    bir günden bir güne * hiç, hiçbir zaman.
    bir günlük beylik beyliktir * hoşa giden bir durum, kısa da sürse çekici ve güzeldir.
    bir güzel * Çok iyi, iyice.
    bir hâl olmak * bir şeyin çok tekrarlanmasıyüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek.
    * huyu değişmek.
    * kazaya uğramak, ölmek.
    bir hamlede * Çabucak, bir atılışta.
    bir hayli * Epey, çok.
    bir hoş * Tuhaf bir şekilde, garip.
    bir hoşeylemek * hüzünlendirmek.
    bir hoşolmak * şaşırmak.
    * hüzünlenmek.
    bir hoşluğu olmak * bir rahatsızlığı, bir neşesizliği olmak.
    bir hücreli * Bkz. bir gözeli.
    bir içim su (gibi) * (kadın için) çok güzel.
    bir iğne bir iplik olmak * Bkz. iğne ipliğe dönmek.
    bir iki * Birtakım, bazı, bir parça, biraz, çok az sayıda, birkaç kez.
    bir iki demeden (demeye kalmadan) (veya bir iki derken) * duraksamadan, karşısındakine vakit bırakmadan, duraksamadan.
    bir işaretine bakmak * bir işi yapmak için hazır beklemek.
    bir iştir oldu * istenmeyen, kötü bir durum karşısında söylenir.
    bir kafada * aynıdüşüncede.
    bir kalem * Bir an için.
    * Aynı, benzer, tek tür.
    bir kalem geçmek * boşvermek, bir an için göz ardıetmek.
    bir kalemde * birden ve toptan.
    bir kapıya çıkmak * aynısonuca varmak.
    bir karar * Aynıdurumunu koruyarak, belli durumunu değiştirmeden.
    bir kararda bir Allah * insan talihinin her an değişebileceğini ve bunun olağan karşılanmasınıöğütler.
    bir karış * Çok kısa.
    * Çok az.
    bir karış beberuhi * çok kısa boylu kimse.
    bir karıyla bir koca, dırdır eder her gece * sıkıntıveya yalnızlık yüzünden iki dost (bile) birbiriyle dalaşır, anlamsız konuşur.
    bir kaşık suda boğmak * bir kimseye çok kızmak veya çok öfkelenmek.
    bir kazanda kaynamak * anlaşmak, uyuşmak, bağdaşmak.
    bir kenarda durmak * gerektiği zaman kullanmak üzere hazırda tutmak.
    bir kere * Aslında.
    * Bir kez, bir defa.
    bir kerecik * Bir defaya mahsus olarak.
    bir kıyamettir gitmek (veya kopmak) * çok fazla gürültü, patırtı, telâşolmak.
    bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır * güzel şeyi herkes ister, ama o, ancak bir kişiye kısmet olur.
    bir kol çengi (olmak) * şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenir.
    bir koltuğa iki karpuz sığmaz * aynızamanda birden çok işle ilgilenmek başarı için sakıncalıdır.
    bir koşu * Koşarak, koşa koşa, çabucak.
    bir koyundan iki post çıkmaz * birinden, gücünün yetmediği bir özveriyi beklememek gerekir.
    bir Köroğlu, bir Ayvaz * bir karıkocanın çocuklarının, yakınlarının yanlarında bulunmadığınıveya hiç çocukları olmadığınıanlatır.
    bir köşeye atmak * gerektiğinde kullanılmak için bir yere koymak.
    bir köşeye koymak * saklamak, biriktirmek.
    bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak * söylenen söze önem vermemek.
    bir kurşun atımı * kurşunun gidebileceği uzaklık.
    bir lokma bir hırka * hayatta azla yetinmeyi, dervişçe geçinmeyi anlatır.
    bir mum al da derdine yan * başkalarıyla uğraşacağına kendi durumunu düşün.
    bir nebze * Çok az, bir parça.
    bir nefeste * (söz ve içecekler için) Ara vermeden.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 70

    bir nice * Bir hayli, birçok.
    bir numara * Tek, birinci.
    bir numaralı * Birinci, başta gelen.
    bir o kadar * Ne kadar varsa o kadar daha, bir katı, bir misli.
    bir o yana, bir bu yana * rastgele, birçok yerlere, çeşitli yönlere.
    bir olmak * bir araya gelmek, iş birliği yapmak.
    bir ölçüde * Biraz, belli oranda.
    bir örnek * Aynı biçimde olan, yeknesak.
    bir papel etmemek * hiç bir işe yaramamak, değeri olmamak.
    bir paralık etmek * çok utanacak, işe yaramaz bir duruma düşürmek.
    bir parça * Biraz, azıcık, çok az.
    bir parmak * Parmak ucuyla alınan miktar veya parmak ucuyla alarak.
    * Çok küçük (çocuk).
    bir postum var atarım, nerede olsa yatarım * istediğim yere gider, istediğim biçimde davranırım.
    bir pul etmemek * hiç değeri olmamak.
    bir pula satmak * bir kimseyi bir çıkar uğruna harcamak.
    bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, sonunda yakalanırsın çekirge (veya üçüncüsünde avucuma düşersin çekirge) * birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çıkarak yapanıkötü bir duruma düşürür, suçlu cezasız
    kalmaz.
    bir sıkımlık canı olmak * çok cılız ve güçsüz olmak.
    bir sıra * Üst üste, ardıardına.
    bir solukta * Çabucak, çarçabuk, çok kısa bir sürede, hemen.
    bir söyle on dinle * az konuşup çok dinlemek yaralı olur.
    bir söyledi pir söyledi * uzatmadan, gereği gibi söyledi.
    bir sözünü iki etmemek * birinin her istediğini hemen yerine getirmek.
    bir sürü * Çok sayıda, pek çok.
    bir şey sanmak * (bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri) gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek hayal kırıklığına uğramak,
    değerlendirmede yanılmak.
    bir şey söylemek * konuşmak.
    * belirtmek, anlatmak, ifade etmek.
    bir şeye benzememek * işe yarar durumda olmamak.
    bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir * söylenti veya dedikodu olayın gerçekleşmesinden daha kötüdür.
    bir şeyler (veya bir şey) olmak * huyu, durumu, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek.
    * bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek.
    * ölmek.
    bir şeyler, bir şeyler * daha fazla açıklamamak, kısa kesmek gerektiğinde söylenir.
    bir tahtada * bir defada, yekten.
    bir tahtasıeksik * akılca eksik, yarım akıllı.
    bir tane * Biricik, yegâne.
    bir tanem * Sevgi sözü.
    bir tarafa bırakmak (veya koymak) * önemsememek, benimsememek, ertelemek.
    bir taşla iki kuşvurmak * bir davranışla birden çok yararlısonuca ulaşmak.
    bir tek atmak * bir kadeh içki içmek.
    bir temiz * Adamakıllı.
    bir terimli * Aralarında yalnız çarpma, bölme, kuvvete yükseltme, kök alma işlemleri yapılacak olan (nicelikleri gösteren
    terim).
    bir torba kemik * çok zayıf.
    bir tuhaflığı olmak * kendini iyi hissetmemek.
    bir tutmak (veya bir görmek) * eşit saymak, eşit görmek.
    bir türlü * (tekrarlıkullanıldığında) işin yapılmasının da, yapılmamasının da aynıderecede kötü olduğunu belirtir.
    * hiçbir biçimde, hiçbir yolla.
    bir vakitler * Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle.
    bir varmış bir yokmuş * bir masala başlarken, “eskiden” anlamında söylenen bir tekerleme.
    * masal gibi geçip gitmiş, artık hayal olmuş.
    bir yakadan başçıkarmak * bir çatıaltında dirlik düzenlik içinde yaşamak.
    bir yana * -den başka, sayılmazsa, hariç tutulursa.
    bir yana dünya bir yana * bir varlığa çok değer verildiğini anlatmak için kullanır.
    bir yandan (yanda) * bir taraftan (tarafta), hem … hem.
    bir yastığa başkoymak * (karıkoca) evli bulunmak.
    bir yastıkta kocamak * (karıkoca birlikte) uzun bir ömür sürmek.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 61

    bidoncu * Bidon satan kimse.
    bienal * Yıl aşırı, iki yılda bir olan.
    biftek * Izgara veya tavada pişirilen dana eti dilimi.
    bîgâne * Yabancı.
    * İlgisiz.
    bîgânelik * Bîgâne olma durumu.
    bigudi * Kadınların saçlarınıkıvırmak için kullandıkları, metal veya plâstikten, boru biçiminde küçük araç.
    bîgünah * Suçsuz, günahsız.
    bîhaber * Habersiz, bilgisiz.
    bihakkın * Hakkı ile, hakkı olarak, gerçekten.
    bîhuş * Şaşkın, sersem, aklı başında olmayan, deli.
    bîilâç * İlâçsız, çaresiz, umutsuz.
    bijon anahtarı * Araba tekerleklerinin somunlarınısökmek için kullanılan alet.
    bijuteri * Kuyumcunun yaptığıdeğerli takıların tamamı.
    * Değerli olmayan maden veya taşlardan yapılmıştakı, süs eşyası.
    bîkarar * Kararsız, tereddütlü.
    bikarbonat * Hidrojen karbonatların genel adı.
    bîkes * Kimsesiz.
    bîkeslik * Bîkes olma durumu.
    bikini * İki parçalıkadın mayosu.
    bikir * Kızlık, erdenlik.
    bilâder ağacı * Amerika elması.
    bilâhare * Sonra, sonradan, daha sonra, sonraları.
    bilâistisna * İstisnasız, ayrıksız, ayrım yapılmadan.
    bilâkaydüşart * Kayıtsız ve şartsız olarak, herhangi bir kısıtlama olmaksızın.
    bilâkis * Tersine olarak, tam tersine, tersine, aksine.
    bilânço * Bir kuruluşun veya bir ticarethanenin belirli bir dönem sonundaki veya belirli bir gündeki taşınır ve
    taşınmaz varlıkları ile bunları sağlamak için kullanılan öz ve yabancıkaynaklarıdengeli olarak gösteren çizelge.
    * Girişilen herhangi bir işte, belirli bir süre sonunda elde edilen iyi ve kötü sonuçların karşılıklıdurumu.
    bilâr * Katranlıkıldan yapılan ve kalafat işlerinde kullanılan bir tür macun.
    bilârdo * Yeşil çuha kaplı bir masa üzerinde, fil dişi toplarla ve isteka ile oynanan bir oyun.
    bilârdocu * Bilârdo oynayan veya oynatan kimse.
    bilârdoculuk * Bilârdo salonunu işletme veya oynama işi.
    bilâvasıta * Vasıtasız, araçsız, aracısız, dolaysız, doğrudan doğruya.
    bilcümle * Bütün, hep …-in hepsi.
    bildiğinden şaşmamak (veya kalmamak) * hiçbir etkiye aldırışetmeyerek doğru bildiği davranışısürdürmek.
    bildiğini okumak * herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak.
    bildiğini yapmak * verilen öğütleri dinlemeyerek tutumunu sürdürmek.
    bildiğini yedi mahalle bilmez * bir kimsenin çok kurnaz, çok bilmişolduğunu anlatır.
    bildik * Tanıdık.
    bildik çıkmak * birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanıştıklarınıanlamak.
    bildim bileli (veya bildik bileli) * öteden beri, eskiden beri.
    bildirge * Bir kimsenin resmî bir kuruluşa herhangi bir durumu bildirmek için verdiği çizelge, beyanname.
    * Vergi yükümlülerinin belli zamanlarda, bağlı olduklarıvergi dairelerine verdikleri gelir bildirme belgesi,
    beyanname.
    bildiri * Resmî bir makam, kurum veya bir topluluk tarafından herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazılan
    yazı, tebliğ, tebligat.
    * Bilimsel bir konu üzerine yazılan açıklama, tebliğ.
    bildirilme * Bildirilmek işi veya durumu.
    bildirilmek * Bildirmek işine konu olmak, duyurulmak, haber verilmek.
    bildirim * Yazılı olarak yapılan açıklama, tebliğ.
    * Bu açıklamanın yapıldığıkâğıt, ihbarname.
    bildirim ödencesi * Süresi belli olmayan sürekli işsözleşmelerinin daha önce bildirim yapılmaksızın yürürlükten kaldırılması
    sebebiyle yükümlü olanlarca karşıtarafa verilmesi zorunlu olan ödence, ihbar tazminatı.
    bildiriş * Bildirmek işi veya biçimi.
    bildirişim * İletişim, haberleşme, komünikasyon.
    bildirişme * Bildirişmek işi veya durumu.
    bildirişmek * Bir duygu veya düşünceyi işaretle veya sesler dizgesiyle bildirerek anlaşmak.
    bildirme * Bildirmek işi, beyan.
    bildirme cümlesi * Yüklemi bildirme kiplerinden biriyle kurulan cümle.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 62

    bildirme kipleri * Belli zaman kavramıveren, belirli geçmiş, belirsiz geçmiş, şimdiki zaman, genişzaman, gelecek zaman
    kipleri: Gel-di, gelmiş, gel-iyor, gel-ir, gel-ecek gibi.
    bildirmek * Herhangi bir şeyi haber vermek.
    * Herhangi bir konuda bilgi vermek.
    * Anlatmak, ifade etmek.
    bile * Birlikte.
    * Aynızamanda, da, de, dahi.
    * Üstelik.
    bile bile * Bilerek, isteyerek, önceden tasarlayarak, düşünülerek, kasten.
    bile bile lâdes * Kötü bir durumu öyle gerektiği için kabullenmişgörünme, bilerek aldanmışgörünme.
    bilecen * Her şeyi bilen, her şeyden anlayan.
    * Bilgiçlik taslayan, ukalâ.
    bilecenlik * Bilecen olma durumu.
    bileği * Kesici araçları bilemek için kullanılan alet.
    bileği taşı * Bıçak, çakı, makas gibi kesici araçları bilemekte kullanılan ince taneli sarışist.
    bileğinde altın bileziği olmak * Bkz. kolunda altın bileziği olmak.
    bileğine güvenmek * gücüne veya hünerine güvenmek.
    bileğine kadar (veya bileklerine kadar) * (çamur, kar için) ayakları içine gömülecek biçimde.
    * (giysi eteği için) yalnız ayaklar görünecek kadar (uzun).
    bileğinin hakkı ile * kendi gücü ve kendi çalışması ile.
    bilek * Elle kolun, ayakla bacağın birleştiği bölüm.
    * Güç, kuvvet.
    bilek damarı * Nabız.
    bilek gibi * (saç veya akarsu için) gür, kalın.
    bilek gücü * Kol kuvveti.
    bilek güreşi * Karşılıklı iki kişi dirseklerini dayayarak birbirlerinin bileğini bükmek.
    bilek kuvveti * Beden kuvveti, kol kuvveti.
    bilek saati * Bileğe takılan küçük saat.
    bileklik * Oyunlarda bileğin incinmesini önlemek için bileğe takılan meşin sargı.
    bileme * Bilemek işi.
    bilemedin (veya bilemediniz) * en çok, en fazla.
    bilemek * Kesici aletleri zımpara veya bileği taşında keskinleştirmek, keskin duruma getirmek, keskinleştirmek.
    * Güçlendirmek, etkisini artırmak.
    bilenme * Bilenmek işi.
    bilenmek * Bilemek işine konu olmak, keskin duruma getirilmek.
    * Bir işe yoğun bir biçimde hazırlanmak, konsantre olmak.
    * Hırslanmak, aşırıderecede istemek.
    bilerek * isteyerek, kasten.
    bileşen * Bir bileşke oluşturan kuvvetlerin her biri.
    bileşik * Birleşerek oluşmuş, basit olmayan, mürekkep.
    * Kimyasal tepkimeler sonucu iki veya daha çok elementten oluşan ve bunlardan bağımsız fiziksel, kimyasal
    nitelikler gösteren (madde).
    * Ses ve görüntünün birlikte yer aldığıfilm parçası.
    bileşik faiz * Süre tarihine dek birikmişfaizlerin ana paraya eklenmesiyle elde edilen toplam üstünden ödenen faiz,
    mürekkep faiz.
    bileşik kap * Birleşik kap.
    bileşik kaplar * Birleşik kaplar.
    bileşik kesir * Payıpaydasına eşit veya payıpaydasından büyük olan kesir.
    bileşik önerme * En az iki önermeden oluşan yeni önerme.
    bileşikgiller * Bitişik yapraklı iki çeneklilerden, çiçekleri kömeç durumunda toplu olarak bulunan, bazıcinsleri uçucu yağ
    veya süt taşıyan bir familya.
    bileşim * İki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluşturma, terkip.
    * Bir maddenin hangi kimyasal türlerden oluştuğunu belirleyen verilerin tamamı.
    * Bileşme sonucu oluşan cisim.
    * Bileşmek işi veya durumu.
    bileşke * Bir cisme uygulanan birkaç kuvvetin toplam etkisine eşit olan tek kuvvet, muhassala.
    bileşme * Bileşmek işi, terekküp.
    bileşmek * İki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluşturmak, terekküp etmek.
    bileştirici * Bileştirmek işini yöneten kimse.
    bileştirme * Bileştirmek işi.
    bileştirmek * Bileşmesini sağlamak.
    * İki veya daha çok vektörün, paralel kenar kuralına uygun olarak geometrik toplamınıalmak, geometrik
    toplam.
    bilet * Para ile alınan, konser, sinema, tiyatro gibi eğlence yerlerine girme, ulaşım araçlarına binme veya bir talih
    oyununa katılma imkânınıveren belge.
    bilet kesmek * bileti koparıp alıcıya vermek, bilet satmak.
    biletçi * Bilet satan görevli.
    biletçilik * Bilet satma işi.
    biletli * Bileti olan.
    biletme * Biletmek işi.
    biletmek * Bilemek işini yaptırmak.
    biletsiz * Bileti olmayan.