Kategori: B – Sözlük

B Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük B Sayfa 76

    biyesiz * Biyesi olmayan, biye geçirilmemişolan.
    biyoelektrik * Canlıvarlıkların ürettiği elektrik.
    biyoelektronik * Moleküler biyolojinin hücrelerin yapısına giren moleküller arasında geçerli elektrostatik güçlerini inceleyen
    bölümü.
    biyoenerji * Biyokütlenin kimyasal dönüşümüyle elde edilen enerji.
    biyofizik * Fizyolojide geçen fiziksel olayların bilimi, biyolojik fizik.
    biyogaz * Ahır gübresinden elde edilen yanıcı gaz, gübre gazı.
    biyograf * Hayat hikâyesi yazarı.
    biyografi * Hayat hikâyesi, tercüme-i hâl, hâl tercümesi.
    biyografik * Biyografi ile ilgili.
    biyojeografi * Bitki ve hayvanların yeryüzü üzerindeki dağılımınıve bunun sebeplerini inceleyen bilim, biyoloji
    coğrafyası.
    biyokatalizör * Canlıdokuların hepsinde çok az bulunan ve hayat için gerekli kimyasal tepkimeleri uyandıran veya
    kolaylaştıran madde.
    biyokimya * Hücreden en gelişmişorgana kadar canlıdokuları inceleyen ve bunları oluşturan maddeleri araştıran bilim
    dalı.
    biyolog * Biyoloji ile uğraşan kimse, biyoloji uzmanı.
    biyoloji * Bitki ve hayvanların doğma, gelişme, üreme gibi yaşayışevrelerini inceleyen bilim, dirim bilimi.
    biyolojici * Okulda biyoloji dersini veren öğretmen.
    biyolojik * Biyoloji ile ilgili, dirimsel, dirim bilimsel.
    biyometeoroloji * Canlılar üzerinde hava olaylarının etkisini inceleyen bilim.
    biyonik * Biyoloji ve elektronikle ilgili olan.
    * Dirim kurgu.
    biyopsi * Mikroskopta yapısını incelemek amacıyla canlıdan bir doku parçasıalma.
    biyopsi yapmak * parça almak.
    biyosfer * Üzerinde hayat olan yeryüzü bölgesi.
    biyoşimi * Organ dokularındaki kimyasal olayları inceleyen kimya kolu.
    biyotit * Bir çeşit kara renkli mika.
    biz * Çoğul birinci kişi zamiri.
    * Resmî konuşmada, bazen teklik birinci kişi zamiri ben yerine kullanılır.
    * (bazıyazarlar için) Ben zamirinin yerine kullanılır.
    biz * Katı bir şeyi dikerken iğne geçirecek yeri delmek için kullanılan, çelikten yapılmış, sivri uçlu ve ağaç saplı
    araç, tığ.
    * Maraşişinde kalın karton parçalarının iğneyi kırmamasını sağlamak ve delik delmek işleminde kullanılmak
    üzere hazırlanmıştahta saplı, ince sivri uçlu bir tür çuvaldız.
    biz * Ülkemiz sularında yaşayan bir mersin balığıtürü, şip (Acipenser nudiventris).
    biz attık kemik diye, el kaptı ilik diye * bizim işe yaramaz diye vazgeçtiğimizi başkalarıdeğerli buldu.
    biz bize * Yalnız biz, aramızda yabancı bir kimse olmaksızın.
    biz bize benzeriz * aramızda fark yok, özelliklerimiz veya tutum ve davranışlarımız aynıdır.
    biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz * birbirimizi çok yakından tanırız; onun öyle bir üstün durumu olmadığını biliriz.
    bîzar * Tedirgin, bezmiş, usanmış, bezginlik getirmiş.
    bizar etmek * tedirgin etmek, usandırmak.
    bizar olmak * usanmak, bıkmak.
    bizatihi * Kendiliğinden, kendinden, özünden, kendisi.
    bizce * Bize göre.
    bizcileyin * Bizim gibi.
    bizden * Bizim tarafımızda olan (kimse).
    bizdenlik * Bizden olma durumu.
    bize de mi lolo? * işin içinde bir işolduğunu bilmez miyiz sanıyorsunuz?.
    bizim gelin bizden kaçar, tutar ellere başınıaçar * bize yabancıduran yakınımız, dostumuz, akrabamız başkalarına rahatça içtenlikle, yardım eder.
    bizimki * Bizim olan, bizimle ilgili olan.
    * Kadınların kocalarından, kocaların karılarından söz ederken kullandıklarısöz.
    * Yakın çevremizde olan bir kimseden söz ederken kullanılır.
    bizleme * Bizlemek işi.
    bizlemek * Ucu çivili değnekle hayvanıdürtmek.
    bizlengiç * Ucu çivili değnek.
    bizmut * Atom sayısı83, atom ağırlığı209 olan, 271,3° C de eriyen, yoğunluğu 9,8 olan, kızılımsı beyaz renkli,
    kırılgan ve katı bir element. Kısaltması bi.
    * İlâç olarak kullanılan ve asıl maddesi bizmut olan karışım.
    bizon * Amerika’da yaşayan bir cins hörgüçlü yaban öküzü.
    bizzat * Kendi, kendisi, şahsen.
    blâstulâ * Yumurta hücresi embriyon olurken morulânın gelişerek içi boşyuvarlak biçime girmesi durumu, morulâ.
    blender * Pişirmeden önce malzemeyi kesip karıştıran elektrikli alet.
    blok * Kocaman ve ağır kitle.
    * Birden çok bölümü bir araya getirilmişolan, bir bütün oluşturan.
    * Politik çıkarlarısebebiyle birlik kuran devletler topluluğu.
    * İçine resim veya yazıkâğıtlarıkonulan karton kap.
    * Birbirine bitişik büyük yapılar.
    * Voleybolda, file üstünde karşı oyuncunun topu sert vururken, önünde iki veya üç kişinin elleri ile
    oluşturduklarıperde.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 77

    blok inşaat * Birbirine bitişik yapılan yapılar.
    blokaj * Bloke etmek işi.
    * Hareketine engel olma, hareketini durdurma.
    * Sivri taşların toprak zemine dikine çakılarak, üzerine beton dökülmesiyle yapılan dolgu.
    * Bankacılıkta bir varlığın yetkili otoritelerin izni olmadan sahibi tarafından kullanılamamasıdurumu.
    bloke * Kullanılmasıönlenmiş, el konulmuş.
    bloke çek * Keşideci tarafından anlaşmazlığın çözümüne kadar ödemenin durdurulduğu çek türü.
    bloke etmek * kullanılmasınıönlemek amacıyla el koymak.
    * savaşdurumundaki bir ülkenin dışülkelerle ilişkisini engellemek.
    * kapatmak, durdurmak.
    * (futbolda kaleci) topu yakalamak.
    bloklaşma * Bloklaşmak işi.
    bloklaşmak * Blok durumuna gelmek.
    bloknot * Yapraklarıkolayca çıkartılabilecek biçimde yapılmışnot defteri.
    bloksuz * Hiçbir bloka girmemişolan; bağlantısız.
    bloksuzluk * Bloksuz davranma, bağlantısızlık.
    blöf * İskambil oyunlarında elindeki kâğıtları olduğundan başka gösterme davranışı.
    * Karşısındakini yanıltarak veya yıldırarak bir işten caydırmak için söylenen asılsız söz veya takınılan aldatıcı
    tavır, kuru sıkı.
    blöf yapmak * karşısındakini yanıltarak veya yıldırarak bir işten caydırmak için aslı olmayan söz söylemek veya aldatıcı
    tavır takınmak.
    blöfçü * Blöf yapan (kimse).
    blûcin * Giysi yapılan bir tür mavi, kaba pamuklu kumaş.
    * Bu kumaştan yapılan (giysi).
    blûm * Bir tür iskambil oyunu.
    blûz * Vücudun üst bölümüne giyilen, genellikle ince kumaştan yapılan veya iplikten örülen kadın giysisi.
    boa * Boagillerden, yalnız Güney Amerika’da yaşayan, zehirsiz, çok iri, güçlü bir yılan (Boa constrictor).
    * Kadınların boyunlarına aldıklarıyılan biçiminde dar ve uzun kürk, boyun kürkü.
    boagiller * Avlarınıyutmadan önce uzun gövdeleriyle sarıp sıkarak boğan ve ezen sarılgan yılanlarıkapsayan zehirsiz
    yılanlar familyası.
    boalar * Sürüngenler sınıfının, yılanlar takımının bir bölümü.
    bobin * Makara.
    * Fotoğraf filmi rulosu.
    * (kâğıt ve karton için) Tampon silindiri veya mihver boru etrafına sarılmışkâğıt veya kartonun sürekli
    uzunluğu.
    * İçinden elektrik akımı geçebilen yalıtılmıştel ile bu telin, makara tiresi gibi sarılı bulunduğu silindirden
    oluşan aygıt.
    bobin kırıcı * Dağınık iplik bobinlerini düzelten ve boyamaya elverişli biçime getiren makinede çalışan (kimse).
    bobinaj * Bir filmi veya mıknatıslıkuşağı bir makaradan başka bir makaraya sarma.
    boca * Geminin rüzgâr almayan yanı, rüzgâr üstü, orsa veya rüzgâr üstü karşıtı, poca.
    boca alabanda * Boca etme komutu.
    boca etmek * geminin başını bocaya rüzgâr almayan tarafa çevirmek.
    * (birden çevirip) boşaltmak, dökmek.
    bocalama * Bocalamak işi.
    bocalamak * (gemi) Rüzgâra karşı gidemeyerek sürüklenmek.
    * Bir işte tutulması gereken yolu kestirememek, ne yapacağını bilememek, kararsız olmak.
    bocalatma * Bocalatmak işi.
    bocalatmak * Bocalamasına yol açmak.
    boci * Ağır yük taşımaya yarayan, iki kalın ve küçük tekerleği olan el arabası.
    bocuk * (Ortodokslarca kutlanan) İsa’nın doğum yortusu.
    * Domuz.
    bocuk domuzuna dönmek * çok semiz ve besili olmak.
    bocurgat * Ağır yükleri çekmek için manivelâ ile döndürülen ve döndürüldükçe, çekilecek şeyin bağlı bulunduğu
    urganıkendi üzerine saran çıkrık.
    bodoslama * Gemi omurgasının başve kıç tarafından yukarıya uzanan ağaç veya demir direklerden her biri.
    bodoslama * Bodoslamak işi.
    bodoslamadan * Ön taraftan, baştaraftan.
    bodoslamak * Açıklamak, belirtmek, ileri sürmek.
    bodrum * Bir yapının yol düzeyinden aşağıda kalan bölümü.
    bodrum gibi * basık tavanlı, genellikle güneşgörmeyen (oda).
    bodrum katı * Bir yapının zemin katının altında olan ve oturulabilen en alt katı.
    boduç * Ağaç veya topraktan yapılmışküçük testi.
    bodur * Enine göre boyu kısa ve tıknaz.
    bodur kalmak * boyu uzamamak.
    * gelişmemek.
    bodur pas * Arpa yapraklarına yerleşen ve seyrek olarak yurdumuzda da görülen ilkel mantar (Puccinia hordei).
    * Bu mantarın yol açtığıhastalık.
    bodur tavuk her gün (veya her dem) piliç * kısa boylular olduklarından daha genç görünürler.
    bodurlaşma * Bodurlaşmak işi veya durumu.
    bodurlaşmak * Bodur duruma gelmek.
    bodurluk * Bodur olma durumu.
    Boğa * Zodyak üzerinde, Koç ile İkizler burçlarıarasında yer alan burcun adı, 343 Zodyak.
    boğa * Damızlık erkek sığır.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 78

    boğa gibi * çok güçlü görünen, vücudu iyi gelişmiş(delikanlı).
    boğa güreşi * Daha çok İspanya ve Meksika’da, özel olarak yetiştirilmiş boğayıyenmek amacıyla yapılan gösteri.
    boğada * Küllü veya sodalısu ile çamaşır yıkama.
    * Yıkanmak üzere hazırlanmışçamaşırın üzerine sıcak kül suyu süzme işi.
    boğak * Anjin.
    boğalık * Boğa olarak kullanılmak için ayrılan bir yaşından yukarıerkek sığır.
    boğan otu * Düğün çiçeğigillerden, özellikle kökünde akonitin adında bir zehir bulunan bitki, kurtboğan otu (Acunitum
    napellus).
    boğanak * Sağanak, bora.
    boğasak * Boğaya gelmişveya boğa isteyen inek.
    boğasama * (inek) Boğasamak işi veya durumu.
    boğasamak * (inek) Boğa istemek veya boğaya gelmek.
    boğası * İnce bez, astar.
    boğaya çekmek * (inek) boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak, keleye çekmek.
    boğaz * Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluşturan organlar, imik.
    * Şişe, güğüm gibi kaplarda ağza yakın dar bölüm.
    * İki dağarasında dar geçit, derbent.
    * İki kara arasındaki dar deniz.
    * Yiyeceği içeceği sağlanan kimse.
    * Yeme içme.
    * Yedirip içirme yükümü, iaşe.
    boğaz açmak * ağaçların dibini kazarak toprağıkabartmak.
    boğaz boğaza (veya gırtlak gırtlağa) gelmek * zorlu kavga etmek.
    boğaz derdi * geçim için uğraşma.
    * yemek pişirme, hazırlama sıkıntıları.
    boğaz dokuz boğumdur * bir söz iyice düşünmeden söylenmemelidir.
    boğaz durmaz * yeme içme ihtiyacının başka ihtiyaçlar gibi geri bırakılamayacağınıanlatır.
    boğaz içinde kavga var * aşırı bir biçimde açlığını gidermeye çalışanlar için söylenir.
    boğaz kavgası * Geçim için yapılan didinme.
    boğaz meselesi * Geçim derdi.
    boğaz ola * “afiyet olsun, yarasın, bereketli olsun” anlamına, yemek yiyenlere söylenir.
    boğaz olmak * boğazıağrımak.
    * imrenmekten boğazışişmek.
    boğaz tokluğuna * ayrıca ücret verilmeden yalnız karnınıdoyurarak.
    boğazıaçılmak * iştahıartmak.
    boğazıdüğümlenmek * üzüntüden boğazıtıkanmak.
    boğazı inmek * bademcikleri şişmek, iltihaplanmak.
    boğazı işlemek * durmadan bir şeyler yemek.
    boğazıkurumak * çok susamak.
    boğazına bir yumruk tıkanmak (veya gelip oturmak) * konuşamaz olmak, sesi çıkmamak.
    boğazına dikkat etmek * yiyeceğine, içeceğine özen göstermek.
    boğazına dizilmek * (üzüntü, kaygı gibi sebeplerle) isteksiz yemek, iştahıkesilmek.
    boğazına durmak * yediği şeyi yutamamak.
    boğazına düşkün * yiyip içmeyi çok seven (kimse).
    boğazına indirmek * fazla ve gelişigüzel yemek.
    boğazına kadar * pek çok, lüzumundan fazla, aşırıölçüde.
    boğazına sarılmak * üstüne yürümek.
    boğazında düğümlenmek * söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek.
    boğazında kalmak * ağzındaki lokmayıüzüntü dolayısıyla yutamaz duruma gelmek.
    boğazından artırmak * yiyeceğinden kısıp parasınıartırmak.
    boğazından geçmemek * sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğu dolayısıyla bir yiyeceği yalnız başına yemekten üzüntü
    duymak.
    boğazından kesmek * yiyip içmede çok tutumlu davranmak.
    boğazınıdoyurmak * karnınıdoyurmak.
    boğazınısevmek * yiyip içmeye düşkün olmak.
    boğazınısıkmak * bunaltmak, sıkıntıvermek.
    boğazınıyırtmak * olanca gücüyle bağırmak.
    boğazkesen * Bir boğazısavunmak için deniz kıyısında yapılan hisar.
    boğazlama * Boğazlamak işi.
    boğazlamak * Hayvan veya insanı boğazından keserek öldürmek.
    * Gaddarca, kan dökerek öldürmek.
    boğazlanma * Boğazlanmak işi.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 64

    bilimci * Bilgin.
    bilimcilik * Bilginin, temeli olarak yalnız bilim yöntemine önem verme, ilimcilik.
    bilimsel * Bilimle ilgili, bilime dayanan, ilmî.
    bilimsel deneycilik * Her bilginin deneyle veya gözlemle doğrulanabileceğini, sınanabileceğini savunan felsefe akımı.
    bilimsel düşünce * Bilim temeline dayanan özgür eleştirici, araştırıcıve bağımsız düşünce.
    bilimsel sosyalizim * İhtilâlci sosyalizm, Marxçılık.
    bilimsel toplantı * Uzmanların katılımı ile gündemi bilimsel konuların oluşturduğu toplantı.
    bilimselleştirme * Bilimselleştirmek işi.
    bilimselleştirmek * Bilimin metotlarına uygun duruma getirmek.
    bilimsellik * Bilimsel olma durumu.
    bilimsiz * Bilime, bilim yöntemlerine uygun olmayan gayriilmî.
    bilimsizlik * Bilimsiz olma durumu bilimsizce iş.
    bilincine varmak * anlamak, kavramak.
    bilincini yitirmek * bilincini herhangi bir sebeple yitirmek.
    bilinç * İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği, şuur.
    * Algıve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci, şuur.
    * Temel bilgi, temel görüş.
    * Bir toplumdaki ruhî etkinliklerin veya ruhî durumların bütünü.
    * Dimağ.
    bilinç akışı * Düşüncelerin arka arkaya birbirini izlemesi.
    * Kişinin aklından geçenlerin birinci kişi ağzından yansıtılması.
    bilinç dışı * Bilinçsizce yapılan işve etkinliklerin bütünü gayrişuur.
    * İnsan ruhunun, baskıaltında tutulan isteklerle bunlara bağlıdüşüncelerden oluşan ve bilince ulaşamayan
    bölümü.
    bilinç kaybı * Hafıza yitimi.
    bilinçaltı * Bilinç dışı olmakla birlikte, dilendiği zaman kapsamındakilerin bilince çağrılabildiği zihin bölgesi, şuuraltı
    tahteşşuur.
    bilinçlendirme * Bilinçlendirmek işi.
    bilinçlendirmek * Bilinçli duruma getirmek.
    bilinçlenme * Bilinçlenmek işi.
    bilinçlenmek * Bilinçli duruma gelmek, şuurlanmak.
    bilinçli * Bilinci olan, bilinçle yapılan, şuurlu.
    * Eleştirmeli bir biçimde, kendi etkinliğinin farkında olan, şuurlu.
    bilinçlilik * Bilinçli olma durumu şuurluluk.
    * Nesne, olay ve edimlere uyanık bulunma durumu, şuurluluk.
    bilinçsiz * Bilinci olmayan, bilinçle yapılmayan, şuursuz.
    * Kendi etkinliğini eleştirmeli bir biçimde sezmeyen, şuursuz.
    bilinçsizlik * Biliçsiz olma durumu, şuursuzluk.
    * Nesne, olay ve işlere karşıuyanık bulunmama durumu, şuursuzluk.
    bilindik * Bilinen.
    bilinemez * İnsan aklıyla bilinemeyen şey.
    bilinemezci * Bilginin bağıntılı olduğuna inanan (kimse).
    * Tanrı’nın ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğini ve bilinemeyeceğini ileri süren öğretiyi benimseyen
    (kimse), lâedri, agnostik.
    bilinemezcilik * Bilginin bağıntılı olduğuna ve bundan dolayısalt olmadığına inanan öğreti.
    * Tanrı’nın ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğini ve bilinemeyeceğini ileri süren öğreti, lâedriye,
    agnostisizm.
    bilinen * Değeri belli olan nicelik, bilindik, malûm.
    bilinme * Bilinmek işi.
    bilinmedik * Bilinmeyen.
    bilinmek * Bilmek işine konu olmak, anlaşılmak, öğrenilmek.
    bilinmeyen * Değeri belli olmayan, bilinmeyen (nicelik), bilinmedik, meçhul.
    bilinmez * Anlamı gizli ve anlaşılması güç olan, muğlâk.
    * Belli olmaz, kuşkulu, meçhul.
    bilinmezlik * Bilinmez olma durumu.
    bilir * “Anlar”, “sayar”, “yapar” anlamları ile isimlerle birleşerek birleşik sıfat kurar.
    bilir bilmez * yarım bilgi ile, bilip bilmediğini göz önüne almadan.
    bilirkişi * Belirli bir konudan iyi anlayan ve bir anlaşmazlığıçözümlemek için kendisine başvurulan kimse, uzman,
    ehlihibre, ehlivukuf, eksper.
    * Çözümlenmesi özel veya bilimsel bilgiye dayanan konularda oyuna veya düşüncesine başvurulan kimse,
    ehlihibre, ehlivukuf.
    bilirkişi raporu * Bilirkişinin hazırlamışolduğu rapor.
    bilirkişilik * Bilirkişinin yaptığı iş.
    bilisiz * Öğrenim görmemiş, cahil.
    bilisizlik * Bilisiz olma durumu, cahillik.
    bilistifade * Yararlanarak.
    biliş * Canlının, bir nesne veya olayın varlığına ilişkin bilgili ve bilinçli duruma gelmesi, vukuf.
    * Bildik, tanıdık, dost.
    bilişçıkmak * tanımak, önceden tanışolmak.
    bilişim * Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletişimde kullanılan ve özellikle elektronik aletler aracılığı ile
    düzenli bir biçimde işlenmeyi ön gören bilim, informatik, sibernitik.
    bilişim ağı * Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletişim sistemi.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 65

    bilişim teknolojisi * Bilişimde kullanılan bütün araç ve gereçlerin oluşturduğu sistem.
    bilişimci * Bilişim alanında uzman kişi.
    bilişme * Bilişmek işi.
    bilişmek * Karşılıklı olarak birbirini tanımak, muarefesi olmak.
    * Öğrenmek.
    billâhi * Tanrı’ya ant içerim” anlamında bir ant.
    * “İnan olsun” anlamında kullanılır.
    billûr * Bazıcisimlerin aldıkları geometrik biçim.
    * Duru ve temiz kesme cam, kristal.
    * Billûrdan yapılmış.
    * Koç yumurtası.
    billûr cisim * Gözde, irisin arkasında, mercek görevini yapan, mercimek biçim ve büyüklüğündeki saydam cisim.
    billûr gibi * çok duru, çok temiz (su).
    * çok beyaz ve pürüzsüz (kol, gerdan, göğüs).
    * (ses için) pürüzsüz.
    billûrî * Billûra benzer, billûr gibi.
    billûriye * Billûrdan yapılmışveya billûrla ilgili.
    * Genellikle billûrdan yapılmışeşya satan dükkân.
    billûrlaşma * Billûr durumuna gelme.
    * Herhangi bir cisim moleküllerinin bazıfizik ve kimya değişmeleriyle geometrik biçim alması, kristalleşme.
    billûrlaşmak * Billûr durumuna gelmek, billûr durumunda yoğunlaşmak, kristalleşmek.
    * Belirgin duruma gelmek, netlik kazanmak.
    billûrlaştırma * Billûrlaştırmak işi.
    billûrlaştırmak * Billûr durumuna getirmek.
    billûrlu * İçinde billûr bulunan.
    * Bol ışıklı, pırıl pırıl parlayan (yer).
    billûrsu * Billûra benzeyen, billûru andıran, kristaloit.
    * Diyalize uğrayarak çözümlenen madde, koloit karşıtı.
    bilme * Bilmek işi.
    * Bir şeyin ne olduğunun bilincine varma.
    * Bilgi edinmenin gaye ve sonucu.
    bilmece * Bir şeyin adınıanmadan, niteliklerini üstü kapalısöyleyerek o şeyin ne olduğunu bulmayıdinleyene veya
    okuyana bırakan oyun, muamma.
    * Bilinmeyen şey, muamma.
    bilmece çözmek * bilmecenin cevabını bulmak.
    bilmece gibi konuşmak * açık, anlaşılır biçimde konuşmamak.
    bilmeden * bilmeyerek.
    * sonucun ne olacağınıkestiremeden.
    bilmediği beşvakit namaz * her şeyi pek iyi bilir, anlamında bir söz.
    bilmek * Bir şeyi anlamışveya öğrenmiş bulunmak.
    * Bir bilim veya sanat dalında yeterli olmak.
    * Bir işyapmaya alışmışolmak, elinden gelmek.
    * Tanımak, hatırlamak.
    * Sanmak, var saymak, farz etmek.
    * Anlamak.
    * Sorumlu tutmak.
    * İnanmak.
    * Bazen “işine gelmek”, “uygun bulmak” anlamında da kullanılır.
    * -a/-e ekli fiillerle yeterlik bildiren birleşik fiiller oluşturur.
    * Saymak.
    * Genişzamanın olumsuz birinci tekil kişisi olarak bilmem biçiminde kullanılınca duraksama, şaşma,
    tereddüt anlamını verir.
    bilmem hangi (veya bilmem kaç, kim, nasıl, ne) * önemli veya anlatılması gerekli görülmeyen şeyler için kullanılır.
    bilmemek * birlikte kullanıldığıfiilin bir türlü gerçekleşemediğini anlatır.
    bilmemezlik * Bilememe durumu, bilmezlik.
    bilmez * Anlamaz, kavramaz, hatırbilmez, kadirbilmez gibi sözlerle “yapamaz”, “edemez” anlamlarında kullanılır.
    bilmezleme * Bilmezlemek işi, teçhil.
    bilmezlemek * Bir kimseyi, bir şey bilmez göstermek, teçhil etmek.
    bilmezlenme * Bilmezlenmek işi.
    bilmezlenmek * Bilmiyor gibi görünmek, bilmezlikten gelmek, tecahül etmek.
    bilmezlik * Bilmez olma durumu, cehalet.
    bilmezlikten gelme * yazarın, bildiği belli olan bir şeyi bilmez veya başka türlü bilir görünecek yolda bir anlatışsanatı,
    tecahülüarifane.
    bilmezlikten gelmek * bilmiyor görünmek.
    bilmiş * Her şeyi bilir geçinen, bilgiçlik taslayan.
    * Bkz. çok bilmiş.
    bilmukabele * Karşılıklı olarak, karşılık olarak.
    * (davranıştöresinde) Ben de, size de, sizlere de.
    bilmünasebe * Sırası gelince, sırasıdüşünce.
    bilsat * Kuruluşlar, şirketler arasında bilgi satma, bilgileşim, bencmarking.
    bilumum * Bütün, hep, kamu, … -in hepsi.
    bilvasıta * (birinin) Aracılığı ile, araçla; doğrudan doğruya olmayarak, dolaylı.
    bilye * Taş, maden, toprak, cam gibi şeylerden yapılmışküçük yuvarlak, misket.
    * Motorlu taşıtlarda dönme veya sürtünme etkilerini azaltmak, aşınmayıve enerji yitimini önlemek için,
    göbeklerdeki yataklara yerleştirilen, çoğunlukla çelikten, küçük yuvarlak.
    bilyeli * Bilyesi olan.
    bilyeli yatak * Bisiklet, otomobil gibi taşıtların tekerleklerinde sürtünmeyi azaltmak amacıyla içine çelik bilye yerleştirilmiş
    bölüm.
    bilyon * Milyar.
    bin * On kere yüz, dokuz yüz doksan dokuzdan bir artık.
    * Bu sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 1000, M.
    * Bir isimden önce geldiğinde aşırılık ve çokluk bildirir.
    bin bilsen de bir bilene danış * bir insan bir şeyi ne kadar iyi bilirse bilsin, gene de onu kendisinden daha iyi bilen bulunabilir.
    bin bir * Pek çok, çok sayıda.
    bin bir ayak bir ayak üstüne * herkesin ayakta olduğu kalabalık.
    bin can ile * çok isteyerek, gönülden.
    bin dallı * Çoğunlukla mor kadife üzerine sırma ile kabartma dal, yaprak ve çiçek işlenmişgiysi veya örtü.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 66

    bin derde deva * pek çok işe yarayan; her sıkıntıyı gideren.
    bin dereden su getirmek * birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek.
    bin işçi, bir başçı * her işe, başolacak bir kimse gerekir.
    bin kalı ba girmek * birbirine benzeyen birçok işyapmak, sürekli olarak düşünce değiştirmek.
    bin kat * Pek çok, kıyaslanmayacak ölçüde.
    bin nasihatten bir musibet yeğdir * yaşanmışolaylar, öğütlerden çok daha etkilidir.
    bin pişman olmak * çok pişman olmak.
    bin tarakta bezi olmak * birçok işle uğraşmak.
    bin türlü * Birbirinden çok farklı, çok değişik.
    bin yaşa! * (memnunluk bildirmek için kullanılan söz) çok yaşa!.
    bin zahmetle * çok zor, büyük zorlukla.
    bina * Yapı.
    * Arapça fiil çatısınıkonu edinen bilim ve kitap.
    * Çatı.
    bina etmek * yapmak, kurmak, inşa etmek.
    * (bir düşünce sistemine göre) kurmak, dayamak, yapmak.
    binaen * -den dolayı, -den ötürü, -diği için.
    * Dayanarak.
    binaenaleyh * Bundan dolayı, bundan ötürü, bunun için, bunun üzerine.
    bînamaz * Bkz. beynamaz.
    binbaşı * Rütbesi yüzbaşı ile yarbay arasında bulunan ve asıl görevi tabur komutanlığı olan subay.
    binbaşılık * Binbaşırütbesi veya binbaşının görevi.
    binde bir * çok seyrek olarak.
    bindi * Destek, hamil.
    bindiği dalıkesmek * (kendisine gerekli ve yararlı olan şeyi) farkında olmadan yararsız duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek.
    bindirilme * Bindirilmek işi veya durumu.
    bindirilmek * Bindirmek işi yapılmak.
    bindirilmişkuvvetler * Motorlu taşıtlara bindirilmişasker birlikleri.
    bindirim * Fiyat artırma, zam.
    bindirimli * Fiyatıartırılmış, zamlı.
    bindirme * Bindirmek işi.
    * Birbiri üzerine gelerek eklenen levha, kiremit, ahşap parçalarının durumu.
    * Çıkarma harekâtına katılacak birliklerin, çıkarma yerine gitmek için kendilerine ayrılan deniz araçlarına
    binmeleri.
    bindirme kilit * Gövdesi kutu biçiminde olan, kapak veya kapının arkasına doğrudan vidalanan, basit mekanizmalıkilit.
    bindirmek * Bir kimseyi bir şeyin üzerine çıkartmak, oturtmak veya içine yerleştirmek, binmesini sağlamak.
    * (taşıt) Baştarafından başka bir taşıta çarpmak veya bir yere vurmak.
    * Eklemek, katmak.
    binek * Binmeye ayrılmışşey ve daha çok at.
    * Üzerine binilen, binmeye yarayan.
    binek atı * Sadece binmek, gezmek veya binicilik sporu için yetiştirilen at.
    binek taşı * At veya arabaya binmek için üstüne çıkılan yüksekçe taş.
    biner * Bin sayısının üleştirme biçimi, her birine bin, her defasında bini bir arada olarak.
    bingi * Kemerler üzerine oturtulmuşkubbe ile kemerlerin arasınıkapatan üçgen biçimindeki kubbe parçalarından
    her biri.
    bini * Binme işi.
    * Kapı, dolap gibi şeylerin, kanatlarıkapanınca kalan aralığıörtebilmek için bu kanatların kenarına çakılan
    çıta.
    bini aşmak * çok fazla olmak.
    bini bir paraya * pek çok ve ucuz.
    * pek çok yapılan, pek çok olan.
    binici * Binen.
    * Ata iyi binen kimse.
    binicilik * Ata binme ustalığı.
    * Ata binilerek yapılan spor.
    binilme * Binilmek işi.
    binilmek * Binmek işi yapılmak.
    binin yarısı beşyüz (o da bizde yok) * çok düşünceli görünen birine şaka yollu “aldırma!” anlamında söylenir.
    bininci * Bin sayısının sıra sıfatı, sırada dokuz yüz doksan dokuzuncudan sonra gelen.
    biniş * Binmek işi veya biçimi.
    * Atlıalay.
    * Atlıalayda giyilen giysi.
    * Yüksek aşamalı bilginlerin ve yeniçeri subaylarının giydikleri cübbe.
    * Üniversite öğretim üyelerinin giydikleri cübbe.
    binişme * Binişmek durumu.
    binişmek * İki parçadan biri, öbürünün üstünde olmak.
    * Kas kirişleri birbiri üstüne binmek.
    * Kırık bir kemiğin iki parçası birbiri üstüne gelmek.
    binit * Üstüne binilen hayvan, binek atı.
    binit * Hamur durumundaki ekmeklerin, fırına atılmadan önce, içine konulduğu oyuk gözlü tahta.
    binlerce * Birçok bin; pek çok.
    binlik * Bin liralık kâğıt para.
    * Yaklaşık olarak üç litrelik büyük şişe.
    * Bin tanesi bir arada olan.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 67

    binme * Binmek işi.
    binmek * Yüksek bir şeyin veya bir hayvanın üstüne çıkıp ayaklarınısallandırarak oturmak.
    * Bir yere gitmek için tren, vapur, uçak, otomobil gibi bir taşıtta yer almak.
    * (bisiklet motosiklet, binek hayvanı için) Kullanmak.
    * İşistenilmeyen veya beklenilmeyen bir biçim almak.
    * Bir şey sıkışarak yanındakinin üstüne çıkmak.
    * Fiyat artmak.
    * Eklenmek, katılmak.
    binnetice * Sonuç olarak, nihayet.
    binyıl * Bin yılı içine alan zaman dilimi.
    biokütle * Belirli zamanda sınırları belirli bir biyotopta bulunan canlı organizmaların toplam kütlesi.
    biomedikal * Hem biyoloji hem de tıpla ilgili olan.
    biomekanik * Biyoloji, fizyoloji ve tıp konularınımekanik kanunlar yöntemiyle irdeleme.
    biomikroskop * Kendine özgü bir ışık ile kullanılan çift göz mercekli mikroskop.
    bîperva * Çekinmez, sakınmaz, korkusuz, gözü pek.
    * Çekinmeden, korkmadan.
    bir * Sayıların ilki.
    * Bu sayıyı gösteren rakam 1, I.
    * Bu sayıkadar olan.
    * Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösterir.
    * Tek.
    * Birleşik.
    * Eş, aynı, bir boyda.
    * Ortaklaşa olan, müşterek.
    * Değer, önem bakımlarından birbirinden farksız, birbirine eşit, birbirine benzer.
    * Sıfat veya zarf durumunda başına geldiği kelimelere kuvvet, istek veya kesin olmayan anlamlar katar.
    * (tekrarlanarak) Bir kez.
    * Sadece.
    * Ancak, yalnız.
    bir (veya sağ) elinin verdiğini öbür (veya sol) elin duymasın * yapılan bir iyilik gizli tutulmalı, onunla övünülmemelidir.
    bir (veya tek başına) * yalnız olarak, yanında kimse bulunmadan.
    * başka birinin yardımı olmaksızın.
    bir …, bir (veya bir de) * hem …. hem.
    bir abam var atarım, nerede olsam yatarım * tek başına bulunan kimsenin istediği yerde barınıp rahat edebileceğini anlatır.
    bir acıkahvenin kırk yıl hatırıvardır * Bkz. bir fincan kahvenin kırk yıl hatırıvardır.
    bir ağızdan * hep birlikte, beraberce, hep birden.
    bir ağızdan çıkıp bin dile yayılır * ortaya atılan bir söz çok çabuk yayılır.
    bir alay * Birçok, bir sürü, pek çok.
    bir âlem * Kendine özgü bir niteliği olan.
    bir an * Çok kısa bir süre için kullanılır.
    bir an önce * Bir ara, olabildiği kadar tez.
    bir ara * Kısa bir süre.
    * Geçmişte bir zaman.
    bir araba * Odun, kömür gibi bazışeylerin ölçü birimi.
    * Pek çok, fazla.
    bir arada * Toplu bir durumda, birlikte, toplu olarak.
    bir aralık * Bir ara.
    bir araya gelmek * bir yerde toplanmak, buluşmak.
    bir araya getirmek * toplamak.
    bir arpa boyu (gitmek veya yol almak) * çok az.
    bir aşağı bir yukarı * amaçsız olarak gidip gelmeyi anlatır.
    bir atımlık barutu olmak (veya kalmak) * bir konuda yapabileceği çok az şeyi bulunmak.
    bir avuç * Bir avuç dolduracak kadar.
    * Az, çok az.
    bir ayağıçukurda olmak * yaşayacak çok az zamanıkalmışolmak; çok yaşlanmışolmak.
    bir ayak önce (evvel) * bir an önce.
    bir ayak üstünde bin yalan söylemek (veya bir ayak üstünde kırk yalanın belini bükmek) * çok kısa sürede pek çok yalan söylemek.
    bir baba dokuz evlâdı besler, dokuz evlât bir babayı beslemez * çok çocuğu olan baba, her çocuk babasına bakılmasınıötekinden beklediği için sıkıntıda kalır.
    bir bakıma * Başka bir görüşle, başka bir düşünüşle.
    bir baltaya sap olmak * belirli bir işsahibi olmak.
    bir bardak suda fırtına koparmak * önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek.
    bir başına * Tek başına.
    bir baştan (veya uçtan) bir başa (veya uca) * bir yerin bir sınırdan öbür sınırına kadar.
    bir ben, bir de Allah bilir * sıkıntılıdurumlarda söylenilen bir deyim.
    bir biçimine getirmek * çözüm yolu bulmak.
    bir bir * Bkz. hepyek.
    bir bir * Birer birer, ayrıayrı.
    * Olduğu gibi, tam tamına, eksiksiz.
    bir boy * Bir kez.
    * Hele.
    bir boyda * Boylarıeşit.
    bir boydan bir boya * Bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baştan başa.
    bir bu eksikti * sıkıntılı bir durum varken bir yenisinin çıkmasıüzerine söylenir.
    bir çatıaltında (olmak veya bulunmak) * aynıyapı içinde.
    bir çekirdek geri kalmamak * bütünüyle denk olmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 68

    bir çenekliler * Oğulcuğu bir çenekten oluşmuş, kapalıtohumlulardan bir bitki sınıfı.
    bir çenetli * Kapsüllü yemişlerin tek parçalı olanları.
    bir çırpıda * bir ele alışta, ele alır almaz, çabucak.
    bir çiçekle bahar (veya yaz) olmaz * küçük, güzel bir belirti ile doyurucu sonuca ulaşılmaz.
    * çapkın kimseler için kullanılır.
    bir çift * Bir takım.
    * Biraz, bir iki.
    bir çift söz * Bir iki söz.
    bir çift sözü olmak * söyleyecek bir şeyleri bulunmak.
    bir çokları * çok sayıda olan (kimse veya şey).
    bir çöplükte iki horoz ötmez * bir yerde iki kişi başolmaz.
    bir çuval inciri berbat etmek * düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlışdavranışlarla bozmak.
    bir daha * bir kez daha.
    * hiçbir zaman.
    bir daha yüzüne bakmamak * darılıp ilgiyi kesmek.
    bir dalda durmamak * sık sık işveya düşünce değiştirmek.
    bir damla * Çok az.
    * (çocuk için) Çok küçük.
    bir de * ve olana katarak, fazladan.
    * umulanın veya beklenilenin dışında bir durumu anlatan cümlelerin başına gelir.
    bir dediği bir dediğini tutmamak * söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak.
    bir dediği iki olmamak * her istediği yapılmak.
    bir dediğini iki etmemek * her istediğini hemen yapmak.
    bir defa * Olup bitti anlatan cümlelere katılır.
    * “ilk önce”, “hele” anlamında da kullanılır.
    bir defada * ara vermeksizin.
    bir defalık * Bir kere yapmaya yetecek kadar.
    * Bir kereye özgü olan, bir kereye özgü olarak.
    bir deli kuyuya bir taşatar, kırk akıllıçıkaramazmış * bazen bir kimsenin yaptığıyersiz bir iş, birçok kimse tarafından düzeltilemez.
    bir derece (veya bir dereceye kadar) * biraz.
    bir deri bir kemik (kalmak) * çok zayıflamak.
    bir dikili ağacı olmamak * evi veya mülkü olmamak.
    bir dirhem * Çok az, birazcık.
    bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek * verimi az, zahmeti çok olan bir işle uğraşmak.
    bir dirhem et bin ayıp örter * biraz kilo almak bazen insanı güzelleştirir.
    bir dokun bin ah işit (dinle) kaseifağfurdan * insanlarıkonuşturmak için biraz dertlerini deşmek yeter.
    bir dolu * Birçok.
    bir don bir gömlek * yarıçıplak.
    bir dostluk kaldı! * az bir mal kalınca satıcıların kullandığı bir özendirme deyimi.
    bir dudağıyerde bir dudağı gökte * masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin.
    bir düziye * Sürekli olarak.
    bir el * (ateşli silâh için) bir kez atım.
    bir el bir eli yıkar, iki el bir yüzü yıkar * bazıdurumlarda yardımcısız işyapılmayacağınıanlatır.
    bir elden * aynıkimse tarafından.
    * bir merkezden.
    bir eli yağda bir eli balda (olmak) * varlık ve bolluk içinde olmak.
    bir elin sesi çıkmaz * bir davanın bir kişi tarafından savunulmasıetkili ve yeterli değildir.
    * yardımlaşarak işler daha kolay başarılır.
    bir elini bırakıp ötekini öpmek * aşırısaygı göstermek.
    bir elle verdiğini öbür elle almak * yapar göründüğü bir iyiliği, sağladığı bir çıkarla ödetmek.
    bir elmanın yarısı o, yarısı bu * birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanılır.
    bir evcikli * Mısır, ceviz, fındık gibi erkek ve dişi organlarıayrıçiçeklerde, ancak aynıkök üzerinde bulunan (bitki).
    bir fende kazık kakmak * bir bilgi veya bilim dalında saplanmışkalmak.
    bir fincan (veya bir acı) kahvenin kırk yıl hatırıvardır * iyilik küçük de olsa unutulmaz.
    bir gecelik * Bir gece için, bir gece içinde olup biten, bir geceye ait.
    bir gömlek aşağı * bir derece daha düşük (birinden).
    bir gömlek fazla eskitmişolmak * birinden daha yaşlıve daha görmüşgeçirmişolmak.
    bir göz ağlarken öbür göz gülmez * keder veya sıkıntıvarken dostlar, akrabalar eğlenmemelidir.
    bir göz gülmek * hem gülüp hem ağlamak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 69

    bir gözeli * Yapısıtek bir hücreden oluşan (hayvan veya bitki), tek hücreli.
    bir gözeliler * Yapısıtek bir hücreden oluşan hayvanlar veya bitkiler.
    bir gün evvel * olabildiği kadar çabuk.
    bir günden bir güne * hiç, hiçbir zaman.
    bir günlük beylik beyliktir * hoşa giden bir durum, kısa da sürse çekici ve güzeldir.
    bir güzel * Çok iyi, iyice.
    bir hâl olmak * bir şeyin çok tekrarlanmasıyüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek.
    * huyu değişmek.
    * kazaya uğramak, ölmek.
    bir hamlede * Çabucak, bir atılışta.
    bir hayli * Epey, çok.
    bir hoş * Tuhaf bir şekilde, garip.
    bir hoşeylemek * hüzünlendirmek.
    bir hoşolmak * şaşırmak.
    * hüzünlenmek.
    bir hoşluğu olmak * bir rahatsızlığı, bir neşesizliği olmak.
    bir hücreli * Bkz. bir gözeli.
    bir içim su (gibi) * (kadın için) çok güzel.
    bir iğne bir iplik olmak * Bkz. iğne ipliğe dönmek.
    bir iki * Birtakım, bazı, bir parça, biraz, çok az sayıda, birkaç kez.
    bir iki demeden (demeye kalmadan) (veya bir iki derken) * duraksamadan, karşısındakine vakit bırakmadan, duraksamadan.
    bir işaretine bakmak * bir işi yapmak için hazır beklemek.
    bir iştir oldu * istenmeyen, kötü bir durum karşısında söylenir.
    bir kafada * aynıdüşüncede.
    bir kalem * Bir an için.
    * Aynı, benzer, tek tür.
    bir kalem geçmek * boşvermek, bir an için göz ardıetmek.
    bir kalemde * birden ve toptan.
    bir kapıya çıkmak * aynısonuca varmak.
    bir karar * Aynıdurumunu koruyarak, belli durumunu değiştirmeden.
    bir kararda bir Allah * insan talihinin her an değişebileceğini ve bunun olağan karşılanmasınıöğütler.
    bir karış * Çok kısa.
    * Çok az.
    bir karış beberuhi * çok kısa boylu kimse.
    bir karıyla bir koca, dırdır eder her gece * sıkıntıveya yalnızlık yüzünden iki dost (bile) birbiriyle dalaşır, anlamsız konuşur.
    bir kaşık suda boğmak * bir kimseye çok kızmak veya çok öfkelenmek.
    bir kazanda kaynamak * anlaşmak, uyuşmak, bağdaşmak.
    bir kenarda durmak * gerektiği zaman kullanmak üzere hazırda tutmak.
    bir kere * Aslında.
    * Bir kez, bir defa.
    bir kerecik * Bir defaya mahsus olarak.
    bir kıyamettir gitmek (veya kopmak) * çok fazla gürültü, patırtı, telâşolmak.
    bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır * güzel şeyi herkes ister, ama o, ancak bir kişiye kısmet olur.
    bir kol çengi (olmak) * şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenir.
    bir koltuğa iki karpuz sığmaz * aynızamanda birden çok işle ilgilenmek başarı için sakıncalıdır.
    bir koşu * Koşarak, koşa koşa, çabucak.
    bir koyundan iki post çıkmaz * birinden, gücünün yetmediği bir özveriyi beklememek gerekir.
    bir Köroğlu, bir Ayvaz * bir karıkocanın çocuklarının, yakınlarının yanlarında bulunmadığınıveya hiç çocukları olmadığınıanlatır.
    bir köşeye atmak * gerektiğinde kullanılmak için bir yere koymak.
    bir köşeye koymak * saklamak, biriktirmek.
    bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak * söylenen söze önem vermemek.
    bir kurşun atımı * kurşunun gidebileceği uzaklık.
    bir lokma bir hırka * hayatta azla yetinmeyi, dervişçe geçinmeyi anlatır.
    bir mum al da derdine yan * başkalarıyla uğraşacağına kendi durumunu düşün.
    bir nebze * Çok az, bir parça.
    bir nefeste * (söz ve içecekler için) Ara vermeden.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 70

    bir nice * Bir hayli, birçok.
    bir numara * Tek, birinci.
    bir numaralı * Birinci, başta gelen.
    bir o kadar * Ne kadar varsa o kadar daha, bir katı, bir misli.
    bir o yana, bir bu yana * rastgele, birçok yerlere, çeşitli yönlere.
    bir olmak * bir araya gelmek, iş birliği yapmak.
    bir ölçüde * Biraz, belli oranda.
    bir örnek * Aynı biçimde olan, yeknesak.
    bir papel etmemek * hiç bir işe yaramamak, değeri olmamak.
    bir paralık etmek * çok utanacak, işe yaramaz bir duruma düşürmek.
    bir parça * Biraz, azıcık, çok az.
    bir parmak * Parmak ucuyla alınan miktar veya parmak ucuyla alarak.
    * Çok küçük (çocuk).
    bir postum var atarım, nerede olsa yatarım * istediğim yere gider, istediğim biçimde davranırım.
    bir pul etmemek * hiç değeri olmamak.
    bir pula satmak * bir kimseyi bir çıkar uğruna harcamak.
    bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, sonunda yakalanırsın çekirge (veya üçüncüsünde avucuma düşersin çekirge) * birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çıkarak yapanıkötü bir duruma düşürür, suçlu cezasız
    kalmaz.
    bir sıkımlık canı olmak * çok cılız ve güçsüz olmak.
    bir sıra * Üst üste, ardıardına.
    bir solukta * Çabucak, çarçabuk, çok kısa bir sürede, hemen.
    bir söyle on dinle * az konuşup çok dinlemek yaralı olur.
    bir söyledi pir söyledi * uzatmadan, gereği gibi söyledi.
    bir sözünü iki etmemek * birinin her istediğini hemen yerine getirmek.
    bir sürü * Çok sayıda, pek çok.
    bir şey sanmak * (bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri) gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek hayal kırıklığına uğramak,
    değerlendirmede yanılmak.
    bir şey söylemek * konuşmak.
    * belirtmek, anlatmak, ifade etmek.
    bir şeye benzememek * işe yarar durumda olmamak.
    bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir * söylenti veya dedikodu olayın gerçekleşmesinden daha kötüdür.
    bir şeyler (veya bir şey) olmak * huyu, durumu, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek.
    * bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek.
    * ölmek.
    bir şeyler, bir şeyler * daha fazla açıklamamak, kısa kesmek gerektiğinde söylenir.
    bir tahtada * bir defada, yekten.
    bir tahtasıeksik * akılca eksik, yarım akıllı.
    bir tane * Biricik, yegâne.
    bir tanem * Sevgi sözü.
    bir tarafa bırakmak (veya koymak) * önemsememek, benimsememek, ertelemek.
    bir taşla iki kuşvurmak * bir davranışla birden çok yararlısonuca ulaşmak.
    bir tek atmak * bir kadeh içki içmek.
    bir temiz * Adamakıllı.
    bir terimli * Aralarında yalnız çarpma, bölme, kuvvete yükseltme, kök alma işlemleri yapılacak olan (nicelikleri gösteren
    terim).
    bir torba kemik * çok zayıf.
    bir tuhaflığı olmak * kendini iyi hissetmemek.
    bir tutmak (veya bir görmek) * eşit saymak, eşit görmek.
    bir türlü * (tekrarlıkullanıldığında) işin yapılmasının da, yapılmamasının da aynıderecede kötü olduğunu belirtir.
    * hiçbir biçimde, hiçbir yolla.
    bir vakitler * Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle.
    bir varmış bir yokmuş * bir masala başlarken, “eskiden” anlamında söylenen bir tekerleme.
    * masal gibi geçip gitmiş, artık hayal olmuş.
    bir yakadan başçıkarmak * bir çatıaltında dirlik düzenlik içinde yaşamak.
    bir yana * -den başka, sayılmazsa, hariç tutulursa.
    bir yana dünya bir yana * bir varlığa çok değer verildiğini anlatmak için kullanır.
    bir yandan (yanda) * bir taraftan (tarafta), hem … hem.
    bir yastığa başkoymak * (karıkoca) evli bulunmak.
    bir yastıkta kocamak * (karıkoca birlikte) uzun bir ömür sürmek.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 63

    bileyici * Kesici aletleri bilemeyi işedinmişolan kimse, zağcı.
    bileyicilik * Bileyicinin yaptığı iş, zağcılık.
    bilezik * Bileğe süs için takılan halka.
    * İki borunun ucunu birleştirmeye yarayan halkaya benzer parça.
    * Motor pistonlarına, yağlama, soğutma, özellikle sızıntıyıönleme gibi amaçlarla yerleştirilmiş, genel olarak
    dökme demirden yapılmış, uçlarıaçık ve esnek halka.
    * Kelepçe.
    * Mobilyaların ayak altlarına takılan kare, dikdörtgen, silindir, kesik koni ve benzeri şekilli, pirinç veya nikel
    kaplıdemirden yapılmış, iki ucu delik gereç.
    bilezikli * Bileziği olan.
    * Bilezik takmışolan.
    bilfarz * Tutalım ki, sayalım ki, söz gelişi, diyelim ki.
    bilfiil * İşolarak, işedinerek, gerçekten.
    bilge * Bilgili, iyi ahlâklı, olgun ve örnek (kimse), hakim.
    bilgece * Bilgeye yaraşır (biçimde), hâkimane.
    bilgelik * Bilge olma durumu ve niteliği.
    * Bilgi, hikmet.
    * (İlk Çağfelsefesinde) Kendini tanımanın bilgisi, vukuf.
    bilgi * İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malûmat.
    * Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malûmat, vukuf.
    * İnsan zekâsının çalışmasısonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malûmat, vukuf.
    * Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığıtemel düşünceler, malûmat.
    * Bilim.
    * (bilişimde) Kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam.
    bilgi edinmek * öğrenmek, bilgi almak.
    * Bir durumu öğrenmek.
    bilgi işlem * Özellikle bilgisayar vb. makinelerle yapılan işlemlerin düzenli biçimde yürütülmesi.
    bilgi kuramı * Bilginin temelini, bilim alanında uygulanan yöntemleri, sınır ve güvenilirlik bakımından inceleyip araştıran
    felsefe dalı, epistemoloji.
    bilgi şöleni * Belli bir konunun tartışıldığı bilimsel toplantı, sempozyum.
    bilgi toplamak * değişik yer ve kaynaklardan sağlanan bilgileri bir araya getirmek.
    bilgici * Sofist.
    bilgicilik * Antik Yunan felsefesinde eleştiri akımı, sofizm.
    * Başkasınıyanıltmak için doğru olmadığı bilinerek yapılan uslamlama ve çıkarsama, safsatacılık.
    bilgiç * Bilgili kimse.
    * Bilgisiz olduğu hâlde bilgili görünmek isteyen, bilgili geçinen kimse.
    bilgiç bilgiç * Bilgisi olduğunu göstererek, bildirerek.
    bilgiçlik * Bilgiç olma durumu.
    bilgiçlik satmak (veya taslamak) * bilmediği hâlde bilir görünmek, bilgin geçinmek.
    bilgilendirme * Bilgilendirmek işi veya durumu.
    bilgilendirmek * Bir konuda bilgi sahibi olmasını sağlamak, haberdar etmek.
    bilgilenme * Bilgilenmek işi veya durumu.
    bilgilenmek * Bilgi sahibi olmak, öğrenmek.
    bilgili * Bilgi sahibi olan, malûmatlı, haberli.
    * Bilerek.
    bilgilik * Ansiklopedi.
    bilgin * Bilimsel bir konuda çok bilgisi olan (kimse), âlim.
    bilgince * Bilgine yakışır, bilgin tavrında, bilgin gibi.
    bilginlik * Bilgin olma durumu.
    bilgisayar * Çok sayıda aritmetiksel veya mantıksal işlemlerden oluşan bir işi, önceden verilmiş bir programa göre
    yapıp sonuçlandıran elektronik araç, elektronik beyin, kompüter.
    bilgisayarcı * Bilgisayar alım satımcısı.
    * Bilgisayar programcısı, yapımcısıveya mühendisi.
    bilgisayarcılık * Bilgisayar ticareti veya uzmanlığı.
    bilgisayarlamak * Bilgisayara geçirmek.
    bilgisayarlaşmak * Bilgisayar düzeniyle donatılmak.
    bilgisiz * Bilgi sahibi olmayan, malûmatsız, cahil.
    bilgisizlik * Bilgisiz olma veya bilgi yokluğu durumu, cehalet.
    bilgiyazar * Elektronik sistemle dizgi yapan alet.
    bilhassa * Hele, her şeyden önce, başta, özellikle, en çok, mahsus.
    bili * Bilgi, malûmat.
    bili bili * Tavuk gibi kümes hayvanlarınıçağırmak için çıkarılan ses.
    bilici * Bilen.
    bililtizam * Bile bile, bilerek ve isteyerek.
    bilim * Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten
    yararlanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim.
    * Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.
    * Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma
    süreci.
    bilim adamı * Bilimsel çalışmalarla uğraşan kimse, bilgin, âlim.
    bilim dışı * Bilime aykırı, bilime uymaz, gayriilmî.
    bilim kadını * Bkz. bilim adamı.
    bilim kuramı * Bilimlerin koyduklarıdüşünsel sorunları inceleyen ve tek tek bilimlerin yöntemlerini, ilkelerini,
    varsayımlarınıaraştıran felsefe dalı.
    bilim kurgu * Çağdaş bilim verileriyle düşgücünden oluşan film, roman vb.
    bilim kurgusal * Biyoloji ve elektrikle ilgili olan, biyonik.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 61

    bidoncu * Bidon satan kimse.
    bienal * Yıl aşırı, iki yılda bir olan.
    biftek * Izgara veya tavada pişirilen dana eti dilimi.
    bîgâne * Yabancı.
    * İlgisiz.
    bîgânelik * Bîgâne olma durumu.
    bigudi * Kadınların saçlarınıkıvırmak için kullandıkları, metal veya plâstikten, boru biçiminde küçük araç.
    bîgünah * Suçsuz, günahsız.
    bîhaber * Habersiz, bilgisiz.
    bihakkın * Hakkı ile, hakkı olarak, gerçekten.
    bîhuş * Şaşkın, sersem, aklı başında olmayan, deli.
    bîilâç * İlâçsız, çaresiz, umutsuz.
    bijon anahtarı * Araba tekerleklerinin somunlarınısökmek için kullanılan alet.
    bijuteri * Kuyumcunun yaptığıdeğerli takıların tamamı.
    * Değerli olmayan maden veya taşlardan yapılmıştakı, süs eşyası.
    bîkarar * Kararsız, tereddütlü.
    bikarbonat * Hidrojen karbonatların genel adı.
    bîkes * Kimsesiz.
    bîkeslik * Bîkes olma durumu.
    bikini * İki parçalıkadın mayosu.
    bikir * Kızlık, erdenlik.
    bilâder ağacı * Amerika elması.
    bilâhare * Sonra, sonradan, daha sonra, sonraları.
    bilâistisna * İstisnasız, ayrıksız, ayrım yapılmadan.
    bilâkaydüşart * Kayıtsız ve şartsız olarak, herhangi bir kısıtlama olmaksızın.
    bilâkis * Tersine olarak, tam tersine, tersine, aksine.
    bilânço * Bir kuruluşun veya bir ticarethanenin belirli bir dönem sonundaki veya belirli bir gündeki taşınır ve
    taşınmaz varlıkları ile bunları sağlamak için kullanılan öz ve yabancıkaynaklarıdengeli olarak gösteren çizelge.
    * Girişilen herhangi bir işte, belirli bir süre sonunda elde edilen iyi ve kötü sonuçların karşılıklıdurumu.
    bilâr * Katranlıkıldan yapılan ve kalafat işlerinde kullanılan bir tür macun.
    bilârdo * Yeşil çuha kaplı bir masa üzerinde, fil dişi toplarla ve isteka ile oynanan bir oyun.
    bilârdocu * Bilârdo oynayan veya oynatan kimse.
    bilârdoculuk * Bilârdo salonunu işletme veya oynama işi.
    bilâvasıta * Vasıtasız, araçsız, aracısız, dolaysız, doğrudan doğruya.
    bilcümle * Bütün, hep …-in hepsi.
    bildiğinden şaşmamak (veya kalmamak) * hiçbir etkiye aldırışetmeyerek doğru bildiği davranışısürdürmek.
    bildiğini okumak * herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak.
    bildiğini yapmak * verilen öğütleri dinlemeyerek tutumunu sürdürmek.
    bildiğini yedi mahalle bilmez * bir kimsenin çok kurnaz, çok bilmişolduğunu anlatır.
    bildik * Tanıdık.
    bildik çıkmak * birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanıştıklarınıanlamak.
    bildim bileli (veya bildik bileli) * öteden beri, eskiden beri.
    bildirge * Bir kimsenin resmî bir kuruluşa herhangi bir durumu bildirmek için verdiği çizelge, beyanname.
    * Vergi yükümlülerinin belli zamanlarda, bağlı olduklarıvergi dairelerine verdikleri gelir bildirme belgesi,
    beyanname.
    bildiri * Resmî bir makam, kurum veya bir topluluk tarafından herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazılan
    yazı, tebliğ, tebligat.
    * Bilimsel bir konu üzerine yazılan açıklama, tebliğ.
    bildirilme * Bildirilmek işi veya durumu.
    bildirilmek * Bildirmek işine konu olmak, duyurulmak, haber verilmek.
    bildirim * Yazılı olarak yapılan açıklama, tebliğ.
    * Bu açıklamanın yapıldığıkâğıt, ihbarname.
    bildirim ödencesi * Süresi belli olmayan sürekli işsözleşmelerinin daha önce bildirim yapılmaksızın yürürlükten kaldırılması
    sebebiyle yükümlü olanlarca karşıtarafa verilmesi zorunlu olan ödence, ihbar tazminatı.
    bildiriş * Bildirmek işi veya biçimi.
    bildirişim * İletişim, haberleşme, komünikasyon.
    bildirişme * Bildirişmek işi veya durumu.
    bildirişmek * Bir duygu veya düşünceyi işaretle veya sesler dizgesiyle bildirerek anlaşmak.
    bildirme * Bildirmek işi, beyan.
    bildirme cümlesi * Yüklemi bildirme kiplerinden biriyle kurulan cümle.