Kategori: B – Sözlük

B Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük B Sayfa 99

    bulgurculuk * Bulgurcunun işi veya mesleği.
    bulgurlama * Bulgurlamak işi.
    bulgurlamak * Bulgur tanaleri gibi küçük parçalara ayırmak.
    bulgurlanma * Bulgur taneleri gibi küçük parçalara ayrılma.
    * Güneşyüzeyinde bulgurcuk denilen taneciklerin kaynaşması olayı.
    bulgurlu köfte * İnce bulgurla yoğrulmuşköfte.
    bulgurlu pilâv * Bulgurla pişirilen pilâv.
    bulgurluk * Bulgur yapmaya elverişli.
    Bulgurlu’ya gelin mi gidecek? * gereği yokken ivedi ve sürekli olarak dikiş, nakışgibi işlerle uğraşanlara şaka yollu söylenir.
    bulgusal * Bulguyla ilgili, bulguya ait.
    bulgusal yöntem * Öğretilmek istenen şeyi, öğrencilerin kendilerinin bulmasınısağlayan öğretim yöntemi.
    bullak * Bkz. allak bullak.
    bulma * Bulmak işi.
    bulmaca * Çeşitli biçimlerde düzenlenen ve düşündürerek, aratarak buldurmayıamaç edinen oyun.
    bulmak * Arayarak veya aramadan, bir şeyle, bir kimse ile karşılaşmak; bir şeyi elde etmek.
    * Kaybedilen bir şeyi yeniden ele geçirmek.
    * Varlığı bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmak, keşfetmek.
    * İlk kez yeni bir şey yaratmak, icat etmek.
    * İstenilen şeye kavuşmak, nail olmak.
    * Bir yer, bir noktaya erişmek, ulaşmak.
    * Herhangi bir görüşe, bir yargıya varmak.
    * Seçmek, uygun saymak.
    * Sağlamak, temin etmek.
    * (kabahat, suç, kusur için) Yüklemek.
    * Erişmek.
    * Cezaya uğramak.
    * Hatırlamak.
    bulucu * Bir şeyi bulan, bir buluşyapan kimse, kâşif.
    * Gazları, mayınları, radyoaktif mineralleri, manyetik dalgaları bulmaya yarayan araç, detektör.
    bulûğ * Erin olma, baliğolma, erinlik.
    bulûğçağı * Ergenlik çağı.
    bulûğa ermek * erinleşmek.
    bulundurma * Bulundurmak işi.
    bulundurmak * Var olmasını, hazır bulunmasını sağlamak.
    * Eksik etmemek.
    bulunma * Bulunmak işi.
    bulunmak * Bulmak işine konu olmak.
    * Herhangi bir durumda olmak.
    * (bir yerde) Olmak.
    * Bulunmaz, eşsiz, benzersiz, güç bulunan.
    bulunmaz Hint kumaşı * çok az bulunduğu ve çok değerli olduğu sanılan şey.
    buluntu * Kazıveya araştırmalarla ortaya çıkarılmışolan, bazen de rast gelinerek bulunan eski çağlardan kalma eşya.
    * Sokakta bulunup alınan çocuk.
    bulup buluşturmak * çaba göstererek sağlamak, yaratmak.
    buluş * Bulmak işi veya biçimi.
    * İlk defa yeni bir şey yaratma, icat.
    * Bilinen bilgilerden yararlanarak daha önce bilinmeyen yeni bir bulguya ulaşma veya yöntem geliştirme, icat.
    * Konu, duygu, düşünce ve hayalde başkalarının etkisinden sıyrılarak, bunların işlenişinde yeni bir yol tutma.
    buluşhakkı * Bir buluşun veya o buluşu uygulama alanında kullanma hakkının bir kimseye ait olduğunu gösteren belgeye
    karşılık kazanılan hak.
    buluşma * Buluşmak işi.
    buluşma yeri * Buluşulacak yer.
    buluşmak * Bir araya gelmek; karşılaşmak.
    * Önceden belirlenmiş bir yer ve zamanda bir araya gelmek.
    * Kavuşmak.
    buluşturma * Buluşturmak işi.
    buluşturmak * Bir araya gelmelerini sağlamak, bir araya getirmek.
    buluşulma * Buluşulmak işi.
    buluşulmak * Buluşmak işi yapılmak.
    bulut * Atmosferdeki su damlacıklarıve buz taneciklerinin görülebilir yoğunluk kazanmasıyla oluşan, biçimleri,
    yükseklikleri ve yol açtıklarıhava olaylarıyla birbirinden ayrılan yığınlar.
    * Herhangi bir şeyden oluşan yoğun yığın.
    * Keder, endişe.
    bulut gibi * çok sarhoş.
    bulutçuk * Küçük bulut.
    bulutlanma * Bulutlanmak işi.
    bulutlanmak * Bulutlarla kaplanmak.
    * Kederlenmek, hüzünlenmek.
    bulutlu * Bulutlarla kaplanmış, bulutlanmış.
    * Üzerinde bulut varmışgibi bulanık görünen.
    * (bellek için) Karışık, net olmayan.
    bulutsu * Uzayda ekseni çevresinde yavaşça dönen, kızgın gaz ve tozlardan oluşmuşgök varlığı, nebülöz.
    bulutsuz * Bulutu bulunmayan, açık, berrak.
    buluttan nem kapmak * en küçük bir şeyden alınmak, çok alıngan olmak.
    bulvar * Şehir içinde ağaçlı, geniş cadde.
    bumbar * Büyükbaşve küçükbaşhayvanların kalın bağırsağı.
    * Bu bağırsağa ciğer, kıyma, pirinç veya bulgur doldurularak yapılan yemek.
    * Soğuğun girmesini önlemek için kapıve pencere aralıklarına takılan, içi pamuk dolu, uzun bez kılıf.
    bumburuşuk * Çok, iyice buruşmuşolan.
    bumbuz * Çok soğuk.
    bumerang * Kıvrık bir sopaya benzeyen ve fırlatıldığında geri dönen, ağaçtan yapılma bir av aracı.
    bumlama * Bumlamak işi.
    bumlamak * Lâstik tırnaklarının janta iyi oturmamasından dolayıjantın iç lâstik üzerine basmasısonucu lâstik patlamak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 100

    bun * Sıkıntı.
    buna * Bu zamirinin yönelme eki almışdurumu.
    buna değdi (idi) buna değmedi (idi) diyerek * birçok şey arasından, iyilerini seçmeye başlamışken önce beğenmeyip bıraktıklarınıda sonradan, yeniden
    seçip alarak.
    bunak * Bunamışolan (kimse), ateh getirmişolan (kimse), matuh.
    bunakça * Bunağa benzer, biraz bunak.
    * Bunağa yakışır (bir biçimde), bunak gibi.
    bunaklık * Bunak olma durumu.
    bunalım * Doğal bir süreçte birdenbire oluşan aykırılık, bunluk, buhran, kriz.
    * Tehlikeli sonuç doğurabilecek gerginlik, buhran.
    * Bir hastalıkta iyileşme veya ölümle sonuçlanan, birdenbire olan fizyolojik değişiklik, kriz.
    * Çoğunluğa ilişkin satın alma gücünün durması, satışdeğerlerinin düşmesi, çalışma gücünün azalması gibi
    sebeplerle ortaya çıkan iktisadî durum, kriz.
    * Ruhî yönden sonucu tehlikeli olabilecek durum.
    bunalım geçirmek * herhangi sebeple oluşan bunalımıyaşamak.
    bunalıma düşmek * ruhî bakımdan gerginlik veya sıkıntı içine girmek.
    bunalımlı * Gerginlik, sıkıntıveren, gerginliği olan.
    bunalış * Bunalmak işi veya biçimi.
    bunalma * Bunalmak işi.
    bunalmak * Soluk alması güçleşmek.
    * Çok sıkılmak, çok tedirgin olmak.
    bunaltı * Sıkıntı, iç sıkıntısı.
    bunaltıcı * Boğucu, sıkıcı, sıkıntıveren.
    bunaltılma * Bunaltılmak işi veya durumu.
    bunaltılmak * Bunalmasına yol açılmak.
    bunaltma * Bunaltmak işi.
    bunaltmak * Bunalmasına yol açmak.
    bunama * Frengi, alkolizm gibi dışsebeplerden veya yaşlılık, damar tıkanması gibi iç sebeplerden ileri gelen, zihnî
    bağıntının kopması, ateh.
    bunamak * Frengi, alkolizm gibi dışsebeplerden veya yaşlılık, damar tıkanması gibi iç sebeplerle zihnî bağıntıkopmak,
    ateh getirmek.
    bunayış * Bunamak işi veya biçimi.
    bunca * Epey, çok.
    * Bu kadar, bu denli.
    buncağız * Bunun gibi.
    bunda * Bu zamirinin kalma durumu.
    bunda bir işvar * olayın bir iç yüzü, durumun gizli bir yönü var.
    bundan * Bu zamirinin çıkma eki almışdurumu.
    bundan böyle * bundan sonra.
    bundan iyisi can sağlığı * bu en iyisidir, daha iyisi olamaz.
    bungalov * Hindistan’da tek katlı, genellikle tahtadan yapılmış, veranda ile çevrili ev.
    * Genellikle tahtadan yapılmış, tek katlıev.
    bungun * Sıkıntılı.
    bungunlaştırmak * Bungun hâle getirmek.
    bunlar * Bu zamirinin çoğul eki almışdurumu.
    bunlu * Sıkıntılı.
    bunluk * Bunalım, sıkıntı.
    bunmak * Beğenmemek, azımsamak, küçümsemek.
    bunu * Bu zamirinin belirtme eki almışdurumu.
    bunun * Bu zamirinin tamlayan durumu.
    bunun burası * dikkati çekmek için “burası” anlamında kullanılır.
    bununla birlikte * Buna ek olarak.
    * Bunun böyle olduğuna bakmayarak.
    bura * (bu ve ara kelimelerinden) Bu yer.
    * Kalma ve çıkma durumlarında orta hecenin düştüğü ve burda, burdan biçimlerinin kullanıldığıda görülür.
    buracıkta * Çok yakın ve belirli bir yeri gösterir.
    burada * Bu yerde.
    buradan * Buradan.
    buradayım diye bağırmak * göze çarpacak bir yerde bulunmak.
    burağan * Güçlü esen rüzgâr.
    buralar * bu yerler.
    buralı * Bu memleketli, bu yerin halkından.
    buram buram * (duman, koku gibi havada yayılanşeyler için) Pek çok.
    burası * Bu yer, bura.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 89

    boyu boyuna, huyu huyuna * karıkoca veya arkadaşlar arasında her bakımdan uygunluk olması gerekir.
    boyun * Gövdenin başla omuz arasında kalan bölgesi.
    * Şişe, güğüm gibi kapların veya vida, cıvata gibi araçların dar olan üst bölümü.
    * Sorumluluk.
    * Dağsırtlarında geçmeye elverişli alçak yer.
    boyun bağı * Gömlek yakasının altından geçirilip süs olarak bağlanan uzun, enlice kumaşparçası, kravat.
    boyun bir karışuzadı * gereği olmayan o işi yapmakla sanki yükseldin anlamında söylenir.
    boyun borcu * Yapılması gereken ödev, vecibe.
    boyun bükmek * Bkz. boynunu bükmek.
    boyun eğmek * isteyerek veya istemeyerek uymak, katlanmak.
    boyun kesmek * başınıeğmek.
    boyun kırmak * saygıduyulan bir kimse karşısında, ayakta iken başıöne bükmek.
    boyun olmak * kefil olmak.
    boyun vermek * buyruk altına girmek.
    boyuna * Ene dik olarak, boyunca, uzunlamasına, tulânî.
    * (bo’yuna) Ara vermeden, durmaksızın.
    boyuna bosuna bakmadan * fizik yapısının gereğince gelişmemişolmasını göz önünde bulundurmadan.
    boyunca * Boyu veya uzunluğu kadar.
    * Sürdüğü zaman kadar, süresince.
    boyunca çocuğu olmak * yetişkin çocuğu olmak.
    boyunduruğa atmak (veya almak) * (güreşte) hasmın başınıkoltuk altına alıp boynuna kol dolamak.
    boyunduruğa vurmak * baskıaltına almak.
    boyunduruk * Çift süren veya arabaya koşulan hayvanların birlikte yürümelerini sağlamak için boyunlarına geçirilen bir
    tür ağaç çember.
    * Zulüm ve zorbalık baskısı, esaret.
    * Güreşte hasmın başınıkoltuk altına alıp boynuna kol dolama oyunu.
    * Kapıveya pencere gibi açıklıkların üzerine konulan ağaç, taşveya beton kiriş, lento.
    * Mengenenin üst yanındaki kemer biçimli bölüm.
    boyunduruk altına girmek * başkasının baskısıaltında kalmak.
    boyunduruk parası * Bir mahalleden veya köyden başka yere gelin götürülürken, kaynatanın, gelinin ayrıldığıyerin delikanlılarına
    verdiği bahşiş.
    boyunlandırmak * Kapsam kazandırmak.
    boyunlu * Boynu olan.
    boyunluk * Boyuna sarılan şey, boyun sargısı.
    boyunun ölçüsünü almak * kendi yetersizliğini, beceriksizliğini anlamak; beklediği yakınlığı görememek.
    boyut * Bir cismin herhangi bir yöndeki uzanımı.
    * Nitelik, genişlik, kapsam.
    * Durum.
    * Doğruların, yüzeylerin veya cisimlerin ölçülmesinde ele alınan üç doğrultudan uzunluk, genişlik ve
    derinlikten her biri, buut.
    boyut katmak * başka veya yeni bir görüşaçısıvermek, genişlik, kapsam ve içerik kazandırmak.
    boyut kazanmak * yeni bir durum, içerik, genişlik, kapsam kazanmak.
    boyutlandırma * Boyutlandırmak işi.
    boyutlu * Boyutu olan.
    boyutsuz * Boyutu olamayan.
    boz * Açık toprak rengi.
    * Bu renkte olan.
    * Açılmamış, sürülmemiş(toprak).
    boz bulanık * Çok bulanık.
    boz madde * Sinir hücrelerinden oluşan, beyinde dış, omurilikte iç tabaka.
    boz yel * Lodos.
    boza * Arpa, darı, mısır, buğday gibi tahılların hamurunun ekşitilmesiyle yapılan koyuca, tatlıveya mayhoşiçecek.
    boza gibi * (sıvılar için) koyu ve bulanık.
    boza olmak * utanmak, bozum olmak.
    bozacı * Boza yapan veya satan kimse.
    bozacılık * Boza yapma veya satma işi.
    bozahane * Boza yapılan yer.
    bozarık * Bozarmışolan.
    bozarma * Bozarmak işi veya durumu.
    bozarmak * Rengi boz olmak, renk değiştirmek, rengini atmak.
    bozayı * Tehlikeli bir cins ayı.
    bozbakkal * Karatavukgillerden, boz renkli ardıç kuşu (Turdus pil ris).
    bozca * Rengi boza çalan.
    * İşlenmemiş, çalılık toprak, ham tarla.
    bozdoğan * Bir doğan türü (Falco aesalon).
    * Yeniçeriler tarafından kullanılan ve atların eyerlerinde asılıduran altıtoplu gürz.
    bozdur bozdur harca * çok az olan şeyler için alay olarak kullanılır.
    bozdurma * Bozdurmak işi.
    bozdurmak * Bozmak işini yaptırmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 90

    bozdurtma * Bozdurtmak işi veya durumu.
    bozdurtmak * Bozdurmak.
    bozdurulma * Bozdurulmak işi veya durumu.
    bozdurulmak * Bozmak işi yaptırılmak.
    bozgeven * Yurdumuzda Erciyes dağında yetişen bir geven türü (Astragalus microcephalus).
    bozgun * Bir toplulukta karşılıklı güvenin bozulması ile beliren karışıklık.
    * Yenilen bir ordunun, düzen bağınıyitirerek asker onurunun gerektirdiği bütün bağları bozması, hezimet.
    * Bu durumda bulunan.
    * Morali bozulmuş, çökmüş, yılgın.
    bozguna uğramak (veya vermek) * yenilip perişan olmak, dağılmak, hezimete uğramak.
    bozguncu * Bozgunluk yaratan (kimse, güç vb.).
    bozgunculuk * Bozguncuya yakışır davranış.
    bozgunluk * Bozgun.
    * Bozgun olanın durumu.
    bozkır * Kurakçıl otsu bitkilerden oluşan, sıcak ve ılıman iklimlerde genişalanlara yayılan, ağaçsız doğal bölge, step.
    bozkır kedisi * Genellikle bozkırlarda yaşayan yabanî kedi (Otocolobus manul).
    bozkır koyunu * Asya koyunu (Ovis vignei).
    bozkır tavuğu * Bağırtlak.
    bozkırlaşma * Bozkırlaşmak işi veya durumu.
    bozkırlaşmak * Bozkır durumuna gelmek.
    bozkurt * Birçok Türk destanında yer alan kutsal hayvan.
    bozlak * Orta ve Güney Anadolu’nun birçok bölgelerinde bir türkü ezgisi.
    * Bu ezgiyle söylenen, konusu acıklıtürküler.
    bozlama * Bozlamak eylemi.
    bozlamak * (deve) Bağırmak.
    * Çığlık koparmak.
    bozma * Bozmak işi.
    * Biçimi ve kullanılışıdeğiştirilmiş.
    bozmacı * Eski şeyleri alıp bozarak parça parça satan kimse.
    bozmak * Bir şeyi kendisinden beklenilen işi yapamayacak duruma getirmek.
    * Bir yerin, bir şeyin düzenini karıştırmak.
    * Dokunmak, zarar vermek.
    * Kötü duruma getirmek.
    * Geçersiz bir duruma getirmek.
    * Büyük parayıufak birimlere ayırmak.
    * Bir kimseyi beklemediği bir davranışkarşısında bırakarak veya sözünü yalana çıkararak küçük düşürmek.
    * Bozguna uğratmak, yenmek, mağlûp etmek.
    * Altınıparaya çevirmek, bozdurmak.
    * Bağveya bostanın son ürününü toplamak.
    * Kızlığına zarar vermek.
    * Aklınıyitirecek derecede bir şeye düşkün olmak.
    * Biçimini ve kullanılışınıdeğiştirmek.
    * Bırakmak, dağıtmak.
    bozördek * Tatlısularda bulunan bir tür ördek.
    bozrak * Rengi boza çalan.
    bozuk * Bozulmuşolan.
    * (bir organ) Görevini yapamaz duruma gelmiş.
    * Kızgın, sıkıntılı.
    * Madenî, küçük değerli para.
    * Kötümser, gergin, huzursuz, karışık.
    bozuk * Türk halk müziğinde, bağlamadan biraz büyük ve meydan sazından küçük dokuz telli bir saz.
    bozuk çalmak * canısıkılmış, yüzü asılmışolmak.
    bozuk düzen * Düzensiz, düzeni bozuk olan.
    bozuk para * Ufak birimlere ayrılmışpara, ufaklık, bozuk.
    bozuk para gibi harcamak * değerini düşürecek biçimde bir kimseden yararlanmaya kalkışmak.
    bozukça * Biraz, bozuk, bozuk gibi.
    bozukluk * Bozuk olma durumu.
    * Bir paranın ufak birimlere ayrılmışdurumu, ufaklık, bozuk para.
    bozulma * Bozulmak işi.
    bozulmak * Bozmak işine konu olmak.
    * (yiyecek için) Kokmak, yenilemeyecek duruma gelmek, ekşimek.
    * İyi ve değerli niteliğini yitirmek.
    * Bir şeye kızmak, içerlemek.
    * Sağlığınıyitirip zayıflamak.
    * Dağılmak, bozguna uğramak.
    bozuluş * Bozulmak işi veya biçimi.
    bozum * Bozulmak işi, utangaçlık, mahçupluk.
    bozum etmek * utandırmak, mahcup etmek.
    bozum havası * Utangaçlık, mahcupluk, yenilmişlik.
    bozum olmak * utanmak, utanacak duruma düşmek, mahcup olmak.
    bozumca * Kurşun renginde iri bir kertenkele.
    bozuntu * Bozulmuş bir şeyin kalan bölümleri, döküntü.
    * Kendinde bulunması gereken nitelikleri taşımayan kimse veya şey.
    * Şaşkınlığa düşme.
    bozuntuya uğramak * şaşkınlığa kapılmak.
    bozuntuya vermemek * bir kimsenin hoşa gitmeyen bir durumunda fark etmemişgibi davranmak.
    bozuşma * Bozuşmak işi.
    bozuşmak * Aralarıaçılmak.
    bozuşuk * Aralarıaçılmış, bozulmuşolan.
    bozuşukluk * Bozuk durumda, karşılıklı bozulma içinde.
    bozyürük * Üstü hafif benekli, başıküçük, kuyruğu kalın ve kısa, zehirsiz ve zararsız bir yılan (Eryx).
    böbrek * Kandaki zararlımaddeleri süzen, idrar salan, omurganın sağve sol yanında bulunan çift organlardan her
    biri.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 91

    böbrek taşı * Böbreklerde oluşan taş.
    böbrek üstü bezi * Böbreklerin üstünde bulunan, hormon niteliğinde salgısı olan bez (II).
    böbrek yağı * Kasaplık hayvanların böbreklerinin çevresinde oluşan yağ.
    böbreksi * Böbrek biçiminde olan.
    böbür * Memelilerden, sıcak ülkelerde yaşayan, derisi benekli, yırtıcıhayvan (Hyrax syriensis).
    * Böbürlenme, kibir.
    böbürlenme * Böbürlenmek işi.
    böbürlenmek * Övünerek kabarmak, kurulmak.
    böbürlenmek * çok böbürlenmek.
    böbürtü * Böbürlenme.
    böce * Böcü.
    böcek * Eklem bacaklıların, altı bacaklı, çoğu kanatlıve vücutları baş, göğüs, karın olarak eklemlerden oluşmuş
    hayvan sınıfı, haşere.
    * Kelebek, kurt ve tırtılın dışında kalan küçük hayvancıklara verilen ad.
    * İstakoza benzer, uzunluğu 30-40 cm kadar olan, sarırenkli, kısa kıskaçlı, yenilen bir deniz hayvanı.
    böcek bilimci * Böcek bilimi uzmanı, entomolojist.
    böcek bilimi * Böceklerin yapısını, yaşayışınıve hastalık yapıcıniteliklerini inceleyen bilim dalı, entomoloji.
    böcek çıkarmak * ipek böceği yetiştirmek.
    böcek gibi * ufak tefek ve esmer (çocuk).
    böcek kabuğu * Mor ile yeşil arasında ve metal parlaklığında olan renk.
    * Bu renkte olan.
    böcekbaşı * Osmanlıİmparatorluğunda zabıta görevlisi.
    böcekçil * Böcek yiyen, böcekle beslenen (hayvan veya bitki).
    böcekçiller * Omurgalıhayvanlardan memeliler sınıfına giren, böcek yiyen, karada yaşayan hayvanlar takımı.
    böcekhane * Böceklik.
    böcekkapan * Örnek bitkisi drosera olan ve bazı organları böcek yakalamaya, sindirmeye elverişli olan bitkilerin ortak
    adı.
    böceklenme * Böceklenmek işi.
    böceklenmek * İçinde veya üstünde böcek üremek.
    böcekler * Vücutları baş, göğüs ve karın olarak üç bölgeye ayrılan, duyargaları birer, kanatları ikişer, ayaklarıyla ağız
    parçalarıüçer çift olan eklem bacaklılar sınıfı.
    böcekli * İçinde veya üstünde böcek bulunan, böceklenmiş.
    böceklik * İpek böceği yetiştirilen yer, böcekhane.
    böceksavar * Evdeki zararlı böcekleri savıp öldürmekte kullanılan ve ilâç püskürten sprey.
    böceksiz * İçinde böcek bulunmayan.
    böcelenme * Böcelenmek işi veya durumu.
    böcelenmek * (tahıl) Böceklenmek.
    böcü * Kurt.
    * Böcek.
    * Çocuklarıkorkutmak için söylenen ve hayalet, hortlak vb. gibi hayalî bir varlığa verilen ad.
    böcül böcül * Gözlerini iki yana oynatarak (bakmak).
    böğ * Eklem bacaklılardan, soluk sarırenkli, zehirli bir örümcek türü.
    böğür * İnsan ve hayvan vücudunun kaburga ile kalça arasındaki bölümü, boş böğür.
    * Yan taraf.
    böğüre böğüre * Bağırarak.
    böğürme * Böğürmek işi.
    böğürmek * (öküz, manda, deve) Bağırmak.
    * (insan) Anlaşılmaz bir biçimde yüksek sesle bağırmak.
    böğürtlen * Gülgillerden, bahçe çitlerinde, yol kenarlarında kendiliğinden yetişen dikenli ve çok yıllık bir çalı, diken
    dutu (Rubus caesus).
    * Bu bitkinin önce kırmızı iken olgunlaşınca kararan mayhoşyemişi.
    böğürtlenlik * Böğürtlen çalılarının çok olduğu yer.
    böğürtme * Böğürtmek işi.
    böğürtmek * Böğürtmek işini yaptırmak.
    böğürtü * Böğürme sesi.
    böğürüş * Böğürmek işi veya biçimi.
    böke * Kahraman, güçlü kimse.
    * Ulusal veya uluslar arası bir yarışmada ilk dereceyi alan, birinci olan (kimse), şampiyon.
    bökelik * Böke olma durumu, şampiyonluk, şampiyona.
    böldürme * Böldürmek işi.
    böldürmek * Bölmek işi yaptırılmak.
    bölen * Bir bölme işleminde bölünen sayının kaç eşit parçaya ayrıldığını gösteren sayı.
    bölge * Sınırları idarî veya ekonomik birliğe, toprak, iklim ve bitki özelliklerinin benzerliğine veya üzerinde yaşayan
    insanların aynısoydan gelmişolmalarına göre belirlenen toprak parçası, mıntıka.
    * Vücut yüzeyinde sınırları belli herhangi bir bölüm, nahiye.
    bölgeci * Belli bir bölgenin çıkarları için çalışan (kimse).
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 92

    bölgecilik * Belli bir bölgenin çıkarları için çalışma durumu.
    bölgesel * Bölge ile ilgili veya bir bölgeye özgü olan.
    bölme * Bölmek işi, ayırma, parçalama, taksim.
    * Salon, oda veya sofa gibi büyük bir yerden ayrılmışdaha küçük yer.
    * Büyük bir yeri, alanıküçük oda veya kısımlara ayıran ince duvar veya tahta perde.
    * Bölmek işlemi, taksim.
    * Cins kavramlarınıtür, alt tür kavramlarına ayırmak işi.
    * Gemilerin içinde, su baskını, yangın gibi durumlarda, ara kapılar kapanınca arızanın veya hasarın
    yayılmasınıönlemek için kullanılan birbirlerinden ayrılmışyerler.
    * Kalın ağaç gövdesinden odun veya tekne yapmak için ayrılan tomruk.
    bölme işareti * Bölme işleminin yapılacağını ifade eden bölü “/” işareti.
    bölmeç * Ambalâj içinde bulunan malları birbirinden ayırmaya yarayan koruyucu parça.
    bölmek * Bir bütünü iki veya daha çok parçaya ayırmak, taksim etmek.
    * Birliğin bozulmasına yol açmak, parçalamak.
    * Bir niceliği iki veya daha çok eşit parçaya ayırmak.
    bölmeli * Bölme ile ayrılmışolan.
    bölü * Bölme işlemini gösteren işaretin “/” okunuşu, taksim; “a/b” anlatımı, “a bölü b” diye okunur.
    * Bir bayağıkesrin gösterilişinde pay ile payda arasına konulan yatay çizginin okunuşu; “a/b” kesri “a bölü
    b” diye okunur.
    bölücü * Bölme işini yapan, bölen.
    * Bir topluluğu, birliği parçalama, bölme amacında olan, fesatçı, münafık.
    * Bir siyasî partinin birliğini parçalamayı, bozmayıamaç edinen kimse.
    bölücülük * Bölücünün yaptığı iş, ara bozuculuk.
    bölük * Bir bütünden ayrılmışolan parça, kısım.
    * Saç örgüsü.
    * Hizip.
    * Takımlardan oluşan, üçü veya dördü bir tabur oluşturan ve öbür birliklerin temeli sayılan birlik.
    * On kuralına göre yazılan bir tam sayının, sağdan sola doğru üçer üçer ayrılan basamaklarından her bir üçlü
    takımı.
    bölük bölük * Parçalara ayrılmış, kısım kısım.
    bölük pörçük * Bütünlüğü sağlanamamışdurumda, parça parça.
    bölükbaşı * Yeniçeri ordusunda üst rütbeli bir görevli.
    bölüm * Bir bütünü oluşturan parçaların her biri, kısım.
    * Bir kuruluşun yönetim birimlerinden her biri, departman, seksiyon.
    * Bir okul veya üniversitenin herhangi bir bilim ve uzmanlık dalında eğitim sağlayan birimlerinden her biri,
    departman.
    * Çağ, devir.
    * Bölme işlemi sonunda elde edilen sayı.
    * Canlıların bölümlenmesinde filumların bir araya gelmesiyle oluşan birlik.
    bölümleme * Bölümlemek işi, sınıflama, tasnif.
    bölümlemek * Birçok şey arasında, birbirine eşit veya benzer olanlarıkümelere ayırmak, sınıflamak, tasnif etmek.
    bölümlendirme * Bölümlendirmek işi, sınıflandırma.
    bölümlendirmek * Bir şeyi bölümlere ayırmak, sınıflandırmak.
    bölümleniş * Bölümlenmek işi veya biçimi.
    bölümlenme * Bölümlenmek işi veya durumu.
    bölümlenmek * Bölümlemek işine konu olmak, sınıflanmak.
    bölümsel * Bölünme ile ilgili, kısmî.
    bölünebilme * Kalansız bölünür olma durumu.
    bölünen * Bölme işlemine uğratılan sayı; eşit bölümlere ayrılması gereken miktar veya sayı.
    bölüngü * Fraksiyon.
    bölünme * Bölünmek işi.
    * Hücrelerin, belli bir büyüklüğe varınca eşit bölümlere ayrılıp çoğalması.
    * Yarışta toplu olarak koşarken birbirinden ayrılma.
    bölünmek * Bir bütün, belirli bölümlere, parçalara ayrılmak.
    bölünmez * Parçalanamaz, ayrılamaz.
    bölünmezlik * Bölünmez olma durumu.
    bölüntü * Bölünmüşparça.
    * Fraksiyon.
    bölüntüler * Bir bütünün ayrılmışolduğu bölümler, taksimat.
    bölünüş * Bölünmek işi veya biçimi.
    bölüş * Bölmek işi veya biçimi.
    bölüşme * Bölüşmek işi.
    bölüşmek * İki veya daha çok kimse aralarında herhangi bir şeyi paylaşmak, üleşmek, payınıalmak, taksim etmek.
    bölüştürme * Bölüştürmek işi.
    bölüştürmek * Bölüşmek işini yaptırmak.
    bölüşüm * Bölüşme, paylaşma.
    bölüt * Eklem bacaklıların vücudunu oluşturan yan yana dizili parçaların her biri, halka.
    * Zigotun bölünmesinden sonra embriyonda ortaya çıkan ve az çok birbirine benzeyen parçaların her biri.
    bölütlenme * Döllenmişyumurtanın blâstulayı oluşturuncaya dek art arda bölünmesi.
    bölütlü * Bölütlere, halkalara ayrılmışolan.
    bön * Budala, saf.
    bön bön * Budala ve safca bakarak.
    bön bön bakmak * anlamayarak, safça, şaşkın şaşkın bakmak.
    bönce * Budala, saf (bir biçimde).
    bönleşme * Bönleşmek işi.
    bönleşmek * Bön duruma gelmek, aptallaşmak.
    bönlük * Bön olma durumu, budalalık, aptallık, sersemlik, saflık.
    börek * Açılmışhamurun veya yufkanın arasına, peynir, kıyma, ıspanak gibi şeyler konularak pişirilen çeşitli
    biçimlerde hamur işi.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 93

    börek açmak * börek yapmak için hamurdan ince yufkalar hazırlamak.
    börekçi * Börek yapan veya satan kimse.
    börekçilik * Börek yapma veya satma işi.
    böreklik * Börek yapmaya elverişli olan, börek için ayrılmışolan.
    börk * Genellikle hayvan postundan yapılan başlık.
    börkenek * Gevişgetiren hayvanların midelerinin ikinci bölümü.
    * Yağmurdan veya soğuktan korunmak için giyilen ucu sivri boşluk, külâh.
    börtme * Börtmek işi.
    börtmek * Az pişirmek, haşlamak.
    börttürme * Börttürme işi.
    börttürmek * Börtmek işi yaptırılmak.
    börtü böcek * Çeşitli böcekler.
    börtük * Haşlanarak veya ateşte biraz kızartılarak pişmişolan (şey).
    börtülme * Börtülmek işi.
    börtülmek * Börtmek işine konu olmak.
    börülce * Fasulyeye benzer bir bitki ve bunun göbeği koyu benekli tohumu (Vigna sinensis).
    * Bu bitkinin sebze olarak yararlanılan yeşil ürünü.
    bösme * Bösmek işi.
    bösmek * Bir madde birdenbire gaz durumuna gelerek patlamak, infilâk etmek.
    böyle * Bunun gibi, buna benzer.
    * Bu yolda, bu biçimde.
    * Bu derece.
    * İçinde “ne”, “nasıl” gibi sorular bulunan cümlelerin sonuna geldiğinde, o cümlede anlatılan şeyin hoş
    karşılanmadığınıveya ona şaşıldığınıanlatır.
    böyle başa, böyle tıraş * kişilere yaraşan işlemler uygulanır.
    böyle böyle * Böylelikle.
    böyle gelmiş böyle gider * her zaman böyle olmuş, gene de böyle olacak.
    böylece * Tam böyle, bu biçimde.
    * Sonunda, böylelikle.
    böylecene * Böylece, böylelikle.
    böylelikle * Bu yolda yürüyerek, sonunda.
    böylemesine * Bu biçimde, bu yolda.
    böylesi * Bunun gibisi, bu biçimde olanı.
    böylesine * Aşırı bir biçimde.
    Br * Brom elementinin kısaltması.
    brahma * İri yapılı, bacaklarıtüylü, paçalı bir tavuk ırkı.
    Brahman * Hint kastlarında ilk kast.
    * Bu kasttan olan kimse.
    Brahmanizm * Brahmanlık.
    Brahmanlık * Kalıtım yoluyla geçen bir kast bölünmesine dayalıtoplumsal bir kuruluşu içeren Hint dini, Brahmanizm.
    braket * Dikişten çıkan kitapların sırtına makine ile bez geçirme.
    brakisefal * Kafatasının ön alt eksenine göre kısa olan (kimse), kısa kafalı.
    branda * Gemilerde tayfa ve erlerin yattığıdikdörtgen biçiminde, astarlanmış bezden yapılan, halatlarla bir yere
    tutturulan asılıyatak.
    branda bezi * Keten ve pamuk ipliğinden sık ve sağlam dokunmuş bez.
    branş * (bilim için) Dal, kol.
    bravo * Aferin, yaşa!.
    bre * “Ey, hey” anlamında kullanılır.
    * “Be” yerine kullanılır.
    * “Vay” gibi şaşma anlatır.
    * Tekrarlanan iki emir kipi arasına getirilerek işin sürekliliğini anlatır.
    * Şaşkınlık, coşku anlatır.
    Brehmen * Bkz. Brahman.
    breş * Doğal çimento ile lâvlı, kavkılı, kabuklu, kemikli kırıntıların kaynaşmasıyla oluşmuşkütle.
    * Bir tür yapay mermer.
    brezil * Baklagillerden bazıağaçların kırmızı boya çıkarılan odunu.
    brıçka * Üstü kapalı, kışın kızak olarak kullanılan tek atlı, yaylıhafif araba.
    briç * Dört kişi arasında oynanan bir iskambil oyunu.
    brifing * Bir konuda özet olarak verilen bilgi veya açıklama.
    brik * İki direkli, seren yelkenli, birkaç top taşıyan gemi.
    brik * Önde çok yüksek bir oturma yeri, arkada da boylamasına yerleştirilmişoturacak yerleri bulunan dört
    tekerlekli, yaylıat arabası.
    briket * Linyit ve kömür tozundan basınçla elde edilen yakıt.
    * Linyit, kömür tozu ve katran tortusundan basınçla elde edilen, tuğla biçimli yapımalzemesi.
    briketçi * Briket yapan veya satan kimse.
    briketçilik * Briketçinin işi veya mesleği.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 94

    briketleme * Briketlemek işi.
    briketlemek * Briket hâline getirmek.
    briyantin * Saçıparlatmak ve yatırmak için kullanılan güzel kokulu bir madde.
    briyantinli * Briyantinle süslenmiş, briyantin sürünmüş.
    brizbiz * Pencerelerin çerçevesine, içeriden tutturulan ince perde.
    brokar * Sırma veya gümüşişlemeli bir tür ipekli kumaş.
    brokkoli * Küçük, yeşil yumrular hâlinde olan, haşlanarak yemeği hazırlanan bir tür sebze.
    brom * Atom numarası35, atom ağırlığı79,909 olan, deniz sularında az, bazı göllerde çok miktarda bulunan,
    yoğunluğu 2,97 olan kırmızırenkli, pis kokulu, zehirli sıvı bir element. Kısaltması br.
    bromhidrik * Bromun hidrojenle birleşmesinden oluşan.
    bromhidrik asit * Bromun hidrojenle birleşmesinden oluşan HBr aside verilen ad.
    bromür * Bromhidrik asidin tuzu veya eteri.
    bromürlü * Yapısında bromür bulunan.
    bronş * Soluk borusunun akciğerlere giden iki kolundan her biri ve bunların dalları.
    bronşçuk * Bronşların uç dallarından her biri.
    bronşit * Bronşve bronşçukların iltihaplanması.
    bronz * Tunç.
    bronz gibi * tunca benzeyen, tunç renginde olan.
    bronzlaşma * Bronzlaşmak işi.
    bronzlaşmak * Bronz rengini almak.
    broş * Kadınların takındıklarısüs iğnesi.
    broşür * Sayfa sayısıaz, küçük kitap, risale.
    brovning * 7.65 mm lik otomatik tabanca.
    bröve * Diploma, şahadetname.
    Bruxelles lâhanası * Bkz. Brüksel lâhanası.
    Brüksel lâhanası * Ceviz büyüklüğünde bir lâhana türü, Frenk lâhanası(Brassica oleracea gemmifera).
    brülör * Sıvıyakıtıkolayca yanabilecek taneciklere ayırarak püskürten araç, yakmaç.
    brüt * Kesintisi yapılmamış, kesintisiz (para).
    * Kabı ile darasıçıkarılmadan tartılan (ağırlık).
    bu * Yerde, zamanda veya söz zincirinde en yakın olanı gösterir.
    * En yakında bulunan bir varlığıveya biraz önce anılan bir şeyi işaret yolu ile belirtmek için kullanılır (Çekim
    sırasında bunu, buna, bunda, bundan, biçimlerine girer. Çokluk biçimi bunlar).
    bu (veya şu) kadar * bir sayıdan sonra gelerek o sayıdan artık miktarı bildirir.
    bu abdestle daha çok namaz kılınır * bir tutum veya davranışın etkisinin sürekli olacağınıanlatır.
    bu arada * Bu süre içinde.
    * Birlikte, beraber.
    bu cümleden * bunlar arasında, bunlar gibi.
    bu gidişle * bu biçimde, bu tarzda.
    bu gözle * bu anlayışla.
    bu günlerde * içinde bulunduğumuz zamanda, bu birkaç gün içinde.
    bu haysiyetle * bu bakımdan.
    bu kabil * bu gibi, bu türlü.
    bu kabilden * gibi, çeşidinden.
    bu kadar * bu denli.
    bu kadar kusur kadıkızında da bulunur * üzerinde durulmaya değmeyecek kadar küçük bir kusurdur.
    bu meyanda * Bkz. bu arada.
    bu meyanda * Bu arada.
    bu ne perhiz bu ne lâhana turşusu! * sözleri ve davranışları birbirini tutmuyor, çelişiyor.
    bu sefer * Bu defa, bu kez.
    bu sıcağa kar mıdayanır? * aşırıharcamalarla eldeki imkânların tükeneceğini anlatır.
    bu türlü * böyle, bu biçimde.
    bu yüzden * bundan dolayı, bunun için.
    buat * Elektrik akımıdevrelerinde birleştirme yapmak veya akımı bir veya daha fazla kollara ayırmak için
    kullanılan araç, kutu.
    bubi * Küçük bir dokunma ile patlayan, kamufle edilmiş bombadan oluşan bubi tuzağıteriminde geçer.
    bucak * Kenar, köşe, yer.
    * İlçelerin, bir müdürle yönetilen bölümlerinden her biri, nahiye.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 95

    bucak bucak * Her yerde, her yanda, her tarafta.
    bucak bucak aramak * her yerde aramak.
    bucak bucak kaçmak * bir olay, bir durum veya bir kimseyle karşılaşmamaya çalışmak.
    buçuk * (sayıve üleştirme sıfatlarından sonra gelir, tek başına kullanılmaz) … ve yarım.
    buçuklu * Kesirli.
    budak * Ağacın dal olacak sürgünü.
    * Dal.
    * Dalın gövde içindeki başlangıç yeri olan ve tahtalarda görülen yuvarlak koyuca renkte sert bölüm.
    budak deliği * Tahtalardaki budak yerinin çıkarılmasından sonra açılan boşluk.
    budak özü * Taze sürgün.
    budaklanma * Budaklanmak işi.
    budaklanmak * Budak sürmek, dallanmak.
    budaklı * Budağı olan.
    budala * Zekâca geri.
    * Bir şeye aşırıölçüde düşkün.
    * Zekâca geri olan kimse.
    budala budala * budala gibi, budalaca.
    budalaca * Budalaya yakışır (biçimde).
    budalacasına
    budalalaşma * Budalalaşmak işi.
    budalalaşmak * Budala duruma gelmek, budala gibi davranmak.
    budalalık * Budala olma durumu.
    * Budalaca yapılan iş.
    budalalık etmek * akılsızca davranmak.
    budama * Budamak işi.
    budamak * Daha çok ürün almak veya düzgün bir biçim vermek amacıyla ağaç, asma gibi bitkilerin dallarınıkesmek,
    dallarınıkısaltmak.
    * Yeni filiz sürmesi için bir bitkinin dallarınıkesmek.
    * (güreşte) Rakibinin ayaklarını bir ayak oyunu veya vuruşu ile yerden kesmek.
    * Bir şeyi eksiltmek, azaltmak.
    budanış * Budanmak işi veya biçimi.
    budanma * Budanmak işi.
    budanmak * Budamak işine konu olmak.
    budatma * Budatmak işi.
    budatmak * Budamak işini yaptırmak.
    Buddhist * Buddhizm dininden olan kimse.
    Buddhizm * Tabiatüstü kişileşmiş bir tanrıdüşüncesi yerine, salt varlığıkoyarak onun insanda arzu biçiminde
    belirdiğini, bundan da ıstırabın doğduğunu, ıstıraptan kurtulmak için var olmaktan vazgeçmek gerektiğini ileri süren,
    Hindistan ve Çin’de yaygın olan, Buddha’nın ileri sürdüğü mistik dünya görüşü ve din.
    Budist * Bkz. Buddhist.
    budun * Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan, boy ve soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu,
    kavim.
    * Ulus, millet.
    budun betimci * Etnograf.
    budun betimi * Etnografya, kavmiyat.
    budun bilimci * Budun bilimi uzmanı, etnolog.
    budun bilimi * Etnoloji, ırkiyat.
    budun bilimsel * Etnolojik.
    budunsal * Kavmî, etnik.
    bugün * İçinde bulunduğumuz gün.
    * İçinde bulunduğumuz çağ, zaman.
    * İçinde bulunduğumuz günde.
    bugün bana ise yarın sana * bugün birinin başına gelen kötü bir durumun, daha sonra başkasının da başına gelebileceğini hatırlatmak
    için söylenir.
    bugün yarın * çok yakında, nerede ise.
    bugünden tezi yok * hemen şimdi, derhal.
    bugünden yarına * az zaman sonra.
    * bugün yaşayanlardan gelecek kuşaklara.
    bugüne bugün * “unutma ki”, “şunu iyi bil ki” anlamında kullanılır.
    * bugüne değin.
    bugünkü * Bugüne özgü, bugün olan, bugün yapılan.
    bugünkü günde * şimdi, içinde bulunduğumuz zamanda, şimdiki şartlarda.
    bugünkü tavuk yarınki kazdan iyidir * sağlanmış bir kazancın umulan daha büyük bir kazanca feda edilmemesini öğütler.
    bugünlük * Bugün için.
    bugünlük yarınlık * çok yakında olması beklenen şeyler için söylenir.
    buğday * Buğdaygillerin örnek bitkisi (Triticum).
    * Bu bitkinin başaktan ayrılmıştanesi.
    buğday başak verince orak pahaya çıkar * ihtiyaç duyulan şey değer kazanır.
    buğday benizli * Açık esmer.
    buğday biti * Yarım kanatlılardan, vücudu yeşil, başısiyah, ekinlere zararlı bir böcek, ekin biti (Sitophilus granarius).
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 81

    bolarma * Bolarmak işi veya durumu.
    bolarmak * Bol duruma gelmek.
    bolca * Oldukça çok, çokça.
    * Oldukça geniş.
    bolero * Kısa ve kolsuz kadın ceketi.
    * Ağır ritmli bir İspanyol dansı.
    * Bu dansın müziği.
    boliçe * Yahudi kadını.
    Bolivyalı * Bolivya halkından olan.
    bollanma * Bol duruma gelme.
    bollanmak * Bol duruma gelmek, genişlemek.
    bollaşma * Bollaşmak işi veya durumu.
    bollaşmak * Bol durumda olmak.
    bollaştırma * Bollaştırmak işi veya durumu.
    bollaştırmak * Bol duruma getirmek.
    bollatma * Bol duruma getirme.
    bollatmak * Bol duruma getirmek, genişletmek.
    bolluk * Bol olma durumu.
    * Her şeyin bol olduğu zaman.
    * Her şeyin bol olduğu (yer).
    * Fazlalık.
    bolometre * Işınımölçer.
    Bolşevik * Bolşeviklik yanlısıkimse.
    * Bolşeviklikle ilgili olan.
    Bolşeviklik * Rusya’da XX. yüzyıl başlarında doğan ve Lenin tarafından geliştirilen komünist hareket.
    Bolşevizm * Bolşeviklik, komünistlik.
    bom * Bir çeşit kumar.
    bomba * Canlıveya cansız hedeflere atılan, içi yakıcıve yıkıcımaddelerle doldurulmuş, türlü büyüklükte patlayıcı,
    ateşli silâh.
    * Büyük fıçıveya varil.
    * Bomba biçiminde, kalın demirden kap.
    bomba * Yan yelkenlerin alt yakasını gerip açmak için kullanılan yatay seren.
    bomba gibi * iyi, sağlam, göz alıcı, gösterişli.
    * iyi hazırlanmış, çok çalışmış(öğrenci).
    bomba gibi patlamak * öfkelenerek, birdenbire ve yüksek sesle bağırıp çağırmak.
    * bir olay birdenbire ortaya çıkarak herkesi şaşırtmak.
    bombacı * Bomba kullanan veya yapan kimse.
    bombacılık * Bombacının işi veya mesleği.
    bombalama * Bombalamak işi.
    bombalamak * Belli bir hedefe, çoğunlukla havadan, bomba atmak.
    bombalanma * Bombalanmak işi.
    bombalanmak * Bombalanmak işine konu olmak.
    bombalatma * Bombalatmak işi.
    bombalatmak * Bombalamak işini yaptırmak.
    bombardıman * Topa tutma.
    * Bombalama.
    bombardıman etmek * top ateşi veya bomba ile bir yere saldırmak.
    * bir kimseyi ağır sözlerle paylamak.
    bombardıman uçağı * Bombalama işinde kullanılan uçak.
    bombardon * Bandoda en kalın sesi veren, pistonlu, nefesli çalgı.
    bombe * Şişkin, kabarık, tümsekli.
    * Şişkinlik, kabarıklık.
    bombe bezi * Ayakkabısayalarının burun bölümlerine içten dikilen bir kumaştürü.
    bombeli * Şişkinliği, kabarıklığı olan.
    bombesiz * Bombesi olmayan.
    bombok * Çok kötü, çok berbat.
    bomboş * Büsbütün, tamamen boş.
    bomboz * Çok boz.
    bon otu * Patlıcangillerden, hekimlikte kullanılan, uyuşturucu ve zehirli, bir veya iki yıllık otsu bir bitki (Hyoscyamus
    niger).
    bonbon * Şeker şerbeti içinde kaynatılıp üzeri şekerle kaplanmışmeyve.
    bonbon şekeri * Bkz. bonbon.
    bonboncu * Bonbon yapan veya satan kimse.
    bonbonculuk * Bonbon yapma veya satma işi.
    boncuk * Cam, taş, sedef, tahta, plâstik gibi maddelerden yapılan, ortasıdelik, çoğu yuvarlak ve renkli süs tanesi.
    boncuk boncuk * boncuk gibi yuvarlak taneler durumunda.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 82

    boncuk fasulye * Bir tür iri taneli fasulye.
    boncuk gibi * küçücük (göz).
    boncuk mavisi * Yeşile çalan bir mavi.
    boncuk tutkalı * Boncuk biçiminde glüten tutkalı.
    boncukçu * Boncuk yapan veya satan kimse.
    boncukçuluk * Boncukçunun işi veya mesleği.
    boncuklanış * Boncuklanmak işi veya durumu.
    boncuklanma * Boncuklanmak işi.
    boncuklanmak * Gözyaşı, çiy, ter boncuk biçiminde yuvarlak taneler oluşmak.
    boncuklaşma * Boncuklaşmak işi.
    boncuklaşmak * Boncuk biçimini almak.
    boncuklu * Boncuğu olan, boncukla süslenmiş.
    boncukluk * Boncuk olmaya elverişli (nesne).
    boncuksuz * Boncuğu olmayan.
    bone * Düz veya kıvrımlıher çeşit yumuşak kumaşvb. maddeden yapılan başlık.
    bonfile * Kasaplık hayvanlarda karnın içinde, bel kemiğinin iki yanından aşağıya doğru uzanan ve yumuşaklığı
    dolayısıyla beğenilen et bölümü.
    bonfilelik * Bonfile yapmaya elverişli (et).
    bonjur * Günaydın.
    * Uzun siyah ceketle, çizgili pantolondan oluşan erkek giysisi.
    bonkör * İyi yürekli.
    * Eli açık, cömert.
    bonkörlük * İyi yüreklilik, eli açıklık, cömertlik.
    bonmarşe * İçinde her türlü giyim, süs eşyası oyuncak vb. satılan büyük mağaza.
    bono * Belirli bir sürenin sonunda, belirli bir paranın, belirli bir kimseye ödeneceğini belirten senet.
    bono kırdırmak * bir bonoyu, süresi dolmadan, eksiğine paraya çevirmek.
    bono vermek * borç alındığını gösteren vadeli senedi imzalayıp teslim etmek.
    bonservis * Çalıştığıyerden ayrılırken görevini iyi yaptığını belirtmek amacıyla birine verilen belge, temiz işkâğıdı.
    bop * Poker oyununda, oyuna girmek için ortaya konması gereken en az miktar.
    bopluk * Bop tutarında olma.
    bopstil * Züppece giyiniş biçimi.
    * Bu biçimde giyinen kimse.
    bor * İşlenmemiş, taşlık, sert, ekilmemiş(toprak).
    bor * Atom sayısı5, atom ağırlığı10,8 olan, tabiatta bor asidi veya boratlar durumunda bulunan, yoğunluğu 2.45
    olan basit element. Kısaltması b.
    bora * Genellikle arkasından yağmur getiren sert ve geçici yel.
    bora gibi * çok sert, öfkeli, şiddetli.
    borak * Bor (I).
    boraks * Yoğunlaşmış bir borik asitten türeyen sodyum tuzu.
    boralı * Yağmurlu, sert rüzgârlıve soğuk havalı.
    boran * Rüzgâr şimşek ve gök gürültüsü ile ortaya çıkan sağnak yağışlıhava olayı.
    borani * Pirinçli, yumurtalıve yoğurtlu ıspanak veya benzeri sebze yemeği.
    borasit * Sert billûr veya yumuşak beyaz kütle durumunda bulunan magnezyum boratı.
    borat * Bor asidi ile bir oksidin birleşmesinden oluşan tuz.
    borazan * Üfleyerek çalınan, perdesiz çalgı, boru.
    * Bu boruyu çalan kimse.
    borazancı * Borazan çalan kimse.
    borazancı başı * Birçok borazancının başı olan borazancı.
    borazancılık * Borazancının işi.
    borca almak * veresiye almak.
    borca batmak * çok borçlu olmak.
    borca girmek * borçlanmak, borç para almak.
    borcunu bilmek * borcunu zamanında öder olmak.
    borcunu bilmek (veya saymak) * bir şey yapmayıyerine getirilmesi gereken bir işolarak değerlendirmek.
    borcunu kapatmak (veya borçtan kurtulmak) * borcunu ödeyip bitirmek.
    borç * Ödenmesi gerekli para veya başka bir şey.
    * Birine karşı bir şeyi yerine getirme, gerekliği, yükümlülük, vecibe.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 83

    borç * Pancar, lâhana ve et veya krema konularak yapılan sebze çorbası.
    borç almak * daha sonra ödemek üzere birinden para veya bir şey almak.
    borç altına girmek * borç para almak.
    borç bini aşmak * (borç) pek çok olmak, altından kalkılamayacak duruma gelmek.
    borç etmek * borçlandırmak.
    borç gırtlağına çıkmak * Bkz. borca batmak.
    borç harç * Borçlanarak veya benzeri yollara başvurarak.
    borç ödemekle (veya vermekle), yol yürümekle tükenir * birden ödenmeyen bir borç azar azar verilerek ödenebilir.
    borç yapmak * borç olarak almak.
    borç yemek * borçla geçinmek.
    borç yiğidin kamçısıdır * borç, kişiyi daha çok çalışmaya zorlar.
    borç yiyen kesesinden yer * borçla alışverişyapan, aldıklarının parasınıhemen vermez, ama aldıklarının karşılığıkesesinden çıkacaktır.
    borçlandırılma * Borçlandırılmak işi veya durumu.
    borçlandırılmak * Borçlanmasına yol açılmak.
    borçlandırma * Borçlandırmak işi.
    borçlandırmak * Borçlanmasına yol açmak, borçlu duruma getirmek.
    borçlanılma * Borçlanılmak işi veya durumu.
    borçlanılmak * Borca girilmek, borç edilmek.
    borçlanma * Borçlanmak işi, istikraz.
    borçlanmak * Karşılığınısonra vermek şartıyla birinden para veya bir şey almak.
    * Manevî bir yükümlülük altına girmek.
    borçlu * Borcu olan, borç almışolan, verecekli, medyun.
    * Bir yüküm altında bulunan.
    * Bir şeyi birinin yardımıyla elde etmişolan.
    borçlu bulunmak (veya olmak) * borçlu duruma düşmek.
    borçlu çıkmak * görülen hesapta vereceği kalmak.
    borçlu ölmez, benzi sararır * borç kişiyi öldürmez, ancak hasta edecek kadar üzer.
    borçluluk * Borçlu olma durumu.
    borçluluk dengesi * Bir ülkenin belli bir tarihe kadar birikmişdış borç ve alacaklarını gösteren durum veya belge.
    borçsuz * Borcu olmayan.
    borçsuz harçsız * Hiç borç yapmadan.
    borçsuzluk * Borçsuz olma durumu.
    borda * Geminin veya kayığın yanı.
    borda bordaya * yan yana.
    borda etmek * yandan yanaşmak.
    borda fenerleri * Gemilerde biri (solda) kırmızı, biri (sağda) yeşil olarak iki yanda yakılan fenerler.
    borda hattı * Donanma gemilerinin bir sırada ve paralel olarak gitmek için aldıklarıdurum.
    bordalama * Bordalamak işi.
    bordalamak * Gemiyle bir başka gemiye borda bordaya gelmek veya kazayla ona çarpmak.
    bordo * Mora çalan kırmızırenk, şarap tortusu rengi.
    * Bu renkte olan.
    bordro * Bir hesabın ayrıntılarını gösteren çizelge.
    bordür * Kaldırımların kenarlarında bulunan taşlar.
    * (genellikle giyim kuşam malzemesindeki) Kenar süsü.
    * Cilt kapağındaki kalın çizgiler.
    * Banyo, tuvalet ve mutfak gibi ıslak zeminlerde duvar döşemeleri arasına konan motifli bir tür fayans.
    borik * Bordan türeyen bir asit ve anhidrite verilen ad.
    borik asit * Etkisi az, beyaz, sedef görünümde bir madde, asit borik.
    borikli * İçinde borik asit bulunan.
    borina * Dört köşe yelkenlerin yan yakalarına, alt tarafa doğru bağlanan halat.
    Bornova misketi * Bir çeşit üzüm.
    bornoz * Banyodan çıkarken kurulanmak için kullanılan, önden açık, havludan yapılmışgiyecek.
    * Kuzey Afrika’da Berberîlerin giydikleri başlıklı, geniş, kısa kollu bir üstlük.
    borsa * Bazıtüccarların ve özellikle sarraflarla değerli kâğıt ve tahvil alışverişiyle uğraşanların alım satım ve
    değişim amacıyla devlet denetimi altında işyaptıklarıyer.
    borsa acentesi * Müşteriden aldıklarıalışve satışemirlerini borsada yerine getirip karşılığında komisyon alan kimse.
    borsa cetveli * Borsada belirlenen fiyatları gösteren günlük bülten.
    borsa değeri * Borsada arz ve talebe göre oluşan fiyat.
    borsa kâğıdı * Borsada kayıtlı, alınıp satılan hisse senedi.