bozdurtma | * Bozdurtmak işi veya durumu. |
bozdurtmak | * Bozdurmak. |
bozdurulma | * Bozdurulmak işi veya durumu. |
bozdurulmak | * Bozmak işi yaptırılmak. |
bozgeven | * Yurdumuzda Erciyes dağında yetişen bir geven türü (Astragalus microcephalus). |
bozgun | * Bir toplulukta karşılıklı güvenin bozulması ile beliren karışıklık. * Yenilen bir ordunun, düzen bağınıyitirerek asker onurunun gerektirdiği bütün bağları bozması, hezimet. * Bu durumda bulunan. * Morali bozulmuş, çökmüş, yılgın. |
bozguna uğramak (veya vermek) | * yenilip perişan olmak, dağılmak, hezimete uğramak. |
bozguncu | * Bozgunluk yaratan (kimse, güç vb.). |
bozgunculuk | * Bozguncuya yakışır davranış. |
bozgunluk | * Bozgun. * Bozgun olanın durumu. |
bozkır | * Kurakçıl otsu bitkilerden oluşan, sıcak ve ılıman iklimlerde genişalanlara yayılan, ağaçsız doğal bölge, step. |
bozkır kedisi | * Genellikle bozkırlarda yaşayan yabanî kedi (Otocolobus manul). |
bozkır koyunu | * Asya koyunu (Ovis vignei). |
bozkır tavuğu | * Bağırtlak. |
bozkırlaşma | * Bozkırlaşmak işi veya durumu. |
bozkırlaşmak | * Bozkır durumuna gelmek. |
bozkurt | * Birçok Türk destanında yer alan kutsal hayvan. |
bozlak | * Orta ve Güney Anadolu’nun birçok bölgelerinde bir türkü ezgisi. * Bu ezgiyle söylenen, konusu acıklıtürküler. |
bozlama | * Bozlamak eylemi. |
bozlamak | * (deve) Bağırmak. * Çığlık koparmak. |
bozma | * Bozmak işi. * Biçimi ve kullanılışıdeğiştirilmiş. |
bozmacı | * Eski şeyleri alıp bozarak parça parça satan kimse. |
bozmak | * Bir şeyi kendisinden beklenilen işi yapamayacak duruma getirmek. * Bir yerin, bir şeyin düzenini karıştırmak. * Dokunmak, zarar vermek. * Kötü duruma getirmek. * Geçersiz bir duruma getirmek. * Büyük parayıufak birimlere ayırmak. * Bir kimseyi beklemediği bir davranışkarşısında bırakarak veya sözünü yalana çıkararak küçük düşürmek. * Bozguna uğratmak, yenmek, mağlûp etmek. * Altınıparaya çevirmek, bozdurmak. * Bağveya bostanın son ürününü toplamak. * Kızlığına zarar vermek. * Aklınıyitirecek derecede bir şeye düşkün olmak. * Biçimini ve kullanılışınıdeğiştirmek. * Bırakmak, dağıtmak. |
bozördek | * Tatlısularda bulunan bir tür ördek. |
bozrak | * Rengi boza çalan. |
bozuk | * Bozulmuşolan. * (bir organ) Görevini yapamaz duruma gelmiş. * Kızgın, sıkıntılı. * Madenî, küçük değerli para. * Kötümser, gergin, huzursuz, karışık. |
bozuk | * Türk halk müziğinde, bağlamadan biraz büyük ve meydan sazından küçük dokuz telli bir saz. |
bozuk çalmak | * canısıkılmış, yüzü asılmışolmak. |
bozuk düzen | * Düzensiz, düzeni bozuk olan. |
bozuk para | * Ufak birimlere ayrılmışpara, ufaklık, bozuk. |
bozuk para gibi harcamak | * değerini düşürecek biçimde bir kimseden yararlanmaya kalkışmak. |
bozukça | * Biraz, bozuk, bozuk gibi. |
bozukluk | * Bozuk olma durumu. * Bir paranın ufak birimlere ayrılmışdurumu, ufaklık, bozuk para. |
bozulma | * Bozulmak işi. |
bozulmak | * Bozmak işine konu olmak. * (yiyecek için) Kokmak, yenilemeyecek duruma gelmek, ekşimek. * İyi ve değerli niteliğini yitirmek. * Bir şeye kızmak, içerlemek. * Sağlığınıyitirip zayıflamak. * Dağılmak, bozguna uğramak. |
bozuluş | * Bozulmak işi veya biçimi. |
bozum | * Bozulmak işi, utangaçlık, mahçupluk. |
bozum etmek | * utandırmak, mahcup etmek. |
bozum havası | * Utangaçlık, mahcupluk, yenilmişlik. |
bozum olmak | * utanmak, utanacak duruma düşmek, mahcup olmak. |
bozumca | * Kurşun renginde iri bir kertenkele. |
bozuntu | * Bozulmuş bir şeyin kalan bölümleri, döküntü. * Kendinde bulunması gereken nitelikleri taşımayan kimse veya şey. * Şaşkınlığa düşme. |
bozuntuya uğramak | * şaşkınlığa kapılmak. |
bozuntuya vermemek | * bir kimsenin hoşa gitmeyen bir durumunda fark etmemişgibi davranmak. |
bozuşma | * Bozuşmak işi. |
bozuşmak | * Aralarıaçılmak. |
bozuşuk | * Aralarıaçılmış, bozulmuşolan. |
bozuşukluk | * Bozuk durumda, karşılıklı bozulma içinde. |
bozyürük | * Üstü hafif benekli, başıküçük, kuyruğu kalın ve kısa, zehirsiz ve zararsız bir yılan (Eryx). |
böbrek | * Kandaki zararlımaddeleri süzen, idrar salan, omurganın sağve sol yanında bulunan çift organlardan her biri. |
Kategoriler