Kategori: B – Sözlük

B Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük B Sayfa 84

    borsa oyunu * Borsada oynanan hava oyunu.
    borsa simsarı * Müşteri ile borsa acenteleri arasında aracılık yapan kimse.
    borsa tahtası * Borsada alım satım fiyatlarının ilân edildiği pano.
    borsacı * Değerli kâğıt, para ve tahvil üzerine borsa oyunu yapan kimse.
    borsacılık * Borsacının işi veya mesleği.
    borş * Borç (II).
    boru * Bir yerden başka bir yere sıvıveya gaz aktarmaya yarayan, içi boş, uçlarıaçık, uzun ve dar silindir.
    * Nefesle çalınan perdesiz madenî çalgı, borazan.
    boru ağı * Tesisatı oluşturan boruların bütünü.
    boru askısı * Her tür borunun asılmasında kullanılan, lâma demiri veya çelik çemberlerden yapılan askı.
    boru bileziği * Soba borularının ek yerine geçirilen süslü çember.
    boru çalmak * borazan öttürmek.
    boru çiçeği * Çan çiçeği.
    * Tatula.
    boru çiçeğigiller * Çan çiçeğigiller.
    boru değil (veya boru mu bu?) * azımsanacak, küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil.
    boru hattı * Doğal gaz arıtma ünitesinden alınan gazın, bir veya daha fazla dağıtım merkezlerine veya tüketim
    merkezlerine doğal gaz taşınmasıamacıyla tesis edilen boru şebekesi.
    boru kabağı * Boğumsuz, boru gibi uzun su kabağı.
    boru kelepçesi * Boruyu duvara tespit etmekte kullanılan gereç.
    boru mengenesi * Kesme, dişaçma gibi işlemler için borunun sıkıca bağlandığı alet.
    boru yolu * Petrolü, çıktığıyerden başka yere akıtan boru tesisatı, payplayn.
    borucu * Boru yapıp satan kimse.
    * Boru montajında çalışan kimse.
    boruk * Dağlarda yetişen, kokulu, süpürge ve yakacak olarak kullanılan bir ot türü.
    borulu * Borusu olan.
    borumsu * Boru biçiminde olan.
    borusu ötmek * sözü geçmek, yetkisi olmak.
    borusu tutmak (veya üstünde) * (zenciler için) ağzıköpürerek kriz geçirmek, çok öfkelenerek etrafa saldırmak.
    borusunu çalmak * çıkar sağladığıkimsenin davasını gütmek.
    bos * Bkz. boy bos.
    boslu * Bkz. boylu boslu.
    bostan * Sebze bahçesi.
    * Kavun, karpuz tarlası.
    * Kavun ve karpuza verilen ortak ad.
    bostan bekçisi * Bostanıkoruyan ve kollayan kimse.
    bostan bozuntusu * Korkak, yüreksiz, işe yaramaz adam.
    bostan dolabı * Sebze bahçesini sulamak için bir at bağlanarak diklemesine dönen kovalarla kuyudan su çıkarmaya yarayan
    dolap.
    bostan kebabı * Patlıcan ve yeşillikler ile kuğu inceliğinin toprak tencerede pişirilmesiyle yapılan kebap.
    bostan korkuluğu * Kuşlarıürkütüp yaklaştırmamak için tarlaya dikilen kukla.
    * Kendisinden beklenilen görevi yapmayan veya kendisinden çekinilmeyen güçsüz kimse.
    bostan patlıcanı * Az çekirdekli, iri ve yuvarlak bir patlıcan türü.
    bostancı * Bostan işleriyle uğraşan kimse.
    * Osmanlıtarihinde sarayın korunmasına ve şehrin güvenliğine bakmakla görevli olan erlerden her biri.
    bostancı ocağı * Bostancıların bağlı oldukları ocak.
    bostancılık * Bostan işleriyle uğraşma.
    * Bostancının görevi.
    bostanlık * Bostan olmaya elverişli yer.
    boş * İçinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir şey bulunmayan.
    * İşsiz.
    * Bir işe yaramayan.
    * Bilgisiz.
    * Görevlisi olmayan (iş, görev), münhal.
    * Yapılacak işi olmayan.
    * Verimsiz.
    * Anlamsız.
    boş(veya boşta) gezmek veya gezinmek * işsiz güçsüz dolaşmak.
    boşatıp dolu tutmak (vurmak) * umutsuz olarak girişilen bir iş, iyi sonuç vermek.
    boş başak dik durur * bilgisiz olan üstün görünmek için kasılır.
    boş bırakmak * bir yerde kimse oturmamak, boşkalmak.
    boş bırakmamak * (para, yiyecek gibi şeylerle) yardım etmek.
    * işsiz bırakmamak.
    boş boş bakmak * amaçsız, anlamsız ve bilinçsizce bakmak.
    boş böğür * Bkz. böğür.
    boş bulunmak * dikkatsiz ve dalgın bulunmak.
    * söylenmesi sakıncalı olan bir şeyi söyleyivermek.
    boşçıkmak * umduğu gerçekleşmemek, sonuç vermemek.
    boşçıkmamak * bir işten az da olsa, bir kazançla çıkmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 85

    boşdönmek * hiçbir şey elde edemeden geri gelmek.
    boşdurmak * işsiz kalmak, çalışmamak.
    boşdurmamak * her zaman bir işle uğraşmak.
    * birinin yaptığına karşılık olarak bir harekette bulunmak.
    boşdüşmek * (kadın) şeriat hükümlerine göre kocasından ayrılmak.
    boşgezenin boşkalfası * işsiz güçsüz dolaşan kimse.
    boşgezmekten bedava çalışmak yeğdir * çalışmak insanıtembellikten kurtarır.
    boşgözlerle bakmak * anlamsız bakmak.
    boşinanç * Kaynakları bilimsel ve dinî temele dayanmayan, dar, biçimci inanma, batıl itikat.
    boşkafalı * akılsız veya bilgisiz.
    boşkâğıdı * Eski şeriat hükümlerine göre, ayrılmak isteyen kocanın, karısına gönderdiği boşanma kâğıdı.
    boşkalmak * kimse oturmamak.
    * işsiz kalmak.
    boşkile dipsiz ambar * Bkz. dipsiz kile boşambar.
    boşkonuşmamak * gerçekleri söylemek, bilgisine dayanarak anlatmak.
    boşkoymak * yoksun bırakmak, mahrum etmek.
    boşküme * Hiçbir ögesi olmayan küme.
    boşlâf * Gereksiz, verimsiz, işe yaramayan şekilde konuşma.
    boşol (veya olsun) * erkeğin karısını boşamak için söylediği söz.
    boşolmak * evlilik birliği sona ermek, boşanmak.
    boşoturmak * hiçbir işi, uğraşı olmamak.
    boşsöz * Bir düşünce anlatmayan, lâf olsun diye söylenmişsöz.
    boştorba ile at tutulmaz * çıkar veya karşılık gösterilmeden bir kimse bir yere bağlanmaz.
    boşvermek * aldırmamak.
    boşyere * Boşuna.
    boşyerine vurmak * böğürlerine vurmak.
    boşzaman * Çalışarak geçirilen saatler dışında kalan süre.
    boşa almak * askıya almak.
    * (motorlu araçlarda) vites kolunu vitesten kurtarmak, rölântiye almak.
    boşa çıkarmak * olumlu bir sonuç alınmasınıengellemek.
    boşa çıkmak * (umut, düşünce gibi şeyler) sonuç vermemek, gerçekleşmemek.
    boşa gitmek * (harcanan emek, para) hiçbir işe yaramamak, olumlu bir sonuca ulaşamamak.
    boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz * içinden çıkılamayan güç bir durum karşısında kalındığında söylenir.
    boşa vermek * boşgeçirmek.
    boşalım * Boşalmak işi, deşarj.
    boşalma * Boşalmak işi, inhilâl.
    * Derdini birine açarak ferahlama, rahatlama.
    * Elektrik yükünün başka bir iletkene geçişi veya sıfıra düşmesi.
    boşalmak * Boşduruma gelmek, içinde bir şey kalmamak, inhilâl etmek.
    * Dışarıya akmak, dökülmek.
    * Gevşemek, açılmak.
    * Derdini, sıkıntısını birine anlatarak ferahlamak, deşarj olmak.
    * (hayvan) Bağından kurtulmak.
    boşaltaç * Bir kabın içindeki havayı boşaltmaya yarayan araç, hava boşaltma makinesi.
    boşaltı * Boşaltım.
    boşaltılma * Boşaltılmak işi veya durumu.
    boşaltılmak * Boşaltmak işine konu olmak.
    boşaltım * Boşaltmak işi.
    * Sistemlerin çalışabilmesi için sürekli olarak gereken boşaltma işlemleri.
    * Sindirimden sonra bağırsaklarda kalan posanın, idrar torbasındaki idrarın ve ter, tükürük, sümük gibi
    salgıların vücuttan dışarıatılması, ifrağ.
    boşaltım organı * Vücuttan dışarıatılması gereken maddeleri toplayıp boşaltan organ.
    boşaltma * Boşaltmak işi.
    boşaltma havzası * Sularınıırmağa veya göle veren yerlerin bütünü.
    boşaltmak * Boşduruma getirmek.
    * Dökmek, boca etmek.
    * Bir silâhta ne kadar mermi varsa hepsini arka arkaya patlatmak.
    * Derdini dökmek.
    * Kusmak.
    * Gevşetmek, açmak.
    boşama * Boşamak işi.
    boşamak * Kanunlara göre iki eş, aile ilişkisini kesmek.
    * Karısı ile arasındaki nikâh bağını bozmak.
    boşandırma * Boşandırmak işi veya durumu.
    boşandırmak * Boşanmasını sağlamak.
    * (karı ile kocayı) İstekleri üzerine kanunlara uyarak ayırmak.
    boşanma * Boşanmak işi.
    * Eşlerden birinin boşanma ilâmıalmasıyla evlilik birliğinin son bulması.
    boşanma davası * Eşlerden birinin evlilik birliğine son verecek kararıelde etmek için açtığıdava.
    boşanma ilâmı * Mahkemenin boşanmayıkesin hükme bağladığını belirterek verdiği resmî belge.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 86

    boşanmak * (karıve koca) Mahkeme kararı ile birbirinden ayrılmak.
    * (hayvan) Başlığından, koşum takımından veya bağından kurtulmak.
    * Birdenbire ve bol bol akmak.
    * (baskıaltında gergin duran bir şey) Birden ve hızla kurtulmak.
    * (kapalı bir yerde bulunan insanlar) Birden dışarıçıkmak.
    * Dertlerini, yakınmalarınıanlatmak.
    * Çok ağlamak.
    * Sıyrılmak kurtulmak.
    boşatma * Boşatmak işi.
    boşatmak * Boşamak işini yaptırmak.
    boşattırma * Boşatma işini yaptırtma.
    boşattırmak * Boşatma işini yaptırtmak.
    boş boğaz * Saklanması gereken şeyleri söyleyiveren, sır saklayamayan, geveze.
    * Yerli yersiz konuşan (kimse).
    boş boğazlık * Boş boğaz olma durumu.
    boş boğazlık etmek * gereksiz, yersiz, düşüncesiz konuşmak.
    boşlama * Boşlamak işi, ihmal.
    boşlamak * Bırakmak.
    * İlgi göstermemek, ihmal etmek.
    boşluk * Oyuk, çukur, kapanmamışyer.
    * Kesinti, kopukluk.
    * Boşgeçen süre.
    * Eksiklik, yoksunluk duygusu.
    * Yetersizlik.
    * İçinde hiçbir cisim bulunmayan uzay, vakum.
    boşluk tulumbası * Bkz. boşaltaç.
    boşluklu serpme * Zımpara üretiminde tanecikler arasında %50 boşluk kalacak biçimde düzenlenen tane yapıştırma işlemi.
    Boşnak * Bosna halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    * Boşnaklara özgü olan, Boşnaklarla ilgili olan.
    Boşnak güzeli * Sarısaçlı, al yanaklı, ablak yüzlü güzel.
    Boşnakça * Çoğunlukla Bosna-Hersek Cumhuriyet’inde yaşayan Bosna Müslümanlarının kullandığıdil.
    Boşnaklık * Boşnak olma durumu.
    boşta gezmek * işsiz olmak.
    boşta kalmak * işsiz kalmak.
    boşu boşuna * Gereksiz yere, boşuna.
    boşuna * gereksiz, yararsız yere, boşyere, beyhude, nafile.
    boşuna * Boşyere, yararsız yere, gereksiz, beyhude, nafile, tevekkeli.
    bot * Küçük gemi.
    * Ağaç, plâstik veya kauçuktan yapılmışküçük sandal.
    bot * Uzun konçlu, kapalıayakkabı.
    botanik * Bitki bilimi, nebatat.
    botanik bahçesi * Otsu veya çalıtürü bitkilerin yetiştirildiği ve incelemelerinin yapıldığıhalka açık bahçe.
    botanik parkı * Otsu ve çalıtürü bitkiler ve değişik ağaç türleri ile düzenlenmiş, dinlenme ve gezme amacıyla halka açık
    genişalan.
    botanikçi * Bitki bilimci.
    boy * Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktasıarasındaki uzaklık.
    * Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, en karşıtı.
    * Uzunluk.
    * Yol, ırmak, deniz kıyısı.
    * Kumaşiçin ölçü.
    * Süre.
    * Uzaklık.
    * Destan.
    boy * Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalığı bulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve
    ekonomik ilişkilerini anaerkil, ataerkil anlayışıuygulayan geleneksel topluluk, kabile, klân.
    boy abdesti * İslâm dininin gerekli bulduğu durumlarda ve biçimde yıkanıp abdest alma, gusül.
    boy almak (veya sürmek) * boyu uzamak, boylanmak.
    boy atmak * boyu uzamak, boylanmak, gelişmek.
    boy aynası * İnsanı bütünüyle gösteren büyük ayna.
    boy beyi * Boyun en saygın ve lider kimliğine sahip kişisi.
    boy bos * Vücudun yapısı bakımından biçimi.
    * Geçerlilik, değer.
    boy bos yerinde * uzun ve biçimli.
    boy boy * Çeşitli büyüklük ve nitelikte.
    boy göstermek * görünmek.
    * gösterişyapmak.
    boy menteşe * Düz yaprak menteşe benzeri 1,75-3,50 cm uzunluğunda menteşe.
    boy otu * Baklagillerden, çiçekleri mavi, sarıveya beyaz renkli, kurutulan tohumlarıçemen yapımında kullanılan bir
    bitki (Trigonella faenum-graecum).
    boy ölçüşmek * yarışmak.
    boy pos * Bkz. boy bos.
    boy vermek * (su) insan boyunu aşacak kadar derin olmak.
    * suya dalarak boyu ile suyun derinliğini ölçmek.
    * büyümek.
    boy vermemek * sığolmak, (su) insan boyunu geçmemek.
    boya * Renk vermek, dışetkilerden korumak için eşyanın üzerine sürülen veya içine katılan renkli madde.
    * Renk.
    * Yazmak için kullanılan mürekkep.
    * Aldatıcı görünüş.
    boya çekmek * boyuna büyümek, uzamak.
    boya fırçası * Boya sürmek veya resim yapmak için kullanılan değişik tür ve ölçülerde fırça.
    boya kalemi * Resim yapmak için kullanılan değişik renkli kalem.
    boya kökü * Bitki köklerinden elde edilen tabiî boya.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 87

    boya kullanmak * boyanmak, makyaj yapmak.
    boya kutusu * İçine çeşitli renkli kalemleri ve fırçalarıkoymaya yarayan kutu.
    boya tabakası * Şablonların sulu kenar kapatıcısı ile kaplanması.
    boya tabancası * Sıvı boyayıpüskürtmek için kullanılan alet.
    boya tutmak * (boyanan nesne) iyi boyanır olmak.
    boya vurmak (veya çekmek, sürmek) * boyamak.
    boyacı * Boya satan kimse.
    * Boyama işini, boyacılığımeslek edinen kimse.
    * Boya satılan dükkân.
    boyacıküpü * Bir işin kolayca ve çabucak yapılamayacağınıanlatmak için boyacıküpü mü bu? boyacıküpü değil ki
    (hemen daldırıp çıkarasın) gibi deyimlerde kullanılır.
    boyacıküpüne girmişgibi * çok boyalıkadın.
    boyacısandığı * Ayakkabı boyacılarının boya, fırça, cilâ gibi gereçlerini koyduklarıve müşterinin ayağını basıp ayakkabısını
    boyattığı, omuza asılarak taşınabilir bir çeşit küçük sandık.
    boyacılık * Boya yapma veya satma işi.
    * Boyacının yaptığı iş.
    boyahane * Boya işleri yapılan yer.
    boyalama * Boyalamak işi.
    boyalamak * Gelişigüzel boya sürmek.
    boyalanma * Boyalanmak durumu.
    boyalanmak * Boya sürülmek.
    boyalı * Boya sürülmüş, boyanmışveya boyaya batırılmış.
    * Renkli.
    * (kadın için) Yüzünü çok boyamışolan, makyajlı.
    boyalı basın * Okuyucunun ilgisini çekmek için renkli fotoğrafa yazıve haberden çok yer veren, kupon veya çekilişlerle
    armağan dağıtan basın.
    boyama * Boyamak işi.
    * Renkli yazma veya mendil.
    * Rengi boya ile sonradan verilmişolan.
    boyama kazanı * Örgü yünlerinin veya ipliklerin boyanma işleminin yapıldığı büyük tekne.
    boyama kitabı * Küçükleri eğitici nitelikte içinde boyanacak resimler bulunan kitap.
    boyamak * Boya sürerek veya boyaya batırarak renk vermek.
    * Ağır söz söylemek, aşağılamak.
    boyana * Boyna.
    boyanma * Boyanmak işi.
    boyanmak * Boyamak işi yapılmak.
    * Kendi kendini boyamak, yüzüne boya sürmek, makyaj yapmak.
    * Boya veya renkli bir şey sürülmek.
    boyar * Tuna bölgesinde, Transilvanya’da, Rusya’da soylulara verilen unvan.
    boyar * Boyama özelliği olan madde, boyar madde.
    boyar madde * Bazı ortamlarda çözünerek ortama belli renk veren doğal veya yapay renkli madde.
    * Hücre öz suyu içinde eriyik durumunda bulunan renkli madde.
    boyasıatmak * boyasısolmak.
    boyasız * Boya sürülmemiş.
    * Renksiz.
    * (kadın için) Yüzünü boyamamışolan, makyajsız.
    boyasızlık * Boyasız olma durumu.
    boyatılma * Boyatılma işi.
    boyatılmak * Boyamak işi yaptırılmak, boya sürdürülmek.
    boyatma * Boyatmak işi.
    boyatmak * Boyamak işini yaptırmak, boya sürdürmek.
    boyayıcı * Boyama özelliği olan.
    boyca * Boy bakımından.
    boydak * Yükü olmayan yaya.
    * Bekâr, yalnız, serbest.
    boydan boya * Bir uçtan öbür uca kadar.
    boydaş * Aynı boyda olan.
    * Akran.
    boydaşlık * Boydaşolma durumu.
    boykot * Bir işi, bir davranışıyapmama kararıalma.
    * Bir kimse, bir topluluk veya bir ülkeyle amaca ulaşmak için her türlü ilişkiyi kesme.
    boykot etmek * bir işi, bir davranışıyapmama kararıalmak.
    boykotaj * Boykot etmek işi.
    boykotçu * Boykot yapan veya boykota katılan kimse.
    boykotçuluk * Boykot yapma işi.
    boylam * Yeryüzündeki herhangi bir noktanın meridyen dairesiyle başlangıç olarak alınan Greenwich gözlem evinin
    meridyen dairesi arasındaki açıdeğeri, tul.
    boylama * Boylamak işi.
    boylamak * İstemeyerek bir yere gitme durumunda kalmak.
    * Batmak.
    * Düşmek.
    * Yükselmek, çıkmak.
    * Destan söylemek, anlatmak.
    boylamasına * Boyu doğrultusunda.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 88

    boylanış * Boylanmak işi veya biçimi.
    boylanma * Boylanmak işi.
    boylanmak * Boyu uzamak.
    boyler * Kalorifer kazanının sıcaklığından yararlanarak, içindeki suyun ısıtılmasısağlanan depo.
    boylu * Boyu olan.
    * Boyu benzerlerinden uzun olan.
    boylu boslu * Uzun boylu, yakışıklı, gösterişli.
    boylu boyunca * Boyu uzanabildiği kadar, boyu uzunluğunca.
    boylu poslu * Bkz. boylu boslu.
    boyluca * Uzun boylu gibi olan.
    boyna * Sandalıkıçtan yürüten kısa kürek.
    boyna etmek * sandalıkıçtan tek kürekle yürütmek.
    boynu altında kalsın! * ölsün, gebersin.
    boynu armut sapına dönmek * çok zayıflamak.
    boynu bükük * Üzgün, kırılmış, kimsesiz, acınacak ve yardım bekler durumda, zavallı.
    boynu eğri * Asmaların yeni sürgünlerini yiyen veya kemiren bağzararlısı.
    boynu eğri * herhangi bir sebeple birine karşıdirenecek veya söz söyleyecek durumda olmayan.
    boynu kıldan ince olmak * haksız olduğu anlaşıldığında verilecek her cezaya razı olmak.
    boynuna * üstüne.
    boynuna almak * bir şeyi borç veya ödev olarak üzerine almak.
    boynuna geçirmek * bir şeyi kendine mal etmek, zimmetine geçirmek.
    boynunda kalmak * bir sözü iletmediği veya birine ödenecek parayıödemediği için üzerinde borç kalmak.
    boynunu bükmek * acındırıcı, çaresiz bir durumda kalmak.
    * bir durumu, bir işi ister istemez kabul etmek.
    * (bitki için) canlılığınıyitirmek.
    boynunu kırmak * çekip gitmek.
    boynunu uzatmak * her şeye, her cezaya razı olmak.
    boynunu vurmak * başınıkeserek öldürmek.
    boynuz * Bazıhayvanların başında bulunan, tırnaksı bir maddeden, uzun, kıvrık veya çatallıkorunma organı.
    * Bu organdan yapılmış.
    * Kurşun borudan kol alma işleminde kullanılan demirden yapılmışalet.
    boynuz çekmek * boynuz kullanarak kan çekmek, hacamat etmek.
    boynuz dikmek * (kadın) başka erkekle ilişki kurarak kocasınıaldatmak.
    boynuz eğmek * istemeyerek uymak, karşıtarafın gücünü kabul etmek.
    boynuz isterken kulaktan olmak * daha iyisini, mükemmelini ararken mevcut olanıyitirmek, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan
    olmak.
    boynuz kulağı geçmek * bir konuda daha sonra yetişenler yetenek bakımından eskileri geçmek.
    boynuz takmak (veya takınmak, taktırmak) * (koca) karısı başka bir erkekle ilişki kurarak aldatılmak.
    boynuzlama * Boynuzlamak işi.
    boynuzlamak * (hayvan) Boynuzu ile vurmak, süsmek.
    * (kadın için) Kocasını başka bir erkekle aldatmak.
    boynuzlanma * Boynuzlanmak işi veya biçimi.
    boynuzlanmak * Boynuzu çıkmak.
    * Boynuz batırılmak, boynuz yarasıalmak.
    * (erkek için) Karısıveya bir kadın yakınıtarafından aldatılmak.
    boynuzlaşma * Boynuzlaşmak işi veya durumu.
    boynuzlaşmak * Boynuz durumuna girmek.
    boynuzlatma * Boynuzlatmak işi.
    boynuzlatmak * Erkek, karısıveya bir kadın yakınıtarafından aldatılmak.
    boynuzlu * Boynuzu olan (hayvan).
    * Karısının veya kadın yakınlarından birinin iffetsizliğine göz yuman (erkek).
    * Troleybüs.
    boynuzlugiller * Keçi, koyun, sığır ve antilopları içine alan, içi boşolan boynuzlarısürekli kalan ve dallı olmayan,
    omurgalıların memeliler sınıfı.
    boynuzluteke * Kın kanatlılardan, kurtçuğu meşe ağaçlarında yaşayan bir böcek (Carambyx).
    boynuzsu * Boynuza benzer, boynuz gibi.
    boynuzsuz * Boynuzu olmayan.
    boysuz * Boyu benzerleri arasında kısa olan.
    boyu * (bir isim tamlamasında tamlanan olduğunda) süresince, boyunca.
    boyu (bosu) devrilsin (veya devrilesi) * “ölsün” anlamında ilenç sözü.
    boyu (veya boyuna, boyunca) beraber * kendi boyu kadar.
    boyu bacadan mıaştı? * daha evlenecek yaşta değil.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 79

    boğazlanmak * Boğazlamak işine konu olmak veya boğazlamak işi yapılmak.
    boğazlaşma * Boğazlaşmak işi.
    boğazlaşmak * Birbirini boğazlamak veya kıyasıya dövüşmek.
    boğazlatma * Boğazlatmak işi.
    boğazlatmak * Boğazlamak işini yaptırmak.
    boğazlı * Boğazı olan.
    * Çok yemek yiyen, yemek isteği çok olan, iştahlı.
    boğazsız * Boğazı olmayan.
    * Çok az yemek yiyen, iştahsız.
    boğdurma * Boğdurmak işi.
    boğdurmak * Boğmak işini yaptırmak.
    boğdurtma * Boğdurtmak işi.
    boğdurtmak * Boğdurmak işini birine yaptırmak.
    boğdurulma * Boğdurulmak işi.
    boğdurulmak * Boğdurmak işi yapılmak.
    boğma * Boğmak işi.
    * İncir, dut, kuru üzümün mayalandıktan sonra ilkel araçlarla damıtılmasıyla elde edilen, alkol derecesi düşük
    bir tür rakı.
    boğmaca * Çoğunlukla çocuklarda nöbet nöbet öksürüklerle görülen bulaşıcı bir hastalık.
    boğmacalı * Boğmacaya tutulmuşolan (kimse).
    boğmak * Bir canlıyı, soluk almasına engel olarak öldürmek.
    * El, ip veya benzeri ile bir şeyi çepeçevre sıkmak.
    * Silik bir duruma getirmek, bastırmak.
    * Tamamıyla kaplamak, sarmak.
    * Peşpeşe yapmak, bir kimseyi bir şeyin fazlasına eriştirmek veya uğratmak.
    * (motorlu taşıtlarda) Fazla yakıt, motoru çalışmaz duruma getirmek.
    * Bir durumu başka bir durum yaratarak örtmeye çalışmak.
    * Gelişmesine engel olmak.
    * (renkler için) Uygun düşmemek.
    * Bunaltmak.
    boğmak * Boğum yeri.
    boğmak boğmak * boğum boğum.
    boğmaklı * Boğmakları olan.
    boğmaklıkuş * Toygar kuşunun bir türü.
    boğucu * Boğma özelliği olan.
    * Solunumu güçleştiren.
    * Çok sıcak, sıkıntıveren.
    boğuk * Kısılmış(ses).
    boğuk boğuk * Boğuk bir biçimde, kısık kısık.
    boğuklaşma * Boğuklaşmak işi.
    boğuklaşmak * (Ses) Boğuk duruma gelmek, kısıklaşmak.
    boğula boğula * Boğulacakmışgibi, boğuk bir biçimde.
    boğulma * Boğulmak işi.
    boğulmak * Boğmak işine konu olmak.
    * Havasızlıktan ölmek.
    * Bunalmak.
    boğum * Boğulmuş, sıkılmışyer.
    * Parmak veya kamış, saz gibi bitkilerin şişkince bölümü.
    * İnce damarların veya sinirlerin yumak gibi toplandığıyer.
    boğum boğum * Çok boğumlu.
    boğumlama * Boğulmak işi.
    boğumlamak * Boğum durumuna getirmek.
    boğumlanma * Boğumlanmak işi.
    * Ciğerlerden gelen havanın, ağız ve burundaki çeşitli nokta ve bölgelerde engellemeye uğrayarak ses olarak
    çıkması, telâffuz.
    boğumlanma bölgesi * Ağız boşluğunda seslerin oluştuğu çeşitli bölgelerden her biri.
    boğumlanma noktası * Ağız boşluğunda seslerin oluştuğu noktaların her biri, çıkak, mahreç.
    boğumlanmak * Boğum oluşmak, boğum boğum olmak.
    * Bir ses çıkarmak için ses yolunun herhangi bir yerinde daralma veya kapanma olmak.
    boğumlu * Boğumu olan.
    boğuntu * Zor soluk alma.
    * Sıkıntı.
    * Bir şeyi değerinden çok yükseğe satma işi, vurgunculuk, ihtikar.
    boğuntuya getirmek * birini bunaltıp şaşırtmak yolu ile kendisinden, bir işveya mal karşılığı olarak çok miktarda para çekmek.
    boğunuk * Kısık, boğuk.
    * Sıkıntılı, kapalı, donuk.
    boğuşma * Boğuşmak işi.
    boğuşmak * Birbirinin boğazına sarılmak, dövüşmek.
    * İtişip kakışmak.
    boğuşulma * Boğuşulmak işi veya durumu.
    boğuşulmak * Boğuşmak işi yapılmak.
    bohça * İçine çamaşır, elbise gibi şeyler koyup sarmaya yarayan dört köşe kumaş.
    * Ufak ve seçme tütün dengi.
    bohça böreği * Bohça biçiminde sarılan bir çeşit börek.
    bohçacı * Bohça içinde dokuma eşya gezdirip satan kadın.
    bohçacılık * Bohçacının işi.
    bohçalama * Bohçalamak işi.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 80

    bohçalamak * Bir şeyi bohça içine koyup sarmak.
    * Güreşte rakibin kol ve ayaklarınıüst üste getirerek kımıldayamaz hâlde alttan kavrayıp kucaklamak.
    bohçasınıkoltuğuna almak * kendi isteğiyle ayrılmak.
    bohçasınıkoltuğuna vermek * kovmak, işine son vermek.
    bohçasınıtoplamak * eşyasınıtoplamak.
    bohem * Yarınınıdüşünmeden günü gününe tasasız, derbeder bir yaşayışı olan edebiyat ve sanat çevresinden (kimse
    veya topluluk).
    bohem hayatı * Başı boşyaşayış.
    bok * Dışkı.
    * (kaba konuşmada) Hor görülen, tiksinilen.
    * Güç durum.
    bok atmak * (birine) leke sürmek, kara çalmak.
    bok böceği * Kın kanatlılardan, genellikle otçul memeli hayvanların gübrelerinde yaşayan ve bokla beslenen böcek
    (Geotrupes stercorarius).
    bok canına olsun * bıkılan, kötülüğü görülen şeylere karşı bir sövgü sözü olarak söylenir.
    bok etmek * (bir işi, bir şeyi) bozmak, berbat etmek.
    bok karıştırmak * bir işi bozacak biçimde davranmak.
    bok püsür * hoşa gitmeyen, can sıkan şey ve onun ayrıntıve pürüzleri.
    bok üstün bok * çok kötü, çok berbat.
    bok yedi başı * burnunu her işe sokan, her işe karışan.
    bok yemek * yakışıksız bir işyapmak.
    bok yemek düşmek * birinin bir işe karışmaması, burnunu sokmaması gerekir.
    bok yemenin Arapçası * yakışıksızlığın büyüğü.
    bok yoluna gitmek * yararsız, gereksiz bir şey uğruna yok olmak.
    boka nispetle tezek amberdir * çok kötü bir şeyin yanında, ondan daha az kötü olanı güzel görünür.
    boklama * Boklamak işi.
    boklamak * (bir yeri veya bir işi) Kötü bir duruma getirmek.
    boklanma * Boklanmak durumu.
    boklanmak * Kötü bir duruma gelmek, pislenmek.
    boklaşma * Boklaşmak durumu.
    boklaşmak * Kötü bir duruma girmek.
    boklu * Boku olan; pis.
    bokluk * Pislik.
    * Kötü durum.
    boks * Belirli kurallara uyularak yapılan yumruk dövüşü, yumruk oyunu.
    boksit * Korindon.
    boksör * Boks oynayan kimse, yumruk oyuncusu.
    boksörlük * Boksörün işi veya mesleği.
    boktan * temelsiz, derme çatma, yararsız.
    boku bokuna * boşu boşuna, yok yere.
    boku çıkmak * bir işveya durum tatsızlaşmak.
    bokun soyu (veya bok soyu) * kızılan veya tiksinilen bir şeye karşısövgü olarak söylenir.
    bokunda boncuk bulmak * birine hak etmediği hâlde çok değer vermek.
    bokunu çıkarmak * bok etmek.
    bokuyla kavga etmek * çok sinirli ve geçimsiz olmak, her şeye öfkelenir olmak.
    bol * İçine girecek şeyin boyutlarından daha büyük veya genişolan, dar karşıtı.
    * (nicelik bakımından) Olağandan veya alışılandan çok, kıt karşıtı.
    bol * Özel bir cam içinde likör, şarap, meyve ve maden suyu karıştırılarak hazırlanan içki.
    bol bol * Fazla, büyük miktarda, sıkıntıya düşmeden.
    bol bolamat * Refah, zenginlik, bolluk.
    bol bulamaç * Bol bol, pek çok.
    bol doğramak * (parasını) saçıp savurmak.
    bol kepçe * Servis sırasında yiyeceği bol bol dağıtma.
    * Cömert, eli açık, zengin gönüllü.
    bol keseden * bol bol, ölçüsüz, çok.
    bol paça * Genişpaçalı.
    * Dökük, saçı, şapşal.
    bolalma * Bolalmak işi veya durumu.
    bolalmak * Bollaşmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 78

    boğa gibi * çok güçlü görünen, vücudu iyi gelişmiş(delikanlı).
    boğa güreşi * Daha çok İspanya ve Meksika’da, özel olarak yetiştirilmiş boğayıyenmek amacıyla yapılan gösteri.
    boğada * Küllü veya sodalısu ile çamaşır yıkama.
    * Yıkanmak üzere hazırlanmışçamaşırın üzerine sıcak kül suyu süzme işi.
    boğak * Anjin.
    boğalık * Boğa olarak kullanılmak için ayrılan bir yaşından yukarıerkek sığır.
    boğan otu * Düğün çiçeğigillerden, özellikle kökünde akonitin adında bir zehir bulunan bitki, kurtboğan otu (Acunitum
    napellus).
    boğanak * Sağanak, bora.
    boğasak * Boğaya gelmişveya boğa isteyen inek.
    boğasama * (inek) Boğasamak işi veya durumu.
    boğasamak * (inek) Boğa istemek veya boğaya gelmek.
    boğası * İnce bez, astar.
    boğaya çekmek * (inek) boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak, keleye çekmek.
    boğaz * Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluşturan organlar, imik.
    * Şişe, güğüm gibi kaplarda ağza yakın dar bölüm.
    * İki dağarasında dar geçit, derbent.
    * İki kara arasındaki dar deniz.
    * Yiyeceği içeceği sağlanan kimse.
    * Yeme içme.
    * Yedirip içirme yükümü, iaşe.
    boğaz açmak * ağaçların dibini kazarak toprağıkabartmak.
    boğaz boğaza (veya gırtlak gırtlağa) gelmek * zorlu kavga etmek.
    boğaz derdi * geçim için uğraşma.
    * yemek pişirme, hazırlama sıkıntıları.
    boğaz dokuz boğumdur * bir söz iyice düşünmeden söylenmemelidir.
    boğaz durmaz * yeme içme ihtiyacının başka ihtiyaçlar gibi geri bırakılamayacağınıanlatır.
    boğaz içinde kavga var * aşırı bir biçimde açlığını gidermeye çalışanlar için söylenir.
    boğaz kavgası * Geçim için yapılan didinme.
    boğaz meselesi * Geçim derdi.
    boğaz ola * “afiyet olsun, yarasın, bereketli olsun” anlamına, yemek yiyenlere söylenir.
    boğaz olmak * boğazıağrımak.
    * imrenmekten boğazışişmek.
    boğaz tokluğuna * ayrıca ücret verilmeden yalnız karnınıdoyurarak.
    boğazıaçılmak * iştahıartmak.
    boğazıdüğümlenmek * üzüntüden boğazıtıkanmak.
    boğazı inmek * bademcikleri şişmek, iltihaplanmak.
    boğazı işlemek * durmadan bir şeyler yemek.
    boğazıkurumak * çok susamak.
    boğazına bir yumruk tıkanmak (veya gelip oturmak) * konuşamaz olmak, sesi çıkmamak.
    boğazına dikkat etmek * yiyeceğine, içeceğine özen göstermek.
    boğazına dizilmek * (üzüntü, kaygı gibi sebeplerle) isteksiz yemek, iştahıkesilmek.
    boğazına durmak * yediği şeyi yutamamak.
    boğazına düşkün * yiyip içmeyi çok seven (kimse).
    boğazına indirmek * fazla ve gelişigüzel yemek.
    boğazına kadar * pek çok, lüzumundan fazla, aşırıölçüde.
    boğazına sarılmak * üstüne yürümek.
    boğazında düğümlenmek * söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek.
    boğazında kalmak * ağzındaki lokmayıüzüntü dolayısıyla yutamaz duruma gelmek.
    boğazından artırmak * yiyeceğinden kısıp parasınıartırmak.
    boğazından geçmemek * sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğu dolayısıyla bir yiyeceği yalnız başına yemekten üzüntü
    duymak.
    boğazından kesmek * yiyip içmede çok tutumlu davranmak.
    boğazınıdoyurmak * karnınıdoyurmak.
    boğazınısevmek * yiyip içmeye düşkün olmak.
    boğazınısıkmak * bunaltmak, sıkıntıvermek.
    boğazınıyırtmak * olanca gücüyle bağırmak.
    boğazkesen * Bir boğazısavunmak için deniz kıyısında yapılan hisar.
    boğazlama * Boğazlamak işi.
    boğazlamak * Hayvan veya insanı boğazından keserek öldürmek.
    * Gaddarca, kan dökerek öldürmek.
    boğazlanma * Boğazlanmak işi.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 71

    bir yaşına daha girmek * şimdiye değin görmediği şaşılacak yeni bir şeyle karşılaşmak.
    bir yığın * birçok, pek çok, bir sürü.
    bir yiyip bin şükretmek * kötü durumda olanlara bakarak kendi durumunun değerini bilmek.
    bir yol * Bir kez.
    bir yol tutturmak * bir davranış, bir tutum biçimi belirlemek.
    bir yolunu bulmak * bir işi sonuçlandırmak için çare bulmak.
    bir zaman * Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle.
    * Belirli bir süre, biraz.
    bir zamanlar * Zamanında, vaktiyle, eskiden.
    bira * Arpa ile şerbetçi otunu mayalandırarak yapılan bir içki, arpa suyu.
    bira bardağı * Bira içmek için yapılmışözel bardak.
    bira mayası * Mayalanmışdurumdaki biranın yüzünden alınan bir tür mantar.
    biracı * Bira yapıp satan kimse.
    * Çok bira içen (kimse).
    biracılık * Bira yapma ve satma işi.
    birader * Erkek kardeş.
    * “Yahu, dost, arkadaş” anlamında seslenme olarak kullanılır.
    * Masonların birbirlerine verdikleri ad.
    birahane * Genel olarak sadece bira içilen, aynızamanda da çabuk hazırlanan bazısıcak veya soğuk yemeklerin
    yenildiği yer.
    birahaneci * Birahane işleten kimse.
    biralık * Bira yapmakta kullanılan.
    biraz * Kısa bir süre için.
    * Yeterince değil, yeter ölçüde değil.
    * Az miktarda, çok değil.
    birazcık * Pek az, çok az.
    birazdan * Az sonra.
    birazı * Bir parça.
    birbiri * Karşılıklı olarak biri ötekini, öteki de onu.
    * Biri diğerinin yanısıra.
    birbiri için yaratılmışolmak * birbiriyle çok iyi anlaşmak.
    birbiri üstüne gelmek * arkasıarkasına, ara vermeden.
    birbirine düşmek * aralarıaçılmak, aralarında anlaşmazlık çıkmak.
    birbirine girmek * kavga etmek, dövüşmek.
    * karışmak.
    * (iplik vb. için) dolaşmak, çözülmeyecek duruma gelmek.
    birbirine katmak * aralarınıaçmak, aralarını bozmak, olay çıkarmak.
    birbirini tutmaz * birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız.
    birbirini yemek * iki veya daha çok kimse birbiriyle uğraşmak, birbirine kötülük etmek.
    birbirinin ağzına girmek * birbirine çok düşkün olmak.
    birbirinin ağzına tükürmek * bir sorunda, bir olayda sözleşmişgibi, ağız birliği yapmak.
    birbirinin gözünü çıkarmak * kıyasıya dövüşmek.
    birbirinin gözünü oymak * aralarında aşırı geçimsizlik olmak.
    birci * Tekçi, monist.
    bircilik * Tekçilik, monizm.
    birçoğu * Çok sayıda olan kimse veya şey.
    birçok * Oldukça çok, sayısı belirsiz, bir hayli, müteaddit.
    birden * Bir defada, hepsi bir arada.
    * Ansızın, hemencecik.
    * Birlikte, beraberce.
    birdenbire * Ansızın, hemencecik, beklenmedik bir sırada.
    birdirbir * Oyuncuların birbirinin üstünden atlayarak oynadıkları bir oyun.
    bire … vermek * (buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için) toprak, kullanılan tohumun belli bir katıkadar ürün vermek.
    bire beşkatmak * eklemek, abartmak, bire bin katmak.
    bire bin katmak * çok abartmak.
    bire bir * Verilen ölçüdeki karşılık, miktar.
    bire bir eşleme * İki kümenin elemanlarıarasında, bir elemana karşı, bir eleman alınarak yapılan eşleme.
    birebir * Etkisi kesin olan.
    * İstenildiği gibi, uygun.
    birebir gelmek * etkisini hemen ve kesin olarak göstermek.
    birer * Bir sayısının üleştirme sayısıfatı, her birine bir.
    birer birer * Her biri ayrı olarak.
    birer ikişer * Tek veya birkaçı birlikte olarak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 72

    bireşim * Parçaların veya ögelerin bir araya getirilip bir bütün olarak birleştirilmesi.
    * Bu biçimde oluşan bütün.
    * Element veya başka maddeleri bir araya getirerek, sun’î olarak bileşik cisimler oluşturma, sentez.
    * Yalından karmaşık olana, küllîden cüz’îye, zorunludan olasıya, ilkeden onun uygulanmasına, genel yasadan
    bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden düşünme biçimi, terkip, sentez.
    bireşimli * Bireşim yolu ile elde edilen, sentetik.
    birey * Kendine özgü nitelikleri yitirmeden bölünemeyen tek varlık, fert.
    * Bir türün kapsamı içine giren somut varlık.
    * Doğa bilgisinde türü oluşturan tek varlıklardan her biri.
    * Toplumları oluşturan ve düşünsel, duygusal, iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her
    biri, fert.
    * İnsan topluluklarını oluşturan, insanların benzer yanlarınıkendinde taşımakla birlikte, kendine özgü ayırıcı
    özellikleri de bulunan tek can, fert.
    birey oluş * Yumurtanın döllenmesinden bireyin yetkin duruma gelmesine kadar geçirdiği gelişim evrelerinin bütünü,
    ontogenez, soy oluşkarşıtı.
    birey üstü * Tek bir bireyi aşan.
    * Genellikle fertlerin çevresini aşan, bireylerin bilincinden bağımsız olan.
    bireyci * Kişi haklarınısavunan.
    * Bireycilikten yana olan, ferdiyetçi.
    bireycilik * Bireylerin yararlarınıtoplumsal yararlardan daha üstün veya daha önemli sayan öğreti, tutum veya
    politikaların genel adı, ferdiyetçilik, individüalizm.
    * Bütüne, genele değil de, bireye, tek olana üstünlük tanıyan görüş, ferdiyetçilik, individüalizm.
    bireyleşme * Türle ilgili bir örneğin bireyde gerçekleşmesi.
    * Bağımsız kişiliğe varan gelişme süreci.
    bireyleştirme * Bireye özgü kılma.
    bireyleştirmek * Bireye özgü kılmak, başkalarından ayırmak.
    bireylik * Bir kimseyi dışgözlemciler gözünde benzersiz, tek kılan özellikler veya bunların tek biçimi, ferdiyet.
    * Bireyi benzerlerinden ayıran niteliklerin bütünü.
    bireysel * Bireyle ilgili olan, bireye özgü olan, ferdî.
    bireyselleştirme * Bireysel duruma getirme.
    * Ancak ortaklaşa ve genel olarak var olan şeyi bireylere uygulama ve yayma.
    * İnsanların doğal, toplumsal ve tarihî gelişmesinden; kendine özgü olan şeylerin, özelliklerin, bireysel olanın
    çekilip çıkarılması.
    bireyselleştirmek * Bir şeyi ayrı olarak, bireysel olarak göz önüne almak.
    bireysellik * Birey olma olgusu.
    * Bir kişiyi benzerlerinden ayıran özelliklerin bütünü, ferdiyet.
    biri * Bir tanesi.
    * Bilinmeyen bir kimse.
    * Tamlanan olarak kullanılan bazı isim tamlamalarında tamlayanın küçümsendiğini, hor görüldüğünü anlatır.
    * Yüklem durumunda olan bir isim takımının belirtileni olarak kullanıldığında, belirtenin hor görüldüğünü
    anlatır.
    biri çok olmak * haddini aşarak karşısındakini usandırmak.
    biri eşikte biri beşikte * ufak cocuğu çok olan kimseler için söylenir.
    biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar * bir şeyden yalnız bir veya birkaç kişi yararlanır da başkalarına yararlanma imkânıverilmezse bundan büyük
    sorunlar çıkar.
    birice * En fazla, tek.
    biricik * Eşi, benzeri, ikincisi olmayan ve çok sevilen, tek, yegâne.
    birikim * Birikme, bir yerde toplanıp yığılma.
    * Gözlemler, deneyler sonucu elde edilmişşeylerin bütünü.
    * Toplumların kültürel varlıklarının gelişip genişlemesi ve uygarlık düzeyinin yükselmesi süreci.
    * Mal ve paranın toplanıp çoğalma süreci.
    * Herhangi bir aşınma sürecinde veya taşıma işi yapılırken alüvyonlu maddelerin bırakılması.
    birikinti * Bir yerde kendi kendine birikmişolan şey.
    birikinti konisi * Dağlık bölgelerden veya yamaçlardan suların getirdiği kum veya taşparçalarının bir düzlükte oluşturduğu
    yelpaze biçimindeki yığın.
    birikiş * Birikme işi veya biçimi.
    birikişme * Birikişmek işi.
    birikişmek * Bir yere toplanmak, bir araya gelmek.
    birikme * Toplanıp yığılma.
    birikme havzası * Kar ve yağmur sularının biriktiği bölge.
    birikmek * Toplanıp yığılmak.
    * Birbirine eklenip çoğalmak.
    biriktirim * Biriktirme.
    biriktirme * Biriktirmek işi, tasarruf.
    biriktirmek * Toplayıp yığmak.
    * Bir şeyi, parayıölçülü kullanarak artırmak, tasarruf etmek.
    * Öğrenme, yarar sağlama gibi sebeplerle bazınesneleri bir araya getirmek, koleksiyon yapmak.
    birileri * Bazıkimseler.
    birim * Bir kümenin her elemanıveya bir çokluğu oluşturan varlıkların her biri, ünite.
    * Bir niceliği ölçmek için kendi cinsinden örnek seçilen değişmez parça, vahit.
    * Herhangi bir kuruluştaki alt bölümlerden her biri.
    * Dilin, oluşturduğu yapı içinde, belli bir düzlemde yer alan öbür ögelerle kurduğu bağıntılarla tanımlanan
    ayrınitelikli öge, ünite.
    birimci ekonomi * Birime bağlı ekonomi.
    birimler bölüğü * Birden dokuz yüz doksan dokuza kadar olan sayılar bölüğü.
    birincasıf * Birleşikgillerden hekimlikte kullanılan bir bitki.
    birinci * Bir sayısının sıra sıfatı.
    * Zaman, yer, sıra bakımından başkalarından önce gelen.
    * Sırada, önem sırasında en üstün olan kimse.
    * (ulaşım araçlarında) Mevki, sınıf, orun.
    birinci çağ * Yeryüzünün yaklaşık üç yüz milyon yıllık çağı, paleozoik.
    birinci gelmek (veya çıkmak) * birçoklarıarasında en iyi olarak seçilmek.
    birinci olmak * başta gelmek, önde gelmek.
    birinci orun * (tren, vapur, uçak vb.) Birinci mevki.
    birinci zar * Yemişlerin derisi, dışkabuk, meyve dışı.
    birincil * Sırada, önemde ilk yeri alan, ana, temel, esas.
    birincil grup * İçten, samimî, yüz yüze ilişkilere dayanan iki veya daha çok insandan meydana gelen topluluk.
    birincilik * Birinci olma durumu.
    * (çoğul durumda) Şampiyonluk için yapılan yarışmalar.
    birincivasıf * Birleşikgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki.
    birinden) buz gibi soğumak * birinden tiksinmek.
    birinin başına dikilmek * birinin yanından uzaklaşmamak, onu denetim altında bulundurmak.
    * bir işi yaptırmak için yanında ayakta durmak.
    * bir şeyin yanında ve ayakta beklemek.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 73

    birinin çanına ot tıkmak (tıkamak veya tıkanmak) * sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma getirmek (getirilmek), susturmak.
    birisi * Bilinmeyen bir kimse.
    birisinden biri * içlerinden biri, birkaç kişiden herhangi biri.
    birkaç * Çok olmayan, az sayıda, az.
    birkaçı * Az sayıda olan kimse veya şey.
    birleme * Bir etme, tek duruma getirme.
    * Tanrı’nın birliğini dile getirme, tevhit.
    birlemek * Bir etmek, tek duruma getirmek.
    * Tanrı’nın birliğini dile getirmek, zikretmek.
    birler * Ondalık sayısistemine göre yazılan bir tam sayıda sağdan sola doğru ilk sayının bulunduğu basamak.
    birleşen * Birbirini kesen, bir noktada kesişen (doğru, yay).
    birleşik * Bir araya gelmiş, birleşmişolan, müttehit.
    birleşik cümle * Birkaç yan cümle veya ara cümle ile bir temel cümleden kurulan cümle.
    birleşik fiil * İsim soyundan bir kelime ile biçim veya anlam bakımından kaynaşıp bütünleşen fiil: Reddetmek,
    hissetmek, kaybolmak, bakakalmak, hasta olmak, tedavi etmek gibi.
    birleşik isim * Birleşik kelime biçiminde belirli kurallar içinde kalıplaşmışisim: Aslanağzı, başşehir, kaptıkaçtı, gecekondu
    gibi.
    birleşik kap * Alt tarafından birleştirilmişkaplardan her biri.
    birleşik kaplar * Alt taraflarından değişik boyut ve kesitlerde borularla birleştirilmişsistem.
    birleşik kelime * Ses düşmesi, ses türemesi, kelime türünün değişmesi, üzerindeki ekin görevini kaybetmesi veya anlam
    kaymasıdolayısıyla aralarına ek girmeyerek kalıplaşmışiki veya daha çok sözden oluşan kelime: pazartesi (< pazar
    ertesi), hissetmek (< hiss etmek), ayakkabı(< ayak kabı), delikanlı(<deli kanlı), kaptıkaçtı(< kaptıkaçtı) gibi.
    birleşik oturum * Bir arada yapılan oturum.
    birleşik oy pusulası * Seçime katılan bütün partilerin adaylarınıayrıayrı gösteren oy pusulası.
    birleşik zaman * Yalın zamanlıve çekimli bir fiilin -di (i-di), -miş(i-miş,), -se (i-se) gibi ek fiil eklerinden birini alarak
    bildirdiği zaman: Sevdiydi (sevdi-y-di <sevdi+i-di), sevecekmiş(sev-ecek-miş< sev-ecek + i-miş) sev-er-se (sev-erse
    < sev-er + ise) gibi.
    birleşilme * Birleşilmek işi veya durumu.
    birleşilmek * Birleşmek işi yapılmak, bir araya gelinmek, buluşulmak.
    birleşim * Birleşmek işi.
    * Bir meclisin bir gün içindeki toplanmaları, inikat.
    * Döllenmek için erkekle dişi hayvanın bir araya gelmesi.
    birleşme * Birleşmek işi.
    birleşme değeri * Basit bir cismin bir atomu ile birleşebilecek olan hidrojen atomlarının en yüksek miktarı.
    birleşmek * Ayrı iken tek bir bütün durumuna gelmek.
    * Buluşmak, bir araya gelmek.
    * Uyuşmak, aynı görüşte olmak.
    * Aynıamaç çevresinde toplanmak.
    * Kaynaşmak.
    * Cinsel ilişkide bulunmak.
    birleştirici * Birliği sağlayan.
    * Uzlaşmayısağlayan.
    * İki veya daha çok nesnenin birleşmesini sağlayan.
    birleştirme * Birleştirmek işi veya durumu.
    birleştirmek * Bir araya getirmek.
    birli * İskambil, domino gibi oyunlarda bir işaretini taşıyan kâğıt veya pul, as.
    birlik * Tek, bir olma durumu, vahdaniyet.
    * Bir taneden oluşmuş, bir tane alabilen.
    * Birleşmiş, bir arada olma durumu, vahdet.
    * Bağlılık, benzerlik, bağlantı, vahdet.
    * Belli bir topluluğun yararlarınıkorumak için kurulmuşdernek.
    * Askerlikte bölük, tabur, alay gibi bir bütün sayılan topluluk.
    * Konunun bir ana düşünce çevresinde toplanması.
    * Bölünmezliği içeren yalın bütün.
    * En büyük değerdeki nota, dört dörtlük.
    birlik olmak * bir işi yapmak için anlaşmak.
    birlikte * Bir arada, beraberce.
    * Yanında, beraberinde.
    birliktelik * Birlikte olma durumu.
    birlikten kuvvet doğar * toplu veya beraber davranmak daha büyük güç sağlar.
    birsam * Sanrı, halüsinasyon.
    birtakım * Belirsiz olarak çokluğu anlatır (nitelediği isim çokluk biçimde olur), kimi, bazı.
    birun * Osmanlısarayında Harem dairesinin ve Enderun’un dışında kalan bölüm.
    biryan * Tandırda susuz pişirilen kebap.
    biryan pilâvı * Biryan yağı ile pişirilen pilâv.
    biryan yağı * Tandırda susuz pişirilerek yapılan kebaptan çıkan yağ.
    biryancı * Biryan yapan veya satan kimse.
    bisiklet * Tekerleğin ayakla çevrilmesiyle hareket eden iki tekerlekli taşıt, çiftteker.
    bisiklet yolu * Trafikte bisikletlerin geçmesine ayrılmışdar yol.
    bisikletçi * Bisikletle spor yapan kimse, çifttekerci.
    bisikletçilik * Bisikletle yapılan spor, çifttekercilik.
    * Bisiklet satma, onarma işi.
    bisikletli * Bisikleti olan.
    bisikletsiz * Bisikleti olmayan.
    bisküvi * Un, süt, şeker veya tuzla yapılan ince, gevrek kuru pasta türü.
    bismillâh * “Allah’ın adı ile” anlamında, bir işe başlarken söylenen veya şaşırma, korku gibi duyguları belirten söz.
    bismillah demek * bir işe uğurlu olmasıdileği ile başlamak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 74

    bistro * İçkili kahve, küçük lokanta.
    bisturi * Neşter.
    bisülfat * Hidrojenli sülfatlara verilen ad.
    bisülfür * Molekülünde iki kükürt atomu bulunduran birleşik.
    bişek * Yayık dövmede kullanılan araç.
    bişi * Çörek, tatlı bir ekmek türü.
    bit * Yarım kanatlılar alt takımına giren, insan ve memeli hayvanların vücudunda asalak olarak yaşayan böcek,
    kehle (Pediculus).
    bit kadar * en küçük, en ufak, çok küçük.
    bit otu * Sıracagillerden, birçok çeşitleri bulunan ve kuzey yarım kürede yetişen bir bitki.
    * Bitlere karşıkullanılan bir madde.
    bit yeniği * Bir işin gizli kalmışkötü ve aksak yanı, kuşkulu bir nokta.
    bîtap * Bitkin, yorgun.
    bîtap düşmek * çok yorulmak, yorgun düşmek.
    bîtaraf * Yansız, tarafsız.
    bîtaraflık * Yansız olma durumu, yansızca davranış.
    bitek * Bol ve iyi bitki yetiştiren, verimli (toprak), mümbit.
    bitelge * Toprağın bitki yetiştirme gücü.
    bitevi * Bkz. biteviye.
    biteviye * Aynı biçimde, sürekli olarak.
    biteviyelik * Aynı biçimde sürüp gitme durumu.
    bitey * Bitki örtüsü, flora.
    biti kanlanmak * sıkıntı içinde yaşayan bir kişi para ve varlık yönünden güçlenmek.
    bitik * Yorgunluk veya hastalıktan gücü kalmamış.
    * Durumu kötü, fena.
    * Yapışık, dolaşık,ekli.
    bitiklik * Bitik olma durumu.
    bitim * Bitmek işi.
    * Son, nihayet, münteha.
    bitimli * Sonu olan, sonlu.
    bitimsiz * Sonu olmayan, sınırlandırılıp belirlenmeyen, namütenahi.
    bitirilme * Bitirilmek durumu.
    bitirilmek * Bitirmek işine konu olmak.
    bitirim * Çok hoşa giden (kimse, yer).
    * Barbut oynatılan yer, kahve, kumarhane.
    * Yaman, zeki, çok beğenilen.
    bitirim yeri * Kumarhane.
    bitirimci * Barbut kahvesi işleten, barbut oynatan kimse.
    bitirimhane * Kumar oynanan yer, kumarhane.
    bitirişyemi * Et üretimi için beslenen hayvanlara belirli bir devreden itibaren besi sonuna kadar yedirilen ve enerji değeri
    daha yüksek olan karma yem.
    bitirme * Bitirmek işi, itmam, mezuniyet.
    bitirme fiili * Etmiş biçimindeki sıfat-fiille ve olmak yardımcısıyla yapılan ve fiilin, yardımcıfiilin işaret ettiği zamandan
    önce olup bittiğini anlatan birleşik fiil.
    bitirmek * Bitmesini sağlamak,sona erdirmek, tüketmek, tamamlamak, sonuçlandırmak.
    * Güçsüz düşürmek, bitkin duruma getirmek, yormak.
    * Onulmaz duruma getirmek, mahvetmek.
    bitirmiş * Bir bilim dalında veya başka bir alanda bilginin doruğuna ulaşmış(kimse).
    * Bilgili, açıkgöz.
    bitiş * Bitmek işi veya biçimi, bitme, sona erme.
    bitişik * Birbirine dokunacak kadar yakınlaşmışveya yan yana olan.
    * Yandaki ev, komşu.
    * Yan, yandaki.
    bitişik çanak yapraklılar * Çanak yaprakları birbirine bitişmiş bulunan bitkiler.
    bitişik taç yapraklılar * Taç yaprakları birbirleriyle yandan bitişik olan bitkiler.
    bitişiklik * Bitişik olma durumu.
    bitişimli * Bitişken.
    bitişken * Kelime üretim ve çekiminde ekler getirilirken kökü veya gövdesi değişikliğe uğramayan (dil), iltisakî.
    bitişken dil * Kelime kökleri değişmeyen, eklerle türetilen dil.
    bitişkenlik * Bitişken olma durumu.
    * Yeni bir kelime türetmek için köklere ek getirme özelliği.
    bitişme * Bitişmek işi, ittisal.
    bitişmek * Birbirine dokunacak kadar yanaşmak.
    bitiştirme * Bitiştirmek işi.
    bitiştirmek * Bitişmesini sağlamak.