Kategoriler
B - Sözlük SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük B Sayfa 82

boncuk fasulye * Bir tür iri taneli fasulye.
boncuk gibi * küçücük (göz).
boncuk mavisi * Yeşile çalan bir mavi.
boncuk tutkalı * Boncuk biçiminde glüten tutkalı.
boncukçu * Boncuk yapan veya satan kimse.
boncukçuluk * Boncukçunun işi veya mesleği.
boncuklanış * Boncuklanmak işi veya durumu.
boncuklanma * Boncuklanmak işi.
boncuklanmak * Gözyaşı, çiy, ter boncuk biçiminde yuvarlak taneler oluşmak.
boncuklaşma * Boncuklaşmak işi.
boncuklaşmak * Boncuk biçimini almak.
boncuklu * Boncuğu olan, boncukla süslenmiş.
boncukluk * Boncuk olmaya elverişli (nesne).
boncuksuz * Boncuğu olmayan.
bone * Düz veya kıvrımlıher çeşit yumuşak kumaşvb. maddeden yapılan başlık.
bonfile * Kasaplık hayvanlarda karnın içinde, bel kemiğinin iki yanından aşağıya doğru uzanan ve yumuşaklığı
dolayısıyla beğenilen et bölümü.
bonfilelik * Bonfile yapmaya elverişli (et).
bonjur * Günaydın.
* Uzun siyah ceketle, çizgili pantolondan oluşan erkek giysisi.
bonkör * İyi yürekli.
* Eli açık, cömert.
bonkörlük * İyi yüreklilik, eli açıklık, cömertlik.
bonmarşe * İçinde her türlü giyim, süs eşyası oyuncak vb. satılan büyük mağaza.
bono * Belirli bir sürenin sonunda, belirli bir paranın, belirli bir kimseye ödeneceğini belirten senet.
bono kırdırmak * bir bonoyu, süresi dolmadan, eksiğine paraya çevirmek.
bono vermek * borç alındığını gösteren vadeli senedi imzalayıp teslim etmek.
bonservis * Çalıştığıyerden ayrılırken görevini iyi yaptığını belirtmek amacıyla birine verilen belge, temiz işkâğıdı.
bop * Poker oyununda, oyuna girmek için ortaya konması gereken en az miktar.
bopluk * Bop tutarında olma.
bopstil * Züppece giyiniş biçimi.
* Bu biçimde giyinen kimse.
bor * İşlenmemiş, taşlık, sert, ekilmemiş(toprak).
bor * Atom sayısı5, atom ağırlığı10,8 olan, tabiatta bor asidi veya boratlar durumunda bulunan, yoğunluğu 2.45
olan basit element. Kısaltması b.
bora * Genellikle arkasından yağmur getiren sert ve geçici yel.
bora gibi * çok sert, öfkeli, şiddetli.
borak * Bor (I).
boraks * Yoğunlaşmış bir borik asitten türeyen sodyum tuzu.
boralı * Yağmurlu, sert rüzgârlıve soğuk havalı.
boran * Rüzgâr şimşek ve gök gürültüsü ile ortaya çıkan sağnak yağışlıhava olayı.
borani * Pirinçli, yumurtalıve yoğurtlu ıspanak veya benzeri sebze yemeği.
borasit * Sert billûr veya yumuşak beyaz kütle durumunda bulunan magnezyum boratı.
borat * Bor asidi ile bir oksidin birleşmesinden oluşan tuz.
borazan * Üfleyerek çalınan, perdesiz çalgı, boru.
* Bu boruyu çalan kimse.
borazancı * Borazan çalan kimse.
borazancı başı * Birçok borazancının başı olan borazancı.
borazancılık * Borazancının işi.
borca almak * veresiye almak.
borca batmak * çok borçlu olmak.
borca girmek * borçlanmak, borç para almak.
borcunu bilmek * borcunu zamanında öder olmak.
borcunu bilmek (veya saymak) * bir şey yapmayıyerine getirilmesi gereken bir işolarak değerlendirmek.
borcunu kapatmak (veya borçtan kurtulmak) * borcunu ödeyip bitirmek.
borç * Ödenmesi gerekli para veya başka bir şey.
* Birine karşı bir şeyi yerine getirme, gerekliği, yükümlülük, vecibe.

Bir yanıt yazın