Kategori: C

C Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük C Sayfa 8

    casusluk * Casus olma durumu, çaşıtlık.
    casusluk etmek * casus olarak çalışmak.
    cav * Bkz. çağ(II).
    cavalacoz * Değersiz, önemsiz, derme çatma.
    cavlağıçekmek * ölmek.
    cavlak * Çıplak, tüysüz.
    cavlaklık * Cavlak olma durumu, çıplaklık.
    cavlama * Cavlamak işi.
    cavlamak * Kavlamak, tüyünü dökmek, çıplak kalmak.
    cavlamak * Ölmek.
    caydırıcı * Kararından, sözünden döndürücü.
    caydırıcılık * Caydırıcı olma durumu.
    caydırılmak * Caymasısağlanmak, kararından döndürülmek, vazgeçirilmek.
    caydırış * Caydırmak işi veya biçimi.
    caydırma * Caydırmak işi.
    caydırmak * Caymasını sağlamak, kararından döndürmek, vazgeçirmek.
    caygın * Vazgeçip işin ardını bırakan, dönek.
    cayır cayır * Bir cismin çabuk ve şiddetle yandığını, yırtıldığınıanlatmak için kullanılır.
    * Şiddetli, etkili olarak.
    cayırdama * Cayırdamak işi.
    cayırdamak * (nesneler için) Ses çıkararak yanmak veya yırtılmak.
    cayırdatma * Cayırdatmak işi.
    cayırdatmak * (nesneler için) Sert, uzun, gürültülü ses çıkartmak.
    cayırtı * Şiddetli yanma, yırtılma sesi, gürültü.
    cayırtıvermek * gürültü ile gözdağıvermek.
    cayırtıyı basmak (veya cayırtıkoparmak) * birdenbire bağırıp çağırmaya başlamak.
    cayış * Caymak işi veya biçimi.
    cayma * Caymak işi.
    caymak * Sözünden, kararından dönmek, vazgeçmek.
    caz * Başlangıçta Kuzey Amerika zencilerinin müziği iken sonraları bütün dünyada benimsenen bir müzik türü.
    * Caz müziği çalan orkestra.
    caz takımı * Caz müziği çalan orkestranın bütün çalgıları.
    cazbant * Caz müziği çalan orkestra.
    cazcı * Caz müziği çalan veya besteleyen kimse.
    cazcılık * Cazcının işi veya mesleği.
    cazgır * Güreşecek olan pehlivanlarıyüksek sesle izleyicilere tanıtan ve dualarını okuyarak onlarıalana süren kimse.
    * Fitneci.
    cazgırlık * Cazgır olma durumu.
    cazır cazır * (bir cismin kaynama ve yanmasını belirtirken) Güçlü ve sesli olarak.
    cazırdama * Cazırdamak işi.
    cazırdamak * Caz diye ses çıkarmak.
    cazırdatma * Cazırdatmak işi.
    cazırdatmak * Cazırdamasına yol açmak.
    cazırtı * Cazırdama sesi.
    cazibe * Alım, alımlılık, çekicilik, albeni.
    * Çekim.
    cazibe kanunu * Yer çekimini belirten kurallar bütünü.
    cazibedar * Çekiciliği olma, alımlı.
    cazibeleşme * Cazibeleşmek durumu.
    cazibeleşmek * Çekici, alımlıduruma gelmek.
    cazibeleştirmek * Çekici, alımlıduruma getirmek.
    cazibeli * Çekici, alımlı, albenili.
    * Önemli, ağırlığı olan.
    cazibesiz * Çekici olmayan, alımsız.
    cazip * İlgi uyandıran, çekici, elverişli.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 9

    cazipleşme * Cazipleşmek durumu.
    cazipleşmek * Cazip duruma gelmek.
    cazipleştirme * Cazipleştirmek durumu.
    cazipleştirmek * Cazip duruma getirmek.
    cazipli * Çekici, alımlı, albenili.
    caziplik * Cazip olma durumu.
    cazlı * Cazı olan.
    cazsız * Cazı olmayan.
    cazur cazur * Bkz. cazır cazır.
    Cb * Kolombiyum’un kısaltması.
    cc * Kemanın sırt ve göğüs tahtasını iki yanından C harfi biçiminde çenten oyuklar.
    Cd * Kadmiyum’un kısaltması.
    CD * Yabancıdevlet elçiliklerine ait arabaların plâkalarında kullanılan kısaltma.
    Ce * Seryum’un kısaltması.
    ce * Türk alfabesinin üçüncü harfinin adı.
    ce * Kucak çocuklarını, bebekleri eğlendirmek için çıkarılan ses.
    -ce * Bkz. -ca / -ce (I).
    -ce * Bkz. -ca / -ce (II).
    ce demeye mi geldin? * “Bu kadar az oturmaya mı geldin?” anlamında kullanılır.
    cebbar * Zorlayıcı, zorba.
    * Kudret sahibi, Tanrı.
    * Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.
    * Becerikli, açık göz (kadın).
    cebe * Zırh.
    * Silâh.
    cebeci * Yeniçeri ordusunda silâh yapan, onaran ve bakımı ile görevli bulunan; savaşta ordunun silâh ve
    cephanesini ulaştıran yaya kapıkulu ocaklarından bir sınıf asker.
    cebel * Dağ.
    * Sahipsiz, boştoprak.
    * Ekilmemiştarla, ekime elverişli olmayan yer.
    cebeli * Osmanlıİmparatorluğu döneminde, savaşsırasında tımar, zeamet sahiplerinin dirlikleri oranına göre
    yanlarında götürmekle yükümlü bulunduklarıatlıasker.
    * Aynıdönemde illerdeki atlı inzibat kuvveti.
    cebelleşme * Cebelleşmek işi.
    cebelleşmek * Uğraşmak, çekişmek; tartışmak, münakaşa etmek.
    cebellezi * Hakkı olmayan bir şeyi kendisine mal edip cebine koyma, cebine indirme.
    cebellezi etmek * cebine indirmek.
    ceberut * Tanrı’nın her şeyin üstünde olan kudreti.
    * (tasavvufta) Allah’a varmanın üçüncü basamağı.
    * (“büyük kudret” anlamından kayarak) Merhametsizlik, zorbalık.
    * Acımasız, merhametsiz, zorba.
    cebi delik * Tutumlu olmayan (kimse), savurgan.
    cebi delik (kimse) * para tutmayan, züğürt, parasız.
    cebi para görmek * parasıyokken para kazanmaya başlamak.
    cebin * Korkak.
    * Alın, yüz.
    cebinden çıkarmak * ondan çok üstün olmak.
    cebine indirmek (veya atmak) * (para için) hakkı olmadığıhâlde kendine mal etmek.
    cebini doldurmak * karşılaştığıelverişli durumlardan yararlanarak bol para kazanmak.
    cebir * Zor, zorlayış.
    cebir * Artıve eksi gerçek sayılarla, bunların yerini tutan harfler yardımıyla nicelikler arasında genel bağlantılar
    kuran matematik kolu.
    cebir kullanmak * bir işi yaptırmak için zora başvurmak.
    cebire * Kırık kemikleri yerinde tutmak için kullanılan tahta, mukavva veya tenekeden yapılmış, üzeri bezle
    kaplanan levha, süyek, koaptör.
    cebirsel * Cebirle ilgili.
    cebirsel deyim * Bilinen veya bilinmeyen büyüklük ölçüleri üzerinde, bunlara bağlı bir büyüklük ölçüsünü çıkarmak için
    gerekli işlemleri gösteren ve birbirine cebirsel işaretlerle bağlanan harf ve sayılar bütünü.
    cebirsel formül * Cebirsel deyim.
    cebirsel ifade * Cebirsel deyim.
    cebren * Zorla, zor kullanarak, zoraki.
    cebretme * Cebretmek işi.
    cebretmek * Zorlamak.
    cebrî * Zorla yapılan; zor kullanılarak yaptırılan.
    cebrî yürüyüş * Bir yere kuvvet yetiştirmek veya düşmandan önce varmak için yapılan sıkıyürüyüş.
    cebrinefs * Kendini zorlama, kendini tutma.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 10

    cebriye * Yazgıcılık, kadercilik, fatalizm.
    ceddine lânet (veya yedi ceddine lânet!) * “soyun sopunla birlikte Tanrıcezanızıversin!” anlamında ilenme bildiren söz.
    ceddine rahmet! * “aferin, bravo” veya “Tanrısenden razı olsun” anlamında kullanılır.
    Cedî * Oğlak burcu.
    cedit * Yeni.
    cedre * Guatr, guşa.
    cefa * Büyük sıkıntı, üzgü, eziyet.
    cefa çekmek (veya görmek) * üzüntü, sıkıntıçekmek.
    cefa etmek * üzmek, eziyet etmek.
    cefakâr * Cefalı.
    cefakeş * Cefa çeken, cefalı, sıkıntıya katlanan.
    cefalı * Sıkıntıya, eziyete katlanmışveya katlanan.
    cefaya katlanmak * sıkıntıveya üzüntüyü sabırla karşılayıp tahammül etmek.
    ceffelkalem * Hiç düşünüp taşınmadan, bir çırpıda.
    cehalet * Bilgisizlik, bilmezlik.
    cehdetme * Cehdetmek işi.
    cehdetmek * Çalışıp çabalamak.
    cehennem * Dinî inanışlara göre, kötülük yapanların öldükten sonra ceza görecekleri yer, tamu.
    * Çok sıkıntılıyer.
    cehennem azabı * Cehennemde uğranılacağına inanılan ceza.
    * Çok büyük sıkıntı, eziyet.
    cehennem gibi * çok sıcak.
    cehennem hayatı * Büyük sıkıntıve üzüntülerle dolu yaşayış.
    cehennem kütüğü * Cehennemde yanmaya yaraşır kimse.
    cehennem ol * defol!.
    cehennem olmak * defolmak.
    cehennem taşı * Gümüşün nitrik asitte ergitilmesiyle elde edilen, havaya dayanıklı, ışıkta bozulmayan beyaz kristal.
    cehennem zebanisi * Zalim, acımasız kimse.
    cehenneme kadar yolu var * “defolsun, istediği yere kadar gitsin, korkum yoktur” anlamında sövme.
    cehennemî * Cehennemle ilgili.
    * Üzücü, yakıcı, cehennem gibi.
    cehennemi boylamak * (sevilmeyen kimse için) ölmek.
    cehennemin bucağı(veya dibi) * çok uzak yer.
    cehennemin dibine gitmek * (kızılan kimse için) defolup gitmek.
    cehennemleşme * Cehennemleşmek durumu.
    cehennemleşmek * Cehenneme dönmek.
    * Aşırıüzüntü ve sıkıntıçekilen yer hâlini almak.
    cehennemlik * Öldükten sonra yerinin cehennem olacağısanılan, cehenneme lâyık (kimse).
    * Hamamın ocağı, külhan.
    * Modern ekmek fırınlarında ateşin bulunduğu en sıcak bölüm.
    cehil * Bilgisizlik, bilmezlik.
    cehre * Pamuk, yün, ipek gibi şeyleri eğirip iplik durumuna getirmeye yarar araç, iğ.
    cehri * Kök boyası gillerden, meyve, kabuk veya odunundan güzel kırmızırenk elde edilen bir kök (Rhamnus
    infectorius).
    ceht * Çaba, çabalama.
    -cek * Bkz. -cak / -cek.
    ceket * Erkeklerin ve kadınların giydiği, genellikle önden düğmeli, kalçayıörten, kollu giysi.
    ceketatay * Bkz. Jaketatay.
    celâdet * Yiğitlik, kahramanlık.
    celâl * Büyüklük, ululuk.
    * Öfke, kızgınlık.
    Celâlî * İlk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde ortaya çıkıp devlete isyan eden Bozoklu Derviş celâl’in
    adamlarına ve ondan yana olanlara, sonralarıda türeyen bütün eşkıyaya verilen ad.
    Celâlîlik * Celâlî olma durumu.
    celâllenme * Celâllenmek işi.
    celâllenmek * Öfkelenmek, kızmak.
    celâlli * Sert ve öfkeli (kimse).
    * Hırçın, coşkun.
    celâllice * Celâlli gibi, celâlliye benzer.
    celbe * Avcıçantası.