-cil | * -cıl / -cil. |
cilâ | * Bir şeyi parlatmak için kullanılan kimyasal birleşik. * Parlaklık. * Gereksiz süs, gösteriş. |
cilâ topu | * Cilâ eriyiğini yüzeye sürtmede kullanılan, dışıdokuma bezden, içi yıkanmışyün veya pamuktan hazırlanan topaç. |
cilâ vermek | * aydınlatmak. |
cilâ yağı | * Cilâ topunun, cilâlanacak yüzeyde kolayca kaymasınısağlayan, asitsiz, renksiz ve reçinesiz ince yağ. |
cilâcı | * Cilâ yapan, eşyaya cilâ vuran kimse. |
cilâcılık | * Eşyaya cilâ vurma işi. |
cilâlama | * Cilâlamak işi. |
cilâlamak | * Cilâ sürmek, cilâ vurmak. * Pürüzünü gidererek parlatmak. * Neşesini artırmak. |
cilâlanma | * Cilâlanmak işi. |
cilâlanmak | * Cilâlamak işine konu olmak. |
cilâlatma | * Cilâlatmak işi. |
cilâlatmak | * Cilâlamak işini yaptırmak. |
cilâlı | * Cilâsı olan, cilâ sürülmüş, cilâ ile parlatılmış, mücellâ. |
CilâlıTaşDevri | * Tarihten önceki zamanların ayrıldığıüç devirden biri. |
cilâsız | * Cilâ sürülmemişveya cilâsıkalmamışolan. |
cilâsun | * Yiğit, eli çabuk, becerikli kimse. |
cilban | * Çok küçük taneli fasulye. |
cilbent | * Klâsör. |
cildiye | * Deri hastalıkları, dermatoloji. |
cildiyeci | * Deri hastalıklarıuzmanı, dermatolog. |
cildiyecilik | * Cildiyeci olma durumu. |
cilt | * Deri, ten. * Formalarıveya yaprakları birbirine dikilerek veya yapıştırılarak bir kitaba geçirilen deri, bez veya kâğıtla kaplıkapak. * Bir eserin ayrıayrı basılan bölümlerinden her biri. |
cilt evi | * Cilt işleri yapan dükkân, ciltçi. |
cilt kapağı | * Forma veya fasikül hâlinde yayımlanan eserlerin bir örnek ciltlenip kullanılması için hazırlanan bez veya plâstik kaplanmışkalın karton. |
ciltçi | * Kitaplarıciltleyen kimse, mücellit. * Cilt evi. |
ciltçilik | * Ciltçinin işi, mücellitlik. |
ciltleme | * Ciltlemek işi. |
ciltlemek | * Kitaba cilt yapmak. |
ciltlenme | * Ciltlenmek işi. |
ciltlenmek | * Ciltlemek işi yapılmak. |
ciltletme | * Ciltletmek işi. |
ciltletmek | * Ciltlemek işini yaptırmak. |
ciltli | * Ciltlenmişolan. |
ciltlik | * Cilt yapmaya yarayan malzeme. * Ciltlerden oluşan takım. |
ciltsiz | * Ciltlenmemişolan. |
cilve | * Hoşa gitmek için yapılan davranış, kırıtma, naz. * Görünme, ortaya çıkma, tecelli. |
cilve etmek (veya yapmak) | * nazlanmak, kırıtmak. |
cilvebaz | * Cilve yapan, cilveli davranan kimse. |
cilvekâr | * Cilveli. |
cilvelenme | * Cilvelenmek işi. |
cilvelenmek | * Cilve yapmak. |
cilveleşme | * Cilveleşmek işi. |
cilveleşmek | * Karşılıklıcilve yapmak. * Birbirine çok yakın arkadaşmışgibi takılmak. |
cilveli | * Cilvesi olan, cilve yapan, cilvekâr. |
cilvesiz | * Cilvesi olmayan. |
cim | * Arap alfabesinde c sesini gösteren harfin adı. |
cim karnında bir nokta | * hiçbir bilgisi olmayan, cahil. * acemi, toy. |
cima | * (insanlarda) Çiftleşme, cinsel ilişki. |
cimbakuka | * Çelimsiz ve biçimsiz (kimse). |
Kategori: C
C Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük C Sayfa 21
-
Türkçe Sözlük C Sayfa 11
celep * Koyun, keçi, sığır gibi kesilecek hayvanların ticaretini yapan kimse.
* Topkapı, Galata, İbrahim Paşa ve Edirne saraylarına alınıp türlü devlet hizmetleri için aday olarak
yetiştirilen genç.celeplik * Koyun, keçi, sığır gibi kesilecek hayvanların ticaretini yapma işi. celî * Açık, aşikâr.
* Parlak, cilâlı.celî yazı * (Arap harfleriyle) Uzaktan okunacak biçimde istif edilmişiri sülüs levha yazısı. celil * Çok büyük, ulu.
* Tanrı’nın sıfatlarından biri.cellât * Ölüm cezasına çarptırılanlarıöldürmekle görevli olan kimse.
* Acımasız, katıyürekli, kolaylıkla suç işleyen, zalim.cellât gibi * acımasız. cellâtlık * Cellâdın görevi.
* Katıyüreklilik, zalimlik.celp * Getirtme, kendi üzerine çekme.
* Mahkeme tarafından dava edene, edilene veya tanıklara gönderilen çağrı belgesi.
* Askerlik ödevini yapmaya çağırma.celp etmek * kendine çekmek.
* getirmek.celp kâğıdı * Çağrıkâğıdı, çağrı belgesi, celpname. celpname * Celp kâğıdı, çağrı belgesi. celse * Oturum. celseyi açmak * oturumu açmak. celseyi tatil etmek * oturuma ara vermek. cemaat * Bir imama uyup namaz kılan kişiler.
* İnsan kalabalığı.
* Bir dinden veya bir soydan olanların topluluğu.cemaat ne kadar çok olsa (veya cami ne kadar büyük olsa) imam gene bildiğini okur * bir yetkili kimse, çevresindekilerin düşüncesi ne olursa olsun kendi istediğini yapmaya çalışır. cemaate uymak * içinde bulunulan bir topluluğa uyarak davranmak. cemaatimüslimin * Müslüman halk. cemaatle namaz kılmak * imama uyarak namaz kılmak. cemaatleşme * Cemaatleşmek işi veya durumu. cemaatleşmek * Cemaat hâline gelmek. cemaatli * Cemaati olan. cemaatsiz * Cemaati olmayan. cemaatsizlik * Cemaatsiz olma durumu. cemadat * Cansızlar, cansız varlıklar. cemal * Yüz güzelliği. cem’an * Toplayarak, toplam olarak, hepsi. cem’an yekûn * Toplam olarak, hepsinin tamamı. cemaziyülâhır * Ay takviminin altıncıayı, küçük tövbe ayı. cemaziyülevvel * Ay takviminin beşinci ayı, büyük tövbe ayı. cemaziyülevvelini bilmek * bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek. cembiye * Bir çeşit eğri kama, hançer. cembiyeli * Cembiyesi olan. cembiyesiz * Cembiyesi olmayan. cemetme * Cemetmek işi. cemetmek * Toplamak, bir araya getirmek. cemi * Bütün, hep, (bir şeyin) hepsi, (bir şeyin) tümü.
* Toplama.
* Toplama.
* Çoğul, çokluk.cemil * (erkek için) Güzel.
* Tanrı’nın sıfatlarından biri.cemile * (kadın için) Güzel.
* Gönül alıcıdavranış.cemilendirme * Çoğullandırma işi. cemilendirmek * Çoğullandırmak, çokluk hâline getirmek. cemilenme * Çoğullanma işi. cemilenmek * Çoğullanmak. cemiyet * Dernek.
* Topluluk, toplum.
* Düğün.
* Birbirine uygun veya zıt anlamlıkelimeleri tenasüp veya tezat sanatlarıyoluyla bir araya getirme.
* Bir olayıveya kişiyi kutlama amacıyla bir araya gelen topluluk.cemiyetli * Cemiyet içinde geçen, derli toplu, dağınık olmayan. cemre * Şubat ayında birer hafta aralıklarla önce havada, sonra suda ve en sonra toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık
yükselişi.cemre düşmek * sıcaklık yükselişi o hafta içindeki günde başlamak. cenabet * Cünüp.
* Pis, kötü, hoşlanılmayan kimse veya şey.Cenabıhak * Allah, Tanrı. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 12
cenah * Kuşkanadı.
* Kol, pazı.
* Yan, taraf.
* Savaşdüzenindeki ordunun iki yanından her biri.cenap * Saygı, onur ve büyüklük anlamıyla kullanılır. cenaze * Kefenlenip tabuta konmuş, gömülmeye hazırlanmışinsan ölüsü.
* Cenaze töreni.cenaze alayı * Ölüyü kaldırma töreni veya bu törende yer alan veya cenazeyi izleyen topluluk. cenaze duası * Cenaze defnedilirken okunan dua. cenaze gibi * benzi sararmış. cenaze levazımatı * Ölünün kefenlenmesi sırasında gerekli olan malzemeler. cenaze merasimi * Cenaze töreni. cenaze namazı * Cenaze gömülmeden önce musalla taşının üstüne konan tabutun önünde kılınan namaz. cenaze töreni * Cenaze namazından mezara kadar yapılan dinî tören. cenazeyi kaldırmak * ölüyü gömmek üzere götürmek; gömmek. cenbiye * Ağzıeğri bir tür Arap bıçağı. cendere * Bir şeyi sıkmak, ezmek gibi işlerde kullanılan mekanizma, pres.
* Manevî baskı.cendereleşme * Cendereleşmek işi. cendereleşmek * Manevî baskıaltında mücadele etmek. cendereye sokmak * manevî baskıaltına almak. Cenevizli * Ceneviz (bugünkü Cenova şehri) Cumhuriyeti halkından olan kimse. cengâver * Savaşçı.
* İyi dövüşen, dövüşçü, savaşkan, vuruşkan.cengâverce * Cengâvere yakışır biçimde. cengâverlik * Savaşçılık, savaşkanlık, dövüşçülük. cengel * Otlarla ve sık ağaçlarla örtülü genişHindistan ormanlarına verilen ad. cenin * Ana rahminde doğma zamanınıtamamlayamamışveya vaktinden önce düşmüşçocuk. ceninisakıt * Düşük. cenk * Savaş, kavga.
* Büyük çaba, uğraş, kavga; çekişme.cenk etmek * savaşmak, mücadele etmek. cenkçi * Savaşçı, kavgacı. cenkçilik * Cenkçi olma durumu. cenkleşme * Cenkleşmek işi. cenkleşmek * Savaşmak.
* Atışmak, çekişmek, münakaşa etmek.cennet * Dinî inanışlara göre, iyilik yapanların, günahsızların, öldükten sonra sonsuz bir mutluluğa kavuşacakları
yer; uçmak (II).
* Çok güzel, huzur veren yer.cennet balığı * Cennet balığı gillerden, mavi yeşil zemin üzerine bakır rengi çizgili tropikal balık (Macropodus
viridiauratus).cennet balığı giller * Kemikli balıklar takımının kefallar alt takımına giren bir familya. cennet biberi * Zencefilgillerden karabiber tadında bir bitki. cennet gibi * güzel, bakımlı(yer). cennet kuşu * Cennet kuşugillerden, tüyleri güzel renkli bir kuş(Paradisea apoda).
* Güzel, alımlıkadın.
* Henüz pek küçükken ölen bebek.cennet kuşugiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfının bir familyası. cennet öküzü * Yüreği temiz ama budala denecek kadar saf kimse. cennet taamı * Tadıçok güzel olan yemek veya yiyecek. cennete çevirmek * temiz, bakımlı, güzel bir yer durumuna getirmek. cennete dönmek * güzel, rahat yaşanılır, bakımlı bir yer durumuna gelmek. cennetleşme * Cennetleşmek durumu. cennetleşmek * Cennet durumuna girmek.
* Cennetin güzellikleriyle donanmak.cennetlik * Öldükten sonra yerinin cennet olacağına inanılan (kimse).
* (ölmüşkimse için) Yeri cennet olan, cennetmekân.cennetmekân * Cennetlik. centilmen * İyi arkadaşlık eden, saygılı, görgülü, kibar (erkek). centilmence * Centilmene yakışır (bir biçimde). centilmenlik * Centilmen olma durumu.
* Centilmene yakışır davranış.centilmenlik antlaşması * Hukukî ve resmî olmayan, ancak tarafların karşılıklı güvenlerine dayanan sözlü antlaşma. cenubî * Güneyle ilgili, güneye özgü olan, güney. cenup * Güney. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 13
cenuplu * Güneyli. cep * Genellikle bir şey koymaya yarar, giysinin belli bir yeri açılarak içine yerleştirilen astardan yapılmıştorba
veya giysinin üzerine konulan parça ile yapılmışyer.
* Belirtisiz isim tamlamasıyapısında, tamlayan görevinde “cebe sığabilecek boyda” anlamını verir.
* Savaşalanının bir yerinde düşmanın geriletilmesiyle ortaya çıkan taktik durum, çökertme.
* Trafiği kolaylaştırmak için yaya kaldırımlarında veya yollarda yapılan cep biçimindeki taşıt yanaşma yeri.
* Kablosuz telefon.cep defteri * Cebe sığabilecek büyüklükteki defter. cep feneri * Pille çalışan ve cepte taşınan küçük fener. cep harçlığı * Bir kimseye ufak tefek gündelik harcamalarıkarşılaması için verilen para. cep harçlığınıçıkarmak * günlük masrafınıkarşılayacak kadar kazanç sahibi olmak. cep kitabı * Cepte taşınacak, cebe girecek biçimde küçük kitap. cep saati * Cepte taşınan saat. cep sözlüğü * Cepte taşınabilecek ve günlük ihtiyaca hemen cevap verebilecek küçük sözlük. cep takvimi * Cepte taşınabilecek küçük boy takvim. cep telefonu * Cebe sığabilecek küçüklükte olan, taşınabilir, kablosuz telefon. cep televizyonu * Çok küçük boyutları olan veya cebe sığabilecek küçüklükteki televizyon. cepçi * Yankesici. cepçilik * Yankesicilik. cephane * Ateşli silâhlarla atılmak için hazırlanan her türlü patlayıcımadde. cephaneci * Kara, deniz ve hava birliklerinde cephanelik görevlisi veya sorumlusu olan kimse. cephanelik * Cephanenin saklanmasına yarar kapalıve korunmuşyer. cephe * (yapılarda) Yüz, alnaç.
* Üzerinde savaşın sürdüğü bölge.
* Yan, yön, taraf.
* Belli bir düşünce, istek çevresinde sağlanan beraberlik.cephe açmak * savaşolmayan bir bölgede, savaşa hazırlanmak ve başlamak. cephe almak * hasım durumu takınmak, bir düşünceye karşı olmak, direnmek. cephe gerisi * Savaşalanının gerisinde kalan bölge. cepheden cepheye koşmak * durmadan, değişik cephelerde savaşmak, yılmak bilmemek. cepheden hücuma geçmek * dolaşık yollara sapmadan, doğrudan doğruya konuyu ele alarak birine karşıçıkmak veya mücadeleyi açıktan
açığa yapmak.cephelenme * Cephelenmek işi. cephelenmek * Cephe oluşturmak. cepheleşme * Cepheleşmek işi. cepheleşmek * Bir düşünce, bir istek çevresinde birlik oluşturmak. cepheli * Yönlü, taraflı. cepken * Kollarıyırtmaçlıve uzun, harçla işlenmiş bir tür kısa, yakasız üst giysisi. cepleme * Ceplemek işi. ceplemek * Kazanmak, cebine indirmek. cepten aramak * bir kimseyi cep telefonundan aramak. cepten vermek * kendi kesesinden, kendi malından ödemek. cer * Çekme, sürükleyerek götürme. cer hocası * Taşrada imamlık yaparak para ve erzak toplayan genç medrese öğrencisi. cerahat * İrin.
* Yara.cerahatlenme * Cerahatlenmek işi. cerahatlenmek * (yara) İrin toplamak. cerahatli * İrin toplamış, irinli. cerahatsiz * İrin toplamamış, irinsiz. cerbeze * Güzel konuşma.
* Beceriklilik, girginlik.
* Kurnazlık, hilekârlık.cerbezeli * Girgin, kolaylıkla ve inandırıcısöz söyleyen, dilli. cereme * Başkasıtarafından yapılan veya kaza sonucu ortaya çıkan zararıödeme. ceremesini çekmek * başkasının yol açtığızararıödemek. ceren * Ceylan. cereyan * Bir yöne doğru akma, akış, akıntı.
* Akım.
* Bir şeyin gelişme, olma durumu.
* Aynıeğilimde olan, aynı görüşü paylaşan kimselerin oluşturduğu hareket.cereyan çarpmak * elektrik akımına tutulup etkisinde kalmak. cereyan etmek * geçmek, olmak, yapılmak. cereyana kapılmak * elektrik akımıyla çarpılmak.
* suyun akışı içinde kalıp sürüklenmek.
* bir eğilim, bir görüşhareketi içinde yer almak.cereyanda kalmak * kapalı bir yerde, karşılıklıaçık pencere veya kapıarasında meydana gelen hava akıntısında kalıp üşütmek. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 14
cereyanlı * Akıntılı.
* Akımlı.cerh * Yaralama.
* (bir düşünce, inanç, veya iddia için) Çürütme.cerh etmek * yaralamak.
* çürütmek.ceride * Gazete.
* Tutanak, kayıt defteri.
* Süvari kolu.ceriha * Yara. cerime * Cereme. Cermen * Bugünkü Almanya’yı, Bohemya ve Polonya’nın batı bölümünü kapsayan Cermanya’da M.Ö. 3. yüzyıldan 9.
yüzyıla kadar oturan halk veya bu halktan olan kimse.Cermen dilleri * Kuzey Avrupa’da konuşulan ve Hint-Avrupa dil ailesi içinde yer alan diller. cermen menteşe * Bina kapıları ile pencerelere takılan ve yapraklarımenteşe uzunluğunun yarısıkadar olan, sactan kıvrılarak
yapılmışmenteşe.Cermence * Cermen dili. cerrah * Operatör.
* Önemsiz yaraları iyileştiren kimse.cerrahî * Cerrahlıkla ilgili.
* Hekimliğin, ameliyatla tedavi yapan dalı.cerrahî müdahale * Ameliyat. cerrahlık * Cerrah olma durumu veya cerrahın mesleği. cerrar * Çekici, sürükleyici.
* Zorla para alan (kimse).
* Savaş araçlarıyla donatılmışkalabalık ordu.
* Dilenci.cerre çıkmak * (medreselerde okuyan softalar) para ve erzak toplamak için belli aylarda köylere dağılıp imamlık veya
müezzinlik yapmak.cesamet * Büyüklük, irilik. cesametli * Kocaman, iri. cesaret * Güç veya tehlikeli bir işe girişirken kişinin kendinde bulduğu güven; yüreklilik, yiğitlik, yürek ve göz
pekliği.
* Çekinmezlik, atılganlık.cesaret almak (veya bulmak) * herhangi bir durumdan, davranıştan güç almak. cesaret etmek * korkulması gereken bir işe korkmadan girişmek, göze almak. cesaret gelmek * yılgınlığı gitmek, yüreklenmek. cesaret göstermek * yürekli davranmak. cesaret vermek * birinin yılgınlığını gidermek, birini yüreklendirmek. cesarete gelmek * yılgınlığı gitmek, yüreklenmek. cesaretini kırmak * yürekliliğini gidermek, korkutmak. cesaretini toplamak * kendine güven duygusunu, yürekliliğini ve atılganlığını bir araya getirmek. cesaretlendirilme * Cesaretlendirilmek işi, yüreklendirilme. cesaretlendirilmek * Yüreklendirilmek. cesaretlendirme * Cesaretlendirmek işi, yüreklendirme, yiğitlendirme. cesaretlendirmek * Yüreklendirmek, yiğitlendirmek, cesaret vermek. cesaretlenme * Cesaretlenmek işi, yüreklenme, yiğitlenme. cesaretlenmek * Yılgınlığı gitmek, yüreklenmek, yiğitlenmek. cesaretli * Hiçbir şeyden korkusu olmayan, yürekli, yiğit. cesaretlilik * Cesaretli olma durumu, yüreklilik. cesaretsiz * Yüreksiz.
* Çekingen.cesaretsizlik * Cesaretsiz olma durumu, yüreksizlik. ceset * Ölü vücut, naaş. cesim * Büyük, iri, kocaman. ceste * “Azar azar”, “kısım kısım” anlamındaki ceste ceste ikilemesinde geçer. ceste ceste * Azar azar. cesur * Yürekli, cesaretli. cesurane * Cesaretle, yüreklice, yiğitçesine. cesurca * Cesura yakışan biçimde, cesur gibi. cesurluk * Yüreklilik, gözü pek olma durumu.
* Atılganlık.cet * Dede, büyük baba, ata. cetbecet * Atalardan beri, soyca. cetvel * Doğru çizgileri çizmeye yarayan, dereceli veya derecesiz, tahtadan, plâstikten veya madenden yapılmış araç,
çizgilik.
* Liste, çizelge.
* Ark, su kanalı.cevaben * Cevap olarak, karşılık olarak. cevabıdikmek (veya dayamak, yapıştırmak) * kesin, ters ve karşısındakinin beklemediği bir karşılık vermek. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 1
C * Karbon’un kısaltması.
* Elektrik kapasitesinin kısaltılması.c, C * Türk alfabesinin üçüncü harfi. Ce adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümlü katışık diş- dişeti
ünsüzünü gösterir.
* Nota işaretlerini harflerle gösterme yönteminde do sesini gösterir.
* Romen rakamlarında 100 sayısını gösterir.Ca * Kalsiyum’un kısaltması. -ca / -ce, -ça / -çe * Vurgusuz zarf eki: Kısa-ca, iyi-ce, açık-ça, mert-çe vb.; dil adlarıtüretir: Alman-ca, İngiliz-ce, Rus-ça, Türkçe vb. “bakımından” anlamına zarf türetir: Para-ca, yaş-ca vb. “-a göre” anlamına zarf türetir: Onlar-ca, biz-ce, ben-ce,
sen-ce vb. “tarafından” anlamına zarf türetir: Bakanlık-ça, hükümet-çe vb. “kadar” anlamına zarf türetir: Bun-ca, onca vb. sayıca eşitlik bildiren zarflar türetir: Yüzyıllar-ca, aylar-ca, günler-ce, binler-ce vb. topluluk beraberlik anlatan
zarflar türetir: Aile-ce, ev-ce, köy-ce vb.-ca / -ce, -ça / -çe * Sıfatlardan küçültme sıfatlarıtüreten ek: Sarışın-ca, esmer-ce, soluk-ça, sert-çe vb. caba * Bir şey ödemeden, para vermeden alınan şey, bedava.
* Fazla olarak, üstelik.cabadan * Bedava olarak, karşılıksız, fazladan. cacık * Yoğurt, ayran içine hıyar veya marul doğranarak yapılan, çoğu kez sarımsaklı, iştah açıcıyiyecek. cacık * Bir tür ot. -cacık / -cecik * Zarf türeten ek (vurgusuz): hemen-cecik, yavaş-çacık, usul-cacık vb. cadaloz * Çok konuşan, huysuz ve şirret (kadın, kocakarı). cadalozlaşma * Cadalozlaşmak işi. cadalozlaşmak * Cadaloz gibi davranmak. cadalozluk * Cadaloz olma durumu. cadde * Şehir içinde ana yol. caddeyi tutmak * herhangi bir sebeple bir yoldan geçişi engellemek, kapamak.
* (korkulu bir durumda) başınıalıp gitmek, uzaklaşmak.cadı * Geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğine inanılan hortlak.
* Huysuz, çirkin, ihtiyar kadın.
* Çok güzel göz.cadı gibi * saçı başıdağınık, tırnaklarıuzun ve pis kadınlar için kullanılır.
* çok becerikli.cadıkazanı * dedikodunun, fesadın çok olduğu yer. cadılaşma * Cadılaşmak işi. cadılaşmak * (kadın) Çirkinleşip huysuzlaşmak.
* Bitki bakımsızlıktan yabanîleşmek.cadılık * Cadıya yakışır davranış, huysuzluk. cadılık etmek * huysuzluk etmek, cadı gibi davranmak. cadısüpürgesi * Emeçleri özellikle dal uçlarındaki kabuk altında sıkı bir ağörerek çekirdekli yemişağaçlarının
çiçeklenmesine, dolayısıyla meyve verimine engel olan asklımantar (Taphrina cerasi).
* Bu mantarın yol açtığı bitki hastalığı.cafcaf * Gösteriş, şatafat.
* Ağız kalabalığı ile bir şeyi elde eden, şirret.cafcaflı * Gösterişli, fazla şık, şatafatlı.
* Karışık, gürültülü patırtılı, tehlikeli.Caferî * Şiîliğin bir kolu ve bu koldan olan kimse. cağ * Parmaklık, korkuluk. cağ * Büyük bez veya deri torba, cav. cağ * Lavabo, banyo.
* Hamam, duş, banyo vb. yerlerde atık suyun akmasınısağlayan zemindeki delik.cağlık * Dokumacılıkta, çözgü makinesinde çözgü ipliği bobinlerinin desen ve renk sırasına göre yerleştirildiği
sehpa.cahil * Öğrenim görmemiş, okumamış, bilgisiz.
* Belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan.
* Deneysiz, genç, toy (delikanlıveya kız).cahil kalmak * bilgi edinememek, bilgisi olmamak. cahilâne * Cahilce, cahile yakışır (biçimde). cahilce * Cahil gibi, cahile yakışır (biçimde). cahiliye * Araplarda Müslümanlıktan önceki çağ. cahiliyet * Cahillik, bilgisizlik. cahillik * Cahil olma durumu, bilgisizlik.
* Gençlik, toyluk, deneysizlik ve bu yüzden işlenen kusur.cahillik etmek * bilgisizliğini göstermek.
* gençlik, toyluk, deneysizlik yüzünden kusur işleme.caiz * Din, yasa, töre veya başka bakımdan işlenmesinde, yapılmasında sakınca olmayan, yapılıp işlenmesine izin
verilen, uygun, yerinde sayılan, yakışık olan.caize * Şairlerin kasidelerle övdükleri büyükler tarafından kendilerine verilen bahşiş.
* Yazıda bir sözün olduğu gibi tekrarlandığını göstermek için alt hizasına konulan tırnak biçimindeki
noktalama işareti.
* Yol yiyeceği, azık.-cak / -cek, -çak / -çek * Küçültme isimleri türeten ek: Yavru-cak, kuzu-cak vb. caka * Gösteriş, çalım, kabadayılık, fiyaka. caka satmak * gösterişyapmak, çalım satmak. caka yapmak * gösterişli davranmak, fiyakalıdurumda olmak. cakacı * Caka yapmayıseven. cakacılık * Cakacı olma durumu veya cakalıdavranış. cakalanma * Caka satma. cakalanmak * Caka satmak. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 2
cakalı * Cakası olan, caka ile yapılan, gösterişli. cakasız * Cakası olmayan. calî * Yapmacıklı, düzme, sahte. calip * Celp eden, çeken, çekici. Calvinci * Bkz. Kalvenci. Calvincilik * Bkz. Kalvencilik. cam * Soda veya potas katılmışsilisli kumun ateşte eritilmesiyle yapılan sert, saydam ve çabuk kırılır cisim.
* Tümü veya bir bölümü bu maddeden yapılmış, sırça.
* Pencere.
* Kadeh, içki.cam çivisi * Yaklaşık çapları1 mm, boyları1,5-2,5 cm arasında değişen ince ve başsız tel çivi. cam evi * Cam takma işleri yapılan dükkân, camcı.
* Çerçevelerde camın yerleştirilmesi için açılan yiv.cam gibi * arkası görünen, saydam, şeffaf.
* (göz için) donuk, cansız.cam göz * Gözü takma olan.
* Aç gözlü, tamahkâr.cam kanatlılar * Kurtçukları, elma, kayın, kavak, meşe ve gürgen ağaçlarına zarar veren, kanatlarıcamsı, hortumları
körelmişkelebekler familyası.cam macunu * Camıyuvasına tutturmak ve yalıtkanlık sağlamak amacı ile kullanılan bezir yağıve üstübeç karışımı. cam mozaik * Renkli taşparçalarıyerine cam parçalarından yapılan mozaik. cam resim * Renkli camların kesilip birbirlerine kurşun çubuklarla bağlanması ile yapılan süs veya resim. cam suyu * Potas veya sodanın kuvars ile eritilmesinden elde edilen, ağacın böceklere ve ateşe direncini artıran renksiz
sıvı.cam yuvası * Cam evi. cam yünü * Çok ince, bükülebilir cam liflerinin oluşturduğu ısıve ses yalıtımında kullanılan madde. camadan * Çapraz düğmeli, ipek veya sırma işlemeli bir tür kısa yelek.
* Dört köşe yelkenleri boğarak yüzeylerini küçültme işi.camadan vurmak * fazla rüzgâra karşıyelkeni kasmak. camadanıfora etmek * bağlarıkoyuverip kısılmışyelkeni açmak. camadanlı * Camadan giymişolan. cambaz * Yerde ve tel, at, bisiklet vb. üzerinde dengeye dayanan, tehlikeli, heyecan verici gösterileri yapan kimse,
akrobat.
* At alıp satan veya yetiştiren kimse.
* Usta, becerikli kimse.
* Kurnaz, hileci.
* OsmanlıDevletinde atlı olan ve savaşlarda padişahın önünde düşmana karşı ilk saldırıya geçen birlik.cambazhane * Cambazların oyunlarını gösterdikleri yer. cambazlık * Cambazın işi veya mesleği, akrobatlık, akrobasi.
* At alıp satma veya yetiştirme işi.
* Kurnazlık, hilecilik.cambul cumbul * (yemek için) Çok sulu, suyu bol. camcı * Cam ticaretini veya cam takmayımeslek edinmişkimse.
* Evin içini pencereden gözetleyen kimse.camcıelması * Ucundaki küçük, dönebilen elmas parçası ile camıçizerek kesmeye yarayan araç. camcımacunu * Cam ile çerçeve arasındaki aralıklarıkapatmakta kullanılan ve kaba üstübeçle bezir yağından yapılan
hamur.camcılık * Cam alıp satma veya takma işi.
* Evin içini pencereden gözetleme.camekân * Göstermelik, satılık şeylerin sergilendiği camlı bölme veya yer, sergen, vitrin.
* Bir yeri, bir veya daha çok bölüme ayıran cam bölme, camlık.
* Ser (II).
* Hamamlarda soyunulan camlıyer.
* Gözlük.camekânlı * Camekanı olan (yer). camekânlıkutu * Televizyon. camekânsız * Camekânı olmayan. camgöbeği * Yeşile çalar mavi renk.
* Bu renkte olan.camgöz * Deniz kıyısına yakın yaşayan, boyu bir buçuk metre kadar olan, eti lezzetli bir tür köpek balığı(Galeius
canis).camgüzeli * Evlerde süs olarak yetiştirilen, pembe, kırmızıçiçekler açan bir tür kına çiçeği (Impatiens sultanı). camıçerçeveyi indirmek * etrafıkırıp dökmek, her şeyi parçalayıp dağıtmak. camız * Manda, su sığırı, kömüş. cami * Müslümanların hep birlikte namaz kılmak için toplandıklarıyer. cami * Toplayan, bir araya getiren.
* İçine alan, içinde bulunduran.cami yıkılmış, ama mihrabıyerinde * yaşlandığıhâlde güzelliği bozulmamış(kadın). camia * Topluluk, zümre. camit * Cansız.
* Donmuş.camlama * Camlamak işi. camlamak * Cam geçirmek, cam takmak. camlanma * Camlanmak işi. camlanmak * Cam takılmak. camlaşma * Camlaşmak işi. camlaşmak * Cama benzer duruma gelmek. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 3
camlatma * Camlatmak işi. camlatmak * Cam taktırmak. camlı * Cam takılmış, cam geçirilmiş, camı olan. camlıköşk * Saraylarda veya bahçelerde soğuktan korunmak için camla örtülmüşoda, salon. camlık * Camlıçerçeve ile bölünmüşyer.
* Çiçek, sebze gibi bitkileri dışetkenlerden korumak için yapılmışküçük limonluk, camekân.camsı * Cam gibi saydam, cama benzer.
* Yerin içinden yüze çıkan erimişsıcak maddelerin, soğuma sırasında billûrlaşmayıp biçimsiz olarak
katılaşmışdurumu.camsız * Camı olmayan. can * İnsan ve hayvanlarda yaşamayısağladığına ve ölümle vücuttan ayrıldığına inanılan madde dışıvarlık.
* Yaşama, hayat.
* Güç, dirlik.
* Kişi, birey.
* İnsanın kendi varlığı, özü.
* Gönül.
* Bektaşîlik ve Mevlevîlikte tarikat kardeşi.
* Yakınlık duygusu belirten bir seslenme sözü.
* Çok içten, sevimli, sevilen, şirin.can acısı * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı. can alacak nokta (veya yer) * bir şeyin en önemli yeri. can alıcı * En önemli, en çarpıcı.
* Azrail.can alıp can vermek * ölüm sıkıntısıve acısı içinde bunalmak. can arkadaşı * Bkz. can dostu.
can atmakcan başüstüne * istenilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağınıanlatır. can başına sıçramak * çok korkmak. can bayılmak * iç geçmek, takatsizlik göstermek. can beraber * Çok sevgili. can beslemek * kaygısızca yiyip içip rahatına bakmak.
* başkasının yiyeceğini, içeceğini sağlamak.can boğazdan gelir (veya geçer) * insan yiyeceğine önem vererek güçlenebilir veya yemeden yaşamak mümkün değildir. can borcunu ödemek * ölmek. can bunaltısı * Aşırıüzüntü sebebiyle canın sıkılma, bunalma hâli. can cana, baş başa * herkesin kendi canının, kendi başının kaygısına düştüğü bir tehlike anınıanlatır.
* birbirini seven iki kişi bir arada yalnız olarak.can ciğer * Çok yakın, sıkıfıkı, pek içten (arkadaş). can ciğer kuzu sarması * içli dışlı, candan, pek içten. can ciğer olmak * birbiriyle çok yakın arkadaşolmak. can cümleden aziz * insanın kendisi herkesten önce gelir. can çabası * varlığınıkanıtlama amacıyla aşırı gayret. can çekişmek * ölmek üzere bulunmak.
* sona ermek, tükenmek, bitmek.can çekişmektense ölmek yeğdir * bir işte çeşitli sıkıntıve üzüntülerle karşılaşıp olağanüstü gayret harcamaktansa o işten vazgeçmek daha
iyidir.can çıkmayınca (veya çıkmadan) huy çıkmaz * insanıalışkanlıklarından, huylarından vazgeçirmek mümkün değildir. can damarı * En önemli veya hassas nokta, bir şeyin yaşaması için en önemli araç. can damarına basmak * bir işin en önemli yönü üzerinde durmak. can dayanmamak * bir şey karşısında insanın dayanıklılığıelden gitmek. can derdinde olmak * zor bir durumdan kurtulmaya çalışmak. can derdine düşmek * ölüm korkusuna kapılmak. can direği * Kemanın içinde, alt ve üst kapaklarıarasında dikili duran çubuk. can dostu * Pek içten dost. can düşmanı * Aşırıdüşmanlık güden kimse, öldürmeyi bile düşünen düşman. can eriği * Genellikle yeşilken yenen sert, sulu bir tür erik. can evi * Yüreğin altındaki bölge.
* En duyarlıyer, yürek.can evinden vurmak * en etkileyici yönünden saldırmak. can feda * Çok imrenilen iyi veya güzel şeyler, davranışlar karşısında söylenir, can kurban. can gelmek * canlanmak, güçlenmek. can gözdesi * Sevgili. can havli * ölüm korkusu.
can havli ile…
* ölüm korkusundan doğan güçlü bir tepki ile.can kalmamak * bitkin bir duruma gelmek, gücü tükenmek. can kaygısına düşmek * her şeyden vazgeçip sadece kendi hayatınıkoruma veya kurtarma çabasında olmak. can korkusu * Bkz. can havli. can korkusu * Ölüm korkusu. can kulağı * çok yakın dost, sırdaş. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 4
can kulağı ile dinlemek * büyük bir dikkatle dinlemek. can kurban * Can feda. can kuşu * Ruh. can noktası * En önemli husus, vurgulanması gereken yer. can olmak * sevimli, hoşgörünmek. can pahasına * canınıvererek veya tehlikeye koyarak. can pazarı * Herkesin kendi canının kaygısına düştüğü ve kendini kurtarmaya çalıştığı bir durum. can sağlığı * İnsanın sağve sağlıklı olması. can sevecek bir şey * hoşa gidecek bir şey. can sıkıcı * Üzüntü yaratan, üzücü. can sıkıntısı * yapılacak bir işolmamaktan ve hiçbir şeyle oyalanma imkânı bulunamadığı için duyulan tedirginlik,
bunalım.can sıkmak * bıkkınlık vermek. can sohbeti * İçtenlikle konuşan çok yakın dostlar bir arada söyleşip dertleşme. can tahtası * Göğüs kemiği. can vermek * ölmek.
* ruha güç vermek.
* canlanmasına yol açmak.
* bir şeyi çok istemek.can yakmak * zulmetmek, eziyet etmek.
* bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak.
* üzmek, acıvermek.can yeleği * Bkz. cankurtaran yeleği. can yoldaşı * Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan (kimse vb.). cana * Sevgiliye hitap sözü. cana can katmak * yaşama gücünü artırmak. cana kıymak * öldürmek. cana minnet saymak (veya bilmek) * bir lütuf olarak kabul etmek. cana yakın * Sevimli. cana yakınlık * Cana yakın olma durumu. canan * Gönülden sevilen, gönül verilmişolan kadın, sevgili.
* (tasavvufta) Tanrı.canavar * Masallarda sözü geçen yabanî, yırtıcıhayvan.
* Kurt, domuz gibi cana kıyan yaban hayvanı.
* Haşarı, yaramaz çocuk.
* Acımasız, kötü ruhlu, zalim (kimse).
* Köpek balığı.canavar düdüğü * Taşıtlarda bulunan, tiz ses çıkaran alet.
* Acıacıses çıkaran ve uzaklara kadar tehlike işareti vermek için kullanılan düdük.canavar gibi * iri yarı, saldırgan.
* çok fazla.canavar kesilmek * hırçınlaşmak, canavar gibi olmak. canavar otu * Canavar otugiller familyasının örnek türlerinden olan ve kenevirle tütün köklerinin asalaklarından biri
sayılan çiçekli bitki (Orobanche ramosa).canavar otugiller * Bitişik taç yapraklı iki çeneklilerden, tarım bitkilerine zarar veren asalak bir bitki familyası. canavarca * Canavar gibi, canavara uygun düşen biçimde. canavarlaşma * Canavarlaşmak işi. canavarlaşmak * Canavar gibi davranmak.
* Korkunç, ürkütücü bir durum almak.canavarlık * Canavar gibi davranma. cancağız * Cancağızım sözünde sevgi ve teklifsizlik; cancağızı isterse deyiminde ise önemsemezlik anlatır. candan * İçten, yürekten, gönülden, samimî.
* İçtenlikle, istekle, ilgiyle.candan candan * İçtenlikli bir biçimde. candan geçmek * ölmek. candan yürekten * içtenlikle. candanlık * Candan olma durumu. candarma * Jandarma. canfes * Üzerinde desen bulunmayan, ince dokunmuş, parlak, tok, ipekli kumaş.
* Bu kumaştan yapılmış.canfes gibi yaprak * (asma ve dut yaprakları için) ince, taze ve sinirsiz yaprak. canfeza * Türk müziğinde çok az kullanılmış bir birleşik makam. cangıl * Bkz. cengel.
* Karışıklık, kargaşa.cangıl cungul * Hayvanlara takılan çanların veya başka maden eşyanın çıkardığıkaba sesleri anlatır.
* Bu biçimdeki gürültü.canhıraş * Yürek paralayan, kulak tırmalayan, acı, tüyler ürpertici. canıacımak * çarpma, vurma vb. sonucu acıduymak.
* üzülmek, rahatsız olmak.canıağzına (veya boğazına) gelmek * büyük bir tehlike karşısında ölecekmişgibi bir korkuya kapılmak.
* aşırıduygulanmak, çok heyecanlanmak. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 5
canı burnuna (veya burnundan) gelmek * bir şey yaparken çok zorluk çekmek. canı burnunda olmak * çok yorgun ve bezgin olmak. canıcana ölçmek * başkasına yapılacak şeyi kendine yapılacak gibi düşünmek. canıcanına (veya içine) sığmamak * sabırsızlık göstermek, tahammül etmemek. canıcebinde * zayıf ahlâklıkimse. canıcehenneme * sevilmeyen bir kimse için duyulan öfke ve nefreti bildirir. canı çekilmek * (vücudun herhangi bir organı için) canlılığı azalır gibi olmak.
* içi ezilmek.canı çekmek * bir şeyi istemek, istek duymak, arzulamak. canıçıkasıca! * “büyük zarara veya kötülüğe uğrasın, perişan olsun, ölsün” anlamlarında kullanılan bir ilenme sözü. canıçıkmak * çok yorulmak veya çok zorluk çekmek.
* ölmek.
* çok yıpranmak.canıçıksın! * “ölsün, gebersin” anlamında bir ilenme sözü. canı gelip gitmek * ayılıp bayılmak.
* ümit ve ümitsizlik arasında kalıp heyecanlanmak.canı gelmek * yeniden canlanmak, canıyerine gelmek. canı gibi sevmek * çok güçlü bir sevgiyle bağlanmak. canı gitmek * özen gösterilen, çok sevilen bir şeye zarar gelecek diye kaygılanmak. canı gönülden (veya canıyürekten) * içtenlikle, çok isteyerek. canı ile oynamak * tehlikeli işlerle uğraşmak. canı ile uğraşmak * ağır hasta olmak, ölüm döşeğinde can çekişmek.
* büyük sıkıntıya düşmek.canı istemek * heves duymak. canı isterse * (olumsuz bir cevap karşısında) “kabul etmezse etmesin!” anlamında kullanılır. canıpek * Acıya, sıkıntıya karşıdayanıklı. canısağolsun! * üzülmeye gerek olmadığınıkarşıtarafa bildirmek için kullanılır. canısıkılmak * içi sıkılmak, yapacak bir işi olmamaktan tedirginlik duymak.
* keyfi kaçmak.
* yarıüzülmek, yarıöfkelenmek.canısıkkın * keyfi kaçmış. canıtatlı * Sıkıntıya ve acıya katlanmak istemeyen. canıtez * Beklemeye dayanamayan, sabırsız. canıyanan eşek attan yüğrük olur * zarara veya kötülüğe uğrayan kimse acısınıçıkarmak için aşırıçaba harcar. canıyanmak * çok acıduymak.
* acı bir deneme geçirmek; bir işte zarar görmek.canıyerine gelmek * yorgunluğu geçmek; sağlığını, gücünü kazanmak. canıyok mu? * birinin katlandığısıkıntıyı başkalarına örnek göstermek için söylenir. canıyürekten * Bkz. canı gönülden. canım ciğerim * içten bir sevgi seslenişi. canım dese, canım çıksın diyor sanmak * birinin en gönül okşayıcısözleri bile kendisine dokunmak, batmak. canım! * hoşnutsuzluk anlatır.
* sevgi seslenişi olarak kullanılır.
* (ca:nım) çok güzel, çok değer verilen.canımısokakta bulmadım * tehlikeye veya herhangi bir sıkıntıya katlanmaya hiç niyetim yok. canımın içi * şefkat veya sevgi seslenişi. canın isterse! * “dilediğin gibi olsun, sen bilirsin, bana göre hava hoş” anlamında kullanılır. canına acımamak * kendini düşünmeden, kendine bakmadan yaşamak. canına değmek * çok hoşlanmak.
* ruhu şad olmak.canına düşkün * kendine iyi bakan, kendini koruyan. canına ezan okumak * bir kimsenin hakkından gelmek, öldürmek. canına geçmek, canına işlemek (veya canına kâr etmek) * çok etkilemek. canına kasdetmek * intihara kalkışmak.
* birini öldürmeye hazırlanmak.canına kıymak * acımadan öldürmek.
* kendini öldürmek.
* gücünden fazla işgörerek aşırıderecede kendini yormak.canına minnet * beklenilmeyen iyi bir durumla karşılaşınca duyulan memnunluğu anlatmak için söylenir. canına okumak * berbat ve perişan etmek. canına rahmet * “Alllah rahmetini esirgemesin” anlamında kullanılır. canına susamak * ölmek istemek.
* birini öldürmeyi istemek.canına tak demek (veya etmek) * dayanamaz duruma gelmek, sabrıkalmamak. canına tükürdüğümün (veya üfürdüğümün) * kızgınlık ve öfke belirtir. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 6
canına yandığım (veya yandığımın) * sevgi, hayranlık veya öfke gibi türlü duygular anlatır. canına yetmek * katlanamayacak duruma gelmek, bezmek, bıkmak. canından bezmek (veya bıkmak, usanmak) * ölümü göze alacak kadar sıkıntı içinde olmak. canından geçmek * ölmek için hazır olmak. canını(bir yere) dar atmak * bir tehlikeden güçlükle kurtularak bir yere sığınmak. canınıacıtmak * birine acıvermek. canınıalmak * (Tanrı) öldürmek.
* canınıverdirecek kadar memnun etmek.
* sıkıntıya sokmak.canını bağışlamak * öldürülmesi gerekirken vazgeçmek. canını burnundan getirmek * çok yormak, fazla çalıştırmak. canınıcehenneme göndermek (veya yollamak) * öldürmek. canınıçıkarmak * hırpalamak, çok yormak, yıprandırmak. canınıdişine almak (veya takmak) * her tehlikeyi göze alarak işe girişmek. canınısıkmak * keyfini bozmak, neşesini kaçırmak. canınısokakta bulmak * sağlığıkorumak gerektiğini anlatan bir söz. canınıvermek * kendini feda etmek.
* hiçbir şey esirgememek.
* bir şeye çok düşkün olmak, çok sevmek.canınıyakmak * acıverecek biçimde cezalandırmak.
* bir kimseyi, çok sıkıntıve zarara sokmak.canının derdine düşmek * canından başka bir şey düşünemeyecek kadar sıkıntıda olmak. canının içine sokacağı gelmek * çok hoşlanmak, çok sevmek. cani * Cinayet işlemişolan kimse, kıyacı. canice * Cani gibi, caniye yakışır (biçimde). canilik * Cani olma durumu. canip * Yan, taraf. caniyane * Cani gibi, canice. cankurtaran * Hastahane veya kliniklere hasta veya yaralıtaşımaya özgü araç, ambülâns.
* Havuz veya plâjda yüzme bilmeyenleri uyaran, tehlikeden koruyan ve onlarıkurtaran kimse.cankurtaran çanı * Tipili veya sisli havalarda sığınacak veya yönelecek yeri yolculara, gemilere belli etmek için kullanılan çan
(veya düdük).cankurtaran düdüğü * Cankurtaran çanı. cankurtaran gemisi * Karaya oturan, yanan veya batma tehlikesi ile karşıkarşıya kalan gemileri kurtarmaya yarayan gemi. cankurtaran kulübesi * Dağgeçitlerinde tipiden veya soğuktan korunmak icin sığınak olarak yapılmışkulübe. cankurtaran salı * Deniz kazalarında kullanılmak üzere gemilerde bulundurulan sal. cankurtaran sandalı * Deniz kazalarında veya gemi batmak üzere iken insanlarıkurtarmaya yarayan motorlu, kürekli sandal,
filika.cankurtaran simidi * Suda boğulma tehlikesine karşıkullanılan ve sudan hafif maddelerden, büyük simit veya yelek biçiminde
yapılmış araç.cankurtaran şamandırası * Denize düşenlerin kolayca belirlenip kurtarılmaları için denize bırakılan ve kazaya uğrayanların bulup
kendilerini göstermeleri için kullanılan, parlak renkli, fosforlu şamandıra.cankurtaran yeleği * Yelek biçiminde yapılmış cankurtaran aracı. cankurtaran yok mu! * ölüm tehlikesi karşısında yardım isteme sözü. cankurtaranlık * Cankurtaran olma durumu. canla başla * Seve seve her türlü yorgunluğu göze alarak, var gücüyle. canlandırıcı * Canlılık veren, canlılık kazandıran.
* Bir canlıresim veya şema filmi için hareketliliği sağlayan tek tek resimleri yapan sanatçı.canlandırıcılık * Canlandırıcı olma durumu. canlandırılma * Canlandırılmak işi. canlandırılmak * Canlandırmak işine konu olmak. canlandırım * Ortada kalan kalıntılarına göre bir eserin ana tasarısına uygun olarak yeniden çizimi. canlandırma * Canlandırmak işi.
* Tek tek resimleri veya hareketsiz cisimleri gösterim sırasında hareket duygusu verebilecek biçimde
düzenleme ve filme aktarma işi.
* Kişileştirme.
* Geçmiş bir olayın gelişmesini ve sonucunu aynı biçimde yansıtarak sunma.canlandırmak * Canlanmasını sağlamak, canlanmasına yol açmak.
* Yaşatmak, (birinin) kılığına girmek.
* Yoğunluk, etkinlik kazandırmak.
* Canlılık, tazelik, dirilik getirmek.canlanma * Canlanmak işi. canlanmak * Gücü artmak, diri duruma gelmek.
* Etkinliği artmak, hareketlilik kazanmak.
* Depreşmek.
* Geçmişte yaşanan bir olay veya durum yeniden hatırlanmak.canlı * Canı olan, diri, yaşayan.
* Güçlü, etkili, hareketli, hayat dolu.
* Yaşayıp yer değiştirebilen yaratık, hayvan.canlıcanlı * Diri diri, henüz ölmemiş.
* Heyecanla.canlıcenaze * Çok zayıf, bir deri bir kemik kalmışkimse. canlımodel * Figürlerle süslü veya heykeltıraşlıkta yararlanılan kadın veya erkek. canlımüzik * Gazino, lokal vb. yerlerde yemek sırasında bir veya birkaç müzisyenin çalgıve sesleri ile parçaları
seslendirmesi. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 7
canlıözdekçilik * Evrenin temeli olarak düşünülen maddenin canlı olduğunu savunan doktrin, hilozoizm. canlıresim * Bir hareketi parçalarına ayırıp bunların elle yapılan resimlerinin alıcıyla tek tek çevrilmesine dayanan ve
gösterimde sürekli bir hareketi ortaya koyan film tekniği.canlıyayın * (televizyon ve radyo için) Daha önceden herhangi bir gereç üzerine tespit edilmemiş, alıcıyla tespit edildiği
anda yapılan yayın.canlıcılık * Olup bitenin ruhlar alanının gizli güçlerince yönetildiğine inanan ilkel anlayış, animizm.
* Bağımsız bir ruhî varlığın insanda ve doğa nesnelerinde yerleşik olduğuna inanan ilkel dinî görüş.
* Tek ve aynıruhun fikrî ve organik hayatın ilkesi olduğunu ileri süren öğreti.
* Çocukta bir düşünce biçimi olarak bütün cisimlerin canlı olduğuna inanma.canlılık * Canlı olma durumu.
* Neşelilik, hareketlilik.cansız * Canınıyitirmiş, ölmüş.
* Güçsüz, mecalsiz.
* İlgi uyandırmayan, sönük.
* Durgun.
* Canlı olmayan (varlık), camit.cansız cansız * Cansız olarak, cansız gibi. cansız düşmek * hastalık veya yorgunluk yüzünden bitkin bir duruma gelmek. cansız hedef * İnsan ve hayvan dışında kalan hedef. cansızlaşma * Cansızlaşmak işi. cansızlaşmak * Cansız duruma gelmek. cansızlaştırma * Cansızlaştırmak işi. cansızlaştırmak * Cansız duruma getirmek.
* Bir dişin canlıdokusunu yok etmek.cansızlık * Cansız olma durumu.
* Hareketsizlik.cansiparane * Canını verircesine, özveriyle. cantiyane * Kantiyane. capcanlı * Çok canlı(bir biçimde). car * Çağrı, tellâl ile duyurma; ilân.
* Tehlike durumu, imdat, yardım.car * Bazıyerlerde kadınların kollarına örttükleri veya boydan boya örtündükleri çarşaf, zar. car car * Çok ve yüksek sesle, gürültülü bir biçimde (konuşma). car etmek * nara atmak, haykırmak; ilân etmek. carcar * Geveze, yaygaracı. carcur * Bkz. şarjör. carcur * “Gelişigüzel konuşmak” anlamına gelen carcur etmek deyiminde geçer. carcur * Fermuar. cari * Akan.
* Olagelen, geçen, yürürlükte olan.cari hesap * İki taraf arasında sürüp giden alacak verecek işlemlerinin tutulan hesabı. cari masraf * Belirli bir dönemde yapılan harcamalar. cari para * Geçerli olan, yürürlükte bulunan para. cari ücret * İşgücü piyasasında işgücünün, arz ve talebe göre belirlenen fiyatı. cariye * Yabancıülkelerden kaçırılıp özgürlükten yoksun edilen, alınıp satılabilen, her konuda efendisinin
isteklerine bağlı bulunan genç kadın, halayık.cariyelik * Cariye olma durumu. cariyelik etmek * cariye gibi hizmet etmek. cariyeniz (veya cariyeleri) * eskiden, söz söylenen kimseye aşırı bir saygı göstermişolmak için kadınlar tarafından “ben” zamiri yerine
kullanılırdı.
* aynımaksatla genç kadınlardan söz edilirken onlarıanlatan kelimelere bir unvan gibi getirilirdi.carlama * Carlamak işi. carlamak * Bağırarak konuşmak; çok söylemek.
* İlân etmek, duyurmak; nara atmak, haykırmak.carlı * Carı(II) olan. carsız * Carı(II) olmayan. cart * Sert bir şey yırtılırken çıkan ses. cart cart ötmek * kendini beğenmiş bir davranışla ve buyururcasına söz söylemek. cart curt * Gerekli gereksiz yerde söylenen, abartılısöz. cart curt etmek * göz korkutmak veya övünmek amacıyla abartılıkonuşmak. cart kaba kâğıt * yüksekten atana veya çalımlı bir tavır takınana karşısöylenen hafifseme ünlemi. carta * Yellenme. cartadak * Birdenbire ve gürültü ile. cartadan * Cartadak. cartayıçekmek * ölmek. cascavlak * (başiçin) Çok saçsız, çok tüysüz, hiç tüyü olmayan.
* Çırılçıplak, örtüsüz.cascavlak kalmak * bütün imkânlarıelinden alınmışolarak ortada kalmak. casus * Bir devletin veya bir kimsenin sırlarını başkasının hesabına öğrenmeyi üstüne alan kimse, çaşıt.