cık | * “Yok olmaz” anlamında kullanılır. |
-cık / -cik, -cuk / -cük | * İsimden küçültme ve okşama isimleri türeten ek: baba-cık, anne-cik, yavru-cuk, öpü-cük vb. * Önüne bir ünlü getirilerek sıfat ve zarf türetir: az-ıcık, dara-cık, bir-i-cik vb. * -ca ekli zarflardan pekiştirme zarflarıtüretir: Yavaş ca-cık,usulca-cık vb. |
-cıl / -cil | * İsimden “seven” anlamına sıfat türetir: adam-cıl, insan-cıl, balık-çıl, ev-cil vb. |
cılız | * Çok zayıf ve güçsüz, eneze, nahif. * (ışık için) Güçsüz, sönük. |
cılızlaşma | * Cılızlaşmak işi. |
cılızlaşmak | * Zayıf ve güçsüz düşmek, zayıflamak. * Gücünü, değerini yitirmek. |
cılızlık | * Cılız olma durumu. |
cılk | * Bozularak kokmuş. * Cıvık. * İrinlenmiş. * Sözünün eri olmayan. |
cılk çıkmak | * kusurlu, boşveya bozuk çıkmak. |
cılk etmek | * bozmak, çürütmek. |
cılkava | * Kurdun veya tilkinin ense postundan yapılan kürk. |
cılkıçıkmak | * bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrılmak. |
cılklaşma | * Cılklaşmak işi. |
cılklaşmak | * Cılk duruma gelmek. |
cılklık | * Cılk olma durumu. |
cımbar | * Çımbar. * Filiz, sürgün. |
cımbarlama | * Cımbarlamak işi. |
cımbarlamak | * Dokunmakta olan halının veya bezin kenarınıcımbarla geriye almak. |
cımbız | * Kıl gibi ince şeyleri tutmak veya çekmek için kullanılan küçük maşa. * Özellikle dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri temizlemekte kullanılan el aracı. |
cımbızcı | * Dokumacılıkta cımbızlamak işini yapan (kimse). |
cımbızlama | * Cımbızlamak işi. |
cımbızlamak | * Cımbızla yolmak. * Dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri cımbızla temizlemek. |
cıncık | * Bardak, kadeh, tabak gibi sırçadan veya porselenden yapılan şeyler, züccaciye. |
cıncık boncuk | * Yalancıtaşlardan yapılmışküpe, kolye gibi şeyler. |
cıngıl | * Küçük üzüm salkımı. * Boncuk, gümüşveya altın para ile yapılmış, başlığa veya giysiye takılan süs, cingil. |
cır cır | * Durup dinlenmeden ince ve usandırıcıses çıkararak. |
cır cır ötmek | * gereksiz, yerli yersiz konuşmak. |
cırboğa | * Bir tür çöl sıçanı(Dipus Caegyptius). * Cılız, zayıf, çelimsiz çocuk. |
cırcır | * Kaynana zırıltısı. * Geveze. * Pamuk kozalarının pamuğunu ve çekirdeğini birbirinden ayıran çıkrık. * Ağustos böceği. |
cırcır böceği | * Düz kanatlılardan ocaklarda, fırınlarda, kırlarda yaşayan böcek, cırlak.(Grillus domesticus, G. campestris). |
cırcır delgi | * Dönme hareketini yivli gövdesi üzerindeki parçanın ileri geri itilmesinden alan ve küçük delikler açmak için kullanılan araç. |
cırcır kolu | * Lokma vidalarısökmeye yarayan alet. |
cırdaval | * Meşe dalından yapılan ucu demirli, uzun cirit değneği. |
cırıldama | * Cırıldamak işi. |
cırıldamak | * Cır cır diye ses çıkarmak. |
cırıltı | * Cır cır diye çıkan ses. |
cırlak | * (ses için) Hoşa gitmeyen, keskin ve çiğ, tiz. * Cırcır böceği. |
cırlak cırlak | * Çok tiz ve ince bir sesle. |
cırlama | * Cırlamak işi. |
cırlamak | * İnce ve usandırıcıses çıkarmak. |
cırlatma | * Cırlatmak işi. |
cırlatmak | * Cırlamasına yol açmak. |
cırlayık | * Örümcek kuşugillerden, ormanlık, çalılık yerlerde yaşayan, güzel öten bir kuş(Lanius). * Ağustos böceği. |
cırmalama | * Cırmalamak işi. |
cırmalamak | * Tırmalamak. |
cırmık | * Tırnak izi. |
cırnak | * Yırtıcıhayvan tırnağı. |
cırnaklama | * Cırnaklamak işi. |
cırnaklamak | * Tırmalamak. |
cırnık | * Set duvarlarında su akacak delik. |
Kategori: C
C Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük C Sayfa 17
-
Türkçe Sözlük C Sayfa 18
cırt * Kâğıt, kumaşgibi şeyler yırtılırken çıkan ses. cırtlak * Cırlak.
* Olgunluktan ezilebilecek duruma gelmiş(meyve, sebze).cırtlama * Cırtlamak işi. cırtlamak * Cırt diye ses çıkarmak. cıs * Çocuklarıateşe ve tehlikeli şeylere karşıuyarırken söylenir. cıva * Atom sayısı80, atom ağırlığı200.5 olan, donma noktası-38, 80 C olduğundan, bayağısıcaklıkta sıvı olarak
bulunan, yoğunluğu 13, 59 olan, gümüşrenginde bir element. KısaltmasıHg.cıva gibi * yerinde durmaz, ele avuca sığmaz, çok hareketli. cıvadra * Geminin baştarafından havaya doğru biraz kalkık olarak uzatılmış bulunan direk. cıvalı * Cıvası olan. cıvata * Birbirine bağlanmak istenen ağaç veya demir parçaların hazırlanmışolan deliklerden geçirilerek, ucuna
somun takılıp sıkıştırılan iri başlıvida.cıvatalama * Cıvatalamak işi. cıvatalamak * Cıvata ile tutturmak. cıvık * Fazla suyla karıştığı için biçimini koruyamayacak kadar sulanmış.
* Soğuk ve can sıkıcışakalar yapan (kimse).cıvık cıvık * Soğuk ve can sıkıcı olarak. cıvık mantarlar * Bakterilerle ortak yaşayan, ilkel ve hayvanımsıyapılı, peltemsi mantarlar. cıvıklanma * Cıvıklanmak durumu. cıvıklanmak * Cıvık duruma gelmek. cıvıklaşma * Cıvıklaşmak durumu. cıvıklaşmak * Cıvık duruma gelmek. cıvıklaştırma * Cıvıklaştırmak işi. cıvıklaştırmak * Cıvık duruma getirmek. cıvıklık * Cıvık olma durumu. cıvıl cıvıl * (kuşlar) Cıvıltı ile ötüşerek.
* Canlı, hareketli olarak.
* Canlı, neşeli.
* Hareketli, kalabalık.cıvıldama * Cıvıldamak işi. cıvıldamak * Cıvıl cıvıl ötmek. cıvıldaşma * Cıvıldaşmak işi. cıvıldaşmak * Hep birden cıvıldamak. cıvıltı * Kuşların ötüşürken çıkardıklarıses.
* (ses için) Canlılık, ateşlilik.cıvıltılı * Cıvıltısı olan. cıvıltısız * Cıvıltısı olmayan. cıvıma * Cıvımak işi. cıvımak * Cıvık duruma gelmek.
* (bir iş) Çığırından çıkmak.
* Saygısızca davranışta bulunmak.cıvıtılma * Cıvıtılmak işi. cıvıtılmak * Cıvık duruma getirilmek. cıvıtma * Cıvıtmak işi. cıvıtmak * Cıvık duruma getirmek.
* Bir işi yakışık almayacak bir duruma getirmek.cıvma * Cıvmak işi. cıvmak * Sekmek, değip geçmek, vurup sapmak. cıyak cıyak * Bağırmak fiili ile birlikte kullanılarak ince, acıve yüksek sesle durmadan bağırmayıanlatır. cıyaklama * Cıyaklamak işi. cıyaklamak * İnce, acıve yüksek sesle bağırmak. cıyaklatma * Cıyaklatmak işi. cıyaklatmak * Cıyaklamasına sebep olmak. cıyırdama * Cıyırdamak işi. cıyırdamak * Yırtılırken cıyırtıçıkarmak. cıyırdatma * Cıyırdatmak işi. cıyırdatmak * Cayırdamasına sebep olmak. cıyırtı * Bez veya kâğıt gibi şeylerin yırtılırken çıkardıklarıses. cız * (çocuk dilinde) Ateş.
* Kızgın yağın içine bir şey atılınca çıkan ses.cız etmek * cız diye ses çıkarmak.
* acıduymak. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 19
cız sineği * Bir tür büvelek. cızbız * Izgarada pişirilmiş(et). cızgara * Toplu hâlde Türk müziği icra edilirken kullanılan bir yaylıçalgıtürü. cızık * Çizgi.
* İz.cızıktırma * Cızıktırmak işi. cızıktırmak * Yazmak, karalamak. cızıldama * Cızıldamak işi. cızıldamak * Cızırdamak. cızıltı * Cızırtı. cızıltılı * Cızırtısı olan. cızır cızır * Pişmekte olan kebabın, yağda kızartılan yiyeceğin, kesilen camın veya yazıyazarken kamışkalemin
çıkardığısesi anlatır.cızırdama * Cızırdamak işi. cızırdamak * Cızır cızır ses çıkarmak.
* Boğazındaki gıcıktan dolayıkesik ve ince ses çıkarmak.cızırdatma * Cızırdatmak işi. cızırdatmak * Cızırdamasına yol açmak.
* Kâğıt üzerinde ustaca kalem oynatmak veya beceriyle yazıyazmak.cızırtı * Cızırdama sesi. cızırtılı * Cızırdayan, cızırtısı olan. cızlam * Kaçma, savuşma. cızlama * Cızlamak durumu. cızlamak * Cız diye ses çıkarmak.
* Cız etmek.cızlamıçekmek (veya cızlam etmek) * kaçmak, savuşup gitmek. -ci * Bkz. -cı/ – ci. cibilliyet * (huy ve ahlâk bakımından) Yaradılış, maya. cibilliyetsiz * Soysuz, sütü bozuk. cibilliyetsizlik * Cibilliyetsiz olma durumu. cibinlik * Sivrisinekten ve başka böceklerden korunmak için yatağın üstüne ve yanlarına gerilen çadır biçiminde tül. cibre * Sıkılıp suyu alınan üzüm ve başka meyvelerin posası. cici * Sevimli, cana yakın, hoş, güzel, hoşa giden. cici anne * Bazıçocukların, büyük annelerine veya o yaştaki kadın yakınlarına verdikleri ad.
* Üvey ana, üvey anne.cici bici * Süslü giysi veya süs eşyası. cici mama * Kadınlarla düşüp kalkmaya başlayan toy bir erkekten söz edilirken onun bu ilişkilerine verilen ad. cicik * İnsan veya hayvan memesi. cicili bicili * Göze çarpan süslerle bezenmiş. cicim * Ensiz olarak dokunmuşparçaların yan yana eklenmesiyle oluşan, perde veya örtü olarak kullanılan nakışlı
ince kilim.cicim ayı * Balayı, yeni evlilerin ilk haftalarda dillerinden düşürmedikleri sevgi sözü. cicim! * bir sevgi sözü.
* alay yollu seslenme sözü.cicoz * Cam veya toprak bilyelerle oynanan bir çocuk oyunu.
* Bu oyundaki bilyelerin her biri.
* Hiç yok.cicozlama * Cicozlamak durumu. cicozlamak * Kaçmak, uzaklaşmak. cicozluk * Cicoz olma durumu. cidal * Savaşma, cenk.
* Ağız kavgası, çekişme.cidalci * Savaşçı. cidar * Duvar.
* Çeper.cidden * Şakasız olarak, gerçekten. ciddî * Şaka olmayan, gerçek.
* Ağırbaşlı.
* Titizlik gösterilen, önem verilen.
* Tehlikeli, endişe veren, ağır, vahim.
* Eğlendirme amacı gütmeyen.
* Gülmeyen.
* Güvenilir, sağlam.
* Önemli.
* Önem vererek, gerçek olarak.ciddî ciddî * Ciddî bir biçimde, ciddî olarak. ciddîleşme * Ciddîleşmek işi. ciddîleşmek * Ciddî bir durum almak. ciddîlik * Ciddî davranış.
* Ciddî durum.ciddiye almak * inanmak, gerçek sanmak, önem vermek. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 20
ciddiyet * Ciddîlik, ağırbaşlılık. ciddiyetsiz * Ciddiyeti olmayan, lâubali. ciddiyetsizlik * Ciddiyetsiz olma durumu. cif * Bir malın fiyatına sigorta ve navlun ücretinin de katılmışolduğunu gösteren İngilizce bir terimin baş
harflerinden oluşturulmuş bir kısaltma.cife * Leş.
* İğrenç şey.cigara * Bkz. sigara. ciğer * Akciğerlerle karaciğerin ortak adı.
* (kasaplıkta) Akciğer, yürek ve karaciğerin oluşturduğu takım.
* Yürek, iç.ciğer acısı * Evlât acısı. ciğer kebapçısı * Ciğer kavurup satan kimse. ciğer otları * Yapraklarıkara yosunlarından bir bitki sınıfı. ciğer otu * Düğün çiçeğigillerden, çok yıllık otsu bir bitki (Hepatica). ciğer sarma * İnce kıyılmışak ve karaciğer, pirinç, yağ, çam fıstığı, kuşüzümü, yeşil soğan, yumurta ve baharat
karışımıyla fırında pişirilen bir kebap türü.ciğer sotesi * Sote. ciğer yarası * Ciğer acısı. ciğer, kebap olmak * büyük bir acıya uğramak, yüreği yanmak. ciğerci * Kesilen hayvanların ciğer, baş, ayak, işkembe gibi parçalarınısatan kimse, sakatatçı.
* Ciğer pişirip satan kimse.ciğerdeldi * Kumaşüzerine küçük delikler açılarak yapılan işleme.
* Bu delikleri açmakta kullanılan ucu sivri küçük araç.ciğeri (veya yüreği) sızlamak * çok acımak, derin bir acıma duygusuyla üzülmek. ciğeri beşpara etmez * değersiz, aşağılık (kimse). ciğeri parçalanmak * Bkz. yüreği parçalanmak. ciğeri yanmak * çok acıve sıkıntıçekmek, büyük bir acıya uğramak. ciğerimin köşesi * çok sevdiğim.
* çok sevgili evlâdım.ciğerine işlemek * çok dokunmak, (söz, kötü davranış) etkilemek. ciğerini delmek * acıklı bir durum, kişiye dayanılmaz bir üzüntü vermek. ciğerini okumak * onun aklından geçenleri, gizli düşüncelerini bilmek. ciğerini sökmek * bir kimseyi çok büyük zararlara uğratmak. ciğerini yakmak * bir kimseye büyük bir acıçektirmek. ciğerinin içini bilmek * çok yakından tanımak, her türlü düşüncesini bilmek. ciğerleri bayram etmek * her zamankinden daha iyi cins sigara içen veya temiz havaya çıkan kişilerin söylediği söz. ciğerpare * Çok sevilen (kimse). cihan * Evren, âlem.
* Dünya.cihangir * Dünyanın büyük bir bölümünü eline geçiren. cihangirane * Ülkeler fetheden cesur kahraman. cihangirlik * Cihangir olma durumu. cihanıtutmak * dünyayıtutmak. cihannüma * Her yanı görmeye elverişli, camlıçatıkatıveya taraça, kule.
* Dünya haritası.cihanşinas * Dünyayıtanımış, herşeyi yerli yerinde bilen kimse. cihanşümul * Evrensel, üniversal. cihar * (tavla oyununda zarlar için) Dört. ciharıdü * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün ikili düşmesi. ciharıse * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün üçlü düşmesi. ciharıyek * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün birli düşmesi. cihat * Din uğruna yapılan savaş. cihat açmak * savaşiçin çağrıyapmak. cihaz * Aygıt, alet, takım.
* Çeyiz.cihazlanma * Donanıma sahip olma, teknolojik gelişmelerin en son ürünleriyle donatılma. cihazlanmak * Teknolojik gelişmelerin en son ürünleriyle donatılmak. cihet * Yön, yan, taraf. cihetiyle * -den dolayı, -den ötürü, sebebiyle. -cik * -cık / -cik. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 21
-cil * -cıl / -cil. cilâ * Bir şeyi parlatmak için kullanılan kimyasal birleşik.
* Parlaklık.
* Gereksiz süs, gösteriş.cilâ topu * Cilâ eriyiğini yüzeye sürtmede kullanılan, dışıdokuma bezden, içi yıkanmışyün veya pamuktan hazırlanan
topaç.cilâ vermek * aydınlatmak. cilâ yağı * Cilâ topunun, cilâlanacak yüzeyde kolayca kaymasınısağlayan, asitsiz, renksiz ve reçinesiz ince yağ. cilâcı * Cilâ yapan, eşyaya cilâ vuran kimse. cilâcılık * Eşyaya cilâ vurma işi. cilâlama * Cilâlamak işi. cilâlamak * Cilâ sürmek, cilâ vurmak.
* Pürüzünü gidererek parlatmak.
* Neşesini artırmak.cilâlanma * Cilâlanmak işi. cilâlanmak * Cilâlamak işine konu olmak. cilâlatma * Cilâlatmak işi. cilâlatmak * Cilâlamak işini yaptırmak. cilâlı * Cilâsı olan, cilâ sürülmüş, cilâ ile parlatılmış, mücellâ. CilâlıTaşDevri * Tarihten önceki zamanların ayrıldığıüç devirden biri. cilâsız * Cilâ sürülmemişveya cilâsıkalmamışolan. cilâsun * Yiğit, eli çabuk, becerikli kimse. cilban * Çok küçük taneli fasulye. cilbent * Klâsör. cildiye * Deri hastalıkları, dermatoloji. cildiyeci * Deri hastalıklarıuzmanı, dermatolog. cildiyecilik * Cildiyeci olma durumu. cilt * Deri, ten.
* Formalarıveya yaprakları birbirine dikilerek veya yapıştırılarak bir kitaba geçirilen deri, bez veya kâğıtla
kaplıkapak.
* Bir eserin ayrıayrı basılan bölümlerinden her biri.cilt evi * Cilt işleri yapan dükkân, ciltçi. cilt kapağı * Forma veya fasikül hâlinde yayımlanan eserlerin bir örnek ciltlenip kullanılması için hazırlanan bez veya
plâstik kaplanmışkalın karton.ciltçi * Kitaplarıciltleyen kimse, mücellit.
* Cilt evi.ciltçilik * Ciltçinin işi, mücellitlik. ciltleme * Ciltlemek işi. ciltlemek * Kitaba cilt yapmak. ciltlenme * Ciltlenmek işi. ciltlenmek * Ciltlemek işi yapılmak. ciltletme * Ciltletmek işi. ciltletmek * Ciltlemek işini yaptırmak. ciltli * Ciltlenmişolan. ciltlik * Cilt yapmaya yarayan malzeme.
* Ciltlerden oluşan takım.ciltsiz * Ciltlenmemişolan. cilve * Hoşa gitmek için yapılan davranış, kırıtma, naz.
* Görünme, ortaya çıkma, tecelli.cilve etmek (veya yapmak) * nazlanmak, kırıtmak. cilvebaz * Cilve yapan, cilveli davranan kimse. cilvekâr * Cilveli. cilvelenme * Cilvelenmek işi. cilvelenmek * Cilve yapmak. cilveleşme * Cilveleşmek işi. cilveleşmek * Karşılıklıcilve yapmak.
* Birbirine çok yakın arkadaşmışgibi takılmak.cilveli * Cilvesi olan, cilve yapan, cilvekâr. cilvesiz * Cilvesi olmayan. cim * Arap alfabesinde c sesini gösteren harfin adı. cim karnında bir nokta * hiçbir bilgisi olmayan, cahil.
* acemi, toy.cima * (insanlarda) Çiftleşme, cinsel ilişki. cimbakuka * Çelimsiz ve biçimsiz (kimse). -
Türkçe Sözlük C Sayfa 7
canlıözdekçilik * Evrenin temeli olarak düşünülen maddenin canlı olduğunu savunan doktrin, hilozoizm. canlıresim * Bir hareketi parçalarına ayırıp bunların elle yapılan resimlerinin alıcıyla tek tek çevrilmesine dayanan ve
gösterimde sürekli bir hareketi ortaya koyan film tekniği.canlıyayın * (televizyon ve radyo için) Daha önceden herhangi bir gereç üzerine tespit edilmemiş, alıcıyla tespit edildiği
anda yapılan yayın.canlıcılık * Olup bitenin ruhlar alanının gizli güçlerince yönetildiğine inanan ilkel anlayış, animizm.
* Bağımsız bir ruhî varlığın insanda ve doğa nesnelerinde yerleşik olduğuna inanan ilkel dinî görüş.
* Tek ve aynıruhun fikrî ve organik hayatın ilkesi olduğunu ileri süren öğreti.
* Çocukta bir düşünce biçimi olarak bütün cisimlerin canlı olduğuna inanma.canlılık * Canlı olma durumu.
* Neşelilik, hareketlilik.cansız * Canınıyitirmiş, ölmüş.
* Güçsüz, mecalsiz.
* İlgi uyandırmayan, sönük.
* Durgun.
* Canlı olmayan (varlık), camit.cansız cansız * Cansız olarak, cansız gibi. cansız düşmek * hastalık veya yorgunluk yüzünden bitkin bir duruma gelmek. cansız hedef * İnsan ve hayvan dışında kalan hedef. cansızlaşma * Cansızlaşmak işi. cansızlaşmak * Cansız duruma gelmek. cansızlaştırma * Cansızlaştırmak işi. cansızlaştırmak * Cansız duruma getirmek.
* Bir dişin canlıdokusunu yok etmek.cansızlık * Cansız olma durumu.
* Hareketsizlik.cansiparane * Canını verircesine, özveriyle. cantiyane * Kantiyane. capcanlı * Çok canlı(bir biçimde). car * Çağrı, tellâl ile duyurma; ilân.
* Tehlike durumu, imdat, yardım.car * Bazıyerlerde kadınların kollarına örttükleri veya boydan boya örtündükleri çarşaf, zar. car car * Çok ve yüksek sesle, gürültülü bir biçimde (konuşma). car etmek * nara atmak, haykırmak; ilân etmek. carcar * Geveze, yaygaracı. carcur * Bkz. şarjör. carcur * “Gelişigüzel konuşmak” anlamına gelen carcur etmek deyiminde geçer. carcur * Fermuar. cari * Akan.
* Olagelen, geçen, yürürlükte olan.cari hesap * İki taraf arasında sürüp giden alacak verecek işlemlerinin tutulan hesabı. cari masraf * Belirli bir dönemde yapılan harcamalar. cari para * Geçerli olan, yürürlükte bulunan para. cari ücret * İşgücü piyasasında işgücünün, arz ve talebe göre belirlenen fiyatı. cariye * Yabancıülkelerden kaçırılıp özgürlükten yoksun edilen, alınıp satılabilen, her konuda efendisinin
isteklerine bağlı bulunan genç kadın, halayık.cariyelik * Cariye olma durumu. cariyelik etmek * cariye gibi hizmet etmek. cariyeniz (veya cariyeleri) * eskiden, söz söylenen kimseye aşırı bir saygı göstermişolmak için kadınlar tarafından “ben” zamiri yerine
kullanılırdı.
* aynımaksatla genç kadınlardan söz edilirken onlarıanlatan kelimelere bir unvan gibi getirilirdi.carlama * Carlamak işi. carlamak * Bağırarak konuşmak; çok söylemek.
* İlân etmek, duyurmak; nara atmak, haykırmak.carlı * Carı(II) olan. carsız * Carı(II) olmayan. cart * Sert bir şey yırtılırken çıkan ses. cart cart ötmek * kendini beğenmiş bir davranışla ve buyururcasına söz söylemek. cart curt * Gerekli gereksiz yerde söylenen, abartılısöz. cart curt etmek * göz korkutmak veya övünmek amacıyla abartılıkonuşmak. cart kaba kâğıt * yüksekten atana veya çalımlı bir tavır takınana karşısöylenen hafifseme ünlemi. carta * Yellenme. cartadak * Birdenbire ve gürültü ile. cartadan * Cartadak. cartayıçekmek * ölmek. cascavlak * (başiçin) Çok saçsız, çok tüysüz, hiç tüyü olmayan.
* Çırılçıplak, örtüsüz.cascavlak kalmak * bütün imkânlarıelinden alınmışolarak ortada kalmak. casus * Bir devletin veya bir kimsenin sırlarını başkasının hesabına öğrenmeyi üstüne alan kimse, çaşıt. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 8
casusluk * Casus olma durumu, çaşıtlık. casusluk etmek * casus olarak çalışmak. cav * Bkz. çağ(II). cavalacoz * Değersiz, önemsiz, derme çatma. cavlağıçekmek * ölmek. cavlak * Çıplak, tüysüz. cavlaklık * Cavlak olma durumu, çıplaklık. cavlama * Cavlamak işi. cavlamak * Kavlamak, tüyünü dökmek, çıplak kalmak. cavlamak * Ölmek. caydırıcı * Kararından, sözünden döndürücü. caydırıcılık * Caydırıcı olma durumu. caydırılmak * Caymasısağlanmak, kararından döndürülmek, vazgeçirilmek. caydırış * Caydırmak işi veya biçimi. caydırma * Caydırmak işi. caydırmak * Caymasını sağlamak, kararından döndürmek, vazgeçirmek. caygın * Vazgeçip işin ardını bırakan, dönek. cayır cayır * Bir cismin çabuk ve şiddetle yandığını, yırtıldığınıanlatmak için kullanılır.
* Şiddetli, etkili olarak.cayırdama * Cayırdamak işi. cayırdamak * (nesneler için) Ses çıkararak yanmak veya yırtılmak. cayırdatma * Cayırdatmak işi. cayırdatmak * (nesneler için) Sert, uzun, gürültülü ses çıkartmak. cayırtı * Şiddetli yanma, yırtılma sesi, gürültü. cayırtıvermek * gürültü ile gözdağıvermek. cayırtıyı basmak (veya cayırtıkoparmak) * birdenbire bağırıp çağırmaya başlamak. cayış * Caymak işi veya biçimi. cayma * Caymak işi. caymak * Sözünden, kararından dönmek, vazgeçmek. caz * Başlangıçta Kuzey Amerika zencilerinin müziği iken sonraları bütün dünyada benimsenen bir müzik türü.
* Caz müziği çalan orkestra.caz takımı * Caz müziği çalan orkestranın bütün çalgıları. cazbant * Caz müziği çalan orkestra. cazcı * Caz müziği çalan veya besteleyen kimse. cazcılık * Cazcının işi veya mesleği. cazgır * Güreşecek olan pehlivanlarıyüksek sesle izleyicilere tanıtan ve dualarını okuyarak onlarıalana süren kimse.
* Fitneci.cazgırlık * Cazgır olma durumu. cazır cazır * (bir cismin kaynama ve yanmasını belirtirken) Güçlü ve sesli olarak. cazırdama * Cazırdamak işi. cazırdamak * Caz diye ses çıkarmak. cazırdatma * Cazırdatmak işi. cazırdatmak * Cazırdamasına yol açmak. cazırtı * Cazırdama sesi. cazibe * Alım, alımlılık, çekicilik, albeni.
* Çekim.cazibe kanunu * Yer çekimini belirten kurallar bütünü. cazibedar * Çekiciliği olma, alımlı. cazibeleşme * Cazibeleşmek durumu. cazibeleşmek * Çekici, alımlıduruma gelmek. cazibeleştirmek * Çekici, alımlıduruma getirmek. cazibeli * Çekici, alımlı, albenili.
* Önemli, ağırlığı olan.cazibesiz * Çekici olmayan, alımsız. cazip * İlgi uyandıran, çekici, elverişli. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 9
cazipleşme * Cazipleşmek durumu. cazipleşmek * Cazip duruma gelmek. cazipleştirme * Cazipleştirmek durumu. cazipleştirmek * Cazip duruma getirmek. cazipli * Çekici, alımlı, albenili. caziplik * Cazip olma durumu. cazlı * Cazı olan. cazsız * Cazı olmayan. cazur cazur * Bkz. cazır cazır. Cb * Kolombiyum’un kısaltması. cc * Kemanın sırt ve göğüs tahtasını iki yanından C harfi biçiminde çenten oyuklar. Cd * Kadmiyum’un kısaltması. CD * Yabancıdevlet elçiliklerine ait arabaların plâkalarında kullanılan kısaltma. Ce * Seryum’un kısaltması. ce * Türk alfabesinin üçüncü harfinin adı. ce * Kucak çocuklarını, bebekleri eğlendirmek için çıkarılan ses. -ce * Bkz. -ca / -ce (I). -ce * Bkz. -ca / -ce (II). ce demeye mi geldin? * “Bu kadar az oturmaya mı geldin?” anlamında kullanılır. cebbar * Zorlayıcı, zorba.
* Kudret sahibi, Tanrı.
* Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.
* Becerikli, açık göz (kadın).cebe * Zırh.
* Silâh.cebeci * Yeniçeri ordusunda silâh yapan, onaran ve bakımı ile görevli bulunan; savaşta ordunun silâh ve
cephanesini ulaştıran yaya kapıkulu ocaklarından bir sınıf asker.cebel * Dağ.
* Sahipsiz, boştoprak.
* Ekilmemiştarla, ekime elverişli olmayan yer.cebeli * Osmanlıİmparatorluğu döneminde, savaşsırasında tımar, zeamet sahiplerinin dirlikleri oranına göre
yanlarında götürmekle yükümlü bulunduklarıatlıasker.
* Aynıdönemde illerdeki atlı inzibat kuvveti.cebelleşme * Cebelleşmek işi. cebelleşmek * Uğraşmak, çekişmek; tartışmak, münakaşa etmek. cebellezi * Hakkı olmayan bir şeyi kendisine mal edip cebine koyma, cebine indirme. cebellezi etmek * cebine indirmek. ceberut * Tanrı’nın her şeyin üstünde olan kudreti.
* (tasavvufta) Allah’a varmanın üçüncü basamağı.
* (“büyük kudret” anlamından kayarak) Merhametsizlik, zorbalık.
* Acımasız, merhametsiz, zorba.cebi delik * Tutumlu olmayan (kimse), savurgan. cebi delik (kimse) * para tutmayan, züğürt, parasız. cebi para görmek * parasıyokken para kazanmaya başlamak. cebin * Korkak.
* Alın, yüz.cebinden çıkarmak * ondan çok üstün olmak. cebine indirmek (veya atmak) * (para için) hakkı olmadığıhâlde kendine mal etmek. cebini doldurmak * karşılaştığıelverişli durumlardan yararlanarak bol para kazanmak. cebir * Zor, zorlayış. cebir * Artıve eksi gerçek sayılarla, bunların yerini tutan harfler yardımıyla nicelikler arasında genel bağlantılar
kuran matematik kolu.cebir kullanmak * bir işi yaptırmak için zora başvurmak. cebire * Kırık kemikleri yerinde tutmak için kullanılan tahta, mukavva veya tenekeden yapılmış, üzeri bezle
kaplanan levha, süyek, koaptör.cebirsel * Cebirle ilgili. cebirsel deyim * Bilinen veya bilinmeyen büyüklük ölçüleri üzerinde, bunlara bağlı bir büyüklük ölçüsünü çıkarmak için
gerekli işlemleri gösteren ve birbirine cebirsel işaretlerle bağlanan harf ve sayılar bütünü.cebirsel formül * Cebirsel deyim. cebirsel ifade * Cebirsel deyim. cebren * Zorla, zor kullanarak, zoraki. cebretme * Cebretmek işi. cebretmek * Zorlamak. cebrî * Zorla yapılan; zor kullanılarak yaptırılan. cebrî yürüyüş * Bir yere kuvvet yetiştirmek veya düşmandan önce varmak için yapılan sıkıyürüyüş. cebrinefs * Kendini zorlama, kendini tutma. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 10
cebriye * Yazgıcılık, kadercilik, fatalizm. ceddine lânet (veya yedi ceddine lânet!) * “soyun sopunla birlikte Tanrıcezanızıversin!” anlamında ilenme bildiren söz. ceddine rahmet! * “aferin, bravo” veya “Tanrısenden razı olsun” anlamında kullanılır. Cedî * Oğlak burcu. cedit * Yeni. cedre * Guatr, guşa. cefa * Büyük sıkıntı, üzgü, eziyet. cefa çekmek (veya görmek) * üzüntü, sıkıntıçekmek. cefa etmek * üzmek, eziyet etmek. cefakâr * Cefalı. cefakeş * Cefa çeken, cefalı, sıkıntıya katlanan. cefalı * Sıkıntıya, eziyete katlanmışveya katlanan. cefaya katlanmak * sıkıntıveya üzüntüyü sabırla karşılayıp tahammül etmek. ceffelkalem * Hiç düşünüp taşınmadan, bir çırpıda. cehalet * Bilgisizlik, bilmezlik. cehdetme * Cehdetmek işi. cehdetmek * Çalışıp çabalamak. cehennem * Dinî inanışlara göre, kötülük yapanların öldükten sonra ceza görecekleri yer, tamu.
* Çok sıkıntılıyer.cehennem azabı * Cehennemde uğranılacağına inanılan ceza.
* Çok büyük sıkıntı, eziyet.cehennem gibi * çok sıcak. cehennem hayatı * Büyük sıkıntıve üzüntülerle dolu yaşayış. cehennem kütüğü * Cehennemde yanmaya yaraşır kimse. cehennem ol * defol!. cehennem olmak * defolmak. cehennem taşı * Gümüşün nitrik asitte ergitilmesiyle elde edilen, havaya dayanıklı, ışıkta bozulmayan beyaz kristal. cehennem zebanisi * Zalim, acımasız kimse. cehenneme kadar yolu var * “defolsun, istediği yere kadar gitsin, korkum yoktur” anlamında sövme. cehennemî * Cehennemle ilgili.
* Üzücü, yakıcı, cehennem gibi.cehennemi boylamak * (sevilmeyen kimse için) ölmek. cehennemin bucağı(veya dibi) * çok uzak yer. cehennemin dibine gitmek * (kızılan kimse için) defolup gitmek. cehennemleşme * Cehennemleşmek durumu. cehennemleşmek * Cehenneme dönmek.
* Aşırıüzüntü ve sıkıntıçekilen yer hâlini almak.cehennemlik * Öldükten sonra yerinin cehennem olacağısanılan, cehenneme lâyık (kimse).
* Hamamın ocağı, külhan.
* Modern ekmek fırınlarında ateşin bulunduğu en sıcak bölüm.cehil * Bilgisizlik, bilmezlik. cehre * Pamuk, yün, ipek gibi şeyleri eğirip iplik durumuna getirmeye yarar araç, iğ. cehri * Kök boyası gillerden, meyve, kabuk veya odunundan güzel kırmızırenk elde edilen bir kök (Rhamnus
infectorius).ceht * Çaba, çabalama. -cek * Bkz. -cak / -cek. ceket * Erkeklerin ve kadınların giydiği, genellikle önden düğmeli, kalçayıörten, kollu giysi. ceketatay * Bkz. Jaketatay. celâdet * Yiğitlik, kahramanlık. celâl * Büyüklük, ululuk.
* Öfke, kızgınlık.Celâlî * İlk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde ortaya çıkıp devlete isyan eden Bozoklu Derviş celâl’in
adamlarına ve ondan yana olanlara, sonralarıda türeyen bütün eşkıyaya verilen ad.Celâlîlik * Celâlî olma durumu. celâllenme * Celâllenmek işi. celâllenmek * Öfkelenmek, kızmak. celâlli * Sert ve öfkeli (kimse).
* Hırçın, coşkun.celâllice * Celâlli gibi, celâlliye benzer. celbe * Avcıçantası. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 1
C * Karbon’un kısaltması.
* Elektrik kapasitesinin kısaltılması.c, C * Türk alfabesinin üçüncü harfi. Ce adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümlü katışık diş- dişeti
ünsüzünü gösterir.
* Nota işaretlerini harflerle gösterme yönteminde do sesini gösterir.
* Romen rakamlarında 100 sayısını gösterir.Ca * Kalsiyum’un kısaltması. -ca / -ce, -ça / -çe * Vurgusuz zarf eki: Kısa-ca, iyi-ce, açık-ça, mert-çe vb.; dil adlarıtüretir: Alman-ca, İngiliz-ce, Rus-ça, Türkçe vb. “bakımından” anlamına zarf türetir: Para-ca, yaş-ca vb. “-a göre” anlamına zarf türetir: Onlar-ca, biz-ce, ben-ce,
sen-ce vb. “tarafından” anlamına zarf türetir: Bakanlık-ça, hükümet-çe vb. “kadar” anlamına zarf türetir: Bun-ca, onca vb. sayıca eşitlik bildiren zarflar türetir: Yüzyıllar-ca, aylar-ca, günler-ce, binler-ce vb. topluluk beraberlik anlatan
zarflar türetir: Aile-ce, ev-ce, köy-ce vb.-ca / -ce, -ça / -çe * Sıfatlardan küçültme sıfatlarıtüreten ek: Sarışın-ca, esmer-ce, soluk-ça, sert-çe vb. caba * Bir şey ödemeden, para vermeden alınan şey, bedava.
* Fazla olarak, üstelik.cabadan * Bedava olarak, karşılıksız, fazladan. cacık * Yoğurt, ayran içine hıyar veya marul doğranarak yapılan, çoğu kez sarımsaklı, iştah açıcıyiyecek. cacık * Bir tür ot. -cacık / -cecik * Zarf türeten ek (vurgusuz): hemen-cecik, yavaş-çacık, usul-cacık vb. cadaloz * Çok konuşan, huysuz ve şirret (kadın, kocakarı). cadalozlaşma * Cadalozlaşmak işi. cadalozlaşmak * Cadaloz gibi davranmak. cadalozluk * Cadaloz olma durumu. cadde * Şehir içinde ana yol. caddeyi tutmak * herhangi bir sebeple bir yoldan geçişi engellemek, kapamak.
* (korkulu bir durumda) başınıalıp gitmek, uzaklaşmak.cadı * Geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğine inanılan hortlak.
* Huysuz, çirkin, ihtiyar kadın.
* Çok güzel göz.cadı gibi * saçı başıdağınık, tırnaklarıuzun ve pis kadınlar için kullanılır.
* çok becerikli.cadıkazanı * dedikodunun, fesadın çok olduğu yer. cadılaşma * Cadılaşmak işi. cadılaşmak * (kadın) Çirkinleşip huysuzlaşmak.
* Bitki bakımsızlıktan yabanîleşmek.cadılık * Cadıya yakışır davranış, huysuzluk. cadılık etmek * huysuzluk etmek, cadı gibi davranmak. cadısüpürgesi * Emeçleri özellikle dal uçlarındaki kabuk altında sıkı bir ağörerek çekirdekli yemişağaçlarının
çiçeklenmesine, dolayısıyla meyve verimine engel olan asklımantar (Taphrina cerasi).
* Bu mantarın yol açtığı bitki hastalığı.cafcaf * Gösteriş, şatafat.
* Ağız kalabalığı ile bir şeyi elde eden, şirret.cafcaflı * Gösterişli, fazla şık, şatafatlı.
* Karışık, gürültülü patırtılı, tehlikeli.Caferî * Şiîliğin bir kolu ve bu koldan olan kimse. cağ * Parmaklık, korkuluk. cağ * Büyük bez veya deri torba, cav. cağ * Lavabo, banyo.
* Hamam, duş, banyo vb. yerlerde atık suyun akmasınısağlayan zemindeki delik.cağlık * Dokumacılıkta, çözgü makinesinde çözgü ipliği bobinlerinin desen ve renk sırasına göre yerleştirildiği
sehpa.cahil * Öğrenim görmemiş, okumamış, bilgisiz.
* Belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan.
* Deneysiz, genç, toy (delikanlıveya kız).cahil kalmak * bilgi edinememek, bilgisi olmamak. cahilâne * Cahilce, cahile yakışır (biçimde). cahilce * Cahil gibi, cahile yakışır (biçimde). cahiliye * Araplarda Müslümanlıktan önceki çağ. cahiliyet * Cahillik, bilgisizlik. cahillik * Cahil olma durumu, bilgisizlik.
* Gençlik, toyluk, deneysizlik ve bu yüzden işlenen kusur.cahillik etmek * bilgisizliğini göstermek.
* gençlik, toyluk, deneysizlik yüzünden kusur işleme.caiz * Din, yasa, töre veya başka bakımdan işlenmesinde, yapılmasında sakınca olmayan, yapılıp işlenmesine izin
verilen, uygun, yerinde sayılan, yakışık olan.caize * Şairlerin kasidelerle övdükleri büyükler tarafından kendilerine verilen bahşiş.
* Yazıda bir sözün olduğu gibi tekrarlandığını göstermek için alt hizasına konulan tırnak biçimindeki
noktalama işareti.
* Yol yiyeceği, azık.-cak / -cek, -çak / -çek * Küçültme isimleri türeten ek: Yavru-cak, kuzu-cak vb. caka * Gösteriş, çalım, kabadayılık, fiyaka. caka satmak * gösterişyapmak, çalım satmak. caka yapmak * gösterişli davranmak, fiyakalıdurumda olmak. cakacı * Caka yapmayıseven. cakacılık * Cakacı olma durumu veya cakalıdavranış. cakalanma * Caka satma. cakalanmak * Caka satmak. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 2
cakalı * Cakası olan, caka ile yapılan, gösterişli. cakasız * Cakası olmayan. calî * Yapmacıklı, düzme, sahte. calip * Celp eden, çeken, çekici. Calvinci * Bkz. Kalvenci. Calvincilik * Bkz. Kalvencilik. cam * Soda veya potas katılmışsilisli kumun ateşte eritilmesiyle yapılan sert, saydam ve çabuk kırılır cisim.
* Tümü veya bir bölümü bu maddeden yapılmış, sırça.
* Pencere.
* Kadeh, içki.cam çivisi * Yaklaşık çapları1 mm, boyları1,5-2,5 cm arasında değişen ince ve başsız tel çivi. cam evi * Cam takma işleri yapılan dükkân, camcı.
* Çerçevelerde camın yerleştirilmesi için açılan yiv.cam gibi * arkası görünen, saydam, şeffaf.
* (göz için) donuk, cansız.cam göz * Gözü takma olan.
* Aç gözlü, tamahkâr.cam kanatlılar * Kurtçukları, elma, kayın, kavak, meşe ve gürgen ağaçlarına zarar veren, kanatlarıcamsı, hortumları
körelmişkelebekler familyası.cam macunu * Camıyuvasına tutturmak ve yalıtkanlık sağlamak amacı ile kullanılan bezir yağıve üstübeç karışımı. cam mozaik * Renkli taşparçalarıyerine cam parçalarından yapılan mozaik. cam resim * Renkli camların kesilip birbirlerine kurşun çubuklarla bağlanması ile yapılan süs veya resim. cam suyu * Potas veya sodanın kuvars ile eritilmesinden elde edilen, ağacın böceklere ve ateşe direncini artıran renksiz
sıvı.cam yuvası * Cam evi. cam yünü * Çok ince, bükülebilir cam liflerinin oluşturduğu ısıve ses yalıtımında kullanılan madde. camadan * Çapraz düğmeli, ipek veya sırma işlemeli bir tür kısa yelek.
* Dört köşe yelkenleri boğarak yüzeylerini küçültme işi.camadan vurmak * fazla rüzgâra karşıyelkeni kasmak. camadanıfora etmek * bağlarıkoyuverip kısılmışyelkeni açmak. camadanlı * Camadan giymişolan. cambaz * Yerde ve tel, at, bisiklet vb. üzerinde dengeye dayanan, tehlikeli, heyecan verici gösterileri yapan kimse,
akrobat.
* At alıp satan veya yetiştiren kimse.
* Usta, becerikli kimse.
* Kurnaz, hileci.
* OsmanlıDevletinde atlı olan ve savaşlarda padişahın önünde düşmana karşı ilk saldırıya geçen birlik.cambazhane * Cambazların oyunlarını gösterdikleri yer. cambazlık * Cambazın işi veya mesleği, akrobatlık, akrobasi.
* At alıp satma veya yetiştirme işi.
* Kurnazlık, hilecilik.cambul cumbul * (yemek için) Çok sulu, suyu bol. camcı * Cam ticaretini veya cam takmayımeslek edinmişkimse.
* Evin içini pencereden gözetleyen kimse.camcıelması * Ucundaki küçük, dönebilen elmas parçası ile camıçizerek kesmeye yarayan araç. camcımacunu * Cam ile çerçeve arasındaki aralıklarıkapatmakta kullanılan ve kaba üstübeçle bezir yağından yapılan
hamur.camcılık * Cam alıp satma veya takma işi.
* Evin içini pencereden gözetleme.camekân * Göstermelik, satılık şeylerin sergilendiği camlı bölme veya yer, sergen, vitrin.
* Bir yeri, bir veya daha çok bölüme ayıran cam bölme, camlık.
* Ser (II).
* Hamamlarda soyunulan camlıyer.
* Gözlük.camekânlı * Camekanı olan (yer). camekânlıkutu * Televizyon. camekânsız * Camekânı olmayan. camgöbeği * Yeşile çalar mavi renk.
* Bu renkte olan.camgöz * Deniz kıyısına yakın yaşayan, boyu bir buçuk metre kadar olan, eti lezzetli bir tür köpek balığı(Galeius
canis).camgüzeli * Evlerde süs olarak yetiştirilen, pembe, kırmızıçiçekler açan bir tür kına çiçeği (Impatiens sultanı). camıçerçeveyi indirmek * etrafıkırıp dökmek, her şeyi parçalayıp dağıtmak. camız * Manda, su sığırı, kömüş. cami * Müslümanların hep birlikte namaz kılmak için toplandıklarıyer. cami * Toplayan, bir araya getiren.
* İçine alan, içinde bulunduran.cami yıkılmış, ama mihrabıyerinde * yaşlandığıhâlde güzelliği bozulmamış(kadın). camia * Topluluk, zümre. camit * Cansız.
* Donmuş.camlama * Camlamak işi. camlamak * Cam geçirmek, cam takmak. camlanma * Camlanmak işi. camlanmak * Cam takılmak. camlaşma * Camlaşmak işi. camlaşmak * Cama benzer duruma gelmek. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 3
camlatma * Camlatmak işi. camlatmak * Cam taktırmak. camlı * Cam takılmış, cam geçirilmiş, camı olan. camlıköşk * Saraylarda veya bahçelerde soğuktan korunmak için camla örtülmüşoda, salon. camlık * Camlıçerçeve ile bölünmüşyer.
* Çiçek, sebze gibi bitkileri dışetkenlerden korumak için yapılmışküçük limonluk, camekân.camsı * Cam gibi saydam, cama benzer.
* Yerin içinden yüze çıkan erimişsıcak maddelerin, soğuma sırasında billûrlaşmayıp biçimsiz olarak
katılaşmışdurumu.camsız * Camı olmayan. can * İnsan ve hayvanlarda yaşamayısağladığına ve ölümle vücuttan ayrıldığına inanılan madde dışıvarlık.
* Yaşama, hayat.
* Güç, dirlik.
* Kişi, birey.
* İnsanın kendi varlığı, özü.
* Gönül.
* Bektaşîlik ve Mevlevîlikte tarikat kardeşi.
* Yakınlık duygusu belirten bir seslenme sözü.
* Çok içten, sevimli, sevilen, şirin.can acısı * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı. can alacak nokta (veya yer) * bir şeyin en önemli yeri. can alıcı * En önemli, en çarpıcı.
* Azrail.can alıp can vermek * ölüm sıkıntısıve acısı içinde bunalmak. can arkadaşı * Bkz. can dostu.
can atmakcan başüstüne * istenilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağınıanlatır. can başına sıçramak * çok korkmak. can bayılmak * iç geçmek, takatsizlik göstermek. can beraber * Çok sevgili. can beslemek * kaygısızca yiyip içip rahatına bakmak.
* başkasının yiyeceğini, içeceğini sağlamak.can boğazdan gelir (veya geçer) * insan yiyeceğine önem vererek güçlenebilir veya yemeden yaşamak mümkün değildir. can borcunu ödemek * ölmek. can bunaltısı * Aşırıüzüntü sebebiyle canın sıkılma, bunalma hâli. can cana, baş başa * herkesin kendi canının, kendi başının kaygısına düştüğü bir tehlike anınıanlatır.
* birbirini seven iki kişi bir arada yalnız olarak.can ciğer * Çok yakın, sıkıfıkı, pek içten (arkadaş). can ciğer kuzu sarması * içli dışlı, candan, pek içten. can ciğer olmak * birbiriyle çok yakın arkadaşolmak. can cümleden aziz * insanın kendisi herkesten önce gelir. can çabası * varlığınıkanıtlama amacıyla aşırı gayret. can çekişmek * ölmek üzere bulunmak.
* sona ermek, tükenmek, bitmek.can çekişmektense ölmek yeğdir * bir işte çeşitli sıkıntıve üzüntülerle karşılaşıp olağanüstü gayret harcamaktansa o işten vazgeçmek daha
iyidir.can çıkmayınca (veya çıkmadan) huy çıkmaz * insanıalışkanlıklarından, huylarından vazgeçirmek mümkün değildir. can damarı * En önemli veya hassas nokta, bir şeyin yaşaması için en önemli araç. can damarına basmak * bir işin en önemli yönü üzerinde durmak. can dayanmamak * bir şey karşısında insanın dayanıklılığıelden gitmek. can derdinde olmak * zor bir durumdan kurtulmaya çalışmak. can derdine düşmek * ölüm korkusuna kapılmak. can direği * Kemanın içinde, alt ve üst kapaklarıarasında dikili duran çubuk. can dostu * Pek içten dost. can düşmanı * Aşırıdüşmanlık güden kimse, öldürmeyi bile düşünen düşman. can eriği * Genellikle yeşilken yenen sert, sulu bir tür erik. can evi * Yüreğin altındaki bölge.
* En duyarlıyer, yürek.can evinden vurmak * en etkileyici yönünden saldırmak. can feda * Çok imrenilen iyi veya güzel şeyler, davranışlar karşısında söylenir, can kurban. can gelmek * canlanmak, güçlenmek. can gözdesi * Sevgili. can havli * ölüm korkusu.
can havli ile…
* ölüm korkusundan doğan güçlü bir tepki ile.can kalmamak * bitkin bir duruma gelmek, gücü tükenmek. can kaygısına düşmek * her şeyden vazgeçip sadece kendi hayatınıkoruma veya kurtarma çabasında olmak. can korkusu * Bkz. can havli. can korkusu * Ölüm korkusu. can kulağı * çok yakın dost, sırdaş.