Kategori: C

C Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük C Sayfa 17

    cık * “Yok olmaz” anlamında kullanılır.
    -cık / -cik, -cuk / -cük * İsimden küçültme ve okşama isimleri türeten ek: baba-cık, anne-cik, yavru-cuk, öpü-cük vb.
    * Önüne bir ünlü getirilerek sıfat ve zarf türetir: az-ıcık, dara-cık, bir-i-cik vb.
    * -ca ekli zarflardan pekiştirme zarflarıtüretir: Yavaş ca-cık,usulca-cık vb.
    -cıl / -cil * İsimden “seven” anlamına sıfat türetir: adam-cıl, insan-cıl, balık-çıl, ev-cil vb.
    cılız * Çok zayıf ve güçsüz, eneze, nahif.
    * (ışık için) Güçsüz, sönük.
    cılızlaşma * Cılızlaşmak işi.
    cılızlaşmak * Zayıf ve güçsüz düşmek, zayıflamak.
    * Gücünü, değerini yitirmek.
    cılızlık * Cılız olma durumu.
    cılk * Bozularak kokmuş.
    * Cıvık.
    * İrinlenmiş.
    * Sözünün eri olmayan.
    cılk çıkmak * kusurlu, boşveya bozuk çıkmak.
    cılk etmek * bozmak, çürütmek.
    cılkava * Kurdun veya tilkinin ense postundan yapılan kürk.
    cılkıçıkmak * bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrılmak.
    cılklaşma * Cılklaşmak işi.
    cılklaşmak * Cılk duruma gelmek.
    cılklık * Cılk olma durumu.
    cımbar * Çımbar.
    * Filiz, sürgün.
    cımbarlama * Cımbarlamak işi.
    cımbarlamak * Dokunmakta olan halının veya bezin kenarınıcımbarla geriye almak.
    cımbız * Kıl gibi ince şeyleri tutmak veya çekmek için kullanılan küçük maşa.
    * Özellikle dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri temizlemekte kullanılan el aracı.
    cımbızcı * Dokumacılıkta cımbızlamak işini yapan (kimse).
    cımbızlama * Cımbızlamak işi.
    cımbızlamak * Cımbızla yolmak.
    * Dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri cımbızla temizlemek.
    cıncık * Bardak, kadeh, tabak gibi sırçadan veya porselenden yapılan şeyler, züccaciye.
    cıncık boncuk * Yalancıtaşlardan yapılmışküpe, kolye gibi şeyler.
    cıngıl * Küçük üzüm salkımı.
    * Boncuk, gümüşveya altın para ile yapılmış, başlığa veya giysiye takılan süs, cingil.
    cır cır * Durup dinlenmeden ince ve usandırıcıses çıkararak.
    cır cır ötmek * gereksiz, yerli yersiz konuşmak.
    cırboğa * Bir tür çöl sıçanı(Dipus Caegyptius).
    * Cılız, zayıf, çelimsiz çocuk.
    cırcır * Kaynana zırıltısı.
    * Geveze.
    * Pamuk kozalarının pamuğunu ve çekirdeğini birbirinden ayıran çıkrık.
    * Ağustos böceği.
    cırcır böceği * Düz kanatlılardan ocaklarda, fırınlarda, kırlarda yaşayan böcek, cırlak.(Grillus domesticus, G. campestris).
    cırcır delgi * Dönme hareketini yivli gövdesi üzerindeki parçanın ileri geri itilmesinden alan ve küçük delikler açmak
    için kullanılan araç.
    cırcır kolu * Lokma vidalarısökmeye yarayan alet.
    cırdaval * Meşe dalından yapılan ucu demirli, uzun cirit değneği.
    cırıldama * Cırıldamak işi.
    cırıldamak * Cır cır diye ses çıkarmak.
    cırıltı * Cır cır diye çıkan ses.
    cırlak * (ses için) Hoşa gitmeyen, keskin ve çiğ, tiz.
    * Cırcır böceği.
    cırlak cırlak * Çok tiz ve ince bir sesle.
    cırlama * Cırlamak işi.
    cırlamak * İnce ve usandırıcıses çıkarmak.
    cırlatma * Cırlatmak işi.
    cırlatmak * Cırlamasına yol açmak.
    cırlayık * Örümcek kuşugillerden, ormanlık, çalılık yerlerde yaşayan, güzel öten bir kuş(Lanius).
    * Ağustos böceği.
    cırmalama * Cırmalamak işi.
    cırmalamak * Tırmalamak.
    cırmık * Tırnak izi.
    cırnak * Yırtıcıhayvan tırnağı.
    cırnaklama * Cırnaklamak işi.
    cırnaklamak * Tırmalamak.
    cırnık * Set duvarlarında su akacak delik.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 18

    cırt * Kâğıt, kumaşgibi şeyler yırtılırken çıkan ses.
    cırtlak * Cırlak.
    * Olgunluktan ezilebilecek duruma gelmiş(meyve, sebze).
    cırtlama * Cırtlamak işi.
    cırtlamak * Cırt diye ses çıkarmak.
    cıs * Çocuklarıateşe ve tehlikeli şeylere karşıuyarırken söylenir.
    cıva * Atom sayısı80, atom ağırlığı200.5 olan, donma noktası-38, 80 C olduğundan, bayağısıcaklıkta sıvı olarak
    bulunan, yoğunluğu 13, 59 olan, gümüşrenginde bir element. KısaltmasıHg.
    cıva gibi * yerinde durmaz, ele avuca sığmaz, çok hareketli.
    cıvadra * Geminin baştarafından havaya doğru biraz kalkık olarak uzatılmış bulunan direk.
    cıvalı * Cıvası olan.
    cıvata * Birbirine bağlanmak istenen ağaç veya demir parçaların hazırlanmışolan deliklerden geçirilerek, ucuna
    somun takılıp sıkıştırılan iri başlıvida.
    cıvatalama * Cıvatalamak işi.
    cıvatalamak * Cıvata ile tutturmak.
    cıvık * Fazla suyla karıştığı için biçimini koruyamayacak kadar sulanmış.
    * Soğuk ve can sıkıcışakalar yapan (kimse).
    cıvık cıvık * Soğuk ve can sıkıcı olarak.
    cıvık mantarlar * Bakterilerle ortak yaşayan, ilkel ve hayvanımsıyapılı, peltemsi mantarlar.
    cıvıklanma * Cıvıklanmak durumu.
    cıvıklanmak * Cıvık duruma gelmek.
    cıvıklaşma * Cıvıklaşmak durumu.
    cıvıklaşmak * Cıvık duruma gelmek.
    cıvıklaştırma * Cıvıklaştırmak işi.
    cıvıklaştırmak * Cıvık duruma getirmek.
    cıvıklık * Cıvık olma durumu.
    cıvıl cıvıl * (kuşlar) Cıvıltı ile ötüşerek.
    * Canlı, hareketli olarak.
    * Canlı, neşeli.
    * Hareketli, kalabalık.
    cıvıldama * Cıvıldamak işi.
    cıvıldamak * Cıvıl cıvıl ötmek.
    cıvıldaşma * Cıvıldaşmak işi.
    cıvıldaşmak * Hep birden cıvıldamak.
    cıvıltı * Kuşların ötüşürken çıkardıklarıses.
    * (ses için) Canlılık, ateşlilik.
    cıvıltılı * Cıvıltısı olan.
    cıvıltısız * Cıvıltısı olmayan.
    cıvıma * Cıvımak işi.
    cıvımak * Cıvık duruma gelmek.
    * (bir iş) Çığırından çıkmak.
    * Saygısızca davranışta bulunmak.
    cıvıtılma * Cıvıtılmak işi.
    cıvıtılmak * Cıvık duruma getirilmek.
    cıvıtma * Cıvıtmak işi.
    cıvıtmak * Cıvık duruma getirmek.
    * Bir işi yakışık almayacak bir duruma getirmek.
    cıvma * Cıvmak işi.
    cıvmak * Sekmek, değip geçmek, vurup sapmak.
    cıyak cıyak * Bağırmak fiili ile birlikte kullanılarak ince, acıve yüksek sesle durmadan bağırmayıanlatır.
    cıyaklama * Cıyaklamak işi.
    cıyaklamak * İnce, acıve yüksek sesle bağırmak.
    cıyaklatma * Cıyaklatmak işi.
    cıyaklatmak * Cıyaklamasına sebep olmak.
    cıyırdama * Cıyırdamak işi.
    cıyırdamak * Yırtılırken cıyırtıçıkarmak.
    cıyırdatma * Cıyırdatmak işi.
    cıyırdatmak * Cayırdamasına sebep olmak.
    cıyırtı * Bez veya kâğıt gibi şeylerin yırtılırken çıkardıklarıses.
    cız * (çocuk dilinde) Ateş.
    * Kızgın yağın içine bir şey atılınca çıkan ses.
    cız etmek * cız diye ses çıkarmak.
    * acıduymak.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 19

    cız sineği * Bir tür büvelek.
    cızbız * Izgarada pişirilmiş(et).
    cızgara * Toplu hâlde Türk müziği icra edilirken kullanılan bir yaylıçalgıtürü.
    cızık * Çizgi.
    * İz.
    cızıktırma * Cızıktırmak işi.
    cızıktırmak * Yazmak, karalamak.
    cızıldama * Cızıldamak işi.
    cızıldamak * Cızırdamak.
    cızıltı * Cızırtı.
    cızıltılı * Cızırtısı olan.
    cızır cızır * Pişmekte olan kebabın, yağda kızartılan yiyeceğin, kesilen camın veya yazıyazarken kamışkalemin
    çıkardığısesi anlatır.
    cızırdama * Cızırdamak işi.
    cızırdamak * Cızır cızır ses çıkarmak.
    * Boğazındaki gıcıktan dolayıkesik ve ince ses çıkarmak.
    cızırdatma * Cızırdatmak işi.
    cızırdatmak * Cızırdamasına yol açmak.
    * Kâğıt üzerinde ustaca kalem oynatmak veya beceriyle yazıyazmak.
    cızırtı * Cızırdama sesi.
    cızırtılı * Cızırdayan, cızırtısı olan.
    cızlam * Kaçma, savuşma.
    cızlama * Cızlamak durumu.
    cızlamak * Cız diye ses çıkarmak.
    * Cız etmek.
    cızlamıçekmek (veya cızlam etmek) * kaçmak, savuşup gitmek.
    -ci * Bkz. -cı/ – ci.
    cibilliyet * (huy ve ahlâk bakımından) Yaradılış, maya.
    cibilliyetsiz * Soysuz, sütü bozuk.
    cibilliyetsizlik * Cibilliyetsiz olma durumu.
    cibinlik * Sivrisinekten ve başka böceklerden korunmak için yatağın üstüne ve yanlarına gerilen çadır biçiminde tül.
    cibre * Sıkılıp suyu alınan üzüm ve başka meyvelerin posası.
    cici * Sevimli, cana yakın, hoş, güzel, hoşa giden.
    cici anne * Bazıçocukların, büyük annelerine veya o yaştaki kadın yakınlarına verdikleri ad.
    * Üvey ana, üvey anne.
    cici bici * Süslü giysi veya süs eşyası.
    cici mama * Kadınlarla düşüp kalkmaya başlayan toy bir erkekten söz edilirken onun bu ilişkilerine verilen ad.
    cicik * İnsan veya hayvan memesi.
    cicili bicili * Göze çarpan süslerle bezenmiş.
    cicim * Ensiz olarak dokunmuşparçaların yan yana eklenmesiyle oluşan, perde veya örtü olarak kullanılan nakışlı
    ince kilim.
    cicim ayı * Balayı, yeni evlilerin ilk haftalarda dillerinden düşürmedikleri sevgi sözü.
    cicim! * bir sevgi sözü.
    * alay yollu seslenme sözü.
    cicoz * Cam veya toprak bilyelerle oynanan bir çocuk oyunu.
    * Bu oyundaki bilyelerin her biri.
    * Hiç yok.
    cicozlama * Cicozlamak durumu.
    cicozlamak * Kaçmak, uzaklaşmak.
    cicozluk * Cicoz olma durumu.
    cidal * Savaşma, cenk.
    * Ağız kavgası, çekişme.
    cidalci * Savaşçı.
    cidar * Duvar.
    * Çeper.
    cidden * Şakasız olarak, gerçekten.
    ciddî * Şaka olmayan, gerçek.
    * Ağırbaşlı.
    * Titizlik gösterilen, önem verilen.
    * Tehlikeli, endişe veren, ağır, vahim.
    * Eğlendirme amacı gütmeyen.
    * Gülmeyen.
    * Güvenilir, sağlam.
    * Önemli.
    * Önem vererek, gerçek olarak.
    ciddî ciddî * Ciddî bir biçimde, ciddî olarak.
    ciddîleşme * Ciddîleşmek işi.
    ciddîleşmek * Ciddî bir durum almak.
    ciddîlik * Ciddî davranış.
    * Ciddî durum.
    ciddiye almak * inanmak, gerçek sanmak, önem vermek.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 20

    ciddiyet * Ciddîlik, ağırbaşlılık.
    ciddiyetsiz * Ciddiyeti olmayan, lâubali.
    ciddiyetsizlik * Ciddiyetsiz olma durumu.
    cif * Bir malın fiyatına sigorta ve navlun ücretinin de katılmışolduğunu gösteren İngilizce bir terimin baş
    harflerinden oluşturulmuş bir kısaltma.
    cife * Leş.
    * İğrenç şey.
    cigara * Bkz. sigara.
    ciğer * Akciğerlerle karaciğerin ortak adı.
    * (kasaplıkta) Akciğer, yürek ve karaciğerin oluşturduğu takım.
    * Yürek, iç.
    ciğer acısı * Evlât acısı.
    ciğer kebapçısı * Ciğer kavurup satan kimse.
    ciğer otları * Yapraklarıkara yosunlarından bir bitki sınıfı.
    ciğer otu * Düğün çiçeğigillerden, çok yıllık otsu bir bitki (Hepatica).
    ciğer sarma * İnce kıyılmışak ve karaciğer, pirinç, yağ, çam fıstığı, kuşüzümü, yeşil soğan, yumurta ve baharat
    karışımıyla fırında pişirilen bir kebap türü.
    ciğer sotesi * Sote.
    ciğer yarası * Ciğer acısı.
    ciğer, kebap olmak * büyük bir acıya uğramak, yüreği yanmak.
    ciğerci * Kesilen hayvanların ciğer, baş, ayak, işkembe gibi parçalarınısatan kimse, sakatatçı.
    * Ciğer pişirip satan kimse.
    ciğerdeldi * Kumaşüzerine küçük delikler açılarak yapılan işleme.
    * Bu delikleri açmakta kullanılan ucu sivri küçük araç.
    ciğeri (veya yüreği) sızlamak * çok acımak, derin bir acıma duygusuyla üzülmek.
    ciğeri beşpara etmez * değersiz, aşağılık (kimse).
    ciğeri parçalanmak * Bkz. yüreği parçalanmak.
    ciğeri yanmak * çok acıve sıkıntıçekmek, büyük bir acıya uğramak.
    ciğerimin köşesi * çok sevdiğim.
    * çok sevgili evlâdım.
    ciğerine işlemek * çok dokunmak, (söz, kötü davranış) etkilemek.
    ciğerini delmek * acıklı bir durum, kişiye dayanılmaz bir üzüntü vermek.
    ciğerini okumak * onun aklından geçenleri, gizli düşüncelerini bilmek.
    ciğerini sökmek * bir kimseyi çok büyük zararlara uğratmak.
    ciğerini yakmak * bir kimseye büyük bir acıçektirmek.
    ciğerinin içini bilmek * çok yakından tanımak, her türlü düşüncesini bilmek.
    ciğerleri bayram etmek * her zamankinden daha iyi cins sigara içen veya temiz havaya çıkan kişilerin söylediği söz.
    ciğerpare * Çok sevilen (kimse).
    cihan * Evren, âlem.
    * Dünya.
    cihangir * Dünyanın büyük bir bölümünü eline geçiren.
    cihangirane * Ülkeler fetheden cesur kahraman.
    cihangirlik * Cihangir olma durumu.
    cihanıtutmak * dünyayıtutmak.
    cihannüma * Her yanı görmeye elverişli, camlıçatıkatıveya taraça, kule.
    * Dünya haritası.
    cihanşinas * Dünyayıtanımış, herşeyi yerli yerinde bilen kimse.
    cihanşümul * Evrensel, üniversal.
    cihar * (tavla oyununda zarlar için) Dört.
    ciharıdü * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün ikili düşmesi.
    ciharıse * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün üçlü düşmesi.
    ciharıyek * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün birli düşmesi.
    cihat * Din uğruna yapılan savaş.
    cihat açmak * savaşiçin çağrıyapmak.
    cihaz * Aygıt, alet, takım.
    * Çeyiz.
    cihazlanma * Donanıma sahip olma, teknolojik gelişmelerin en son ürünleriyle donatılma.
    cihazlanmak * Teknolojik gelişmelerin en son ürünleriyle donatılmak.
    cihet * Yön, yan, taraf.
    cihetiyle * -den dolayı, -den ötürü, sebebiyle.
    -cik * -cık / -cik.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 21

    -cil * -cıl / -cil.
    cilâ * Bir şeyi parlatmak için kullanılan kimyasal birleşik.
    * Parlaklık.
    * Gereksiz süs, gösteriş.
    cilâ topu * Cilâ eriyiğini yüzeye sürtmede kullanılan, dışıdokuma bezden, içi yıkanmışyün veya pamuktan hazırlanan
    topaç.
    cilâ vermek * aydınlatmak.
    cilâ yağı * Cilâ topunun, cilâlanacak yüzeyde kolayca kaymasınısağlayan, asitsiz, renksiz ve reçinesiz ince yağ.
    cilâcı * Cilâ yapan, eşyaya cilâ vuran kimse.
    cilâcılık * Eşyaya cilâ vurma işi.
    cilâlama * Cilâlamak işi.
    cilâlamak * Cilâ sürmek, cilâ vurmak.
    * Pürüzünü gidererek parlatmak.
    * Neşesini artırmak.
    cilâlanma * Cilâlanmak işi.
    cilâlanmak * Cilâlamak işine konu olmak.
    cilâlatma * Cilâlatmak işi.
    cilâlatmak * Cilâlamak işini yaptırmak.
    cilâlı * Cilâsı olan, cilâ sürülmüş, cilâ ile parlatılmış, mücellâ.
    CilâlıTaşDevri * Tarihten önceki zamanların ayrıldığıüç devirden biri.
    cilâsız * Cilâ sürülmemişveya cilâsıkalmamışolan.
    cilâsun * Yiğit, eli çabuk, becerikli kimse.
    cilban * Çok küçük taneli fasulye.
    cilbent * Klâsör.
    cildiye * Deri hastalıkları, dermatoloji.
    cildiyeci * Deri hastalıklarıuzmanı, dermatolog.
    cildiyecilik * Cildiyeci olma durumu.
    cilt * Deri, ten.
    * Formalarıveya yaprakları birbirine dikilerek veya yapıştırılarak bir kitaba geçirilen deri, bez veya kâğıtla
    kaplıkapak.
    * Bir eserin ayrıayrı basılan bölümlerinden her biri.
    cilt evi * Cilt işleri yapan dükkân, ciltçi.
    cilt kapağı * Forma veya fasikül hâlinde yayımlanan eserlerin bir örnek ciltlenip kullanılması için hazırlanan bez veya
    plâstik kaplanmışkalın karton.
    ciltçi * Kitaplarıciltleyen kimse, mücellit.
    * Cilt evi.
    ciltçilik * Ciltçinin işi, mücellitlik.
    ciltleme * Ciltlemek işi.
    ciltlemek * Kitaba cilt yapmak.
    ciltlenme * Ciltlenmek işi.
    ciltlenmek * Ciltlemek işi yapılmak.
    ciltletme * Ciltletmek işi.
    ciltletmek * Ciltlemek işini yaptırmak.
    ciltli * Ciltlenmişolan.
    ciltlik * Cilt yapmaya yarayan malzeme.
    * Ciltlerden oluşan takım.
    ciltsiz * Ciltlenmemişolan.
    cilve * Hoşa gitmek için yapılan davranış, kırıtma, naz.
    * Görünme, ortaya çıkma, tecelli.
    cilve etmek (veya yapmak) * nazlanmak, kırıtmak.
    cilvebaz * Cilve yapan, cilveli davranan kimse.
    cilvekâr * Cilveli.
    cilvelenme * Cilvelenmek işi.
    cilvelenmek * Cilve yapmak.
    cilveleşme * Cilveleşmek işi.
    cilveleşmek * Karşılıklıcilve yapmak.
    * Birbirine çok yakın arkadaşmışgibi takılmak.
    cilveli * Cilvesi olan, cilve yapan, cilvekâr.
    cilvesiz * Cilvesi olmayan.
    cim * Arap alfabesinde c sesini gösteren harfin adı.
    cim karnında bir nokta * hiçbir bilgisi olmayan, cahil.
    * acemi, toy.
    cima * (insanlarda) Çiftleşme, cinsel ilişki.
    cimbakuka * Çelimsiz ve biçimsiz (kimse).
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 7

    canlıözdekçilik * Evrenin temeli olarak düşünülen maddenin canlı olduğunu savunan doktrin, hilozoizm.
    canlıresim * Bir hareketi parçalarına ayırıp bunların elle yapılan resimlerinin alıcıyla tek tek çevrilmesine dayanan ve
    gösterimde sürekli bir hareketi ortaya koyan film tekniği.
    canlıyayın * (televizyon ve radyo için) Daha önceden herhangi bir gereç üzerine tespit edilmemiş, alıcıyla tespit edildiği
    anda yapılan yayın.
    canlıcılık * Olup bitenin ruhlar alanının gizli güçlerince yönetildiğine inanan ilkel anlayış, animizm.
    * Bağımsız bir ruhî varlığın insanda ve doğa nesnelerinde yerleşik olduğuna inanan ilkel dinî görüş.
    * Tek ve aynıruhun fikrî ve organik hayatın ilkesi olduğunu ileri süren öğreti.
    * Çocukta bir düşünce biçimi olarak bütün cisimlerin canlı olduğuna inanma.
    canlılık * Canlı olma durumu.
    * Neşelilik, hareketlilik.
    cansız * Canınıyitirmiş, ölmüş.
    * Güçsüz, mecalsiz.
    * İlgi uyandırmayan, sönük.
    * Durgun.
    * Canlı olmayan (varlık), camit.
    cansız cansız * Cansız olarak, cansız gibi.
    cansız düşmek * hastalık veya yorgunluk yüzünden bitkin bir duruma gelmek.
    cansız hedef * İnsan ve hayvan dışında kalan hedef.
    cansızlaşma * Cansızlaşmak işi.
    cansızlaşmak * Cansız duruma gelmek.
    cansızlaştırma * Cansızlaştırmak işi.
    cansızlaştırmak * Cansız duruma getirmek.
    * Bir dişin canlıdokusunu yok etmek.
    cansızlık * Cansız olma durumu.
    * Hareketsizlik.
    cansiparane * Canını verircesine, özveriyle.
    cantiyane * Kantiyane.
    capcanlı * Çok canlı(bir biçimde).
    car * Çağrı, tellâl ile duyurma; ilân.
    * Tehlike durumu, imdat, yardım.
    car * Bazıyerlerde kadınların kollarına örttükleri veya boydan boya örtündükleri çarşaf, zar.
    car car * Çok ve yüksek sesle, gürültülü bir biçimde (konuşma).
    car etmek * nara atmak, haykırmak; ilân etmek.
    carcar * Geveze, yaygaracı.
    carcur * Bkz. şarjör.
    carcur * “Gelişigüzel konuşmak” anlamına gelen carcur etmek deyiminde geçer.
    carcur * Fermuar.
    cari * Akan.
    * Olagelen, geçen, yürürlükte olan.
    cari hesap * İki taraf arasında sürüp giden alacak verecek işlemlerinin tutulan hesabı.
    cari masraf * Belirli bir dönemde yapılan harcamalar.
    cari para * Geçerli olan, yürürlükte bulunan para.
    cari ücret * İşgücü piyasasında işgücünün, arz ve talebe göre belirlenen fiyatı.
    cariye * Yabancıülkelerden kaçırılıp özgürlükten yoksun edilen, alınıp satılabilen, her konuda efendisinin
    isteklerine bağlı bulunan genç kadın, halayık.
    cariyelik * Cariye olma durumu.
    cariyelik etmek * cariye gibi hizmet etmek.
    cariyeniz (veya cariyeleri) * eskiden, söz söylenen kimseye aşırı bir saygı göstermişolmak için kadınlar tarafından “ben” zamiri yerine
    kullanılırdı.
    * aynımaksatla genç kadınlardan söz edilirken onlarıanlatan kelimelere bir unvan gibi getirilirdi.
    carlama * Carlamak işi.
    carlamak * Bağırarak konuşmak; çok söylemek.
    * İlân etmek, duyurmak; nara atmak, haykırmak.
    carlı * Carı(II) olan.
    carsız * Carı(II) olmayan.
    cart * Sert bir şey yırtılırken çıkan ses.
    cart cart ötmek * kendini beğenmiş bir davranışla ve buyururcasına söz söylemek.
    cart curt * Gerekli gereksiz yerde söylenen, abartılısöz.
    cart curt etmek * göz korkutmak veya övünmek amacıyla abartılıkonuşmak.
    cart kaba kâğıt * yüksekten atana veya çalımlı bir tavır takınana karşısöylenen hafifseme ünlemi.
    carta * Yellenme.
    cartadak * Birdenbire ve gürültü ile.
    cartadan * Cartadak.
    cartayıçekmek * ölmek.
    cascavlak * (başiçin) Çok saçsız, çok tüysüz, hiç tüyü olmayan.
    * Çırılçıplak, örtüsüz.
    cascavlak kalmak * bütün imkânlarıelinden alınmışolarak ortada kalmak.
    casus * Bir devletin veya bir kimsenin sırlarını başkasının hesabına öğrenmeyi üstüne alan kimse, çaşıt.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 8

    casusluk * Casus olma durumu, çaşıtlık.
    casusluk etmek * casus olarak çalışmak.
    cav * Bkz. çağ(II).
    cavalacoz * Değersiz, önemsiz, derme çatma.
    cavlağıçekmek * ölmek.
    cavlak * Çıplak, tüysüz.
    cavlaklık * Cavlak olma durumu, çıplaklık.
    cavlama * Cavlamak işi.
    cavlamak * Kavlamak, tüyünü dökmek, çıplak kalmak.
    cavlamak * Ölmek.
    caydırıcı * Kararından, sözünden döndürücü.
    caydırıcılık * Caydırıcı olma durumu.
    caydırılmak * Caymasısağlanmak, kararından döndürülmek, vazgeçirilmek.
    caydırış * Caydırmak işi veya biçimi.
    caydırma * Caydırmak işi.
    caydırmak * Caymasını sağlamak, kararından döndürmek, vazgeçirmek.
    caygın * Vazgeçip işin ardını bırakan, dönek.
    cayır cayır * Bir cismin çabuk ve şiddetle yandığını, yırtıldığınıanlatmak için kullanılır.
    * Şiddetli, etkili olarak.
    cayırdama * Cayırdamak işi.
    cayırdamak * (nesneler için) Ses çıkararak yanmak veya yırtılmak.
    cayırdatma * Cayırdatmak işi.
    cayırdatmak * (nesneler için) Sert, uzun, gürültülü ses çıkartmak.
    cayırtı * Şiddetli yanma, yırtılma sesi, gürültü.
    cayırtıvermek * gürültü ile gözdağıvermek.
    cayırtıyı basmak (veya cayırtıkoparmak) * birdenbire bağırıp çağırmaya başlamak.
    cayış * Caymak işi veya biçimi.
    cayma * Caymak işi.
    caymak * Sözünden, kararından dönmek, vazgeçmek.
    caz * Başlangıçta Kuzey Amerika zencilerinin müziği iken sonraları bütün dünyada benimsenen bir müzik türü.
    * Caz müziği çalan orkestra.
    caz takımı * Caz müziği çalan orkestranın bütün çalgıları.
    cazbant * Caz müziği çalan orkestra.
    cazcı * Caz müziği çalan veya besteleyen kimse.
    cazcılık * Cazcının işi veya mesleği.
    cazgır * Güreşecek olan pehlivanlarıyüksek sesle izleyicilere tanıtan ve dualarını okuyarak onlarıalana süren kimse.
    * Fitneci.
    cazgırlık * Cazgır olma durumu.
    cazır cazır * (bir cismin kaynama ve yanmasını belirtirken) Güçlü ve sesli olarak.
    cazırdama * Cazırdamak işi.
    cazırdamak * Caz diye ses çıkarmak.
    cazırdatma * Cazırdatmak işi.
    cazırdatmak * Cazırdamasına yol açmak.
    cazırtı * Cazırdama sesi.
    cazibe * Alım, alımlılık, çekicilik, albeni.
    * Çekim.
    cazibe kanunu * Yer çekimini belirten kurallar bütünü.
    cazibedar * Çekiciliği olma, alımlı.
    cazibeleşme * Cazibeleşmek durumu.
    cazibeleşmek * Çekici, alımlıduruma gelmek.
    cazibeleştirmek * Çekici, alımlıduruma getirmek.
    cazibeli * Çekici, alımlı, albenili.
    * Önemli, ağırlığı olan.
    cazibesiz * Çekici olmayan, alımsız.
    cazip * İlgi uyandıran, çekici, elverişli.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 9

    cazipleşme * Cazipleşmek durumu.
    cazipleşmek * Cazip duruma gelmek.
    cazipleştirme * Cazipleştirmek durumu.
    cazipleştirmek * Cazip duruma getirmek.
    cazipli * Çekici, alımlı, albenili.
    caziplik * Cazip olma durumu.
    cazlı * Cazı olan.
    cazsız * Cazı olmayan.
    cazur cazur * Bkz. cazır cazır.
    Cb * Kolombiyum’un kısaltması.
    cc * Kemanın sırt ve göğüs tahtasını iki yanından C harfi biçiminde çenten oyuklar.
    Cd * Kadmiyum’un kısaltması.
    CD * Yabancıdevlet elçiliklerine ait arabaların plâkalarında kullanılan kısaltma.
    Ce * Seryum’un kısaltması.
    ce * Türk alfabesinin üçüncü harfinin adı.
    ce * Kucak çocuklarını, bebekleri eğlendirmek için çıkarılan ses.
    -ce * Bkz. -ca / -ce (I).
    -ce * Bkz. -ca / -ce (II).
    ce demeye mi geldin? * “Bu kadar az oturmaya mı geldin?” anlamında kullanılır.
    cebbar * Zorlayıcı, zorba.
    * Kudret sahibi, Tanrı.
    * Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.
    * Becerikli, açık göz (kadın).
    cebe * Zırh.
    * Silâh.
    cebeci * Yeniçeri ordusunda silâh yapan, onaran ve bakımı ile görevli bulunan; savaşta ordunun silâh ve
    cephanesini ulaştıran yaya kapıkulu ocaklarından bir sınıf asker.
    cebel * Dağ.
    * Sahipsiz, boştoprak.
    * Ekilmemiştarla, ekime elverişli olmayan yer.
    cebeli * Osmanlıİmparatorluğu döneminde, savaşsırasında tımar, zeamet sahiplerinin dirlikleri oranına göre
    yanlarında götürmekle yükümlü bulunduklarıatlıasker.
    * Aynıdönemde illerdeki atlı inzibat kuvveti.
    cebelleşme * Cebelleşmek işi.
    cebelleşmek * Uğraşmak, çekişmek; tartışmak, münakaşa etmek.
    cebellezi * Hakkı olmayan bir şeyi kendisine mal edip cebine koyma, cebine indirme.
    cebellezi etmek * cebine indirmek.
    ceberut * Tanrı’nın her şeyin üstünde olan kudreti.
    * (tasavvufta) Allah’a varmanın üçüncü basamağı.
    * (“büyük kudret” anlamından kayarak) Merhametsizlik, zorbalık.
    * Acımasız, merhametsiz, zorba.
    cebi delik * Tutumlu olmayan (kimse), savurgan.
    cebi delik (kimse) * para tutmayan, züğürt, parasız.
    cebi para görmek * parasıyokken para kazanmaya başlamak.
    cebin * Korkak.
    * Alın, yüz.
    cebinden çıkarmak * ondan çok üstün olmak.
    cebine indirmek (veya atmak) * (para için) hakkı olmadığıhâlde kendine mal etmek.
    cebini doldurmak * karşılaştığıelverişli durumlardan yararlanarak bol para kazanmak.
    cebir * Zor, zorlayış.
    cebir * Artıve eksi gerçek sayılarla, bunların yerini tutan harfler yardımıyla nicelikler arasında genel bağlantılar
    kuran matematik kolu.
    cebir kullanmak * bir işi yaptırmak için zora başvurmak.
    cebire * Kırık kemikleri yerinde tutmak için kullanılan tahta, mukavva veya tenekeden yapılmış, üzeri bezle
    kaplanan levha, süyek, koaptör.
    cebirsel * Cebirle ilgili.
    cebirsel deyim * Bilinen veya bilinmeyen büyüklük ölçüleri üzerinde, bunlara bağlı bir büyüklük ölçüsünü çıkarmak için
    gerekli işlemleri gösteren ve birbirine cebirsel işaretlerle bağlanan harf ve sayılar bütünü.
    cebirsel formül * Cebirsel deyim.
    cebirsel ifade * Cebirsel deyim.
    cebren * Zorla, zor kullanarak, zoraki.
    cebretme * Cebretmek işi.
    cebretmek * Zorlamak.
    cebrî * Zorla yapılan; zor kullanılarak yaptırılan.
    cebrî yürüyüş * Bir yere kuvvet yetiştirmek veya düşmandan önce varmak için yapılan sıkıyürüyüş.
    cebrinefs * Kendini zorlama, kendini tutma.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 10

    cebriye * Yazgıcılık, kadercilik, fatalizm.
    ceddine lânet (veya yedi ceddine lânet!) * “soyun sopunla birlikte Tanrıcezanızıversin!” anlamında ilenme bildiren söz.
    ceddine rahmet! * “aferin, bravo” veya “Tanrısenden razı olsun” anlamında kullanılır.
    Cedî * Oğlak burcu.
    cedit * Yeni.
    cedre * Guatr, guşa.
    cefa * Büyük sıkıntı, üzgü, eziyet.
    cefa çekmek (veya görmek) * üzüntü, sıkıntıçekmek.
    cefa etmek * üzmek, eziyet etmek.
    cefakâr * Cefalı.
    cefakeş * Cefa çeken, cefalı, sıkıntıya katlanan.
    cefalı * Sıkıntıya, eziyete katlanmışveya katlanan.
    cefaya katlanmak * sıkıntıveya üzüntüyü sabırla karşılayıp tahammül etmek.
    ceffelkalem * Hiç düşünüp taşınmadan, bir çırpıda.
    cehalet * Bilgisizlik, bilmezlik.
    cehdetme * Cehdetmek işi.
    cehdetmek * Çalışıp çabalamak.
    cehennem * Dinî inanışlara göre, kötülük yapanların öldükten sonra ceza görecekleri yer, tamu.
    * Çok sıkıntılıyer.
    cehennem azabı * Cehennemde uğranılacağına inanılan ceza.
    * Çok büyük sıkıntı, eziyet.
    cehennem gibi * çok sıcak.
    cehennem hayatı * Büyük sıkıntıve üzüntülerle dolu yaşayış.
    cehennem kütüğü * Cehennemde yanmaya yaraşır kimse.
    cehennem ol * defol!.
    cehennem olmak * defolmak.
    cehennem taşı * Gümüşün nitrik asitte ergitilmesiyle elde edilen, havaya dayanıklı, ışıkta bozulmayan beyaz kristal.
    cehennem zebanisi * Zalim, acımasız kimse.
    cehenneme kadar yolu var * “defolsun, istediği yere kadar gitsin, korkum yoktur” anlamında sövme.
    cehennemî * Cehennemle ilgili.
    * Üzücü, yakıcı, cehennem gibi.
    cehennemi boylamak * (sevilmeyen kimse için) ölmek.
    cehennemin bucağı(veya dibi) * çok uzak yer.
    cehennemin dibine gitmek * (kızılan kimse için) defolup gitmek.
    cehennemleşme * Cehennemleşmek durumu.
    cehennemleşmek * Cehenneme dönmek.
    * Aşırıüzüntü ve sıkıntıçekilen yer hâlini almak.
    cehennemlik * Öldükten sonra yerinin cehennem olacağısanılan, cehenneme lâyık (kimse).
    * Hamamın ocağı, külhan.
    * Modern ekmek fırınlarında ateşin bulunduğu en sıcak bölüm.
    cehil * Bilgisizlik, bilmezlik.
    cehre * Pamuk, yün, ipek gibi şeyleri eğirip iplik durumuna getirmeye yarar araç, iğ.
    cehri * Kök boyası gillerden, meyve, kabuk veya odunundan güzel kırmızırenk elde edilen bir kök (Rhamnus
    infectorius).
    ceht * Çaba, çabalama.
    -cek * Bkz. -cak / -cek.
    ceket * Erkeklerin ve kadınların giydiği, genellikle önden düğmeli, kalçayıörten, kollu giysi.
    ceketatay * Bkz. Jaketatay.
    celâdet * Yiğitlik, kahramanlık.
    celâl * Büyüklük, ululuk.
    * Öfke, kızgınlık.
    Celâlî * İlk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde ortaya çıkıp devlete isyan eden Bozoklu Derviş celâl’in
    adamlarına ve ondan yana olanlara, sonralarıda türeyen bütün eşkıyaya verilen ad.
    Celâlîlik * Celâlî olma durumu.
    celâllenme * Celâllenmek işi.
    celâllenmek * Öfkelenmek, kızmak.
    celâlli * Sert ve öfkeli (kimse).
    * Hırçın, coşkun.
    celâllice * Celâlli gibi, celâlliye benzer.
    celbe * Avcıçantası.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 1

    C * Karbon’un kısaltması.
    * Elektrik kapasitesinin kısaltılması.
    c, C * Türk alfabesinin üçüncü harfi. Ce adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümlü katışık diş- dişeti
    ünsüzünü gösterir.
    * Nota işaretlerini harflerle gösterme yönteminde do sesini gösterir.
    * Romen rakamlarında 100 sayısını gösterir.
    Ca * Kalsiyum’un kısaltması.
    -ca / -ce, -ça / -çe * Vurgusuz zarf eki: Kısa-ca, iyi-ce, açık-ça, mert-çe vb.; dil adlarıtüretir: Alman-ca, İngiliz-ce, Rus-ça, Türkçe vb. “bakımından” anlamına zarf türetir: Para-ca, yaş-ca vb. “-a göre” anlamına zarf türetir: Onlar-ca, biz-ce, ben-ce,
    sen-ce vb. “tarafından” anlamına zarf türetir: Bakanlık-ça, hükümet-çe vb. “kadar” anlamına zarf türetir: Bun-ca, onca vb. sayıca eşitlik bildiren zarflar türetir: Yüzyıllar-ca, aylar-ca, günler-ce, binler-ce vb. topluluk beraberlik anlatan
    zarflar türetir: Aile-ce, ev-ce, köy-ce vb.
    -ca / -ce, -ça / -çe * Sıfatlardan küçültme sıfatlarıtüreten ek: Sarışın-ca, esmer-ce, soluk-ça, sert-çe vb.
    caba * Bir şey ödemeden, para vermeden alınan şey, bedava.
    * Fazla olarak, üstelik.
    cabadan * Bedava olarak, karşılıksız, fazladan.
    cacık * Yoğurt, ayran içine hıyar veya marul doğranarak yapılan, çoğu kez sarımsaklı, iştah açıcıyiyecek.
    cacık * Bir tür ot.
    -cacık / -cecik * Zarf türeten ek (vurgusuz): hemen-cecik, yavaş-çacık, usul-cacık vb.
    cadaloz * Çok konuşan, huysuz ve şirret (kadın, kocakarı).
    cadalozlaşma * Cadalozlaşmak işi.
    cadalozlaşmak * Cadaloz gibi davranmak.
    cadalozluk * Cadaloz olma durumu.
    cadde * Şehir içinde ana yol.
    caddeyi tutmak * herhangi bir sebeple bir yoldan geçişi engellemek, kapamak.
    * (korkulu bir durumda) başınıalıp gitmek, uzaklaşmak.
    cadı * Geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğine inanılan hortlak.
    * Huysuz, çirkin, ihtiyar kadın.
    * Çok güzel göz.
    cadı gibi * saçı başıdağınık, tırnaklarıuzun ve pis kadınlar için kullanılır.
    * çok becerikli.
    cadıkazanı * dedikodunun, fesadın çok olduğu yer.
    cadılaşma * Cadılaşmak işi.
    cadılaşmak * (kadın) Çirkinleşip huysuzlaşmak.
    * Bitki bakımsızlıktan yabanîleşmek.
    cadılık * Cadıya yakışır davranış, huysuzluk.
    cadılık etmek * huysuzluk etmek, cadı gibi davranmak.
    cadısüpürgesi * Emeçleri özellikle dal uçlarındaki kabuk altında sıkı bir ağörerek çekirdekli yemişağaçlarının
    çiçeklenmesine, dolayısıyla meyve verimine engel olan asklımantar (Taphrina cerasi).
    * Bu mantarın yol açtığı bitki hastalığı.
    cafcaf * Gösteriş, şatafat.
    * Ağız kalabalığı ile bir şeyi elde eden, şirret.
    cafcaflı * Gösterişli, fazla şık, şatafatlı.
    * Karışık, gürültülü patırtılı, tehlikeli.
    Caferî * Şiîliğin bir kolu ve bu koldan olan kimse.
    cağ * Parmaklık, korkuluk.
    cağ * Büyük bez veya deri torba, cav.
    cağ * Lavabo, banyo.
    * Hamam, duş, banyo vb. yerlerde atık suyun akmasınısağlayan zemindeki delik.
    cağlık * Dokumacılıkta, çözgü makinesinde çözgü ipliği bobinlerinin desen ve renk sırasına göre yerleştirildiği
    sehpa.
    cahil * Öğrenim görmemiş, okumamış, bilgisiz.
    * Belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan.
    * Deneysiz, genç, toy (delikanlıveya kız).
    cahil kalmak * bilgi edinememek, bilgisi olmamak.
    cahilâne * Cahilce, cahile yakışır (biçimde).
    cahilce * Cahil gibi, cahile yakışır (biçimde).
    cahiliye * Araplarda Müslümanlıktan önceki çağ.
    cahiliyet * Cahillik, bilgisizlik.
    cahillik * Cahil olma durumu, bilgisizlik.
    * Gençlik, toyluk, deneysizlik ve bu yüzden işlenen kusur.
    cahillik etmek * bilgisizliğini göstermek.
    * gençlik, toyluk, deneysizlik yüzünden kusur işleme.
    caiz * Din, yasa, töre veya başka bakımdan işlenmesinde, yapılmasında sakınca olmayan, yapılıp işlenmesine izin
    verilen, uygun, yerinde sayılan, yakışık olan.
    caize * Şairlerin kasidelerle övdükleri büyükler tarafından kendilerine verilen bahşiş.
    * Yazıda bir sözün olduğu gibi tekrarlandığını göstermek için alt hizasına konulan tırnak biçimindeki
    noktalama işareti.
    * Yol yiyeceği, azık.
    -cak / -cek, -çak / -çek * Küçültme isimleri türeten ek: Yavru-cak, kuzu-cak vb.
    caka * Gösteriş, çalım, kabadayılık, fiyaka.
    caka satmak * gösterişyapmak, çalım satmak.
    caka yapmak * gösterişli davranmak, fiyakalıdurumda olmak.
    cakacı * Caka yapmayıseven.
    cakacılık * Cakacı olma durumu veya cakalıdavranış.
    cakalanma * Caka satma.
    cakalanmak * Caka satmak.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 2

    cakalı * Cakası olan, caka ile yapılan, gösterişli.
    cakasız * Cakası olmayan.
    calî * Yapmacıklı, düzme, sahte.
    calip * Celp eden, çeken, çekici.
    Calvinci * Bkz. Kalvenci.
    Calvincilik * Bkz. Kalvencilik.
    cam * Soda veya potas katılmışsilisli kumun ateşte eritilmesiyle yapılan sert, saydam ve çabuk kırılır cisim.
    * Tümü veya bir bölümü bu maddeden yapılmış, sırça.
    * Pencere.
    * Kadeh, içki.
    cam çivisi * Yaklaşık çapları1 mm, boyları1,5-2,5 cm arasında değişen ince ve başsız tel çivi.
    cam evi * Cam takma işleri yapılan dükkân, camcı.
    * Çerçevelerde camın yerleştirilmesi için açılan yiv.
    cam gibi * arkası görünen, saydam, şeffaf.
    * (göz için) donuk, cansız.
    cam göz * Gözü takma olan.
    * Aç gözlü, tamahkâr.
    cam kanatlılar * Kurtçukları, elma, kayın, kavak, meşe ve gürgen ağaçlarına zarar veren, kanatlarıcamsı, hortumları
    körelmişkelebekler familyası.
    cam macunu * Camıyuvasına tutturmak ve yalıtkanlık sağlamak amacı ile kullanılan bezir yağıve üstübeç karışımı.
    cam mozaik * Renkli taşparçalarıyerine cam parçalarından yapılan mozaik.
    cam resim * Renkli camların kesilip birbirlerine kurşun çubuklarla bağlanması ile yapılan süs veya resim.
    cam suyu * Potas veya sodanın kuvars ile eritilmesinden elde edilen, ağacın böceklere ve ateşe direncini artıran renksiz
    sıvı.
    cam yuvası * Cam evi.
    cam yünü * Çok ince, bükülebilir cam liflerinin oluşturduğu ısıve ses yalıtımında kullanılan madde.
    camadan * Çapraz düğmeli, ipek veya sırma işlemeli bir tür kısa yelek.
    * Dört köşe yelkenleri boğarak yüzeylerini küçültme işi.
    camadan vurmak * fazla rüzgâra karşıyelkeni kasmak.
    camadanıfora etmek * bağlarıkoyuverip kısılmışyelkeni açmak.
    camadanlı * Camadan giymişolan.
    cambaz * Yerde ve tel, at, bisiklet vb. üzerinde dengeye dayanan, tehlikeli, heyecan verici gösterileri yapan kimse,
    akrobat.
    * At alıp satan veya yetiştiren kimse.
    * Usta, becerikli kimse.
    * Kurnaz, hileci.
    * OsmanlıDevletinde atlı olan ve savaşlarda padişahın önünde düşmana karşı ilk saldırıya geçen birlik.
    cambazhane * Cambazların oyunlarını gösterdikleri yer.
    cambazlık * Cambazın işi veya mesleği, akrobatlık, akrobasi.
    * At alıp satma veya yetiştirme işi.
    * Kurnazlık, hilecilik.
    cambul cumbul * (yemek için) Çok sulu, suyu bol.
    camcı * Cam ticaretini veya cam takmayımeslek edinmişkimse.
    * Evin içini pencereden gözetleyen kimse.
    camcıelması * Ucundaki küçük, dönebilen elmas parçası ile camıçizerek kesmeye yarayan araç.
    camcımacunu * Cam ile çerçeve arasındaki aralıklarıkapatmakta kullanılan ve kaba üstübeçle bezir yağından yapılan
    hamur.
    camcılık * Cam alıp satma veya takma işi.
    * Evin içini pencereden gözetleme.
    camekân * Göstermelik, satılık şeylerin sergilendiği camlı bölme veya yer, sergen, vitrin.
    * Bir yeri, bir veya daha çok bölüme ayıran cam bölme, camlık.
    * Ser (II).
    * Hamamlarda soyunulan camlıyer.
    * Gözlük.
    camekânlı * Camekanı olan (yer).
    camekânlıkutu * Televizyon.
    camekânsız * Camekânı olmayan.
    camgöbeği * Yeşile çalar mavi renk.
    * Bu renkte olan.
    camgöz * Deniz kıyısına yakın yaşayan, boyu bir buçuk metre kadar olan, eti lezzetli bir tür köpek balığı(Galeius
    canis).
    camgüzeli * Evlerde süs olarak yetiştirilen, pembe, kırmızıçiçekler açan bir tür kına çiçeği (Impatiens sultanı).
    camıçerçeveyi indirmek * etrafıkırıp dökmek, her şeyi parçalayıp dağıtmak.
    camız * Manda, su sığırı, kömüş.
    cami * Müslümanların hep birlikte namaz kılmak için toplandıklarıyer.
    cami * Toplayan, bir araya getiren.
    * İçine alan, içinde bulunduran.
    cami yıkılmış, ama mihrabıyerinde * yaşlandığıhâlde güzelliği bozulmamış(kadın).
    camia * Topluluk, zümre.
    camit * Cansız.
    * Donmuş.
    camlama * Camlamak işi.
    camlamak * Cam geçirmek, cam takmak.
    camlanma * Camlanmak işi.
    camlanmak * Cam takılmak.
    camlaşma * Camlaşmak işi.
    camlaşmak * Cama benzer duruma gelmek.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 3

    camlatma * Camlatmak işi.
    camlatmak * Cam taktırmak.
    camlı * Cam takılmış, cam geçirilmiş, camı olan.
    camlıköşk * Saraylarda veya bahçelerde soğuktan korunmak için camla örtülmüşoda, salon.
    camlık * Camlıçerçeve ile bölünmüşyer.
    * Çiçek, sebze gibi bitkileri dışetkenlerden korumak için yapılmışküçük limonluk, camekân.
    camsı * Cam gibi saydam, cama benzer.
    * Yerin içinden yüze çıkan erimişsıcak maddelerin, soğuma sırasında billûrlaşmayıp biçimsiz olarak
    katılaşmışdurumu.
    camsız * Camı olmayan.
    can * İnsan ve hayvanlarda yaşamayısağladığına ve ölümle vücuttan ayrıldığına inanılan madde dışıvarlık.
    * Yaşama, hayat.
    * Güç, dirlik.
    * Kişi, birey.
    * İnsanın kendi varlığı, özü.
    * Gönül.
    * Bektaşîlik ve Mevlevîlikte tarikat kardeşi.
    * Yakınlık duygusu belirten bir seslenme sözü.
    * Çok içten, sevimli, sevilen, şirin.
    can acısı * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı.
    can alacak nokta (veya yer) * bir şeyin en önemli yeri.
    can alıcı * En önemli, en çarpıcı.
    * Azrail.
    can alıp can vermek * ölüm sıkıntısıve acısı içinde bunalmak.
    can arkadaşı * Bkz. can dostu.
    can atmak
    can başüstüne * istenilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağınıanlatır.
    can başına sıçramak * çok korkmak.
    can bayılmak * iç geçmek, takatsizlik göstermek.
    can beraber * Çok sevgili.
    can beslemek * kaygısızca yiyip içip rahatına bakmak.
    * başkasının yiyeceğini, içeceğini sağlamak.
    can boğazdan gelir (veya geçer) * insan yiyeceğine önem vererek güçlenebilir veya yemeden yaşamak mümkün değildir.
    can borcunu ödemek * ölmek.
    can bunaltısı * Aşırıüzüntü sebebiyle canın sıkılma, bunalma hâli.
    can cana, baş başa * herkesin kendi canının, kendi başının kaygısına düştüğü bir tehlike anınıanlatır.
    * birbirini seven iki kişi bir arada yalnız olarak.
    can ciğer * Çok yakın, sıkıfıkı, pek içten (arkadaş).
    can ciğer kuzu sarması * içli dışlı, candan, pek içten.
    can ciğer olmak * birbiriyle çok yakın arkadaşolmak.
    can cümleden aziz * insanın kendisi herkesten önce gelir.
    can çabası * varlığınıkanıtlama amacıyla aşırı gayret.
    can çekişmek * ölmek üzere bulunmak.
    * sona ermek, tükenmek, bitmek.
    can çekişmektense ölmek yeğdir * bir işte çeşitli sıkıntıve üzüntülerle karşılaşıp olağanüstü gayret harcamaktansa o işten vazgeçmek daha
    iyidir.
    can çıkmayınca (veya çıkmadan) huy çıkmaz * insanıalışkanlıklarından, huylarından vazgeçirmek mümkün değildir.
    can damarı * En önemli veya hassas nokta, bir şeyin yaşaması için en önemli araç.
    can damarına basmak * bir işin en önemli yönü üzerinde durmak.
    can dayanmamak * bir şey karşısında insanın dayanıklılığıelden gitmek.
    can derdinde olmak * zor bir durumdan kurtulmaya çalışmak.
    can derdine düşmek * ölüm korkusuna kapılmak.
    can direği * Kemanın içinde, alt ve üst kapaklarıarasında dikili duran çubuk.
    can dostu * Pek içten dost.
    can düşmanı * Aşırıdüşmanlık güden kimse, öldürmeyi bile düşünen düşman.
    can eriği * Genellikle yeşilken yenen sert, sulu bir tür erik.
    can evi * Yüreğin altındaki bölge.
    * En duyarlıyer, yürek.
    can evinden vurmak * en etkileyici yönünden saldırmak.
    can feda * Çok imrenilen iyi veya güzel şeyler, davranışlar karşısında söylenir, can kurban.
    can gelmek * canlanmak, güçlenmek.
    can gözdesi * Sevgili.
    can havli * ölüm korkusu.
    can havli ile…
    * ölüm korkusundan doğan güçlü bir tepki ile.
    can kalmamak * bitkin bir duruma gelmek, gücü tükenmek.
    can kaygısına düşmek * her şeyden vazgeçip sadece kendi hayatınıkoruma veya kurtarma çabasında olmak.
    can korkusu * Bkz. can havli.
    can korkusu * Ölüm korkusu.
    can kulağı * çok yakın dost, sırdaş.