Kategori: C

C Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük C Sayfa 22

    cimcime * Küçük ve tatlı bir tür karpuz.
    * Küçük ve sevimli (çocuk, kadın).
    cimdallı * Bir tür oyun.
    cimnastik * Bkz. jimnastik.
    cimnastikçi * Bkz. jimnastikçi.
    cimri * Elindeki parayıharcamaya kıyamayan.
    cimrice * Cimri gibi, cimriye yakın.
    cimrileşme * Cimrileşmek işi.
    cimrileşmek * Cimri gibi davranmaya başlamak.
    cimrilik * Cimri olma durumu, pintilik, nekeslik.
    cimrilik etmek * cimrice davranmak, pintileşmek.
    * daha az vermek, esirgemek.
    cin * Masallara ve bazı inançlara göre, göze görünmeyen yaratık.
    * Akıllı, zeki.
    cin * Buğday, arpa, yulaf gibi tanelerden çıkarılan ve ardıçla kokulandırılan bir tür alkollu içki.
    cin * (Cenova şehrinin adından) Pamuklu, kalın kumaştan giysi veya pantalon.
    cin cin bakmak * kurnazca bakmak.
    * uykusuz gözlerle bakmak.
    cin çalığı * çarpık veya dışgörünüşü çirkin olan insanlar için kullanılır.
    cin çarpmak * (bir inanışa göre, cinlerin öfkesiyle) inme inmek.
    cin çarpmışa dönmek * neye uğradığını bilemeyecek kadar kötü bir duruma düşmek.
    cin darısı * Bkz. cin mısırı.
    cin fikirli * Çok anlayışlı, çok kurnaz, zeki.
    cin gibi * anlayışlıve zeki.
    cin ifrit olmak (veya kesilmek) * son derece kızmak öfkelenmek.
    cin mısırı * Bir tür ufak taneli mısır, cin darısı.
    cin saçı * Küsküt.
    cin tutmak * (bir inanışa göre cinlerin etkisiyle) delirmek.
    cinaî * Cinayetle ilgili veya konusu cinayet olan.
    cinas * Çok anlamlı bir kelimeye, her defasında başka bir anlam yükleyerek birbirine yakın birkaç yerde kullanma.
    * Çok anlamı olan bir kelimenin iyi anlamınıkullanır görünerek kötüsünü öne çıkarma.
    cinaslı * Cinası olan, cinas sanatı bulunan.
    cinayet * Adam öldürme.
    * Adam öldürme derecesinde ağır suç.
    cinayet işlemek * adam öldürmek.
    cinci * Cin çağırma ve onlarla konuşma gibi bir iddia ile geçim sağlayan (kimse).
    cingil * Bkz. cıngıl.
    cingöz * Açıkgöz, hiç aldatılmayan.
    cini tutmak * çok sinirlenmek.
    cinlenme * Cinlenmek durumu.
    cinlenmek * Öfkelenmek.
    cinler cirit (veya top) oynamak * o yer ıssız olmak.
    cinleri ayağa kalkmak * sinirlenmek.
    cinleri başına toplanmak (veya üşüşmek) * öfkelenmek.
    cinleşme * Cinleşmek işi.
    cinleşmek * Cin gibi davranmak.
    cinli * İçinde cinlerin olduğuna inanılan.
    * Öfkeli, sinirli (kimse).
    cinnet * Delilik.
    cinnet geçirmek * delirmek, aklınıkaçırmak.
    cins * Tür, çeşit.
    * Aralarında ortak özellikler bulunan varlıklar topluluğu.
    * Soy, kök, asıl.
    * Garip, tuhaf.
    * Pek çok ortak özellikleri bulunan türler topluluğu.
    * Yüksek nitelikte olan.
    cins cibilliyet * Nitelik, asıl; soy sop.
    cins cins * Çeşitli, çeşit çeşit.
    * Türlerine göre.
    cins isim * Cins ismi.
    cins ismi * Bir türden olan varlıkların adı: Kedi, nehir, düşünce, annelik gibi.
    cinsel * Bkz. cinsî.
    cinsel taciz * Ahlâksızca ve ulu orta veya gizlice söz ve davranışlarla karşıcinse eziyet etme, tedirginlik ve sıkıntıverme.
    * Çalışma hayatında ekonomik güç, üst makam veya başka etkili bir göreve sahip olanların, genellikle karşı
    cinsi ahlâk dışı birtakım tutum ve davranışlarla cinsel yönden sıkıntıya sokup rahatsız etmesi.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 23

    cinsellik * Cinsel özelliklerin bütünü.
    cinsî * Cinsiyetle ilgili, cinsel, eşeysel.
    cinsilâtif * Kadın; güzel, alımlı, hoşa giden kadın.
    cinsiyet * Bireye, üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren özel bir yaratılış, eşey, cinslik, seks.
    cinslik * Cinsiyet.
    cinslik bilimi * Cinsiyetle ilgili sorunları inceleyen bilim, seksoloji.
    cinsliksiz * Cinsliği olmayan, erkek veya dişi olmayan, eşeysiz.
    cinyolu * Tarlaların arasında görülen verimsiz topraklar.
    cip * Her türlü arazide kullanılabilen ufak, hafif, motorlu taşıt.
    cips * İnce, yuvarlak kesilerek kızartılmışpatates.
    ciranta * Bir senedi ciro eden kimse.
    cirim * Hacim, oylum.
    * Miktar, tutar, bölüm.
    cirit * At koşturup birbirine değnek atarak topluca oynanan oyun.
    * Bu oyunda atılan değnek.
    cirit atma * Atletizmin ciridi fırlatmaya dayanan dalı.
    cirit atmak * (bir yerde) çokça bulunmak, sık dolaşmak ve serbestçe davranmak.
    cirit oynamak * istediği biçimde, keyfince davranmak.
    cirit oyunu * Cirit.
    cirit ucu * Cirit sopasının ucundaki demir, temren.
    ciritçi * Cirit oynayan kimse.
    ciro * Bir ticaret senedinin, alacaklıtarafından başkasına çevrilmesi ve senedin arkasına gereken yazının yazılıp
    imza edilmesi.
    ciro etmek * bir ticaret senedinin veya çekin arkasına gereken yazıyıyazmak.
    cisim * Maddenin biçim almışdurumu.
    * Gövde, beden, vücut.
    cisimcik * Küçük cisim.
    * Atom taneciği.
    cisimlenme * Cisimlenmek işi, tecessüm.
    cisimlenmek * (cismi olmayan bir şey için) Cisim durumuna gelmek, tecessüm etmek.
    cisimleşme * Cisimleşmek durumu.
    cisimleşmek * Cisim hâline gelmek, tecessüm etmek.
    cismanî * Cisimle, bedenle ilgili.
    * Dinî bir inanışla ilgili düşüncelere bağlı olmayarak, yalnız maddî temellere dayanan, ruhanî karşıtı.
    cismanîlik * Maddîlik.
    cismen * Cisim olarak, vücutça, bedence.
    civan * Yakışıklı genç erkek veya genç kadın.
    * Genç ve yakışıklı olan.
    civanım! * bir sevgi seslenişi.
    civankaşı * Bir tür nakışve işleme.
    civanmert * Mert yaradılışlı, yüce gönüllü, yiğit.
    civanmertlik * Civanmert olma durumu.
    civanperçemi * Birleşikgillerden, birçok türleri olan bir kır bitkisi, kandil çiçeği (Achillea millefolium).
    civar * Yöre, yakın yer, dolay.
    civciv * Kümes hayvanlarının yumurtadan yeni çıkmışyavrusu.
    civcivli * Gürültülü patırtılı, telâşlı.
    civcivlik * Sekiz on haftalık oluncaya kadar civcivlerin bakımına ayrılan kümes.
    civelek * Canlı, neşeli ve sokulgan.
    * Yeniçeri ocağına yeni girmişdelikanlı.
    civeleklik * Civelek olma durumu.
    ciyak ciyak * Bkz. cıyak cıyak.
    ciyaklama * Cıyaklama.
    ciyaklamak * Cıyaklamak.
    cizvit * İsa Derneği denilen bir Hristiyan derneğinin üyesi.
    cizye * Müslüman devletlerde Müslüman olmayanlardan alınan bir çeşit vergi.
    Cl * Klor`un kısaltması.
    Co * Kobalt`ın kısaltması.
    coğrafî * Coğrafya ile ilgili.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 24

    coğrafî durum * Bir yerin çevresi ile ilgisinin tespiti veya görünümü.
    coğrafik * Coğrafî.
    coğrafya * Yeryüzünü fizikî, ekonomik, beşerî, siyasî, yönlerden inceleyen bilim.
    * Bir yeryüzü parçasını, bir bölgeyi, bir ülkeyi belirleyen, niteleyen, fizikî, ekonomik, beşerî, siyasî
    gerçekliklerin tümü.
    coğrafyacı * Coğrafya araştırmalarıyapan kimse.
    * Coğrafya öğretmeni.
    coğrafyacılık * Coğrafyacı olma durumu veya coğrafyacının mesleği.
    cokey * Yarışatlarına binen, yetenekleri bu amaca göre geliştirilmişkimse.
    cokeylik * Cokeyin yaptığı iş.
    conta * Geçirmezliği sağlamak için, sıkıştırılmışiki yüzey arasına yerleştirilmiş, genellikle kauçuk ve kurşundan
    yapılan ince parça.
    contalama * Contalamak işi.
    contalamak * Conta koymak veya yerleştirmek.
    cop * Kalın kısa değnek.
    * Polislerin kullandığı araç veya lâstik sopa.
    coplama * Coplamak işi.
    coplamak * Copla vurmak, copla dövmek.
    coplanma * Coplanmak işi.
    coplanmak * Copla dövülmek.
    coplatma * Coplatmak işi.
    coplatmak * Coplamak işini yaptırmak.
    corum * Balık akını.
    * Uskumruların büyük balıklardan korkarak kıyıya sığınmasıdurumu.
    coşku * Genellikle büyük bir istekle ortaya çıkan geçici hayranlık veya heyecan durumu.
    * Sevinç gösterileriyle beliren güçlü heyecan.
    * Salgı bezleri ve dinamik etkinliklerle kendine özgü ilişkileri bulunan iç veya dışuyaranların kamçıladığı
    güçlü duygu durumu.
    * Bir düşünceyle, bir duyguyla dolarak yücelme; ruhun kendini aşıp yücelmesi, heyecan.
    coşkulanma * Coşkulanmak işi.
    coşkulanmak * Coşkulu duruma gelmek.
    coşkulu * Coşkusu olan.
    coşkun * Coşmuşolan.
    coşkunca * Coşkun (bir biçimde).
    coşkunlaşma * Coşkunlaşmak işi.
    coşkunlaşmak * Coşkun bir duruma gelmek.
    coşkunluk * Coşkun olma durumu veya coşkunca yapılan iş.
    coşma * Coşmak işi, galeyan.
    coşmak * Duygu ve düşünceleri güçlü bir tepki ile dışarıvurmak, galeyan etmek.
    * (doğa olaylarından herhangi biri) Birdenbire çoğalıp hızlanmak.
    coşturma * Coşturmak işi.
    coşturmak * Coşmasını sağlamak, coşmasına yol açmak.
    coşturucu * Coşturan.
    coşturuculuk * Coşturucu olma durumu.
    coşturulma * Coşturulmak işine konu olmak.
    coşturulmak * Coşmak işi yaptırılmak.
    coşuntu * Coşku, heyecanlıdavranış.
    cömert * Para ve malınıesirgemeden veren, eli açık, selek, semih.
    * Verimli.
    cömert davranmak * sakınmadan, esirgemeden bol bol vermek.
    cömertçe * Cömert bir biçimde, sakınmadan, bol bol.
    cömertleşme * Cömertleşmek işi.
    cömertleşmek * Cömertçe davranmak.
    cömertlik * El açıklığı, verimlilik, semahat, mürüvvet.
    cönk * Büyük yelkenli gemi.
    * Saz şairlerinin, kendilerinin veya başkalarının şiirlerini derledikleri, uzunlamasına açılan, deri kaplıdefter.
    Cr * Krom’un kısaltması.
    crescendo * Çalgılar giderek daha yüksek ses verecek biçimde çalınma durumu.
    Cs * Sezyum’un kısaltması.
    Cu * Bakır’ın kısaltması.
    -cu * Bkz. -cı/ -ci.
    cudam * Beceriksiz, güçsüz, görgüsüz kimse.
    cuk * Bkz. aşağıcuk oturmak.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 25

    -cuk * Bkz. -cık / -cik.
    cukka * Hayvan ve insan memesi.
    cukkayıyutmak * oyunda ütülmek.
    -cul * Bkz. cıl /-cıl.
    cuma * Haftanın altıncı günü, perşembe ile cumartesi arasındaki gün.
    * Cuma namazı.
    cuma gecesi * Perşembeyi cumaya bağlayan gece.
    cuma namazı * Cuma günü öğlen ibadetinde cemaatle kılınan namaz.
    cumartesi * Haftanın yedinci günü, cuma ile pazar arasındaki gün.
    cumartesi kibarı gibi süslenmek * özentili fakat zevksiz süslenmek.
    cumba * Yapıların üst katlarında, ana duvarların dışına, sokağa doğru çıkıntıyapmış balkon.
    * Eski evlerde pencere hizasından sokağa doğru çıkıntısı olan kafesli bölüm.
    cumbadak * Suya düşen bir cismin çıkardığısesi anlatmak için düşmek fiiliyle birlikte kullanılır.
    cumbalak * Takla.
    cumbalama * Cumbalamak işi.
    cumbalamak * Bir parçanın dar kenarındaki testere izi veya benzeri girinti ve çıkıntılarıdüzeltmek.
    cumbalatma * Cumbalatmak işi.
    cumbalatmak * Cumbalamak işini yaptırmak.
    cumbalı * Cumbası olan (yapı).
    cumbasız * Cumbası olmayan (yapı).
    cumbul cumbul * Aşırıölçüde içilmişiçkinin veya yenmişsulu yemeğin vücutta çıkardığısesi anlatır.
    cumbuldama * Cumbuldamak işi.
    cumbuldamak * Bir kabın içinde çalkalanıp ses çıkarmak.
    cumbuldatma * Cumbuldatmak işi.
    cumbuldatmak * (bir sıvı için) Bir kabın içinde çalkalamak.
    cumburdama * Cumburdamak durumu.
    cumburdamak * Cumburtu sesi çıkarmak.
    cumburlop * Ağır bir cismin suya düştüğü zaman çıkardığısesi anlatmak için kullanılır.
    cumburtu * Suya düşen ağır bir cismin veya çalkalanan suyun çıkardığıses.
    cumhur * Halk.
    * Topluluk.
    cumhur cemaat * Cümbür cemaat.
    cumhura muhalefet kuvveihatadandır * halkın tuttuğu bir davaya karşıçıkılmaz.
    cumhurbaşkanı * Cumhuriyetle yönetilen ülkelerde devlet başkanı, reisicumhur.
    cumhurbaşkanlığı * Cumhurbaşkanı olma durumu.
    * Cumhurbaşkanının makamı.
    cumhurca * Toplu olarak, hep birlikte.
    cumhuriyet * Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği millet vekilleri aracılığı ile
    kullandığıdevlet biçimi.
    Cumhuriyet Bayramı * 29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyeti kutlamak üzere yasayla kabul edilmişolan resmî bayram.
    cumhuriyetçi * Cumhuriyet yanlısı olan kimse.
    cumhuriyetçilik * Cumhuriyet yanlısı olma durumu.
    cumhuriyetperver * Cumhuriyetçi, cumhuriyet yanlısı.
    cumhurreisi * Bkz. cumhurbaşkanı.
    cunda * Yatay serenlerin her iki başı.
    cunta * Bir ülkede yönetime el koyan kimselerden oluşan kurul.
    cuntacı * Cunta üyesi.
    cup * Suya düşen birşeyin çıkardığısesi anlatmak için kullanılır.
    cuppadak * Cumbadak.
    cura * Tezene ile çalınan iki veya üç telli halk sazı.
    * Bir çeşit küçük atmaca.
    * Ufak tefek, gelişmemiş.
    cura zurna * Bir çeşit küçük zurna.
    curacı * Cura yapan veya çalan kimse.
    curcuna * Gürültülü, karışık durum.
    * Alaturka müzikte hızlı bir usul.
    curcunalı * Curcuna içinde olan (yer, ses, hava).
    curcunaya çevirmek, döndürmek (veya curcunaya vermek) * ortalığıkarışık, gürültülü duruma sokmak.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 26

    curnal * Bkz. jurnal.
    curnata * Bıldırcın sökünü.
    cuşiş * Coşkunluk, coşma.
    -cü * Bkz. -cı/ -ci.
    cübbe * Hukukçuların, üniversitede belli bir aşamaya ulaşmış bilim adamlarının elbise üstüne giydikleri uzun,
    yanları geniş, düğmesiz giysi.
    cübbe gibi * çok genişve uzun (giysi).
    cübbeci * Cübbe yapan ve satan kimse.
    cübbeli * Cübbe giymişolan.
    cüce * Boyu, normalden çok daha kısa olan (kimse).
    * Gelişmemiş.
    cüceleşme * Cüceleşmek durumu.
    cüceleşmek * Cüce durumuna gelmek.
    cücelik * Cüce olma durumu.
    cücük * Filiz, tomurcuk.
    * Kümes hayvanlarının yavrusu, civciv.
    * Kuşyavrusu.
    * Soğan, marul gibi katmerli bitkilerin en iç bölümü.
    * Bir şeyin küçüğü veya onu andıran bir parçası.
    cücüklenme * Cücüklenmek işi.
    cücüklenmek * Filizlenmek.
    cücükleşme * Cücükleşmek durumu.
    cücükleşmek * Filizlenme durumu almak.
    cüda * (yurt, baba ocağı gibi çok sevilen şeylerden) Ayrılmışolan, uzak kalmışolan.
    cüda etmek * ayırmak.
    cühelâ * Bilgisizler, cahiller.
    -cük * Bkz. -cık /-cik.
    -cül * Bkz. -cıl /-cil.
    cülûs * Hükûmdarlık tahtına çıkma, tahta oturma.
    cülûsiye * Hükümdarların cülûs törenlerinde dağıttığı bahşiş.
    * Şairlerin tahta çıkan padişah için yazdığışiir.
    cümbür cemaat * Toplu olarak, hepsi birden, cumhur cemaat.
    cümbüş * Eğlenti.
    * Maden gövdeli, tambura benzer bir saz.
    * Canlılık, coşku.
    cümbüşyapmak * toplu hâlde eğlenmek.
    cümbüşçü * Cümbüşçalan (kimse).
    cümbüşlü * Eğlentili, hareketli.
    cümle * Dizge, sistem.
    * Bir yargı bildirmek için tek başına çekimli bir fiil veya çekimli bir fiille kullanılan kelimeler dizisi, tümce.
    * Bütün, hep, herkes.
    cümle âlem * Herkes.
    cümle bilgisi * Bir cümleyi oluşturan kelime ve kelime gruplarıarasındaki ilişkiyi inceleyen ve sınıflamalar yapan, dil
    bilgisinin ana bölümlerinden biri, tümce bilgisi, söz dizimi.
    cümle kapısı * Yapılarda ana kapı.
    cümlecik * Önerme.
    * Küçük cümle.
    cümlenin ögeleri * cümlenin kuruluşunda başlıca görevleri yüklenmişolan kelimeler, özne, tümleç, yüklem.
    cümlesi * Hepsi.
    cümleten * Hep birden.
    cümudiye * Buzul.
    cünha * Cürüm derecesindeki suç, kabahatten ağır ve cinayetten hafif olan suç.
    cünun * Delilik.
    cünüp * Cinsel ilişkiden sonra, dinin buyurduğu biçimde henüz yıkanmadığı için temiz sayılmayan (kimse), cenabet.
    cünüplük * Cünüp olma durumu.
    cüppe * Bkz. cübbe.
    cür’et * Yüreklilik, ataklık, cesaret.
    * Düşüncesizce, saygıyıaşan davranış.
    cür’et etmek * ataklık etmek, yüreklilikle davranmak.
    cür’etkâr * Atak, cür’etli.
    cür’etkârlık * Cür’etkâr olma durumu.
    cür’etlenme * Cür’etlenmek durumu.
    cür’etlenmek * Cür’etli davranmak.
    cür’etli * Cür’eti olan.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 27

    cür’etsiz * Cür’eti olmayan.
    cürmümeşhut * Suçüstü.
    cürmümeşhut hâlinde * suçu işlerken, suç üstü yakalanmak.
    cüruf * Maden posası, demir boku, dışkı.
    * Kaloriferlerden çıkan yanmışkömür artığı.
    cürüm * Suç.
    * Yanlışlık, kusur veya hatadan doğan durum.
    cüsse * İnsan gövdesi.
    cüsseli * İri yapılı, iri gövdeli, iri yarı(insan).
    cüssesiz * İnce yapılı, ufak tefek, güçsüz.
    cüz * Bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri.
    * Kur’an`ın bölünmüşolduğu otuz parçadan her biri.
    * Basılıeserlerin ayrı bir kapak içinde satışa çıkarılan bir veya birkaç formalık bölümü, fasikül.
    cüzam * Hansen basilinin sebep olduğu deri hastalığı.
    cüzamlı * Cüzam hastalığına tutulmuşolan.
    cüzdan * Cebe girecek büyüklükte, para ve kâğıt koymaya yarar küçük çanta.
    * Bir kimsenin kimliğini bildirmek için resmî bir yerden kendisine verilen, cep defteri biçimindeki belge.
    cüz’î * Az, azıcık, pek az.
    * Tikel.
    * Küçültme eki.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 15

    cevabî * Cevap niteliğinde olan.
    cevahir * Elmas, yakut gibi değerli taşlar, mücevher.
    cevahir yumurtlamak * cevher yumurtlamak.
    cevahirci * Mücevher alıp satan kimse, mücevherci.
    cevap * Bir soruya, bir isteğe, bir söz veya yazıya verilen karşılık, yanıt.
    cevap anahtarı * Sınavlarda sorulan soruların çözülmüş biçimi.
    cevap hakkı * Bir kimsenin şahsıyla ilgili basın yayın organlarında çıkan haberlere karşılık olarak ya düzeltme ya da cevap
    verme hakkı.
    cevap kâğıdı * Sınavlarda sorulan soruların cevaplarının bulunduğu kâğıt.
    cevap vermek * karşılık olarak bildirmek veya söylemek.
    * ihtiyacıkarşılamak.
    * iyi sonuç vermek, iyi sonuç alınmak.
    cevaplama * Cevaplamak işi.
    cevaplamak * Bir soruya, bir isteğe, bir söz veya yazıya karşılık vermek, yanıtlamak.
    cevaplandırılma * Cevaplandırılmak işi, yanıtlandırılma.
    cevaplandırılmak * Bir şeyin cevabı, karşılığıverilmek, yanıtlandırılmak.
    cevaplandırma * Cevaplandırmak işi, yanıtlandırma.
    cevaplandırmak * Bir şeyin cevabını, karşılığınıvermek, yanıtlandırmak.
    cevaplı * İçinde cevap bulunan, yanıtlı.
    cevaplıtelgraf * Cevabının ücreti bir şey sorup cevap almak için telgraf gönderen kimse tarafından önceden ödenmişolan
    telgraf türü.
    cevapsız * Cevabıverilmemiş, karşılıksız, yanıtsız.
    cevapsız bırakmak * karşılığında herhangi bir cevap vermemek, bir tepki göstermemek.
    cevaz * İzin, müsaade.
    cevaz vermek * hoşgörmek, uygun bulmak.
    cevelân * Dolaşma, dolanma, gezinme, gezinti.
    cevher * Bir şeyin özü, maya, gevher.
    * Değerli süs taşı, mücevher.
    * İyi yetenek.
    * Töz.
    cevher yumurtlamak * değerli sözler söylediğini sanarak saçmalayanlar için alay yollu söylenir.
    cevherli * Cevheri olan.
    cevhersiz * Cevheri olmayan.
    cevir * Eziyet, cefa, üzgü.
    ceviz * Cevizgillerin örnek bitkisi olan, uzun ömürlü, gövdesi kalın, kerestesi değerli, yurdumuzda çok yetişen ağaç
    (Juglans regia).
    * Bu ağacın yağlı, nişastalıyemişi, koz.
    * Ceviz ağacının kerestesinden yapılmış.
    ceviz içi * Cevizin kabuğu kırıldıktan sonra kalan iç.
    ceviz kırmak * yanlıştutum veya davranışta bulunmak, hata yapmak.
    cevizgiller * Örneği ceviz olan, taçsız iki çeneklilerden bir bitki familyası.
    cevizî * Cevizden yapılmışveya cevizi andıran.
    cevizli * Cevizi olan, ceviz katılmış.
    cevizlik * Ceviz ağacının çok olduğu yer.
    cevretme * Cevretmek işi.
    cevretmek * Eziyet etmek.
    cevval * Davranışlarıçabuk ve kesin olan.
    cevvaliyet * Çabukluk, hareketlilik.
    cevvî * Atmosfer ile ilgili, atmosferik.
    Cevza * İkizler burcu.
    ceylân * Çift parmaklılardan, boynuzlugiller familyasından, çöllerde yaşayan, çok hızlıkoşan, gözlerinin güzelliği ile
    tanınan, ince bacaklı, zarif, memeli hayvan, gazal (Gazella dorcas).
    ceylân bakışlı * Süzgün ve tatlı bakışlı.
    ceylân gibi * yapısı ince ve uyumlu.
    ceylânca * Ceylân gibi, ceylâna uygun biçimde.
    ceza * Uygun görülmeyen tepki ve davranışlarıönlemek için üzüntü, sıkıntı, acıveren uygulama.
    * Suç işleyen bir kimsenin yaşantısına, özgürlüğüne, mallarına, onuruna karşıdevletin koyduğu sınırlama.
    ceza alanı * (futbol, hentbol vb. de) Bir oyuncunun bilerek yaptığıkural dışıdavranışın penaltı ile cezalandırıldığıveya
    kalecinin topu elle tutmasına izin verilen alan.
    ceza almak * öğrenci cezalandırılmak.
    * (görevli, suçluya) para cezasıverdirmek.
    ceza atışı * Ceza vuruşu.
    ceza çekmek * hapiste yatmak.
    * manevî bakımdan işlenen suçun ağırlığını çekip sıkıntıve üzüntü içinde kalmak.
    ceza evi * Hükümlülerin içinde tutulduklarıyapı, hapishane, mahpushane.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 16

    ceza görmek * kendisine ceza verilmek, cezalandırılmak.
    ceza hukuku * Suç kapsamı içine giren eylemler ile bunlara uygulanacak cezaları inceleyen hukuk dalı.
    ceza kesmek * (görevli) para cezasıyazmak.
    ceza reisi * Ağır ceza mahkemesi başkanı.
    ceza sahası * Bkz. ceza alanı.
    ceza vermek * cezalandırmak.
    * para cezasıödemek.
    ceza vuruşu * Özellikle futbolda, bir oyuncunun oyun alanında yanlışdavranışınıcezalandırmak için, karşıtarafın
    yapmaya hak kazandığıserbest vuruş.
    ceza yazmak * Bkz. ceza kesmek.
    ceza yemek * cezalandırılmak.
    cezaî * Ceza ile ilgili, cezaya ilişkin, cezaya dayanan.
    cezalandırılma * Cezalandırılmak işi.
    cezalandırılmak * Cezaya çarptırılmak, ceza verilmek, tecziye edilmek.
    cezalandırma * Cezalandırmak işi.
    cezalandırmak * Bir kimseye veya varlığa ceza vermek.
    cezalanma * Cezalanmak işi.
    cezalanmak * Cezaya çarpılmak.
    cezalı * Cezalandırılmış(kimse).
    cezasını bulmak * hak ettiği kötü sona uğramak.
    cezasını çekmek * yaptığı bir kusur veya tedbirsizliğin zararına uğramak.
    * hükmedilen cezayı bitirmek.
    cezasız * Cezaya çarptırılmamış, cezalandırılmamış.
    cezaya çarptırmak * cezalandırmak.
    Cezayir menekşesi * Zakkumgillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, kendine özgü mavi, açık mor renkli çiçekleri ve
    ortasıçukur taç yaprakları olan bir bitki (Vinca).
    Cezayirli * Cezayir halkından olan (kimse).
    cezbe * Bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırıölçüde coşup kendinden geçme durumu.
    cezbelenme * Cezbelenmek durumu.
    cezbelenmek * Cezbeye tutulmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek.
    cezbeli * Cezbesi olan.
    cezbesiz * Cezbesi olmayan.
    cezbetme * Cezbetmek durumu.
    cezbetmek * Kendine çekmek, bağlamak.
    cezbeye tutulmak (veya kapılmak) * bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırıölçüde coşup kendinden geçmek.
    cezerye * Ezilmişhavuç içine fındık, şeker vb. eklenerek yapılan bir tatlıtürü.
    cezir * Kök.
    * Alçalma.
    cezire * (denizde) Ada.
    cezp * Kendine çekme.
    * Etkileyerek kendine bağlama.
    cezrî * Köklü, kökten, temelden, radikal.
    cezve * Kahve pişirmeye yarayan, saplı, silindire benzer küçük kap.
    cezve sürmek * kahveyi pişirmek için cezveyi ateşe doğru itmek.
    Cf * Kaliforniyum’un kısaltması.
    CGS * Santim, gram, saniye kelimelerinin kısaltılmasından oluşan uluslar arasıfizik birimleri sistemi.
    charter * Bkz. çartır.
    check up * Bkz. çekap.
    -cı/ -ci, -cu / -cü * İsimden isim ve sıfat türeten ek: kapı-cı, köfte-ci, su-cu, türkü-cü, balık-çı, simit-çi, yoğurt-çu, kürk-çü vb.
    cı bıl * Çıplak.
    * Yoksul, parasız, geçim darlığıçeken.
    cıcığıçıkmak (veya cıcığınıçıkartmak) * çok yorulmak, hırpalanmak.
    cıcık * Güzel.
    * Süs.
    * Derisi soyulmuşet.
    * İç organlar.
    cıda * Mızrak.
    cıdağı * Atın iki omzunun arası.
    * Derin, işleyen yara, büyük çı ban.
    cıdak * Mızrak.
    cı gara * Bkz. sigara.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 17

    cık * “Yok olmaz” anlamında kullanılır.
    -cık / -cik, -cuk / -cük * İsimden küçültme ve okşama isimleri türeten ek: baba-cık, anne-cik, yavru-cuk, öpü-cük vb.
    * Önüne bir ünlü getirilerek sıfat ve zarf türetir: az-ıcık, dara-cık, bir-i-cik vb.
    * -ca ekli zarflardan pekiştirme zarflarıtüretir: Yavaş ca-cık,usulca-cık vb.
    -cıl / -cil * İsimden “seven” anlamına sıfat türetir: adam-cıl, insan-cıl, balık-çıl, ev-cil vb.
    cılız * Çok zayıf ve güçsüz, eneze, nahif.
    * (ışık için) Güçsüz, sönük.
    cılızlaşma * Cılızlaşmak işi.
    cılızlaşmak * Zayıf ve güçsüz düşmek, zayıflamak.
    * Gücünü, değerini yitirmek.
    cılızlık * Cılız olma durumu.
    cılk * Bozularak kokmuş.
    * Cıvık.
    * İrinlenmiş.
    * Sözünün eri olmayan.
    cılk çıkmak * kusurlu, boşveya bozuk çıkmak.
    cılk etmek * bozmak, çürütmek.
    cılkava * Kurdun veya tilkinin ense postundan yapılan kürk.
    cılkıçıkmak * bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrılmak.
    cılklaşma * Cılklaşmak işi.
    cılklaşmak * Cılk duruma gelmek.
    cılklık * Cılk olma durumu.
    cımbar * Çımbar.
    * Filiz, sürgün.
    cımbarlama * Cımbarlamak işi.
    cımbarlamak * Dokunmakta olan halının veya bezin kenarınıcımbarla geriye almak.
    cımbız * Kıl gibi ince şeyleri tutmak veya çekmek için kullanılan küçük maşa.
    * Özellikle dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri temizlemekte kullanılan el aracı.
    cımbızcı * Dokumacılıkta cımbızlamak işini yapan (kimse).
    cımbızlama * Cımbızlamak işi.
    cımbızlamak * Cımbızla yolmak.
    * Dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri cımbızla temizlemek.
    cıncık * Bardak, kadeh, tabak gibi sırçadan veya porselenden yapılan şeyler, züccaciye.
    cıncık boncuk * Yalancıtaşlardan yapılmışküpe, kolye gibi şeyler.
    cıngıl * Küçük üzüm salkımı.
    * Boncuk, gümüşveya altın para ile yapılmış, başlığa veya giysiye takılan süs, cingil.
    cır cır * Durup dinlenmeden ince ve usandırıcıses çıkararak.
    cır cır ötmek * gereksiz, yerli yersiz konuşmak.
    cırboğa * Bir tür çöl sıçanı(Dipus Caegyptius).
    * Cılız, zayıf, çelimsiz çocuk.
    cırcır * Kaynana zırıltısı.
    * Geveze.
    * Pamuk kozalarının pamuğunu ve çekirdeğini birbirinden ayıran çıkrık.
    * Ağustos böceği.
    cırcır böceği * Düz kanatlılardan ocaklarda, fırınlarda, kırlarda yaşayan böcek, cırlak.(Grillus domesticus, G. campestris).
    cırcır delgi * Dönme hareketini yivli gövdesi üzerindeki parçanın ileri geri itilmesinden alan ve küçük delikler açmak
    için kullanılan araç.
    cırcır kolu * Lokma vidalarısökmeye yarayan alet.
    cırdaval * Meşe dalından yapılan ucu demirli, uzun cirit değneği.
    cırıldama * Cırıldamak işi.
    cırıldamak * Cır cır diye ses çıkarmak.
    cırıltı * Cır cır diye çıkan ses.
    cırlak * (ses için) Hoşa gitmeyen, keskin ve çiğ, tiz.
    * Cırcır böceği.
    cırlak cırlak * Çok tiz ve ince bir sesle.
    cırlama * Cırlamak işi.
    cırlamak * İnce ve usandırıcıses çıkarmak.
    cırlatma * Cırlatmak işi.
    cırlatmak * Cırlamasına yol açmak.
    cırlayık * Örümcek kuşugillerden, ormanlık, çalılık yerlerde yaşayan, güzel öten bir kuş(Lanius).
    * Ağustos böceği.
    cırmalama * Cırmalamak işi.
    cırmalamak * Tırmalamak.
    cırmık * Tırnak izi.
    cırnak * Yırtıcıhayvan tırnağı.
    cırnaklama * Cırnaklamak işi.
    cırnaklamak * Tırmalamak.
    cırnık * Set duvarlarında su akacak delik.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 18

    cırt * Kâğıt, kumaşgibi şeyler yırtılırken çıkan ses.
    cırtlak * Cırlak.
    * Olgunluktan ezilebilecek duruma gelmiş(meyve, sebze).
    cırtlama * Cırtlamak işi.
    cırtlamak * Cırt diye ses çıkarmak.
    cıs * Çocuklarıateşe ve tehlikeli şeylere karşıuyarırken söylenir.
    cıva * Atom sayısı80, atom ağırlığı200.5 olan, donma noktası-38, 80 C olduğundan, bayağısıcaklıkta sıvı olarak
    bulunan, yoğunluğu 13, 59 olan, gümüşrenginde bir element. KısaltmasıHg.
    cıva gibi * yerinde durmaz, ele avuca sığmaz, çok hareketli.
    cıvadra * Geminin baştarafından havaya doğru biraz kalkık olarak uzatılmış bulunan direk.
    cıvalı * Cıvası olan.
    cıvata * Birbirine bağlanmak istenen ağaç veya demir parçaların hazırlanmışolan deliklerden geçirilerek, ucuna
    somun takılıp sıkıştırılan iri başlıvida.
    cıvatalama * Cıvatalamak işi.
    cıvatalamak * Cıvata ile tutturmak.
    cıvık * Fazla suyla karıştığı için biçimini koruyamayacak kadar sulanmış.
    * Soğuk ve can sıkıcışakalar yapan (kimse).
    cıvık cıvık * Soğuk ve can sıkıcı olarak.
    cıvık mantarlar * Bakterilerle ortak yaşayan, ilkel ve hayvanımsıyapılı, peltemsi mantarlar.
    cıvıklanma * Cıvıklanmak durumu.
    cıvıklanmak * Cıvık duruma gelmek.
    cıvıklaşma * Cıvıklaşmak durumu.
    cıvıklaşmak * Cıvık duruma gelmek.
    cıvıklaştırma * Cıvıklaştırmak işi.
    cıvıklaştırmak * Cıvık duruma getirmek.
    cıvıklık * Cıvık olma durumu.
    cıvıl cıvıl * (kuşlar) Cıvıltı ile ötüşerek.
    * Canlı, hareketli olarak.
    * Canlı, neşeli.
    * Hareketli, kalabalık.
    cıvıldama * Cıvıldamak işi.
    cıvıldamak * Cıvıl cıvıl ötmek.
    cıvıldaşma * Cıvıldaşmak işi.
    cıvıldaşmak * Hep birden cıvıldamak.
    cıvıltı * Kuşların ötüşürken çıkardıklarıses.
    * (ses için) Canlılık, ateşlilik.
    cıvıltılı * Cıvıltısı olan.
    cıvıltısız * Cıvıltısı olmayan.
    cıvıma * Cıvımak işi.
    cıvımak * Cıvık duruma gelmek.
    * (bir iş) Çığırından çıkmak.
    * Saygısızca davranışta bulunmak.
    cıvıtılma * Cıvıtılmak işi.
    cıvıtılmak * Cıvık duruma getirilmek.
    cıvıtma * Cıvıtmak işi.
    cıvıtmak * Cıvık duruma getirmek.
    * Bir işi yakışık almayacak bir duruma getirmek.
    cıvma * Cıvmak işi.
    cıvmak * Sekmek, değip geçmek, vurup sapmak.
    cıyak cıyak * Bağırmak fiili ile birlikte kullanılarak ince, acıve yüksek sesle durmadan bağırmayıanlatır.
    cıyaklama * Cıyaklamak işi.
    cıyaklamak * İnce, acıve yüksek sesle bağırmak.
    cıyaklatma * Cıyaklatmak işi.
    cıyaklatmak * Cıyaklamasına sebep olmak.
    cıyırdama * Cıyırdamak işi.
    cıyırdamak * Yırtılırken cıyırtıçıkarmak.
    cıyırdatma * Cıyırdatmak işi.
    cıyırdatmak * Cayırdamasına sebep olmak.
    cıyırtı * Bez veya kâğıt gibi şeylerin yırtılırken çıkardıklarıses.
    cız * (çocuk dilinde) Ateş.
    * Kızgın yağın içine bir şey atılınca çıkan ses.
    cız etmek * cız diye ses çıkarmak.
    * acıduymak.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 19

    cız sineği * Bir tür büvelek.
    cızbız * Izgarada pişirilmiş(et).
    cızgara * Toplu hâlde Türk müziği icra edilirken kullanılan bir yaylıçalgıtürü.
    cızık * Çizgi.
    * İz.
    cızıktırma * Cızıktırmak işi.
    cızıktırmak * Yazmak, karalamak.
    cızıldama * Cızıldamak işi.
    cızıldamak * Cızırdamak.
    cızıltı * Cızırtı.
    cızıltılı * Cızırtısı olan.
    cızır cızır * Pişmekte olan kebabın, yağda kızartılan yiyeceğin, kesilen camın veya yazıyazarken kamışkalemin
    çıkardığısesi anlatır.
    cızırdama * Cızırdamak işi.
    cızırdamak * Cızır cızır ses çıkarmak.
    * Boğazındaki gıcıktan dolayıkesik ve ince ses çıkarmak.
    cızırdatma * Cızırdatmak işi.
    cızırdatmak * Cızırdamasına yol açmak.
    * Kâğıt üzerinde ustaca kalem oynatmak veya beceriyle yazıyazmak.
    cızırtı * Cızırdama sesi.
    cızırtılı * Cızırdayan, cızırtısı olan.
    cızlam * Kaçma, savuşma.
    cızlama * Cızlamak durumu.
    cızlamak * Cız diye ses çıkarmak.
    * Cız etmek.
    cızlamıçekmek (veya cızlam etmek) * kaçmak, savuşup gitmek.
    -ci * Bkz. -cı/ – ci.
    cibilliyet * (huy ve ahlâk bakımından) Yaradılış, maya.
    cibilliyetsiz * Soysuz, sütü bozuk.
    cibilliyetsizlik * Cibilliyetsiz olma durumu.
    cibinlik * Sivrisinekten ve başka böceklerden korunmak için yatağın üstüne ve yanlarına gerilen çadır biçiminde tül.
    cibre * Sıkılıp suyu alınan üzüm ve başka meyvelerin posası.
    cici * Sevimli, cana yakın, hoş, güzel, hoşa giden.
    cici anne * Bazıçocukların, büyük annelerine veya o yaştaki kadın yakınlarına verdikleri ad.
    * Üvey ana, üvey anne.
    cici bici * Süslü giysi veya süs eşyası.
    cici mama * Kadınlarla düşüp kalkmaya başlayan toy bir erkekten söz edilirken onun bu ilişkilerine verilen ad.
    cicik * İnsan veya hayvan memesi.
    cicili bicili * Göze çarpan süslerle bezenmiş.
    cicim * Ensiz olarak dokunmuşparçaların yan yana eklenmesiyle oluşan, perde veya örtü olarak kullanılan nakışlı
    ince kilim.
    cicim ayı * Balayı, yeni evlilerin ilk haftalarda dillerinden düşürmedikleri sevgi sözü.
    cicim! * bir sevgi sözü.
    * alay yollu seslenme sözü.
    cicoz * Cam veya toprak bilyelerle oynanan bir çocuk oyunu.
    * Bu oyundaki bilyelerin her biri.
    * Hiç yok.
    cicozlama * Cicozlamak durumu.
    cicozlamak * Kaçmak, uzaklaşmak.
    cicozluk * Cicoz olma durumu.
    cidal * Savaşma, cenk.
    * Ağız kavgası, çekişme.
    cidalci * Savaşçı.
    cidar * Duvar.
    * Çeper.
    cidden * Şakasız olarak, gerçekten.
    ciddî * Şaka olmayan, gerçek.
    * Ağırbaşlı.
    * Titizlik gösterilen, önem verilen.
    * Tehlikeli, endişe veren, ağır, vahim.
    * Eğlendirme amacı gütmeyen.
    * Gülmeyen.
    * Güvenilir, sağlam.
    * Önemli.
    * Önem vererek, gerçek olarak.
    ciddî ciddî * Ciddî bir biçimde, ciddî olarak.
    ciddîleşme * Ciddîleşmek işi.
    ciddîleşmek * Ciddî bir durum almak.
    ciddîlik * Ciddî davranış.
    * Ciddî durum.
    ciddiye almak * inanmak, gerçek sanmak, önem vermek.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 20

    ciddiyet * Ciddîlik, ağırbaşlılık.
    ciddiyetsiz * Ciddiyeti olmayan, lâubali.
    ciddiyetsizlik * Ciddiyetsiz olma durumu.
    cif * Bir malın fiyatına sigorta ve navlun ücretinin de katılmışolduğunu gösteren İngilizce bir terimin baş
    harflerinden oluşturulmuş bir kısaltma.
    cife * Leş.
    * İğrenç şey.
    cigara * Bkz. sigara.
    ciğer * Akciğerlerle karaciğerin ortak adı.
    * (kasaplıkta) Akciğer, yürek ve karaciğerin oluşturduğu takım.
    * Yürek, iç.
    ciğer acısı * Evlât acısı.
    ciğer kebapçısı * Ciğer kavurup satan kimse.
    ciğer otları * Yapraklarıkara yosunlarından bir bitki sınıfı.
    ciğer otu * Düğün çiçeğigillerden, çok yıllık otsu bir bitki (Hepatica).
    ciğer sarma * İnce kıyılmışak ve karaciğer, pirinç, yağ, çam fıstığı, kuşüzümü, yeşil soğan, yumurta ve baharat
    karışımıyla fırında pişirilen bir kebap türü.
    ciğer sotesi * Sote.
    ciğer yarası * Ciğer acısı.
    ciğer, kebap olmak * büyük bir acıya uğramak, yüreği yanmak.
    ciğerci * Kesilen hayvanların ciğer, baş, ayak, işkembe gibi parçalarınısatan kimse, sakatatçı.
    * Ciğer pişirip satan kimse.
    ciğerdeldi * Kumaşüzerine küçük delikler açılarak yapılan işleme.
    * Bu delikleri açmakta kullanılan ucu sivri küçük araç.
    ciğeri (veya yüreği) sızlamak * çok acımak, derin bir acıma duygusuyla üzülmek.
    ciğeri beşpara etmez * değersiz, aşağılık (kimse).
    ciğeri parçalanmak * Bkz. yüreği parçalanmak.
    ciğeri yanmak * çok acıve sıkıntıçekmek, büyük bir acıya uğramak.
    ciğerimin köşesi * çok sevdiğim.
    * çok sevgili evlâdım.
    ciğerine işlemek * çok dokunmak, (söz, kötü davranış) etkilemek.
    ciğerini delmek * acıklı bir durum, kişiye dayanılmaz bir üzüntü vermek.
    ciğerini okumak * onun aklından geçenleri, gizli düşüncelerini bilmek.
    ciğerini sökmek * bir kimseyi çok büyük zararlara uğratmak.
    ciğerini yakmak * bir kimseye büyük bir acıçektirmek.
    ciğerinin içini bilmek * çok yakından tanımak, her türlü düşüncesini bilmek.
    ciğerleri bayram etmek * her zamankinden daha iyi cins sigara içen veya temiz havaya çıkan kişilerin söylediği söz.
    ciğerpare * Çok sevilen (kimse).
    cihan * Evren, âlem.
    * Dünya.
    cihangir * Dünyanın büyük bir bölümünü eline geçiren.
    cihangirane * Ülkeler fetheden cesur kahraman.
    cihangirlik * Cihangir olma durumu.
    cihanıtutmak * dünyayıtutmak.
    cihannüma * Her yanı görmeye elverişli, camlıçatıkatıveya taraça, kule.
    * Dünya haritası.
    cihanşinas * Dünyayıtanımış, herşeyi yerli yerinde bilen kimse.
    cihanşümul * Evrensel, üniversal.
    cihar * (tavla oyununda zarlar için) Dört.
    ciharıdü * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün ikili düşmesi.
    ciharıse * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün üçlü düşmesi.
    ciharıyek * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün birli düşmesi.
    cihat * Din uğruna yapılan savaş.
    cihat açmak * savaşiçin çağrıyapmak.
    cihaz * Aygıt, alet, takım.
    * Çeyiz.
    cihazlanma * Donanıma sahip olma, teknolojik gelişmelerin en son ürünleriyle donatılma.
    cihazlanmak * Teknolojik gelişmelerin en son ürünleriyle donatılmak.
    cihet * Yön, yan, taraf.
    cihetiyle * -den dolayı, -den ötürü, sebebiyle.
    -cik * -cık / -cik.