Kategori: C

C Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük C Sayfa 23

    cinsellik * Cinsel özelliklerin bütünü.
    cinsî * Cinsiyetle ilgili, cinsel, eşeysel.
    cinsilâtif * Kadın; güzel, alımlı, hoşa giden kadın.
    cinsiyet * Bireye, üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren özel bir yaratılış, eşey, cinslik, seks.
    cinslik * Cinsiyet.
    cinslik bilimi * Cinsiyetle ilgili sorunları inceleyen bilim, seksoloji.
    cinsliksiz * Cinsliği olmayan, erkek veya dişi olmayan, eşeysiz.
    cinyolu * Tarlaların arasında görülen verimsiz topraklar.
    cip * Her türlü arazide kullanılabilen ufak, hafif, motorlu taşıt.
    cips * İnce, yuvarlak kesilerek kızartılmışpatates.
    ciranta * Bir senedi ciro eden kimse.
    cirim * Hacim, oylum.
    * Miktar, tutar, bölüm.
    cirit * At koşturup birbirine değnek atarak topluca oynanan oyun.
    * Bu oyunda atılan değnek.
    cirit atma * Atletizmin ciridi fırlatmaya dayanan dalı.
    cirit atmak * (bir yerde) çokça bulunmak, sık dolaşmak ve serbestçe davranmak.
    cirit oynamak * istediği biçimde, keyfince davranmak.
    cirit oyunu * Cirit.
    cirit ucu * Cirit sopasının ucundaki demir, temren.
    ciritçi * Cirit oynayan kimse.
    ciro * Bir ticaret senedinin, alacaklıtarafından başkasına çevrilmesi ve senedin arkasına gereken yazının yazılıp
    imza edilmesi.
    ciro etmek * bir ticaret senedinin veya çekin arkasına gereken yazıyıyazmak.
    cisim * Maddenin biçim almışdurumu.
    * Gövde, beden, vücut.
    cisimcik * Küçük cisim.
    * Atom taneciği.
    cisimlenme * Cisimlenmek işi, tecessüm.
    cisimlenmek * (cismi olmayan bir şey için) Cisim durumuna gelmek, tecessüm etmek.
    cisimleşme * Cisimleşmek durumu.
    cisimleşmek * Cisim hâline gelmek, tecessüm etmek.
    cismanî * Cisimle, bedenle ilgili.
    * Dinî bir inanışla ilgili düşüncelere bağlı olmayarak, yalnız maddî temellere dayanan, ruhanî karşıtı.
    cismanîlik * Maddîlik.
    cismen * Cisim olarak, vücutça, bedence.
    civan * Yakışıklı genç erkek veya genç kadın.
    * Genç ve yakışıklı olan.
    civanım! * bir sevgi seslenişi.
    civankaşı * Bir tür nakışve işleme.
    civanmert * Mert yaradılışlı, yüce gönüllü, yiğit.
    civanmertlik * Civanmert olma durumu.
    civanperçemi * Birleşikgillerden, birçok türleri olan bir kır bitkisi, kandil çiçeği (Achillea millefolium).
    civar * Yöre, yakın yer, dolay.
    civciv * Kümes hayvanlarının yumurtadan yeni çıkmışyavrusu.
    civcivli * Gürültülü patırtılı, telâşlı.
    civcivlik * Sekiz on haftalık oluncaya kadar civcivlerin bakımına ayrılan kümes.
    civelek * Canlı, neşeli ve sokulgan.
    * Yeniçeri ocağına yeni girmişdelikanlı.
    civeleklik * Civelek olma durumu.
    ciyak ciyak * Bkz. cıyak cıyak.
    ciyaklama * Cıyaklama.
    ciyaklamak * Cıyaklamak.
    cizvit * İsa Derneği denilen bir Hristiyan derneğinin üyesi.
    cizye * Müslüman devletlerde Müslüman olmayanlardan alınan bir çeşit vergi.
    Cl * Klor`un kısaltması.
    Co * Kobalt`ın kısaltması.
    coğrafî * Coğrafya ile ilgili.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 24

    coğrafî durum * Bir yerin çevresi ile ilgisinin tespiti veya görünümü.
    coğrafik * Coğrafî.
    coğrafya * Yeryüzünü fizikî, ekonomik, beşerî, siyasî, yönlerden inceleyen bilim.
    * Bir yeryüzü parçasını, bir bölgeyi, bir ülkeyi belirleyen, niteleyen, fizikî, ekonomik, beşerî, siyasî
    gerçekliklerin tümü.
    coğrafyacı * Coğrafya araştırmalarıyapan kimse.
    * Coğrafya öğretmeni.
    coğrafyacılık * Coğrafyacı olma durumu veya coğrafyacının mesleği.
    cokey * Yarışatlarına binen, yetenekleri bu amaca göre geliştirilmişkimse.
    cokeylik * Cokeyin yaptığı iş.
    conta * Geçirmezliği sağlamak için, sıkıştırılmışiki yüzey arasına yerleştirilmiş, genellikle kauçuk ve kurşundan
    yapılan ince parça.
    contalama * Contalamak işi.
    contalamak * Conta koymak veya yerleştirmek.
    cop * Kalın kısa değnek.
    * Polislerin kullandığı araç veya lâstik sopa.
    coplama * Coplamak işi.
    coplamak * Copla vurmak, copla dövmek.
    coplanma * Coplanmak işi.
    coplanmak * Copla dövülmek.
    coplatma * Coplatmak işi.
    coplatmak * Coplamak işini yaptırmak.
    corum * Balık akını.
    * Uskumruların büyük balıklardan korkarak kıyıya sığınmasıdurumu.
    coşku * Genellikle büyük bir istekle ortaya çıkan geçici hayranlık veya heyecan durumu.
    * Sevinç gösterileriyle beliren güçlü heyecan.
    * Salgı bezleri ve dinamik etkinliklerle kendine özgü ilişkileri bulunan iç veya dışuyaranların kamçıladığı
    güçlü duygu durumu.
    * Bir düşünceyle, bir duyguyla dolarak yücelme; ruhun kendini aşıp yücelmesi, heyecan.
    coşkulanma * Coşkulanmak işi.
    coşkulanmak * Coşkulu duruma gelmek.
    coşkulu * Coşkusu olan.
    coşkun * Coşmuşolan.
    coşkunca * Coşkun (bir biçimde).
    coşkunlaşma * Coşkunlaşmak işi.
    coşkunlaşmak * Coşkun bir duruma gelmek.
    coşkunluk * Coşkun olma durumu veya coşkunca yapılan iş.
    coşma * Coşmak işi, galeyan.
    coşmak * Duygu ve düşünceleri güçlü bir tepki ile dışarıvurmak, galeyan etmek.
    * (doğa olaylarından herhangi biri) Birdenbire çoğalıp hızlanmak.
    coşturma * Coşturmak işi.
    coşturmak * Coşmasını sağlamak, coşmasına yol açmak.
    coşturucu * Coşturan.
    coşturuculuk * Coşturucu olma durumu.
    coşturulma * Coşturulmak işine konu olmak.
    coşturulmak * Coşmak işi yaptırılmak.
    coşuntu * Coşku, heyecanlıdavranış.
    cömert * Para ve malınıesirgemeden veren, eli açık, selek, semih.
    * Verimli.
    cömert davranmak * sakınmadan, esirgemeden bol bol vermek.
    cömertçe * Cömert bir biçimde, sakınmadan, bol bol.
    cömertleşme * Cömertleşmek işi.
    cömertleşmek * Cömertçe davranmak.
    cömertlik * El açıklığı, verimlilik, semahat, mürüvvet.
    cönk * Büyük yelkenli gemi.
    * Saz şairlerinin, kendilerinin veya başkalarının şiirlerini derledikleri, uzunlamasına açılan, deri kaplıdefter.
    Cr * Krom’un kısaltması.
    crescendo * Çalgılar giderek daha yüksek ses verecek biçimde çalınma durumu.
    Cs * Sezyum’un kısaltması.
    Cu * Bakır’ın kısaltması.
    -cu * Bkz. -cı/ -ci.
    cudam * Beceriksiz, güçsüz, görgüsüz kimse.
    cuk * Bkz. aşağıcuk oturmak.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 25

    -cuk * Bkz. -cık / -cik.
    cukka * Hayvan ve insan memesi.
    cukkayıyutmak * oyunda ütülmek.
    -cul * Bkz. cıl /-cıl.
    cuma * Haftanın altıncı günü, perşembe ile cumartesi arasındaki gün.
    * Cuma namazı.
    cuma gecesi * Perşembeyi cumaya bağlayan gece.
    cuma namazı * Cuma günü öğlen ibadetinde cemaatle kılınan namaz.
    cumartesi * Haftanın yedinci günü, cuma ile pazar arasındaki gün.
    cumartesi kibarı gibi süslenmek * özentili fakat zevksiz süslenmek.
    cumba * Yapıların üst katlarında, ana duvarların dışına, sokağa doğru çıkıntıyapmış balkon.
    * Eski evlerde pencere hizasından sokağa doğru çıkıntısı olan kafesli bölüm.
    cumbadak * Suya düşen bir cismin çıkardığısesi anlatmak için düşmek fiiliyle birlikte kullanılır.
    cumbalak * Takla.
    cumbalama * Cumbalamak işi.
    cumbalamak * Bir parçanın dar kenarındaki testere izi veya benzeri girinti ve çıkıntılarıdüzeltmek.
    cumbalatma * Cumbalatmak işi.
    cumbalatmak * Cumbalamak işini yaptırmak.
    cumbalı * Cumbası olan (yapı).
    cumbasız * Cumbası olmayan (yapı).
    cumbul cumbul * Aşırıölçüde içilmişiçkinin veya yenmişsulu yemeğin vücutta çıkardığısesi anlatır.
    cumbuldama * Cumbuldamak işi.
    cumbuldamak * Bir kabın içinde çalkalanıp ses çıkarmak.
    cumbuldatma * Cumbuldatmak işi.
    cumbuldatmak * (bir sıvı için) Bir kabın içinde çalkalamak.
    cumburdama * Cumburdamak durumu.
    cumburdamak * Cumburtu sesi çıkarmak.
    cumburlop * Ağır bir cismin suya düştüğü zaman çıkardığısesi anlatmak için kullanılır.
    cumburtu * Suya düşen ağır bir cismin veya çalkalanan suyun çıkardığıses.
    cumhur * Halk.
    * Topluluk.
    cumhur cemaat * Cümbür cemaat.
    cumhura muhalefet kuvveihatadandır * halkın tuttuğu bir davaya karşıçıkılmaz.
    cumhurbaşkanı * Cumhuriyetle yönetilen ülkelerde devlet başkanı, reisicumhur.
    cumhurbaşkanlığı * Cumhurbaşkanı olma durumu.
    * Cumhurbaşkanının makamı.
    cumhurca * Toplu olarak, hep birlikte.
    cumhuriyet * Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği millet vekilleri aracılığı ile
    kullandığıdevlet biçimi.
    Cumhuriyet Bayramı * 29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyeti kutlamak üzere yasayla kabul edilmişolan resmî bayram.
    cumhuriyetçi * Cumhuriyet yanlısı olan kimse.
    cumhuriyetçilik * Cumhuriyet yanlısı olma durumu.
    cumhuriyetperver * Cumhuriyetçi, cumhuriyet yanlısı.
    cumhurreisi * Bkz. cumhurbaşkanı.
    cunda * Yatay serenlerin her iki başı.
    cunta * Bir ülkede yönetime el koyan kimselerden oluşan kurul.
    cuntacı * Cunta üyesi.
    cup * Suya düşen birşeyin çıkardığısesi anlatmak için kullanılır.
    cuppadak * Cumbadak.
    cura * Tezene ile çalınan iki veya üç telli halk sazı.
    * Bir çeşit küçük atmaca.
    * Ufak tefek, gelişmemiş.
    cura zurna * Bir çeşit küçük zurna.
    curacı * Cura yapan veya çalan kimse.
    curcuna * Gürültülü, karışık durum.
    * Alaturka müzikte hızlı bir usul.
    curcunalı * Curcuna içinde olan (yer, ses, hava).
    curcunaya çevirmek, döndürmek (veya curcunaya vermek) * ortalığıkarışık, gürültülü duruma sokmak.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 26

    curnal * Bkz. jurnal.
    curnata * Bıldırcın sökünü.
    cuşiş * Coşkunluk, coşma.
    -cü * Bkz. -cı/ -ci.
    cübbe * Hukukçuların, üniversitede belli bir aşamaya ulaşmış bilim adamlarının elbise üstüne giydikleri uzun,
    yanları geniş, düğmesiz giysi.
    cübbe gibi * çok genişve uzun (giysi).
    cübbeci * Cübbe yapan ve satan kimse.
    cübbeli * Cübbe giymişolan.
    cüce * Boyu, normalden çok daha kısa olan (kimse).
    * Gelişmemiş.
    cüceleşme * Cüceleşmek durumu.
    cüceleşmek * Cüce durumuna gelmek.
    cücelik * Cüce olma durumu.
    cücük * Filiz, tomurcuk.
    * Kümes hayvanlarının yavrusu, civciv.
    * Kuşyavrusu.
    * Soğan, marul gibi katmerli bitkilerin en iç bölümü.
    * Bir şeyin küçüğü veya onu andıran bir parçası.
    cücüklenme * Cücüklenmek işi.
    cücüklenmek * Filizlenmek.
    cücükleşme * Cücükleşmek durumu.
    cücükleşmek * Filizlenme durumu almak.
    cüda * (yurt, baba ocağı gibi çok sevilen şeylerden) Ayrılmışolan, uzak kalmışolan.
    cüda etmek * ayırmak.
    cühelâ * Bilgisizler, cahiller.
    -cük * Bkz. -cık /-cik.
    -cül * Bkz. -cıl /-cil.
    cülûs * Hükûmdarlık tahtına çıkma, tahta oturma.
    cülûsiye * Hükümdarların cülûs törenlerinde dağıttığı bahşiş.
    * Şairlerin tahta çıkan padişah için yazdığışiir.
    cümbür cemaat * Toplu olarak, hepsi birden, cumhur cemaat.
    cümbüş * Eğlenti.
    * Maden gövdeli, tambura benzer bir saz.
    * Canlılık, coşku.
    cümbüşyapmak * toplu hâlde eğlenmek.
    cümbüşçü * Cümbüşçalan (kimse).
    cümbüşlü * Eğlentili, hareketli.
    cümle * Dizge, sistem.
    * Bir yargı bildirmek için tek başına çekimli bir fiil veya çekimli bir fiille kullanılan kelimeler dizisi, tümce.
    * Bütün, hep, herkes.
    cümle âlem * Herkes.
    cümle bilgisi * Bir cümleyi oluşturan kelime ve kelime gruplarıarasındaki ilişkiyi inceleyen ve sınıflamalar yapan, dil
    bilgisinin ana bölümlerinden biri, tümce bilgisi, söz dizimi.
    cümle kapısı * Yapılarda ana kapı.
    cümlecik * Önerme.
    * Küçük cümle.
    cümlenin ögeleri * cümlenin kuruluşunda başlıca görevleri yüklenmişolan kelimeler, özne, tümleç, yüklem.
    cümlesi * Hepsi.
    cümleten * Hep birden.
    cümudiye * Buzul.
    cünha * Cürüm derecesindeki suç, kabahatten ağır ve cinayetten hafif olan suç.
    cünun * Delilik.
    cünüp * Cinsel ilişkiden sonra, dinin buyurduğu biçimde henüz yıkanmadığı için temiz sayılmayan (kimse), cenabet.
    cünüplük * Cünüp olma durumu.
    cüppe * Bkz. cübbe.
    cür’et * Yüreklilik, ataklık, cesaret.
    * Düşüncesizce, saygıyıaşan davranış.
    cür’et etmek * ataklık etmek, yüreklilikle davranmak.
    cür’etkâr * Atak, cür’etli.
    cür’etkârlık * Cür’etkâr olma durumu.
    cür’etlenme * Cür’etlenmek durumu.
    cür’etlenmek * Cür’etli davranmak.
    cür’etli * Cür’eti olan.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 27

    cür’etsiz * Cür’eti olmayan.
    cürmümeşhut * Suçüstü.
    cürmümeşhut hâlinde * suçu işlerken, suç üstü yakalanmak.
    cüruf * Maden posası, demir boku, dışkı.
    * Kaloriferlerden çıkan yanmışkömür artığı.
    cürüm * Suç.
    * Yanlışlık, kusur veya hatadan doğan durum.
    cüsse * İnsan gövdesi.
    cüsseli * İri yapılı, iri gövdeli, iri yarı(insan).
    cüssesiz * İnce yapılı, ufak tefek, güçsüz.
    cüz * Bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri.
    * Kur’an`ın bölünmüşolduğu otuz parçadan her biri.
    * Basılıeserlerin ayrı bir kapak içinde satışa çıkarılan bir veya birkaç formalık bölümü, fasikül.
    cüzam * Hansen basilinin sebep olduğu deri hastalığı.
    cüzamlı * Cüzam hastalığına tutulmuşolan.
    cüzdan * Cebe girecek büyüklükte, para ve kâğıt koymaya yarar küçük çanta.
    * Bir kimsenin kimliğini bildirmek için resmî bir yerden kendisine verilen, cep defteri biçimindeki belge.
    cüz’î * Az, azıcık, pek az.
    * Tikel.
    * Küçültme eki.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 22

    cimcime * Küçük ve tatlı bir tür karpuz.
    * Küçük ve sevimli (çocuk, kadın).
    cimdallı * Bir tür oyun.
    cimnastik * Bkz. jimnastik.
    cimnastikçi * Bkz. jimnastikçi.
    cimri * Elindeki parayıharcamaya kıyamayan.
    cimrice * Cimri gibi, cimriye yakın.
    cimrileşme * Cimrileşmek işi.
    cimrileşmek * Cimri gibi davranmaya başlamak.
    cimrilik * Cimri olma durumu, pintilik, nekeslik.
    cimrilik etmek * cimrice davranmak, pintileşmek.
    * daha az vermek, esirgemek.
    cin * Masallara ve bazı inançlara göre, göze görünmeyen yaratık.
    * Akıllı, zeki.
    cin * Buğday, arpa, yulaf gibi tanelerden çıkarılan ve ardıçla kokulandırılan bir tür alkollu içki.
    cin * (Cenova şehrinin adından) Pamuklu, kalın kumaştan giysi veya pantalon.
    cin cin bakmak * kurnazca bakmak.
    * uykusuz gözlerle bakmak.
    cin çalığı * çarpık veya dışgörünüşü çirkin olan insanlar için kullanılır.
    cin çarpmak * (bir inanışa göre, cinlerin öfkesiyle) inme inmek.
    cin çarpmışa dönmek * neye uğradığını bilemeyecek kadar kötü bir duruma düşmek.
    cin darısı * Bkz. cin mısırı.
    cin fikirli * Çok anlayışlı, çok kurnaz, zeki.
    cin gibi * anlayışlıve zeki.
    cin ifrit olmak (veya kesilmek) * son derece kızmak öfkelenmek.
    cin mısırı * Bir tür ufak taneli mısır, cin darısı.
    cin saçı * Küsküt.
    cin tutmak * (bir inanışa göre cinlerin etkisiyle) delirmek.
    cinaî * Cinayetle ilgili veya konusu cinayet olan.
    cinas * Çok anlamlı bir kelimeye, her defasında başka bir anlam yükleyerek birbirine yakın birkaç yerde kullanma.
    * Çok anlamı olan bir kelimenin iyi anlamınıkullanır görünerek kötüsünü öne çıkarma.
    cinaslı * Cinası olan, cinas sanatı bulunan.
    cinayet * Adam öldürme.
    * Adam öldürme derecesinde ağır suç.
    cinayet işlemek * adam öldürmek.
    cinci * Cin çağırma ve onlarla konuşma gibi bir iddia ile geçim sağlayan (kimse).
    cingil * Bkz. cıngıl.
    cingöz * Açıkgöz, hiç aldatılmayan.
    cini tutmak * çok sinirlenmek.
    cinlenme * Cinlenmek durumu.
    cinlenmek * Öfkelenmek.
    cinler cirit (veya top) oynamak * o yer ıssız olmak.
    cinleri ayağa kalkmak * sinirlenmek.
    cinleri başına toplanmak (veya üşüşmek) * öfkelenmek.
    cinleşme * Cinleşmek işi.
    cinleşmek * Cin gibi davranmak.
    cinli * İçinde cinlerin olduğuna inanılan.
    * Öfkeli, sinirli (kimse).
    cinnet * Delilik.
    cinnet geçirmek * delirmek, aklınıkaçırmak.
    cins * Tür, çeşit.
    * Aralarında ortak özellikler bulunan varlıklar topluluğu.
    * Soy, kök, asıl.
    * Garip, tuhaf.
    * Pek çok ortak özellikleri bulunan türler topluluğu.
    * Yüksek nitelikte olan.
    cins cibilliyet * Nitelik, asıl; soy sop.
    cins cins * Çeşitli, çeşit çeşit.
    * Türlerine göre.
    cins isim * Cins ismi.
    cins ismi * Bir türden olan varlıkların adı: Kedi, nehir, düşünce, annelik gibi.
    cinsel * Bkz. cinsî.
    cinsel taciz * Ahlâksızca ve ulu orta veya gizlice söz ve davranışlarla karşıcinse eziyet etme, tedirginlik ve sıkıntıverme.
    * Çalışma hayatında ekonomik güç, üst makam veya başka etkili bir göreve sahip olanların, genellikle karşı
    cinsi ahlâk dışı birtakım tutum ve davranışlarla cinsel yönden sıkıntıya sokup rahatsız etmesi.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 11

    celep * Koyun, keçi, sığır gibi kesilecek hayvanların ticaretini yapan kimse.
    * Topkapı, Galata, İbrahim Paşa ve Edirne saraylarına alınıp türlü devlet hizmetleri için aday olarak
    yetiştirilen genç.
    celeplik * Koyun, keçi, sığır gibi kesilecek hayvanların ticaretini yapma işi.
    celî * Açık, aşikâr.
    * Parlak, cilâlı.
    celî yazı * (Arap harfleriyle) Uzaktan okunacak biçimde istif edilmişiri sülüs levha yazısı.
    celil * Çok büyük, ulu.
    * Tanrı’nın sıfatlarından biri.
    cellât * Ölüm cezasına çarptırılanlarıöldürmekle görevli olan kimse.
    * Acımasız, katıyürekli, kolaylıkla suç işleyen, zalim.
    cellât gibi * acımasız.
    cellâtlık * Cellâdın görevi.
    * Katıyüreklilik, zalimlik.
    celp * Getirtme, kendi üzerine çekme.
    * Mahkeme tarafından dava edene, edilene veya tanıklara gönderilen çağrı belgesi.
    * Askerlik ödevini yapmaya çağırma.
    celp etmek * kendine çekmek.
    * getirmek.
    celp kâğıdı * Çağrıkâğıdı, çağrı belgesi, celpname.
    celpname * Celp kâğıdı, çağrı belgesi.
    celse * Oturum.
    celseyi açmak * oturumu açmak.
    celseyi tatil etmek * oturuma ara vermek.
    cemaat * Bir imama uyup namaz kılan kişiler.
    * İnsan kalabalığı.
    * Bir dinden veya bir soydan olanların topluluğu.
    cemaat ne kadar çok olsa (veya cami ne kadar büyük olsa) imam gene bildiğini okur * bir yetkili kimse, çevresindekilerin düşüncesi ne olursa olsun kendi istediğini yapmaya çalışır.
    cemaate uymak * içinde bulunulan bir topluluğa uyarak davranmak.
    cemaatimüslimin * Müslüman halk.
    cemaatle namaz kılmak * imama uyarak namaz kılmak.
    cemaatleşme * Cemaatleşmek işi veya durumu.
    cemaatleşmek * Cemaat hâline gelmek.
    cemaatli * Cemaati olan.
    cemaatsiz * Cemaati olmayan.
    cemaatsizlik * Cemaatsiz olma durumu.
    cemadat * Cansızlar, cansız varlıklar.
    cemal * Yüz güzelliği.
    cem’an * Toplayarak, toplam olarak, hepsi.
    cem’an yekûn * Toplam olarak, hepsinin tamamı.
    cemaziyülâhır * Ay takviminin altıncıayı, küçük tövbe ayı.
    cemaziyülevvel * Ay takviminin beşinci ayı, büyük tövbe ayı.
    cemaziyülevvelini bilmek * bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek.
    cembiye * Bir çeşit eğri kama, hançer.
    cembiyeli * Cembiyesi olan.
    cembiyesiz * Cembiyesi olmayan.
    cemetme * Cemetmek işi.
    cemetmek * Toplamak, bir araya getirmek.
    cemi * Bütün, hep, (bir şeyin) hepsi, (bir şeyin) tümü.
    * Toplama.
    * Toplama.
    * Çoğul, çokluk.
    cemil * (erkek için) Güzel.
    * Tanrı’nın sıfatlarından biri.
    cemile * (kadın için) Güzel.
    * Gönül alıcıdavranış.
    cemilendirme * Çoğullandırma işi.
    cemilendirmek * Çoğullandırmak, çokluk hâline getirmek.
    cemilenme * Çoğullanma işi.
    cemilenmek * Çoğullanmak.
    cemiyet * Dernek.
    * Topluluk, toplum.
    * Düğün.
    * Birbirine uygun veya zıt anlamlıkelimeleri tenasüp veya tezat sanatlarıyoluyla bir araya getirme.
    * Bir olayıveya kişiyi kutlama amacıyla bir araya gelen topluluk.
    cemiyetli * Cemiyet içinde geçen, derli toplu, dağınık olmayan.
    cemre * Şubat ayında birer hafta aralıklarla önce havada, sonra suda ve en sonra toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık
    yükselişi.
    cemre düşmek * sıcaklık yükselişi o hafta içindeki günde başlamak.
    cenabet * Cünüp.
    * Pis, kötü, hoşlanılmayan kimse veya şey.
    Cenabıhak * Allah, Tanrı.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 12

    cenah * Kuşkanadı.
    * Kol, pazı.
    * Yan, taraf.
    * Savaşdüzenindeki ordunun iki yanından her biri.
    cenap * Saygı, onur ve büyüklük anlamıyla kullanılır.
    cenaze * Kefenlenip tabuta konmuş, gömülmeye hazırlanmışinsan ölüsü.
    * Cenaze töreni.
    cenaze alayı * Ölüyü kaldırma töreni veya bu törende yer alan veya cenazeyi izleyen topluluk.
    cenaze duası * Cenaze defnedilirken okunan dua.
    cenaze gibi * benzi sararmış.
    cenaze levazımatı * Ölünün kefenlenmesi sırasında gerekli olan malzemeler.
    cenaze merasimi * Cenaze töreni.
    cenaze namazı * Cenaze gömülmeden önce musalla taşının üstüne konan tabutun önünde kılınan namaz.
    cenaze töreni * Cenaze namazından mezara kadar yapılan dinî tören.
    cenazeyi kaldırmak * ölüyü gömmek üzere götürmek; gömmek.
    cenbiye * Ağzıeğri bir tür Arap bıçağı.
    cendere * Bir şeyi sıkmak, ezmek gibi işlerde kullanılan mekanizma, pres.
    * Manevî baskı.
    cendereleşme * Cendereleşmek işi.
    cendereleşmek * Manevî baskıaltında mücadele etmek.
    cendereye sokmak * manevî baskıaltına almak.
    Cenevizli * Ceneviz (bugünkü Cenova şehri) Cumhuriyeti halkından olan kimse.
    cengâver * Savaşçı.
    * İyi dövüşen, dövüşçü, savaşkan, vuruşkan.
    cengâverce * Cengâvere yakışır biçimde.
    cengâverlik * Savaşçılık, savaşkanlık, dövüşçülük.
    cengel * Otlarla ve sık ağaçlarla örtülü genişHindistan ormanlarına verilen ad.
    cenin * Ana rahminde doğma zamanınıtamamlayamamışveya vaktinden önce düşmüşçocuk.
    ceninisakıt * Düşük.
    cenk * Savaş, kavga.
    * Büyük çaba, uğraş, kavga; çekişme.
    cenk etmek * savaşmak, mücadele etmek.
    cenkçi * Savaşçı, kavgacı.
    cenkçilik * Cenkçi olma durumu.
    cenkleşme * Cenkleşmek işi.
    cenkleşmek * Savaşmak.
    * Atışmak, çekişmek, münakaşa etmek.
    cennet * Dinî inanışlara göre, iyilik yapanların, günahsızların, öldükten sonra sonsuz bir mutluluğa kavuşacakları
    yer; uçmak (II).
    * Çok güzel, huzur veren yer.
    cennet balığı * Cennet balığı gillerden, mavi yeşil zemin üzerine bakır rengi çizgili tropikal balık (Macropodus
    viridiauratus).
    cennet balığı giller * Kemikli balıklar takımının kefallar alt takımına giren bir familya.
    cennet biberi * Zencefilgillerden karabiber tadında bir bitki.
    cennet gibi * güzel, bakımlı(yer).
    cennet kuşu * Cennet kuşugillerden, tüyleri güzel renkli bir kuş(Paradisea apoda).
    * Güzel, alımlıkadın.
    * Henüz pek küçükken ölen bebek.
    cennet kuşugiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfının bir familyası.
    cennet öküzü * Yüreği temiz ama budala denecek kadar saf kimse.
    cennet taamı * Tadıçok güzel olan yemek veya yiyecek.
    cennete çevirmek * temiz, bakımlı, güzel bir yer durumuna getirmek.
    cennete dönmek * güzel, rahat yaşanılır, bakımlı bir yer durumuna gelmek.
    cennetleşme * Cennetleşmek durumu.
    cennetleşmek * Cennet durumuna girmek.
    * Cennetin güzellikleriyle donanmak.
    cennetlik * Öldükten sonra yerinin cennet olacağına inanılan (kimse).
    * (ölmüşkimse için) Yeri cennet olan, cennetmekân.
    cennetmekân * Cennetlik.
    centilmen * İyi arkadaşlık eden, saygılı, görgülü, kibar (erkek).
    centilmence * Centilmene yakışır (bir biçimde).
    centilmenlik * Centilmen olma durumu.
    * Centilmene yakışır davranış.
    centilmenlik antlaşması * Hukukî ve resmî olmayan, ancak tarafların karşılıklı güvenlerine dayanan sözlü antlaşma.
    cenubî * Güneyle ilgili, güneye özgü olan, güney.
    cenup * Güney.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 13

    cenuplu * Güneyli.
    cep * Genellikle bir şey koymaya yarar, giysinin belli bir yeri açılarak içine yerleştirilen astardan yapılmıştorba
    veya giysinin üzerine konulan parça ile yapılmışyer.
    * Belirtisiz isim tamlamasıyapısında, tamlayan görevinde “cebe sığabilecek boyda” anlamını verir.
    * Savaşalanının bir yerinde düşmanın geriletilmesiyle ortaya çıkan taktik durum, çökertme.
    * Trafiği kolaylaştırmak için yaya kaldırımlarında veya yollarda yapılan cep biçimindeki taşıt yanaşma yeri.
    * Kablosuz telefon.
    cep defteri * Cebe sığabilecek büyüklükteki defter.
    cep feneri * Pille çalışan ve cepte taşınan küçük fener.
    cep harçlığı * Bir kimseye ufak tefek gündelik harcamalarıkarşılaması için verilen para.
    cep harçlığınıçıkarmak * günlük masrafınıkarşılayacak kadar kazanç sahibi olmak.
    cep kitabı * Cepte taşınacak, cebe girecek biçimde küçük kitap.
    cep saati * Cepte taşınan saat.
    cep sözlüğü * Cepte taşınabilecek ve günlük ihtiyaca hemen cevap verebilecek küçük sözlük.
    cep takvimi * Cepte taşınabilecek küçük boy takvim.
    cep telefonu * Cebe sığabilecek küçüklükte olan, taşınabilir, kablosuz telefon.
    cep televizyonu * Çok küçük boyutları olan veya cebe sığabilecek küçüklükteki televizyon.
    cepçi * Yankesici.
    cepçilik * Yankesicilik.
    cephane * Ateşli silâhlarla atılmak için hazırlanan her türlü patlayıcımadde.
    cephaneci * Kara, deniz ve hava birliklerinde cephanelik görevlisi veya sorumlusu olan kimse.
    cephanelik * Cephanenin saklanmasına yarar kapalıve korunmuşyer.
    cephe * (yapılarda) Yüz, alnaç.
    * Üzerinde savaşın sürdüğü bölge.
    * Yan, yön, taraf.
    * Belli bir düşünce, istek çevresinde sağlanan beraberlik.
    cephe açmak * savaşolmayan bir bölgede, savaşa hazırlanmak ve başlamak.
    cephe almak * hasım durumu takınmak, bir düşünceye karşı olmak, direnmek.
    cephe gerisi * Savaşalanının gerisinde kalan bölge.
    cepheden cepheye koşmak * durmadan, değişik cephelerde savaşmak, yılmak bilmemek.
    cepheden hücuma geçmek * dolaşık yollara sapmadan, doğrudan doğruya konuyu ele alarak birine karşıçıkmak veya mücadeleyi açıktan
    açığa yapmak.
    cephelenme * Cephelenmek işi.
    cephelenmek * Cephe oluşturmak.
    cepheleşme * Cepheleşmek işi.
    cepheleşmek * Bir düşünce, bir istek çevresinde birlik oluşturmak.
    cepheli * Yönlü, taraflı.
    cepken * Kollarıyırtmaçlıve uzun, harçla işlenmiş bir tür kısa, yakasız üst giysisi.
    cepleme * Ceplemek işi.
    ceplemek * Kazanmak, cebine indirmek.
    cepten aramak * bir kimseyi cep telefonundan aramak.
    cepten vermek * kendi kesesinden, kendi malından ödemek.
    cer * Çekme, sürükleyerek götürme.
    cer hocası * Taşrada imamlık yaparak para ve erzak toplayan genç medrese öğrencisi.
    cerahat * İrin.
    * Yara.
    cerahatlenme * Cerahatlenmek işi.
    cerahatlenmek * (yara) İrin toplamak.
    cerahatli * İrin toplamış, irinli.
    cerahatsiz * İrin toplamamış, irinsiz.
    cerbeze * Güzel konuşma.
    * Beceriklilik, girginlik.
    * Kurnazlık, hilekârlık.
    cerbezeli * Girgin, kolaylıkla ve inandırıcısöz söyleyen, dilli.
    cereme * Başkasıtarafından yapılan veya kaza sonucu ortaya çıkan zararıödeme.
    ceremesini çekmek * başkasının yol açtığızararıödemek.
    ceren * Ceylan.
    cereyan * Bir yöne doğru akma, akış, akıntı.
    * Akım.
    * Bir şeyin gelişme, olma durumu.
    * Aynıeğilimde olan, aynı görüşü paylaşan kimselerin oluşturduğu hareket.
    cereyan çarpmak * elektrik akımına tutulup etkisinde kalmak.
    cereyan etmek * geçmek, olmak, yapılmak.
    cereyana kapılmak * elektrik akımıyla çarpılmak.
    * suyun akışı içinde kalıp sürüklenmek.
    * bir eğilim, bir görüşhareketi içinde yer almak.
    cereyanda kalmak * kapalı bir yerde, karşılıklıaçık pencere veya kapıarasında meydana gelen hava akıntısında kalıp üşütmek.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 14

    cereyanlı * Akıntılı.
    * Akımlı.
    cerh * Yaralama.
    * (bir düşünce, inanç, veya iddia için) Çürütme.
    cerh etmek * yaralamak.
    * çürütmek.
    ceride * Gazete.
    * Tutanak, kayıt defteri.
    * Süvari kolu.
    ceriha * Yara.
    cerime * Cereme.
    Cermen * Bugünkü Almanya’yı, Bohemya ve Polonya’nın batı bölümünü kapsayan Cermanya’da M.Ö. 3. yüzyıldan 9.
    yüzyıla kadar oturan halk veya bu halktan olan kimse.
    Cermen dilleri * Kuzey Avrupa’da konuşulan ve Hint-Avrupa dil ailesi içinde yer alan diller.
    cermen menteşe * Bina kapıları ile pencerelere takılan ve yapraklarımenteşe uzunluğunun yarısıkadar olan, sactan kıvrılarak
    yapılmışmenteşe.
    Cermence * Cermen dili.
    cerrah * Operatör.
    * Önemsiz yaraları iyileştiren kimse.
    cerrahî * Cerrahlıkla ilgili.
    * Hekimliğin, ameliyatla tedavi yapan dalı.
    cerrahî müdahale * Ameliyat.
    cerrahlık * Cerrah olma durumu veya cerrahın mesleği.
    cerrar * Çekici, sürükleyici.
    * Zorla para alan (kimse).
    * Savaş araçlarıyla donatılmışkalabalık ordu.
    * Dilenci.
    cerre çıkmak * (medreselerde okuyan softalar) para ve erzak toplamak için belli aylarda köylere dağılıp imamlık veya
    müezzinlik yapmak.
    cesamet * Büyüklük, irilik.
    cesametli * Kocaman, iri.
    cesaret * Güç veya tehlikeli bir işe girişirken kişinin kendinde bulduğu güven; yüreklilik, yiğitlik, yürek ve göz
    pekliği.
    * Çekinmezlik, atılganlık.
    cesaret almak (veya bulmak) * herhangi bir durumdan, davranıştan güç almak.
    cesaret etmek * korkulması gereken bir işe korkmadan girişmek, göze almak.
    cesaret gelmek * yılgınlığı gitmek, yüreklenmek.
    cesaret göstermek * yürekli davranmak.
    cesaret vermek * birinin yılgınlığını gidermek, birini yüreklendirmek.
    cesarete gelmek * yılgınlığı gitmek, yüreklenmek.
    cesaretini kırmak * yürekliliğini gidermek, korkutmak.
    cesaretini toplamak * kendine güven duygusunu, yürekliliğini ve atılganlığını bir araya getirmek.
    cesaretlendirilme * Cesaretlendirilmek işi, yüreklendirilme.
    cesaretlendirilmek * Yüreklendirilmek.
    cesaretlendirme * Cesaretlendirmek işi, yüreklendirme, yiğitlendirme.
    cesaretlendirmek * Yüreklendirmek, yiğitlendirmek, cesaret vermek.
    cesaretlenme * Cesaretlenmek işi, yüreklenme, yiğitlenme.
    cesaretlenmek * Yılgınlığı gitmek, yüreklenmek, yiğitlenmek.
    cesaretli * Hiçbir şeyden korkusu olmayan, yürekli, yiğit.
    cesaretlilik * Cesaretli olma durumu, yüreklilik.
    cesaretsiz * Yüreksiz.
    * Çekingen.
    cesaretsizlik * Cesaretsiz olma durumu, yüreksizlik.
    ceset * Ölü vücut, naaş.
    cesim * Büyük, iri, kocaman.
    ceste * “Azar azar”, “kısım kısım” anlamındaki ceste ceste ikilemesinde geçer.
    ceste ceste * Azar azar.
    cesur * Yürekli, cesaretli.
    cesurane * Cesaretle, yüreklice, yiğitçesine.
    cesurca * Cesura yakışan biçimde, cesur gibi.
    cesurluk * Yüreklilik, gözü pek olma durumu.
    * Atılganlık.
    cet * Dede, büyük baba, ata.
    cetbecet * Atalardan beri, soyca.
    cetvel * Doğru çizgileri çizmeye yarayan, dereceli veya derecesiz, tahtadan, plâstikten veya madenden yapılmış araç,
    çizgilik.
    * Liste, çizelge.
    * Ark, su kanalı.
    cevaben * Cevap olarak, karşılık olarak.
    cevabıdikmek (veya dayamak, yapıştırmak) * kesin, ters ve karşısındakinin beklemediği bir karşılık vermek.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 15

    cevabî * Cevap niteliğinde olan.
    cevahir * Elmas, yakut gibi değerli taşlar, mücevher.
    cevahir yumurtlamak * cevher yumurtlamak.
    cevahirci * Mücevher alıp satan kimse, mücevherci.
    cevap * Bir soruya, bir isteğe, bir söz veya yazıya verilen karşılık, yanıt.
    cevap anahtarı * Sınavlarda sorulan soruların çözülmüş biçimi.
    cevap hakkı * Bir kimsenin şahsıyla ilgili basın yayın organlarında çıkan haberlere karşılık olarak ya düzeltme ya da cevap
    verme hakkı.
    cevap kâğıdı * Sınavlarda sorulan soruların cevaplarının bulunduğu kâğıt.
    cevap vermek * karşılık olarak bildirmek veya söylemek.
    * ihtiyacıkarşılamak.
    * iyi sonuç vermek, iyi sonuç alınmak.
    cevaplama * Cevaplamak işi.
    cevaplamak * Bir soruya, bir isteğe, bir söz veya yazıya karşılık vermek, yanıtlamak.
    cevaplandırılma * Cevaplandırılmak işi, yanıtlandırılma.
    cevaplandırılmak * Bir şeyin cevabı, karşılığıverilmek, yanıtlandırılmak.
    cevaplandırma * Cevaplandırmak işi, yanıtlandırma.
    cevaplandırmak * Bir şeyin cevabını, karşılığınıvermek, yanıtlandırmak.
    cevaplı * İçinde cevap bulunan, yanıtlı.
    cevaplıtelgraf * Cevabının ücreti bir şey sorup cevap almak için telgraf gönderen kimse tarafından önceden ödenmişolan
    telgraf türü.
    cevapsız * Cevabıverilmemiş, karşılıksız, yanıtsız.
    cevapsız bırakmak * karşılığında herhangi bir cevap vermemek, bir tepki göstermemek.
    cevaz * İzin, müsaade.
    cevaz vermek * hoşgörmek, uygun bulmak.
    cevelân * Dolaşma, dolanma, gezinme, gezinti.
    cevher * Bir şeyin özü, maya, gevher.
    * Değerli süs taşı, mücevher.
    * İyi yetenek.
    * Töz.
    cevher yumurtlamak * değerli sözler söylediğini sanarak saçmalayanlar için alay yollu söylenir.
    cevherli * Cevheri olan.
    cevhersiz * Cevheri olmayan.
    cevir * Eziyet, cefa, üzgü.
    ceviz * Cevizgillerin örnek bitkisi olan, uzun ömürlü, gövdesi kalın, kerestesi değerli, yurdumuzda çok yetişen ağaç
    (Juglans regia).
    * Bu ağacın yağlı, nişastalıyemişi, koz.
    * Ceviz ağacının kerestesinden yapılmış.
    ceviz içi * Cevizin kabuğu kırıldıktan sonra kalan iç.
    ceviz kırmak * yanlıştutum veya davranışta bulunmak, hata yapmak.
    cevizgiller * Örneği ceviz olan, taçsız iki çeneklilerden bir bitki familyası.
    cevizî * Cevizden yapılmışveya cevizi andıran.
    cevizli * Cevizi olan, ceviz katılmış.
    cevizlik * Ceviz ağacının çok olduğu yer.
    cevretme * Cevretmek işi.
    cevretmek * Eziyet etmek.
    cevval * Davranışlarıçabuk ve kesin olan.
    cevvaliyet * Çabukluk, hareketlilik.
    cevvî * Atmosfer ile ilgili, atmosferik.
    Cevza * İkizler burcu.
    ceylân * Çift parmaklılardan, boynuzlugiller familyasından, çöllerde yaşayan, çok hızlıkoşan, gözlerinin güzelliği ile
    tanınan, ince bacaklı, zarif, memeli hayvan, gazal (Gazella dorcas).
    ceylân bakışlı * Süzgün ve tatlı bakışlı.
    ceylân gibi * yapısı ince ve uyumlu.
    ceylânca * Ceylân gibi, ceylâna uygun biçimde.
    ceza * Uygun görülmeyen tepki ve davranışlarıönlemek için üzüntü, sıkıntı, acıveren uygulama.
    * Suç işleyen bir kimsenin yaşantısına, özgürlüğüne, mallarına, onuruna karşıdevletin koyduğu sınırlama.
    ceza alanı * (futbol, hentbol vb. de) Bir oyuncunun bilerek yaptığıkural dışıdavranışın penaltı ile cezalandırıldığıveya
    kalecinin topu elle tutmasına izin verilen alan.
    ceza almak * öğrenci cezalandırılmak.
    * (görevli, suçluya) para cezasıverdirmek.
    ceza atışı * Ceza vuruşu.
    ceza çekmek * hapiste yatmak.
    * manevî bakımdan işlenen suçun ağırlığını çekip sıkıntıve üzüntü içinde kalmak.
    ceza evi * Hükümlülerin içinde tutulduklarıyapı, hapishane, mahpushane.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 16

    ceza görmek * kendisine ceza verilmek, cezalandırılmak.
    ceza hukuku * Suç kapsamı içine giren eylemler ile bunlara uygulanacak cezaları inceleyen hukuk dalı.
    ceza kesmek * (görevli) para cezasıyazmak.
    ceza reisi * Ağır ceza mahkemesi başkanı.
    ceza sahası * Bkz. ceza alanı.
    ceza vermek * cezalandırmak.
    * para cezasıödemek.
    ceza vuruşu * Özellikle futbolda, bir oyuncunun oyun alanında yanlışdavranışınıcezalandırmak için, karşıtarafın
    yapmaya hak kazandığıserbest vuruş.
    ceza yazmak * Bkz. ceza kesmek.
    ceza yemek * cezalandırılmak.
    cezaî * Ceza ile ilgili, cezaya ilişkin, cezaya dayanan.
    cezalandırılma * Cezalandırılmak işi.
    cezalandırılmak * Cezaya çarptırılmak, ceza verilmek, tecziye edilmek.
    cezalandırma * Cezalandırmak işi.
    cezalandırmak * Bir kimseye veya varlığa ceza vermek.
    cezalanma * Cezalanmak işi.
    cezalanmak * Cezaya çarpılmak.
    cezalı * Cezalandırılmış(kimse).
    cezasını bulmak * hak ettiği kötü sona uğramak.
    cezasını çekmek * yaptığı bir kusur veya tedbirsizliğin zararına uğramak.
    * hükmedilen cezayı bitirmek.
    cezasız * Cezaya çarptırılmamış, cezalandırılmamış.
    cezaya çarptırmak * cezalandırmak.
    Cezayir menekşesi * Zakkumgillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, kendine özgü mavi, açık mor renkli çiçekleri ve
    ortasıçukur taç yaprakları olan bir bitki (Vinca).
    Cezayirli * Cezayir halkından olan (kimse).
    cezbe * Bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırıölçüde coşup kendinden geçme durumu.
    cezbelenme * Cezbelenmek durumu.
    cezbelenmek * Cezbeye tutulmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek.
    cezbeli * Cezbesi olan.
    cezbesiz * Cezbesi olmayan.
    cezbetme * Cezbetmek durumu.
    cezbetmek * Kendine çekmek, bağlamak.
    cezbeye tutulmak (veya kapılmak) * bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırıölçüde coşup kendinden geçmek.
    cezerye * Ezilmişhavuç içine fındık, şeker vb. eklenerek yapılan bir tatlıtürü.
    cezir * Kök.
    * Alçalma.
    cezire * (denizde) Ada.
    cezp * Kendine çekme.
    * Etkileyerek kendine bağlama.
    cezrî * Köklü, kökten, temelden, radikal.
    cezve * Kahve pişirmeye yarayan, saplı, silindire benzer küçük kap.
    cezve sürmek * kahveyi pişirmek için cezveyi ateşe doğru itmek.
    Cf * Kaliforniyum’un kısaltması.
    CGS * Santim, gram, saniye kelimelerinin kısaltılmasından oluşan uluslar arasıfizik birimleri sistemi.
    charter * Bkz. çartır.
    check up * Bkz. çekap.
    -cı/ -ci, -cu / -cü * İsimden isim ve sıfat türeten ek: kapı-cı, köfte-ci, su-cu, türkü-cü, balık-çı, simit-çi, yoğurt-çu, kürk-çü vb.
    cı bıl * Çıplak.
    * Yoksul, parasız, geçim darlığıçeken.
    cıcığıçıkmak (veya cıcığınıçıkartmak) * çok yorulmak, hırpalanmak.
    cıcık * Güzel.
    * Süs.
    * Derisi soyulmuşet.
    * İç organlar.
    cıda * Mızrak.
    cıdağı * Atın iki omzunun arası.
    * Derin, işleyen yara, büyük çı ban.
    cıdak * Mızrak.
    cı gara * Bkz. sigara.