cebriye | * Yazgıcılık, kadercilik, fatalizm. |
ceddine lânet (veya yedi ceddine lânet!) | * “soyun sopunla birlikte Tanrıcezanızıversin!” anlamında ilenme bildiren söz. |
ceddine rahmet! | * “aferin, bravo” veya “Tanrısenden razı olsun” anlamında kullanılır. |
Cedî | * Oğlak burcu. |
cedit | * Yeni. |
cedre | * Guatr, guşa. |
cefa | * Büyük sıkıntı, üzgü, eziyet. |
cefa çekmek (veya görmek) | * üzüntü, sıkıntıçekmek. |
cefa etmek | * üzmek, eziyet etmek. |
cefakâr | * Cefalı. |
cefakeş | * Cefa çeken, cefalı, sıkıntıya katlanan. |
cefalı | * Sıkıntıya, eziyete katlanmışveya katlanan. |
cefaya katlanmak | * sıkıntıveya üzüntüyü sabırla karşılayıp tahammül etmek. |
ceffelkalem | * Hiç düşünüp taşınmadan, bir çırpıda. |
cehalet | * Bilgisizlik, bilmezlik. |
cehdetme | * Cehdetmek işi. |
cehdetmek | * Çalışıp çabalamak. |
cehennem | * Dinî inanışlara göre, kötülük yapanların öldükten sonra ceza görecekleri yer, tamu. * Çok sıkıntılıyer. |
cehennem azabı | * Cehennemde uğranılacağına inanılan ceza. * Çok büyük sıkıntı, eziyet. |
cehennem gibi | * çok sıcak. |
cehennem hayatı | * Büyük sıkıntıve üzüntülerle dolu yaşayış. |
cehennem kütüğü | * Cehennemde yanmaya yaraşır kimse. |
cehennem ol | * defol!. |
cehennem olmak | * defolmak. |
cehennem taşı | * Gümüşün nitrik asitte ergitilmesiyle elde edilen, havaya dayanıklı, ışıkta bozulmayan beyaz kristal. |
cehennem zebanisi | * Zalim, acımasız kimse. |
cehenneme kadar yolu var | * “defolsun, istediği yere kadar gitsin, korkum yoktur” anlamında sövme. |
cehennemî | * Cehennemle ilgili. * Üzücü, yakıcı, cehennem gibi. |
cehennemi boylamak | * (sevilmeyen kimse için) ölmek. |
cehennemin bucağı(veya dibi) | * çok uzak yer. |
cehennemin dibine gitmek | * (kızılan kimse için) defolup gitmek. |
cehennemleşme | * Cehennemleşmek durumu. |
cehennemleşmek | * Cehenneme dönmek. * Aşırıüzüntü ve sıkıntıçekilen yer hâlini almak. |
cehennemlik | * Öldükten sonra yerinin cehennem olacağısanılan, cehenneme lâyık (kimse). * Hamamın ocağı, külhan. * Modern ekmek fırınlarında ateşin bulunduğu en sıcak bölüm. |
cehil | * Bilgisizlik, bilmezlik. |
cehre | * Pamuk, yün, ipek gibi şeyleri eğirip iplik durumuna getirmeye yarar araç, iğ. |
cehri | * Kök boyası gillerden, meyve, kabuk veya odunundan güzel kırmızırenk elde edilen bir kök (Rhamnus infectorius). |
ceht | * Çaba, çabalama. |
-cek | * Bkz. -cak / -cek. |
ceket | * Erkeklerin ve kadınların giydiği, genellikle önden düğmeli, kalçayıörten, kollu giysi. |
ceketatay | * Bkz. Jaketatay. |
celâdet | * Yiğitlik, kahramanlık. |
celâl | * Büyüklük, ululuk. * Öfke, kızgınlık. |
Celâlî | * İlk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde ortaya çıkıp devlete isyan eden Bozoklu Derviş celâl’in adamlarına ve ondan yana olanlara, sonralarıda türeyen bütün eşkıyaya verilen ad. |
Celâlîlik | * Celâlî olma durumu. |
celâllenme | * Celâllenmek işi. |
celâllenmek | * Öfkelenmek, kızmak. |
celâlli | * Sert ve öfkeli (kimse). * Hırçın, coşkun. |
celâllice | * Celâlli gibi, celâlliye benzer. |
celbe | * Avcıçantası. |
Kategoriler