Kategori: Ç

Ç Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 52

    çuvallama * Çuvallamak işi veya durumu.
    çuvallamak * Çuvala doldurmak.
    * Başaramamak.
    çuvallanma * Çuvallanmak işi veya durumu.
    çuvallanmak * Çuvallamak işine konu olmak.
    çuvallatma * Çuvallatmak işi veya durumu.
    çuvallatmak * Çuvallamasını sağlamak.
    çuvallı * Çuvallanmışveya çuvalı olan.
    çuvalsız * Çuvalı olmayan veya çuvallanmamış.
    Çuvaş * İdil ırmağıkıyısındaki Çuvasistan Federe Cumhuriyeti’nde oturan, Türk soyundan bir halk veya bu halkın
    soyundan olan kimse.
    * Çuvaşlara özgü olan.
    Çuvaşça * ÇuvaşTürkçesi.
    -çü * Bkz. -cı/ -ci.
    çük * Erkeklik organı.
    çükündür * Pancar.
    çükür * Bir yüzü balta, bir yüzü kazma olan araç.
    çünkü * Şundan dolayı, şu sebeple.
    çürüğe çıkarmak * bir nesneyi işe yaramayacak durumda olmasından dolayıkullanmamak.
    çürük * Çürümüşolan.
    * Sağlam ve dayanıklı olmayan.
    * Sağlam bir temele veya kanıtlara dayanmayan.
    * Gereği gibi işlemez, sakat.
    * Vurma veya sıkıştırma yüzünden vücutta oluşan mor leke.
    çürük (veya çürüğe) çıkmak * birinin sağlam olmadığı anlaşılmak.
    * sağlık durumunun elverişsiz olmasıyüzünden askerlik ödevinden bağışlanmak.
    çürük boya * Doğal olmayan ve basit kimyasal yollarla elde edilen boya.
    çürük çarık * Sağlam olmayan, işe yaramaz.
    çürük gaz * Otomobil vb. taşıt araçlarının egzozundan çıkan yanmışgaz.
    çürük iş * Bozuk, kötü, işe yaramaz özellikleri olan durum veya iş.
    çürük para * Ayarıdüşük on akçe, sağpara karşıtı.
    çürük sakız * Çok kullanılan söz veya düşünce.
    çürük tahtaya basmak * tedbirsizlik edip sonu tehlikeli olabilecek bir işe girişmek.
    çürükçül * Doğal olarak hayvan ve bitki kalıntılarının üzerinde yaşayan ve onların çürümesine yol açan (bitki ve
    organizmalar), saprofit.
    çürüklü * Çürüğü olan.
    çürüklük * Çürük olma durumu.
    * İşe yaramayan maddelerin bırakıldığıyer.
    * Sakıncalı, şüpheli, belirsiz durum.
    çürüksüz * Çürüğü olmayan.
    çürüme * Çürümek işi.
    çürümek * (bitki veya hayvan) Türlü etkilerle ve en çok mikropların etkisiyle, kimyasal değişikliğe uğrayarak bozulup
    dağılmak.
    * Sağlamlığını, dayanıklılığınıyitirmek.
    * Vurulma veya sıkışma yüzünden vücutta lekeler oluşmak.
    * (insan için) Yıpranmak, çökmek.
    * (dava için) Temelsiz ve kanıtsız kalmak.
    çürütme * Çürütmek işi.
    çürütmek * Çürümesine sebep olmak.
    * (eti) Bayatlatıp gevrek bir duruma getirmek.
    * Doğru olarak ileri sürülen bir düşüncenin, bir davanın boşluğunu, anlamsızlığını ortaya koymak.
    çürütülme * Çürütülmek işi veya durumu.
    çürütülmek * Çürütmek işine konu olmak.
    * Doğru olarak ileri sürülen düşüncenin yanlışlığını, gerçeklere dayanmadığını ortaya çıkarmak.
    çürütüş * Çürütmek işi veya biçimi.
    çürüyüş * Çürümek işi veya biçimi.
    çüş * Yürüyen eşeği durdurmak için söylenen söz.
    * Yakışıksız bir davranışkarşısında söylenen kaba bir söz.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 49

    çömlekleme * Çömleklemek işi.
    çömleklemek * Çömlek işine konu olmak.
    çömmek * Çömelmek.
    çöngül * Ufak bataklık, çamurlu küçük göl.
    çöp * Saman inceliğinde herhangi bir sap, dal veya tahta parçası.
    * Yararsız, pis veya zararlı olduğu için atılan ufak tefek şeylerin hepsi.
    çöp arabası * Süprüntülerin, atıkların taşındığı araba.
    * İşe yaramaz, değersiz, kaba saba kimse.
    çöp atlamaz * gözünden hiçbir şey kaçmayacak kadar titiz ve dikkatli (olan), aldatılamaz.
    çöp gibi * çok ince, zayıf.
    çöp kebabı * Kısa ve ince ağaç şişlere geçirilerek pişirilen et kebabı.
    çöp kovası * Bkz. çöp torbası, çöp sepeti.
    çöp sepeti * Büro ve evlerde çöpleri, atıklarıkoymaya yarayan kap.
    çöp tenekesi * Çöplerin içinde toplandığı büyük kap.
    * Çöplük.
    * İşe yaramayan, kötü, berbat (şey).
    çöp torbası * Evlerde içine çöplerin konduğu kâğıt veya plâstik torba.
    çöpçatan * Kimin kiminle evleneceğini önceden kararlaştırıp gerçekleştirdiğine inanılan manevî güç.
    * Evlenmelerde aracılık eden kimse.
    çöpçatanlık * Çöpçatanın işi.
    çöpçü * Evlerden çöpleri toplayan veya sokaklarısüpüren temizlik işçisi.
    çöpçülük * Çöpçünün yaptığı iş.
    çöpe dönmek * çok zayıflamak.
    çöpleme * Düğün çiçeğigillerden, kökleri iç sürdürücü olarak kullanılan, kara çöpleme, yeşil çöpleme ve sarıçöpleme
    gibi türleri olan bir bitki, marulcuk (Helleborus).
    çöplenme * Çöplenmek işi.
    çöplenmek * Çeşitli yiyeceklerden azar azar yemek.
    * Kendine açıktan ufak tefek çıkarlar sağlamak.
    çöplü * (üzüm vb. için) Sapı olan.
    * Çöple, süprüntüyle karışmış.
    çöplüğü * her türlü yetkinin sınırsızca kullanıldığıyer.
    çöplüğü * her türlü yetkinin sınırsızca kullanıldığıyer.
    çöplük * Çöplerin atıldığıyer, süprüntülük, mezbele.
    çöplük horozu * Güzeli, çirkini ayırt etmeyen kadın düşkünü erkek.
    çöplükçü * Çöplükleri satın alarak işe yarar madde ve malzemeleri yeniden değerlendirme için hazırlayan kimse.
    çöplükçülük * Çöplükçünün işi.
    çöpsüz * Çöpü olmayan.
    çöpsüz üzüm * Kusursuz ve uygun şey.
    * Birlikte yaşayacak yakınları olmayan eş.
    çöpten çelebi * çok zayıf, güçsüz kişi.
    çör çöp * Bkz. çer çöp.
    çördek * Gabya mantileri üzerine bağlanan palanga, flok ve yan yelkenleri kandilisası.
    çöre otu * Bkz. çörek otu.
    çörek * Az yağlı, bazen şekerli ve yumurtalı, gevrekçe bir hamur işi.
    * Bir gök cisiminin tekerlek biçiminde görülen yüzü, kurs.
    çörek mantarı * Ormanlık alanlarda yetişen bir mantar.
    çörek otu * Düğün çiçeğigillerden bir bitki ve bunun çöreklere çeşni katmak için ekilen, susam iriliğindeki siyah
    tohumu (Nigella damascena).
    çörekçi * Çörek yapan veya satan kimse.
    çörekçilik * Çörek yapıp, satma işi.
    çöreklenme * Çöreklenmek işi.
    çöreklenmek * (yılan için) Halka durumunda kıvrılıp toplanmak.
    * Sürekli kalmak, yerleşmek.
    * Bir duyguyu güçlü ve sürekli olarak duymak.
    çöreklik * Çörek yapmaya elverişli olan, çörek için ayrılmışolan.
    çörkü * Sayı boncuğu, abaküs.
    çörten * Dam çevresindeki yağmur sularını oluklardan alıp duvar temelinden uzağa akıtan, saçak kenarlarından
    dışarıdoğru uzanmışağaç oluk.
    çörten gibi * oluk gibi, çok gür bir biçimde.
    çörtü * Değirmende buğday teknesi oluğu.
    çöven * Kökü ve dalları, suyu sabun katılmışgibi köpürten, kir temizleyici bir bitki, sabun otu, helvacıkökü
    (Saponaria officinalis).
    * Çevgen.
    çöz * Bumbar, bağırsak.
    * Bumbarın yağı.
    çözdürme * Çözdürmek işi.
    çözdürmek * Çözmek işini yaptırmak.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 50

    çözelti * Çözülme sonucu ortaya çıkan madde.
    çözgü * Dokumacılıkta atkıların geçirildiği uzunlamasına ipler, arış.
    çözgün * Çözülmüş, dağılmış.
    * (kar, buz için) Erimeye başlamış, yumuşamış.
    çözgünlük * Çözgün olma durumu.
    çözme * Çözmek işi.
    * El tezgâhlarında dokunan, genellikle yatak, yorgan çarşafıyapmakta kullanılan ince bez.
    çözmek * Düğümlü, bağlıveya sarılı bir şeyi açmak.
    * Düğmeyi iliğinden açmak.
    * (saç için) Açmak.
    * Çözgü ipini tezgâha yerleştirmek.
    * (bulmaca, sorun vb. için) Bilinmeyen, gizli noktasını bulup onu açıklamak.
    * Bir problemde aranan sonucu, belli ögeler yardımıyla ortaya çıkarmak, halletmek.
    * Bir maddeyi bir çözücüde çözündürmek, onun çözeltisini yapmak.
    çözücü * Çözmek işini yapan.
    * Başka bir maddeyi çözmek özelliği olan.
    çözük * Çözülmüşolan.
    çözülme * Çözülmek işi.
    * Savaşta, gerideki savunma hattına çekilmek isteyen birliğin düşmandan sıyrılması.
    * Bir sesin boğumlanmasından sonra organların eski duruma geçmesi.
    * Kişilik veya karakter gibi bir bütünde birliğin bozulmasıdurumu.
    çözülmek * Çözmek işine konu olmak.
    * Gevşeyip yumuşamak, erimeye başlamak.
    * Birliğini, beraberliğini yitirmek, dağılmak, parçalanmak.
    * Gevşemek, güçsüz kalmak.
    * Dağılmak, çökmek.
    çözülüm * Çözülmek işi, dağılım, bozgun.
    * Sinir merkezleri arasındaki iş birliği ve uyumun bozulup kesilmesi.
    çözülüş * Çözülmek işi veya biçimi.
    * Eriyerek gevşeme.
    * Dağılış.
    * Yıkılış.
    çözüm * Bir sorunun çözülmesinden alınan sonuç, hal.
    * Bir denklemde bilinmeyenlerin yerine konulunca o denklemi gerçekleştiren sayıveya sayılar.
    * Bir problemi çözmek için verilenler üzerinde yapılacak işlemlerin gösterilmesi.
    çözüm yolu * Bir güçlüğü giderme çaresi.
    çözümcü * Çözüm getiren kimse.
    çözümleme * Çözümlemek işi.
    * Herhangi bir konunun, bir nesnenin düşüncede veya gerçeklikte kurucu parçalarına ayrılmak yoluyla
    yapısının, işleyişinin ve gelişim yasalarının ortaya konması işlemi.
    * Bir cümledeki kelimelerin hangi kelime türünden olduklarınıveya özne, tümleç, yüklem görevlerinden
    hangisinde bulunduklarını belirtme, tahlil.
    * Bir maddenin birleşimindeki yalın cisimlerin niteliğini veya niceliğini anlamak için yapılan işlem, tahlil,
    analiz.
    * Bir sayıyı onluk ve birliklerine ayırıp, yazmak.
    * Bir metni belirli yöntemlere bağlıkalarak gözden geçirme, tahlil.
    çözümlemek * Çözümleme yoluyla bir şeyi incelemek, tahlil etmek, analiz etmek.
    * Anlamıve niteliği anlaşılamayan bir konuyu açıkladıktan sonra sonuca bağlamak, tahlil etmek, analiz
    etmek.
    çözümlemeli * Çözümlemeye dayanan, çözümle ilgili, tahlil, analitik.
    çözümleniş * Çözümlenmek işi veya biçimi.
    çözümlenme * Çözümlenmek işi.
    çözümlenmek * Çözümlenmek işine konu olmak.
    * Onluk sayma düzeninde, sayılar basamak değerlerine ayrılarak yazılmak.
    çözümleyici * Çözümlemek işini yapan kimse.
    çözümleyiş * Çözümlemek işi veya biçimi.
    çözümsel * Çözümle ilgili, tahlilî, analitik.
    çözümsüz * Çözümü olmayan.
    çözümsüzlük * Çözümü olmama durumu.
    çözündürme * Çözündürmek işi.
    çözündürmek * Çözünmesini sağlamak.
    çözünme * Çözünmek işi.
    * Bir sıvı ile karışan katı, sıvıveya gaz durumundaki bir maddenin bu sıvı içinde homojen bir bütün
    oluşturacak biçimde karışması.
    çözünmek * Çözülmek işine konu olmak, dağılmak, erimek.
    çözüntü * Çözülme, dağılma durumu.
    çözüş * Çözmek işi veya biçimi.
    çözüşme * Çözüşmek işi.
    çözüşmek * (bir şeyi oluşturan ögeler) Birbirinden ayrılmak.
    çözyağı * Karın boşluğundaki sindirim organlarıüzerinde bulunan ve onların üzerinden sıyrılarak veya kesilerek
    alınan yağ.
    -çu * Bkz. -cı/ -ci.
    çubuğunu tüttürmek * üzüntüsüz, kaygısız yaşamak.
    çubuk * Körpe dal.
    * Değnek biçiminde ince, uzun ve sert olan şey.
    * Tütün içmek için kullanılan uzun ağızlık.
    * Kumaşta düz çizgi.
    * Ana direkler üzerine sürülen ikinci ve üçüncü direk parçası.
    çubuk ağacı * Sütleğengillerden, içi delik olan dallarıçubuk gibi kullanılan bir ağaçcık (Mabea).
    çubuk makarna * İnce, uzun, çubuk biçiminde dökülmüşve fırınlanmışmakarna.
    çubuk odası * Bkz. çubukluk.
    çubukçu * Çubuk yapıp satan kimse.
    * Saraylarda ve büyük konaklarda tütün çubuklarınıhazırlayan kimse.
    çubuklama * Çubuklamak işi.
    çubuklamak * Halı, kilim gibi örtülerin tozunu temizlemek veya şilte, pamuk gibişeyleri kabartıp düzeltmek için
    üzerlerine değnekle vurmak.
    çubuklu * Çubuğu olan.
    * (kumaşta) Uzunlamasına çizgili.
    çubukluk * Çubuk saklanan uzun dolap.
    çubuksuz * Çubuğu olmayan.
    çucu * Semerci.
    çuha * Tüysüz ince, sık dokunmuşyün kumaş.
    çuha çiçeği * İki çeneklilerden, çok yıllık, değişik renkli çiçekleri ve rozet yaprakları olan, dere kenarlarında da yetişen bir
    süs bitkisi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 51

    çuha çiçeğigiller * İki çeneklilerden, örneği çuha çiceği olan bir bitki familyası.
    çuhacılık * Çuha dokuma işi.
    çuhadar * Bir dairenin dışardaki ayak işlerine bakan kimse.
    çuhadarlık * Çuhadarın işi.
    çuhalı * Çuhası olan.
    çuhçuh * (çocuk dilinde) Tren.
    * Lokomotifin çalışırken çıkardığıses.
    çuka * Akdeniz, Marmara ve Karadeniz’de yaşayan tekirlerin irisi.
    çukur * Çevresine göre aşağıçökmüşolan (yer).
    * Çene ve yanaktaki gamze.
    * Sin, mezar.
    çukur açmak * toprağıkazarak çukur yapmak.
    çukura düşmek * kötü ve uygunsuz bir duruma girmek.
    çukurlanma * Çukurlanmak işi.
    çukurlanmak * Çukur durumuna girmek veya çukurlu olmak.
    çukurlaşma * Çukurlaşmak işi.
    çukurlaşmak * Çukur duruma gelmek.
    çukurlatma * Çukurlatmak işi.
    çukurlatmak * Çukur durumuna getirmek veya çukurlu yapmak.
    çukurlu * Çukuru olan.
    çukurluk * Çukur olma durumu.
    * Çukur yer.
    çukurunu kazmak * birinin felâketine yol açacak bir düzen kurmak.
    çul * Genellikle kıldan yapılmışkaba dokuma.
    * Kıldan veya yünden yapılmışhayvan örtüsü.
    * Giyim, giysi.
    çul çaput * Dokunmuşeski eşya veya eski giysi.
    * Her türlü dokunmuşkumaş.
    çul tutmaz * giysi ve mal değeri bilmeyen, derbeder, serseri, avare (kimse).
    çulcu * Çul işleriyle uğraşan kimse.
    çulha * El tezgâhında bez dokuyan kimse.
    çulha kuşu * Bir iskete türü (Parus pendulinus).
    çullama * Çullamak işi.
    * Tavşan ve kuzu eti ile kızartılmışhamur yemeği.
    çullamak * Hayvana çul örtmek.
    * Fırtınalıdenizde dalgalar güverteye su atmak.
    çullandırma * Çullandırmak işi veya durumu.
    çullandırmak * Çullanmasına sebep olmak.
    çullanış * Çullanmak işi veya biçimi.
    çullanma * Çullanmak işi.
    çullanmak * Alta almak için birinin üzerine abanmak.
    * Birini bezdirecek, bıktıracak kadar tedirgin edici olmak.
    çulluk * Çullukgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’da yaşayan, 32 cm uzunluğunda, tüyleri kahverengi ve kül
    rengi, göçebe, eti için avlanan, uzun gagalı bir kuş, bekas (Scolopax rusticola).
    çullukgiller * Yağmur kuşlarının örnek hayvanıçulluk ve batak çulluğu olan alt familyası.
    Çulpan * Venüs.
    çulsuz * Çulu olmayan.
    * Varlıksız, parasız.
    çultar * Eyerin veya palanın üzerine örtülen kilim, halı gibi örtü.
    çultarı * Bkz. çultar.
    çulu düzmek (veya düzeltmek) * giyimi kuşamıyenilemek.
    * maddî durumu iyileşmek.
    çupra * Bkz. çopra.
    çupra balığı * Çipura.
    çurçur * Lâpina familyasından, eti pek sevilmeyen, küçük bir deniz balığı(Crenilabrus).
    * Önemsiz, değersiz.
    çurlatma * Çurlatmak işi veya durumu.
    çurlatmak * Hızla, hızlandırmak.
    çuşka * Acı biber, kırmızı biber.
    çuval * Pamuk, kenevir veya sentetik iplikten dokunmuş büyük torba.
    * Bir çuvalın alabileceği miktar.
    çuval gibi * kaba ve seyrek (kumaş) veya bol ve ütüsüz (giysi).
    çuvalcı * Çuval yapan veya satan kimse.
    * Tarım işlerinde ürünü çuvallara dolduran kimse.
    çuvalcılık * Çuval yapıp satma işi.
    * Ürünü çuvala doldurma işi.
    çuvaldız * Çuval gibi dokumalar dikmekte kullanılan, ucu yassıve eğri, büyük iğne.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 47

    çopurina * İzmarite benzer bir balık.
    çopurlaşma * Çopurlaşmak işi.
    çopurlaşmak * Çopur duruma gelmek.
    çopurlaştırma * Çopurlaştırmak işi.
    çopurlaştırmak * Çopur duruma getirmek.
    çopurluk * Çiçek bozuğu olma durumu.
    çor * Hastalık, dert.
    * Sığır vebası.
    çorak * Bitkisi iyi olmayan veya hiç bitki vermeyen, verimli olmayan.
    * (su için) Acı.
    * Toprak damlara çekilen su geçirmeyen killi toprak.
    * Bazıtoprakların yüzünde beyaz bir katman durumunda toplanan ve eskiden barut yapmakta kullanılan
    potaslı, sutlu tuz.
    * Verimsiz, kısır, bakımsız, yoksul.
    çoraklaşma * Çoraklaşmak işi.
    çoraklaşmak * Çorak duruma gelmek.
    çoraklaştırma * Çoraklaştırmak işi.
    çoraklaştırmak * Çorak duruma getirmek.
    çoraklık * (toprak için) Verimli olmama durumu.
    * (su için) Acılık.
    çorap * Çeşitli ipliklerden örülen, ayağa giyilen giyecek.
    çorap kaçmak * çorabın bir teli kopup örgüsü uzunlamasına açılmak.
    çorap örmek * Bkz. başına çorap örmek.
    çorap söküğü gibi gitmek (veya gelmek) * başlayan bir işveya birbirine bağlı birçok işarka arkaya ve kolayca sürüp gitmek.
    çorapçı * Çorap ören veya satan kimse.
    çorapçılık * Çorap yapma işi.
    * Çorap alıp satma işi.
    çorba * Sebzeyle veya etle hazırlanan sıcak, sulu içecek.
    çorba etmek * karıştırmak.
    çorba gibi * pek sulu (yemek).
    çorba içmeye çağırmak * yemek yemeye çağırmak.
    çorba kaşığı * Yemek yerken kullanılan tatlıkaşığından büyük kaşık.
    çorba olmak * Bkz. çorbaya dönmek.
    çorba tabağı * Çorba konmak için yapılan özel tabak.
    çorbacı * Çorba pişirip satan kimse.
    * Taşrada halkın Hristiyan ileri gelenlerine verdiği unvan.
    * Yeniçerilerde bir birlik komutanı.
    * Tayfaların gemi sahibine verdikleri ad.
    çorbacılık * Çorba pişirip satma işi.
    çorbada tuzu (veya maydanozu) bulunmak * bir işveya görevde az da olsa emeği geçmişolmak.
    çorbalık * Çorba pişirmeye yarar.
    çorbaya dönmek * karmakarışık duruma gelmek, içinden çıkılmaz bir durum almak.
    çorbaya sinek düşmek * işin tadıkaçmak, yeteri kadar iyi ve güzel olmadığı anlaşılmak.
    çorlu * Hastalıklı, dertli.
    çorman * Bkz. karman çorman.
    çotanak * Üzerinde birçok fındık bulunan dal.
    çotira * Çotiragillerden, dikenli, sert pullu, kısa ve geniş, siyaha yakın esmer bir balık (Balistes capriscus).
    çotiragiller * Örnek hayvanıçotira olan kemikli balıklar familyası.
    çotra * Ağaçtan yapılmışküçük su kabı.
    çotuk * Dışarda kalmışağaç kökü.
    * Kesilen ağacın topraktan yukarıda kalan bölümü.
    * Asma kütüğü, tevek.
    çöğdürme * Çöğdürmek işi.
    çöğdürmek * İşemek.
    * İleri doğru fışkırtmak.
    çöğmek * Alçalmak, aşağıya inmek.
    çöğüncek * Dayanma noktası ortada olan kaldıraç, tahterevalli.
    çöğünme * Çöğünmek işi.
    çöğünmek * Bir yanı inerken öbür yanıkalkmak.
    çöğür * İri gövdeli, kısa saplı bir tür halk sazı.
    çöğür * Maydanozgillerden bir çeşit dikenli yaban bitkisi.
    * Tohumdan yetişmişküçük fidan.
    çöğürcü * Çöğür (I) çalan kimse.
    çökek * Çukur yer.
    * Bataklık, sazlık.
    çökel * Taşan bir suyun çekildikten sonra bıraktığıtortu.
    * Çökelti, rüsup.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 48

    çökelek * Yağıalınmışsüt veya yoğurdun kaynatılmasıyla elde edilen bir çeşit peynir, kesik, ekşimik.
    * Tortu.
    çökelekli * İçinde çökelek bulunan, çökeleği olan.
    çökelge * Bataklık, su kenarı, balçık.
    çökelme * Çökelmek işi.
    çökelmek * (bir sıvının içinde erimişolan katı bir madde) Bir ayıracın yardımıyla sıvıdibine çökmek, teressüp etmek.
    çökelti * Bir çökelme sonunda bir sıvının dibine çöken katımadde, rüsup.
    çökeltme * Çökeltmek işi.
    çökeltmek * Çökelmeye uğratmak, çökelmesini sağlamak.
    çökermek * Çökmesini sağlamak.
    çökertme * Çökertmek işi veya durumu.
    * Bir tür halk oyunu.
    * Bkz. cep.
    çökertme * Deniz dibine indirilerek üstüne balıklar geldiğinde köşelerinden çekilip kaldırılan ağ.
    çökertmek * Çöktürüp oturtmak.
    * Bulunduğu yerde yere yıkmak.
    * Moral bozmak, dağınıklığa yol açmak.
    çökkün * Çökmüşolan.
    * Vücut, akıl ve ruhça gücü azalmışolan.
    çökkünleşme * Çökkünleşmek işi.
    çökkünleşmek * Çökkün duruma gelmek.
    çökkünlük * Çökkün olma durumu.
    çökme * Çökmek işi, inhitat.
    * Bir kısım yerin alttan yıkılarak alçalması.
    çökmek * Bulunduğu düzeyden aşağı inmek, çukurlaşmak.
    * Üzerinde bulunduğu yere yıkılmak.
    * Çömelmek.
    * Oturmak, birdenbire oturmak.
    * (deve, sığır vb. için) Olduğu yere oturmak.
    * (şakak, avurt vb. için) İçeri doğru girmek, çukurlaşmak.
    * İnerek kaplamak.
    * (tortu) Dibe inmek.
    * Sarsılıp dinçliğini yitirmek.
    * Son bulmak, yıkılıp dağılmak.
    * (duygu, durum vb.) Basmak, yayılmak.
    * Yoğun bir biçimde duymak.
    çöktürme * Çöktürmek işi.
    çöktürme havuzu * Pis suyu temizleme döşemelerine, yabancımaddelerin çöktürüldüğü havuz.
    çöktürmek * Çökmesine yol açmak, çökmesine sebep olmak.
    çökük * Çökmüş, çukurlaşmış, içeri çekilmiş.
    çöküklük * Çökük olma durumu.
    çöküm * Çökme biçimi, inhitat.
    çöküntü * Çökme.
    * Çöken şeylerin kalıntısı, enkaz.
    * Suyun dibine çöken şeyler.
    * Jeolojik bir olay sonunda oluşan toprak çöküklüğü.
    * Uyaranlara karşıduyarlığın, işyapabilme gücünün, kendine güvenin azalarak karamsarlığın, umutsuzluğun
    güçlenmesiyle ortaya çıkan aklî bozukluk, depresyon.
    * Gerileme, kriz.
    çöküntü hendeği * Yer kabuğunun birbirine parelel olarak uzanan kırıklarıveya basamaklıkırık dizileri arasındaki çökmüş
    bölümü, yer çöküntüsü.
    çöküş * Çökmek işi veya biçimi, inhitat.
    * Yıkılma.
    * Çömelip yere oturuş.
    * Son bulma, mahvolma, inhitat.
    çöküşme * Çöküşmek işi.
    çöküşmek * Bir şeyin başına çöküp toplanmak.
    çöl * Kumluk, susuz ve ıssız genişarazi, sahra.
    çöl tavuğu
    çöl tavuğugiller * Omurgalılardan çöllerde yaşayan, uzun gövdeli, çarpık bacaklıkuşlar takımı(Ptero clidae).
    çöle dönmek * harap olmak, bozulmak.
    çölleşme * Çölleşmek işi.
    çölleşmek * Özlü toprağıakıp çöl durumuna gelmek.
    * Verimsiz hâle gelmek.
    çölleştirme * Çölleştirmek işi veya durumu.
    çölleştirmek * Çöl durumuna getirmek.
    çöllük * Çölü çok olan.
    * Çorak.
    çömçe * Tahta kepçe.
    çömeliş * Çömelmek işi veya biçimi.
    çömelme * Çömelmek işi.
    çömelmek * Dizlerini bükerek topuklarıüzerine oturmak.
    çömeltme * Çömeltmek işi veya durumu.
    çömeltmek * Çömelmek işini yaptırmak.
    çömez * Medreselerde müderrisin hizmetine bakan ve ondan ders alan öğrenci.
    * Birinin kendi işini öğreterek yetiştirdiği kimse.
    çömezlik * Müderrisin yanında öğrencilik etme.
    * Birinin sözünden çıkmama, davranışlarına uyma durumu.
    çömlek * Toprak tencere.
    çömlek hesabı * Basit ve güvenilmez hesap.
    çömlek kebabı * Çömlek içinde pişirilen et yemeği.
    çömlekçi * Çanak, çömlek, testi yapan veya satan kimse.
    çömlekçilik * Çanak, çömlek, testi gibi şeyler yapma sanatı, seramikçilik.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 45

    çoğaltım * Çoğaltmak işi.
    * Asıl kopya ile aynıözellikleri taşıyan yeni bir kopyayıtek işlemde elde etme.
    çoğaltış * Çoğaltmak işi veya biçimi.
    çoğaltma * Çoğaltmak işi.
    * Çok duruma getirme, teksir.
    çoğaltma makinesi * Özel bir kâğıt üzerine yazılmışyazıyıçoğaltmaya yarayan makine, teksir makinesi, müstensih.
    çoğaltmak * Miktarını, sayısını, ölçüsünü artırmak.
    * Çoğaltma makinesi kullanılarak sayısınıartırmak, teksir etmek.
    çoğu * Çoğu zaman, çok defa.
    * Bir şeyin büyük bölümü.
    * Çok kimse.
    çoğu gitti, azıkaldı * yapılmakta olan işin en önemli, en güç bölümü bitti, az ve önemsiz bölümü kaldı.
    çoğu kez * Birçok kere, defalarca.
    çoğu zarar, azıkarar * “aşırıya kaçmamalı” anlamında kullanılır.
    çoğul * Kelimelerin belirli eklerle birden çok varlığıveya kişiyi bildirme biçimi, çokluk: Ordular. Geldik. Evlerimiz
    gibi.
    çoğul eki * Çokluk eki.
    çoğul ekleri * Çokluk ekleri.
    çoğulcu * Çoğulculukla ilgili olan, plüralist: Çoğulcu görüş.
    * Çoğulculuk yanlısı olan (kimse), plüralist.
    çoğulculuk * Çeşitli eğilimlerin, düşüncelerin, yönetimde etkisini kabul eden siyasî yöntem, plüralizm.
    çoğullama * Çoğullamak işi.
    çoğullamak * Çoğul duruma getirmek.
    çoğullaştırma * Çoğullaştırmak işi.
    çoğullaştırmak * Bir kelimeyi çokluk ifade edecek biçime getirmek.
    çoğulluk * Çoğul olma durumu.
    çoğumsama * Çoğumsamak işi.
    çoğumsamak * Bir şeyin düşünülenden daha çok olduğu yargısına varmak, çok görmek, çok bulmak.
    çoğun * Çok kez, sık sık, ekseriya.
    çoğunca * En çoğu, ekseri.
    çoğunluk * Sayıüstünlüğü, ekseriyet.
    çoğunlukla * Çoğunluğa dayanılarak.
    * Çoğu zaman,.çoğu kez.
    çoğurcuk * Sığırcık kuşunun başka bir adı, çekirge kuşu (Suturnus vulgaris).
    çok * Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı.
    * Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir.
    çok anlamlı * Çok anlamlılıkla ilgili olan.
    çok anlamlılık * Bir kelimenin birçok anlamlar bildirme niteliği.
    çok ayaklılar * Eklem bacaklı böceklerin, çıyan gibi, her ekleminde bir veya iki çift ayağı olan takımı.
    çok çok * En çok, en son, olsa olsa.
    çok düzlemli * Birkaç düzlemin birbirini kesmesiyle oluşmuş(açı).
    çok eşli * Aynızamanda birçok kadınla evli olan (erkek) veya birçok erkekle evli olan (kadın), poligram.
    çok eşlilik * Karıveya kocadan herhangi birinin birden çok sayıda olmasının toplumsal olarak onayladığıevlilik biçimi,
    poligami.
    çok fazlı * Birden çok fazı bulunan (akım, sistem).
    çok geçmeden * kısa bir süre sonra.
    çok gelmek * gereğinden fazla olmak.
    * çekilmez ve katlanılmaz olmak.
    çok görmek * esirgemek.
    * bir kimsenin bir davranışınıyadırgamak.
    çok gözeli * Bkz. çok hücreli.
    çok hücreli * Yapısında birden çok hücre bulunan (hayvan veya bitki).
    çok hücreliler * Yapısında birden çok hücre bulunan bitki ve hayvanlar.
    çok karılı * Bkz. çok eşli.
    çok karılılık * Bir erkeğin kanunî olarak aynızamanda iki veya daha çok sayıda kadınla evli olabildiği evlilik biçimi,
    polijini.
    çok katlı otopark * Katlarında araç park yerlerinin bulunduğu bina.
    çok kısa dalga * 2.9 m’den 3.4 m’ye kadar (104 megahertze kadar) olan radyo dalgaları.
    çok kocalı * Çok karılı.
    çok kocalılık * Çok karılılık.
    çok ortaklı * Birçok ortaktan oluşan (şirket), anonim.
    çok partili * Birden fazla partinin katılımı ile yaşanan siyasî hayat.
    çok seslendirilmiş * Çok sesli duruma getirilmiş.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 46

    çok sesli * Çok seslilikle ilgili, polifonik.
    * Dilde birçok sesi bildiren (harf), polifonik.
    * Birçok değişik sesin bir araya gelmesiyle yapılan (müzik), polifonik.
    çok seslilik * Birçok sesi müziğe uygun olarak yazma sanatı, polifoni.
    * Dilde bir harfin birden çok sesi karşılamasıniteliği, polifoni.
    çok söylemek * gevezelik etmek.
    çok sözlü * Tatlıdilli, konuşkan.
    çok şey! * şaşma anlatır.
    çok şükür! * Tanrı’nın verdiği nimetlerden hoşnutluğu anlatır.
    çok tanrıcı * Birden çok tanrının varlığını benimseme.
    çok tanrıcılık * Birçok tanrının varlığıdüşüncesini benimseyen inanç, politeizm, paganizm.
    çok tasım * Birinin vargısıötekine öncül olmaya yaramak yoluyla birbirine bağlı bulunmayan birçok tasımdan oluşmuş
    kanıt.
    çok terimli * Aralarında artı(+) veya eksi (-) işareti bulunan birçok terimden oluşan cebir ile ilgili anlatım.
    çok uluslu * (sanayi veya ticaret için) İki veya daha çok ulusla ilgili olan; çeşitli ulusların katıldığı ortaklık.
    çok yanlı(veya yönlü) * ikiden çok yanı olan.
    * birçok konuda bilgi ve çalışması olan.
    çok yıllık * Yıllarca toprak üstünde ve toprak altında canlılığınısürdürebilen bitki.
    * Çiçek açmadan önce birçok yıl yaşayan (bitki).
    çok yüzlü * Bütün yüzleri birer çokgen olan şekil.
    çokal * Savaşlarda giyilen zırh.
    çokbilmiş * Her şeye aklıeren, zeki, akıllı.
    * Çıkarını bilen, kurnaz.
    çokbilmişlik * Çok bilmişolma durumu.
    çokbilmişlik taslamak * kendini çokbilmişgibi göstermek.
    çokça * Çok olarak.
    * Aşırı, fazla.
    çokçu * Çokçuluk öğretisini benimseyen (kimse), plüralist.
    çokçuluk * Gerçekçiliğin açıklanmasında birden çok ilkenin temelde bulunduğu kabul eden öğretici, bircilik karşıtı,
    plüralizim.
    çokgen * Açı oluşturacak biçimde dörtten çok kenardan oluşan kapalıdüzlem.
    çokları * Birçoğu.
    çoklarınca * Birçok kimselerce, birçok kimse tarafından.
    çokluk * Sayıveya ölçü yönünden çok olma durumu, kesret, ekseriyet.
    * Çoğunluk.
    * Sık sık, çokça, çok kez, çoğu.
    çokluk eki * Getirildiği kelimenin birden çok olduğunu anlatan ek.
    çoklukla * Genellikle.
    çokrağan * Gür kaynak.
    çokrama * Çokramak işi.
    çokramak * Fıkır fıkır kaynamak.
    çoksamak * Çok görmek.
    çoktan (veya çoktandır) * çok zaman önce, çok zamandan beri, öteden beri, uzun süreden beri.
    çolak * Eli veya kolu sakat olan.
    çolaklık * El veya kol sakatlığı.
    çolpa * Ayağısakat olan.
    * Beceriksiz, eli işe yakışmayan, acemi.
    çolpalık * Çolpa olma durumu.
    Çolpan * Bkz. Çulpan, Venüs.
    çoluk çocuğa karışmak * evlenip çocuklarıdünyaya gelmek.
    çoluk çocuk * Çocuklarla birlikte aile topluluğu.
    * Bir işte gereken tecrübeyi kazanmamışyaşça küçük kimseler, gençler.
    çoluk çocuk elinde kalmak * tecrübesiz, çok genç kişilerin eline geçmek.
    çoluk çocuk sahibi olmak * (erkek) evlenip eşi ve çocukları olmak.
    çoluklu çocuklu * Çoluk çocuğu olan.
    çomak * Değnek.
    çomak sokmak (veya koymak) * Bkz. tekerine çomak koymak.
    çomaklama * Çomaklamak işi.
    çomaklamak * Çomakla vurmak.
    çomar * İri köpek, çoban köpeği.
    çopra * Balık kılçığı.
    * Sık çalılık veya sazlık.
    çopra balığı * Kayalıklarda yaşayan, iri bıyıklı bir tatlısu balığı(Cobitis).
    çopur * Yüzü çiçek hastalığından kalma küçük yara izleri taşıyan, aşırıçiçek bozuğu olan (kimse).
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 44

    çobantarağı * Maydanozgillerden, tarlalarda çok rastlanılan, beyaz çiçekli bir bitki (Scandix).
    çobantuzluğu * Sarıçalı.
    çocuğu olmak * çocuğu doğmak.
    çocuğumsu * Çocuksu.
    çocuk * Küçük yaştaki oğlan veya kız.
    * Soy bakımından oğul veya kız, evlât.
    * Bebeklik çağı ile erginlik çağıarasındaki gelişme döneminde bulunan insan.
    * Genç erkek.
    * Büyüklere yakışmayacak biçimde düşüncesizce davranan kimse.
    * (büyükler arasında daha az yaşlılar için) İnsan.
    * (küçümseme yolu) Belli bir işte yeteri kadar tecrübesi ve yeteneği olmayan kimse.
    çocuk aldırmak * (kadın) karnındaki bebeği hekime ameliyatla aldırmak.
    çocuk bahçesi * Çocukların gezinmesi, oyun oynamasıve hava alması için yapılmış bahçe.
    çocuk bakıcı * Bkz. çocuk bakıcısı.
    çocuk bakıcısı * Çocuk bakımı ile görevlendirilmişkız veya kadın.
    çocuk bezi * Bebeklerin altına bağlanan bez.
    çocuk bilimci * Çocuk bilimi uzmanı, pedolog.
    çocuk bilimi * Konu olarak çocuğu alıp her bakımdan inceleyerek özelliklerini belirten bilim, pedoloji.
    çocuk dili * Çocukların belli birtakım seslerden, basitleştirilmişkurallardan, örneklemelerden yararlanarak kullandıkları
    dil.
    çocuk dünyaya getirmek * çocuk doğurmak.
    çocuk düşürmek * (gebe kadın) çocuğunu vaktinden önce ve ölü olarak doğurmak, düşük yapmak.
    çocuk gibi * yetenekleri gelişmemiş, çocuk kalmış.
    * kolay kanar, kolay inanır.
    çocuk gibi sevinmek * çok sevinmek.
    çocuk işi * Kolay veya önemsiz iş.
    çocuk kalmak * büyümüşolmasına rağmen çocukça düşünceler taşıyıp çocuk gibi davranmak.
    çocuk olmak * çocuklaşmak.
    çocuk oyuncağı * Önem verilecek değerde olmayan.
    * Kolay iş.
    çocuk oyuncağıhâline getirmek * yeteneksiz kimseler karışarak bir işi değerinden düşürmek.
    çocuk oyunu * Çocukların oynadığı oyun.
    * Basit ve sıradan bir olay veya durumun olmadığını ifade etmek için söylenir.
    çocuk peydahlamak * (evli olmayan kadın) gebe kalmak.
    çocuk ruhlu * Çocuklara benzeyen bir iç dünyası olan, çocuksu davranışları olan.
    çocuk yapmak * (isteyerek) çocuğu olmak.
    çocuk yetiştirmek * çocuğu topluma yararlı bir duruma getirmek.
    çocuk yuvası * Genellikle çalışan kadınların küçük çocuklarınısabah bırakıp akşam aldıkları bakım evi, kreş.
    çocukcağız * Kendisine karşışefkat ve acıma duyulan kız.
    çocukça * Çocuğa yakışır (biçimde), çocuk gibi.
    çocukçu * Çocuk sağlığıve hastalıklarıdoktoru.
    çocukla çocuk, büyükle büyük olmak * içinde bulunulan yere veya çevredeki insanlara uymak.
    çocuklar! * arkadaşlar!.
    çocuklaşma * Çocuklaşmak işi.
    çocuklaşmak * Çocuk gibi davranışlarda bulunmak.
    çocuklaştırma * Çocuklaştırmak işi.
    çocuklaştırmak * Çocuklaşmasına yol açmak.
    çocuklu * Çocuğu olan.
    çocukluğu tutmak * çocuksu davranışlarda bulunmak.
    çocukluk * Çocuk olma durumu.
    * İnsan hayatının bebeklikle ergenlik arasındaki dönemi.
    * Çocukça davranış.
    çocukluk etmek * çocukça davranışlarda bulunmak.
    * gereği gibi düşünmeden tecrübesizce davranmak.
    çocuksu * Çocuk gibi, çocukça olan, çocuğa benzeyen.
    çocuksuluk * Çocuksu olma durumu.
    çocuksuz * Çocuğu olmayan.
    çocuksuzluk * Çocuksuz olma durumu.
    çocuktan al haberi * bir aile sorunu veya ailece gizli tutulan bir şey, çocukların rastgele söyledikleri bir sözle anlaşıldığında
    söylenir.
    çoğalış * Çoğalmak işi veya biçimi.
    çoğalma * Çok duruma gelme, artma.
    çoğalmak * Azken çok olmak, çok duruma gelmek.
    çoğaltıcı * Çoğaltma işini gerçekleştiren düzenek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 41

    çirkinseme * Çirkinsemek işi.
    çirkinsemek * Bir şeyi çirkin bulmak.
    çiroz * Yumurtasınıatarak zayıflamışuskumru balığıve bunun kurutulmuşu.
    * Çok zayıf kimse.
    çirozlaşma * Çirozlaşmak işi veya durumu.
    çirozlaşmak * (uskumru için) Yumurtasınıatarak zayıflamak.
    * Çok zayıflamak.
    çirozluk * Çiroz olmaya elverişli.
    * Zayıflık, kuruluk.
    çis * Bazı bitkilerden sızan ve katılaşarak sarımtırak bir cisim durumuna gelen bir çeşit şekerli öz su, kudret
    helvası.
    çise * İnce yağmur, çisenti.
    çiseleme * Çiselemek işi.
    çiselemek * (yağmur) İnce ince yağmak.
    çiseme * Çisemek işi.
    çisemek * Çiselemek.
    çisenti * Toz gibi ince yağan (yağmur).
    çiskin * Çiseleyen yağmurdan hafifçe ıslanmış.
    * Çiseleyen yağmur.
    çiş * (çocuk dilinde) Sidik.
    çişetmek * işemek.
    çişi gelmek * işeyeceği gelmek.
    çişik * Tavşan yavrusu.
    çit * Bağ, bahçe, bostan gibi yerlerin çevresine çalı, kamış, ağaç dalı gibi şeylerden çekilen duvar.
    çit * Pamuktan dokunmuş basma.
    * Başörtüsü, yazma, yemeni.
    çit sarmaşığı * Çit sarmaşığı gillerin örnek bitkisi olan, daha çok tarla kenarlarında yetişen, beyaz çiçekli, tüysüz ve uzun
    saplı, sarılıcı, çok yıllık ve otsu bir bitki (Convolvulus sepium).
    çit sarmaşığı giller * Bitişik taç yapraklı iki çeneklilerden, çit sarmaşığı, kahkaha çiçeği, mahmude, küsküt gibi bitkileri içine
    alan bir familya.
    çita * Etçil memeliler sınıfının etçiller takımının kedigiller familyasından bir hayvan.
    çitar * İpek ve pamukla dokunan bir tür kumaş.
    çitari * İzmaritgillerden, üzerinde sarıçizgiler bulunan, en büyüğü yarım kiloyu aşmayan, kılçıklı bir balık
    (Boxsalpa).
    * Bir tür ince dokunmuş, çizgili kumaş.
    çiten * Saman taşımak için arabalara konulan ince dallardan örülmüş büyük sepet veya çit.
    * Kuzu ağılı.
    çiti * Çitmek işi.
    çiti yapmak * saçları, çitilmiştarakla taramak.
    * çitilemek.
    çitileme * Çitilemek işi.
    çitilemek * Kirini çıkarmak için çamaşırın iki yanınıele alıp birbirine sürmek.
    çitilenme * Çitilenmek işi.
    çitilenmek * Çitilemek işine konu olmak.
    çitili * Çitilenmişolan.
    çitilmek * Çitmek işine konu olmak.
    çitişme * Çitişmek işi.
    çitişmek * Birbirine geçip pekişmek.
    çitlembik * Kara ağaçgillerden, mercimekten az büyük, buruk lezzette meyvesi olan bir ağaç, melengiç (Celtis).
    çitlembik gibi * ufak tefek, esmer ve sevimli.
    çitleme * Çitlemek işi.
    çitlemek * Kabak çekirdeği, fıstık gibi şeylerin kabuklarınıçıkararak yemek.
    * Çitle çevirmek.
    çitme * Çitmek işi.
    çitmek * Bir araya getirmek, birleştirmek.
    * Kumaştaki deliği örerek kapamak.
    * Tarağın dişlerini iplikle bağlayıp sıkıştırmak.
    * Çitilemek.
    çitmik * Üzüm salkımının küçük dalı.
    * İki parmak ucu ile alınan miktar, çimdik.
    çivi * İki şeyi birbirine tutturmak için çakılan, ucu sivri, başlı, metal veya ağaçtan yapılmışufak çubuk.
    * Kalkan balığının üzerindeki düğmeye benzer kemiksi oluşum.
    çivi çıkar, ama yeri kalır * gönül yarasıkapansa da unutulmaz.
    çivi çiviyi söker * güçlü bir şey kendisi güçlü olan başka bir şeyle veya durumla etkisiz bırakılır.
    çivi gibi * çok sağlam ve çevik (insan).
    * çok soğuk.
    çivi gibi olmak * çok üşümek, donmak.
    çivi kesmek * çok üşümek.
    çivi kestirmek * çok üşütmek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 42

    çivi kırmak * ayakkabıların içinden çıkan çivi uçlarını bir âletle kesip raspa ile eğeleyerek köselenin içine gömmek.
    çivi sokmak (veya sürmek) * bir işin olmasında engel, güçlük çıkarmak.
    çivi yazısı * Eski Farsların, Medlerin ve Asurluların kullandığıyazı.
    çivi yukarı * Yağlı güreşte hasmıayaklarından yakalayıp tepesi üstü diktikten sonra sırtınıyere getirerek yenme yolu.
    çivici * Çivi satan kimse.
    * Topu sert olarak karşıalana dikine indiren oyuncu.
    çivicilik * Çivi yapıp satma işi.
    çividî * Çivit renginde olan.
    çivileme * Çivilemek işi.
    * Dimdik ve ayaküstü bir durumda (denize atlama).
    * Topu karşıalana dikine indirmeye yarayan sert vuruş.
    çivilemek * Bir şeyi bir yere çivi ile tutturmak, mıhlamak.
    * Vurmak, öldürmek.
    * Olduğu yerde hareketsiz bırakmak.
    * Aynınoktaya sürekli olarak bakmak.
    * Sabitleştirmek, kesin olarak yerleştirmek.
    çivilenme * Çivilenmek işi.
    çivilenmek * Çivi ile tutturulmak, mıhlanmak.
    * Bir yerde hareketsiz kalmak.
    çiviletme * Çiviletmek işi.
    çiviletmek * Çivi çaktırmak.
    çivili * Çivisi olan.
    * Çivi çakılarak yapılmış.
    * Çivi ile bir yere tutturulmuş.
    * Çeşitli spor oyunlarında giyilen bir ayakkabıtürü.
    çivisiz * Çivisi olmayan veya çivilenmemişolan.
    çivisiz kalkan * Vücudunda çivi yerine benekleri bulunan, eti çok lezzetli kalkan balığıcinsi.
    çivit * Eskiden çivit otundan, bugün yapay yollarla elde edilen, mavi renkli, sarılığını gidermek için çamaşırın son
    suyuna karıştırılan toz boya.
    çivit mavisi * Çivit rengindeki mavi.
    çivit otu * Baklagillerden, yapraklarından çivit çıkarılan bitki türü (İndigofera).
    * Turpgillerden, yapraklarından mavi boya çıkarılan bitki (İsalis tinctoria).
    çivit rengi * Bir tür koyu mavi renk.
    * Bu renkte olan.
    çivitleme * Çivitlemek işi.
    çivitlemek * Çamaşırıçivitli suya sokup sarılığını gidermek.
    çivitlenme * Çivitlenmek işi.
    çivitlenmek * Çivitlemek işine konu olmak.
    çivitli * İçinde çivit bulunan.
    * Çivitli sudan geçirilmişolan (çamaşır).
    çivitsiz * Çividi olmayan veya çivitlenmemişolan.
    çiy * Havada buğu durumundayken akşamın ve gecenin serinliğiyle yerde veya bitkilerde toplanan küçük su
    damlaları, şebnem.
    çiyleme * Hafif ve ince yağan yağmur, çisenti.
    çiylemek * Yağmur çiselemek.
    çizdirme * Çizdirmek işi.
    çizdirmek * Çizmek işini yaptırmak.
    çizecek * Ağacıçizmeye yarayan, çember kesitli, ucu sivri ve ağaç saplıel aracı.
    çizelge * Çizgilerle bölümlere ayrılmışkâğıt, cetvel.
    çizge * Bir olayın çeşitli durumlarını göstermeye veya birkaç şey arasında karşılaştırma yapmaya yarayan
    çizgilerden oluşmuş biçim, grafik.
    çizgi * Çizilerek veya çeşitli yollarla oluşmuşiz, çizi, hat.
    * Yüz ve vücut hatlarının her biri.
    * Bir noktanın yürütülmesiyle oluşan biçim.
    * Temel.
    * Bir durumdan başka bir duruma atlanan, geçilen yer, sınır.
    çizgi çekmek * bir noktayıhat biçiminde çeşitli yönde uzatmak.
    * bitirmek, sona erdirmek.
    çizgi film * Bir konuyla ilgili olarak kişilerinin hareketlerini belirtecek yolda art arda çizilmişresimlerden oluşan sinema
    filmi.
    çizgi ölçek * Plân veya haritanın alt köşesinde yatay bir çizgi ile gösterilen, harita üzerindeki uzunluğun gerçekte ne
    kadar uzunluğa karşılık olduğunu belirten ve bunun çizgi üzerinde işaretlenmesiyle elde edilen ölçek.
    çizgi resim * Yalnız çizgilerle yapılmışresim.
    çizgi roman * Konuyu ve olaylar zincirini kesintisiz olarak resimleme yöntemiyle okuyucuya sunan anlatım tarzı.
    çizgileme * Çizgilemek işi.
    çizgilemek * Çizgi çekmek, çizgi çizmek.
    çizgilenme * Çizgilenmek işi veya durumu.
    çizgilenmek * Çizgi meydana gelmek.
    çizgileşme * Çizgileşmek işi veya durumu.
    çizgileşmek * Çizgi durumuna gelmek.
    çizgili * Üzerinde çizgi bulunan.
    çizgilik * Çizgi çizmeye yarar tahta, cetvel tahtası.
    çizginme * Çizginmek işi veya durumu.
    çizginmek * Bir şeyin etrafında dönüp durmak.
    * Tereddüt etmek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 43

    çizgisel * Çizgi ile gösterilmiş.
    çizgisiz * Üzerinde çizgi olmayan.
    çizi * Çizgi.
    * Saban demirinin toprakta bıraktığı iz.
    * Tutum, davranış.
    çizici * Çizen.
    * Tarlada haşhaşkozalaklarınıafyon almak için çizen kimse.
    çizicilik * Çizicinin işi.
    çizik * Çizilmiş.
    * Çizgi.
    çizik çizik * Çizikle dolu.
    çizikli * Çizikleri olan.
    çiziktirme * Çiziktirmek işi.
    çiziktirmek * Çabucak çizmek.
    * Baştan savma yazmak.
    çizili * Çizilmişolan.
    çiziliş * Çizilmek işi veya biçimi.
    çizilme * Çizilmek işi.
    çizilmek * Çizmek işine konu olmak.
    çizim * Belli bir kurala göre ve genellikle yalnız cetvel ve pergel yardımıyla bir şeklin çizilmesi.
    çizimci * Çizim yapan kimse.
    çizin çizin * Çizgi durumunda, sırayla.
    çizinti * Ufak sıyrık.
    * Bir yazıda üzeri çizilen yer.
    çiziş * Çizmek işi veya biçimi.
    çizme * Koncu diz kapaklarına kadar çıkan bir çeşit ayakkabı.
    çizme * Çizmek işi.
    çizmeci * Çizme yapan veya satan kimse.
    çizmecilik * Çizme yapma veya satma işi.
    çizmeden yukarıçıkmak * bilmediği, aklının ermediği, yetkisi dışındaki bir işe karışmak.
    çizmek * Çizgi çekmek.
    * Resmini yapmak, resmetmek.
    * Çizgiler hâlinde belirtmek, desenini yapmak.
    * Çizgi hâlinde berelemek.
    * Geçersiz kılmak için üzerine çizgi çekmek.
    çizmeleri çekmek * bir işe girişmek.
    çizmeli * Çizmesi olan.
    çoban * Davar, koyun, keçi, sığır, manda sürülerini güdüp otlatan kimse.
    * Bkz. Çulpan.
    çoban aldı bağa gitti, kurt aldıdağa gitti * malını, varlığını başkalarıkullandı, kendisine bir şey kalmadı.
    çoban böreği * Haşlanmışpatateslerin sütle püre hâline getirilmesi, malzemenin doğranmışsoğanla kavrulması, üzerine et
    suyu, kıyma ve nane eklenerek pişirilmesiyle hazırlanan börek.
    çoban kebabı * Taşkebabına benzeyen yoğurtlu et yemeği.
    çoban köpeği * Sürüyü koruyan iri cins köpek.
    çoban kulübesinde padişah rüyası görmek * içinde bulunduğu duruma uygun düşmeyen düşler kurmak.
    çoban merhemi * Terementi ve mum yağı ile yapılmışyara merhemi.
    çoban salatası * Domates, salatalık ve biberler küçük küçük doğranarak yapılan soğanlısalata.
    Çoban Yıldızı * Venüs, Çulpan.
    çobanaldatan * Çobanaldatangillerden, kanatlarısivri, kuyruğu uzun bir kuştürü, keçisağan, dağkırlangıcı(Caprimulgus
    europeus).
    çobanaldatangiller * En iyi bilinen türü çobanaldatan olan, kuşlar sınıfının gök kuzgunumsular takımının bir familyası.
    çobançantası * Turpgillerden, yemişleri torbayıandıran bir yaban bitkisi (Capsella bursa pastoris).
    çobandağarcığı * Turpgillerden yabanî bir bitki, kuşekmeği (Thlaspi).
    çobandeğneği * Kara buğdaygillerden, beyaz veya pembe çiçekli, yürek biçimi yapraklı, otsu bir kır bitkisi (Polygonum
    aviculare).
    çobandüdüğü * İki çeneklilerden, sap ve yapraklarında keskin bir koku ve acı bir tat olan, nemli yerlerde yetişen bir bitki,
    meyhaneci otu (Asarum europaeum).
    çobanın gönlü olursa tekeden yağ(süt veya köremez) çıkarır * bir işi bitirecek kişi, isterse olmayacak gibi görünen işlere çözüm yolu bulur.
    çobaniğnesi * Itır çiçeği cinsinden kokulu bir bitki (Geranium).
    çobanlama * Kır yaşantısının ve özellikle çobanların aşk ve yaşayışlarınıanlatan edebiyat türü, pastoral.
    çobanlık * Çoban olma durumu veya çobanın gördüğü iş.
    * Çobana verilen ücret.
    çobanlık etmek * çoban olarak çalışmak, hayvan gütmek.
    çobanpüskülü * Çobanpüskülügillerden, bir süs bitkisi (llex aquifolium).
    çobanpüskülügiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi çobanpüskülü olan bitki familyası.
    çobansüzgeci * Yoğurt otu.