Kategori: Ç

Ç Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 27

    çevir kazıyanmasın * karşısındakine dokunacak yersiz bir söz söylediğini fark eder etmez sözünü çevirmeye kalkışanlara alay
    veya şaka yollu söylenir.
    çevir sesi * Telefon numarasının aranmaya hazır olduğunu belirten ince ve monoton ses, sinyal.
    çevir sinyali * Çevir sesi.
    çeviren * Çeviri yapan kimse, çevirmen.
    çevirgeç * Elektrik akımınıaçıp kapama veya değiştirme işini yapan araç, şalter, komütatör.
    çevirgi * Çevrilebilen anahtar, tokmak vb. araçlar.
    çeviri * Dilden dile aktarma, çevirme, tercüme.
    * Bir dilden başka bir dile çevrilmişyazıveya kitap, tercüme.
    çeviri dili * Bir bilgisayarın sembolik makine dili.
    çevirici * Sözlü veya yazılıçeviri yapan kimse, dilmaç, tercüman, mütercim.
    * Elektrik akımının yönünü değiştirmeye yarayan araç, komütatör.
    çevirici dili * Bilgisayarda makine dili komutlarının sembollerle kaydedildiği alçak düzeyli proglamlama dili.
    çeviricilik * Çeviri işi yapma, dilmaçlık, tercümanlık.
    çevirim * Çevirme işi.
    * Sinema filmi elde etmek üzere alıcının çalıştırılması, duyar katın üzerinde gizli görüntülerin belirmesi.
    çevirim senaryosu * Çekimlere bölünmüş, her çekimin sayısı belirtilmiş, çevirim için bütün teknik açıklamalarıve konuşmaları
    içine alan senaryo.
    çeviriş * Çevirmek işi veya biçimi.
    çevirme * Çevirmek işi, tedvir.
    * Kuzu, oğlak gibi hayvanların şişte, kor üzerinde çevrilerek pişirilmişi.
    * Uzaktan dolaşıp düşmanın yan gerilerine düşerek onu istemediği bir durumda dövüşmek zorunda bırakma,
    kuşatma, ihata.
    * Bir dilden başka dile çevrilmiş, tercüme.
    * Bir müzik parçasındaki aralığın veya bir cümle parçasının tiz sesini pese, pes sesini tize dönüştürmek işi.
    çevirme ağı * Balık sürülerinin önce çevrelerinin sarılması, sonra ağın altının kapatılmasıyoluyla kaçmalarınıönleyerek
    avlamayısağlayan bir ağtürü.
    çevirmek * Bir şeyin yönünü değiştirmek.
    * Öteki yüzünü görünür duruma getirmek.
    * Döndürerek hareket ettirmek.
    * Yönetmek, idare etmek.
    * Yolundan alıkoymak, yoldan döndürmek.
    * Geri göndermek.
    * Bir giyeceği söküp iç yüzünü dışa getirmek.
    * Çevrilemek, tevil etmek.
    * Hile, dolap, dalavere gibi dürüst olmayan davranışlar için yapmak.
    * Kötü bir duruma getirmek.
    * Bir dilden başka bir dile aktarmak, tercüme etmek.
    * Bir yerin çevresini bir şeyle sarmak, kuşatmak.
    * Bir durumdan başka duruma getirmek, dönüştürmek.
    * Bir durumdan başka duruma geçmek.
    * (kâğıt oyunu için) Oynamak.
    çevirmen * Bir yazıyıveya konuşmayı bir dilden başka bir dile çeviren kimse, mütercim.
    çevirmenlik * Çevirmen olma durumu, mütercimlik.
    * Çevirmenin görevi.
    çevirtme * Çevirtmek işi.
    çevirtmek * Çevirmek işi yaptırmak.
    çevre * Bir şeyin yakını, dolayı, etraf.
    * Bir kimse ile ilişkisi bulunanlar, muhit.
    * Aynıkonu ile ilgili bulunan kimselerin tümü, muhit.
    * Kişinin içinde bulunduğu toplumu oluşturan ortam.
    * Sırma işlemeli mendil.
    * Düzlem üzerindeki bir şekli sınırlayan çizgi.
    * Hayatın gelişmesinde etkili olan doğal, toplumsal, kültürel dışfaktörlerin bütünlüğü.
    * Bir birimden önce veya sonra gelen aynıtürden birimlerin tümü; bunların oluşturduğu küçük grup,
    konteks.
    çevre açı * Geometride, bir çemberin iç bölgesinde, köşesi çember üzerinde bulunan açı.
    çevre bilimci * Çevre bilimi uzmanı, ekolojist.
    çevre bilimi * Canlıların aralarındaki bağlantılarıve ortamlarıyla olan ilişkilerini inceleyen biyoloji dalı, ekoloji.
    çevre bilimsel * Çevre bilimiyle ilgili, çevre bilimine dayanan, ekolojik.
    çevre kirliliği * Doğal kaynakların aşırıve yanlışkullanılması, tahrip edilmesi sonucunda çevrede dengenin olumsuz yönde
    bozulmasıve birtakım sorunların ortaya çıkması.
    çevre sağlığı * Belli bir çevrede yaşayan kişilerin sağlığınıetkileyen dışfaktörler ve alınan önlemler.
    çevre teker * Sap ve kökte, merkez bölümünün en dışkuşağı.
    çevre yolu * Şehir trafiğini aksatmamak amacıyla yerleşim yerinin dışından geçen ve şehir yollarına bağlanan ana yol.
    çevreci * Çevre kirliliği sorunlarıyla uğraşan kimse veya topluluk.
    çevrecilik * Çevrecinin yaptığı iş.
    çevreleme * Çevrelemek işi, kuşatma, ihata.
    çevrelemek * İçine almak, kuşatmak, sarmak, ihata etmek.
    * Bir konunun sınırlarınıçizmek, tahdit etmek.
    çevreleniş * Çevrelenmek işi veya biçimi.
    çevrelenme * Çevrelenmek işi.
    çevrelenmek * Kuşatılmak, sınır içine alınmak, tahdit edilmek.
    çevreleyiş * Çevrelemek işi veya biçimi.
    çevrelik * Marangozlukta, mimarlıkta ve dülgerlikte kullanılan bütün kenar parçaları.
    çevren * Ufuk, göz erimi.
    çevresel * Çevre ile ilgili.
    çevri * Bir söz veya davranışı görünür anlamından başka bir anlamda kabul etme, tevil.
    * Anafor, burgaç.
    çevrik * Çevrilmiş, dönük.
    çevrileme * Çevrilemek işi.
    çevrilemek * Çevriye uğratmak, tevil etmek.
    çevrili * Çevrilmiş, kuşatılmış.
    * Dönük.
    çevriliş * Çevrilmek işi veya biçimi.
    çevrilme * Çevrilmek işi.
    çevrilmek * Çevirmek işine konu olmak.
    * Kendini çevirmek, birine dönmek.
    çevrim * Devir.
    * Bir elektrik akımının iletken üzerinde aldığıyol, devre.
    * Elektrik enerjisinin bir başka enerjiye dönüştürülmesi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 29

    çığır açmak * bir alanda yeni bir yol, yöntem başlatmak.
    çığırından çıkmak * doğru ve uygun yolundan ayrılmak.
    çığırış * Çığırmak işi veya biçimi.
    çığırma * Çığırmak işi.
    çığırmak * Çağırmak, seslenmek.
    * Türkü söylemek.
    çığırtı * Çığrışma sesleri.
    çığırtkan * Çağırtkan.
    * Bir şeyi yüksek sesle çevreye duyuran.
    * Çıkarı olduğu için birini övüp koruyan kimse.
    çığırtkanlık * Çığırtkanın yaptığı iş.
    çığırtma * Çığırtmak işi.
    * Basit, küçük, nefesli bir çalgı.
    çığırtmacı * Çığırtma çalan kimse.
    çığırtmak * Çağırtmak.
    çığlık * Acıacıveya ince ve keskin bağırma, feryat, figan.
    çığlık atmak (koparmak veya basmak) * kulak tırmalayıcıkorkunç sesler çıkararak acıacı bağırmak.
    çığlık çığlığa * Çığlık atarak bağırıp çağırarak.
    çığralık * Karda kürekle, dallarla açılan dar yol.
    * Bir tür çalılık.
    çığrış * Haykırış.
    çığrışma * Çığrışmak işi.
    çığrışmak * Hep birden bağırıp çağırarak gürültü etmek.
    -çık * Bkz. -cık / -cik.
    çıkacak * Hamamlarda dışarıya çıkıp giyinme yerine giderken kurulanmak üzere verilen havlu.
    * Boy ölçüşecek (kimse).
    çıkagelme * Çıkagelmek işi.
    çıkagelmek * Beklenmedik bir zamanda gelmek.
    çıkak * Çıkılacak yer, çıkıt, mahreç.
    * Boğumlanma noktası, mahreç.
    çıkan * Çıkarma işleminde bütünden alınan sayı.
    çıkar * Dolaylı bir biçimde elde edilen kazanç, menfaat.
    çıkar budak * Çevresi ile bağlantısızayıflayan ve bazıağaç türlerinde kendiliğinden düşebilen budak türü.
    çıkar yol * Güç durumlarda insanı başarıya ulaştıran, kurtaran davranış, çözüm yolu, çare.
    çıkarayazmak * Çıkarma işi gerçekleşecek olmak.
    çıkarcı * Yalnız kendi çıkarınıdüşünen, çıkarınıkollayan kimse, menfaatçi, menfaatperest.
    çıkarcılık * Yalnız kendi çıkarınıdüşünme durumu, menfaatçilik, menfaatperestlik.
    çıkarılış * Çıkarılmak işi veya biçimi.
    çıkarılma * Çıkarılmak işi.
    çıkarılmak * Çıkarmak işine konu olmak.
    çıkarım * Çıkarmak işi.
    * Belli önermelerin kabul edilen veya gerçek olan doğruluklarından veya yanlışlıklarından, başka önermelerin
    kabul edilen veya gerçek olan doğruluk veya yanlışlıklarınıçıkarma, istidlâl.
    çıkarına bakmak * sadece kendini ve kendi durumunu gözeterek çıkar sağlamak.
    çıkarınıtepmek * kendisine yarar sağlayacak bir şeyi veya bir durumu istememek, böyle bir şeyden veya durumdan
    yararlanmamak.
    çıkarış * Çıkarmak işi veya biçimi.
    çıkarma * Çıkarmak işi.
    * Çıkarmak işlemi, tarh.
    * Kıyılara ve en çok düşman kıyılarına asker indirme, asker çıkarma.
    çıkarma birliği * Deniz kıyısında çıkarma harekâtıyapmak üzere eğitilmiş, özel yapılmışhafif ve küçük teknelerden
    kurulmuşaskerî birlik.
    çıkarma gemisi * Çıkarma yapılacak kıyıya asker, araç ve cephane taşımaya yarayan, altıdüz küçük deniz aracı.
    çıkarma harekâtı * Düşman işgalinde olan bir kıyıya, güvenli bir köprü başıkurmak amacıyla düzenlenen ve çeşitli birliklerin
    görev aldığı askerî harekât.
    * Bir konuda kamuoyu oluşturmak veya yandaştoplamak için yoğun faaliyet göstermek.
    çıkarma işareti * Çıkarma işlemini anlatan işaret.
    çıkarmak * (birinin veya bir şeyin) Çıkmasını sağlamak, çıkmasına sebep olmak.
    * (cümlede zaman anlatan bir sözle) Sonunu getirmek.
    * Anlamak, ne olduğunu bilmek.
    * Bulmak, ortaya koymak.
    * Hatırlamak.
    * Söylemek.
    * Döküntülü hastalığa tutulmak.
    * (keyif, tat, zevk gibi şeyler için) Çok hoşlanmak.
    * (öfke, hırs, acı gibi şeyler için) Zararını çektirmek.
    * Sağlamak, elde etmek.
    * Gibi göstermek, bir davranışyüklemek.
    * Sindirim yolundan dışarıatmak.
    * İlgisini keserek uzaklaştırmak.
    * Giysi, ayakkabı gibi şeyleri vücuttan ayırmak, soymak.
    * Yayımlamak.
    * Gidermek.
    * Sebep olmak, yol açmak.
    * Yapmak, üretmek.
    * Sunmak.
    * Göstermek.
    * (bir şeyi) Bir örneğe göre yapmak.
    * Üçüncü bir sayıelde etmek üzere belli bir sayıdan, daha az değerli başka bir sayıkadar birim eksiltmek,
    tarh etmek.
    * Yollamak, göndermek.
    * Yükü boşaltmak.
    * Resim yapmak veya fotoğraf çektirmek.
    çıkarsama * Bir önermeden, düşünce yoluyla bir başka önermeye geçme işi, intikal.
    çıkartı * Boşaltım ile vücuttan dışarıçıkan madde, ıtrah maddesi.
    çıkartılma * Çıkartılmak işi.
    çıkartılmak * Çıkartmak işi yapılmak.
    çıkartma * Çıkartmak işi.
    * Üzerindeki resim ıslatılarak yapıştırıldığıyere çıkartılan, özel olarak hazırlanmışzamklıkâğıt.
    * Bu yolla çıkarılan resim.
    çıkartmak * Çıkarmak işini yaptırmak.
    çıkı * Küçük bohça, çıkın.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 26

    çeşmeye gitse çeşme kuruyacak * çok talihsiz kimseler için söylenir.
    çeşmibülbül * Üzeri beyaz, sarmal süsler ve çiçek motifleri ile bezenmiş cam işlerine verilen ad.
    çeşni * (yiyecek, içecek için) Tat, tadımlık.
    * Hoşa giden bir özellik.
    çeşni katmak * değişik, özel ve hoş bir katkıyapmak.
    çeşni tutmak * ekmekçilikte una karıştırılacak suyun oranını belirtmek.
    çeşnici * Saraylarda ve büyük konaklarda yemek ve sofra işlerini yöneten kimse.
    * Sikkelerin ayarını düzenleyen kimse.
    * Tütün veya içkilerin tat ve niteliğini belirleyen kimse.
    çeşnicibaşı * Başçeşnici.
    * Sık sık eşdeğiştiren erkek.
    çeşnicilik * Çeşnicinin işi.
    çeşnileme * Çeşnilemek işi.
    çeşnilemek * Çeşni vermek.
    çeşnilenme * Çeşnilenmek işi.
    çeşnilenmek * Tadıyerine gelmek.
    çeşnili * Çeşnisi olan.
    çeşnilik * Yemeğe çeşni vermek için katılan baharat vb.
    çeşnisine bakmak * tadına bakmak.
    çete * Ordu birliklerinden olmayan silâhlıküçük birlik.
    çete savaşı * Küçük asker birlikleri veya çeteler tarafından düşmanıyıpratmak için her türlü yola başvurarak yapılan
    savaş.
    çeteci * Çeteden olan kimse.
    çetecilik * Çeteci olma durumu veya çetecinin yaptığı iş.
    çetele * Çizilerek veya oyularak açılan kertik.
    * Ekmekçi, sütçü gibi esnafın, uzunlamasına ikiye bölüp üzerine kertikler çenterek hesap tuttuklarıağaç dalı.
    çetele çekmek (veya tutmak) * hesap tutmak amacı ile bir yere çizgiler çizmek.
    çeteleşme * Çeteleşmek işi veya durumu.
    çeteleşmek * Çete durumuna gelmek.
    çeteleştirme * Çeteleştirmek işi veya durumu.
    çeteleştirmek * Çete durumuna getirmek.
    çeteleye dönmek * (insanın yüzü veya başka bir tarafı için) üzerinde birçok kesikler ve sıyrıklar olmak.
    çetene * Kendir tohumu.
    çetin * Amaçlanan duruma getirilmesi, elde edilmesi, çözümlenmesi, işlenmesi güç veya engeli çok olan, müşkül.
    çetin ceviz * Yola getirilmesi güç olan kimse, yapılmasızor olan iş.
    çetince * Çetin (bir biçimde).
    çetinleşme * Çetinleşmek işi.
    çetinleşmek * Çetin duruma gelmek.
    çetinleştirme * Çetinleştirmek işi veya durumu.
    çetinleştirmek * Çetin duruma getirilmek.
    çetinlik * Çetin olma durumu, sertlik.
    çetrefil * Karışıklığıdolayısıyla, anlaşılmasıveya sonuca bağlanması güç.
    * Yapıve ses kurallarına aykırıkullanılan (dil).
    * Sarp, engelli ve engebeli yer.
    çetrefilce * Biraz çetrefil.
    çetrefilleşme * Çetrefilleşmek işi veya durumu.
    çetrefilleşmek * Çetrefil duruma gelmek.
    çetrefilli * Karışık ve anlaşılması güç olan.
    çetrefillik * Çetrefil olma durumu.
    çetrefilsiz * Basit ve anlaşılmasıkolay olan.
    çevgen * Değnek.
    * Atlara binilerek değneklerle oynanan bir çeşit top oyunu, polo.
    çevik * Kolaylık ve çabuklukla davranan, tetik.
    çevikçe * Çevik (bir biçimde).
    çevikleşme * Çevikleşmek işi.
    çevikleşmek * Çevik duruma gelmek.
    çevikleştirme * Çevikleştirmek işi.
    çevikleştirmek * Çevik duruma getirmek.
    çeviklik * Çevik olma durumu veya çevikçe davranış.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 30

    çıkık * Yerinden çıkmış(kemik veya organ).
    * Çıkıntısı olan.
    * Bir kemik veya organın yerinden çıkmışolması.
    çıkıkçı * Çıkıklarıdüzelten kimse, sınıkçı, kırıkçı.
    çıkıkçılık * Çıkıkçının mesleği.
    çıkıklık * Çıkık olma durumu.
    çıkılama * Çıkılamak işi.
    çıkılamak * Çıkıyapmak.
    çıkılanma * Çıkılanmak işi.
    çıkılanmak * Çıkılamak işi yapılmak.
    çıkılatma * Çıkılatmak işi.
    çıkılatmak * Çıkıyaptırmak.
    çıkılma * Çıkılmak işi.
    çıkılmak * (dışarıveya yukarı) Gidilmek.
    çıkın * Bir beze sarılarak düğümlenmişküçük bohça.
    çıkın etmek * çıkına koyup bağlamak, çıkına koymak, çıkınlamak.
    çıkınlama * Çıkınlamak işi.
    çıkınlamak * Çıkına koyup bağlamak.
    çıkıntı * Bir yüzeyde ileri doğru çıkan bölüm.
    * Bir metni düzeltmek veya ona bir şey eklemek için satır dışına yazılan yazı, çıkma.
    * Kambur.
    çıkıntılı * Çıkıntısı olan.
    çıkıntısız * Çıkıntısı olmayan.
    çıkır çıkır * Şıkır şıkır.
    çıkış * Çıkmak işi veya biçimi.
    * Bir yerden çıkmak için kullanılan yer.
    * Beklenilmeyen bir sırada yapılan sert konuşma.
    * Yokuş.
    * Kuşatılmış bir bölgedeki birliklerin yaptığısaldırı.
    * Güreşte cazgırın alana çıkardığıpehlivanların izleyicilere doğru yürüyerek çalım yapmaya başlaması.
    * Verilen bir işaretle yarışa başlama, depar.
    * Havacılıkta uçak, filo bir görev için uçuşa başlama.
    * Mezuniyet, okul bitirme.
    çıkışalmak * işten ayrılmak.
    çıkış belgesi * Bir kimsenin bir okulu bitirdiğini göstermek için geçici olarak verilen belge.
    * Bir malın ülke dışına çıkarılma iznini gösteren belge.
    çıkışçizgisi * Yarışa başlangıç olarak belirlenen beyaz çizgi.
    çıkışhakemi * Yarışa başlama işaretini veren görevli.
    çıkışkapısı * Yapılarda dışarıçıkmayısağlayan kapı.
    çıkışnoktası * Bir şeye başlanılan yer.
    çıkıştakozu * Kısa mesafeli hız koşularında, sporcuların dizlerini yere dayadıktan sonra ayaklarını bastırıp itme gücü
    sağlamak ve hız kazanmak amacıyla kullandıklarıözel araç.
    çıkışvermek * belge düzenleyip işine son vermek.
    çıkışyapmak * bir tartışmada, karşıdüşüncede olanlarıalt etmek için sert davranışta bulunmak.
    * uçağın herhangi bir görevle havalanması.
    çıkışyolu * Çözüm.
    çıkışamamak * boy ölçüşememek, eşit derecede olmamak.
    çıkışlı * Belli bir okulu veya öğrenim derecesini bitirmişolan, mezun, neşetli.
    çıkışma * Çıkışmak işi.
    * Birine sert sözler söylemek.
    çıkışmak * Bir kimseye hoşa gitmeyen bir davranışından dolayısert sözler söylemek, azarlamak.
    * Yeter olmak, yetmek.
    çıkıştırma * Çıkıştırmak işi.
    çıkıştırmak * Gereken miktara ulaştırmak.
    çıkıt * Çıkak.
    çıkma * Çıkmak işi.
    * Bir yapının üst katlarından dışarıya doğru uzanmış bölüm, balkon.
    * Hamamdan çıkarken kullanılan havlu ve kurulanma takımı, çıkacak.
    * Bir yazısayfasının kenarına metinle ilgili olarak yazılan ek, derkenar.
    * Çıkmış.
    * Çıkmak, neşet.
    * Eski, kullanılmış.
    çıkma durumu * İsim soyundan bir kelimenin kavramında çıkışı gösteren durum, -den hâli, ablatif: Evden, sokaktan vb.
    çıkmak * İçeriden dışarıya varmak, gitmek.
    * Elde edilmek, sağlanmak, istihsal edilmek.
    * Bir meslek veya bilim kurumunda okuyup sınavınıvererek yetişmişolmak, mezun olmak.
    * Ayrılmak, ilgisini kesmek.
    * Süresi dolunca ayrılmak.
    * Yapılmak, yürümek.
    * Yetişecek ölçüde olmak.
    * Eksilmek.
    * Sonuca ulaşmak.
    * Sıyrılmak, ayrılmak.
    * Harcama zorunda kalmak.
    * Herhangi bir durumda olduğu anlaşılmak.
    * Bir durumla ilgili niteliklerini yitirmek, bir durumdan başka bir duruma geçmek.
    * Bir şeyin yukarısına varmak veya yükselmek.
    * Bir inceleme, bir araştırma sonucu bulmak.
    * İşiçin, yetkili birini makamında görmek.
    * Talihine veya payına düşmek, isabet etmek, vurmak.
    * Gitmek, koyulmak.
    * Bir konu yetkililerce karara bağlanmak.
    * Birdenbire görünmek.
    * Mal olmak.
    * Oyunda herhangi bir rolü oynamak.
    * (bir yere) Ulaşmak, varmak.
    * Karaya ayak basmak.
    * Yayılmak, duyulmak.
    * Olmak, bulunmak, var olmak.
    * Bir iddia ile ortalıkta görünmek.
    * Yayılmak.
    * Karşı gelebilmek, boy ölçüşmek.
    * Bulaşmak.
    * (yapı için) Yapmak.
    * Bulunduğu yeri bırakıp başka yere geçmek, taşınmak, ayrılmak.
    * Bir sebeple bulunulan yerden ayrılmak.
    * Niteliği sonradan anlaşılmak veya sonradan ortaya çıkmak.
    * Davranışta herhangi bir niteliği bulunmak.
    * Yerinden oynamak.
    * Görünür veya belli bir durumda bulunmak.
    * Oluşmak, olmak.
    * Piyasaya sürülmek.
    * Bitmek, büyümek, sürmek.
    * Verilmek.
    * (ay veya mevsim) Geçmek.
    * Yeni yetişip satışa sunulmak.
    * Yükselmek, artmak.
    * Artırmak, fiyatıyükseltmek.
    * Sesini yükseltmek.
    * Büyük abdest bozmak.
    * Giderilmek, yok olmak.
    * Unutmak.
    * (Ay, güneş) Doğmak.
    * Vermeye katlanmak.
    * Yayımlanmak.
    * Gelmek.
    * Gerçekleşmek.
    * Bulunduğu yerden ayrılmak; fırlamak, kopmak.
    * (bir şeyin) Düzeni bozulmak, eskisinden daha değişik, kötü bir duruma girmek.
    * Flört etmek.
    * Erişmek, görmek.
    çıkmaklık * Çıkma durumunda olma.
    çıkmalı * Çıkma durumunda olan.
    çıkmalıtamlama * Tamlayanıçıkma durumunda olan ve tamlananıüçüncü kişi iyelik eki alan tamlama: İnsanlardan bazıları.
    Öğrencilerden ikisi gibi.
    çıkmalıtümleç * Fiilin anlamınıtamlayan ve çıkma durumunda bulunan dolaylıtümleç.
    çıkmaz * Sonu kapalı, çıkışyeri olmayan, hiçbir yere ulaşamayan (yol, sokak).
    * Çözüme ulaşmayan, çözüm yolu olmayan.
    çıkmaz ayın son çarşambası * hiç yapılmayacak bir işin sözde yapılma zamanı olarak söylenir.
    çıkmaz sokak * Herhangi bir yöne çıkışı olmayan sokak.
    çıkmaza girmek * (bir iş) çözümlenemeyecek, içinden çıkılmayacak bir duruma düşmek.
    çıkmaza sokmak * (bir işi, bir durumu) çözümlenemez, güç bir duruma getirmek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 28

    çevrimli * İşi iyi yöneten, becerikli, idareli.
    çevrimsel * Çevrimle ilgili veya çevrim biçiminde olan, devrî.
    çevrinme * Çevrinmek işi, tavaf.
    çevrinmek * Bir şeyin etrafında saygı ile dolanmak, tavaf etmek.
    çevrinti * Bir şeyin kendi ekseni çevresinde sürekli dönmesi.
    * Su ve hava çevrintisi.
    * Çeşitli tahıl karışığı.
    çevriyazı * Bir yazıyı bütün ses inceliklerini belirterek başka bir alfabeye çevirme yolu, yazıçevrimi, transkripsiyon.
    çeyiz * Gelin için hazırlanan her türlü eşya.
    çeyiz çemen * Eksiksiz, kusursuz çeyiz.
    çeyiz düzmek * çeyiz hazırlamak.
    çeyizci * Çeyiz hazırlayan veya satan kimse.
    çeyizcilik * Çeyiz hazırlama veya satma işi.
    çeyizleme * Çeyizlemek işi.
    çeyizlemek * Evlenecek kızın çeyizini hazırlayıp vermek.
    çeyizlenme * Çeyizlenmek işi.
    çeyizlenmek * Çeyizli duruma gelmek veya getirilmek.
    çeyizli * Çeyizi olan.
    çeyizlik * Çeyiz olarak hazırlanan, çeyiz için ayrılan.
    * Çeyiz eşyası.
    çeyizsiz * Çeyizi olmayan.
    çeyrek * Dörtte bir.
    * Gümüşmecidiyenin dörtte biri değerinde olan beşkuruş.
    * On beşdakikalık zaman.
    * Alman markı.
    çeyrek final * Bir yarışmada ikili eşlemelerle son sekiz takımın oluşturduğu grup veya aşama.
    çeyrek finalist * Çeyrek final aşamasına yükselme başarısını gösteren ekip veya kişi.
    çeyrek son * Koşullarda yarıfinal yarışına katılacak dört kişiyi seçmek üzere sekiz kişi veya dört takımıayırmak için
    sekiz takım arasında düzenlenen seçme yarışı.
    çeyrekleme * Çeyreklemek işi.
    çeyreklemek * Süt çocuklarının kollarınıve bacaklarınıçaprazlayarak vücutlarına idman yaptırmak.
    çeyreklenme * Çeyreklenmek işi.
    çeyreklenmek * Çeyreklemek işi yapılmak.
    -çı * Bkz. -cı/ -ci.
    çı ban * Vücudun herhangi bir yerinde oluşan ve çoğu, deride şişkinlik, kızartı, ağrıve ateşile kendini gösteren irin
    birikimi.
    çı ban ağırşağı * Çı banın patlamak üzere olan yeri.
    * Ağır sonuçlar doğurabilecek durum veya sorun.
    çı ban işlemek * çı ban irin akıtmak.
    çı banbaşı * Kurcalandığı, üzerine düşüldüğü takdirde ağır veya kötü bir sonuca varacak olan tehlikeli sorun veya konu.
    çı banın başınıkoparmak * ağır bir sorunun patlak vermesine yol açmak.
    çı banlaşma * Çı banlaşmak durumu.
    çı banlaşmak * Çı ban durumuna gelmek.
    çıdam * Sabır.
    çıdama * Çıdamak işi.
    çıdamak * Sabretmek.
    Çıfıt * Yahudi.
    * (küçük ç ile) Hileci, düzenbaz.
    çıfıt çarşısı * Türlü şeylerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer.
    Çıfıtlık * Yahudilik.
    * (küçük ç ile) Hilekârlık, düzenbazlık.
    çıfıtlık etmek * hile yapmak, düzenbazlık etmek.
    çığ * Dağın bir noktasından kopup yuvarlanan ve yuvarlandıkça büyüyen kar kümesi.
    * Bölme veya paravana.
    çığdüşmek * dağda aşağıçığyuvarlanmak.
    çığgibi büyümek * (bir olay için) birdenbire ve etkileyici bir şekilde büyümek.
    çığa * Mersin balığının, yumurtasından havyar yapılan türü (Acipenser ruthenus).
    çığa * Horoz, cennet kuşu gibi birtakım kuşların kuyruğundaki tüylerden en uzun ve gösterişli olanı.
    çığalanma * Çığalanmak işi.
    çığalanmak * (atın kuyruğu) Horoz kuyruğu gibi dikilmek.
    çığıltı * Çığlıkla karışık ses.
    çığır * Çığın kar üzerinde açtığı iz.
    * Hayvanların gide gele açtıkları ince yol, keçi yolu, patika.
    * İz.
    * (başkalarının da uyabileceği) Yeni bir biçim, yöntem veya yol.
    * Büyük hattatların sanat yolu.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 16

    çatışma * Çatışmak işi.
    * Silâhlı büyük kavga, arbede.
    * Savaşmaksadıyla düşmana karşı ilerleyen bir birliğin keşif ve güvenlik kollarıarasında ilk silâhlıvuruşma.
    * Türlü yönlerden uzanan kıvrımlıdağsıralarının, bir yerde dar bir açı ile birbirine yaklaşıp kaynaşmasıveya
    düğümlenmesi.
    çatışmak * Birbirine çatmak veya çatılmak.
    * (söz, iddia veya davranışla) Birbirini tutmamak, birbirini çelmek, mütenakız olmak.
    * Karşılıklıvuruşmak.
    * Kavga etmek.
    * (deve ve köpek için) Çiftleşmek.
    * Aynızamana rastlamak.
    çatıştırma * Çatıştırmak işi.
    çatıştırmak * Birbirine çattırmak, kavga ettirmek, birbirine düşürmek.
    çatıyıalmak * çatıya ulaşmak.
    çatkı * Uç uca, birbirine çatılan şeylerin bütünü.
    * Sehpa.
    * Alından geçerek başın çevresine çember gibi bağlanan bağ, kaş bastı.
    * Bir işin bütününün veya parçalarının bir araya getirilmesinde uyulan yöntem.
    çatkılı * Çatkısı olan.
    çatkılık * Çift öküzlerini birbirlerine bağlayan çifte boyunduruklu ağaç.
    çatkın * Çatık.
    çatkınlık * Çatkın olma durumu.
    çatkısız * Çatkısı olmayan.
    çatladın mı? * aşırısabırsızlık gösterenlere söylenen kaba bir uyarma.
    çatlak * Çatlamışolan.
    * Çatlamışyer.
    * Çatlama.
    * Deli.
    çatlak ses * Pürüzlü, bozuk ses.
    çatlak zurna * Çirkin sesli, geveze, boş boğaz.
    çatlaklık * Çatlak olma durumu.
    * Çatlamışyer, çatlak.
    * Delilik.
    çatlama * Çatlamak işi.
    * Tohumların dağılması için meyve kabuğunun yarılması, açılma.
    * Dalgaların sığkıyıya geldikleri zaman dökülüp köpürmesi, çatlak.
    * Uygun olmayan kuruma sonucu ağacın boyu yönündeki lif ayrılması.
    çatlamak * Parçalarıayrılıp dağılmayacak biçimde yarılmak.
    * Bir yüzeyde kırışıklar, çizgiler oluşmak.
    * Aşırıyemekten, içmekten, yorgunluktan veya (bebek) ağlamaktan ölecek duruma gelmek veya ölmek.
    * Sıkıntı, sevinç, yalnızlık, heyecan, sabırsızlık, kıskançlık gibi ruhî durumlarıaşırıderecede duymak.
    çatlasa da (veya çatlasa da patlasa da) * elinden gelen her çareye başvursa da.
    çatlatış * Çatlatmak işi veya biçimi.
    çatlatma * Çatlatmak işi.
    çatlatmak * Çatlak duruma getirmek.
    * Çatlamasına yol açmak.
    * Aklınıkaçırmak.
    çatlayış * Çatlatmak işi veya biçimi.
    çatma * Çatmak işi.
    * Provada geçici olarak bir giysiye iliştirilmişolan parça.
    * Duvarlarıağaç gövdesinden birbirine takılarak ve çivisiz olarak yapılan yayla evi, yörük çadırı.
    * Bir çeşit döşemelik kumaş.
    * Ahşap yapılarda ağaç iskeletin temel parçaları.
    * Semerin ağaç kısmı.
    * Heykel yapımında çamuru ayakta tutan tel iskelet.
    çatma kaş * Aralarında kılsız yer olmayıp birbirine kavuşmuşolan kaşlar.
    çatmak * Değnek, kılıç, tüfek gibi uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak
    durdurmak.
    * (kereste vb. gereci) Birbirine tutturmak.
    * Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek.
    * (yükü hayvana) İki yanlıyüklemek.
    * (başa yemeni, çatkı, yazma gibi şeyleri) Bağlamak.
    * (kaş, yüz için) Sertlik, öfke bildiren bir duruma sokmak.
    * Üzücü olaylarla karşılaşmak.
    * Birine sert sözle söylemek veya yazılar yazmak.
    * Rastlamak, karşılaşmak.
    * Sırası gelmek, zamanı gelmek.
    çatpat * Bkz. çatapat.
    çatra patra * Bir dilin az çok ve yalan yanlışolarak konuşulduğunu anlatır.
    çattırma * Çattırmak işi.
    çattırmak * Çatmak işini yaptırmak.
    çav * Ses, ün, haber.
    çav * At, eşek gibi hayvanların erkeklik organı.
    çav * Hoşça kal anlamında gençler arasında kullanılan bir söz.
    çavalye * Balıkçıların tuttukları balıkları içine attıklarısepet.
    çavdar * Buğdaygillerden, unlu tane veren bir bitki (Secale cereale).
    çavdar ekmeği * Çavdar ve buğday unu karışımından yapılan ekmek.
    çavdarlı * Çavdar katışmış.
    çavdarmahmuzu * Buğdaygillerin ve en çok çavdarın başağıüzerinde türeyip koyu mor renkte bir horoz mahmuzunu andıran,
    1-4 cm uzunlukta, 2-7 mm genişlikte, az çok kıvrık, kolayca kırılabilen, özel kokulu, silindir yapılıçubuklar hâlinde
    olan ve hekimlikte kullanılan askılımantarlardan biri (Claviceps purpurea).
    çavdarsız * Çavdar katışmamışolan.
    çavelâ * Tutulan balıkların içine konduğu sepet, çavalye.
    çavlan * Çağlayanın büyüğü, şelâle.
    çavlanma * Çavlanmak işi.
    çavlanmak * Gürültüsü çevreye yayılmak.
    * Dillere düşmek, şüyu bulmak.
    çavlı * Henüz ava alıştırılmamışdoğan yavrusu.
    çavmak * Güneşdoğmak.
    * Dağılıp yayılmak, saçılmak.
    * Sapmak, yol değiştirmek, amaçtan şaşmak.
    çavşır * Maydanozgillerden bir bitki ve bunun eczacılıkta kullanılan reçinesi (Opopanax chironium).
    Çavuldur * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    çavun * Hayvan derisinden veya çavdan yapılmışkırbaç.
    çavuş * Osmanlıdevleti teşkilâtında çeşitli hizmetler yapan görevli.
    * Osmanlı ordusunda üst komutanların buyruklarınıast komutanlara ulaştıran görevli.
    * Onbaşıdan sonra gelen ve görevi manga komutanlığı olan er rütbesi.
    * Bir işin veya işçilerin başında bulunan ve onlarıyöneten sorumlu kimse.
    * Askerî okullarda sınıf birincisi.
    çavuşkuşu * Çavuşkuşugillerden, uzun yay biçimli gagalı, güvercinden küçük, başısorguçlu, kısa kanatlı bir kuş, ibibik,
    hüthüt (Upopa epops).
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 19

    çekememezlik * Çekememe durumu veya çekememekten, kıskançlıktan doğan davranış.
    çekemez * Kıskanç.
    çekemezlik * Bkz. çekememezlik.
    çeker * Bir tartma aletinin kaldırabildiği ağırlık miktarı.
    * Çekici araç.
    çeki * Tartı.
    * İki yüz elli kiloya eşit olan, odun, kireç gibi ağır ve kaba şeyleri tartmakta kullanılan bir ağırlık ölçüsü.
    * Kadınların başlarına bağladıklarıörtü.
    * Bkz. çeki düzen.
    * Üzüntü, sıkıntı.
    çeki düzen * Düzenlilik, özen, itina, intizam, ihtimam.
    çeki düzen vermek * düzgün duruma getirmek, düzeltmek, düzenlemek.
    çeki taşı gibi * ağır ve kımıldamaz.
    çekici * Çekme işini yapan.
    * Kendisi için eğilim uyandıran, alımlı, cazibeli, cazip.
    * Kurtarma aracı.
    çekicilik * Çekici olma durumu, cazibe.
    * Çekme gücü.
    çekiç * Çivi çakmak, madenleri dövmek gibi işlerde kullanılan ve bir sapla dövecek bir maden bölümden yapılmış
    araç.
    * Yaklaşık 1.20 m uzunluğundaki madenî tele bağlıve ağırlığı7.257 kg olan gülle.
    çekiç atma * Çekicin en uzağa atılmasıtemeline dayanan atletizm dalı.
    çekiç kemiği * Orta kulaktaki dört küçük kemikten biri.
    çekiç makinesi * Ayakkabı imalâtında taban köşelerinin burun kısımlarını incelten ve köseleleri döverek düzelten bir
    makine.
    çekiçhane * Demir fabrikalarında makine ile çalışan çok ağır çekiçlerin bulunduğu yer.
    çekiçleme * Çekiçlemek işi.
    çekiçlemek * Çekiçle dövmek.
    çekik * Yanlara doğru çekilerek gerilmişgibi olan.
    * İçeriye doğru kaçmış, batık.
    çekikçe * Çekiğe yakın, biraz çekik.
    çekiliş * Çekilme işi.
    çekilme * Çekilme işi.
    * Bir görevden, bir işten kendi isteği ile ayrılma, istifa.
    * Yerin yükselmesiyle bu yeri örten deniz sularının gerilemesi, basma karşıtı.
    * Savaşta, bir ordunun veya bir birliğin düşmandan ayrılmak için yaptığıdavranış, ricat.
    * Bir boksörün veya güreşçinin herhangi bir sebeple karşılaşmayı bırakması.
    çekilmek * Çekme işi yapılmak.
    * Kendini geriye veya bir yana çekmek.
    * Bir işten bir görevden kendi isteğiyle ayrılmak, istifa etmek.
    * Azalmak veya yok olmak.
    * Bir yere, bir duruma geçmek.
    * Bir yerden uzaklaşmak, bir yere uğramamak.
    * Gerilemek, geri gitmek, ricat etmek.
    * Katılmamak, vazgeçmek.
    * Katlanmak, üstlenmek, tahammül etmek.
    çekim * Çekmek işi.
    * Herhangi bir cismin, başka bir cismi kendine doğru çekme gücü, cazibe.
    * Fiillerin çeşitli zaman, kişi ve kiplere, isimlerin de isim hallerine göre uğradıklarıdeğişiklikler, tasrif.
    * Alıcının sürekli olarak bir kez çalıştırılmasıyla elde edilen film parçası, plân.
    çekim ekleri * Fiil, isim kök veya gövdelerine gelerek bağlı olduklarıkelime gruplarına göre kelimeler arasında durum
    (hâl) iyelik, çokluk, zaman, şahıs ilişkisi kuran birimler: ev-e, ev-im, ev-ler, gel-di, gel-di-m, gel-di-ler gibi.
    çekimci * Yapımcı.
    * Kameraman.
    çekimleme * Çekimlemek işi.
    çekimlemek * (bir cismi) Genel çekim yasasına göre başka bir cismi çekmek.
    çekimli * Çekimi olan.
    * Çekim ekleri alabilen.
    çekimli fiil * Kip zaman ve kişi eklerini almışfiil.
    çekimölçer * Çekim kuvvetlerini ölçmeye yarayan araç.
    * Yer yer değişen yer çekiminin tam ve gerçek değerini dikey olarak belirlemeye yarayan araç, gravimetre.
    çekimsenme * Çekimsenmek işi.
    çekimsenmek * Bir şeyi yapmaktan geri durmak, kaçınmak, el çekmek, istinkâf etmek.
    çekimser * Oy vermekten, eğilim göstermekten veya bir şey yapmaktan kaçınan, müstenkif.
    çekimserlik * Çekimser davranma durumu.
    çekimsiz * Çekimi olmayan.
    * Cins, sayı, kişi belirtmeden bütün durumlarda değişmeyen kelimeler.
    çekimsizlik * Çekimsiz olma durumu.
    çekince * Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek çekinmeyi gerektiren sebep veya durum, rezerv, ihtiraz.
    çekince koymak * çekindiğini, sakındığını belirtmek.
    çekine çekine * Çekinerek.
    çekingen * Her şeyden çekinme huyu olan, ürkek, sıkılgan, muhteriz.
    çekingen davranmak * ürkekçe davranışlarda bulunmak.
    çekingence * Çekingene yakışır (biçimde), ürkekçe.
    çekingenleşme * Çekingenleşmek işi.
    çekingenleşmek * Çekingen duruma gelmek.
    çekingenlik * Çekingen olma durumu.
    çekinik * Birkaç kuşak sonra ortaya çıkan ve o zamana kadar aradaki döllerde gizli kalan soya çekim nitelikleri için
    kullanılır, resesif.
    çekinilme * Çekinilmek işi.
    çekinilmek * Çekinmek işine konu olmak.
    çekiniş * Çekinmek işi veya biçimi.
    çekinme * Çekinmek işi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 17

    çavuşkuşugiller * Örneği çavuşkuşu olan bir kuşfamilyası.
    çavuşüzümü * Kabuğu ince, çekirdeği ufak, iri taneli bir tür beyaz üzüm.
    çavuşluk * Çavuşolma durumu veya görevi.
    * Çavuşrütbesi.
    çay * Çaygillerden bir ağaççık (Thea chinensis).
    * Bu ağaççığın özel işlemlerle kurutulan yaprağı.
    * Bu yaprakların haşlanması ile elde edilen güzel kokulu ve sarımtırak kırmızırenkli içecek.
    * Konukların çay, börek, pasta gibi içecek ve yiyeceklerle ağırlandığıtoplantı.
    * Müzikli toplantı.
    çay * Dereden büyük, ırmaktan küçük akarsu.
    çay bahçesi * Çay, kahve ve alkolsüz içkilerin içildiği bahçe.
    çay bardağı * Çay içmekte kullanılan, belli biçimde cam bardak.
    çay demlemek * Bkz. demlemek.
    çay evi * Çay gibi içeceklerin hazırlandığıve bunların içildiği yer, çayhane.
    çay fincanı * Genellikle porselenden yapılan, çay içmeye yarayan, kulplu fincan.
    çay kaşığı * Kahve yaparken veya çaya toz şeker koyarken ölçek olarak kullanılan ve şekeri karıştırmaya yarayan küçük
    kaşık.
    çay kenarında kuyu kazmak * elde, maksada ulaşılacak bol araç varken emek harcayarak başka yollar aramak.
    çay ocağı * Çay pişirilen veya çay içilen yer.
    çay saati * Çay içmek için belirlenmişsaat.
    çay servisi * Çay dağıtımı.
    çay şekeri * Çayıtatlandırmak için kullanılan katışeker, küp şekeri.
    çay takımı * Çaydanlık, sütlük, şekerlik ve altıveya on iki çay fincanından oluşan takım.
    * Çay sunulurken kullanılan örtü ve peçetelerin hepsi.
    çay vermek * konuklara çay ve börek, çörek, pasta gibi yiyecekler sunulan toplantı düzenlemek.
    çayan * Akrep, yılan, çıyan, kırkayak vb. zehirli hayvan.
    çaycı * Çay yapıp satan kimse.
    * Çay yetiştiricisi.
    * Çay içmeye düşkün, çay tiryakisi.
    çaycılık * Çay yapma ve satma işi.
    * Çay yetiştirme işi.
    çayda çıra * Elâzığve çevresinde kına gecesi veya düğünlerde, ellerde yanan mum taşınarak oynanan türkülü bir halk
    oyunu veya bu oyunun müziği.
    çaydan geçip derede boğulmak * büyük güçlükleri yenmişken önemsiz bir sebepten başarısızlığa uğramak.
    çaydanlık * İçinde çay pişirilen kap.
    çaygiller * İki çeneklilerden, yapraklarından çay yapılan bir bitki familyası.
    çayhane * Çay evi.
    çayhaneci * Çayhane işleten kimse.
    çayhanecilik * Çayhanecinin işi veya mesleği.
    çayı görmeden paçalarısıvamak * Bkz. dereyi görmeden paçalarısıvamak.
    çayır * Üzerinde gür ot biten düz ve nemli yer.
    * Böyle yerde biten otlar.
    çayır güzeli * Buğdaygillerden bir bitki çayır otu (Erogrostis major).
    çayır kuşu * Tarla kuşu.
    çayır mantarı * Şapkasının alt yüzü ince dilimli, yenebilen ve zehirli de olabilen mantar türlerinin ortak adı.
    çayır otu * Çayır oluşturan çeşitli bitkilerin genel adı.
    * Buğdaygillerden kuru ve kireçli yerlerde yetişen küçük bir çayır otu, fleol (Phleum pratense).
    çayır peyniri * Bir çeşit az tuzlu veya tuzsuz taze peynir.
    çayır tavuğu * Orman tavuğugillerden, sırtı beyaz çizgili siyah ve esmer, karnısiyah bir kuş(Tympanuchus cupido).
    çayır teresi * Turpgillerden beyaz çiçekli, yabanî bir bitki (Cardemina pratensis).
    çayır tirfili * Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki (Trifolium pratense).
    çayır yulafı * Buğdaygillerden, yulafa benzeyen bir kır bitkisi (Avenastrum).
    çayırlama * Çayırlamak işi.
    çayırlamak * Çayırlanmak.
    * (hayvan) Yediği çayırdan hastalanmak.
    çayırlanma * Çayırlanmak işi.
    çayırlanmak * (hayvan) Çayırda otlamak.
    çayırlaşma * Çayırlaşmak işi.
    çayırlaşmak * Çayır durumuna gelmek.
    çayırlatma * Çayırlatmak işi.
    çayırlatmak * Çayırlanmasını sağlamak.
    çayırlı * Çayırı olan.
    çayırlık * Çayırı olan yer.
    çayırmelikesi * Erkeçsakalı, keçisakalı.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 21

    çektirici* Tekstil imalâtında dokunmuşmalzemeyi istenilen boy ve ene göre çektiren aracıçalıştıran işçi.
    çektiriş* Çektirmek işi veya biçimi.
    çektirme* Çektirmek işi.
    * Çektiri.
    * Büyük yelken kayığı.
    * Sökülebilir elbise, yemek ve salon dolaplarının tablalarını birbirine tutturmak için metal veya plâstikten
    yapılmış bağlantıparçası.
    * Arabaların göbek bilyalarınıçıkarmak için kullanılan araç.
    çektirme ağı* Yan yana ilerleyen iki tekne tarafından çekilen genişağızlı büyük balık ağı.
    çektirmek* Çekmek işini yaptırmak.
    * Birinin sıkıntıçekmesine, onulmaz duruma gelmesine yol açmak.
    çekül* Ucuna küçük bir ağırlık bağlanmışiple oluşturulan, yer çekiminin doğrultusunu belirtmek için sarkıtılarak
    kullanılan bir araç, şakul.
    çekyat* Gerektiğinde açılıp yatak hâline getirilebilen koltuk, kanepe.
    çelebi* Görgülü, terbiyeli, olgun (kimse).
    * Bay.
    * Bektaşî ve Mevlevî pirlerinin en büyüklerine verilen unvan.
    * Hristiyan tüccar.
    çelebice* Çelebiye yakışır (biçimde), çelebi gibi.
    çelebilik* Çelebi olma durumu veya çelebice davranış.
    çelek* Boynuzu kırık veya eğri hayvan.
    çelen* Ev saçağı.
    çelenç* Sporda rekor kıranlar arasında elden ele geçen kupa ve bu kupayıkazanmak için yapılan yarışma.
    çelenk* Çiçek, dal ve yapraklarla yapılmışhalka.
    * Kadınların başlarına taktıklarımücevher veya madenden yapılmışsorguç.
    çelenk koymak* bir kimseyi anmak için mezarına veya anıtına çelenk bırakmak.
    çelgi* Alna bağlanan yazma yemeni.
    çeliğe su vermek* çeliği hızla soğutarak özel bir şekilde daha çok sertleşmesini sağlamak.
    çelik* Su verilerek çok sert ve esnek bir duruma getirilebilen, birleşiminde az miktarda karbon bulunan demir ve
    karbon alaşımı, pulat.
    * Çelikten yapılmış.
    çelik* Kısa kesilmişdal.
    * Kök salmak amacıyla yere dikilen dal.
    * Çocukların çelik çomak oyununda ucuna çomakla vurarak havaya kaldırdıkları, iki tarafısivri, kısa değnek.
    * Gemilerde, üzerine halat veya ip geçirip tutturmaya yarayan ağaç veya metalden yapılmışkısa değnek.
    * Bir ağacıaşılamak amacıyla hazırlanmışdal.
    çelik başlık* Hafif piyade silâhlarının, havan ve top mermi parçalarının etkilerine karşı başıkorumak için giyilen özel
    başlık.
    çelik çember* Balya, eşya, yük vb. sarılıp ambalâjlanmasında kullanılan dar, çelik şerit.
    çelik çomak* Çocukların, çomakla çeliğe vurarak oynadıkları oyun.
    çelik gibi* zayıf, fakat güçlü (vücut).
    çelik halat* Çelikten yapılan, asma köprü ayaklarını birbirine bağlayan, tral ağınıdenizde çekmeye yarayan halat.
    çelik kalemi* Her türlü metal, tahta ve taşlarıkesme, oyma ve yontma işlerinde çekiçle vurarak kullanılan, çelikten
    yapılmış, keskin uçlu alet.
    çelik kapı* Ana çevresi çelikten, yüzeyi ahşaptan yapılan dışkapı.
    çelik kasa* Kıymetli eşyayıve parayımuhafaza etmek için çelikten yapılan kasa.
    çelik macunu* Yağ, vernik, dolgu ve renk gereçlerinden hazırlanan boya astarı.
    çelik metre* Üzerinde ölçü birimleri işaretlenmişküçük bir kutuya girebilen, ince çelik metalden yapılmışölçme aracı.
    çelik pamuğu* Verniklenmişyüzeyleri düzeltmeye veya matlaştırmaya yarayan uzun ve keskin kenarlıçelik tel tomarı.
    çelik yelek* Özel alaşım ve maddelerle kurşun geçirmeyecek biçimde yapılmışüst giysisi.
    çelikhane* Çelik elde edilen fabrika.
    çelikleme* Çelik dikerek ağaç yetiştirme.
    çeliklemek* Çelik dikerek ağaç yetiştirmek.
    çelikleşme* Çelikleşmek işi.
    çelikleşmek* Çelik durumuna gelmek.
    * Çelik gibi sağlam olmak.
    çelikleştirme* Çelikleştirmek işi.
    çelikleştirmek* Çelik durumuna getirmek.
    * Güçlendirmek, güç kazandırmak.
    çelikli* Çeliği olan, çelik içeren veya çelikle kaplı.
    çeliksi* Çeliğe benzeyen, çeliği andıran.
    çelim* Güç, kuvvet.
    çelimli* Güçlü.
    çelimsiz* Güçsüz, nahif.
    çelimsizlik* Çelimsiz olma durumu.
    çelişik* Çelişme durumunda olan, çelişmeli, mütenakız.
    çelişiklik* Çelişik olma durumu.
    çelişiklik ilkesi* İki çelişik önermenin hem doğru hem yanlışolamayacağı ilkesi.
    çelişken* Çelişik.
    çelişki* Çelişme, tenakuz.
    çelişkili* Çelişme durumunda olan, çelişmeli, mütenakız.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 23

    çemenli* Çemeni olan veya çemen sürülmüşolan.
    çemiç* Dut veya üzüm kurusu.
    çemkiriş* Çemkirmek işi veya biçimi.
    çemkirme* Çemkirmek işi.
    çemkirmek* (birine) Karşı gelmek, sert cevap vermek.
    * Köpek kesik kesik havlamak.
    çemrek* Kollarıve bacaklarısıvanmış(kimse).
    çemreme* Çemremek işi.
    çemremek* Kolunu veya paçalarınısıvamak, eteğini toplamak.
    çemrenme* Çemrenmek işi.
    çemrenmek* Kendi kol, etek veya paçalarını çemremek.
    * Bir işe girişmek için hazırlanmak, paçalarısıvamak.
    çençen* Geveze.
    çene* Omurgalılardan kemik veya kıkırdak ile desteklenen, altlıüstlü dişleri taşıyan ve ağzın açılıp kapanmasını
    sağlayan parça.
    * Omurgasız hayvanlarda buna benzeyen yapı.
    * Mengene veya kerpeten gibi araçların eşyayısıkıştıran karşılıklı iki parçasından her biri.
    * Çok konuşma huyu.
    * Köşe.
    çene çalmak* gevezelik etmek.
    çene çukuru* Alt çenenin ucundaki çukur.
    çene kavafı* Geveze.
    çene yarışı* Durmadan karşılıklıkonuşmak.
    çene yarıştırma* karşılıklı gevezelik etme, karşılıklıçene çalma.
    * Bkz. söz göstergesi.
    çene yarıştırmak* karşılıklı gevezelik etmek, karşılıklıçene çalmak.
    çene yormak* boşuna söyleyip durmak.
    çenebaz* Çok konuşan, çenesi kuvvetli, çeneli.
    çenebazlık* Çenebaz olma durumu.
    çenek* Tohumda embriyonu kaplayan etli bölüm.
    * Kuşların gagasını oluşturan alt ve üst bölümlerden her biri.
    * Böceklerde ağzın iki yanında bulunan parçalayıcısert organ.
    çenekli* Çeneği olan.
    çeneksiz* Çeneği olmayan ve çenekleri iyi görülemeyen.
    çeneleşme* Çeneleşmek işi.
    çeneleşmek* Karşılıklı olarak konuşmak.
    çeneli* Çenesi olan.
    * Çok konuşan.
    çenen tutulsun* (şom ağızlılara) “söyleyemez ol! anlamında beddua olarak kullanılır.
    çenesi açılmak* durmadan konuşmak, gevezelik etmek.
    çenesi atmak* (can çekişirken) çenesi titremek.
    çenesi durmamak* gereksiz yere sürekli konuşmak.
    çenesi düşmek* yerli yersiz konuşup gevezelik etmek.
    çenesi düşük* Çok gereksiz şeyler konuşan, boş boğaz, geveze.
    çenesi kitlenmek* alt ve üst çene sımsıkı bir durumda bir araya gelmek.
    çenesi kuvvetli* Kolay ve etkili söz söylemekten yorulmayan.
    çenesi oynamak* bir şey yemekte bulunmak.
    çenesini açtırmak* söz fırsatıvermek.
    çenesini bağlamak* ölen bir kimsenin çenesi altından geçirilen tülbendi başının üstünde düğümlemek.
    * bir kimsenin ölümünü istemek.
    çenesini bıçak açmamak* sıkıntıve üzüntüden konuşmamak.
    çenesini dağıtmak* çok güçlü bir yumrukla çenesine vurmak.
    çenesini kapatmak* susturmak.
    çenesini tutmak* bildiğini, düşündüğünü söylememek veya konuşmaktan vazgeçmek.
    çenesinin bağıçözülmek* gevezelik etmek, yerli yersiz, durmadan konuşmak.
    çenesiz* Çenesi olmayan.
    * Yerinde ve düzgün konuşmasını bilmeyen.
    çenet* Açıldığında tohumların ortaya çıktığıkabuk.
    * İstiridye gibi iki çeneli yumuşakçalarda, kolsu ayaklılarda kavkının iki parçasından her biri.
    çenetli* İki veya daha çok çeneti bulunan.
    çeneye kuvvet* konuşma gücüyle, durmadan konuşup söyleyerek.
    çeng* Eski bir Türk sazı.
    çengel* Bir yere takılmaya, geçirilmeye yarayan eğri ve ucu sivri demir.
    * Basketbolda çembere yan durarak tek elle başüzerinden geçirilerek atılan şut, çengel atış.
    çengel atış* Çengel.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 15

    çatallaştırma* Çatallaştırmak işi.
    çatallaştırmak* Çatallaşmasına yol açmak.
    çatallı* Çatalı olan veya çatal durumunda olan.
    * İki veya daha çok ihtimali olan.
    * (ses için) Pürüzlü.
    çatallık* Çatal konulan yer.
    çatana* Filika büyüklüğünde, islimle işleyen deniz teknesi, küçük vapur, istimbot.
    çatanacı* Çatana işleten kimse.
    çatapat* Ayakla çiğnenince veya bir yere sürtülünce çat pat diye patlayan bir eğlence fişeği.
    çatı* Bir yapının, bir evin damınıkuran parçaların bütünü.
    * Birbirine çatılmışçakılmışşeylerin bütünü.
    * Yapının tavanı ile damıarasındaki genellikle az kullanılan yer.
    * İnsan ve hayvanda iskeletin kuruluşu.
    * Barınılan, sığınılan yer.
    * Belli bir maksada yönelik kimselerin oluşturduğu kuruluş.
    * Özne veya nesne durumlarına göre, belirli çatıeklerinin fiil kök veya gövdelerine getirilen türev, bina:
    Sevinmek (sev-in-), sevdirmek (sev-dir-), sevindirmek (sev-in-dir-) gibi.
    * Bir yapıyıörten ve eğik yüzeyleri olan damın tahtadan iç yapısı.
    * Hikâye, roman, piyes gibi edebî türlerde olay kuruluşu, kurgu.
    çatıarası* Tavanla çatıörtüsü arasında kalan boş bölüm, tavan arası.
    çatıekleri* Fiil kök veya gövdelerinden dönüşlü, edilgen, işteş, ettirgen çatılar yapmaya yarayan ekler: (Sev-in-), (sev-il-
    ), (sev-iş-), (kapa-t-), (geç-ir-), (sev-dir-) gibi.
    çatıeteği* Çatının, binanın dışduvarlarınıaşan, yağışlara karşıduvarın en üst bölümünü koruyan dışa uzanmışkısmı.
    çatıkaplayıcı* İskele kurup ahşap çatıkaplamasınıve duvarlarıkeçe veya özel kâğıtlar ile kaplayan usta.
    çatıkatı* Yapılarda çatı ile son kat arasında yapılan küçük kat.
    çatıkirişi* Bir ucu tavanın üstüne bindirilen ve üzerine kiremit altıtahtalarının kaplandığı ana kiriş.
    çatıörtüsü* Çatıların üstüne kiremit, çinko ve oluklu sac vb. ile kaplanan, tavana su geçmesini önleyen yapı bölümü.
    çatıpenceresi* Tavan arasınıaydınlatmaya yarayan pencere veya camlıkapak.
    çatıcı* Çatma işini yapan kimse.
    çatık* Çatılmışolan.
    çatık çehre* Çatık yüz.
    çatık kaş* Kaşları birbirine çok yakın ve çatık olan (kimse).
    çatık surat* Çatık yüz.
    çatık yüz* Öfkeli yüz (çehre, surat).
    çatıklaşma* Çatıklaşmak işi.
    çatıklaşmak* Çatık duruma gelmek.
    çatıklık* Çatık olma durumu.
    çatıldama* Çatıldamak durumu.
    çatıldamak* Çatık duruma gelmek.
    çatılı* Çatısı olan (yapı).
    * Çatılmışolan.
    * Başına çatkı bağlanmışolan.
    çatılış* Çatılmak işi veya biçimi.
    çatılma* Çatılmak işi.
    çatılmak* Çatmak işine konu olmak.
    çatınma* Çatınmak işi.
    çatınmak* Kaşlarınıçatıp surat asmak.
    çatır çatır* Sert bir şey kırılırken, yanarken yerinden sökülürken veya sıkıştırılınca çıkan ses.
    * Zor kullanarak, baskıyaparak.
    * Güçlük çekmeden.
    çatır çatır çatlamak* çok çatlamak.
    * çok kıskanmak.
    çatır çatır etmek* çatır çatır ses çıkarmak.
    çatır çatır sökmek* bir şeyi zorlayarak yerinden söküp çıkarmak.
    çatır çutur* Bir şey kırılırken çıkan sesi anlatır.
    çatırdama* Çatırdamak işi.
    çatırdamak* Çatır diye ses çıkarmak.
    * Çökmeye, yok olmaya yüz tutmak, tehlikeli duruma düşmek.
    çatırdatma* Çatırdatmak işi.
    çatırdatmak* Bir şeyin çatır diye sesini çıkartmak.
    çatırtı* Çatırdama sesi.
    çatırtılı* Çatırtısı olan.
    çatısız* Çatısı olmayan, üstü açık (ev, kulübe).
    çatış* Çatmak işi veya biçimi.
    çatışık* Birbirini tutmayan, birbirini çelen, birbirine uymayan, çelişik, mütenakız.
    çatışılma* Çatışılmak işi.
    çatışılmak* Çatışmak işi yapılmak.
    çatışkı* Yasaların veya önermelerin kendi aralarında çelişikliği, antinomi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 22

    çelişkisiz* Çelişme durumunda olmayan, çelişmesiz.
    çelişme* Birbirine ters olma, birbirini tutmama.
    * Önerme, yargı, kavram ve terimlerin birbirini tutmama durumu.
    çelişmek* (düşünce ve davranış) Birbirini tutmamak, birbirlerine ters düşmek, mütenakız olmak.
    çelişmeli* Çelişik, çelişkili.
    çelişmesiz* Çelişiği olmayan, çelişkisiz.
    çelişmezlik* İçinde çelişme yaratmayan kuram.
    çelişmezlik ilkesi* Çelişik önermeleri özünde bulundurmayan ve yasaklayan kuram.
    çello* Viyolonselin kısaltılmışadı.
    çelme* Çelmek işi.
    * Birini yere düşürmek için ayağının önüne ayak uzatmak.
    * Arkadan hafifçe bağlanan başörtüsü.
    çelme atmak (veya takmak)* çelme ile yıkmaya çalışmak.
    * bir işi veya bir kimseyi baltalamak, gelişmesini engellemek.
    çelmece* Aklınıkarıştıracak biçimde.
    çelmek* Düşürmek.
    * Yolundan çevirmek, engel olmak, engellemek.
    * (örtü vb. bir şey) Örtünüp iki ucunu bağlamak.
    * Bir şeyin kenarınıverev veya çapraz kesmek, çalmak.
    * Dua okumak, zikretmek.
    * (düşünce ve davranışiçin) Birbirini tutmamak, birbirine ters düşmek.
    * Topa gidişyönünü değiştirecek biçimde vurmak.
    çelmeleme* Çelmelemek işi.
    çelmelemek* Çelme takmak.
    çelmelenme* Çelmelenmek işi.
    çelmelenmek* Çelme takılmak.
    * (bir işveya kimse) Engellenmek, baltalanmak.
    çelmeleyiş* Çelmelemek işi veya biçimi.
    çelmik* Buğday ve başakla karışık iri saman.
    çeltek* Çoban yamağı, yardımcı, uşak.
    çeltik* Kabuğu ayıklanmamışpirinç.
    çeltik kargası* Bkz. kara leylek.
    çeltik tarlası* Pirinç yetiştirilen sulak tarla.
    çeltikçi* Çeltik yetiştiricisi.
    çeltikçilik* Çeltik yetiştirme işi.
    çeltikli* İçinde çeltik olan.
    çeltiklik* Çeltik ekmeye veya üretmeye elverişli yer.
    çem* Yeşilliği bol olan yer.
    çembalo* Klâvsen.
    çember* Merkez denilen sabit bir noktadan aynıuzaklık ve düzlemdeki noktalar kümesinin oluşturduğu kapalıeğri.
    * Bu biçime getirilmişkatıcisimlerin çevresi.
    * Çocukların oynamak için çevirip arkasından koştuklarıtekerlek biçiminde oyuncak.
    * Sandık, denk, fıçıvb. nin dağılmaması için üzerlerine geçirilen dayanıklı bir cisimden kuşak.
    * Büyük yazma yemeni.
    * Aşılması, çözümü güç durum.
    * Basketbolda içinden topun geçmesiyle sayıkazanılan ağlıdemir halka.
    çember çevirmek* (çocuk) çemberi döndürmek.
    çember geçirmek* çemberle kuşatmak.
    çember içine almak (veya çembere almak)* kuşatmak.
    çember kayık* Arka tarafıyuvarlak kayık.
    çember makası* Karyola ve somya imalâtında kullanılacak olan çelik çemberleri kesmeye yarayan araç.
    çember sakal* Yuvarlak bir biçimde kesilmişsakal.
    çemberden dönmek* başarıya ulaşmak üzere iken olumsuz bir sonuçla karşılaşmak.
    çemberi yarmak* kuşatmadan, bir veya birkaç noktayı geçerek kurtulmak.
    çemberleme* Çemberlemek işi.
    çemberlemek* Çemberle kuşatmak.
    çemberlenme* Çemberlenmek işi.
    çemberlenmek* Çemberle kuşatılmak.
    * Çember durumuna gelmek.
    çemberletme* Çemberletmek işi.
    çemberletmek* Çemberlenmesini sağlamak.
    çemberli* Çemberi olan.
    * Çember geçirilmişolan.
    çembersel bölge* Çember ve çemberin içindeki noktaların meydana getirdiği düz yüzey.
    çembersiz* Çemberi olmayan.
    * Çember geçirilmemişolan.
    çemçe* Çömçe.
    çemen* Maydanozgillerden bir bitki ve bunun kokulu tohumu (Cuminum cyminum).
    * Bu tohumu un durumuna getirip sarımsak, kırmızı biberle karıştırarak yapılan, pastırma üzerine sürülen
    macun.
    çemenleme* Çemenlemek işi.
    çemenlemek* Çemen sürmek.