çayırsedefi | * Düğün çiçeğigillerden, sulak yerlerde yetişen, kökü iç sürdürücü olarak kullanılan bir bitki (Thalictrum). |
çayırsız | * Çayırı olmayan. |
çaykara | * Çay kenarında çıkan göze, kaynak, pınar. |
çaykızı | * Bir tür çiçek. |
çaylak | * Yırtıcılardan, uzun kanatlı, çengel gagalı, küçük kuşlarıve fare gibi zararlıhayvanlarıavlayan, tavuk büyüklüğünde bir kuş(Milvus migrans). * Toy, tecrübesiz, acemi. |
çaylak fırtınası | * Kış başlarında olan fırtına. |
çaylakça | * Çaylağa yakışır (biçimde). |
çaylaklık | * Toyluk, tecrübesizlik, acemilik. |
çaylı | * İçinde çay bulunan. |
çaylıkek | * İçine çay karıştırılarak yapılan kek. |
çaylık | * Çay ağaççıklarının yetiştiği yer. * Çay için kullanılan. |
çe | * Çe adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ötümsüz, katışık, diş-dişeti ünsüzünü gösterir. |
çe | * Türk alfabesinin dördüncü harfinin adı. |
çebiç | * Bir yaşında keçi yavrusu. |
çecik | * Madenî kulp, halka, çivi. |
çeç | * Tahıl yığını. * Tahıl elenen kalbur. |
çeçe | * İki kanatlılardan, insana uyku hastalığı aşılayan, sinekten büyük bir cins Güney Afrika böceği (Glossina). |
Çeçen | * Kafkasya’nın kuzeydoğusundaki Çeçen Cumhuriyeti’nde yaşayan bir halk veya bu halkın soyundan olan (kimse). |
Çeçence | * Çeçen dili. |
çedene | * Bkz. çetene. |
çedik | * Mesh üzerine giyilen sarıpabuç. * Terlik. |
çeğmel | * Yay veya çengel biçiminde bükülmüşolan. |
çeğmellenme | * Çeğmellenmek işi. |
çeğmellenmek | * Yay veya çengel biçimini almak veya girmek. |
çehre | * Yüz, sima. * Görünüş. * Somurtkanlık. |
çehre almak | * tavır takınmak. |
çehre etmek | * surat etmek. |
çehre züğürdü | * Yüzü çirkin. |
çehrece | * Çehre bakımından. |
çehreli | * Çehresi olan. |
çehresi bozulmak | * yüzü, tavırlarıdüşmek. |
Çek | * Slavların batıkolundan olan bir ulus veya bu ulusun soyundan gelen kimse. * Çek halkına özgü olan. |
çek | * Bir kimsenin, bankadaki parasının dilediği kimseye ödenmesi için bankaya gönderdiği yazılı belge. |
çek arabanı(veya yalnız çek!) | * git buradan!. |
çek valf | * Depodaki suyun kaçmasınıönlemek için kullanılan araç. * İçinden gaz akışının geçmesine bir yönde izin veren, ters yönde gaz akışını otomatik olarak kapayan ve durduran vana. |
çek vana | * Çek valf. |
çekap | * Tam bakım. |
çekberi | * Harman yerinde yığınlarıçekmeye yarayan alet, gelberi. |
Çekçe | * Çek dili. |
çekçek | * Dört tekerlekli el arabası. |
çekeceği olmak | * başına sıkıntılıçok işgelecek olmak. |
çekecek | * Ayakkabı ile topuk arasına sokularak, ayağın ayakkabıya kolay girmesini sağlayan, maden, boynuz ve plâstik maddeden yapılmışalet. |
çekek | * Kayık, mavna ve küçük gemilerin karaya çekildikleri yer. |
çekel | * Küçük çapa. * Üvendirenin alt ucunda bulunan, pulluğa yapışan toprağıayırmaya yarayan demir bölüm. |
çekeleme | * Çekelemek işi veya durumu. |
çekelemek | * Tekrar tekrar çekmek. |
çekelez | * Sincap. |
çekem | * Yeşil yapraklı, dikensi, ateşe atıldığında çatırdayarak yanan bir bitki. |
çekememe | * Çekememe işi veya durumu. |
çekememek | * Çekmek işini yapamamak. * Katlanamamak. * Kıskanarak hoşgörmemek. |
Kategori: Ç
Ç Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 18
-
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 20
çekinmek * Saygı, korku, utanma gibi duygularla bir şeyi yapmak istememek, kaçınmak.
* Bir şey sürünmek.çekinti * Duraksama, kararsızlık, tereddüt. çekip almak * uzaklaştırmak, meşguliyetine son vermek, koparmak. çekip çevirmek * hâle yola koymak, yönetmek. çekip gitmek * bırakıp gitmek, ayrılmak, savuşmak. çekirdecik * Hücre çekirdeğinin içinde tek veya birden çok bulunan yuvarlak cisim. çekirdek * Etli meyvelerin içinde bir veya birden çok bulunan, çoğu sert bir kabukla kaplıtohum.
* Yenmek için satılan kabak veya ayçiçeği çekirdeği.
* Bir hücrenin merkezini oluşturan cisimcik.
* Atom çekirdeği.
* Kuyumculukta kullanılan ve beşsantigrama eşit olan ağırlık ölçüsü.
* Bir şeyin temelini oluşturan öz, nüve.
* Ağaçlarda soyulmayan bölüm.çekirdek aile * Anne, baba ve henüz evlenmemişçocuklardan oluşan aile. çekirdek kahve * Çekilmemişveya dövülmemişkahve. çekirdekçi * Çekirdek satan kimse. çekirdekçilik * Çekirdek satma işi. çekirdeklenme * Çekirdeklenmek işi. çekirdeklenmek * Çekirdek bağlamak. çekirdekli * Çekirdeği olan, içinde çekirdeği bulunan. çekirdeksel * Atom çekirdeği ile ilgili, nükleer. çekirdeksiz * Çekirdeği olmayan, içinde çekirdeği bulunmayan. çekirdekten yetişme * herhangi bir işte, meslekte, küçük yaştan başlayarak yetişmişolan. çekirge * Düz kanatlılardan, uzun olan art bacaklarına dayanarak uzağa sıçrayabilen, birçok türleri olan böcek
(Acridium).çekirge kuşu * Sığırcık (Sturnus vulgaris). çekirge ötleğeni * Orta Asya ve Avrupa içlerinde yaşayan ötücü bir kuş. çekirge şalvar * Paçalarıçok dar, bacak bölümü genişolarak dikilmişşalvar. çekiş * Çekmek işi veya biçimi.
* Bir motorun çekme gücü.
* Ağız kavgası.çekişe çekişe pazarlık (etmek) * (alıcı) bir malıucuz almak için titizce pazarlık (etmek). çekişken * Çekişmeyi seven, kavgacı(kimse). çekişli * Çekme gücünü ön tekerleklerden alan araç. çekişme * Çekişmek işi. çekişmek * İki yönünden karşılıklıçekmek.
* Bir şeyi birbirine karşıçekmek.
* (ad çekme, niyet, kâğıt için) Aralarında çekmek.
* Ağız kavgasıetmek.
* Çaba, gayret harcamak.çekişmeli * Çekişmeye yol açan.
* Sert, çetin, zorlu.çekişmesiz * Çekişmeye yol açmayan. çekişte * Tuzla terbiye edilmişyeşil zeytin. çekiştirici * Çekiştirmek işini yapan (kimse).
* Bir kimsenin kötü taraflarınıuzun uzadıya sayıp döken (kimse).çekiştiricilik * Çekiştiricinin işi. çekiştirme * Çekiştirmek işi. çekiştirmek * Uçlarında tutarak ayrıyönlere doğru çekmek.
* Tekrar tekrar çekerek koparmak.
* Bir kimsenin kötü taraflarınıuzun uzadıya sayıp dökmek.çekiver kuyruğunu * artık ondan hayır bekleme. çekiye gelmek * düzene uymak. çekiye gelmez * ölçüsüz derecede çok veya büyük.
* düzeltilemez, düzene sokulamaz.çekkin * Elini eteğini çekmiş, ilgisiz. çekme * Çekmek işi.
* Masa, dolap gibi şeylerin dışarıya çekilen gözü, çekmece.
* Yüksekteki ince dallarıçekip kesmeye yarar, ay biçiminde, uzun saplı, ağzıtırtıklı bıçak.
* Düzgün biçimli.
* Çekilerek giyilen veya kullanılan.
* Parmak veya mızrapla çalınan çalgı.
* Ağacın yapısındaki nem oranının azalmasısonucu boyutlarının küçülmesi.
* İşyaparken giyilen bir tür şalvar.
* Vücut bölümlerinin bükücü kas gücü ile bir direnci kendisine yaklaştırması.çekme demir * Haddeden geçirilmişdemir. çekme kat * Apartmanda veya evlerde dört yanıteras olarak bırakılan en üst kat. çekmece * Masa, dolap gibi şeylerin dışarıya çekilen gözü, çekme.
* İçinde mücevherat veya başka değerli şeyler saklanan küçük, süslü sandık.
* Gemilerin barınabilecekleri koy.çekmeceli * Çekmecesi olan. çekmecesiz * Çekmecesi olmayan. çekmek * Bir şeyi tutup kendine veya başka bir yöne doğru yürütmek.
* (taşıt için) Bırakmak, koymak.
* Germek.
* İçine almak.
* Bir yerden başka bir yere taşımak.
* Bir amaçla ortadan kaldırmak.
* Solukla içine almak.
* Üzerinde bulunan bir silâhla saldırmak için davranmak.
* Atmak, vurmak.
* (bir kimseyi veya bir şeyi) Geri almak.
* (güç durumlara) Uğramak, dayanmak, katlanmak.
* Yüklenmek, üzerine almak, etkisi altında bulunmak.
* (tartıda) Ağırlığı olmak.
* Döşemek.
* Herhangi bir engel kurmak.
* (ad çekme, niyet, piyango için) Şans denemek amacıyla hazırlanmışkâğıtlardan birini almak.
* İmbik yardımı ile elde etmek.
* Çizgi durumunda uzatmak.
* Tıpkısınıyazmak veya çizmek.
* (şişe, vantuz, sülük vb. için) Tedavi amacıyla uygulamak.
* Bir yerden bir şeyi yukarıdoğru almak.
* Görüntüyü bir aletle özel bir nesne üzerinde tespit etmek.
* Taşıma gücü olmak.
* Öğütmek.
* (protesto, poliçe, çek gibi şeyler için) Düzenleyip yürürlüğe koymak.
* (dikkat, ilgi vb. için) Üzerine toplamak.
* Hoşa gitmek, sarmak.
* Kaçan ilmeği örmek.
* Masrafınıkarşılamak.
* Bir duyguyu içinde yaşatmak.
* İçki içmek.
* Yürütmek, sürmek.
* (bir kimse) Ailesinden birine herhangi bir bakımdan benzemek.
* (bir şeyin iç yüzünü anlamak amacıyla) Sıkıştırmak.
* Herhangi bir anlama almak.
* Örtmek, giymek.
* Dişi hayvanıçiftleşmek için erkeğin yanına götürmek.
* (yol, ay için) Sürmek.
* Daralıp kısalmak.
* Söylemek.
* Asmak.
* (boya, badana vb.) Sürmek.
* Yollamak.
* (bir şeyi) Emip dışarıya çıkarmak.çekmeli * Çekmesi veya çekişi olan.
* Çekmecesi olan.çekmelik * Genellikle yemeni gibi giyeceklerde, ayağın daha rahat girmesi için topuk üzerinde bulunan uzun çıkıntı. Çekoslovak * Çekoslovakya’da yaşayan (kimse). Çekoslovakyalı * Çekoslovak halkından olan kimse. çektiri * Yelkenleri olmakla birlikte kürekle de yol alan eski zaman gemisi, çektirme. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 12
çardaş * İki veya dört zamanlıMacar halk dansı. çare * Bir sonuca varmak, ortadaki engelleri kaldırmak için tutulması gereken yol, çıkar yol, çözüm yolu.
* Bir şeyi önleme, tedavi yolu, deva.çaresine bakmak * gerekeni yapmak, çözüm yolu bulmak. çaresiz * Çaresi bulunmayan, onulmaz.
* Çare bulamayan (kimse), bîçare.
* İster istemez.çaresiz kalmak * çözüm yolu, çıkar yolu bulamamak. çaresizlik * Çaresiz olma durumu. çareviç * Çarın oğlu. çargâh * Türk müziğinde “do” perdesinin adı.
* Bu perdede karar kılan makam.çarık * Tabaklanmamışsığır derisinden yapılan ve deliklerine geçirilen şeritle sıkıca bağlanan ayak giyeceği.
* Araba yokuşaşağı giderken tekerleği frenlemek için altına sürülen demir levha.
* Para cüzdanı.çarıkçı * Çarık yapan veya satan kimse. çarıkçılık * Çarık yapma veya satma işi. çarıklı * Ayağına çarık giymiş. çarıklıerkânıharp * Kurnaz veya uyanık köylüler için şaka yollu söylenir. çarıklık * Çarık yapmaya elverişli.
* Çarık konulacak yer.çarıksız * Çarığı olmayan veya çarık giymemiş. çariçe * Çarın karısına veya kadın çara verilen unvan. çark * Bir eksenin döndürdüğü tekerlek biçimindeki makine parçası.
* Herhangi bir kıt’anın, biçimini ve düzenini bozmadan kanatlarından biri çevresinde dönerek yön
değiştirmesi.çark çevirmek * aynıyol üzerinde dönerek gitmek. çark etmek * (bir doğrultuda giden kimse veya şey) sağa veya sola doğru yön değiştirmek.
* geri dönmek.çarka * Osmanlılarda öncü görevi. çarka vermek (veya çarka çektirmek) * (kesici araçlar için) bileği çarkı ile biletmek. çarkacı * Osmanlı ordusunda öncü süvari birliğinde görevli asker. çarkçı * Vapurlarda makine bölümünü yöneten kimse.
* Çarkla bıçak bileyen kimse, bileyici.çarkçı başı * Vapurlarda birinci çarkçı. çarkçılık * Çarkçının görevi. çarkıdöndürmek * geçimini sağlamak. çarkıfelek * Çarkıfelekgillerden güzel, büyük, parlak kırmızıçiçekleri olan, duvar kenarlarına ve kameriyeler çevresine
ekilen tırmanıcı bir süs bitkisi, fırıldak çiçeği (Passiflora caerulea).
* Yakılınca dönerek kıvılcım saçan donanma fişeği.
* Talih, kader.çarkıfelekgiller * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden, örneği çarkıfelek olan bir bitki familyası. çarkına etmek (veya okumak) * birine büyük kötülük yapmak veya işini bozarak zarar vermek. çarkıt * Eski, bozuk, sakat. çarklı * Çarkı olan.
* Her iki yanda birer çarkı bulunan vapur.çarksız * Çarkı olmayan. çarktan çıkma * yepyeni, güzel. çarlık * Çar olma durumu.
* Çarın yönetiminde bulunan devlet.çarliston * Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yaygınlaşan dans türü veya bu dansın müziği.
* Sivri uçlu, uzun ve kalın, tatlıyeşilimsi biber.
* İnce, uzun ve çarpıcı.çarliston biber * Çarliston adıverilen bir biber türü. çarliston marka * Yeni icat, az bulunur, antika. çarliston marka kereste * Az bulunan kereste.
* Haddini bilmez, terbiyesiz.çarmıh * Suçlunun öldürülmek amacıyla çivilendiği haç biçimindeki darağacı.
* Ana direkleri ve gabya çubuklarınıyandan tutan halatlar.çarmıha germek * haç biçimindeki darağacına çivilemek. çarmık * Bkz. çarmıh. çarnaçar * İster istemez. çarpan * Bir çarpmada çarpılan sayıveya cebirsel anlatımlardan her biri. çarpan balığı * Levrekgillerden, yüzgeçleri dikenli ve zehirli, eti sevilen bir balık, trakunya (Trachinus draco). çarpanlara ayırma * bir sayıyıveya cebirsel anlatımı iki veya daha çok çarpanın çarpımıdurumuna getirme. çarpı * Kaba sıva, çarpma sıva.
* Birbiriyle çarpılan iki sayıarasına konulan işaret: “a x b” veya “a . b” “a çarpı b” diye okunur.çarpıcı * Etkili. çarpıcılık * Çarpıcı olma durumu. çarpık * Düzgünlüğünü yitirerek eğrilmiş.
* Gerçek niteliğini yitirmiş.
* Aksi, ters, huysuz.çarpık çurpuk * Çok çarpık, eğri büğrü. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 5
çakmakçı * Çakmak yapan veya satan kimse.
* Tüfek ve tabanca çakmaklarınıyapan ve onaran kimse.çakmakçılık * Çakmak yapıp satma işi. çakmaklaşma * Çakmaklaşmak durumu. çakmaklaşmak * (göz) Çakmak çakmak olmak, kızarmak ve iyice açılmak. çakmaklı * Çakmak taşıve zemberekle ateşalan eski zaman tüfeği. çakmaklık * Çakmakta kullanılacak olan.
* İçine çakmak konulan koruyucu malzeme.çakmaksız * Çakmağı olmayan.
* Eski, kullanılmaz tabanca veya tüfek.
* Kibrit.çakozlama * Çakozlamak durumu. çakozlamak * Uygunsuz bir durumu fark etmek. çakşır * Paça bölümü diz üstünde veya diz altında kalan bir tür erkek şalvarı.
* Kuşların ayağında bulunan ve süs gibi görünen tüy.çakşırlı * Çakşır giymiş.
* Ayaklarıtüylü, paçalı(güvercin) veya başka (kuş).çakşırsız * Çakşırı olmayan. çaktırılma * Çaktırılmak işi. çaktırılmak * Çaktırmak işi yapılmak. çaktırış * Çaktırmak işi veya biçimi. çaktırma * Çaktırmak işi veya durumu. çaktırmadan * Belli etmeden, gizlice, sezdirmeden. çaktırmak * Çakmak işini yaptırmak.
* Birinin bir şeyi sezmesini sağlamak.çal * Taşlık yer, çıplak tepe. çala * Belli isimlerden önce gelerek fiile bağlanır ve isimle ilgili bir çabukluk, süreklilik, dikkatsizlik anlamıkatar. çala kalem * Gelişigüzel, durmadan yazarak. çala kamçı * Durmadan kamçılayarak. çala kaşık * Soluk almadan yiyerek. çala kılıç * Durmadan kılıç sallayarak. çala kürek * Sürekli kürek çekerek. çala paça * Zorla yürüterek, sürükleye sürükleye. çalacak * Yoğurt mayası. çalâk * Eline ayağına çabuk, atik, çevik. Çalap * Tanrı. çalar * Farklılık veya anlam inceliği, nüans. çalar saat * Ayarlanışına göre istenilen zamanda çalan saat. çalarma * Çalarmak işi. çalarmak * Ekinler veya meyveler olmağa yüz tutmak. çalçene * Durup dinlenmeden konuşan, çenesi düşük. çalçenelik * Çalçene olma durumu. çaldırılma * Çaldırılmak işi. çaldırılmak * Çalmak işi yaptırılmak.
* Hırsıza kaptırılmak.çaldırış * Çaldırmak işi veya biçimi. çaldırma * Çaldırmak işi. çaldırmak * Çalmak işini yaptırmak.
* Hırsıza kaptırmak.çalgı * Müzik aleti, enstrüman.
* Çalgıçalma, müzik.
* Müzik topluluğu.çalgıaleti * Müzik yapmak için kullanılan araç, enstrüman. çalgıçağanak * Çalgı, neşe ve gürültü olduğu hâlde. çalgıçalmak * bir müzik aletini seslendirmek. çalgı orağı * Tırpan. çalgıcı * Çalgıçalmayıkendine meslek edinmişkimse. çalgıcı böcek * Yaklaşık 5 mm boyunda, başısert bir kabukla örtülü, kahverengi veya siyah, zararlı böcek. çalgıcı otu * Turpgillerden, kurak yerlerde yetişen bir bitki cinsi (Sisymbrium). çalgıcılık * Çalgıcının işi. çalgıç * Bazıçalgıların tellerine vurmaya yarar kuştüyü, kemik, boynuz gibi şeylerden yapılmışçalma aracı, tezene,
mızrap.
* Bahçe süpürgesi, çalkı. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 8
çalmacı * Maden üzerine çalma işi yapan usta. çalmaç * Tahtadan yapılmışkap. çalmadan oynamak * çok keyifli ve sevinçli durumda bulunmak.
* bir işe çok hevesli görünmek.çalmak * Başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak.
* Vurarak veya sürterek ses çıkartmak.
* Bir müziği dinlemeyi sağlayan aleti çalıştırmak.
* Ses çıkarmak, ses vermek.
* Atmak, çarpmak, vurmak.
* Yoğurt yapmak için sütü mayalamak, katıp karıştırmak.
* Üzerine sürmek.
* Bozmak, zarar vermek.
* Kumaşın bir parçasınıkesmek.
* (madeni) Oymak, kalemle işlemek.
* Süpürmek, temizlemek.
* Benzemek, andırmak.
* (zaman için) Boşa harcatmak, ziyan etmek.çalpara * Parmaklara takılıp çalınan zil veya buna benzer ses çıkarıcıaraç.
* Açıklarda kumluk alanlarda yaşayan ve ağlarıkeserek balıkçılara arar veren bir çeşit çağanoz (Portunus
puber).çaltı * Diken, çalı. çaltılık * Çaltısıçok olan yer. çalyaka * Birdenbire yakasına yapışarak. çalyaka etmek * yakasına yapışıp sıkıca tutmak. çam * Çamgillerin örnek bitkisi olan ve yurdumuzda birçok türü yetişen bir orman ağacı(Pinus). çam balı * Arıların sarıçam üzerinde biten yaprak bitlerine salgıladıkları bal sıvısından oluşturdukları bir tür bal. çam devirmek * karşısındakine dokunacak veya kötü bir sonuç doğuracak söz söylemek. çam fıstığı * Fıstık çamının kozalak biçimindeki meyvesinden çıkarılan sert kabuklu, yağlıve nişastalıtohum. çam sakızı * Çam ağacından çıkarılan reçine. çam sakızıçoban armağanı * verilen bir armağanın sunulduğu kimsenin değerine uygun olmadığınıve verenin gücünün ancak buna
yettiğini özür yollu anlatmak için söylenir.çam sakızı gibi * tedirginlik verecek kadar bir insanın peşinden ayrılmayan. çam yarması(veya bölmesi) * iri gövdeli insan. çam yeşili * Çam yapraklarına benzer yeşilin bir tonu. çamaşır * İç giysisi.
* Yıkanması gerekli kirli.
* Kirli eşyalarıyıkama işi.çamaşır değiştirmek * iç giysilerini çıkartıp temizlerini giymek. çamaşır deterjanı * Çamaşırların daha çabuk, daha iyi temizlenmesini sağlayan kimyasal birleşim. çamaşır dolabı * Çamaşır saklamada kullanılan çekmeceli dolap. çamaşır ertesi olmak * çok çamaşır yıkamaktan aşırıyorulup hasta olmak. çamaşır ipeği * Nakışyapmakta kullanılan ipek iplik. çamaşır ipi * Kurutmak için üzerine çamaşır asılan ip veya tel. çamaşır leğeni * Çamaşırların içinde yıkandığı, metal veya plâstikten yapılmış, genişkap. çamaşır makinesi * Çamaşır yıkamaya yarayan araç. çamaşır mandalı * Kurutmak için asılmışçamaşırları ipe sıkıca tutturmak amacıyla kullanılan küçük, tahta veya plâstik kıskaç. çamaşır sabunu * Çamaşır yıkamak işinde kullanılan beyaz sabun. çamaşır sepeti * Kirli veya yıkanmışçamaşırların içinde toplandığısepet. çamaşır sodası * Beyaz çamaşırların yoğun veya asitli kirlerini eritmek için kullanılan sodyum karbonat. çamaşır suyu * Çamaşırların beyazlığınıve kolayca temizlenmesini sağlayan kimyasal birleşimli su. çamaşır takımı * Fanilâ, don, gömlek, çorap, mendil gibi eşya, bir arada bohçaya konulup verilen hediye. çamaşırcı * Para ile başkalarının çamaşırınıyıkayan kimse. çamaşırcılık * Çamaşırcının işi. çamaşırhane * Çamaşırlık. çamaşırlık * Çamaşır yıkamak için kullanılan yer, çamaşırhane.
* Çamaşır yapımına yarayan.çamat * Avlanılmış balıklarıelde taşımaya yarar çengel askı. çamça * Sazangillerden, pullarından yalancı inci yapılan bir ırmak balığı(Leuciscus rutilus). çamçak * Ağaçtan oyularak yapılmışkulplu su kabı, çapçak.
* Köpüklenerek akma.çamçak çamçak * Bolca, bol miktarda. çamgiller * Kozalaklılardan, iğne gibi ince ve uzun yapraklarınıyaz kışdökmeyen, tohumlarıçıplak olarak kozalak
pullarıüzerinde bulunan, çam, köknar, lâdin gibi bitki türlerini içine alan reçineli ağaçlar familyası.çamlık * Çam ağaçlarıçok olan yer.
* Çam korusu.çamuka * Gümüş balığına benzer bir balık. Çamukanın büyüklerine tokmak başdenir (Atherina hepsetus). çamur * Su ile karışıp, bulaşır ve içine batılır duruma gelmiştoprak, balçık.
* Yapı işlerinde kullanılan çeşitli malzeme ile yapılan harç.
* Sataşkan, çevresine tedirginlik veren, sulu (kimse).çamur atmak (veya sıçratmak) * birini kötü bir işe karışmışgöstermek, kara çalmak, iftira etmek. çamur banyosu * Tedavi gücü olan çamurla yapılan banyo. çamur deryası * Her tarafıçamurla kaplanmışolan. çamur gibi * (ekmek için) iyi pişmemişve siyah unla yapılmış.
* herkese sataşıp tedirginlik veren (kimse).çamur ığrı bı * Denizin sığve çamurlu yerlerinde kullanılan 25-30 kulaç uzunluğunda bir balık ağı. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 11
çapkınca * Çapkın bir biçimde. çapkınlaşma * Çapkınlaşmak işi. çapkınlaşmak * Çapkın duruma gelmek. çapkınlık * Çapkın olma durumu veya çapkınca davranış. çapla * Maden kazımak için kullanılan çelik kalem. çaplama * Çaplamak işi. çaplamak * Bir şeyin enini, boyunu ölçmek, çapkımak.
* Keresteleri dört köşe olarak kesip biçmek.çaplı * Çapı genişolan. çapma * Çapmak işi. çapmak * Koşturmak.
* Akın etmek, koşmak.çaprak * Eyer örtüsü, şaprak. çapraşık * Karışık, dolaşık.
* Anlaşılması, çözülmesi veya içinden çıkılması güç, karışık, muğlâk.çapraşıklaşma * Çapraşıklaşmak işi. çapraşıklaşmak * Çapraşık duruma gelmek. çapraşıklık * Çapraşık olma durumu. çapraşma * Çapraşmak işi. çapraşmak * Karışık, çapraşık, çözülmez duruma gelmek.
* İki şey birbiriyle çapraz olarak kesişmek.çapraz * Eğik olarak birbiriyle kesişen.
* Güreşte hasmının koltuk altından kol geçirip sarma oyunu; bir veya iki kolla yapıldığına göre tek çapraz ve
çift çapraz denir.
* Kopça, düğme.
* Bir tür olta iğnesi.
* Karşıt yön.çapraz ateş * Karşılıklıyönlerden silâhla saldırma. çapraz kafiye * Dörtlüklerde birinci ile üçüncü, ikinci ile dördüncü dizelerin birbiriyle kafiyelenmesi düzeni. çapraz kur * İki ülke parasıarasında üçüncü bir ülkenin parasıyla belirlenen kombiyo sürüm değeri, üç ülke parasının
birbirlerine oranı.çapraza almak * çaprazlama olarak davranmak. çapraza sarmak * bir işiçinden çıkılmaz duruma gelmek, çaprazlaşmak. çaprazda sürmek * çapraza alınan hasmı geriye doğru hızla sürmek. çaprazlama * Çapraz olarak, makaslama.
* Testerenin keserken sıkışmaması için dişlerini belli ölçülere göre sağa sola bükme.
* Evirme.çaprazlamak * Çapraz duruma getirmek. çaprazlaşma * Çaprazlamak işi. çaprazlaşmak * İçinden çıkılmaz duruma gelmek, ne yapılacağı bilinemez duruma gelmek. çaprazlık * Çapraz olma durumu. çaprazölçer * Elde veya makinede çaprazlanan dişlerin eğimini denetlemede yararlanılan yardımcıalet. çaprazvari * Çapraz olarak. çapsız * Çapı olmayan.
* Değersiz.çaptan düşmek * çalışma gücü, verimi azalmışveya tükenmişolan. çapul * Yağma, talan, plâçka. çapula * Kaba deriden yapılmışucu sivri ve kıvrık ayakkabı. çapulacı * Çapula yapan veya satan kimse. çapulacılık * Çapulacının işi veya mesleği. çapulcu * Çapul yolu ile başkasının malınıalan, talancı, yağmacı, plâçkacı. çapulculuk * Çapulcunun yaptığı işveya davranış. çapullama * Çapullamak işi. çapullamak * Çapul yolu ile bir malıalmak veya bir yeri soymak, yağmalamak. çaput * Eski bez parçası, paçavra.
* Bez.çar * Rus imparatorlarına ve Bulgar krallarına verilen unvan. çarçabuk * Pek çabuk, çabucacık, hemencecik, tez elden.
* Kolaylıkla.çarçur * Gereksiz yere harcama. çarçur etmek * gereksiz yerlere harcayıp tüketmek. çarçur olmak * gereksiz yere harcanmak, ziyan olmak. çardak * Tarla, bahçe gibi yerlerde ağaç dallarından örülmüş barınak.
* Asma gibi bitkilerin dallarınısardırmak için direklerle yapılmışyer.
* Kameriye.çardaklı * Çardağı olan. çardaksız * Çardağı olmayan. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 14
çarşaflatma * Çarşaflatmak işi. çarşaflatmak * Çarşaflamak işini yaptırmak. çarşaflı * Üzerinde çarşaf olan.
* Çarşaf giymişolan (kimse).çarşaflık * Çarşaf yapmaya elverişli olan (kumaş). çarşafsız * Üzerinde çarşaf olmayan.
* Çarşaf giymemişolan.çarşafsızlık * Çarşafsız olma durumu. çarşamba * Haftanın dördüncü günü, salı ile perşembe arasında bulunan gün. çarşamba karısı * Saçı başıkarmakarışık, üstü başıözensiz kadın.
* Al karısı.çarşamba pazarı * Herşey karmakarışık ortada olan yer. çarşamba pazarına çevirmek * özellikle yüze vurarak çok dayak atmak. çarşı * Dükkânların bulunduğu alışverişyeri. çarşıağası * Çarşıyıve esnafı düzen altında tutmakla görevli kimse. çarşıekmeği * Has undan çarşıda yapılan ve satın alınan ekmek türü. çarşıve pazar dolaşmak (veya gezmek) * alışverişedinilen her yeri dolaşmak (gezmek). çarşılı * Çarşıesnafı. çartır * Dolmuşuçak. çasar * Viyana’da oturan Alman imparatoruna verilen unvan. çaşıt * Casus.
* Ara bozmak amacıyla söz taşıyan kimse.çaşıtlama * Çaşıtlamak işi veya durumu. çaşıtlamak * Casusluk yapmak. çaşıtlık * Çaşıt olma durumu, casusluk. çat * Sert bir şeyin kırılırken çıkardığıses. çat * İki yolun veya iki derenin birleştiği yer, kavşak. çat etmek * çat diye ses çıkarmak. çat kapı * beklenmedik bir zamanda kapıyıçalarak. çat orada çat burada çat kapıarkasında * çok yer değiştiren bir şeyin durumunu anlatır. çat pat * Biraz, yarım yamalak.
* Ara sıra.
* Uygunsuz zamanlarda, vakitli vakitsiz.çatak * İki dağyamacının kesişmesi ile oluşmuşdere yatağı.
* Yapışık, ikiz (meyve).
* Kavgacı.çatak bayrak * Yeniçerilerin yarısısarı, yarısıkırmızırenkteki bayrağı. çatal * İki veya daha çok kola ayrılan değnek.
* Yol, ağaç gibi, kollara ayrılan şeylerin ayrılma yeri.
* Dallı olan şeylerin her kolu.
* Yemek yerken kullanılan iki, üç veya dört uzun dişli çoğunlukla metal araç.
* Dirgen.
* Ucu kollara ayrılmış.
* İki taraflı.
* İki anlamlı, iki türlü anlaşılabilir.
* Bir tür olta iğnesi.çatal ağız * Bir ırmağın denize kavuştuğu yerde lığların birikmesiyle oluşan üçgen biçimli ova, delta. çatal aşı * Yeşil mercimek, kuru barbunya, dövme soğan, tereyağıve baharat kullanılarak hazırlanan bir çorba türü. çatal ayak * Ateşli bir silâhın namlusuna destek olan, genellikle ters V biçiminde yere kurulan iki ayaklıparça. çatal bel * Bahçeyi bellemeye yarayan ucu çatallıve saplıalet. çatal bıçak takımı * Sofra için gerekli olan çatal, kaşık, bıçak ve diğer servis araçlarının tümü. çatal çivi * Elektrik ve telefon kablolarınısüpürgeliğe, kapıveya pencere pervazı gibi ahşap yüzeylere tutturmakta
kullanılan, iki ucu sivri, U biçiminde özel çivi.çatal don * Paçalarıkısa, diz üstünde kalan don. çatal görmek * net görememek, bir şeyi iki görmek. çatal matal kaç çatal üzerine atlanıp sırtına oturulacak gözleri kapalı
kişinin, üzerinde oturanın tek veya çatal biçimde kaldırılmışçift parmağının kaç olduğunu bilmesi temeline dayanan
bir çeşit birdir bir oyunu.çatal iğne * İki veya üç çengeli olan olta iğnesi. çatal kargı * Büyük balıklarızıpkınlayarak avlamakta kullanılan üç dişli, sivri uçlu araç. çatal kazık * Sonuçta ne olacağı belirsiz, karışık, karanlık ve şüpheli durum. çatal kundak * Açıldığızaman V biçiminde olan iki ayaklıtop kundağı. çatal kuyruk * Uzun ve ince gövdeli, ılık denizlerde yaşayan bir balık türü (Lepidopus caudatus). çatal sakal * Sakalı ortadan ikiye ayrılmış(kimse). çatal ses * İki perdeden çıkar gibi olan ve kulağıtırmalayan ses. çatal zıpkın * Çatal kargı. çatallanma * Çatallanmak işi. çatallanmak * Çatal gibi ikiye ayrılmak. çatallaşma * Çatallaşmak işi. çatallaşmak * İki veya daha çok ihtimal ortaya çıkarak anlaşılması güç bir duruma gelmek. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 6
çalgıhane * Müzik evi, çalgılılokanta veya eğlence yeri. çalgılı * İçinde çalgıçalınan.
* Çalgıçalınarak yapılan.çalgılıçağanaklı * Eğlenceli, şarkılı, çalgılı, gürültülü patırtılı, neşeli. çalgın * Sıcak veya soğuktan gelişemeyerek cılız kalan ekin.
* Uzun zaman bakır kapta kalan tadı bozulmuşyemek, çalık.
* Kötürüm, inmeli, sakat.çalgısız * Çalgısı olmayan. çalı * Böğürtlen, ahu dudu gibi ağaççıktan küçük, dallarıçok çatallıve sapları odunsu bitki. çalı bülbülü * Serçegillerden, güzel öten, küçük bir kuş, ötleğen (Sylvia communis). çalıçırpı * Kolayca ateşyakmaya yarayan ince ve kuru ağaç dalı, kuru ot gibi şeyler. çalıdikeni * Bkz. karaçalı. çalıfasulyesi * Kılçıklı bir çeşit fasulye. çalı gibi * sık ve sert (saç, sakal). çalıhorozu * Tavukgillerden, eti beğenilen bir yaban kuşu (Tetraourogallus). çalı idi, çırpı idi, evim idi ya, ayı idi uyu idi, kocam idi ya * her ne kadar evim derme çatma, kocam kaba saba idiyse de, bir düzen kurmuş, yaşayıp gidiyordum. çalıkakıcı * Eşkıya bozuntusu. çalıkuşu * Serçegillerden, başıkoyu kırmızı, gövdesine doğru rengi açılan, çalılık yerleri seven ötücü bir kuş
(Troglodytes).çalıkuşugiller * Çalıkuşu benzeri türleri içine alan kuşlar familyası. çalısüpürgesi * Kırmızıçiçekleri olan ve süpürge yapımında kullanılan bir bitki. çalık * Çarpık.
* Verev kesilmiş.
* Tabiî olmaktan uzaklaşmış, kendi renginden olmayan.
* Yan yan giden.
* Adıdefterden silinmiş.
* Yüzünde çı ban veya yara yeri olan.
* Çı ban yeri.
* Koyunlarda çiçek hastalığı.
* Çalgın.çalık kavak * Dallarısepetçilikte kullanılan bir kavak türü, sepetçi kavağı. çalılandırma * Çalılandırmak işi. çalılandırmak * Çorak bir araziyi çalı ekimi yöntemi ile yeşertmek. çalılık * Çalısıçokça olan yer. çalım * Gösteriş, karşıdakini etkileme amacıyla yapılan davranış, kurum, caka.
* Kılıcın keskin yanı.
* Menzil, erim.
* Biraz benzeme, andırma.
* Bir oyuncunun topu elinden veya ayağından kaçırmadan karşısındaki oyuncularıkıvrak hareketlerle aldatıp
geçmesi.
* Geminin su kesiminden aşağı bölümünün başve kıç bodoslamasına doğru darlaşması.çalım atmak (veya yapmak) * Bkz. çalımlamak. çalım satmak * kurulup büyüklük taslamak. çalım yemek * futbolda çalım ile geçilmek. çalımcı * Çalım yapan kimse. çalımına gelmek (veya getirmek) * uygun zaman veya durumu ele geçirmek. çalımından geçilmemek * çok kurumlu olmak, çok çalımlı olmak. çalımlama * Çalımlamak işi. çalımlamak * Oyunda topu karşıtarafa kaptırmamak için el, ayak veya vücutla şaşırtıcı hareketlerde bulunmak.
* Bir fırsattan yararlanarak bir başkasının hakkı olan bir şeyi ele geçirmek.çalımlanış * Çalımlanmak işi veya biçimi. çalımlanma * Çalımlamak işi veya durumu. çalımlanmak * Çalımlıdavranmak.
* Kendisine çalım yapılmak.çalımlayış * Çalımlamak işi veya biçimi. çalımlı * Gösterişli, kurumlu.
* Başıyüksek, yapısıdar (gemi).çalımlıçalımlı * Çalım göstererek, çalım satarak. çalımlık * Yoğurt veya maya çalmaya yetecek kadar. çalımlılık * Çalımlı olma durumu. çalımsız * Çalımı olmayan, gösterişsiz. çalımsızlık * Çalımsız olma durumu. çalınma * Çalınmak işi. çalınmak * Çalmak işine konu olmak.
* İnme inmek.çalıntı * Çalınmışolan (şey). çalıp çırpmak * eline geçeni çalmak. çalısız * Çalısı olmayan. çalış * Çalmak işi veya biçimi. çalışılma * Çalışılmak işi. çalışılmak * Çalışmak işine konu olmak. çalışıp çabalamak * çok gayret göstermek. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 10
çangıl çungul * Kulağa hoşgelmeyen kaba ses çıkaran. çangır çungur * Düşme veya birbirine çarpma sırasında kaba ve zevksiz ses çıkararak. çangırdama * Çangırdamak işi veya durumu. çangırdamak * Düşerek veya birbirine çarparak gürültü çıkarmak. çangırtı * Çangırdama sesi. çanıltı * Çan sesi. çanta * Kösele, meşin, kumaşgibi hafif malzemeden yapılıp büyüklüğüne göre para, evrak, yiyecek koyup taşımaya
yarayan kap.çanta çiçeği * İki çeneklilerden, beyaz, erguvanî veya sarırenkli bir süs bitkisi. çantacı * Çanta yapan veya satan (kimse). çantacılık * Çanta yapma sanatıveya çanta satma işi. çantada keklik * ele geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmişsayılır, torbada keklik. çantadan yetişmek * bir mesleği eğitim görmeden, tecrübelerle kazanmak. çantalı * Çantası olan. çantasız * Çantası olmayan. çap * Genellikle cisimlerin genişliği, kutur.
* Büyüklük, ölçü.
* Değer.
* Yapının veya arsanın boyutlarınıve sınırlarını gösteren harita.
* Uç noktalarıdairenin çevresi üzerinde bulunan ve çemberin merkezinden geçen doğru parçası.
* Bilgi, tecrübe ve yeteneklerin tümü.
* Bozuk, eğri, dolaşık, aykırı.çapa * Tarlalarda toprağı işlemek için kullanılan ağaç saplıdemir kazıaracı.
* Çapalamak işi.çapa * Çipo. çapacı * Çapa ile çalışan işçi. çapacılık * Çapacının yaptığı iş. çapaçul * Kılığının veya eşyasının düzgün ve temiz olmasına özenmeyip düzensizlik içinde yaşayan, pasaklı. çapaçulcu * Serseri, başı boş(kimse). çapaçulculuk * Serserilik, başı boşluk.
* Kılık kıyafete özen göstermeyişi işedinme.çapaçullaştırma * Çapaçullaştırmak işi veya durumu. çapaçullaştırmak * Çapaçul duruma getirmek. çapaçulluk * Çapaçul olma durumu, kılık kıyafete özen göstermeyiş. çapak * Göz pınarında ve kirpiklerde birikerek pıhtılaşan veya kuruyan akıntı.
* Madenler dövülürken sıçrayan ince, ufak parça.
* Metal veya toprak eşya kenarlarında bulunan pürüz.çapak * Sazan familyasından, vücudu yandan basık, 50 cm uzunluğunda, 4-5 kg ağırlığında, sarıpullu, eti tatsız,
kılçıklı bir tatlısu balığı(Abramis brama).çapaklanış * Çapaklanma işi veya biçimi. çapaklanma * Çapaklanmak işi. çapaklanmak * Çapak oluşmak. çapaklı * Çapağı olan. çapaksız * Çapağı olmayan. çapalama * Çapalamak işi. çapalamak * Çapa ile kabartmak. çapalanış * Çapalanmak işi veya biçimi. çapalanma * Çapalanmak işi. çapalanmak * Bir yer çapa ile kabartılmak. çapalatma * Çapalatmak işi. çapalatmak * Çapalamak işini yaptırmak. çapalı * Çapalanmış(yer).
* Çapası olan.çapanoğlu * Başa dert olacak durum. çapanoğlunun abdest suyu gibi * (içilecek şeyler için) sulu, tatsız ve kötü görünüşte olan. çapar * Postacı, ulak.
* (hayvan ve bitki için) Benekli, alacalı.
* Derisi, kıllarıve gözleri, boya maddesi yokluğundan renksiz olan (insan veya hayvan), akşın, albinos.
* Çiçek bozuğu yüz.çapar * Takadan büyük, başve kıç tarafıyukarıkalkık bir çeşit Karadeniz kayığı. çaparız * İçinden çıkılamayacak kadar güç olan, karışık iş. çapari * Çok iğneli; beden, köstek ve iğne bölümlerinden meydana gelen, her bir iğneye hindi, horoz, kaz, martı,
tavuk, ördek gibi kuşların kanat, kuyruk tüyleri takılan bir tür olta takımı.çapasız * Çapalanmamış(yer).
* Çapası olmayan.çapçak * Ağaçtan oyularak yapılmışsu kabı, çamçak.
* Ağzıaçık fıçı.çapkımak * Enini boyunu ölçmek, çaplamak. çapkın * Geçici aşklar arkasında koşan.
* Cinsellik taşıyan veya hatırlatan.
* Haylaz.
* Okşayıcı bir söz gibi de kullanılır. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 7
çalışkan * Çok çalışkan, çalışmayıseven, faal. çalışkanlık * Çalışkan olma durumu, faaliyet. çalışma * Çalışmak işi, emek, say.
* Bir yapıelemanının yük altında biçim değiştirmesi, az veya çok zorlanması.
* Bünyesindeki suyun azalmasıveya çoğalmasısonucu ağacın biçim ve boyutlarının değişmesi.
* İşsaati.çalışma barışı * İşhuzuru. çalışma belgesi * Bir işyerinde veya alanında çalışılabileceğini gösterir belge. çalışma dolabı * Üst yüzeyinde çalışma tablası bulunan, ön yüzeyinde kapak ve çekmeceleri olan mobilya. çalışma gezisi * Bir iş bağlama veya ön anlaşma yapmak üzere çıkılan gezi. çalışma günü * Tatil günleri dışında kalan ve çalışılabilen her gün, işgünü. çalışma hayatı * İşhayatı. çalışma karnesi * İşveren tarafından çalışma hayatına başlayan işçiye verilen, onun işçilik durumunu gösterir belge. çalışma masası * Üzerinde işyapılan masa. çalışma odası * İçinde işyapılan oda. çalışma saati * İşsaati. çalışma saatleri * İşin başlama ve bitişanıarasındaki saatler, işsaatleri. çalışma yöntemi * Bir çalışma veya işsüresinde izlenen bilimsel ve metodik yöntem. çalışmacı * Sağlık, yönetim bilimi gibi konularda çalışma yapan kimse. çalışmak * Bir şeyi oluşturmak veya ortaya çıkarmak için emek harcamak.
* İşi veya görevi olmak.
* İşüzerinde bulunmak.
* (makine veya âletler için) İşe yarar durumda olmak veya işlemekte bulunmak.
* Bir şeyi yapmak için gereken çarelere başvurmak, o şeyi gerçekleştirmek için kendini zorlamak, çaba
harcamak.
* Bir şeyi öğrenmek veya yapmak için emek vermek.çalıştıran * İşveren. çalıştırıcı * Bir spor dalında, sporcuyu eğiten, yetiştiren ve çalıştıran kişi, antrenör. çalıştırıcılık * Çalıştırıcının işi veya mesleği. çalıştırılma * Çalıştırılmak durumu. çalıştırılmak * Çalışma yaptırılmak. çalıştırış * Çalıştırma işi. çalıştırma * Çalıştırmak işi veya biçimi. çalıştırmak * Çalışmasını sağlamak.
* Çalışmak işini yaptırmak.çalkağı * Çalkar. çalkak * Çalkar. çalkalama * Çalkalamak işi. çalkalamak * İçinde bir şey bulunan bir nesneyi sarsarak sallamak.
* Sulu bir şeyi sarsarak veya çırparak karıştırmak.
* Sudan sarsarak geçirmek veya içinden suyu çarparak geçirmek yolu ile bir şeyi temizlemek.
* Tahılısarsarak kalburdan geçirmek, elemek.
* Vücudun bir yerini sürekli oynatmak.
* (kuluçka yumurtalarını) Çevirmek.
* Sağlığının bozulmasına yol açmak.çalkalanış * Çalkalanmak işi veya biçimi. çalkalanma * Çalkalanmak işi. çalkalanmak * Çalkalanma işine konu olmak.
* Dalgalanmak.çalkalatış * Çalkalatma işi veya biçimi. çalkalatma * Çalkalatmak işi. çalkalatmak * Çalkatmak. çalkalayış * Çalkalama işi veya biçimi. çalkama * Çalkamak işi.
* Çalkalanarak yapılan.çalkamak * Tahıl elemek. çalkanış * Çalkanmak işi veya biçimi. çalkanma * Çalkanmak işi. çalkanmak * Çalkamak işine konu olmak.
* (deniz, göl için) Dalgalanmak.
* Coşmak.
* (haber, söylenti) Herkesin ağzında dolaşmak.
* Coşkunluk, hareketlilik içinde bulunmak.çalkantı * (deniz) Dalgalanma.
* Çalkanmışşey.
* Kalbur yardımıyla ayrılan çer çöp.
* Coşku.
* Kargaşa ve bunalımın yol açtığı düzensiz, karışık, sıkıntılıdurum.çalkantılı * Çalkantısı olan. çalkantısız * Çalkantısı olmayan. çalkar * Tahıl tanesini yabancınesnelerden seçmeye veya tohumlukta kullanılacak tahılıayırmaya yarayan döner
kalburlu araç, çalkağı.çalkatma * Çalkatmak işi. çalkatmak * Çalkalamak işini yaptırmak. çalkayış * Çalkamak işi veya biçimi. çalkı * Çalgıç.
* Tırpan.çalma * Çalmak işi.
* Hırsızlık, sirkat.
* Başa sarılan sarık.
* Çalınmış.
* Kakmalı olmayan, kalemle işlenmiş.
* Kibrit. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 9
çamur kalemi * Heykeltıraşların çamura biçim verme sırasında kullandıklarışimşir araç. çamura bulaşmak (veya batmak) * kirli ve uygunsuz bir işe karışmak. çamura taşatmak * 343 çirkefe taşatmak. çamura yatmak * borcunu ödememek, sözünü yerine getirmemek. çamurcuk * Sazangillerden, sazandan küçük, eti tatsız bir göl ve bataklık balığı(Chrondrostoma nasus). çamurcun * Anadolu ve Kuzey Afrika’da yaşayan bir tür ördek. çamurdan çekip çıkarmak * birini kötü veya onurunu tehlikeye düşüren bir durumdan kurtarmak. çamurlama * Çamurlamak işi.
* Yanmaya elverişli cevherin bir bölümünün eski üretim alanlarında bırakılmasısonucunda çıkması
muhtemel yangının önlenmesi işi.çamurlamak * Çamur sürmek, çamurla sıvamak.
* Kötülemek.çamurlanma * Çamurlanmak işi. çamurlanmak * Üzerine çamur sürülmek. çamurlaşma * Çamurlaşmak işi. çamurlaşmak * Çamur durumuna gelmek.
* Sataşmaya koyulmak.çamurlatma * Çamurlatmak işi veya biçimi. çamurlatmak * Çamur sürdürmek, çamurla sıvatmak. çamurlu * Çamur bulaşmış, üstünde veya içinde çamur bulunan. çamurluk * Çamuru çok olan yer.
* Paçalarıçamurdan korumak için giyilen tozluk.
* Taşıtlarda tekerleklerin üst bölümünü örten parça.
* Ayakkabıların çamurunu kazımak için yapılarda girişkapısının önünde, yere çimento veya betonla
tutturulan, demirden yapılmıştürlü biçimlerdeki ayakkabısileceği.çamurlukçu * Araçların çamurluklarınıyapan veya onaran kimse veya işyeri. çamurlukçuluk * Çamurlukçunun işi veya mesleği. çamursuz * Çamuru olmayan, üstünde çamur bulunmayan. çamuru karnında, çiçeği burnunda * Bkz. çiçeği burnunda, çamuru karnında. çan * İçinden sarkan tokmağının kenarlara vurmasıyla ses çıkaran madenden araç, kampana. çan çalmak * herkese bildirmek. çan çan * Çan sesine benzer ses çıkararak.
* Sürekli ve yüksek sesle edilen gevezelik.çan çan etmek (ötmek veya konuşmak) * yüksek sesle sürekli gevezelik etmek. çan çiçeği * Çan çiçeğigillerden, süs bitkisi olarak ekilen ve çiçekleri çan biçiminde olan bir bitki cinsi, Meryem ana
eldiveni (Campanella).çan çiçeğigiller * Bitişik taç yapraklılardan, örneği çan çiçeği olan bir bitki familyası. çan kulesi * İçinde çan bulunan uzun, yüksek yapı, kule. çanak * Toprak, metal vb. den yapılmışyayvan, çukurca kap.
* Çiçeğin en dışında bulunan yeşil yaprakların tümü.
* Göz çukuru.
* Çevresine göre alçakta bulunan ve genellikle geniştekne biçiminde yer.çanak ağızlı * Büyük ağızlı.
* Sırsaklamaz.çanak anten * Belirli frekanslarda uzaydaki aktarıcıdan yapılan radyo ve televizyon yayınlarınıalmaya yarayan tepsi
biçiminde anten.çanak çömlek * Topraktan yapılmıştürlü kaplar. çanak tutmak (veya açmak) * davranışlarıveya sözleriyle kötü bir karşılığa yol açmak. çanak üzengi * Basılan yeri, tabanın büyük bir bölümünü kaplayacak kadar genişüzengi. çanak yalamak * dalkavukluk etmek. çanak yalayıcı * Dalkavuk. çanak yalayıcılık * Dalkavukluk. çanak yalayıcılık etmek * dalkavukluk etmek. çanak yaprağı * Çanağı oluşturan yaprakların her biri. çanakçı * Çanak yapan veya satan kimse. çanakçılık * Çanak yapma veya satma işi. çanaklık * Gemi direklerindeki gözetleme yeri. çanaksı * Çanağa benzeyen, çanak gibi. çanaksıhücreler * Salgı olacağıvakit şişen ve belirli bir hacme geldiklerinde içlerindeki sıvısalgısını boşaltan bez hücreleri. çancı * Çan yapan veya satan kimse.
* Çan çalmakla görevli kimse.çancılık * Çancının işi veya mesleği. çandı * Çivisiz, birbirine geçirilme yöntemine göre hazır kesilmişkereste.
* Tahta kapak veya tavan.çandır * Karışık, melez.
* Aşılanmamış, yaban.çangal * Ayakta güreşirken karşı güreşçinin koltuğu altından bir kolu sokarak bir ayakla o güreşçinin bir bacağına
çengel taktıktan sonra onu öne doğru eğip başıüzerinden atma oyunu, çelme takma.çangal * Dallı budaklıağaç.
* Fasulye sırığı, sırık. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 13
çarpıkça * Biraz çarpık. çarpıklaşma * Çarpıklaşmak işi. çarpıklaşmak * Çarpık duruma gelmek. çarpıklaştırma * Çarpıklaştırmak işi. çarpıklaştırmak * Çarpık duruma getirmek. çarpıklık * Çarpık olma durumu, eğrilik. çarpılan * Bir çarpma işleminde tekrarlanan sayı. çarpılı * Çarpı işareti konmuş.
* Bir tür olta iğnesi.çarpılış * Çarpılmak işi veya biçimi. çarpılma * Çarpılmak işi.
* Çarpık duruma gelme.çarpılmak * Çarpmak işine konu olmak.
* Çarpık duruma gelmek.
* Alınıp gücenmek.
* Çekiciliğine kapılmak.çarpım * Çarpma işleminin sonucu olan sayı. çarpım cetveli * Bkz. çarpım tablosu. çarpım tablosu * Birbiriyle çarpılan sayıların (çoğu 1’den 9’a kadar) çarpımlarını gösteren çizelge, kerrat cetveli. çarpınma * Çarpınmak işi. çarpınmak * Çırpınmak. çarpıntı * (kalp için) Hızlıve sık vurma. çarpıntılı * Heyecanlı, telâşlı. çarpıntısıtutmak * heyecen, korku veya üzüntüden çarpıntınöbeti gelmek. çarpıntısız * Çarpıntısı olmayan. çarpış * Çarpmak işi veya biçimi. çarpışılma * Çarpışılmak işi veya biçimi. çarpışılmak * Çarpışmak işi yapılmak. çarpışma * Çarpışmak işi, müsademe, sadme.
* Öncülerin veya küçük birliklerin yaptıklarıküçük savaşma.çarpışmak * Birbirine çarpmak, tokuşmak.
* Vuruşmak.
* Birbirine üstün gelmeye çalışmak.çarpıştırma * Çarpıştırmak işini yapmak. çarpıştırmak * Çarpışmak işini yaptırmak. çarpıtılma * Çarpıtılmak işi veya biçimi. çarpıtılmak * Çarpıtmak işi yapılmak. çarpıtma * Çarpıtmak işi. çarpıtmak * Çarpık duruma getirmek.
* Gerçek anlamdan saptırmak.
* Yanlışa ve kötü duruma götürmek.çarpma * Çarpmak işi.
* Çarpmak işlemi, darp, zarp.
* Alaturka müzikte temel notaların arasına sıkıştırılmışve usulü bozmayan, tek perdelik küçük fazlalık.
* Kuyu çengeli biçiminde beşkollu büyük olta iğnesi.
* Çırpılarak yapılan (şey).çarpma işareti * Çarpmak işleminin yapılmasınısağlayan x işareti. çarpma kapı * Tek veya çift kanatlı olan, özel menteşesi yardımı ile içe ve dışa doğru açılabilen kapıtürü. çarpmak * Hızla değmek, vurmak.
* Etkisiyle birdenbire hasta etmek.
* Varlığına inanılan bir gücün öfkesine uğramak.
* El çabukluğu ile çalmak.
* Kurnazlıkla, zorla ele geçirmek.
* Hızlıatmak.
* Hızla bir yere vurmak.
* Biri çarpılan, öbürü çarpan denilen iki sayıverildiğinde, çarpanıçarpılandaki birim kadar çoğaltarak çarpım
adıverilen bir üçüncü sayıyıelde etmek, zarp etmek.
* Çekiciliğiyle etkilemek, şaşırtmak.çarptırış * Çarptırmak işi veya biçimi. çarptırma * Çarptırmak işi. çarptırmak * Çarpma işini yaptırmak veya çarpmasına yol açmak.
* Yankesiciye kaptırmak.çarşaf * Yatağın üstüne serilen veya yorgan kaplanan bez örtü.
* Eskiden kadınların kullandığıve baştan örtülen, pelerinli, eteklikli sokak giysisi.çarşaf çarşaf * Olabildiğince uzun, uzun uzun. çarşaf gibi * (deniz, göl, su için) dalgasız, dümdüz ve durgun. çarşaf kadar * (eni boyu küçük olması gereken şeyler için) pek büyük, çok geniş. çarşafa dolanmak * bir işin içinden çıkamamak, kötü ve başarısız duruma düşmek, zor durumda kalmak, çarşaflamak. çarşafa girmek * (eskiden, yeni yetişen kız için) çarşaf giymeye başlamak. çarşafçı * Çarşaf yapan veya satan kimse. çarşafçılık * Çarşaf yapma sanatıveya çarşaf satma işi. çarşaflama * Çarşaflamak işi. çarşaflamak * Yorganıçarşafla kaplamak.
* Kötü ve başarısız duruma düşmek, çarşafa dolanmak.çarşaflanma * Çarşaflanmak işi. çarşaflanmak * Çarşaflama işine konu olmak.
* Çarşaf giymek.