Kategori: Ç

Ç Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 35

    çızıktırmak * Çiziktirmek.
    -çi * Bkz. -cı/ -ci.
    çiçeğe kesmek * çiçek açmak.
    çiçeği burnunda (veya çiçeği burnunda, çamuru karnında) * yeni, çok taze, yeni koparılmış.
    çiçek * Bir bitkinin, üreme organlarınıtaşıyan çoğu güzel kokulu, renkli bölümü.
    * Çiçek açan kır veya bahçe bitkisi.
    * Davranışlarıhafif, toplum kurallarına uymayan kimse.
    * İrinli kabarcıklar dökerek yüzde izler bırakan ateşli, ağır ve bulaşıcı bir hastalık.
    * Süblimleşme veya çiçeksime yoluyla elde edilen toz.
    çiçek açmak (veya vermek) * çiçeklenmek.
    * yeniden ortaya çıkmak, görüntü vermek.
    çiçek aşısı * Çiçek hastalığına karşı bağışıklık sağlamak amacıyla aşı olarak yapılan zayıflatılmışçiçek virüsü.
    çiçek bahçesi * Çiçek yetiştirilen veya çiçeklerle kaplanmışsüslü bahçe.
    çiçek biti * Yarım kanatlılardan, küçük ve yumuşak vücutlu olan, bitkilerin üzerinde sürü durumunda yaşayan bir
    böcek.
    çiçek boyası * Kırmız.
    çiçek bozuğu * Çiçek hastalığından yüzü delik deşik olmuş, çopur.
    çiçek çıkarmak * çiçek hastalığına tutulmak.
    çiçek durumu * Çiçeklerin sap üzerindeki dizilişi.
    çiçek dürbünü * Bkz. kaleydoskop.
    çiçek evi * Çiçek yetiştirilen ve satılan yer.
    çiçek gibi * temiz, bakımlı, güzel.
    çiçek olmak * yaşına, durumuna uymayan aşırıdavranışlarda bulunmak.
    çiçek pazarı * Çiçeklerin alınıp satıldığıçarşı.
    çiçek sapçığı * Çiçekleri sapa birleştiren ince ve küçük sap.
    çiçek sapı * Çiçek durumunda bütün çiçeklerin, üzerinde toplandığıveya bitiştiği sap.
    çiçek soğanı * Lâle gibi çiçeklerin ekim zamanıköklerinde oluşan soğan biçimindeki yumru filiz.
    çiçek suyu * Turunçgillerin çiçeklerinin imbikten geçirilmesiyle elde edilen güzel kokulu su.
    çiçek tacı * Çiçeklerin üreme organlarının çevresinde türlü renkte yaprakçıklardan oluşan ve böcekleri çeken organ.
    çiçek tozu * Başçığın içinde bulunan, çiçekte döllenmeyi sağlayan toz.
    çiçek yağı * Ayçiçeği yağı.
    çiçek yaprağı * Çiçek sapıüzerinde ve çiçeğe yakın, özel biçimler gösteren yaprak.
    çiçekçi * Çiçek yetiştiren, satan veya yapma çiçek işiyle uğraşan kimse.
    * Çiçek satılan yer.
    çiçekçi esnafı * Sebze ve meyve toptancısı, komisyoncusu.
    çiçekçilik * Çiçek yetiştirme, satma veya yapma, çiçek yapıp satma işi.
    çiçekleme * Çiçeklemek işi.
    çiçeklemek * Çiçek dikmek.
    * Çiçekle donatmak.
    çiçeklendirme * Çiçeklendirmek işi.
    çiçeklendirmek * Çiçekli duruma getirmek.
    * Çiçekli bir durumdaymışgibi görünmek.
    çiçekleniş * Çiçeklenmek işi veya biçimi.
    çiçeklenme * Çiçek açma.
    * Çiçeğin açma zamanı.
    * Tuzların billûrlaşma sularınıyitirerek toz durumuna gelmesiyle oluşan tuzlar.
    çiçeklenmek * Çiçek açmak, çiçek vermek, çiçekli duruma gelmek.
    çiçekleşme * Çiçekleşmek işi veya durumu.
    çiçekleşmek * Çiçek durumuna girmek, çiçek gibi olmak.
    çiçekli * Çiçeği veya çiçek resimleri olan.
    çiçekli bitkiler * Bkz. tohumlu bitkiler.
    çiçeklik * Koparılmışçiçekleri koymaya yarar kap.
    * Çiçek saksılarınıkoymaya veya çiçek yetiştirmeye ayrılmışyer.
    * Eski evlerde süs eşyasıkonulan raflıduvar oyuğu.
    * Çiçeğin üzerinde çanak, taç ve öteki organlarının bulunduğu parça.
    çiçeksever * Çiçeğe düşkün kimse.
    çiçeksime * Çiçeksimek işi veya sonucu.
    çiçeksimek * Çiçek gibi olmak, çiçeklenmek.
    * Kristal durumunda bulunan bir bileşik, kristal suyunu yitirip beyazımsı bir toz durumunu almak.
    * Deride leke, sivilce, çiçek gibi döküntüler belirmek.
    çiçeksiz * Çiçeği olmayan.
    çiçeksiz bitkiler * Mantarlar ve eğrelti otları gibi, üreme organları gizli olan bitkiler sınıfı.
    çift * (nesneler için) Birbirini tamamlayan iki tekten oluşan.
    * Bir erkek ve bir dişiden oluşan iki eş.
    * Toprağısürmek için birlikte koşulan iki hayvan.
    * Küçük maşa veya cımbız.
    çift atış * Çıkışhakeminin, çıkışın yanlışolduğunu koşuculara bildirmek ve yarışıdurdurmak için yaptığı iki el
    tabanca atışı.
    çift ayaklılar * Duyargalarısekiz eklemli, vücut halkalarında ikişer çift ayak bulunan, ıslak ve karanlık yerleri seven çok
    ayaklılar topluluğu.
    çift camlı * Aralarında boşluk bırakılarak takılmışiki camı bulunan (pencere).
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 36

    çift cinsellik * Kişinin beyninde bir dişi bir de erkek gizil gücün bulunmasıdurumu.
    çift çubuk * Çiftçilik yapabilmek için gereken her türlü araç.
    * Mal mülk, para edebilecek bütün varlıklar.
    çift dalma * Ayakta güreşirken beklenmeyen bir atılımla karşısındakinin iki ayağını birden kapma.
    çift desimetre * Üzerinde yirmi cm’lik bölüntüler bulunan ölçü cetveli.
    çift dikiş * Birbirlerinden geçen iki sıra düz dikiş.
    * Bir sınıfta iki yıl üst üste okuma.
    çift direkli * İki direkli küçük yelkenli.
    çift dirsek * Boruya 180° lik dönüşveren dirsek.
    çift dişliler * Omurgalılardan, üst çenedeki bir çift kemirmeye yarayan kesici dişin arasında bir çift daha küçük dişleri
    bulunan kemiriciler takımının bir alt takımı.
    çift görmek * sarhoşolmak.
    çift kanatlılar * Sinekler gibi iki kanadı olan ve emici ağızları bulunan böcekler takımı, iki kanatlılar.
    çift kapı * Üst üste kapanan veya birbirine vidalanarak kullanılan, yalıtma özelliği çok, iki katlıkapı.
    çift kişilik * İki kişiye ait, iki kişilik.
    çift kol * Aynıyönde ilerleyen, duran veya yürüyen birliklerden ve araçlardan oluşan yan yana iki kol.
    çift koşmak * hayvanlarısabana pulluğa koşmak.
    çift küme * Birbirine çok yakın iki yıldız kümesi.
    çift motorlu * İki motorlu küçük uçak.
    çift parmaklılar * Memelilerin öküz, koyun gibi parmaklarıçift olan takımı.
    çift pencere * Yalıtkanlığı artırmak amacıyla üst üste kapanan iki kanat biçiminde yapılmışpencere.
    çift sayı * 4, 6, 8 gibi 2’nin katı olan ve 2’ye bölünebilen tam sayı.
    çift sürmek * saban, pulluk kullanarak toprağıekilebilir duruma getirmek.
    çift vuruş * Kasıtlı olmayan ama kurala da aykırı olan bir davranışa uygulanan ve doğrudan doğruya kaleye
    çekilemeyecek, iki vuruşlu bir ceza türü.
    çift yıldız * Birbirinin çekim etkisinde bulunan ve böylece ortak kütle merkezi çevresinde dolanan yakın iki yıldız.
    çift zamanı * Tarla sürme zamanı.
    çiftçi * Geçimini toprağıekerek sağlayan kimse, rençber.
    çiftçilik * Çiftçi olma durumu.
    * Çiftçinin gördüğü işler, tarım, rençberlik, ziraat.
    çiftçilik etmek * tarımla uğraşmak, rençberlik yapmak.
    çifte * İkisi bir arada bulunan veya ikili.
    * (sandal, kayık için) Çift kürekli.
    * At, eşek ve katırın arka ayaklarıyla vuruşu, tekme.
    * İki namlulu av tüfeği.
    çifte atmak * (at, eşek) arka ayakları ile vurmak.
    * iki namlulu av tüfeğini patlatmak.
    çifte çubuğa gitmek * ekim ve biçim işleriyle uğraşmak.
    çifte dalmak * Bkz. çift dalma.
    çifte dikiş * Bkz. çift dikiş.
    çifte gitmek * tarla sürmeye gitmek.
    çifte kavrulmuş * Bir çeşit sert ve ufak kesilmişlokum.
    * Pek pişkin (kimse).
    * Çok çile çekmiş(kimse).
    çifte kıskaç * İkili kıskaca alma durumu.
    çifte koşmak * başka bir işte kullanılan hayvanlarısabana, pulluğa koşmak.
    çifte kumrular * Çok sevişen ve birbirinden hiç ayrılmayan kimseler.
    çifte nağra * Birbirine bağlıküçük iki dümbelekten oluşan çalgı.
    çifte standart * Çifte ölçü, ikili davranışveya tutum.
    çifte vatandaşlık * İki ayrımillet vatandaşlığına sahip olma.
    çifte yemek * hayvanın çiftesine maruz kalmak.
    çiftehane * Kuşüretmeye yarar kafesli yer.
    çifteleme * Çiftelemek işi.
    çiftelemek * (hayvan) Arka ayaklarıyla tepmek.
    * (gemi) Havanın sertleşmesi üzerine ikinci demirini de atmak.
    çiftelenme * Çiftelenmek işi.
    çiftelenmek * Çifte yemek.
    çifteleşme * Çifteleşmek işi veya biçimi.
    çifteleşmek * Birbirini çiftelemek.
    çifteli * Çiftesi bulunan.
    * Çifte atan veya alnında çift sakar bulunan.
    * Rahat durmayan, sataşkan.
    * Uğursuz.
    çifter çifter * Her defasında, her yapılışında çift olarak.
    çiftetelli * Göğüs ve göbek titreterek, gerdan kırarak oynanan bir oyun.
    * Bu oyunun müziği.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 37

    çifti bozmak * çiftçilik yapmaktan vazgeçmek.
    çiftleme * Çiftlemek işi.
    çiftlemek * Çift duruma getirmek, ikilemek.
    * Dişi ile erkeği bir araya getirmek.
    çiftlenme * Çiftlenmek işi.
    çiftlenmek * İkili duruma getirilmek.
    çiftleşme * Çiftleşmek işi.
    çiftleşmek * Bir şey tek iken bir tanesinin daha katılmasıyla iki olmak.
    * Erkek ve dişi hayvan veya bitki hücreleri döllenmek için bir araya gelmek.
    çiftleştiriş * Çiftleştirmek işi veya biçimi.
    çiftleştirme * Çiftleştirmek işi.
    çiftleştirmek * Çift yapmak.
    * Hayvanlarıçiftleşmek üzere bir araya getirmek.
    çiftlik * Tarım yapılan, hayvan yetiştirilen ve orada çalışanların oturması için evleri bulunan geniştoprak parçası.
    çiftlik kâhyası * Çiftlik işlerini yöneten kimse.
    çiftteker * Bisiklet.
    çifttekerci * Bisikletçi.
    çifttekercilik * Bisikletçi olma durumu.
    Çigan * Çingene.
    Çigan müziği * Macar folklorundan gelişmişözel yaylısazla çalınan hareketli halk müziği.
    çiğ * Pişmemişveya az pişmiş.
    * Yersiz ve yakışıksız.
    * Yaşının gerektirdiği görgüye ve olgunluğa erişmişolmayan.
    * (renk, ışık için) Gözü rahatsız eden, göze batan.
    çiğbörek * Çiğkıyma, soğan ve baharat karışımınıaçılmışolan yufkaya koyarak hazırlanan ve yağda kızartılarak
    yapılan börek.
    çiğçiğyemek * parçalayıp öldürecek derecede birine kızmak.
    çiğdüşmek * hoşkarşılanmamak, kaba ve yersiz bulunmak.
    çiğiplik * Bükülmemişiplik.
    çiğkaçmak (veya düşmek) * yersiz, yakışıksız olmak.
    çiğköfte * İyice dövülmüşçiğetle ince bulgura biber, soğan, baharat, salça, maydanoz katılarak bulgur yumuşayıncaya
    kadar yoğrulup sıkılan ve pişirilmeden yenen köfte.
    çiğrenkçi * Çiğrenkçilik anlayışında resim yapan (sanatçı).
    çiğrenkçilik * XX. yüzyılın başlangıcında ilk defa izlenimciliğin renklerini bırakıp gereğinden çok saf renkler kullanarak
    abartılmıştabiat biçimlerini gösteren resim anlayışı.
    çiğsüt emmiş * Bkz. insanoğlu çiğsüt emmiş.
    çiğtoprak * Uzun zaman işlenmemiş, güç sürülür toprak.
    çiğyemedim ki karnım ağrısın * suç işlemedim ki korkayım.
    çiğde * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden bir ağaç, hünnap (Zizyphus sativa).
    * Bu ağacın kırmızıkabuklu, sert çekirdekli, iri zeytin biçiminde ve büyüklüğünde, güzün olgunlaşan yemişi.
    çiğdem * Zambakgillerden, türlü renklerde çiçek açan, çok yıllık, yumrulu bir kır bitkisi, mahmur çiçeği (Colchicum).
    çiğden vermek * yiyecek karşılığınıpara olarak ödemek.
    çiğe * Ceviz veya badem içi.
    Çiğil * Eski Türk boylarından biri.
    çiğin * Omuz.
    çiğindirik * İki ucuna su kabı, yoğurt tablası gibi taşınacak şeyler asılarak omuza alınan ağaç, omuzluk.
    çiğit * Çekirdek, özellikle pamuk çekirdeği.
    çiğitli * Çiğit karışmışolan.
    çiğleşme * Çiğleşmek işi.
    çiğleşmek * Göze batmak.
    * Kaba davranışlarda bulunmak.
    çiğlik * Çiğolma durumu.
    * Kaba, yersiz, yakışıksız davranış.
    çiğlik etmek * ters veya yersiz bir davranışta bulunmak.
    çiğnek * Yolüstü.
    çiğnem * Ağızda çiğnenecek miktar(da), bir parça, çiğnemlik.
    çiğneme * Çiğnemek işi.
    çiğnemek * Ağıza alınan bir şeyi dişler arasında ezmek, öğütmek.
    * Ayak veya tekerlek altına alarak ezmek.
    * Sayılması gereken bir şeyi saymamak, itibar etmemek, ayaklar altına almak.
    * Egemenliği altına almak, hükmetmek.
    çiğnemik * Ağızda çiğnenip çıkarılan yemek.
    çiğnemlik * Ağızda çiğnenecek miktarda olan.
    çiğneniş * Çiğnenmek işi veya biçimi.
    çiğnenme * Çiğnenmek işi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 38

    çiğnenmek * Çiğnemek işi yapılmak.
    * İşgal altına alınmak.
    çiğnetme * Çiğnetmek işi.
    çiğnetmek * Çiğnemek işini yaptırmak.
    çiğneyiş * Çiğnemek işi veya biçimi.
    çiklet * Şekerli ve kokulu çiğneme sakızı, jiklet.
    çikletçi * Çiklet yapan veya satan kimse.
    çikletçilik * Çikletçinin işi ve mesleği.
    çikolata * Kakaodan yapılan ve bazen içine şeker, süt, fıstık, fındık katılan yiyecek.
    çikolatacı * Çikolata yapan veya satan kimse.
    * Çok çikolata yiyen veya seven kimse.
    çikolatacılık * Çikolata yapmak veya satmak işi.
    çikolatalı * Çikolatası olan.
    çil * Orman tavuğugillerden, eti için avlanan, ormanlarda yaşayan bir kuş, dağtavuğu (Tetrastes bonasia).
    çil * Çoğunlukla yüzde oluşan kahverengi küçük benekler.
    * Aynada oluşan leke.
    * Köklerdeki kıl gibi ince uzantılar.
    * Tüyünde küçük benekler bulunan (hayvan).
    * Yeni ve parlak.
    çil çil * Pırıl pırıl, parlak.
    çil yavrusu gibi dağılmak * toplu bir hâlde bulunan insanların her biri bir yana dağılmak.
    çile * Dervişlerin kırk gün süre ile kendilerine uyguladıklarızahmetli ve perhizli dönem.
    * Zahmet, sıkıntı.
    çile * İpek, yün, pamuk gibi her türlü iplik kangalı.
    * Yay kirişi.
    çile çekmek * çok sıkıntıçekmek.
    çile çıkarmak (veya doldurmak) * sıkıntılı bir işin veya bir durumun sona ermesini beklemek.
    çilecilik * Dinî maksatlarla ve törelere bağlı olarak tabiî eğilimleri ve beden isteklerini yenmek için isteyerek acı
    çekme.
    çileden çıkarmak * çok kızdırmak.
    çileden çıkmak * olup bitenler karşısında sabrıve dayanıklığıkalmayıp taşkınlık göstermek.
    * çile süresini bitirmek.
    çilehane * Dervişlerin çile doldurduklarıyer.
    çilek * Gülgillerden, saplarısürüngen, çiçekleri beyaz bir bitki.
    * Bu bitkinin güzel kokulu, pembe, kırmızırenkli meyvesi.
    çilek reçeli * Çilek ve şekerden yapılan kokulu bir tür reçel.
    çilek suyu * Çilekten sıkılan meyve suyu.
    çilek üzümü * Bir tür üzüm.
    çilekçi * Çilek yetiştiren veya satan kimse.
    çilekçilik * Çilek yetiştirme veya satma işi.
    çilekeş * Birçok sıkıntılıve üzüntülü durumlara düşmüşolan.
    çilekeşlik * Çilekeşolma durumu.
    çileli * Çilesi olan, çok sıkıntıçekmişolan.
    * Çok üzüntülere yol açan.
    çilemek * Yağmur çiselemek.
    * Nemlenmek, ıslanmak.
    * (bülbül) Şakımak.
    çilenti * Hafif yağmur, serpinti.
    çilesi dolmak * dervişve tarikat ehlinin sadece dua ve ibadetle geçirmeleri gereken süreyi tamamlayarak çileden çıkması.
    * üzücü ve sıkıntılı bir durumdan kurtulmak.
    çileye girmek * dervişlerin kırk gün süre ile kendilerine uyguladıklarızorlu ve perhizli döneme girmek.
    çilingir * Kilit, anahtar gibi demirciliğin ince işlerini yapan usta.
    çilingir sofrası * Üzerine meze ve içki konmuştepsi, küçük içki sofrası.
    çilingirlik * Çilingirin yaptığı iş.
    çillenme * Çillenmek işi.
    çillenmek * Çil (Il) oluşmak.
    çilli * Çili olan.
    çilsiz * Çili olmayan.
    çim * Buğdaygillerden, bahçelerin yeşillendirilmesinde yararlanılan çok yıllık bitki (Lolium).
    çim çim * İsteksizce.
    çimbali * Orkestralarda çalınan iki yuvarlak yüzeyden oluşmuşmetal vurmalıçalgı.
    çimçek * Serçenin küçük bir türü.
    çimdik * Çimdiklemek işi.
    * Başparmakla işaret parmağının ucu arasına alınan miktar.
    * Gönül kıracak söz.
    * Tatar böreği.
    çimdik atmak (veya basmak) * çimdiklemek.
    çimdikleme * Çimdiklemek işi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 39

    çimdiklemek * Bir kimsenin etini iki parmak ucu arasında kıstırarak sıkıp acıtmak.
    * Bir bütünden küçük küçük parçalar koparmak.
    çimdiklenme * Çimdiklenmek işi.
    çimdiklenmek * Çimdik atılmak.
    çimdirme * Çimdirmek işi veya durumu.
    çimdirmek * Çimmek işini yaptırmak.
    çimek * Çimecek yer.
    çimen * Kendiliğinden yetişmişçim.
    * Bkz. çemen.
    çimenli * Çimeni olan.
    çimenlik * Çimeni olan (yer).
    çimensiz * Çimeni olmayan.
    çimento * Killi kalkerleri özel fırınlarda pişirip ezmekle elde edilen, çamuru çarçabuk katılaşıp sertleşen ve yapılara
    harç olarak kullanılan kül renginde veya beyaz toz.
    çimentocu * Çemento üreten veya satan kimse.
    çimentoculuk * Çimento üretmek veya satmak.
    çimentolama * Çimentolamak işi.
    çimentolamak * Çimento sürmek, çimento ile sıvamak.
    çimentolanma * Çimentolanmak işi.
    çimentolanmak * Çimento sürülmek, çimento ile kaplanmak.
    çimentolatma * Çimentolatmak işi.
    çimentolatmak * Çimento ile sıvatmak, çimento karışımımalzeme ile yaptırmak.
    çimentolu * Çimentosu olan.
    çimentosuz * Çimentosu olmayan.
    çimleme * Çimlemek işi.
    çimlemek * Çim ekmek.
    çimlendirme * Çimlendirmek işi.
    çimlendirmek * Çimlenmesini sağlamak.
    çimlenme * Çimlenmek işi.
    çimlenmek * Çimle kaplanmak.
    * Üzerinde çim bitmek.
    * Kendinin olmayan şeylerden biraz yarar sağlamak.
    * (yiyeceklerden) Azar azar alıp yemek.
    çimleyiş * Çimlemek işi veya biçimi.
    çimmek * Suya bütün vücuduyla girip çıkmak.
    Çin anasonu * Manolyagillerden, sarırenkteki çiçekleri anason kokan bir ağaççık (lllicium anisatum).
    Çin gülü * Bkz. kamelya.
    Çin lâhanası * Çin’de yetiştirilen bir tür lâhana.
    Çin leylâğı * Tespih ağacı.
    çinakop * Lüfer balığının küçüğü (Temnodon altator).
    Çince * Çin dili.
    çinçilya * Çinçilyagillerden, postu için avlanan, yumuşak ve gümüşrengi tüyleri olan kemirici hayvan (Chinchilla
    laniger).
    çinçilyagiller * Örnek hayvanıçinçilya olan kemiriciler familyası.
    Çingen * Çingene.
    Çingene * Hindistan’dan çıktıklarısöylenen, dünyanın çeşitli yerlerinde göçebe olarak yaşayan bir topluluk veya bu
    topluluktan olan kimse.
    * (Küçük ç ile) Cimri.
    Çingene borcu * Tutarıpek önemli olmamakla birlikte ufak ve dağınık borçların bütünü.
    Çingene çergesi * Derme çatma ve pis bir yer.
    Çingene çergesinde musandıra ne arar * yoksul bir kimseden ne beklenir?.
    Çingene düğünü * Gürültülü toplantı.
    Çingene kavgası * Önemsiz bir sorun üzerine başlayıp gittikçe kızışan, yakasıaçılmadık küfürlere yol açan kavga.
    Çingene palamudu * Palamut balığının yavrusu.
    Çingene parası * Bozuk para, ufaklık.
    Çingene pembesi * Göz alıcı, çiğpembe renk.
    * Bu renkte olan.
    Çingenece * Çingene dili.
    * (Küçük ç ile) Çingeneye yaraşır (biçiminde), çingene gibi.
    çingeneleşme * Çingeneleşmek işi.
    çingeneleşmek * Cimrice davranışlarda bulunmak.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 34

    çırpmak * Hızla ve kesik kesik silkelemek.
    * İki şeyi birbirine çarpmak.
    * Bir şeyin ucundan bir parça kesmek.
    * Sulu yiyecekleri hızla ve sürekli olarak çatal, kaşık gibi bir şeyle karıştırmak.
    * Güreşte rakibinin kollarını beli hizasında sımsıkıkavrayarak minderde kendi üzerinden sağa ve sola sırt
    üstü savurmak.
    * Çalmak, hırsızlık etmek.
    çırptırma * Çırptırmak işi.
    çırptırmak * Çırpmak işini yaptırmak.
    çıt * Küçük bir şeyin kırılırken çıkardığıhafif ve süreksiz ses.
    çıt çıkarmamak * hiç ses çıkarmamak.
    çıt çıkmamak * en hafif bir ses bile çıkmamak.
    çıt etmek * çıt sesi çıkarmak.
    çıt yok * en hafif bir ses bile yok.
    çıta * Düzgün biçilmişuzun ve ensiz tahta.
    çıtak * Dağda yaşayan ve geçimini odun satarak sağlayan.
    * Kaba, huysuz, kavgacı.
    çıtçıt * Üzerinde dikili bulunduklarışeyin iki kenarınıüst üste getirerek birleştirmeye yarayan iki parçadan yapılmış
    metal tutturmalık, fermejüp, kopça.
    * Mobilya kapaklarını, kapılarıkilitleme ve sürgülemenin dışında kapalıtutmaya yarayan ve az bir kuvvetle
    açılıp kapanmasınısağlayan iki parçalımetal veya plâstik araç.
    çıtçıtlama * Çıtçıtlamak işi.
    çıtçıtlamak * Çıtçıtla tutturmak.
    çıtıpıtı * Ufak tefek ve sevimli.
    çıtır çıtır * Kömür ve odun yanarken, ince tahta çubuklar vb. kırılırken, gevrek bir şey yenilirken çıkan ses.
    çıtır çıtır etmek * çıtırdamak.
    çıtır çıtır konuşmak * düzgün ve uzunca konuşmak.
    çıtır pıtır * (çocuklar için) Kolaylıkla ve tatlıtatlı(konuşmak).
    * Çıtıpıtı.
    çıtırdama * Çıtırdamak işi.
    çıtırdamak * Çıtır çıtır ses çıkarmak.
    çıtırdata çıtırdata * Çıtırdatarak.
    çıtırdatış * Çıtırdatmak işi veya biçimi.
    çıtırdatma * Çıtırdatmak işi.
    çıtırdatmak * Çıtır çıtır ses çıkarmasına yol açmak.
    çıtırdayış * Çıtırdamak işi veya biçimi.
    çıtırtı * Çıtırdama sesi.
    çıtkırıldım * Aşırı incelik, dayanıksızlık ve çekingenlik gösteren (kimse).
    çıtkırıldımlık * Çıtkırıldım olma durumu.
    çıtlama * Çıtlamak işi.
    * Antep fıstığının kabuğunu aralama.
    çıtlamak * Çıt sesi çıkarmak.
    çıtlatılma * Çıtlatılmak işi.
    çıtlatılmak * Çıtlatmak işi yapılmak.
    çıtlatış * Çıtlatmak işi veya biçimi.
    çıtlatma * Çıtlatmak işi.
    * Antep fıstığının kabuğunu aralama.
    çıtlatmak * Bir şeyden çıt sesi çıkarmak.
    * Bir kimseye, bilmediği bir şeyden ancak sezdirecek kadar söz etmek.
    * Antep fıstığının kabuğunu aralamak.
    * İşparçalarının bazıyerlerini oyup çıkarmadan makasla kesmek.
    çıtlık * Çitlembik.
    çıtpıt * Ayak altında ezilerek çıtır çıtır ses çıkaran bir tür patlangaç, çatapat.
    çıvdırma * Çıvdırmak işi.
    çıvdırmak * Çıvmak işini yaptırmak.
    çıvgar * Çift sürmekte veya araba çekmekte olan hayvanlara yardımcı olarak koşulan hayvan.
    çıvgın * Rüzgâr ve karla karışık yağan yağmur.
    * Ağaç sürgünü, filiz.
    çıvlama * Çıvlamak işi.
    çıvlamak * Fışkırarak akmak.
    çıvma * Çıvmak işi.
    çıvmak * Atlamak, sıçramak, zıplamak.
    * (hızla giden bir şey) Bir yere çarpıp yön değiştirmek, sekmek, çavmak, sapmak, inhiraf etmek.
    çıyan * Çok ayaklılardan.sarımtırak renkte, zehirli böcek (Scolopendra).
    çıyan gibi * hain bakışlısarışın kimse.
    çıyan gözlü * Mavi gözlü.
    çıyanlık * Hain olma durumu, hainlik.
    çıyanlık etmek * hainlik etmek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 40

    Çingenelik * Çingene olma durumu.
    * (Küçük ç ile) Arsızca aç gözlülük, cimrilik.
    çini * Duvarlarıkaplayıp süslemek için kullanılan, bir yüzü sırlıve genellikle çiçek resimleriyle bezeli, pişmiş,
    balçık levha, fayans.
    * Sırlıve süslü, pişmiş balçıktan yapılmışolan.
    çini döşemek * bir yeri çini ile kaplamak.
    çini mürekkebi * Simsiyah, ince ve solmaz bir is mürekkebi.
    çinici * Çini yapan veya satan kimse.
    çinicilik * Çini yapma sanatı.
    çinili * Çinisi olan, çinilerle bezenmişolan.
    çinisiz * Çinisi olmayan.
    çinke * Sağlam, sert taş.
    * En ufak parça.
    * Benek.
    çinko * Atom numarası30, atom ağırlığı65,37, mavimsi beyaz renkte olan sert bir element, tutya. KısaltmasıZn.
    * Bu elementten yapılmış.
    çinko * Tombala oyununda kartın bir veya iki sırasınıdoldurunca kazandığını bildiren ve açıkça söylenen söz.
    * Tombala oyununda kartın bir veya iki sırasınıdoldurana verilen ödül.
    çinkograf * Çinkografi ustası.
    çinkografi * Çoğaltılmak istenilen resim veya yazıların kalı bınıçinko üzerine çıkarma sanatı.
    Çinli * Çin milletinden veya bu milletin soyundan olan (kimse).
    çintiyan * İçi astarlı, uzun kadın donu, kadın şalvarı.
    çip * Milimetrik yüzeyler üzerinde on binlerce devre elemanından oluşan ve son derece karmaşık elektronik
    devrelerin yerleştirildiği, genellikle silikon gibi yarı iletken bir malzemeden yapılmışince bir dilim.
    çipil * (göz için) Ağrılıve kirpikleri dökülmüş.
    çipilleşme * Çipilleşmek işi.
    çipilleşmek * Gözleri çipil duruma gelmek.
    çipilti * Yağmur serpintisi.
    çipo * Gemiyi istenilen bir yerde tutmak için bir zincirle denize atılan, iki veya daha çok kolu bulunan gemi
    demiri.
    çipura * Karagöz balığına benzer, eti beyaz bir Akdeniz balığı(Aurata aurata).
    çir * Kayısı, erik, zerdali gibi meyvelerin kurusu.
    çirçirci * Çirçir yapan kimse.
    çiriş * Çirişotunun kökünün öğütülmesiyle yapılan ve su ile karılarak tutkal gibi kullanılan esmer, sarı bir toz.
    çirişgibi * yapışkan ve acı.
    çirişotu * Zambakgillerden, beyaz çiçekli bir bitki (Asphodelus).
    çirişçi * Çirişyapan ve satan kimse.
    çirişçi çanağı * Çirişhazırlamakta kullanılan derin kap.
    * Acıve kurumuş, zehir gibi.
    çirişçilik * Çirişçinin işi veya mesleği.
    çirişleme * Çirişlemek işi.
    çirişlemek * Çirişsürmek.
    çirişlenme * Çirişlenmek işi veya durumu.
    * Nişastanın ve bazı inorganik tuzların etkisi ile granürler yapısının bozulması, su alarak şişmesi, kristal
    özelliğini kaybetmesi ve viskozite ve enzimlere karşıhassasiyetinin artması.
    çirişlenmek * Çirişsürülmek.
    çirişli * Çirişsürülmüş.
    * İnceliği kola ile örtülmüş(bez, kumaş).
    çirkef * Pis ve bulanık su.
    * İğrenç ve bulaşkan (kimse veya şey).
    çirkefçe * Çirkefe yakışır bir biçimde (olan).
    çirkefe (çamura) taşatmak (veya çirkefi üzerine sıçratmak) * edepsiz bir kimsenin tepkisine yol açacak bir davranışta bulunmak.
    çirkefleşme * Çirkefleşmek işi.
    çirkefleşmek * Çirkef durumuna gelmek.
    çirkefli * İğrenç ve pis durumda bulunan.
    çirkeflik * Çirkef olma durumu veya çirkefçe davranış.
    çirkin * Göze veya kulağa hoşgelmeyen, güzel karşıtı.
    * Yakışık almayan.
    * Karanlık, dalavereli, şüpheli.
    çirkin kaçmak * hoşolmayan bir durum olmak.
    çirkince * Çirkine yakın, çirkin bir biçimde (olan).
    çirkinleşme * Çirkinleşmek işi.
    çirkinleşmek * Çirkin bir duruma gelmek.
    çirkinleştirme * Çirkinleştirmek işi.
    çirkinleştirmek * Çirkin bir duruma getirmek.
    çirkinlik * Çirkin olma durumu.
    * Çirkin olanın niteliği.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 31

    çıkra * Sık çalı.
    çıkralık * Çıkra ile örtülü yer.
    çıkrık * Kuyudan kovayıçekmeye yarayan ve el ile çevrilen araç.
    * İplik bükmek, iplik sarmak gibi işlerde kullanılan, el veya ayakla çevrilen dolap.
    * Ağır bir şeyi çekecek ipin sarılmasına yarayan ve bir eksen üzerinde uzunca bir kolla çevrilerek dönen
    silindir.
    çıkrıkçı * Çıkrık yapıp satan kimse.
    * Elyaf fitillerini incelterek iplik veya elyaf yünü hâline getiren ve boşmakaralara saran bir makine.
    çıkrıkçılık * Çıkrık yapma işi veya satma.
    çıkrıkçın * Bir ördek türü.
    çıkrıklı * Çıkrığı olan.
    çıkrıksız * Çıkrığı olmayan.
    çıktı * Üretim sonucu ortaya çıkan ürün, girdi karşıtı.
    * Artık.
    * Bilgisayarda yazılan bir metni kâğıda dökme.
    * Mezuniyet belgesi.
    -çıl * Bkz. -cıl / -cil.
    -çıl * Küçültme sıfatlarıtüreten ek: ak-çıl, kır-çıl vb.
    çılan * İri bir çeşit çiğde.
    çılbır * Yoğurtlu yumurta yemeği.
    çılbır * Yulara takılan ip veya zincir.
    çıldır çıldır * Canlıcanlı.
    * Parlak parlak, parlayarak.
    çıldırasıya * Çıldıracak gibi, pek çok.
    çıldırış * Çıldırmak işi veya biçimi.
    çıldırma * Çıldırmak işi.
    çıldırmak * Delirmek, aklını oynatmak.
    * Israrla istemek, büyük arzu göstermek.
    çıldırtıcı * Çıldırtmak işini yapan.
    çıldırtıcılık * Çıldırtıcı olma durumu.
    çıldırtma * Çıldırtmak işi.
    çıldırtmak * Çıldırmasına sebep olmak.
    çılgın * Aşırıdavranışlarda bulunan, deli, mecnun.
    * Çok büyük, aşırı, olağanüstü.
    çılgına dönmek * sevniç, öfke, kızgınlık vb. duygular sonucu aşırıölçüde heycanlamak, kendine hâkim olamamak.
    çılgınca * Deli gibi, delicesine.
    * Aşırı bir biçimde.
    çılgıncasına * Çılgın gibi, çılgına dönmüşolarak.
    çılgınlaşma * Çılgınlaşmak işi.
    çılgınlaşmak * Çılgınca davranışlarda bulunmak.
    çılgınlık * Aşırıdavranış.
    çılkava * Bkz. cılkava.
    çıma * Halat ucu.
    çıma vermek * halat uzatmak.
    çımacı * Vapur iskelelerinde çıma uzatan veya tutan işçi.
    çımacılık * Çımacının işi.
    çımbar * Dokuma tezgâhındaki kumaşı germeye yarayan iki tarafıdişli araç, çımbar.
    çımkırma * Çımkırmak işi.
    çımkırmak * (kuşiçin) Pislemek.
    çın * Doğru, gerçek.
    çın çın * Metal eşyaya vurulunca çıkan sese benzeyen bir ses çıkararak.
    çın çın inletmek * gür ve keskin ses çıkarmak.
    çın çın ötmek * sürekli olarak keskin ses çıkarmak.
    çın tutmak * doğru olduğunu söylemek, doğrulamak.
    çınar * İki çeneklilerden, 30 m’ ye kadar uzayabilen, gövdesi kalın, uzun ömürlü, genişyapraklı bir ağaç (Platanus).
    çınargiller * Örneği çınar olan bitki familyası.
    çınarımsı * Çınara benzeyen.
    çınarımsı isfendan * Çınara benzer akça ağaç türü (Acer psüudoplatanus).
    çınarlı * Çınarı olan.
    çınarlık * Çınar ağaçlarıçok olan yer.
    çınayaz * Açık, mehtaplı, çok soğuk hava.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 32

    çınçınlatmak * (kadehleri) Birbirine tokuşturmak.
    çıngar * Kavga, gürültü.
    çıngar çıkarmak * gürültü, kavga çıkarmak.
    çıngar kopmak * gürültü, kavga çıkmak.
    çıngı * Kıvılcım.
    * Parça, zerre.
    çıngıl * Ufak ve seyrek taneli üzüm salkımı.
    çıngır çıngır * (ses için) Çıngırak sesi gibi ses çıkararak.
    çıngırağıçekmek * ölmek.
    çıngırak * Küçük çan.
    * İçindeki tanelerin hareketiyle ses çıkaran metal yuvarlak nesne.
    çıngırakçı * Çıngırak yapan veya satan kimse.
    çıngırakçılık * Çıngırak yapmak veya çıngırak satmak işi.
    çıngıraklı * Çıngırak taşıyan, üzerinde çıngırak bulunan.
    * Neşeli ve yüksek sesle (gülme, kahkaha).
    çıngıraklıyılan * Çıngıraklıyılangillerden, kuyruk ucundaki sert pullarıkımıldatarak kuru yaprak hışırtısına benzer bir ses
    çıkartan tehlikeli bir yılan (Crotalus).
    çıngıraklıyılangiller * Omurgalıhayvanlardan sürüngenler sınıfına giren bir familya.
    çıngırdak * Çıngırak.
    * Çocuk oyuncağı olarak kullanılan saplı bir tür çıngırak.
    çıngırdama * Çangırdamak işi.
    çıngırdamak * Çıngırak sesi çıkarmak.
    çıngırdatma * Çıngırdatmak işi.
    çıngırdatmak * Çıngırak sesi çıkarmasını sağlamak.
    çıngırtı * Çıngırağın sesine benzer keskin ve kesik ses.
    çınlak * Çınlaması, yankısıçok olan (yer).
    çınlama * Çınlamak işi.
    çınlamak * Çın diye ses çıkarmak.
    * Yankıvermek.
    çınlamalı * Çınlaması olan.
    çınlatış * Çınlatma işi veya biçimi.
    çınlatma * Çınlatmak işi veya biçimi.
    çınlatmak * Çınlamasını sağlamak.
    çınlayış * Çınlamak işi veya biçimi.
    çınsabah * Sabahleyin, çok erken.
    çıpıçıpı * (çocuk dilinde) Yıkanma.
    çıpıl çıpıl * Su ile oynayarak.
    çıpıldak * (küçük çocuklar için) Çıplak.
    çıpır * Yonga.
    çıpır makinesi * Elyaflıplâka imalâtında kullanılmak üzere odunlarıyonga hâline getiren makine.
    çıplak * Üstünde bulunması gereken giysi, örtü vb. bulunmayan.
    * (başiçin) Saçsız.
    * Üzerinde yeşillik bulunmayan.
    * İçinde, gerekli eşya bulunmayan.
    * Yalın, süssüz.
    * Olduğu gibi, apaçık.
    * Çıplak vücut resmi, nü.
    * Yoksul kimse.
    çıplak alev * Isıtılacak maddelere veya bunların içinde bulunduğu kaplara doğrudan doğruya yöneltilen ateşveya alev.
    çıplak at * Koşumlarıve gemi takılmamış, eyerlenmemişat.
    çıplak gözle (bakmak) * görmeye yardımcı olacak hiçbir araç kullanmaksızın.
    çıplak maden * Tamamen saf durumda, içinde hiçbir yabancımadde bulunmayan maden.
    çıplak mülkiyet * Yararlanma hakkı başkasının olan bir mal üzerindeki sahiplik durumu, kuru mülkiyet.
    çıplak resim * Resim sanatında çıplak insanıkonu alan bir resim türü, nü.
    çıplak tohumlular * Açık tohumlar.
    çıplak ücret * Vergiler, yan ödemeler veya primler dışında kalan aslî ücret.
    çıplaklar kampı * İçinde, insanların giysisiz dolaşıp yaşadıklarıdinlenme bölgesi.
    çıplaklaşma * Çıplaklaşmak işi.
    çıplaklaşmak * Çıplak duruma gelmek.
    çıplaklaştırma * Çıplaklaştırmak işi.
    çıplaklaştırmak * Çıplak duruma getirmek.
    çıplaklığıyla * hiçbir şey saklamaksızın, olduğu gibi.
    çıplaklık * Çıplak olma durumu.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 33

    çıplanma * Çıplanmak işi.
    çıplanmak * Çıplak duruma gelmek.
    çır çır * Çırpınmak fiili ile birlikte ne yapacağınışaşırmış bir durumda çok üzüntü ve telâşanlatır.
    çıra * Çam gibi reçineli ağaçların yağlıve çabuk yanmaya elverişli bölümü.
    * Lâmba.
    çıra dibine ışık vermek * Bkz. mum dibine ışık vermek.
    çırağ * Mum, kandil, lâmba gibi ışık aracı; ışık.
    çırak * Zanaat öğrenmek için bir ustanın yanında çalışan kimse.
    * Dükkânda ayak işlerine bakan kimse.
    * Saray veya daire gibi büyük yerlerde yıllarca hizmet ettikten sonra geçimi sağlanarak izin verilen kimse.
    çırak çıkarmak * bir kimsenin beklediğinden az bir kazançla ortalıktan uzaklaştırıldığınıanlatmak için kinayeli olarak
    kullanılır.
    * Cariye veya odalıkların saray, konak veya köşk gibi büyük yerlerde yıllarca hizmet ettikten sonra
    evlenmesine veya geçimi sağlayacak o yerden ayrılmasına izin vermek.
    çırak etmek * bir ustanın yanında çalıştıktan sonra geçimini sağlayabilecek düzeye erişmişolan kişiye bağımsız çalışması
    için izin vermek.
    çıraklık * Çırak olma durumu, yamaklık.
    * Çırağın yaptığı iş.
    * Çırağa verilen ücret.
    * Çırakların çalıştığıyer.
    çıraklık etmek * çırak olarak çalışmak.
    çırakma * Üzerine kandil, mum veya herhangi bir ışık konulan yüksek tabla, şamdan.
    çırakman * Üzerinde meş’ale yakılan kule veya demir direk.
    * Balıkçıların balıklarıkıyıya çekebilmek için geceleyin yaktıklarıateş.
    * Çırakma.
    çıralı * Çırası olan veya çıra gibi reçineli olan.
    çıralık * Çıra olarak kullanılmaya elverişli.
    çıramoz * Balıkçıların, ateş balığı avlarken üzerinde çıra ve funda yaktıklarıızgara.
    çırçıl * Gemilere yükleme sırasında, bir fıçıyıyukarıkaldırabilmek için fıçının iki başına takılan enli ve kancalı
    zincir.
    çırçıplak * Bütünüyle çıplak, çırılçıplak.
    çırçıplaklık * Çırçıplak olma durumu.
    çırçır * Pamuğu çekirdeğinden ayırmaya yarayan âlet.
    çırçır * Küçük pınar.
    * Cırcır böceği.
    çırçırlama * Çırçılamak işi veya durumu.
    çırçırlamak * Pamuk, keten ve kendir gibi bitkisel dokuma ham maddelerini çekirdek veya kabuklarından temizlemek.
    çırılçıplak * Tamamen çıplak, çırçıplak.
    * Çok açık ve yalın bir durumda.
    çırılçıplaklık * Çırılçıplak olma durumu.
    çırnık * Küçük boyda kayık.
    * Üç flok yelkeni bulunan, iki yüz tona kadar olabilen, tek ve yekpare direkli yelkenli.
    çırpı * Dal, budak kırpıntısı.
    * Boyalıve gergin bir sicimi yay gibi çekip bırakmak yoluyla çizgi çizme.
    çırpı(gibi) * (kol ve bacak için) çok ince, çok zayıf.
    çırpı ipi * İki nokta arasında düzgünlüğü sağlamak için kullanılan ip.
    çırpıvurmak * boyaya batırılmışipin gerilip çabucak çırpılmasıyla yüzeylere çizgi çekmek.
    çırpıcı * Çırpmak işini yapan.
    * Yazma kumaşişlerini, boyalarıtutsun diye deniz suyunda çırpan kimse.
    çırpılma * Çırpılmak işi.
    çırpılmak * Çırpma işine konu olmak.
    çırpınıçırpını * Çırpınarak.
    çırpınış * Çırpınmak işi veya biçimi.
    çırpınma * Çırpınmak işi.
    çırpınmak * Acı ile kımıldanmak.
    * Kaslar birdenbire kendiliğinden ve düzensiz bir biçimde kımıldamak, ihtilâç etmek.
    * Ses çıkararak hafif dalgalanmak.
    * Ne yapacağınışaşırmış bir durumda üzüntü ve telâşgöstermek.
    * Çok istenilen bir şeyi gerçekleştirebilmek için aşırıderecede çaba harcamak.
    çırpıntı * Çırpınma.
    * Suların ufak ve oynak dalgalarla kaynaşması.
    çırpıntılı * Ufak ve oynak dalgalı(deniz).
    çırpış * Çırpma.
    çırpışma * Çırpışmak işi.
    çırpışmak * (kuşlar) Kanatlarını oynatmak.
    çırpıştırılma * Çırpıştırılmak işi.
    çırpıştırılmak * Çırpıştırmak işi yaptırılmak.
    çırpıştırma * Çırpıştırmak işi.
    * Çarçabuk, özensiz ve üstünkörü yapılan (iş).
    çırpıştırmak * Emek harcamadan, özensiz ve üstünkörü yapmak.
    çırpıya getirmek * bir sıra veya çizgi üzerine getirmek.
    çırpma * Çırpmak işi.
    * Kumaşın kenarınıkıvırıp dikmek için iğne, kenara göre çapraz tutularak ve çift kattan batırılıp tek kattan
    çıkarılarak yapılan dikiş biçimi.
    çırpmacı * Çırpmak işini yapan kimse.
    çırpmacılık * Çırpmacının işi veya mesleği.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 25

    çerçeve * Resim, yazı, ayna gibi şeyleri süslemek veya bir yere asılabilecek duruma getirmek için bunlara geçirilen
    kenarlık.
    * Kapı, pencere ile bunların cam veya tablalarının yerleştirilmişolduğu kenarlık.
    * Bir düşünce alanının sınırlarıveya bu sınırlar içindeki alan.
    * Beden eğitiminde asılma ve tırmanmalar için kullanılan araç.
    çerçeve anlaşma * Hükûmet ile sendika ve işverenler arasında toplu sözleşme öncesinde varılan ön anlaşma.
    çerçeveci * Çerçeve yapan kimse.
    * Resimlere, tablolara çerçeve takma işiyle uğraşan kimse.
    çerçevecilik * Çerçeve yapma veya satma işi.
    çerçeveleme * Çerçevelemek işi.
    * Filmi çevrilecek başlıca cismin, gerek büyüklük gerek yer bakımından görüntü çerçevesine göre
    düzenlenmesi işi.
    çerçevelemek * Bir şeye çerçeve geçirmek veya bir şeyi çerçeve içine alma.
    çerçevelenme * Çerçevelenmek işi.
    çerçevelenmek * Çerçeve içine alınmak.
    çerçeveletme * Çerçeveletmek işi.
    çerçeveletmek * Çerçeve geçirtmek.
    çerçeveli * Çerçeve geçirilmişveya çerçeve içine alınmışolan.
    çerçevesiz * Çerçeve içinde olmayan.
    çerçi * Köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaşarak ufak tefek tuhafiye eşyasısatan gezginci esnaf.
    * (bazı bölgelerde) Tuhafiyeci.
    çerçici * Çerçi.
    çerçilik * Çerçinin yaptığı iş.
    çerden çöpten * Dayanıksız, çürük.
    * Zayıf, narin, çelimsiz.
    çerez * Asıl yemekten sayılmayan, peynir, zeytin gibi yiyecekler.
    * Yemek dışında yenilen yaşveya kuru yemişgibi şeyler.
    çerezci * Çerez satan kimse.
    çerezcilik * Çerez satma işi.
    çerezlenme * Çerezlenmek işi.
    çerezlenmek * Çerez türünden bir şeyler yemek.
    * Bir şeyden biraz yararlanmak, çimlenmek.
    çerezlik * Çerez olabilecek şeyler.
    * Çerez konulan kap.
    çerge * Derme çatma çadır, göçebe çadırı.
    * Çingene çadırı.
    * Otağ.
    çergeci * Padişah çadırını beklemekle görevli yeniçeri.
    çergi * Bkz. çerge.
    çergici * Pazarlarda sergi açan gezginci esnaf.
    çeri * Asker.
    çeribaşı * Alay beyi.
    * Çingene topluluklarının başı.
    çeribaşılık * Çeribaşı olma durumu.
    Çerkez * Kafkasya’da yaşayan bir boy veya bu boydan olan kimse.
    * Çerkezlere özgü, Çerkezlerle ilgili.
    Çerkez peyniri * Peynir yapmak için mayalanan sütün ince dilimler hâlinde sıcak suya atılmasıyla yapılan, taze veya kuru
    olarak yenen tuzlu bir peynir türü.
    Çerkez tavuğu * Tavuk, hindi gibi kümes hayvanlarının etinden yapılan ve salçasına dövülmüş ceviz, biber katılarak
    hazırlanan bir yemek.
    Çerkezce * Çerkez dili.
    çerkezlik * Çerkez gibi davranma eğilimi.
    çermik * Kaplıca, ılıca.
    çerviş * Kasaplık hayvanlardan elde edilen çeşitli yağların eritilmişi.
    * Yemeğin sulu kısmı.
    çervişli * Çervişi olan.
    çeşit * Aynıtürden olan şeylerin bazıözelliklerle ayrılan öbeklerinden her biri, tür, nevi.
    * Canlıların bölümlenmesinde, bireylerden oluşan, türden daha küçük birlik.
    * Türlü.
    çeşit çeşit * Çeşitli olan, türlü türlü.
    çeşitkenar * Kenarlarından hiçbiri ötekine eşit olmayan (çokgen).
    çeşitkenar üçgen * Üç kenarıda ayrıuzunlukta olan üçgen.
    çeşitleme * Çeşitlemek işi.
    * Belli bir temayıdeğişik armoni, melodi ve ritmle süsleyerek yeniden çalma, varyasyon.
    çeşitlemek * Bir şeyin çeşidini artırmak.
    çeşitlendirme * Çeşitlendirmek işi.
    çeşitlendirmek * Çeşitlerini artırmak.
    çeşitlenme * Çeşitlenmek işi.
    çeşitlenmek * Çeşitli duruma gelmek.
    çeşitli * Çeşidi çok olan, türlü, mütenevvi.
    çeşitlilik * Çeşidi çok olma durumu, tenevvü.
    çeşme * Çoğunlukla herkesin yararlanması için yapılan, borularla gelen suyun bir oluktan veya musluktan aktığı,
    yalaklısu hazinesi veya yapısı.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 24

    çengel atmak * bir konuya taraftar toplama girişiminde bulunmak, ilişki kurmak.
    çengel çeneliler * Çeneleri gaga biçiminde uzamışve tam kemikleşmemiş balıklar takımı, yapışık çeneliler.
    çengel iğnesi * Çengel biçiminde ilmiklerden oluşan bir tür işleme.
    * Çengelli iğne.
    çengel sakızı * Kengel sakızı.
    çengel takmak * uğraşmak veya kötülük etmek için el atmak.
    çengelleme * Çengellemek işi.
    çengellemek * Çengelini takmak.
    * Çengel atışyapmak.
    çengellenmek * Çengel takılmak, çengelle tutturulmak.
    çengelleyiş * Çengellemek işi veya biçimi.
    çengelli * Çengeli olan veya ucu çengel biçiminde olan.
    çengelli iğne * Tutturulduğu yerden kurtulmaması için ucu özel yuvaya geçirilen iğne.
    çengelsi * Çengeli andıran, çengel biçimli.
    çengi * Çalgıeşliğinde oynamayımeslek edinmişkadın.
    çengi kolu * Çengilerden oluşan topluluk.
    çengi takımı * Çengi kolu.
    çengilik * Çenginin yaptığı iş.
    çengüçegane * Saz eğlentisi.
    çenileme * Çenilemek işi.
    çenilemek * Canıyanan köpek ağlar gibi acıacıses çıkarmak.
    çenk * Harpıandıran, telli bir çalgı.
    çentik * Bir şeyin kenarından kesilerek veya kırılarak açılan küçük kertik, tırtık.
    * Kertikli.
    * Küçük oyuk.
    * Basım sırasında basım aletinin diyaframını belirli bir açıklığa getirecek düzeni işletmek için filmin kenarına
    yapılan çukurluk.
    çentik açmak * çentik oluşturmak.
    çentik atmak * çentiklemek.
    çentikleme * Çentiklemek işi.
    çentiklemek * Bir şeyde çentik açmak.
    * Bir şeyi ince doğramak.
    çentiklenme * Çentiklenmek işi.
    çentiklenmek * Çentikli duruma gelmek.
    çentikli * Üzerinde çentik bulunan.
    çentilme * Çentilmek durumu.
    çentilmek * Çentmek işine konu olmak.
    çentme * Çentmek işi.
    çentmek * Bir şeyin kenarında kertik açmak.
    * Soğan, salatalık gibi şeyleri küçük ve ince parçalar durumunda doğramak.
    çepçevre * Bkz. çepeçevre.
    çepeçevre * Bütün yanlarınıkuşatacak biçimde, fırdolayı.
    çepel * Kir, bulaşık, çamur, pislik.
    * Ürüne karışmışyabancımadde.
    * Çalıçırpı.
    * Bozuk, kapalı, yağmurlu hava.
    çepelleme * Çepellemek işi.
    çepellemek * Çepel duruma getirmek, karıştırmak.
    çepellenme * Çepellenmek işi.
    çepellenmek * Çepelli duruma gelmek.
    * Karışıp bozulmak.
    çepelli * İçinde sap, taş, toprak gibi yabancımadde bulunan.
    çepellilik * Çepelli olma durumu.
    çeper * Çit.
    * Ahlâksız, huysuz, geçimsiz kimse.
    * Bağçubuğu, çalıçırpı.
    * Sebze bahçesi.
    * Zar.
    çeper çekmek * çitten duvar çevirmek.
    çeperli * Çeperi olan, çeperle çevrili bulunan.
    çepez * Bozuk ipek kozası.
    çepiç * Çebiç.
    çepin * Bahçelerde kullanılan küçük çapa.
    Çepni * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    çer * “Gelişigüzel ve dayanıksız yapılmış” anlamında çer çöp veya çerden çöpten ikilemelerinde geçer.
    çer çöp * Çalıçırpıkırıntısı.
    * Döküntü, süprüntü.
    * Bazıçocuk oyunlarında dikkat anlamında kullanılan uyarma sözü.