mihrak | * Odak. |
mihrap | * Cami, mescit gibi yerlerde Kâbe yönünü gösteren, duvarda bulunan ve imama ayrılmışolan oyuk veya girintili yer. * Umut bağlanan yer. |
mihver | * Eksen. * Konuşulan, yazılan, tartışılan veya düşünülen bir konunun en önemli noktası. |
-mik | * Bkz. -mık / -mik. |
mika | * Püskürük ve başkalaşmışkayalar içinde bulunan, alüminyum silikat ile potasyumdan oluşmuş, yapraklar durumunda ayrılabilen parlak bir minarel, evren pulu. * Bu minaralden yapılmışolan. |
mikado | * Japon imparatorlarına verilen unvan. * Fil dişi, tahta veya kemikten yapılmışküçük çubuklarla oynanan bir oyun. |
mikalı | * Yapımında mika maddesi kullanılan. |
mikalıcam | * Yapımında mika maddesi kullanılan, darbe aldığında tuz buz olup dağılmayan cam türü. |
mikâp | * Küp. |
mikaşist | * Küçük kuvars billûrlarıyla mikadan oluşmuş, yaprak biçiminde başkalaşıma uğramışkaya. |
mikoloji | * Mantar bilimi. |
mikos | * Mantar asalaklarından oluşan hastalık. |
mikoz | * Mantar. |
mikro- | * “Küçük” anlamıveren ön ek. |
mikroamper | * Amperin milyonda birine eşit akım şiddet birimi. |
mikrobik | * Mikropla ilgili; mikroplu. |
mikrobiyolog | * Mikrobiyoloji uzmanı. |
mikrobiyoloji | * Mikroplarıkonu alan bilim dalı. |
mikrodalga | * Boyları1 mm. ile 1 m. arasında değişen (milimetre, santimetre ve desimetre cinsinden) elektromagnetik dalga. |
mikrofilm | * Herhangi bir belgeyi, yayınıvb. yi küçük sinema filmi gibi bir şerit üzerine çeken, özel bir fotograf makinesiyle elde edilmişfilm. |
mikrofon | * Elektrik akımıetkisiyle sesi uzakta bulunan alıcıya ulaştıran araç. |
mikrofona koymak | * hikâye, roman, oyun gibi eserleri radyo için elverişli duruma getirip yayımlamak. |
mikrofoncu | * Ses kaynağının yer değiştirmesine göre mikrofonu yöneten kimse. |
mikrofonik | * Mikrofona uygun düşen. |
mikrokok | * Nokta biçimdeki mikroplara verilen genel ad. |
mikrolit | * Bazıtaşların yapısında bulunan, prizma biçiminde ve ancak mikroskopla görülebilen billûrlar. |
mikrometre | * Büyük ölçüde büyütme gücü olan teleskop, mikroskop gibi optik aletlerle incelenen nesnelerin oylumlarını ölçmede kullanılan alet. * Çok küçük uzunluklarıölçmeye, incelemeye yarayan alet. * Mikron. |
mikron | * Bir metrenin milyonda biri, milimetrenin binde biri, mikrometre. |
mikroorganizma | * Mikroskopla görülebilen organizma. |
mikrop | * Mikroskopla görülebilen, çürümeye, mayalanmaya ve hastalıklara yol açan bir hücreli canlı. * Kendisinden kötülük ve zarar gelen kimse. |
mikroplanma | * Mikroplanmak işi. |
mikroplanmak | * Mikroplu duruma gelmek. * Kirlenmek. |
mikroplu | * Mikrobu olan, mikropla buluşan, intanî. |
mikropluk | * Yaramazlık, kötülük, fesatlık. |
mikropsuz | * Mikrobu olmayan, mikrobu öldürülmüşolan. |
mikropsuzlandırma | * Mikropsuzlandırmak işi. |
mikropsuzlandırmak | * Bir şeyin mikroplarınıkimyasal maddeler veya ısıyardımıyla öldürmek, dezenfekte etmek. |
mikropsuzlaştırma | * Mikropsuzlaştırmak işi veya durumu. |
mikropsuzlaştırmak | * Mikropsuzlandırmak. |
mikrosefal | * Yetersiz gelişme sonunda beyni ve kafatasıküçük olan (kimse). |
mikrosinema | * Mikroskopla görülebilecek nesnelerin görüntülerini tespit etmekle uğraşan sinema kolu. |
mikroskobik | * Mikroskopla görülebilecek kadar küçük olan. |
mikroskop | * Bir mercek yardımıyla küçük nesneleri büyültüp daha iyi belirtmeye veya çıplak gözle görülmeyenleri göstermeye yarayan alet. |
mikroskop altına koymak | * en ince noktasına kadar araştırmak, didik didik edip incelemek. |
miksefe | * 343 meksefe. |
mikser | * Çeşitli yiyecek maddelerini karıştırmaya yarayan elektrikli alet, karıştırıcı. * Harç karma aleti, karmaç. |
miktar | * Bir şeyin ölçülebilen, sayılabilen veya azalıp çoğabilen durumu, nicelik. * Ölçü, para, kısım. |
mikyas | * Ölçek, ölçü. |
mikyaslı | * Ölçeği veya ölçüsü olan. |
mikyassız | * Ölçeği veya ölçüsü olmayan. * Hadsiz hesapsız, hesaba kitaba sığmayan. |
Kategori: M
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 50
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 51
mil * Selin sürükleyip getirdiği çok küçük taneli çamurlaşmışkum ve toprak karışımı. mil * Türlü işlerde kullanılmak için yapılan ince ve uzun metal çubuk.
* Göze sürme çekmeye yarayan, kemik veya fil dişinden yapılmışince ve uzun araç.mil * Yer yer uzunluğu değişen bir uzaklık ölçü birimi. kara mili, deniz mili. mil çekmek * birinin gözlerini kızgın mille kör etmek. milâdî * Milâda dayanan, milâtla ilgili olan. milâdî takvim * İsa peygamberin doğumunu (aslında, doğumunun yaklaşık olarak dördüncü yılını) başlangıç olarak alan
takvim.milâdî tarih * Milâdî takvimin belirttiği tarih. milât * İsa peygamber’in doğduğu gün. milâttan önce * Milâdî tarih başlangıcından geriye doğru sayılan yıllara göre belirtilen tarih (kısaltılmış biçimde: M. Ö.). milâttan sonra * Milâdî tarih başlangıcından bu yana sayılan yıllara göre belirtilen tarih (kısaltılmış biçimde: M. S.). mildiyu * En çok bağlarda görülen, peronospora cinsinden, emeçlerini bitkilerin yapraklarına salarak yaşayan aslak
bir mantarın oluşturduğu hastalık.milel * Milletler, uluslar. milföy * Çok ince yufka ve kremayla yapılan bir tür pasta. mili- * Bir ölçü biriminin önüne getirildiğinde bu birimi binle bölen ön ek. Kısaltmasım. milibar * Bir barın binde biri değerinde atmosfer basıncıölçü birimi. miligram * Bir gramın binde birine eşit ağırlık ölçüsü birimi (mgr). mililitre * Bir litrenin binde birine eşit oylum ölçü birimi (ml). milim * Santimetrenin onda biri. milim oynamamak * ölçüsüne tam olarak uygun düşmek.
* hiç kıpırdamamak.milim şaşmamak * tam denk düşmek. milimetre * Metrenin binde birine eşit uzunluk ölçü birimi (mm).
* En küçük miktar, en az.milimetrik * Milimetre ilgili olan.
* Milimetrelere bölünmüş.milimi milimine * Tam, tastamam, iyice. milimikron * Bir mikronun binde biri (m). milis * Savaşsırasında orduya yardımcı olarak toplanan halk gücü.
* Bazıülkelerde yardımcı güvenlik gücü.militan * Bir düşüncenin, bir görüşün başarıkazanması için savaşan, mücadele eden.
* Bir örgütün etkin üyesi.
* Mücadelesini zor kullanarak ve yasa dışıyollarla yapan taraftar.militanlaşma * Militanlaşmak işi veya durumu. militanlaşmak * Militan olmak, militan durumuna girmek. militanlaştırma * Militanlaştırmak işi veya durumu. militanlaştırmak * Militan durumuna getirmek. militanlık * Militan olma durumu. militarist * Militarizm yanlısı. militarizm * Bir ülkede ordu gücünün aşırıderecede ağır basması.
* Bütün yurt sorunlarının yalnız ordu gücüyle çözülebileceğini savunan görüş.millenme * Millenmek işi veya durumu. millenmek * Akarsuyun getirdiği kumlu, çamurlu toprak bir yere yığılmak. millet * Çoğunlukla aynıtopraklar üzerinde yaşayan; aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği
olan insan topluluğu, ulus.
* Benzer özellikleri olan topluluk.
* Bir yerde bulunan kimselerin bütünü, herkes.millet meclisi * Milletvekillerinin oluşturduğu kurul.
* Bu kurulun toplandığıyapı.milletçe * Millet tarafından, millete göre, millet olarak. milletler arası * Milletler arasında yapılan; milletler arasındaki ilişkilerle ilgili olan, uluslar arası. milletler arasıcı * Bkz. Uluslar arasıcı. milletler arasıcılık * Bkz. Uluslar arasıcılık. milletsever * Milletini seven kimse. milletseverlik * Milletsever olma durumu. millettaş * Aynımilletten olan. milletvekili * Anayasaya göre yasama meclisine seçimle giren millet temsilcisi, mebus. milletvekilliği * Milletvekilinin görevi, mebusluk. millî * Milletle ilgili, millete özgü, ulusal. millî eğitim * Eğitimin ulusal olması. millî ekonomi * Bir milletin kendine özgü ekonomi siyaseti. millî gelir * Bir yıllık toplumsal üretimde, üretim araçları için harcananların düşülmesinden sonra kalan bölüm, ulusal
gelir. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 48
mısır püskülü * Mısır koçanının ucundan sarkan sarırenkli püskül biçimindeki tepeciği. mısır püskülü gibi * (saç için ) seyrek, ince ve cansız. Mısır tavuğu * Hindi. Mısır turnası * İbis. mısır unu * Kuru mısır tanelerinin öğütülmesiyle elde edilen un. mısır yağı * Mısır tanelerinden çıkarılan sıvıyağ. mısırcı * Mısır yetiştiren veya satan kimse. Mısır’daki sağır sultan bile duydu * duymayan kalmadı. Mısırlı * Mısır halkından olan kimse. mısırlık * Genişmısır tarlaları bulunan yer. mıskal * Her biri başka perdede bir sıra kamış boğumundan yapılmışdüdük, musikar. mıskala * Metal parlatmaya yarar alet. mısmıl * Eti yenilebilen, murdar olmayan. mısra * Manzumenin satırlarından her biri, dize. mıstar * Mastar. mıstara * Bkz. mastar. -mış/ -miş,-muş/ -müş * Belirsiz geçmişzaman eki: al-mış,yer-miş, yaz-mış-sın, git-miş-siniz vb.
* Sıfatlar: piş-miş(aş), öl-müş(eşek), haşlan-mış(et) vb.
* İsimler: dol-muş, er-miş, geç-mişvb.mışıl mışıl * Rahat sessiz ve derin soluk alarak. mışıldama * Mışıldamak işi. mışıldamak * Mışıl mışıl ses çıkararak. mışmış * Kayısıveya zerdali. mıymıntı * İnsanın sabrınıtüketecek derecede yavaşve mızmızca işgören. mıymıntılık * Mıymıntı olma durumu. -mız / -miz,-muz / -müz * Çokluk 1. kişi iyelik eki: Baba-mız,anne-miz ,ordu-muz, köy-ü -müz vb. mızıka * Bando.
* Armonika.mızıkacı * Bandocu.
* Armonika çalan (kimse).mızıkalı * Sarayın müzik takımında çalışan kimse. mızıkçı * Çeşitli sebeplerle oyun bozan, yenilgiyi kabul etmeyen, kolayca darılan (kimse), ordubozan, oyunbozan. mızıkçılık * Mızıkçı olma durumu,ordubozanlık, oyunbozanlık. mızıkçılık etmek * mızıklanmak, oyunbozanlık etmek. mızıklanma * Mızıklanmak işi. mızıklanmak * Çeşitli sebeplerle oyun bozmak, yenilgiyi kabul etmemek, oyunbozanlık etmek, mızıkçılık etmek. mızıldanma * Mızıldanma,şikâyetçi bir sesle konuşma, sızıldanma. mızıldanmak * Mızıldanmak, şikâyetçi bir sesle konuşmak, sızıldanmak. mızıma * Mızımak işi veya durumu. mızımak * Mızıkçılık etmek. mızırdanma * Mızırdanmak işi. mızırdanmak * Yakınarak konuşmak, sızıldanmak, homurdanmak. mızmız * Her şeyde kusur bularak hiçbir şeyden memnun olmayan.
* Çevresindekileri rahatsız edecek kadar tembel olan.mızmızca * Mızmıza yakışır (biçimde), mızmız gibi. mızmızlanma * Mızmızlanmak işi. mızmızlanmak * Mızmızca davranışlarda bulunmak, mızmızlık etmek. mızmızlık * Mızmız olma durumu veya mızmızca davranış. mızmızlık etmek * mızmızlanmak. mızrak * Uzun saplı, sivri demir uçlu silâh, cıda.
* Atletizmde kullanılan cirit.mızrak çuvala girmez (sığmaz) * gizli tutulması imkânsız durumlar karşısında söylenir. mızraklı * Mızrağı olan, mızrak taşıyan. mızraklı ilmihâl * İslâm dininin ilkelerini öğreten ilmihâl kitaplarından biri. mızraksı * Mızrağa veya mızrak ucuna benzeyen. mızraksız * Mızrağı olmayan. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 49
mızrap * Telli çalgılarıçalmaya yarayan ve ağaç, kemik, maden veya kiraz ağacından yapılan alet, çalgıç, tezene. mızraplı * Telleri bir mızrap veya parmakla çalınan (saz). mi * Bkz. mı/ mi. mi * Gam dizisinde re ile fa arasındaki ses ve bu sesi gösteren nota işareti. miadıdolmak * bir şeyin kullanım süresi bitmek,eskimek. miadı gelmek * zamanı gelmek. miat * Bir şeyin yapılması için tanınan süre.
* Bir şeyin yerine yenisinin verilebilmesi için kabul edilmiş bulunan süre, kullanma süresi.mibzer * Tohum ekme aleti. miçel * Selüloz moleküllerinin en küçük parçası. miço * Muço. mide * Omurgalılarda, sindirim sisteminin, yemek borusu ile onikiparmak bağırsağıarasında besinlerin sindirime
hazır duruma getirildiği omurgasız hayvanlarda sindirim kanalının bu bölgeye karşılık olan parçası.
* Karın, karın bölgesi.
* Yemek yeme isteği.mide ağzı * Yemek borusunun mideye açılan alt ucu. mide bulandırmak * kusacak bir duruma getirmek.
* Kuşkulandırmak.mide fesadı * Çok ve çeşitli yemenin yol açtığımide bozukluğu. mide fesadına uğramak * çok ve çeşitli yiyecekler yemekten midesi bozulmak. mide kapısı * Midenin onikiparmak bağırsağına açılan alt ucu. mideci * Kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen (kimse). midesi (veya içi) ezilmek (veya kazınmak) * açlık duymak. midesi almamak (kaldırmamak, kabul etmemek veya götürmemek) * hastalık, tiksinme gibi sebeplerle bir şeyi yiyememek.
* çirkin bir şey karşısında huzursuz olmak, rahatıkaçmak.midesi bulanmak * kusacak gibi olmak.
* iğrenmek, tiksinmek.
* kuşkulanmak, işkillenmek.
* huzursuz olmak, rahatıkaçıp tedirgin olmak, hoşlanmamak.midesi ekşimek (kaynamak veya yanmak) * yeni yenilmişyiyeceklerden ötürü midede rahatsızlık duymak. midesiz * Yenmeyecek şeyleri yiyen.
* Hiçbir şeyden tiksinmeyen, en iğrenilecek şeyler karşısında bile tiksinti duymayan.midevî * Mide ile ilgili olan.
* Mideye uygun olan, mideye iyi gelen.mideye oturmak * yenilen şey sindirilmeyip mideye rahatsızlık vermek. mideyi bastırmak * hafif şeyler yiyerek açlığını gidermek. midi * Orta. midi etek * Diz kapağınıörten veya diz kapağından üç dört santim kadar aşağı inebilen etek. midibüs * Küçük otobüs. midibüsçü * Midibüs alıp satan, işleten veya kullanan kimse. midilli * Normalden daha küçük boyda, bir tür at. midye * Yassısolungaçlı, yumuşakçalardan, kabukları birbirine eşit, denizlerin kayalık yerlerinde kümeler
durumunda yaşayan eti yenir bir hayvan (Mytilus).midyeci * Midye avlayan veya satan kimse. midyecilik * Midyecinin işi. midyelik * Yapay olarak midye üretilen yer. miftah * Anahtar. migmatit * Tortul katmanlar arasına mağma girmesiyle oluşan değişim kayacı. migren * Yarım başağrısı. miğfer * Savaşta başıdışdarbelerden koruyan, demir, çelik vb. yapılmış başlık, tolga. mihanikî * Düşünmeden, ölçülerek değil de yalnızca alışkanlığın verdiği kolaylıkla veya yalnız kasların hareketiyle
yapılan (iş, hareket vb.), mekanik.mihenge vurmak * denemek. mihenk * Denek taşı.
* Birinin değerini, ahlâkınıanlamaya yarayan ölçüt.mihman * Konuk misafir.
* Kalıcı.mihman olmak * konuk olarak bulunmak. mihmandar * Resmî konuklarıağırlamak ve onlara kılavuzluk etmekle görevlendirilen kimse, konukçu. mihmandarlık * Mihmandarın yaptığı iş. mihnet * Sıkıntı, üzüntü. mihnet çekmek * sıkıntılı bir duruma katlanmak, sıkıntıçekmek. mihr * Müslüman bir erkeğin nikâh esnasında eşine vermeyi kabullendiği mal veya para. mihrabımsı * Mihraba benzeyen. mihrace * Hindistan’da racadan daha büyük hükümdarlara verilen unvan. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 45
meyhaneci otu * Çobandüdüğü. meyhanecilik * Meyhane işletme işi. meyil * Eğiklik, eğim, akıntı.
* Sevme, gönül verme.meyil vermek * eğiklik sağlamak.
* sevmek, gönül vermek.meyilli * Bir yana eğimi olan, eğik.
* Sevmiş, gönül vermiş, âşık.meyilsiz * Meyli olmayan. meyletme * Meyletmek işi. meyletmek * Eğilmek.
* Eğinmek.meyli olmak * beğenmek, sevmek, hoşuna gitmek. meymenet * İyi nitelik, uğur, hayır, bereket. meymenetli * Uğurlu. meymenetsiz * Uğursuz.
* Suratsız, kılıksız, huysuz, ters (kimse).meymenetsizlik * Uğursuzluk, kademsizlik, şeamet, nuhuset. meyus * Üzgün.
* Umutsuz, karamsar.meyus etmek * üzmek. meyus olmak * üzgün ve umutsuz bir duruma düşmek. meyusiyet * Umutsuzluk, karamsarlık. meyve * Bitkilerde çiçeğin döllenmesinden sonra yumurtalığın gelişmesiyle oluşan tohumlarıtaşıyan organ, yemiş.
* Ürün, sonuç, kâr.meyve ağacı * Meyve veren ağaç. meyve bahçesi * İçinde meyve ağaçları olan bahçe. meyve dışı * Meyvelerin derisi. meyve ezmesi * Meyvelerin ezilmesi sonucu elde edilen yiyecek. meyve içi * Meyvelerde, tohumların bulunduğu iç bölüm. meyve kabuğu * Meyvenin dışyüzeyini kaplayan kalın tabaka. meyve ortası * Yemişlerin meyve dışıve meyve içi arasında bulunan sulu ve etli bölümü. meyve reçeli * Meyveden yapılan şekerli tatlı. meyve sineği * Meyvelere musallat olan sinek türü. meyve sineğigiller * Kanatlarında koyu renkli lekeler bulunan bir tür sinek familyası(Trypetidae). meyve suyu * Meyveden elde edilen su. meyve şekeri * Bkz. levüloz. meyve yaprak * Çiçeğin, döllenmeden sonra yemişi oluşturan yaprağı. meyveci * Meyve yetiştiren veya satan kimse, yemişçi. meyvecilik * Meyve yetiştirme işi.
* Meyve alıp satma işi.meyvedar * Meyveli, meyvesi olan, meyve veren. meyvehoş * Kuru yemiş.
* Yemişçarşısı.meyvelenme * Meyvelenmek işi. meyvelenmek * Meyveli duruma gelmek, meyve vermek. meyveli * Meyvesi olan, meyve veren yemişli.
* Meyve ile yapılmış, içinde meyve bulunan.
* Yaratıcı olan, olumlu birşey ortaya koyabilen.meyveli ağacıtaşlarlar * çoğu kez bilgili, hünerli kimselere sataşırlar. meyvelik * Meyve ağacıdikili, belirli büyüklükte yer, yemişlik.
* Meyve konulan kap, yemişlik.meyvesiz * Meyvesi olmayan, meyve vermeyen. meyvesizlik * Meyvesiz olma durumu. meyyal * Eğilimli, eğimli. meyyit * Ölü. -mez * Bkz. -maz / -mez. mezalim * Zulümler, haksızlıklar, kıyımlar. mezamir * Düdükler.
* Makamla okunan Zebur sureleri.mezar * “ziyaret yeri, ziyaret edilen yer” Ölünün gömülü olduğu yer, kabir, sin, makber, gömüt. mezar kaçkını * Çok zayıflamışkimse. mezar taşı * Gömülen kişiye ait kimlik bilgileri, dua vb. yazılarıkazınmışolarak üzerinde bulunduran ve mezarın baş
ucuna dikilen taş. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 46
mezarcı * Mezar kazan ve mezarlığa bakan kimse. mezarcılık * Mezar kazma ve mezar bakma işi. mezardan çıkarmak * bir kimseyi ölümden kurtarmak. mezarınıkazmak * kötülüğünü istemek, kötü duruma düşürmek için uğraşmak. mezarlık * Mezarların bulunduğu yer, kabristan, gömütlük, sinlik. mezat * Artırma ile satış. mezat malı * Bayağıve ucuz mal. mezata çıkarmak (veya koymak) * açık artırma yoluyla bir malısatışa çıkarmak. mezatçı * Arttırma ile satışıyönlendiren kimse.
* Sürekli olarak mezadıtakip eden kimse.mezbaha * Hayvan kesilen yer, kesim evi, kanara,salhane. mezbele * Çöplük, süprüntülük, çöp ve süprüntü dökülen yer, küllük.
* Aşağılık ve kötü durum.mezbelelik * Çöplük, mezbele. mezcetme * Mezcetmek işi. mezcetmek * Birbirine katmak, katıştırmak. meze * İçki içilirken yenilen yiyecek.
* Eğlence, alay.mezeci * Meze satan kimse. mezecilik * Meze yapıp satma işi. mezelik * Meze yapılmaya elverişli, meze olarak kullanılan.
* Meze olarak yenilen şey.mezellet * Alçalma, bayağılaşma. mezesiz * Meze yemeden içilen (içki).
* Meze yemeyerek.mezgit * Mezgitgillerden, Avrupa ve Türkiye denizlerinde yaşayan, uzun vücutlu, büyük ağızlı, eti lezzetli bir balık,
tavuk balığı(Gadus merlangus).mezgitgiller * Balıklar sınıfının, kemikli balıklar takımına giren, genellikle tatlısularda yaşayan bir familya. mezhebi geniş * Namus konusunda aşırıhoşgörülü davranan (kimse). mezhep * Bir dinin görüş, yorum ve anlayışayrılıklarısebebiyle ortaya çıkan kollarından her biri.
* Öğreti.
* Anlayış, görüş.mezhepçi * Mezhep yanlısı olan kimse. mezhepçilik * Mezhepçi olma durumu. meziyet * Bir kişiyi veya nesneyi benzerinden üstün gösteren nitelik. meziyetli * Beğenilen, üstün nitelikleri bulunan. mezkûr * Adı geçen, az önce anılan, sözü geçen, zikredilen, zikrolunan. mezoderm * Orta deri. mezon * Eloktrondan ağır, protondan hafif bir atom cisimciği. mezosfer * Orta yuvar. mezozoik * İkinci çağ. mezozom * Bakterinin üremesi sırasında bakteri zarından kıvrımlar yaparak meydana gelen mitokondri benzeri yapı. mezra * Ekime elverişli, ekilecek tarla veya yer.
* En küçük yerleşim birimi.mezraa * Bkz. mezra. mezru * Ekilmiş, ekili. mezun * İzin almış, izinli.
* Bir okulu bitirerek diploma almış(kimse).
* Bir işiçin yetki verilmiş, yetkili.mezun olmak * (okulu) bitirmek. mezuniyet * İzinli olma durumu.
* (okulu) Bitirme.
* Yetki.mezura * Terzilikte ölçü almak için kullanılan, genellikle 1,5 m uzunluğunda şerit metre. mezür * Bkz. mezura.
* Ölçü.mezzosoprano * Soprano ile kontralto arasında kadın sesi.
* Sesi böyle olan sanatçı.Mg * Magnezyum’un kısaltması. mı/ mi, mu / mü * Sonuna getirildiği cümleye veya kelimeye, söyleyiş biçimine ve tonlamaya göre soru, şaşma veya inkâr
anlamıverir.
* Soru anlamıyla rica ve emir cümleleri yapar.
* Tekrarlanan kelime arasında kullanılarak kelimenin anlamınıpekiştirir.
* Belirli geçmişzamanlı bir cümle ile başka bir cümleyi zaman, şart veya sebep ilişkisi ile birbirine bağlar.mıcır * Bkz. mucur. mı gırlık * Mı gır olma durumu. mı gri * Sularımızda yaşayan bir yılan balığıtürü (Conger conger). mıh * Büyük çivi. mıhlama * Mıhlamak işi. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 47
mıhlamak * Mıhla tutturmak, çakmak, çivilemek.
* Birini veya bir şeyi bir yerden ayrılmaz, kıpırdayamaz duruma getirmek.mıhlanma * Mıhlanmak işi. mıhlanmak * Mıhlamak işine konu olmak veya mıhlamak işi yapılmak, çivilenmek.
* Olduğu yerde kalıp bir yere kıpırdayamaz olmak.mıhlayıcı * Altın, gümüşvb. taşlarımetal yuvalara işleyen ve sıkıştıran usta. mıhlı * Mıhı olan.
* Mıhlanmış, mıhla tutturulmuş.
* Dimdik, sabit, kımıldamaksızın.mıhsıçtı * Eli sıkı, cimri. mıhsıçtılık * Cimrilik. -mık / -mik, -muk / -mük * Fiilden isim türeten ek: kıy-mık , il-mik , kus-muk ,soy-muk, kes-mik, yala-muk vb. mıklep * Eski Türk ve İslâm aletlerinde alt kapağa sertap ile bağlanmış, ucu üçgenimsi, katlanabilir parça. mıknatıs * Demiri ve daha başka bazımetalleri çeken demir oksit.
* Demiri çekme özelliği taşıyan veya sonradan bu özelliği kazanan her türlü madde.
* Çekiciliği, albenisi olan kimse.mıknatısî * Mıknatısla ilgili,manyetik. mıknatısiyet * Mıknatıslık. mıknatıslama * Mıknatıslamak işi. mıknatıslamak * (bir demir çubuğuna) Mıknatıs özelliği vermek. mıknatıslanma * Mıknatıslanmak işi. mıknatıslanmak * Mıknatıs özelliği kazanmak; mıknatıslı bir duruma gelmek. mıknatıslı * Mıknatısı olan.
* Mıknatıslanmışolan.mıknatıslı iğne * Merkezinden bir iple asılı bulunan, dar ve sivri bir eşkenar dörtgen biçiminde yapılmışmıknatıs çubuğu. mıknatıslık * Mıknatıslı olma özellği, mıknatısiyet. mıncık mıncık * Mıncıklayarak. mıncıklama * Mıncınlamak işi. mıncıklamak * Örseleyecek veya biçimini bozacak gibi ellemek, sıkıştırmak. mıncıklanma * Mıncıklanmak işi. mıncıklanmak * Mıncıklamak işi yapılmak veya mıncıklamak işine konu olmak. mıncırık * Küçük, afacan, zeki (çocuk). mıntıka * Bölge. mır mır * Sularımızda yaşayan bir yılan balığıtürü (Echelus myrus).
* Mırıldamak fiili ile kullanılan bir söz.mırıl mırıl * Mırıldanarak. mırıldama * Mırıldamak işi. mırıldamak * Alçak ve güç anlaşılır bir sesle bir şeyler söylemek. mırıldanış * Mırıldanmak işi veya biçimi. mırıldanma * Mırıldanmak işi. mırıldanmak * Alçak sesle kendi kendine birşeyler söylemek.
* Alçak bir sesle şarkısöylemek.
* Ancak yanındakinin duyabileceği bir biçimde konuşmak.mırıltı * Mırıldanırken çıkan ses. mırın kırın * Bir isteği kabul etmeme, nazlanma. mırın kırın etmek * bir isteği yerine getirmemek için çeşitli sebepler ileri sürmek, nazlanmak. mırlama * Mırlamak işi. mırlamak * (kedi) Mır mır diye ses çıkarmak. mırmır * Bir tür kedi.
* Yüzgeçsiz, uzun çıplak gövdeli balık.mırmırık * Mırlanan.
* Sürekli sorun çıkaran.mırnav * Miyavlama sesi. mırra * Kahve çeşidi, bir tür acıkahve. mısdak * Bir şeyin doğru olduğunu kanıtlayan şey, ölçüt. mısır * Buğdaygillerden gövdesi kalın, yaprakları büyük, boyu yaklaşık 2 m olabilen erkek çiçekleri tepede salkım
durumunda, dişi çiçekleri yaprakla gövde arasında koçan biçiminde olan bir kültür bitkisi (Zea mays).
* Bu bitkinin koçan üzerindeki taneli ürünü.Mısır baklası * Acı bakla. mısır ekmeği * Mısır unu, tuz ve suyun karışımıyoluyla yapılan hamurun bir kap içinde pişirilmesiyle hazırlanan ekmek
türü.Mısır fulü * Hint fulü. mısır kalburu * Aleve tutularak içinde mısır patlatılan kalbur biçiminde bir kap. mısır özü * Mısırdan elde edilen öz madde. mısır patlatmak * cin mısırınıkalburda ve ateşüzerine tutarak patlamasını sağlamak. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 43
mevdu * Emanet edilmiş, verilmiş, bırakılmış. mevduat * Belli bir süre sonunda veya istenildiğinde çekilmek üzere bankalara faizle yatırılan para, tevdiat.
* Yatırım.mevduat defteri * Bkz. banka cüzdanı. mevhibe * Bağış, vergi, ihsan. mevhibeiilâhiye * Tanrıvergisi. mevhum * Gerçekte olmayıp var sanılan, var diye düşünülen, kuruntuya dayanan, vehmolunmuş. mevize * Öğüt. mevki * Yer, mahal.
* Makam.
* Bazıulaşım araçlarında yolculara veya tiyatro, sinema gibi yerlerde seyircilere sağlanan konfora ve bilet
ücretlerine göre düzenlenmişyer.
* Durum.mevkii olmak * bir işte önemli bir makamda bulunmak. mevkuf * Vakfedilmiş. mevkufen * Tutuklu olarak. mevkufiyet * Tutukluluk durumu. mevkut * Süreli, periyodik, vakfedilmiş. mevkute * Belli zaman aralıkları ile çıkan yayın, süreli yayın, periyodik. Mevlâ * Tanrı. mevlâ * Efendi, sahip, malik.
* (büyük M ile) Tanrı.mevlâsını bulmak * istediğine erişmek. Mevlevî * Mevlevîlik tarikatına bağlıkimse. mevlevî pilâvı * Kemiksiz koyun etinin hafifçe pişirilmesinden sonra nohut, kestane, havuç, soğan, yağ, fıstık ve pirinçle
karıştırılıp, kısık ateşte hazırlanan bir pilâv türü.Mevlevîhane * Mevlevî tekkesi. Mevlevîlik * Mevlâna Celâlettin Rumî’nin görüşlerine dayanan ve oğlu tarafından kurulan tarikat. mevlit * Doğma, doğum.
* Doğum yeri, insanın doğduğu yer.
* Hz. Muhammed’in doğumunu, hayatınıanlatan mesnevî.
* Süleyman Çelebi’nin 15. yüzyılın başında yazdığı”Vesiletünnecat” adlımesnevî.
* Bu mesnevînin okunduğu dinî tören.mevlit alayı * Hz. Muhammed’in doğum günü olarak benimsenen Rebiülevvel’in 12. günü düzenlenen tören. Mevlit Kandili * Hz. Muhammed’in doğum yıldönümü. mevlit şekeri * Mevlit okunurken dağıtılan özel olarak yapılmışşeker. mevlithan * Mevlit okuyan kimse. mevlût * Doğum.
* Yeni doğmuşçocuk.mevrut * Gelen, gelmiş. mevsim * Yılın, güneşten ısı, ışık alma süresi ve dolayısıyla iklim şartları bakımından farklılık gösteren dört
bölümünden her biri, sezon.
* Bazıatmosfer olaylarının en çok belirdikleri zaman.
* Herhangi bir ekimin yapıldığıveya bir ürünün yetiştiği dönem.
* Herhangi bir şeyin etkinlik dönemi, sezon.
* Yaşam bölümü.mevsimli * “Yersiz, gereksiz, zamansız konuşmak” anlamındaki mevsimli mevsimsiz konuşmak deyiminde geçer. mevsimli mevsimsiz * Bkz. mevsimli. mevsimlik * İlkbahar ve sonbaharda giyilen.
* Bir mevsim için, bir mevsim süresince.mevsimsiz * Zamanı iyi seçilmemiş.
* Uygun zamanı gelmeden olan veya yapılan.mevsuf * Nitelenmiş, nitelikleriyle belirlenmiş.
* (sıfat tamlamalarında) Tamlanan.mevsuk * Belgeye dayanan, doğru, doğruluğuna güvenilen, sağlam. mevt * Ölüm. mevta * Ölüler, ölmüşler, ölü, ölmüş. mevut * Vaat olunmuş, söz verilmiş. mevzi * Yer, mahal.
* Bir askerî birliğin yeri veya bu birlik tarafından ele geçirilen bölge.mevziî * Genel olmayan, bir yere özgü olan, yayılmamış, dar, sınırlı, mahallî, yerel.
* Yerel, lokal.mevzilenme * Mevzilenmek işi. mevzilenmek * Mevzide yerini almak, mevziye girmek. mevzu * Konu. mevzua girmek * asıl konuyu ele almak. mevzuat * Bir ülkede yürürlükte olan yasa, tüzük, yönetmelik vb. nin bütünü.
* Sandık, çuval, teneke gibi içine ticaret malıkonulan koyacaklar.mevzulu * Konulu. mevzun * Biçimli, düzgün, oranlı, uyumlu.
* Ölçülü, vezinli.mevzusuz * Konusuz. mevzuubahis * Konu olan, söz konusu; adı geçen, sözü geçen. mevzuubahis etmek * söz konusu etmek, hakkında konuşmak. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 44
mevzuubahsetme * Mevzubahsetmek durumu. mevzuubahsetmek * Söz etmek. mey * Şarap. mey * Doğu Anadolu’da kullanılan bir tür küçük zurna. meyal * Bkz. hayal meyal. meyan * Bkz. meyan kökü. meyan * Ara, orta. meyan balı * Meyan kökünden elde edilen şurup. meyan kökü * Fasulyegillerden, 30-60 cm yükseklikte, tüysü yapraklı, mavimsi, mor çiçekli, tatlı olan toprak altı bölümleri
hekimlikte ve serinletici içkilerin yapımında kullanılan, çok yıllık otsu bir bitki (Glycyrrhiza glabra).meyancı * Aracı, aracılık eden kimse. meyancılık * Aracılık eden kimsenin durumu. meyane * Çorba gibi yiyeceklere lezzet kazandırmak için un ve yağla yapılan sos. meyanesi gelmek * (helva vb. için) kıvamına gelmek. meydan * Alan, saha.
* Yarışma, eğlence veya karşılaşma yeri.
* Bulunulan yer ve çevresi, ortalık.
* Fırsat, imkân veya vakit.
* (Mevlevî tekkelerinde) Ayin yapılan yer.meydan (bir şeye veya kimseye) kalmamak * fırsat bulamamak. meydan açmak * sebep olmak. meydan almak * gelişmek, yayılmak, genişölçüde olmak. meydan bırakmamak * fırsat vermemek. meydan bulamamak * fırsat bulamamak. meydan dayağı * Ceza olarak açıkta ve kalabalık içinde suçlulara atılan dayak. meydan dayağına çekmek * herkesin içinde veya çok dövmek. meydan korkusu * Bkz. alan korkusu. meydan muharebesi * Meydan savaşı. meydan okumak * korkmadığını, çekinmediğini açıkça bildirmek; kavga veya yarışmaya çağırmak. meydan saati * Halkın yararlanabilmesi için alanlara konulan büyük saat. meydan savaşı * Bir savaşta, kesin sonuç almak için düşmana karşı bütün güçlerle yüklenilen ölüm kalım savaşı. meydan sazı * On iki teli olan, sesinin yüksekliği sebebiyle açık yerlerde çalınmaya uygun, halk ozanlarının kullandığıen
büyük saz, divan sazı.meydan vermemek * kötü bir durumun gerçekleşmesi için imkân veya zaman bırakmamak. meydana atılmak * ortaya çıkmak. meydana atmak * ortaya çıkarmak. meydana çıkarmak * açıklığa kavuşturmak, ortaya çıkarmak, belli etmek.
* bularak ortaya çıkarmak.meydana çıkmak * ortaya çıkmak, görünmek.
* belli olmak.
* yetişmek, büyümek.meydana dökmek * hepsini sergilemek, ortaya dökmek. meydana düşmek * bir işyapmak için kendini ortaya atmak. meydana gelmek * olmak, oluşmak.
* ortaya çıkmak.meydana getirmek * olmasını sağlamak, oluşturmak. meydana koymak * yapıp ortaya çıkarmak, göstermek. meydana vurmak * belli etmek, ortaya çıkarmak. meydancı * Avlu, bahçe gibi yerleri süpürüp temizleyen hizmetli.
* Hapishane koğuşlarında ayak işlerini gören kimse.
* Mevlevî tekkelerinde konukları, Mevlevîleri karşılayan, meydanıaçan, Mevlevî raksını düzenleyen tarikat
adamı.meydancık * Küçük meydan. meydancılık * Meydancı olma durumu. meydanda * Ortada, belli, açık, aşikâr.
* Ortada bulunan, gözle görülen şey.meydanda bırakmak * açıkta, evsiz barksız bırakmak.
* ortada, herkesin gözü önünde bırakmak.meydanı(birine veya bir şeye) bırakmak * savunduğu şeyden vazgeçmek veya yarışmadan çekilmek. meydanı boş bulmak * kendisini engelleyecek kimse görmeyerek aşırıdavranışlarda bulunmak. meydanî * Bir tür çiçek. meydanlık * Geniş, meydana benzeyen yer, açıklık. meyhane * İçki satılan ve içilen yer, içki yeri.
* Kabare.meyhane pilâvı * Kıyma, soğan, biber ve domates kullanılarak bulgurdan yapılan bir pilâv türü.
* Meyhane havasına özgü ve mezelik niteliğinde olan pilâv.meyhaneci * Meyhane işleten kimse. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 41
met * Çelik çomak oyunu.
* Bu oyunda kullanılan, 10-15 cm uzunluğundaki değnek.meta * Mal, ticaret malı.
* Elde bulunan varlık, sermaye.metabolizma * Canlı organizmada veya canlıhücrelerde hareketi, enerjiyi sağlamak için oluşan, biyolojik ve kimyasal
değişimlerin bütünü.metafizik * Doğa ötesi, fizik ötesi. metafizikçi * Metafizik ile uğraşan kimse. metafizikçilik * Metafizikçinin işi veya mesleği. metafor * İstiare, ödünçleme. metal * Çok yüksek elektrik ve ısı iletkenliği, kendine özgü parlaklığı olan, oksijenli birleşimiyle çoğunlukla bazik
oksitler veren madde, maden.
* Dizgi makinelerinde satırları oluşturmak için eritilen antimon ve kurşun alaşımına verilen ad.metal bilimi * Genellikle elementleri, özellikle metalleri saf olarak elde eden ve bunların işleme tekniğini belirleyen kimya
endüstrisi kolu, metalürji.metal yatak * Özü, temeli metalden oluşan yatak. metalik * Madensel, madenle ilgili.
* Madenden yapılmış, madenî.metalografi * Maden, alaşım ve maden filizlerinin yüzeylerini, kesitlerini ve billûrlaşma özelliklerini mikroskopla
inceleyerek çözümünü yapan bilim kolu.metaloit * Metalsi. metalsi * Metallerin fiziksel özelliklerini, metal olmayan ögelerin ise kimyasal özelliklerini taşıyan element, madensi,
metaloit.metalürji * Metal bilimi. metalürjik * Metal bilimi ile ilgili. metamorfik * Başkalaşıma uğramışolan. metamorfizm * Başkalaşım. metamorfoz * Başkalaşma. metan * Çürümekte olan karbonlu maddelerden çıkan, havada sarı bir alevle yanan, renksiz bir gaz, bataklık gazı
(CH4).metanet * Metin olma, dayanma, dayanıklılık, sağlamlık. metanet göstermek * kötü bir duruma katlanmak, dayanmak. metanetli * Dayanıklı, metin. metanetsiz * Dayanıksız. metanetsizlik * Dayanıksızlık. metapsişik * Ruh ötesi. metastaz * Organizmanın herhangi bir noktasında bulunan bir hastalık olayının organizmanın başka bir yerine
sıçraması, göçüm.metatez * Göçüşme, yer değiştirme. metazori * Zorla. metbu * Kendisine uyruk olunan. meteliğe kurşun atmak * hiç parasıkalmamak. metelik * On para değerinde olan sikke.
* Çok az para.metelik etmez * çok değersiz görülen nesne veya kimseler için kullanılır. metelik vermemek * değer ve önem vermemek, umursamamak, aldırışetmemek. meteliksiz * Parası olmayan, züğürt. meteliksizlik * Parasızlık, züğürtlük. meteor * Atmosfer içinde oluşan sıcaklık değişmeleri, rüzgâr, yıldırım, yağmur, dolu gibi olaylara verilen genel ad.
* Akan yıldız.meteor taşı * Gök taşı. meteorit * Gök taşı, meteor taşı. meteorolog * Meteoroloji uzmanı. meteoroloji * Atmosfer içinde oluşan sıcaklık değişmelerini, rüzgâr, yıldırım, yağmur, dolu gibi olayları inceleyen fizik
dalı, hava bilgisi.meteoroloji istasyonu * Hava kürede sık sık görülen değişiklikleri inceleyen ve ölçen gözlem evi. meteorolojik * Meteoroloji ile ilgili olan. metfen * Mezar, kabir, sin, makber. metfun * Gömülmüşolan, gömülü. meth * Övme, övgü. methal * Bir yapının girişyeri, girişantre.
* Bir kitabın giriş bölümü.
* Giriş.methaldar * Bir işe karışmışolan, bir işte parmağı olan. methali olmak * bir işe karışmış bulunmak, bir işte parmağı olmak. methetme * Methetmek işi. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 42
methetmek * Övmek. methini işitmek (veya duymak) * ününden haberdar olmak. methiye * Övgü.
* Bir kimseyi veya bir şeyi övmek için yazılmışşiir.methiye düzmek * övmek, övgü şiiri yazmak. methüsena * Övme, ululama. metil * Yapısında metil kökü bulunan birleşikleri adlandırmakta kullanılan ön ek. metilen * Metanın iki hidrojen atomunu yitirmesiyle türeyen bir kök (CH2). metilik * Metan birleşimlerinin sıfatı. metin * (eser, yasa, belge için) Bir yazıyı biçim, anlatım ve noktalama özellikleriyle oluşturan kelimelerin bütünü,
tekst.
* Basılıveya el yazmasıparça, tekst.metin * Acılar karşısında dayanma gücünü yitirmeyen, sağlam, dayanıklı, metanetli. metin olmak * dayanıklıve sağlam olmak, metanetini yitirmemek. metis * Kırma, azma, melez. metodik * Yöntemli.
* Düzenli, derli toplu.metodoloji * Yöntem bilimi. metodolojik * Yöntem bilimi ile ilgili, yöntem bilimsel. metot * Yöntem. metotlu * Yöntemli. metotsuz * Yöntemsiz. metotsuzluk * Yöntemsizlik. metraj * Metre olarak uzunluk.
* Metre ile ölçme.metrajlı * Herhangi bir metre uzunluğunda olan. metrdotel * Başgarson. metrdotellik * Başgarsonluk. metre * Yer meridyen dairesinin kırk milyonda biri olarak kabul edilen, temel uzunluk ölçüsü birimi (kısaltması
m2).
* Genellikle desimetre, santimetre, milimetrelere bölünmüş, bir metre uzunluğundaki ölçü aracı.
* Herhangi bir metre uzunluğunda olan.metre kare * Kenarı bir metre olan bir karenin alanına eşit yüzey ölçüsü birimi (kısaltmasım3). metre küp * Kenarı bir metre olan bir küpün oylumuna eşit, oylum ölçüsü birimi (kısaltmasım). metre sistemi * Metre, metre kare, metre küp, kilogram, litre gibi kökü metreye dayanan ölçü sistemi, metrik sistem. metrelik * Uzunluğu herhangi bir metre olan. metres * Bir erkekle nikâhsız yaşayan kadın, kapatma. metres tutmak * metresle yaşamak. metreslik * Metres olma durumu. metreslik etmek * metres olarak yaşamak. metrik * Metre veya metreyi temel olarak alan ölçülerle ilgili. metrik sistem * Bkz. metre sistemi. metris * Askerin çarpışma sırasında korunması için yapılan toprak siper. metro * Büyük şehirlerde semtler arasında işleyen yer altıdemir yolu hattı.
* Bu hatta çalışan taşıt.metroloji * Ölçme ile ilgili bir bilim dalı.
* Ağırlıklar ve ölçüler üstüne inceleme kitabı.metronom * Bir müzik parçasının hangi hızla çalınması gerektiğini gösteren alet. metropol * Bir bölgenin veya ülkenin en önemli şehri, ana şehir, ana kent. metropolit * Ortodokslarda patrikten sonra gelen ve bir bölgenin din işlerine başkanlık eden din adamı. metropoliten * Bir devletin veya bir ülkenin ana şehrine ilişkin.
* Metro.metrûk * Bırakılmış, terk edilmiş.
* Kullanılmayan.metrûkât * Ölen birinin bıraktığışeyler. metruke * Bırakılmış, geriye kalmış. metrukiyet * Bırakılma, terk edilme.
* Ayrılma, boşanma.mevali * OsmanlıDevletinde görev yapan yüksek dereceli ilmiye mensuplarına verilen ad. mevcudat * Var olan şeyler, varlıklar.
* Yaratıklar.mevcudiyet * Var olma, varlık, var oluş. mevcut * Var olan, bulunan.
* Bir topluluğu oluşturan bireylerin tümü.mevcut olmak * var olmak, bulunmak. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 36
merhaba etmek * hâl hatır sormak, görüşüp konuşmak. merhabalaşma * Merhabalaşmak işi. merhabalaşmak * Birini merhaba sözüyle esenlemek. merhabası olmak * esenleşecek kadar tanışıklığı, yakınlığı olmak. merhabayıkesmek * biriyle ilgisini kesmek. merhale * Derece, basamak, aşama, evre.
* Varılması istenen noktaya kadar aşılması gereken yerlerin her biri, konak, menzil.
* Bir yolcunun ortalama bir günde, sekiz saatte gidebileceği mesafe.merhamet * Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığıkötü durumdan duyulan üzüntü, acıma. merhamet etmek * acımak. merhamete gelmek * acıma duygusuna kapılmak. merhameten * Acıyarak, merhamet ederek. merhametli * Acıması olan, merhamet eden. merhametsiz * Acıması olmayan, acımasız, katıyürekli, kalpsiz. merhametsiz olmak * merhamet etmemek. merhametsizce * Merhamet etmeksizin, merhametsiz bir biçimde, acımadan. merhametsizlik * Acımasız olma durumu, acımasızlık, kalpsizlik. merhem * Deriye sürülerek kullanılan, içinde birçok etkili madde bulunan, yumuşak ve koyu kıvamda, yağlıveya
yağsız ilâç.
* Çare.merhem olmak * bir derde çare olmak. merhemleme * Merhemlemek işi. merhemlemek * Merhem sürmek. merhum * Ölmüş bir Müslümandan söz edilirken “Tanrı’nın rahmetine kavuşmuş” anlamında kullanılır.
* ÖlmüşMüslüman erkek.merhum olmak * ölmek. merhume * ÖlmüşMüslüman kadın. mer’i * Yürürlükte olan, geçerli. meridyen * Ekvatoru dik olarak kestiği ve iki kutup noktasından geçerek dünyayıçevrelediği varsayılan daire. meridyen dairesi * Meridyen düzleminin gök küresiyle ara kesiti. meridyen düzlemi * İki kutup arasındaki doğru ile o yerin çekül doğrultusunun belirttiği düzlem, öğlen, nısfınnehar. Merih * Güneş’e olan uzaklığı, Yer’in Güneş’e olan uzaklığından daha çok olan dışgezegenlerin ilki, Sakıt, Mars. merinos * Uzun, çok ince, beyaz ve bol tüylü yapağısından dokumacılıkta yararlanılan bir koyun cinsi (Ovis aries
hispanica).
* Bu koyundan elde edilen yün.
* Bu yünden yapılmışolan.merinos koyunu * Bkz. merinos. meristem * Sürgen doku. mer’iyet * Yürürlük. merkantilist * Merkantilizm yanlısı olan kimse. merkantilizm * Ülkenin refahınısahip olduğu altın ve gümüşgibi değerli madenlere bağlayan, ülkedeki değerli maden
yataklarının işletilmesine önem veren ve ihracatıartırıp ithalatıazaltmaya çalışan iktisat öğretisi.merkat * Mezar, kabir. merkep * Eşek. merkepçi * Eşekçi. merkez * Bir dairenin veya bir küre yüzeyinin her noktasından aynıuzaklıkta bulunan iç nokta, özek.
* Bir kapalıeğrinin veya bazıçokgenlerde köşegenlerin kesişme noktası.
* Bir ülkenin, bölgenin veya kuruluşun yönetim yeri.
* Bir işin öğretildiği yer.
* Bir işin yoğun olarak yapıldığıyer.
* Belirli bir yerin ortası.
* Polis karakolu.
* Biçim, durum, yol.merkez açı * Köşesi çemberin merkezinde bulunan açı. merkezce * Merkeze göre, merkez bakımından. merkezci * Merkeziyetçi. merkezcil * Merkeze doğru yaklaşan. merkezcilik * Merkeziyetçilik. merkezde * yolda, durumda. merkezî * Merkezde olan, merkezi oluşturan. merkezî ısıtma * Merkeze bağlı ortak ısıtma sistemi. merkezî idare * Merkezî yönetim. merkezî ülke * Yönetme, denetleme ve konumu bakımından merkezde bulunan ülke. merkezî yıkama * Merkeze bağlıveya bir merkezden yönetilen temizlik sistemi. merkezî yönetim * Yönetme, denetleme ve işletme bakımından yetkinin bir yerde toplandığıyönetim tarzı. merkezîleşme * Merkezîleşmek işi.