merhaba etmek | * hâl hatır sormak, görüşüp konuşmak. |
merhabalaşma | * Merhabalaşmak işi. |
merhabalaşmak | * Birini merhaba sözüyle esenlemek. |
merhabası olmak | * esenleşecek kadar tanışıklığı, yakınlığı olmak. |
merhabayıkesmek | * biriyle ilgisini kesmek. |
merhale | * Derece, basamak, aşama, evre. * Varılması istenen noktaya kadar aşılması gereken yerlerin her biri, konak, menzil. * Bir yolcunun ortalama bir günde, sekiz saatte gidebileceği mesafe. |
merhamet | * Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığıkötü durumdan duyulan üzüntü, acıma. |
merhamet etmek | * acımak. |
merhamete gelmek | * acıma duygusuna kapılmak. |
merhameten | * Acıyarak, merhamet ederek. |
merhametli | * Acıması olan, merhamet eden. |
merhametsiz | * Acıması olmayan, acımasız, katıyürekli, kalpsiz. |
merhametsiz olmak | * merhamet etmemek. |
merhametsizce | * Merhamet etmeksizin, merhametsiz bir biçimde, acımadan. |
merhametsizlik | * Acımasız olma durumu, acımasızlık, kalpsizlik. |
merhem | * Deriye sürülerek kullanılan, içinde birçok etkili madde bulunan, yumuşak ve koyu kıvamda, yağlıveya yağsız ilâç. * Çare. |
merhem olmak | * bir derde çare olmak. |
merhemleme | * Merhemlemek işi. |
merhemlemek | * Merhem sürmek. |
merhum | * Ölmüş bir Müslümandan söz edilirken “Tanrı’nın rahmetine kavuşmuş” anlamında kullanılır. * ÖlmüşMüslüman erkek. |
merhum olmak | * ölmek. |
merhume | * ÖlmüşMüslüman kadın. |
mer’i | * Yürürlükte olan, geçerli. |
meridyen | * Ekvatoru dik olarak kestiği ve iki kutup noktasından geçerek dünyayıçevrelediği varsayılan daire. |
meridyen dairesi | * Meridyen düzleminin gök küresiyle ara kesiti. |
meridyen düzlemi | * İki kutup arasındaki doğru ile o yerin çekül doğrultusunun belirttiği düzlem, öğlen, nısfınnehar. |
Merih | * Güneş’e olan uzaklığı, Yer’in Güneş’e olan uzaklığından daha çok olan dışgezegenlerin ilki, Sakıt, Mars. |
merinos | * Uzun, çok ince, beyaz ve bol tüylü yapağısından dokumacılıkta yararlanılan bir koyun cinsi (Ovis aries hispanica). * Bu koyundan elde edilen yün. * Bu yünden yapılmışolan. |
merinos koyunu | * Bkz. merinos. |
meristem | * Sürgen doku. |
mer’iyet | * Yürürlük. |
merkantilist | * Merkantilizm yanlısı olan kimse. |
merkantilizm | * Ülkenin refahınısahip olduğu altın ve gümüşgibi değerli madenlere bağlayan, ülkedeki değerli maden yataklarının işletilmesine önem veren ve ihracatıartırıp ithalatıazaltmaya çalışan iktisat öğretisi. |
merkat | * Mezar, kabir. |
merkep | * Eşek. |
merkepçi | * Eşekçi. |
merkez | * Bir dairenin veya bir küre yüzeyinin her noktasından aynıuzaklıkta bulunan iç nokta, özek. * Bir kapalıeğrinin veya bazıçokgenlerde köşegenlerin kesişme noktası. * Bir ülkenin, bölgenin veya kuruluşun yönetim yeri. * Bir işin öğretildiği yer. * Bir işin yoğun olarak yapıldığıyer. * Belirli bir yerin ortası. * Polis karakolu. * Biçim, durum, yol. |
merkez açı | * Köşesi çemberin merkezinde bulunan açı. |
merkezce | * Merkeze göre, merkez bakımından. |
merkezci | * Merkeziyetçi. |
merkezcil | * Merkeze doğru yaklaşan. |
merkezcilik | * Merkeziyetçilik. |
merkezde | * yolda, durumda. |
merkezî | * Merkezde olan, merkezi oluşturan. |
merkezî ısıtma | * Merkeze bağlı ortak ısıtma sistemi. |
merkezî idare | * Merkezî yönetim. |
merkezî ülke | * Yönetme, denetleme ve konumu bakımından merkezde bulunan ülke. |
merkezî yıkama | * Merkeze bağlıveya bir merkezden yönetilen temizlik sistemi. |
merkezî yönetim | * Yönetme, denetleme ve işletme bakımından yetkinin bir yerde toplandığıyönetim tarzı. |
merkezîleşme | * Merkezîleşmek işi. |
Kategori: M
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 36
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 37
merkezîleşmek * Merkez durumuna gelmek. merkezîleştirme * Merkezîleştirmek işi. merkezîleştirmek * Otoriteyi ve işi bir merkezde toplamak. merkeziyet * Merkeziyetçilik. merkeziyetçi * Merkeziyetçilik yanlısı olan (kimse) veya merkeziyetçiliğe uygun (iş, yönetim), merkezci. merkeziyetçilik * Otoritenin ve işin tek bir merkezde toplanmasınıamaçlayan görüş, merkezcilik.
* Bu görüşe dayanan yönetim biçimi.merkezkaç * Merkezden uzaklaşan, santrifüj. merkezkaç kuvvet * Bir merkez çevresinde dönen bir cismi merkezden uzaklaştıran kuvvet. merkezkaçlama * Bir karışımın bileşenlerini merkezkaç kuvvetiyle ayırma işlemi. merkezleme * Merkezlemek işi veya durumu. merkezlemek * Merkez durumuna getirmek. merkezlenme * Merkezlenmek işi. merkezlenmek * Aynımerkezde toplanmak, temerküz etmek.
* Merkezî bir yönetime bağlanmak.merkezleşme * Merkezleşmek işi veya durumu. merkezleşmek * Merkez durumuna gelmek. merkezleştirme * Merkezleştirmek işi. merkezleştirmek * Merkez durumuna getirmek. merkum * Yazılmış.
* Adı geçen, az önce anılan (kimse).merkûp * Üzerine binilmişolan. Merkür * Güneşsisteminin Güneş’e en yakın olan gezegeni, Utarit. merlanos * Bir tür mezgit balığı(Merlangus communis). mermer * Birleşiminde %75 ‘ten çok kalsiyum karbonat bulunan, genellikle beyaz, renkli ve damarlısıda olan,
cilâlanabilen billûrlaşmışkireç taşı.
* Bu taştan yapılmış.mermer gibi * beyaz, parlak, sert ve pürüzsüz. mermer kireci * Mermerden yapılmışkireç. mermerci * Mermer çıkaran, işleyen, satan, mermer ve benzeri taşlardan yapılarda ıslak zemin işleri, mutfak döşemesi,
eviye veya mezar taşlarıyapan kimse.mermercilik * Cilâlıyüzeyler elde etmek için sert taşları işleme sanayii.
* Mermer işleme sanatı.mermerleşme * Genellikle başkalaşma etkisiyle, kireç taşlarının yeniden billûrlaşma sonucu mermere dönüşmesi. mermerleşmek * Mermer durumuna dönüşmek. mermerli * Mermeri olan. mermerlik * Mermerle döşeli yer. mermerşahi * Tülbent ile patiska arasında ince bir tür pamuklu kumaş. mermi * Ateşli silâhlar tarafından atılan delici, patlayıcımadde, kurşun. merserize * Kimyasal bir yöntemle parlaklık verilmişpamuk ipliği.
* Bu iplikle yapılmışolan.mersi * “Teşekkür ederim!”anlamında kullanılır. mersin * Mersingillerden, Güney ve BatıAnadolu dağlarında yetişen, yapraklarıyaz kışyeşil kalan, beyaz çiçekli bir
ağaç (Myrtus communis).mersin balığı * Mersin balığı gillerden, ılık denizlerde, göllerde yaşayan, tatlısularda yumurtlayan, yumurtalarından havyar
yapılan bir balık (Acipenser sturio).mersin balığı giller * Örneği mersin balığı olan, vücutlarıparlak pullarla veya kemik düğmeciklerle örtülü, çoğu yumurtlama
zamanında ırmak ağızlarına gelen iğbiçiminde uzun balıklar familyası.mersin balıkları * Mersin balığı giller familyasını içine alan balıklar takımı. mersin morinası * Mersin balığı gillerden, Karadeniz, Hazar Denizi ve bu denizlere dökülen ırmaklarda yaşayan,
yumurtasından havyar yapılan bir balık (Huso huso).mersingiller * İki çeneklilerden, mersin, karanfil, okaliptus gibi yapraklarıalmaşık, çiçekleri genel olarak talkım
durumunda bulunan ıtırlı bitkileri içine alan bir familya.mersiye * Ağıt. mersiyehan * Ağıt okuyan, ağıtçı. mert * Yiğit.
* Sözünün eri, güvenilir (kimse).mertçe * Erkekçe, yiğitçe, merdane (I). mertebe * Aşama, derece, rütbe.
* Evre, safha.mertek * Yapıda kullanılan dört köşe veya yuvarlak, kalınca sırık. mertlik * Yiğitlik, erkeklik. meryem ana kandili gibi * zayıf, yanan (ışık). meryem pelesengi * Kabuklarından aynıadla anılan bir reçine çıkarılan ve Antil adalarında yetişen bir ağaç (Calophyilum
calaba).meryemana asması * Bkz. ak asma. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 38
meryemana dikeni * 343 deve dikeni. meryemana kuşağı * Gök kuşağı, yağmur kuşağı. meryemanaeldiveni * Çan çiçeğinin bir türü (Campanula medium). merzengûş * Mercanköşk. mesabe * Derece, değer, rütbe. mesabesinde * yerinde, değerinde, hükmünde. mesafe * Ara, uzaklık.
* İlişkilerde çok içten olmama durumu, resmiyet.mesafe bırakmak (veya koymak) * ilişkilerde samimî olmamak. mesafeli * Arası olan, uzaklığı bulunan.
* İlişkilerde içtenliğe yer vermeyen.mesafelik * Aralık. mesaha * Yeri ölçme.
* Yüz ölçümü.mesai * Çalışma, emek. mesai saati * Çalışma saatleri, işzamanı. mesai yapmak (veya mesaiye kalmak) * bir işyerinde, yasal günlük işsüresi dışında ek bir ücretle fazla çalışmak. mesaj * Bir devlet büyüğünün, bir sorumlunun belirli bir olay veya durum dolayısıyla ilgililere gönderdiği bildiri.
* Yazıveya sözle verilen, gönderilen bilgi; bildirme yazısı, ileti.
* Yazıveya sözle anlatılmasıamaçlanan duygu veya düşünce.mesaj bırakmak * (yazıveya sözle) bilgi vermek. mesamat * Cilt üzerindeki küçük delikler, gözenekler. mesame * Gözenek. mesane * İdrar torbası, kavuk. mescit * Cami.
* İçinde cuma ve bayram namazıkılınmayan, minaresiz, küçük cami.mesel * Örnek alınacak söz.
* Atasözü.
* Eğitici hikâye veya masal.mesel olmak * (söz, cümle, dize vb.) atasözü durumuna gelmek. meselâ * Söz gelişi, söz gelimi, örneğin. mesele * Sorun.
* Problem.
* Güç iş.mesele çıkarmak * üzüntü verecek veya içinden güç çıkılır bir durum yaratmak. mesele yapmak * önemsiz bir şeyi önemli bir sorun durumuna getirmek. mesele yok! * herhangi bir güçlük yok!. mesen * Sanat ve bilim adamlarınıkoruyan kimse. meserret * Sevinç. meserretle * Sevinçle. meses * Hayvanlarıdürtmekte kullanılan, ucu demirli değnek, üvendire. mesh * Bir şeyi elle sıvazlama.
* Abdest alırken ıslak eli başa ve meste sürme.meshetme * Meshetmek işi. meshetmek * Abdest alırken ıslak eli başa ve meste sürmek. Mesih * İsa Peygamber’e verilen adlardan biri. mesire * Gezinti yeri, gezilecek yer. mesirelik * Gezmeye elverişli yer, mesire yeri. mesken * Konut, ikametgâh. mesken tutmak * yerleşmek. meskenet * Miskinlik, beceriksizlik.
* Yoksulluk, fakirlik.Mesket Türkleri * 343 Ahıska Türkleri. meskûkât * Sikkeler, metal paralar. meskûn * İnsan oturan, şeneltilmiş(yer).
* Yurt edinilmiş(yer).meskûn kılmak * bir yeri şeneltmek. meskûn mahal * Yerleşim merkezi. meskût * Söylenmemiş. meskût geçmek * söylemeden geçmek. meskût kalmak * konuşulmamak. mesleğinin eri olmak * işinin uzmanıveya ustası olmak. meslek * Bir kimsenin geçimini sağlamak için yaptığısürekli iş.
* Uğraş.
* Çığır, okul, ekol.
* Birbirine bağlı bilimsel veya felsefî düşünceler birliği; bir fikir çevresinde toplanmışçeşitli bilgiler, dizge,
sistem. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 39
meslek icabı * mesleğinin gereği olarak. meslek içi eğitim * Meslekteyken görevlinin kendini geliştirmesi için çağrıldığıkurs. meslek seçmek * geçimini sağlamak için yeteneklerine ve isteğine göre bir işi sürekli yapmak. meslekî * Mesleğe ilişkin, meslekle ilgili olan. mesleksel * Meslekî, meslekle ilgili. mesleksiz * Mesleği olmayan, işsiz güçsüz (kimse). mesleksizlik * Mesleksiz olma durumu. meslektaş * Aynımeslekten olan. meslektaşlık * Meslektaşolma durumu. mesmu * İşitilmiş, duyulmuşolan. mesnet * Dayanak.
* Mevki, makam.mesnetli * Dayanağı olan. mesnetsiz * Dayanağı olmayan. mesnevî * Her beyti ayrıuyaklı bir divan edebiyatınazım biçimi.
* Bu türdeki eserlerin genel adı.mesrur * Sevinmiş, sevinçli. mest * Sarhoş, kendinden geçmiş, esrik. mest * Üzerine ayakkabı giyilen kısa konçlu, hafif ve yumuşak bir tür ayakkabı. mest etmek * kendinden geçirmek. mest olmak * kendinden geçmek, sarhoşolmak. mestane * Sarhoşgibi, kendinden geçmişçesine. mestçi * Mest yapan veya satan kimse. mestçilik * Mest yapma veya satma işi. mestur * Örtülü, kapalı, gizli. mesture * Örtülü.
* Bkz. Tahsisatımesture.mes’udane * Mes’ut bir biçimde, mes’ut olarak. mes’ul * Sorumlu. mes’ul olmak * sorumlu olmak. mes’ul tutmak * sorumlu görmek. mes’uliyet * Sorum, sorumluluk. mes’uliyet almak * sorumluluk yüklenmek. mes’uliyetli * Sorumlu.
* Sorumluluk gerektiren.mes’uliyetsiz * Sorumsuz.
* Sorumluluk gerektirmeyen.mes’uliyetsizlik * Sorumsuzluk. mes’ut * Mutlu, sevinçli, ongun. mes’ut etmek * mutlu kılmak. mes’ut olmak * mutlu olmak, onmak. meşakkat * Güçlük, sıkıntı, zorluk. meşakkat çekmek * sıkıntı içinde olmak. meşakkate katlanmak * güçlüğe, sıkıntıya göğüs germek. meşakkatli * Güç, sıkıntılı. meşakkatsiz * Güç olmayan, sıkıntısız. meş’ale * Ucunda, alev çıkararak yanıcı bir madde bulunan, aydınlatmaya yarayan değnek. meşale çekmek * önderlik etmek, önayak olmak. meşaleci * Ortalığı aydınlatmak için çıra vb. yakmakla görevli kimse. meşatlık * Musevîlere özgü mezarlık, maşatlık. meş bu * Dolmuş, dolu.
* Doymuş.meşe * Kayıngillerden, üç yüz kadar türü arasında, kışyaz yapraklarınıdökmeyenleri de bulunan, kerestesi
dayanıklı bir orman ağacı(Quercus).
* Bu ağaçtan yapılmışolan.meşe kömürü * Meşenin yakılması ile elde edilen dayanıklıkömür. meşe odunu * Meşe ağacından elde edilen dayanıklı odun.
* Anlayışsız, görgüsüz ve kaba saba kimse.meşe palamudu * Meşe türü bir cins palamut. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 40
meşecik * Bkz. Kurtluca. meşelik * Meşe korusu veya meşe ormanı. meşgale * Uğraşılan şey, işgüç, uğraşı. meşgul * Bir işle uğraşan, işgörmekte olan.
* Çalışır, kullanılır durumda olan, dolu.meşgul etmek * vaktini almak.
* uğraştırmak.
* oyalamak.meşgul olmak * vaktini vermek, uğraşmak, oyalanmak. meşguliyet * Meşgul olma, uğraşma durumu.
* Uğraş.meşher * Sergi. meşhet * Şehit düşülen yer veya şehidin gömüldüğü yer. meşhur * Ünlü, tanınmış, herkesçe bilinen, angın.
* Ünlü, tanınmışkimse.meşhur olmak * ün kazanmak, tanınmak, ün almak, ünlenmek. meşhurluk * Meşhur olma durumu, ünlülük, tanınmışlık. meşhut * “tanık olunan” Görülen, gözle görülmüş, tanık olunmuş. meşhut cürümler mahkemesi * Bkz. suçüstü mahkemesi. meşhut suç * Bkz. suçüstü, cürmümeşhut. meşihat * Şeyhlik.
* Şeyhülislâmın makamı, şeyhülislâmlık.meşime * Döl yatağı.
* Etene, son, döl eşi.meşin * Sepilenmişkoyun derisi.
* Bu deriden yapılmışolan.meşin gibi * kararmışve sertleşmiş(insan derisi).
* iyi pişirilmeyip çiğkalmışet.meşin suratlı * Utanmaz, şerefsiz (kimse). meşin yuvarlak * (futbolda) Top. meşk * Bir öğretmenin, aynınıyazmaları için öğrencilerine verdiği yazıörneği.
* (yazıve müzikte) Alışmak ve öğrenmek için yapılan çalışma, el alıştırması.
* Yazıveya müzik dersi.meşk almak * ders almak. meşk etmek * alışmak veya öğrenmek için çalışmak. meşk vermek * ders vermek. meşkûk * Şüphe uyandıran, şüpheli. meşkûr * Beğenilmiş, övülmüş. meşrep * Yaradılış, huy, karakter, mizaç.
* Davranış biçimi.meşru * Yasanın, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu. meşru müdafaa * Uğranılan bir saldırıkarşısında kişinin kendisini korumak için başvurduğu yol. meşru saymak * geçerli bulmak. meşrubat * İçilecek şeyler, içecekler. meşrubatçı * Meşrubat hazırlayan, üreten veya satan kimse. meşruhat * Bir maddenin açıklanması için yazılanlar, açıklamalar. meşruiyet * Meşru, geçerli olma durumu. meşrulaşma * Meşrulaşmak işi. meşrulaşmak * Meşru duruma gelmek. meşrulaştırma * Meşrulaştırmak işi. meşrulaştırmak * Meşru duruma getirmek. meşrut * Şarta bağlı, şartlı. meşruta * Satılmamak şartı ile bir kimseye, mirasçılara veya bir kuruluşa verilmişmülk. meşruten * Şarta bağlı olarak. meşruten tahliye * Özgürlüğü bağlayıcıcezanın bir bölümünü iyi hâl ile geçiren hükümlünün, şartlara uymamasıdurumunda
yeniden hapsedilmesi şartıyla salıverilmesi.meşrutî * Meşrutiyetle ilgili olan. meşrutiyet * Hükümdarla yönetilen bir ülkede hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan hükûmet
biçimi.
* Osmanlıİmparatorluğunda 1876 Anayasasıyla başlayan ve 1918 Mondros Mütarekesine kadar süren ve I.
ve II. Meşrutiyet dönemi adlarıyla anılan süre.meşrutiyetçi * Meşrutiyet yanlısı olan kimse. meş’um * Uğursuz, kötü. meşveret * Bir konu hakkında birinin düşüncesini sorma, danışma. meşveret etmek * danışmak. met * Gelgit olayında denizin kabarması. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 28
medeniyetsiz * Uygarlaşmamış. medeniyetsizlik * Medeniyetsiz olma durumu. medet * Yardım, imdat.
* Yardım et, imdat.medet Allah! * zor bir durumda bulunulurken söylenir. medet ummak (veya beklemek) * yardım beklemek. medhüsenâ * Övgü. medih * Bkz. meth. Medine dilencisi * üstü başıperişan, kötü giyimli insanlar için söylenir. Medine kurdu * İnsan ve birçok başka memelinin, deri altıkatılgan dokusunda yaşayan sıcak ülkeler solucanı(Filaria
medinensis).mediyastin * Göğsün, yanlardan akciğerler, önden göğüs kemiği, arkadan omurga ile sınırlanan orta bölgesi. medlûl * Anlam. medrese * İslâm ülkelerinde, genellikle İslâm dini kurallarına uygun bilgilerin okutulduğu yer.
* Fakülte.medreseli * Medrese öğrencisi. medreseye düşmek * içinden çıkılmaz boştartışmaların konusu olmak. medüz * Denizanası. medya * Büyük iletişim ve yayın organlarının bütününe verilen ad.
* İletişim ortamı, iletişim araçları, kitle iletişim araçlarının tümü.medya camiası * Bkz. basın dünyası. medya maydonozu * Televizyonlarda sık sık programlara katılarak kendinden söz ettiren kimse. medya starı * Kitle iletişim araçlarında çok sık yer alan, görünen kimse, medya yıldızı. medyacı * Medya görevlisi. medyatik * İletişim araçlarına özgü, iletişim araçlarıyla ilgili. medyum * Ruh ötesi iletişim kurma deneylerinde, ruhlarla insanlar arasında aracılık ettiğini ileri süren kimse. medyumluk * Medyum olma durumu. medyun * Verecekli, borçlu. medyun olmak * kendini borçlu hissetmek. mefahir * Övünülecek şeyler, övünceler. mefharet * Övünme, övünce, iftihar etme. mefhum * Kavram. mefhumcu * Mefhumlara bağlıkalan kimse. mefhumculuk * Mefhumcunun işi. mefkûre * Ülkü, ideal. mefkûreci * Mefkûre sahibi olan. mefkûrecilik * Mefkûre sahibi olma işi veya görevi. meflûç * İnmeli, felçli. mefret * Kocaman, iri, büyük, muazzam. mefruş * Döşeli. mefruşat * Ev döşemek için gerekli eşya, döşeme. mefruşatçı * Mefruşat satan kimse, döşemeci. mefruşatçılık * Mefruşatçının işi. mefsuh * Feshedilmiş, kaldırılmış, dağıtılmış, bozulmuş. meftun * Tutkun, gönül vermiş, vurulmuş. meftun etmek * kendine bağlamak. meftun olmak * tutulmak, gönül vermek, vurulmak. meftuniyet * Meftunluk. meftunluk * Tutkunluk, gönül vermişlik. mef’ul * Yapılmış, işlenmiş.
* Bir işin etkisinde olan.
* Tümleç.mega * Bir birimin önüne geldiğinde, bu birimi bir milyonla çarpan ön ek, dev, devasa. KısaltmasıM. mega store * 343 Büyük mağaza. megafon * Sesi büyütüp uzağa iletmeye yarayan koni biçiminde alet. megahertz * Değeri bir milyon hertz olan frekans birimi. KısaltmasıMHz. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 29
megaloman * Megalomaniye tutulmuşolan (kimse). megalomani * Büyüklük hastalığı. megaton * Bir milyon ton değerinde kütle birimi.KısaltmasıMt.
* Nükleer bir bombanın veya merminin gücünü ölçmeye yarayan birim.megatonluk * Herhangi bir megaton değerinde olan. megavat * Bir milyon vat değerinde elektrik güç birimi.KısaltmasıMW. megavatlık * Herhangi bir megavat değerinde olan. meğer * Bilinmeyen, farkında olunmayan bir durum için kullanılır, meğerse, oysaki. meğerki * İstek veya emir kipinde olan ve biri diğerini engelleyecek durumda bulunan iki cümleyi birbirine bağlar. meğerse * Meğer, hâlbuki; oysa. mehabet * Büyük ve saygıdeğer kimselere duyulan saygı.
* Büyüklük, ululuk, yücelik.mehabetli * Büyük, ulu, yüce. mehaz * (bir eser yazılırken başvurulan) Kaynak. mehdî * Doğru yolda olan, hidayete ermişolan. mehel * Uygun, yerinde, denk. mehil * Bir işin bitirilmesi için tanınan ek süre, önel. mehil müddeti * Önceden tanınan süre, zaman tanıma. mehil vermek * süre tanımak. mehle * Kasaplık hayvanların omuz başından çıkan külbastılık veya pastırmalık yumuşak et. Mehmetçik * Sevgi duygusu ile Türk askerine verilen ad. mehr * 343 mihr. mehtaba çıkmak * ay ışığında gezip dolaşmak. mehtap * Ay ışığı. mehtaplı * Mehtabı olan. mehter * Mehterhane takımında görevli kimse.
* Osmanlılarda, çadırlara bakan uşak.mehter musikisi * 343 mehter müziği. mehter müziği * Klâsik Türk müziği makamları ile usullerinin kullanıldığıtek sesli bir müzik türü. mehter takımı * Mehterhane. mehter yürüyüşü * İki adım ileri, bir adım geri yapılan yürüyüş. mehteran * Mehterler. mehterbaşı * Mehter takımının yetiştirilmesinden ve çalışmasından sorumlu kimse. mehterhane * Osmanlılarda kös, nakkare, zil, zurna ve borulardan kurulan askerî mızıka takımı.
* Bu takımın bulunduğu yer.
* Hapishane.-mek * Bkz. -mak / -mek. mekân * Yer, bulunulan yer.
* Ev, yurt.
* Uzay, feza.mekân akustiği * İçinde bulunulan yerin ses düzeninin uyumu. mekân grupları * Bir yeri dolduran ögeler. mekân tutmak * bir yere yerleşmek. mekân zarfı * Yer zarfı. mekâncı * Mekân tutan kimse. mekanik * Kuvvetlerin maddeler ve hareketler üzerine etkisini inceleyen fizik dalı.
* Denge veya hareket kurallarıyla ilgili.
* El veya makine ile yapılan.
* Düşünmeden (yapılan).mekanikçi * Mekanikçiliğe ilişkin veya mekanikçilikten yana olan (görüş, kimse vb.). mekanikçilik * Bütün fiziksel olayları, uzay ve uzayda yer değiştirmelerle açıklayan görüş, mekanizm.
* Canlıvarlıkları, organik olayları, mekanik yasalara göre açıklayan öğreti, mekanizm.mekanikleştiricilik * Makine-insan ikilemini model alan maddeci kuram. mekanizasyon * Mekanik düzeni sağlama. mekanize * Savaşve taşıma gereçlerleriyle donatılmış(kıta veya birlik). mekanize birliği * Savaşve ulaştırma araçlarıyla donatılmış birlik. mekanizm * Mekanikçilik. mekanizma * Belli bir sonuca ulaşmak için karmaşık bir biçimde düzenlenmişorgan veya parçalar birleşimi, sistem,
düzenek.
* Organların işleyiş biçimi.
* Ateşli silâhların işlemesini sağlayan mekanik bölüm.
* Oluş, ortaya çıkış, işleyiş.mekik * El veya otomatik dokuma tezgâhlarında atkıveya argaç denilen ve enine olan iplikleri, uzunlamasına olan
arışların arasından geçirmeye yarayan masuralıaraç.
* Oya yapmakta kullanılan, kemik, ağaç veya plâstikten, iki ucu sivri, arasından iplik geçecek bir yarığı
bulunan küçük araç.mekik atmak * mekiği arışlar arasından hızla geçirmek.
* hiçbir yerde duramayıp iki yer arasında gidip gelmek.mekik diplomasisi * Bir sorunun çözümü için devletler arasında gerçekleştirilen seri diplomatik temaslar. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 30
mekik dokumak * iki yer arasında sürekli gidip gelmek. mekik gibi * sürekli gidip gelen şeyler için söylenir. mekik oyası * Dantel. mekkâre * Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan at, deve, katır gibi hayvanlara verilen ad; bu amaçla halktan
ücret karşılığında kiralanan yük hayvanı.mekkâreci * Yük hayvanıkiralayarak taşıma işi yapan kimse. meknuz * Gömülü, saklı. mekruh * İğrenç, tiksindirici.
* İslâm dininde, dince yasaklanmadığıhâlde yapılmaması istenen.meksefe * Kondansatör, içine elektrik enerjisi yığılan alet. Meksikalı * Meksika halkından olan (kimse). mektebi asmak * okula derslere girmemek için keyfî olarak gitmemek, okulu asmak. mektep * Okul. mektep çocuğu * Öğrenci, okul çocuğu.
* Acemi, toy.mektep görmemiş * okula gitmemiş.
* kaba, saygısız.mektep kaçağı * Okul kaçağı. mektep medrese görmüş * okumuş, öğrenim görmüş. mektepli * Okula giden (kimse), öğrenci.
* Okulda yetişmişolan, alaylıkarşıtı.mektepten çıkan eşek Marsuvan’dan çıkmaz * yüksek öğrenim yapmışolsalar bile bazılarıhiç eğitilmemişgibi davranabilirler. mektubu dışından okumak * bir kimsenin yüz çizgilerinden içinden geçeni anlamak. mektup * Bir şey haber vermek, bir şey sormak veya istemek için, birine çoğunlukla posta yoluyla gönderilen, zarfa
konulmuşyazılıkâğıt, name.mektup almak * yazılan mektup adrese gelip ele geçmek. mektup atmak * mektubu postaya vermek. mektupçu * Osmanlılarda, bir resmî dairenin yazı işlerini yönetmekle yükümlü yüksek görevli kişi.
* Bir il idaresinin yazı işlerini yöneten görevli.mektupçuluk * Mektupçunun görevi. mektuplaşma * Mektuplaşmak işi. mektuplaşmak * Birbirine mektup yazmak. mektupüstü * Mektubun gideceği adres. mel mel * Aptal aptal, bön bön.
* Üzgün üzgün, bel bel.mel mel bakmak * aptal aptal veya üzgün üzgün bakmak. melâike * Melekler.
* Melek gibi güzel (kadın).melâl * Can sıkıntısı, usanç. melâmet * Kınama, ayıplama, azarlama, çıkışma. Melâmî * Melâmîlik yanlısı olan kimse. Melâmîlik * Her türlü gösterişve dünya kaygılarından uzak kalmayıöğütleyen Sünnî tarikatı. mel’anet * Büyük kötülük, lânetlenecek işveya davranış. melânit * Doğal demir ve kalsiyum silikat. melânkoli * Kara sevda, malihulya. melânkolik * Kara sevdaya tutulmuş, kara sevdalı.
* Hüzün veren, hüzün belirtisi olan.melânurya * İzmaritgillerden, gümüşrenkli, eti kılçıklı bir Akdeniz balığı(Sparus melanuiya). melâs * Şeker üretiminde, billûrlaşan şeker alındıktan sonra kalan şekerli posa. melce * Sığınak, barınak. melek * Tanrı ile insan arasında aracılık yaptığına ve nurdan olduğuna inanılan manevî varlık.
* Terbiyeli, uysal (kimse).melek gibi * sessiz, sakin, çok temiz ve iyi huylu. melek otu * Maydanozgillerden, su kenarlarında yetişen, çiçekleri yeşilimtırak beyaz çok yıllık bir bitki (Angelica
sylvestris).meleke * Tekrarlama sonucu kazanılan yatkınlık, alışkanlık.
* Yeti.
* Yelken makarası.melekler gibi * günahsız, iyiliksever, iyi kalpli. melekût * Ruhlar ve melekler âlemi. meleme * Melemek işi.
* Koyun veya keçi sesi.
* Ağırkanlı, rahatına düşkün.melemek * (koyun veya keçi) Bağırmak. melengiç * Çitlembik. meles * Beli çökük at. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 31
meleş * İki kuzulu koyun. meleşme * Meleşmek işi. meleşmek * Birlikte melemek. melez * Değişik türden hayvan veya bitkiden üremiş(hayvan veya bitki), kırma, azma, metis.
* Değişik ırkta ana babadan doğmuşolan (kimse).
* Katışık.melezleme * Melezlemek işi. melezlemek * İki ayrıtürü çiftleştirip birleştirmek. melezleşme * Melezleşmek işi. melezleşmek * (bir bitki) Başka bir bitki türünün çiçekleriyle döllenmek.
* Yabancılaşmak.melezleştirme * Melezleştirmek işi veya biçimi. melezleştirmek * Melez duruma getirmek. melezlik * Melez olma durumu. melfuf * Sarılmış, bağlanmış, eklenmiş. melfufen * Eklenmişolarak. melhem * Bkz. merhem. melhuz * Mülâhaza edilen, düşünülen. melik * Padişah, hükümdar, hakan. melike * Kadın hükümdar, padişah karısı. melinit * Aslıpikrik asit olan patlayıcı bir madde. melisa * Oğul otu. melodi * Ezgi. melodik * Melodi ile ilgili, ezgili. melodram * Yunan trajedilerinde koro başı ile bir oyuncu arasında geçen şarkılıdiyalog.
* Müzik eşliğinde oyuncuların sahneye girip çıktıkları bir oyun türü.
* Çağdaştiyatroda, hareketli ve duygusal olaylara dayalı bir oyun türü.melon * Yuvarlak ve bombeli bir tür şapka. meltem * Yazın karadan denize doğru esen mevsim rüzgârı. mel’un * Tanrıtarafından lânetlenmişolan, lânetli.
* Nefretle karşılanan, kötü.
* Lânetlenmişkimse.mel’unca * Mel’una yakışır biçimde, melun gibi. melül * Üzgün.
* Boynu bükük, zavallı, yoksul.melül mahzun * Çok üzgün, sıkıntılı, ağlamaklı. melül melül * Üzgün üzgün. memalik * Memleketler. memat * Ölüm. memba * Kaynak, pınar.
* Bir şeyin çıktığıyer.memba suyu * İçinde erimişolarak mineraller bulunan, içme suyu olarak veya tedavi amacıyla kullanılan su. meme * Yavrularınıemzirmek için, memelilerin göğsünde türlü biçim ve sayıda bulunan ve meme başıdenilen
çıkıntıları olan organ.
* Bazıaraçların meme başına benzeyen bölümü.
* Vücudun herhangi bir yerinde oluşmuşküçük çıkıntı.
* Ateşli silâhların veya bazıpatlayıcıların ateşlendiği çıkıntı.
* Gemi çapasında kolların birleştiği şişkin yer.
* Bkz. Emcek, emcik.meme başı * Memenin ucundaki çıkıntı. meme bezi * Memenin süt salgılayan dokusu. meme süngeri * Meme başının çevresindeki koyu renkli yuvarlak bölüm. meme vermek * emzirmek. meme yapmak * motorlu araçlarda plâtin elektrik akımını geçirmeyecek ölçüde oksitlenmek, işlevini yapmaz olmak. memecik * Deri ve sümük doku üzerinde görülen küçük ve sivri çıkıntı. memede olmak * henüz meme ile beslenmek. memeden kesmek * artık emzirmemek. memeli * Memesi olan.
* Herhangi bir biçimde memesi olan.memeliler * Doğurarak üreyen, memeleri olan, sıcak kanlı, iki akciğerli, yüreğinde dört boşluğu olan, vücutları
genellikle tüylerle örtülü omurgalıhayvanlar sınıfı.mememsi * Meme başı biçiminde olan. memişhane * Ayak yolu, abdesthane. memleha * Tuzla. memleket * Bir devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke.
* Bir kimsenin doğup büyüdüğü yer, yurt.
* İklim ve üretim bakımından ele alınan bölge.
* Bir ülkede yaşayan bireylerin bütünü.memleket havası * Halk türküsü. memleketçi * Memleketin her bakımdan yükselmesini, gelişmesini isteyen, bu yolda çaba harcayan kimse. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 32
memleketçilik * Memleketçi olma durumu. memleketler arası * Uluslar arası. memleketli * Aynımemleketten olan (kimse), hemşehri.
* Memleket halkı.memlûk * Köle.
* (özel ad olarak) Kölemenlerden olan kimse.memnu * Men edilmiş, yasaklanmış, yasak. memnu meyve * Tanrı’nın yasaklamasına rağmen Adem’in, Havva’nın elinden yediği meyve.
* Elde edilmesi yasaklanan şey.memnu mıntaka * Girilmesi, film ve fotoğraf çekilmesi yasak olan yer, yasak bölge. memnuiyet * Yasak olma, yasak edilme durumu. memnun * Herhangi bir olaydan veya durumdan ötürü sevinç duyan, kıvançlı, mutlu. memnun etmek * (bir kimseyi) sevindirmek, kıvanç vermek.
* yüklüce para veya bol bahşişvermek.memnun memnun * Memnun bir biçimde, memnun olarak, memnuniyetle. memnun olmak * sevinmek, sevinç duymak, kıvanmak. memnunca * Memnun gibi, az çok memnun. memnuniyet * Sevinç, sevinme, kıvanç, kıvanma. memnuniyetle * Kıvanç duyarak, kıvançla. memnuniyetsiz * Memnun olmayan. memnuniyetsizlik * Memnun olmama durumu. memnunluk * Kıvanma, kıvanç. memorandum * Muhtıra, nota. memul * Umulan, düşünülen. memul etmek * beklemek, ummak. memul olmak * umulmak, beklenilmek. memur * Devlet hizmetinde aylıkla çalışan kimse, görevli.
* Bir işle görevlendirilmişolan, yükümlü.memur etmek * görevlendirmek. memure * Bayan memur. memurin * Memurlar. memuriyet * Memur olma durumu, memurluk.
* Görev, vazife.memurluk * Memur olma durumu. men * Yasaklama, izin vermeme. -men * Bkz. -man / -men (I). -men * Bkz. -man / -men (II). menafi * Yararlar, faydalar. menafiiumumiye * Kamu yararı. menajer * Menecer. menajerlik * Menecerlik. menakıp * Menkı beler. menakıpname * Menkı beleri konu edinen eserlerin ortak adı. mendebur * Sümsük, sünepe, pis, iğrenç. mendeburluk * Mendebur olma durumu. mendelevyum * Atom numarası101, kütle numarası256 olan, izotopu 1957’de yapma olarak elde edilmişolan element.
KısaltmasıMd.menderes * Bir akarsu yatağının az eğimli koyak tabanlarında ve ova düzlüklerinde çizdiği S harfine benzeyen kıvrım. mendil * Burun ve ter silmekte, bazen de el ve yüz kurulamakta kullanılan küçük, kare biçiminde dokuma veya
yumuşak, ince kâğıt.
* İçine bazışeyler konulan dokuma, yağlık.mendil atmak * herhangi bir duyguyu, gizli bir mesajıhaberleşilen insana çeşitli anlamları olan renkli mendille bildirmek. mendil kadar * (alan için) çok küçük. mendil sallamak * birini uzaktan mendil sallayarak selâmlamak veya uğurlamak. mendilli * Mendili olan. mendilsiz * Mendili olmayan. mendirek * Dalgakıranla yapılmışliman. menecer * Yönetici.
* Bir sporcunun veya sanatçının meslekî işlerini yöneten kimse, menajer.
* Bir spor dalının, takımının teknik yöneticisi.menecerlik * Menecer olma durumu.
* Menecerin görevi. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 33
menedilme * Menedilmek işi. menedilmek * Yasak edilmek, yasaklanmak, önüne geçilmek. menejer * Bkz. Menecer. menekşe * Menekşegillerden, bir veya çok yıllık otsu bitki (Viola tricolor).
* Bu bitkinin mor renkli, güzel kokulu çiçeği.menekşe gözlü * Gözleri koyu lâcivert renkte olan. menekşe gülü * Tırmanıcı, küçük çiçekli bir gül (Rosa chinensis). menekşe rengi * Menekşe çiçeğinin mor rengi.
* Bu renkte olan.menekşegiller * Çiçekleri ayrıtaç yapraklı iki çenekli bitkiler familyası. menemen * Yumurtalısivri biber, domates yemeği. menengiç * Bkz. melengiç. menenjit * Ateş, şiddetli başağrısı, kusma, ense katılaşması, sayıklama gibi belirtilerle ortaya çıkan beyin zarları
iltihabı.menent * Benzer, eş. menetme * Menetmek işi. menetmek * Yasak etmek, yasaklamak, engel olmak. meneviş * Bir yüzeyde renk dalgalanmasısonucu görülen parlaklık, hare.
* Terementi ağacının tohumu.menevişlenme * Menevişlenmek işi. menevişlenmek * Bir yüzeyde renk dalgalanmaları oluşmak, harelenmek. menevişli * Menevişleri olan. menfa * Bir kimsenin sürgüne gönderildiği yer, sürgün yeri. menfaat * Yarar, çıkar, kâr, fayda. menfaat düşkünü * Sadece kendi çıkarınıdüşünen, her şeyi kendine yontan kimse. menfaat gütmek (veya gütmemek) * çıkarınıön plânda tutmak (veya tutmamak). menfaatçi * Çıkarcı, çıkarına düşkün (kimse). menfaatine * yararına. menfaatperest * Çıkarcı. menfaatperestlik * Çıkarcılık. menfaatperver * Çıkarına düşkün. menfaattar * Menfaatçi. menfez * Girecek veya geçecek yer, delik, açma. menfi * Olumsuz.
* Her şeyi olumsuz ve kötü yanlarıyla ele alan.
* Sürgün edilmiş.
* Negatif.
* Olumsuz.menfilik * Bkz. olumsuzluk. menfur * Nefret edilen, iğrenç, tiksindirici. mengene * Onarma, işleme, düzeltme gibi işlemlerin uygulanacağınesneyi sıkıştırıp istenildiği gibi tutturmaya yarayan
bir çeşit sıkıştırıcıalet.
* Yağınıveya suyunu çıkarmak için ürünleri sıkmaya yarayan alet veya araç, pres.mengene gibi * kuvvetle iyice sıkıştırarak. menhiyat * Din yasakları. menhus * Uğursuz. meni * Döl suyu, bel suyu, atmık, sperma. menisk * Bir yüzü içbükey, öbür yüzü dış bükey olan mercek.
* Bazıeklemlerde kemik arasında bulunan kıkırdak bölüm.menisküs * Diz meniski travması. menkı be * Din büyüklerinin veya tarihe geçmişünlü kimselerin yaşamlarıve olağanüstü davranışlarıyla ilgili hikâye. menkul * Bir yerden başka bir yere taşınmışolan.
* Ağızdan ağıza geçerek gelmiş, söylenegelmiş.
* Bir yerden bir yere taşınabilen (mal), taşınır.menolunma * Menolunmak işi. menolunmak * Yasak olmak, yasaklanmak. menopoz * Kadınlarda gebe kalma ve doğurma yeteneğinin sona ermesi, yaşdönümü. menopoza girmek * kadınlar için aybaşıhâlinin ve yumurtlamanın tamamen sona erdiği dönem başlamak. mensubiyet * Bir yerle, bir kimse ile ilgili, ilişkili olma durumu, ilgililik. mensucat * Dokuma, dokumalar, tekstil. mensup * Bir yerle veya bir kimseyle bağlantısı olan, ilişkili, -den olan, -e bağlı(kimse). mensup olmak * bir şey veya kimseyle bağıntısı olmak. mensur * Düz yazı biçiminde olan, manzum olmayan. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 34
mensur şiir * Şiir yönü ağır basan düz yazı, şiirce. menşe * Başlangıç, bir şeyin çıktığıyer, köken, kaynak, sebep. menşe şahadetnamesi * Bkz. köken belgesi. menşeli * Kökeni olan, kökenli. Menşevik * Menşeviklik yanlısı olan kimse. Menşeviklik * Rus sosyalizmi içinde Bolşevikliğe karşıt olarak gelişen akım. menşur * Yayılmış, dağıtılmış, neşredilmiş.
* Biçme.
* Padişah tarafından verilen vezirlik, beylerbeyilik veya başka bir unvanı gösteren bir ferman türü.menteşe * Bir mille birbirine tutturulmuş, biri sabit, öbürü hareketli iki parçadan oluşmuşmetal parça, reze. mentol * Nane kokusu.
* Nane ruhunda görülen CHO formüllü alkol billûru.mentollü * İçinde mentol bulunan. menus * Alışılmışolan.
* Yabancılık çekmeyen, alışmış, alışık.menü * Yenecek yemeklerin listesi, mönü.
* Sofraya çıkarılacak yemeklerin hepsi.menüsküs * Menisk. menzil * Yolculukta dinlenmek amacıyla durulan yer, konak.
* İki konak arasındaki uzaklık.
* Bir merminin ulaşabildiği uzaklık, erim.
* Ordunun cephe gerisi işlerinin bütünü.
* Bir günlük yol.
* At değiştirmek veya konaklamak için kervanların ve posta tatarlarının indikleri bina veya han.
* Ok atma yarışlarında erişilen mesafe.menzil atmak * ok atışyarışmalarında rekor kırmak. menzil dikmek * atılan ok ile kırılan rekorun yerini belirten taşdikmek. menzilci * Uzak yerlere menzil beygirleriyle giden posta tatarı. menzilci beygiri gibi koşmak * durup dinlenmeden çalışmak. menzile * Aşama, kerte, yükseklik derecesi. mepsuten * Yayılmış, açılmış. mera * Çayırlık, otlak. mera bitkileri * Meralarda kendiliğinden yetişen veya sun’î olarak yetiştirilen, yem değeri olan veya olmayan tüm bitki
türleri.merak * Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek.
* Bir şeyi edinmek, yapmak, bir şeyle uğraşmak isteği.
* Düşkünlük, heves.
* Kaygı, tasa.merak etme! (k kalın okunur) * kaygılanma!. merak etmek (k kalın okunur) * anlamak veya öğrenmek istemek.
* kaygılanmak.merak getirmek * kara sevdaya tutulmak. merak olmak * anlamak veya öğrenmek istemek. merak sarmak (duymak veya salmak) * bir şeyi edinmek, yapmak veya onunla uğraşmak isteğine kapılmak, bir şeye eğilim duymak. meraka düşmek * kaygılanmak. merakına dokunmak (veya merakına mucip olmak ) * ilgisini çekmek. merakınıuyandırmak * merak etmesine sebep olmak, meraklanmak. meraklandırma * Meraklandırmak işi. meraklandırmak * Meraklanmasına yol açmak, kaygılandırmak, tasalandırmak. meraklanış * Meraklanmak işi veya biçimi. meraklanma * Meraklanmak işi. meraklanmak * Kaygılanmak, üzülmek, tasalanmak, sebebini anlamak için çaba harcamak. meraklı * Her şeyi anlamak ve bilmek isteyen, mütecessis.
* Bir şeye çok düşkün olan, sürekli onunla uğraşan.
* Titiz.
* Kaygılı.
* Bir şeye düşkün olan kimse.
* Kendisini ilgilendirmeyen bir konuda bilgi sahibi olmaya çalışan kimse.meraksız * Anlamak, öğrenmek isteğini duymayan.
* Kaygısız, aldırışsız.meraksızlık * Meraksız olma durumu. merakta bırakmak * kaygı içinde bırakmak. merakta kalmak * kaygı içinde olmak. meraktan çatlamak * çok kaygılanmak.
* bir şeyi öğrenmek isteğini aşırıölçüde duymak.meral * Maral, dişi geyik. meram * İstek, amaç, gaye, maksat. meram anlatmak (veya meramınıanlatmak) * isteğini, derdini anlatmak. meram etmek * üstüne düşmek, yapmak istemek. merasim * Tören.
* (resmî işler için) Yol yöntem, yol yordam.merasim salonu * Bkz. tören salonu. merasimli * Kurallara, törelere aşırı bağlı olan. merasimsiz * Törensiz.
* Resmî davranıştan uzak, yalın, sade.