Kategori: M

  • Türkçe Sözlük M Sayfa 13

    malûmatsız * Bilgisiz.
    malûmattar * Bilgili, malûmat sahibi.
    malûmattar etmek * malûmat vermek.
    malûmu ilâm etmek * bilinen ve açık olan bir şeyi söylemeye, açıklamaya kalkmak.
    malya * Deniz dibinde otlara takılmışoltayıkurtarmaya ve deniz derinliklerinden ağ, halat, sicim vb. şeyleri
    çıkarmaya yarayan dört tırnaklıdemir.
    malzeme * Gereç, materyal.
    * Bir eserin hazırlanmasında yararlanılan bütün bilgi ve kaynaklar.
    mama * Bebek için hazırlanan yiyeceklerin genel adı.
    * Çaça.
    mamafih * Bununla birlikte, durum böyle iken.
    mamaliga * Kaynar suda haşlanıp üzerine yağgezdirilen mısır unu yemeği.
    mambo * Haiti kökenli, rumba ve çaçaya benzeyen bir dans.
    * Bu dansın müziği.
    mamelek * (birinin veya tüzel kişinin) Olanca malı, her nesi varsa, varıyoğu, mal varlığı.
    mamul * Yapılmış, işlenmiş, imal edilmiş(eşya, yiyecek).
    mamulât * Yapılmışşeyler.
    mamur * Bayındır.
    mamure * Bayındır yer, bayındırlık.
    mamut * Filgillerden, dördüncü zamanda Avrupa ve Asya’da yaşamışolan, şimdi ancak fosili bulunan iri, kıllı bir
    hayvan (Elephas primigenius).
    -man / -men * Sıfattan küçültme sıfatıtüreten ek: koca-man, köle-men, köse-men, Türkmen, uz-man, küçümen
    (küçük’ten) vb.
    -man / -men * Fiilden isim türeten ek: az-man, değir-men, öğret-men, yönet-men, okut-man, say-man vb.
    mana * Anlam.
    mana çıkarmak * yersiz bir yargıya varmak; yanlışdeğerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir anlam
    vermek.
    * anlam çıkarmak.
    mana çıkmak * anlamına gelmek, anlamınıtaşımak.
    mana vermek * kendince bir yargıya varmak, yorumlamak.
    manaca * Anlamca.
    manalandırma * Manalandırmak işi.
    manalandırmak * Anlam vermek.
    manalı * Anlamlı.
    * Gizli anlamı olan, manidar.
    manalımanalı * Bir şey sezdirmeye çalışarak, anlamlı olarak, anlamlıanlamlı.
    manas * Kın kanatlılardan, ergin evrede yaprakları, kurtçuk evresinde kökleri kemirerek tarım bitkilerine ve orman
    ağaçlarına büyük zarar veren bir böcek (Polyhylla fullo).
    manasız * Anlamsız.
    * Yersiz, boş, yararsız.
    manasızlık * Manasız olma durumu, anlamsızlık.
    manastır * Bazıkesin kurallara bağlırahip veya rahibelerin dünya ile ilgilerini keserek yaşadıklarıyapı, keşişhane.
    manat * Azerbaycan ve Türkmenistan para birimi.
    manav * Meyve ve sebze satan yer.
    * Meyve ve sebze satan kimse.
    * Genellikle Romanya ve Bulgaristan’dan göç etmişkimse.
    manavlık * Manavın işi veya mesleği.
    manaya gelmek * anlam bildirmek.
    * anlama gelmek.
    manca * Yiyecek.
    * Kedi, köpek yiyeceği.
    mancana * Sütleğengillerden, Antil Adalarında yetişen, çok zehirli bir ağaç.
    mancınık * Top yapımının bilinmediği çağlarda, kale kuşatmalarında, ağır taşgülle fırlatmakta kullanılan basit bir savaş
    aracı.
    * İpekçi çıkrığı.
    mancınık işi * Kozadan ipek sağlama işi.
    mancınıkçı * İpekçi çıkrığınıkullanan kimse.
    Mançu * Mançurya halkından olan kimse.
    Mançuca * Mançu dili.
    manda * Gevişgetirenlerden, derisinin rengi siyaha yakın, uzun seyrek kıllı bir hayvan, su sığırı(Buffelus).
    manda * Birinci Dünya Savaşından sonra bazıaz gelişmişülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip
    bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti (Cemiyet-iAkvam) adına yönetmek için bazı büyük devletlere
    verilen vekillik.
    manda gibi * çok iri ve hantal.
    manda gibi yayılmak * dikkatsizce ve bütün ağırlığıyla oturmak.
    manda gibi yemek * çok ve acele ile yemek.
    mandacı * Bir ülkeyi manda temeline göre yönetmesi için Milletler Cemiyetince görevlendirilen (devlet), mandater.
    * Osmanlıİmparatorluğunda, tersanedeki gemilerin bakımı ile görevli kimse.
    mandacılık * Mandacı olan veya mandacıyanlısı.
    mandagözü * Nikel yirmi kuruş.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 14

    mandal * Kapı gibi şeyleri kapalıtutmaya yarayan, döner tahta veya metal parça.
    * İpe serilen çamaşırıtutturmak için kullanılan yaylıkıskaç.
    * Ut, kanun, keman gibi çalgıların tellerini geren düğme.
    mandal * Evlek.
    mandalina * Turunçgillerden, portakala çok benzeyen bir ağaç (Citrus nobilis).
    * Bu ağacın tatlı, kokulu, lezzetli meyvesi.
    mandallama * Mandallamak işi.
    mandallamak * (kapı, pencere kanadı için) Mandalla tutturmak.
    * Çamaşırımandalla tutturmak.
    mandallanma * Mandallanmak işi.
    mandallanmak * Mandallamak işi yapılmak, mandalla tutturulmak.
    mandallı * Üzerinde mandal bulunan.
    * Mandalla kapatılmışolan (kapı, pencere).
    * Mandalla ipe tutturulmuş.
    mandalsız * Üzerinde mandal bulunmayan.
    * Mandalla kapatılmamışolan (kapı, pencere).
    * Mandalla ipe tutturulmamış.
    mandapost * Posta havalesi.
    mandar * (gemilerde) Küçük makara.
    mandarin * Avrupalıların Çin devlet memurlarına verdikleri ad.
    mandarinlik * Mandarin olma durumu.
    * Mandarinin görevi veya makamı.
    mandater * Mandacı.
    mandepsi * Tuzak, oyun.
    mandepsiye basmak (veya bastırmak, düşmek) * aldatılmak, tuzağa düşmek.
    mandıra * Koyun, keçi gibi süt veren hayvanların barındırıldığı, süt ve süt ürünlerinin elde edildiği yer.
    mandıracı * Mandıra işleten kimse.
    mandıracılık * Mandıra işletme işi veya biçimi.
    mandolin * İkişer ikişer aynıdeğerde dört çift telli, kısa saplı bir çalgı.
    mandolinci * Mandolin yapan veya satan kimse.
    * Mandolin çalan kimse.
    manej * At eğitimi.
    * Bu eğitimin yapıldığıyer.
    * (bir atlı gösteride) Binicilik gösterilerinin tümü.
    manen * İç varlık bakımından, manevî yönden, maddeten karşıtı.
    manevî * Görülmeyen, duyularla sezilebilen, soyut, tinsel.
    manevî evlât * Bir kişinin kanunlara göre evlât edindiği kimse.
    manevî ilim * Anlayışyöntemini esas alan bilim dalı.
    manevî tazminat * Manevî zarar ve ziyan ödenmesini kapsayan şahsî dava, tazminat davası.
    manevî zarar * Manevî yönden uğranılan kayıp.
    maneviyat * Maddî olmayan, manevî şeyler.
    * Yürek gücü, moral.
    maneviyatı bozulmak * moral gücü sarsılmak.
    maneviyatınıkırmak * moral gücünü sarsmak.
    manevra * Bir aletin işleyişini düzenleme, yönetme işi veya biçimi.
    * Geminin bir yere yanaşmak veya bir yerden çıkmak için yaptığı hareket.
    * Lokomotifin, katar katmak veya katar dağıtmak için ileri geri giderek hattan hatta geçmesi.
    * Hareket, gidişgeliş.
    * Asker birliklerini savaşa hazırlamak amacıyla, arazi üzerinde yapılan genişölçüde savaşdenemesi.
    * İstenilen amaca ulaşmak için tutulması gereken yol.
    manevra fişeği * Askerî harekâtta kullanılan ve kuru sıkıatım yapan fişek.
    manevra yapmak * bir araca istenilen hareketi yaptırmak.
    * (asker birlikleri) savaşdenemesi yapmak.
    manga * On kişilik asker birliği.
    * Savaşgemilerinde deniz erlerinin yattığıkoğuş.
    mangal * İçine kor konulan, sacdan, bakır veya pirinçten, türlü biçimlerde üstü açık kap, korluk.
    mangal gibi yüreği olmak * cesareti çok olmak.
    mangal kömürü * Odun kömürü.
    mangal yağı * Etin yapışmaması için mangaldaki ızgaraya sürülen yağ.
    mangal yürekli * Korkusuz, gereğinden fazla cesur, gözünü daldan budaktan esirgemeyen, gözü pek.
    mangalda kül bırakmamak * yapamayacağı işleri yapabilirmişgibi söylemek.
    mangan * Manganez.
    manganez * Atom numarası25, atom ağırlığı54,93, yoğunluğu 7,39 olan, 1244° C de eriyen, doğada oksit durumunda
    bulunan, çeliği sertleştirmek için kullanılan, çok sert ve kırılgan bir element. KısaltmasıMn.
    manganin * Manganezin bakır ve nikelle yaptığı alaşım.
    mangır * Bakırdan yapılmış, iki buçuk para değerinde sikke.
    * Nargile lülesine konulmak için kömür tozundan yapılan, çabuk tutuşur, tavla pulu biçiminde bir çeşit
    yakacak.
    * Para.
    mangırlı * Bol parası olan.
    mangırsız * Hiç parası olmayan.
    mangiz * Para.
    mango * Hint Kirazı.
    mani * Kişinin sevinç, güven ve her türlü etkinliklerinin normal olmayan bir biçimde arttığıruh hastalığı.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 15

    mâni * Genellikle birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı olan, daha çok hecenin yedili ölçüsüyle söylenen halk
    şiiri.
    mani düzmek (veya yakmak) * mani okumak veya müzik eşliğinde mani söylemek.
    mâni olmak * önüne geçmek, engellemek, önlemek.
    mâni,-i * Bir şeyin yapılmasınıönleyen şey, engel.
    mânia * Engel.
    mânialı * Engelli.
    manicilik * İranlıdüşünür Mani’nin III. yüzyılda kurduğu ve iyilik kötülük esasına dayalıdinî doktrin.
    manidar * Anlamlı olan, manalı.
    manifatura * Fabrika yapımıher türlü kumaşve bez gibi dokumalar.
    manifaturacı * Manifatura eşyasısatan kimse.
    * Manifatura eşyasının satıldığıyer.
    manifaturacılık * Manifaturacı olma durumu.
    manifesto * Bir gemideki malları göstermek için kaptan tarafından boşaltma işlemlerinin yapılacağı gümrük idaresine
    verilen liste.
    * Bildiri.
    Maniheizm * Manicilik.
    manika * Gemilerde, ambarlara ve makine bölümüne hava vermek için güverteye açılan baca.
    manikür * Elin ve özellikle el tırnaklarının bakımı.
    manikürcü * Mesleği manikür yapmak olan kimse.
    manikürcülük * Manikürcünün yaptığı iş.
    manikürlü * Manikürü yapılmış, manikürü olan.
    manikürsüz * Manikürü olmayan.
    maniple * Telgraf işaretlerini göndermek için, bir devredeki akımıkesmekte veya yeniden vermekte kullanılan araç.
    manipülâsyon * Varlıklarıyapıcı, açıklayıcıve yararlı bir biçimde kullanma işi.
    manipülâtör * Manipleyi kullanan kimse.
    * Maniple.
    Manisa kebabı * Manisa yöresine özgü bir kebap türü.
    Manisa lâlesi * Düğün çiçeğigillerden, korularda, kırlarda yetişen bir bitki (Anemone pulsatilla).
    manişka * İki dilli iki makara ile yapılan palanga.
    manita * Hileyle, düzenle, tanışır gibi bir hâl takınarak para sızdırma, hırsızlık.
    * Sevgili.
    manitacı * Manitacılıkla para sızdıran dolandırıcı.
    manitacılık * Tanışıyormuşgibi yaparak veya çevredeki yandaşlarından destek alarak birinden para sızdırmak işi, bir çeşit
    dolandırıcılık.
    manivelâ * Bir ucunun bağlı bulunduğu bir nokta çevresinde dönen kol.
    * Kaldıraç.
    manivelâlı * Manivelâsı olan.
    mankafa * Anlayışsız, aptal.
    * Sakağıhastalığına tutulmuş(at).
    mankafalık * Mankafa olma durumu, anlayışsızlık, aptallık.
    * Atlarda görülen süreğen, şiddetli sakağı.
    manken * Genellikle moda evlerinde giysileri alıcılara göstermek işiyle görevli kimse, model.
    * Ressam ve heykeltraşların gerektikçe model gibi kullandıkları, türlü durumlarıalabilen eklemli, çoğunlukla
    tahtadan yapılmışinsan veya hayvan örneği.
    * Terzilerin, giysi denemek, sergilemek için kullandıkları insan vücudu biçimindeki tahta, mukavva vb. kalıp.
    manken gibi * vücut ölçüleri düzgün ve ince olan.
    mankenlik * Mankenlik işi.
    manolya * Manolyagillerden, yapraklarıalmaşık, iri ve parlak yeşil renkte bir süs ağacı(Magnolia grandiflora).
    * Bu ağacın çok iri, beyaz ve limon kokusunda güzel çiçeği.
    manolyagiller * Ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, manolya gibi çoğu güzel kokulu bitkileri içine alan familya.
    manometre * Buharın veya herhangi bir gazın bulunduğu kabın iç yüzeylerine yaptığı basıncıölçen alet, basıölçer.
    mansap * Bir ırmağın denize veya başka bir ırmağa döküldüğü veya kavuştuğu yer, ırmak ağzı, kavşak, munsap.
    mansıp * Makam, yüksek memuriyet.
    mansiyon * Bir yarışmada konulan ödüle yeterli nitelikte görülmemekle birlikte, anılmaya değer bulunan kimseye veya
    esere verilen derece.
    manşet * Bir gömleğin kol ağzına geçirilen, genellikle çift katlıkumaştan yapılan bölüm, kolluk.
    * Gazetelerin ilk sayfalarının üst bölümüne iri puntolarla konulan başlık.
    manşon * Elleri soğuktan korumak için kullanılan, astarlanmışkürk, el kürkü.
    * Bkz. ek bileziği.
    mantar * Mantarlardan, içinde zehirlileri de bulunan, emeçleri bir gövde ve bunun üstünde bir şapka biçiminde
    gelişmiş, ilkel bitkilerin genel adı(Fungi).
    * Esnek ve sudan hafif olduğundan şişe tapası, cankurtaran simidi, cankurtaran yeleği, ayakkabıtabanıve
    daha birçok şeylerin yapımında kullanılan, su geçirmesiz, meşe ağacıtabakası.
    * Bu tabakadan yapılan şişe tapası.
    * Çocukların özel tabanca ile patlattıkları barutlu madde.
    * Balık ağlarınısu yüzünde tutmaya veya olta sarmaya yarayan mantar parçası.
    * (hayvanlarda) Burun ucu.
    * Çoğunlukla yüzde, deri üzerinde koyu kızıl veya mor renkte oluşan bir cilt hastalığı, küflüce.
    * Bazımantarların yol açtığı bitki veya hayvan hastalığı, küflüce.
    * Uydurma söz, yalan.
    mantar ağacı * Turunçgillerden, kerestesi çok gözenekli, süngerimsi, açık sarırenkli bir ağaç (Phelloderidron amurerıse).
    mantar atmak * yalan söylemek, martaval atmak.
    mantar bilimci * Mantar bilimi ile uğraşan kimse.
    mantar bilimi * Mantarların yapılarını, yaşayışlarınıve yol açtıklarıhastalıkları inceleyen bilim dalı, mikoloji.
    mantar çorbası * Mantarların pişirilmesinden sonra unun yoğurtla karışımının tereyağı, sarımsak ile birlikte bol su içinde
    kaynatılmasıyla yapılan bir çorba türü.
    mantar gibi yerden bitmek * birdenbire veya kendiliğinden ortaya çıkmak.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 16

    mantar hastalığı * Mantar, küflüce.
    mantar kent * Nüfusu hızla artan yerleşim bölgesi.
    mantar meşesi * BatıAkdeniz bölgesinde yetişen bir tür meşe (Quercus suber).
    mantar özü * Karbon, hidrojen ve oksijenden oluşan bazı bitki hücrelerinin çeperlerini kaplayarak sıvıve gazların
    geçmesini önleyen, bu sebeple hücrenin ölümüne veya mantar oluşumuna yol açan madde.
    mantar tabakası * Ağaçlarda hücrelerin çeperlerine mantar özü yığarak ve protoplâzmasınıyitirerek mantar oluşumuna yol
    açan, dış büyütken tabaka.
    mantar tabancası * Tabanca biçiminde, borusunun ucuna içi barutlu mantar takılarak patlatılan bir çeşit çocuk oyuncağı.
    mantara basmak * birinin hazırladığı oyuna düşmek, oyuna gelmek.
    mantarcı * İnsanları birtakım hilelerle saşırtıp paralarınıçalan (kimse), yalancı, düzenbaz.
    * Mantar yetiştiren veya satan kimse.
    mantarcılık * Mantarcı olma durumu.
    * Mantar yetiştirme veya satma işi.
    mantardoğuran * Mantarlaşmışhücreler oluşturacak mantar tabakasınıdoğuran (büyütken doku).
    mantarhane * Mantarların işlendiği yer.
    mantarlama * Mantarlamak işi.
    mantarlamak * Aldatmak, yalan söylemek.
    mantarlar * Sap, yaprak, çiçek gibi organlar yerine dallıveya düz iplikler görünüşünde emeçlerden oluşan, klorofilsiz,
    çiçeksiz, ilkel bitkiler sınıfı; ekmek, peynir, limon gibi bazıyiyeceklerin üzerinde gelişen küfleri ve zehirsiz olanları
    yenen kır mantarlarını içine alır.
    mantarlaşma * Mantarlaşmak işi.
    mantarlaşmak * Hücre zarlarına mantar özü karışarak geçirimsiz duruma gelmek.
    mantarlı * İçinde mantar bulunan, içine mantar konulmuşolan.
    * Mantarı olan.
    * Mantar hastalığına yakalanmış.
    mantarlık * Yenilebilen mantarların yetiştirildiği yer.
    * İncelenmek amacıyla mantar kültürlerinin saklandığıyer.
    mantarsı * Mantara benzeyen.
    mantı * İçine kıyma konularak küçük bohçalar biçiminde dürülmüşhamur parçalarıyla hazırlanan yemek.
    mantı * Gabya serenini kaldıran halat ve makara.
    mantıcı * Mantıyapan veya satan kimse.
    mantık * Doğru düşünme sanatıve bilimi.
    * Doğru düşünmenin yolu ve yöntemi.
    * Düşüncenin ve düşüncenin varlık biçimlerinin, ögelerinin, türlerinin, olanaklarının, yasalarının ve düşünce
    bağlamlarının bilimi.
    mantık dışı * Mantıkla hiçbir ilgisi olmayan.
    * Mantıkla çözümlenemeyen.
    mantık öncesi * Mantıksal düşüncesinin henüz oluşmadığıdönem.
    mantıkça * Mantık bakımından, mantığa göre.
    mantıkçı * Mantık bilimiyle uğraşan (kimse).
    * Kesin ve sağlam bir yönteme göre akıl yürüten (kimse).
    * Mantık derslerini veren öğretmen.
    mantıkçılık * Mantık biliminin her şeyin üstünde olduğunu benimseyen felsefe.
    * Bütün bilimleri matematik biçime indirgeyen ve matematiği mantığın bir uygulamasıdurumuna getiren
    öğreti.
    mantıken * Bkz. mantıkça.
    mantıkî * Mantıklı, mantıkla ilgili, mantıksal.
    mantıklı * Mantığa uygun, akla uygun, mantıksal, mantıkî.
    * Mantığa uygun davranan.
    mantıksal * Mantıkla ilgili olan, mantığa uygun, mantıklı, mantıkî.
    mantıksız * Mantığa, akla aykırı olan.
    * Mantığa uygun davranmayan.
    mantıksızlık * Mantıksız davranma durumu.
    manti * Yelkenlide abaşo gabya sereni kandilisası.
    mantin * Canfese benzeyen bir tür ipekli kumaş.
    mantinota * Kapatma, metres.
    mantis * Bir sayının logaritmasının ondalık bölümü.
    manto * Kadın paltosu.
    mantolu * Mantosu olan.
    mantoluk * Manto yapmaya elverişli (kumaş).
    mantosuz * Mantosu olmayan.
    manüel * El kitabı.
    manyak * Maniye (I) uğramış(hasta).
    * Gülünç, garip, şaşırtıcıdavranışları olan (kimse).
    * Hakaret sözü.
    manyakça * Manyağa yakışır (biçimde).
    manyaklaşma * Manyaklaşmak işi.
    manyaklaşmak * Manyak durumuna girmek, manyak gibi davranmak.
    manyaklık * Manyak olma durumu veya manyakça davranış.
    manyat * Alamanadan küçük, üç çifte balıkçıkayığı.
    * Bu kayıklarla atılıp karadan çekilen küçük ağ.
    manyetik * Mıknatısla ilgili, kendinde mıknatıs özellikleri bulunan.
    * Yüzetine manyetik kayıt yoluyla bilginin depolanabildiği bir mıknatıslanabilir kaplaması olan plâk şekilli
    tabaka.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 10

    makineleşme * Makineleşmek işi.
    makineleşmek * Üretimde makine gücünden, giderek daha çok yararlanmak.
    * Davranışları, hareketleri makinelerinkine benzer duruma gelmek, bazı işleri alışkanlıkla yapmak.
    makineleştirme * Makineleştirmek işi.
    makineleştirmek * Makine ile yapılmasını sağlamak.
    makineli * Makinesi olan, makine ile işleyen.
    * Makineli tüfek.
    makineli tabanca * Bir tür otomatik silâh.
    makineli tüfek * Tetiğine basılınca sürekli kurşun atan bir çeşit tüfek, mitralyöz.
    makineli tüfek gibi * çok hızlı, birbiri ardınca.
    makineyi bozmak * bağırsakları bozulmak, ishal olmak.
    makinist * Lokomotif, vapur, fabrika vb. nin makinesini işleten kimse.
    * Makinelerden anlayan, makineleri onarabilen usta.
    makinistlik * Makinistin görevi.
    makrama * Bkz. Mahrama.
    makro- * Birçok kelimenin önünde “büyük” anlamıveren ön ek.
    makrome * Kalın iplikle elde örülmüşiş.
    makromeli * Kol veya bacaklardan birinin veya birkaçının aşırı gelişmesi.
    makrosefal * Başıanormal derecede büyük olan (kimse).
    maksat * İstenilen şey, amaç, gaye, erek.
    maksat gütmek * (bir işi yaparken) gizli amacı olmak.
    maksat hâsıl olmak * amaca ulaşılmak, amaç gerçekleşmek.
    maksatlı * Bir amacı olan.
    * Kötü niyetli, kasıtlı.
    maksatsız * Bir amacı olmayan.
    * Bilmeden, istemeden, kasıtsız.
    maksi * Uzun.
    maksi etek * Boyu topuklara kadar uzanan etek.
    maksimal * Maksimum.
    maksimum * Bir şey için gerekli en büyük (derece, nicelik), maksimal.
    * Değişebilen bir niceliğin varabileceği en yüksek olan (sınır), azamî, maksimal.
    maksure * Camilerde, parmaklıklarla çevrilmişyer.
    * Bir evin yabancıların girmesine izin verilmeyen bölümü.
    maksut * İstenen, niyet edilen, güdülen, amaçlanan.
    makta * Bir şeyin kesildiği yer, kesit.
    * Divan edebiyatında gazelin veya kasidenin son beyti.
    * Kemikten yapılmışkalem ucunu düzeltmeye yarayan araç.
    -makta / -mekte * Şimdiki zaman görevinde kullanılan ek.
    maktel * Cinayet işlenen yer.
    maktu * Kesilmiş, kesik.
    * Kesin olarak değeri biçilmiş.
    * Ölçü ile satılmayan, götürü.
    maktu fiyat * Değişmez olarak tespit edilmiş, pazarlık edilmeyen fiyat, kesin fiyat.
    maktul * Öldürülmüş, öldürülen.
    maktul düşmek (veya olmak) * vurulup ölmek, öldürülmek, katledilmek.
    makul * Akla uygun, akıllıca.
    * Akıllıca işgören, mantıklı.
    * Aşırı olmayan, uygun, elverişli.
    * Belirli.
    makul olmak * akıllıca, akla uygun davranmak.
    makule * Takım, çeşit.
    * Ulam, kategori.
    makûs * Ters çevrilmiş, başaşağı getirilmiş.
    * Uğursuz, kötü.
    makyaj * Yüzü güzelleştirmek için boyama, yüz boyama, yüz bakımı, düzgün.
    * İyi görüntü sağlamak, belli bir tipi yaratmak veya yalnızca bazıdüzeltmeler yapmak için oyuncunun
    yüzünde ve başka organlarında yapılan boyama ve değişmeler.
    makyaj odası * Televizyon, sinema, fotoğrafçılık ve reklâmcılıkta filmin çekiminden önce gerekli makyajın yapıldığıyer.
    makyaj takımı * Makyaj için gerekli olan malzemeleri bir arada bulunduran set.
    makyaj yapmak * yüzü çeşitli işlemlerle temizlemek, boyamak ve diğer işlemlerle daha bakımlıve güzel göstermek.
    makyajcı * Makyaj yaparak geçimini sağlayan kimse, düzgüncü.
    makyajcılık * Makyajcının görevi, düzgüncülük.
    makyajlama * Makyajlamak işi veya durumu.
    makyajlamak * Makyaj yapmak.
    makyajlı * Makyajı olan.
    makyajsız * Makyajı olmayan.
    Makyavelcilik * Politikada, amaca ulaşmak için ahlâka aykırıda olsa, her türlü aracıhoşgören anlayış, Makyavelizm.
    Makyavelizm * Makyavelcilik.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 11

    mal * Bir kimsenin veya bir tüzel kişinin mülkiyeti altında bulunan, taşınır veya taşınmaz varlıkların bütünü.
    * Birinin mülkiyeti altında bulunan büyükbaşhayvanların bütünü.
    * Alınıp satılabilen her türlü ticaret eşyası, tüccar malı, emtia.
    * Bayağı, aşağılık, kötü kimse.
    * Esrar.
    -mal * Fiilden sıfat türeten ek.
    mal beyanı * 343 mal bildirimi.
    mal bildirimi * Mülkiyeti altında bulunan taşınır ve taşınmaz malların listelenerek istenen makama sunulması.
    mal birliği * Hukuk bakımından karıve koca mallarının bir bütün sayılması.
    mal bulmuşmağribî gibi * büyük bir zenginliğe kavuşmuşçasına büyük sevinç ve coşku ile.
    mal canın yongasıdır * insan, malına gelen zarardan, canına gelmişçesine acıduyar.
    mal canlısı * Mala çok düşkün, malıçok seven.
    mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan * bu dünya gelip geçicidir, mala mülke fazla değer vermemek gerekir.
    mal edinmek * kendine mal sağlamak, mal sahibi olmak.
    mal etmek * bir değer karşılığında sahip olmak.
    * kendi malı, eseri, buluşu gibi benimsemek veya saymak.
    * yüklemek, ait olduğunu göstermek.
    mal kaldırmak * ürün elde etmek.
    mal kapatmak * para karşılığında herhangi bir üretim alanındaki verimin sırf kendisine ayrılmasını sağlamak.
    mal meydanda * bir işin gizli bir yönünün olmadığını belirtir.
    mal müdürlüğü * Bir ilçede devlet gelirlerinin toplandığımaliye dairesi.
    mal müdürü * Maliye Bakanlığının ilçelerdeki mal işlerini yürütmekle görevli memuru.
    mal mülk * Her türlü taşınır ve taşınmaz maddî varlık.
    mal olmak * bir değer karşılığında birinin iyeliği altına girmek.
    * bir iş, bir davranışsonucu zarara uğramak.
    * (bir yeri,bir şeyi) benimsemek.
    mal para * Kendi öz değerleri, yani ihtiva ettikleri satın alma gücüne çok yakın olan ödeme aracı.
    mal sahibi * Bir malı, mülkiyeti altında bulunduran kimse.
    mal sandığı * Para alıp veren devlet dairesi.
    mal varlığı * Bir kişiye ait para ile ölçülebilen hakların bütünü, mamelek.
    mal yapmak * servet sahibi olmak.
    mala * Harç alıp sürmeye yarayan, çoğu üçgen biçiminde, yassı, demirden, üstten tahta saplı, duvarcıve sıva aracı,
    sürgü.
    malafa * Önceden delinmişparçalarıtornalamaya özgü torna tezgâhı bağlama aleti.
    malaga * İspanya’nın Malanga yöresinde yapılan bir tür şarap.
    * İri taneli misket üzümü.
    malak * Manda yavrusu.
    malakit * Yeşil renkli, yontulup parlatılabilen, doğal bakırlı, hidratlıkarbonat, bakır taşı.
    malaklama * Malaklamak işi.
    malaklamak * (manda)Yavrulamak.
    malalama * Malalamak işi.
    malalamak * Çimento veya alçısürülmüş bir yüzeyi mala sürerek düzeltmek.
    malama * Samanla karışık tahıl.
    malarya * Sıtma.
    malayani * Boşve yararsız, saçma.
    malaz * Sulak yer.
    * Sürülmemiş, ot bürümüştoprak.
    * Su altında kalan, su basmıştarla.
    malca * Mal olarak, mal bakımından.
    malç * Toprak ve rutubet muhafazasıamaçları ile çayır ve mera üzerine bırakılan veya başka yerlerden getirilip
    serpilen her türlü bitki artığı.
    malen * Mal olarak, malca.
    malgama * Cıvanın herhangi bir madenle birleşerek yaptığı alaşım, amalgam.
    -malı/ -meli * Gereklilik kipi eki: çalış-malı, görmeli, bil-meli-yiz vb.
    malıtaşı * Bazen kayıklarda çapa yerine kullanılan, ipe bağlı büyükçe taş.
    malın gözü * En iyisi, en güzeli.
    * Açık göz, kurnaz, çok bilmiş.
    * Aşağılık ve düzenci kimse.
    * İffetsiz.
    malî * Mal ve para ile ilgili, parasal.
    * Maliyeye ilişkin, maliye ile ilgili.
    malî * Yüklü, dolu.
    * Çok fazla.
    malî yıl * Her yıl bütçenin uygulanması için, martın birinden başlayıp ertesi yıl şubat sonunda kapanan süre.
    malî analist * Ekonomik ve malî konularıçözümleyen uzman.
    malî belge * Kredi açılışını göstermek için çıkarılan ve ikrazcı bankaya finansman yenilemesi yapmayısağlayan senet.
    malî cebir * Paraya ilişkin konularıesas alan bilim dalı.
    malî senet * Malî belge.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 4

    mafsal * Eklem.
    * Birbirine bağlanmışparçaların her yönden dönmesini sağlayan bağlantıöğesi.
    mafya * Yasa dışı işlerle uğraşan, zor kullanarak birtakım gizli çıkarlar sağlayan örgüt veya bu örgüte mensup olan
    kimse.
    * Gizli örgüt.
    mafyacı * Mafya gibi davranan.
    mafyacılık * Mafyacı olma durumu, mafya üyesi olma.
    mafyalaşma * Mafyalaşmak işi veya durumu.
    mafyalaşmak * Mafya durumuna gelmek.
    * Mafya özelliğini kazanmak.
    * Mafya işleriyle uğraşmak.
    mafyalık * Mafyanın yaptığı iş.
    maganda * Görgüsüz, kaba, anlayışsız, terbiyesiz ve uyumsuz kimse.
    magandalık * Maganda olma durumu.
    magazin * Çoğunluğu ilgilendirecek, çeşitli konulardan söz eden, bol resimli yayın.
    * Depo.
    magazinleşme * Magazinleşmek işi.
    magazinleşmek * Magazin hâlini almak.
    magma * Yerin içinde, sıvıveya hamur kıvamında uçucu gazlarla doymuşolarak bulunan eriyik.
    magmasal * Magma ile ilgili.
    magmatik * Magma ile ilgili, magmasal.
    magnezyum * Atom numarası12, atom ağırlığı24,30, yoğunluğu 1,7 olan, gümüşrenginde, parlak bir alevle yanan, çok
    hafif bir element. KısaltmasıMg.
    magnezyum karbonat * Magnezit ve özellikle kalsiyum ve magnezyum karbonat tuzu olan dolomit biçiminde madde, MgCO3.
    magnezyum klorür * Hidratlı billûrlar vererek billûrlaşan, deniz suyunun damıtılmasıyla elde edilen madde, MgCl2.
    magnezyum sülfat * Renksiz, küçük iğneler biçiminde ve hidratlı olarak billûrlaşan, deniz suyunda ve bazımaden sularında
    bulunan madde, MgSO4.
    magnezyumlu * Özünde magnezyum bulunduran, magnezyum içeren.
    magri * Yılan balığı gillerden, Avrupa kıyılarında yaşayan, eti lezzetli büyük bir balık (Conger conger).
    mağara * Bir yamaca veya kaya içine doğru uzanan, barınak olarak kullanılabilen yer kovuğu, in.
    * Karst bölgelerinde kireç taşlarının erimesiyle oluşan, büyük, birbirine koridorlarla bağlıyer altıkovukları.
    mağara bilimci * Mağara bilimi ile uğraşan kimse.
    mağara bilimi * Konusu mağaraları, yer altındaki uçurumları, yarıkları, oyukları, yer altıakarsularınıaraştırmak ve
    incelemek olan bilim.
    mağara resmi * Tarih öncesi insanların mağara duvarlarına yaptıklarıresim.
    mağara sesi * Derin, boğuk ve korkmuşvurgulu ses.
    mağaza * Büyük dükkân.
    * Eşya ve azık deposu.
    mağazacı * Mağazası olan veya mağaza işleten kimse.
    * Depo bekçisi.
    mağdur * Haksızlığa uğramış, kıygın.
    mağdur etmek * zarara uğratmak.
    mağdur olmak * zarara uğramak.
    mağduriyet * Mağdur olma durumu, kıygınlık, mağdurluk.
    mağdurluk * Kıygınlık, mağduriyet.
    mağfiret * Af, bağışlama.
    mağfiret etmek * (Tanrı) bağışlamak.
    mağfur * Affolunmuş, bağışlanmış.
    mağlûbiyet * Yenilme, yenilgi.
    mağlûp * Yenilen, yenik düşen.
    mağlûp etmek * yenmek.
    mağlûp olmak * yenilmek.
    * isteğine karşıduramamak, gerçekleşmemesi gereken bir şey için iradesizlik gösterip direnememek ve
    yapılmasınıkabul etmek.
    mağmum * Tasalı, üzgün.
    * (hava için) Sıkıcı, kapanık.
    Mağribî * Mağrip halkından olan kimse.
    mağrip * Batı.
    * öz. Afrika’nın, Mısır dışındaki kuzey ülkeleri.
    mağrur * Kurumlu, gururlu.
    * Gurur belirten.
    mağrurane * Mağrurca.
    mağrurca * Gururlanarak, kibirlenerek, büyüklenerek.
    mağrurcasına * Mağrur gibi davranarak.
    mağrurlanma * Mağrurlanmak işi.
    mağrurlanmak * Kurumlanmak, gururlanmak.
    mağrurluk * Mağrur olma durumu.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 5

    mağşuş * Karışık.
    mahal * Yer, yöre, mevzi.
    mahal kalmamak * gerek kalmamak, gereği olmamak.
    mahal yok * yeri, gereği yok.
    mahalle * Bir şehrin bir kasabanın, büyükçe bir köyün bölündüğü parçalardan her biri.
    * Bir mahallede oturan insanlar, mahalle halkı.
    mahalle arası * Mahallenin sokaklarıarasında kalan yer.
    mahalle arkadaşı * Aynımahallede oturan komşu veya dost.
    mahalle bekçisi * Mahallenin güvenliğini, düzenini sağlamada yardımcı olan güvenlik görevlisi.
    mahalle çapkını * Beceriksiz çapkın.
    mahalle imamı * Mahalledeki mescitte veya camide görevli imam.
    mahalle kahvesi * Mahallede oturanların devam ettiği, oyun oynadığı, çay vb. meşrubat içtiği kahve.
    mahalle kahvesi gibi * havasız, gürültülü ve kalabalık (yer).
    mahalle karısı * Görgüsüz, kavgacıkadın.
    mahalle mektebi * Mahallede bulunan ilkokul.
    mahalle muhtarı * Mahallenin yasal işlerini yapmak üzere, o mahallede oturanlar tarafından seçilen kimse.
    mahallebi * Bkz. muhallebi.
    mahallebici * Bkz. muhallebici.
    mahallebicilik * Bkz. Muhallebicilik.
    mahallece * Mahallede oturanlar tarafından, mahalleliye göre.
    mahalleli * Aynımahalleden olan.
    * Aynımahallede oturan kimselerin bütünü.
    mahalleyi ayağa kaldırmak * bağırıp çağırarak konu komşuyu tedirgin etmek.
    mahallî * Yöresel, yerel.
    mahallî idare * Bkz. yerel yönetim.
    mahallî seçim * Bkz. Yerel seçim.
    mahallîleşme * Yöreselleşme, yerelleşme.
    mahallîleşmek * Yöreselleşmek, yerelleşmek.
    mahana * Bahane, ileri sürülen sözde sebep.
    maharet * İşgörmede becerikli, uzluk, beceri, ustalık.
    maharet kazanmak * beceri edinmek, ustalaşmak.
    maharetli * Eli işe yatkın, becerikli, usta.
    maharetsiz * Eli işe yatkın olmayan, beceriksiz.
    maharetsizlik * Maharetsiz olma durumu.
    mahbes * Ceza evi, hapishane.
    mahbube * Sevilen kadın.
    mahbup * Sevilen erkek.
    mahcubiyet * Utangaçlık, sıkılganlık.
    mahcup * Utangaç, sıkılgan.
    mahcup çıkarmak (veya çıkarmamak) * utandırmak (veya utandırmamak).
    mahcup etmek * utandırmak.
    mahcup kalmak * utanmışolmak.
    mahcup olmak * utanmak.
    mahcupluk * Mahcup olma durumu, utangaçlık.
    mahcur * Kısıtlı.
    mahcuz * Haciz altına alınmış, hacizli.
    mahdum * Erkek evlât, oğul.
    mahdut * Çevrilmiş, sınırlanmış.
    * Sayısı belli olan, sayılı, az.
    * Dar, basit.
    mahfaza * İçinde küpe, yüzük, bilezik vb. gibi değerli süs eşyalarının saklandığıkutu.
    mahfazalı * Mahfazası olan.
    * Korunan, mahfuz.
    mahfe * Deve, fil gibi hayvanların sırtına konulan, üzerine oturmaya yarayan sepet.
    mahfel * Bkz. mahfil.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 6

    mahfi * Gizli, saklanmış.
    mahfil * Toplantıyeri.
    * Toplanmışkimseler.
    * Camilerde parmaklıkla ayrılmışyüksek yer.
    mahfuz * Saklanmış, korunmuş, korunan, saklı.
    mahfuzen * Gözaltında olarak.
    mahıv * Yok etme, yok olma.
    mahir * Becerikli.
    * Uzman, işini iyi bilen, usta.
    mahirane * Becerikli bir biçimde, becerikli olarak, ustaca.
    mahitap * Bkz. Mehtap.
    mahiye * Aylık.
    * Aylık olarak.
    mahiyet * Nitelik, vasıf, öz, asıl, esas.
    * İç yüz.
    mahkeme * Bir yargıçtan veya bazen savcıve yargıçlardan oluşan bir kurulun, yargı görevini yerine getirdikleri yargı
    yeri.
    * Dava, duruşma, mahkeme.
    mahkeme duvarı * Bkz. yüzü mahkeme duvarı.
    mahkeme kadıya mülk değil * hiçbir kimse, bulunduğu kamu hizmetinde ömrünün sonuna kadar kalmaz.
    mahkeme kapısı * Mahkeme.
    mahkeme kararı * Dava sonunda açıklanan karar, hüküm.
    mahkeme masrafı * Mahkeme açılırken ödenen ücret ile avukatlık giderleri.
    mahkemede dayısı olmak * yüksek bir makamda koruyucusu, kayırıcısı bulunmak.
    mahkemeleşme * Mahkemeleşmek işi veya durumu.
    mahkemeleşmek * Karşılıklı olarak birbirini dava etmek.
    mahkemeli * Mahkemeye düşmüş, davalı.
    mahkemelik * Mahkemede yargılanması, çözümlenmesi gereken.
    mahkemelik olmak (biri başkasıyla) * mahkemeye düşmek.
    mahkemeye düşmek * anlaşmazlık konusu mahkemeye götürülmek.
    mahkûk * Kazılmış, hakkedilmiş.
    mahkûkât * Kazılmış, hakkedilmişşeyler.
    mahkûm * Hüküm giymiş, hükümlü.
    * Zorunda olan, mecbur.
    * Kötü bir sonuca varmasıkaçınılmaz olan.
    * Hüküm giymişkimse.
    mahkûm etmek * hüküm giydirmek.
    * kötü bir duruma sürüklemek.
    * mecbur etmek.
    mahkûm olmak * hüküm giymek.
    * kötü bir duruma düşmek.
    * mecbur olmak.
    mahkûmane * Mahkûm gibi, mahkûmmuş casına.
    mahkûmiyet * Hüküm giymişolma durumu.
    * Hüküm giyilen süre.
    mahlâs * Bir kimsenin ikinci adı.
    * Şairlerin eserlerinde kullandıklarıtakma ad.
    mahlep * Gülgillerden, 6-10 m yüksekliğinde bir ağaç, kokulu kiraz, idris ağacı(Prunus mahaleb).
    * Bu ağacın bahar olarak kullanılan, nohut büyüklüğündeki yemişi.
    mahlûk * Yaratık, yaratılmış.
    mahlûkat * Yaratıklar.
    mahlûl * Hallolmuş, çözülmüş, dağılmış.
    * Eriyik.
    * Mirasçısı olmayan bir kimseden hükûmete kalan (mülk).
    mahlût * Katışık.
    * Karışım.
    mahmude * Çit sarmaşığı gillerden, yaprakları ok ucu biçiminde, çiçekleri soluk sarırenkte, 50-100 cm boyunda, çok
    yıllık ve otsu bir bitki (Convolvulus scammonia).
    * Bu bitkinin köklerinden çıkarılan, hekimlikte kullanılan, reçineye benzer bir madde.
    mahmudiye * Bugün süs altını gibi kullanılan, II. Mahmut zamanında basılmış, ince altın sikke.
    mahmul * Yüklü, dolu.
    * Yükletilmiş.
    * Yüklem.
    mahmul olmak * dolu bulunmak.
    mahmur * Sarhoşluğun sebep olduğu sersemlik içinde olan.
    * Uykudan sonra üzerinde sersemlik, ağırlık bulunan.
    * Süzgün, dalgın bakışlı(göz).
    mahmur bakış * Yumuşak, süzgün bakış.
    mahmur çiçeği * Çiğdem.
    mahmurlaşma * Mahmurlaşmak işi veya durumu.
    mahmurlaşmak * Mahmur bir duruma gelmek.
    mahmurluk * İçki içmiş bir kimsenin duyduğu başağrısıve sersemlik, ayıltı.
    * Uykudan sonra duyulan ağırlık ve sersemlik.
    mahmuz * Çizmenin veya potinin arkasına takılan ve binek hayvanlarınıdürtüp hızlandırmaya yarayan demir veya
    çelik parça.
    * Tavukgillerin ve bazıkuşların ayaklarıardında bulunan, boynuz yapısındaki sivri uzantı.
    * Eski tür savaşgemilerinde su kesimi altında, ileriye doğru uzanan, karşısındaki gemiyi batırabilen uzantı.
    * Köprü ayaklarında, basıncıazaltmak için suyun geldiği ve gittiği yanlardaki çıkıntı.
    mahmuz çiçeği * İki çenekliler familyasından Akdeniz bölgesinde yetişen kırmızı, pembe veya beyaz çiçekler açan iki yıllık
    otsu bir bitki (Centranthus).
    mahmuzlama * Mahmuzlamak işi.
    mahmuzlamak * Mahmuzla dürtmek.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 7

    mahmuzlanma * Mahmuzlanmak işi.
    mahmuzlanmak * Mahmuzlamak işine konu olmak veya mahmuzlamak işi yapılmak.
    mahmuzlu * Mahmuzu olan.
    mahna * Mahana.
    mahpus * Kapatılmış, hapsedilmiş(kimse).
    * Bir çeşit tavla oyunu.
    mahpushane * Ceza evi, hapishane.
    mahpusluk * Mahpus olma durumu.
    * Mahpus olma süresi.
    mahra * Üzüm taşımaya yarayan ağzı geniş, dibi dar tahta kap.
    mahrama * Bazı bölgelerde kadınların sokağa çıkarken manto üstüne örtündükleri işlemeli genişörtü.
    mahreç * Çıkışyeri, çıkak.
    * Boğumlanma noktası.
    * Payda.
    mahrek * Yörünge.
    mahrem * Yakın akrabadan olduğu için nikâh düşmeyen.
    * Başkalarına söylenmeyen, gizli.
    * Sırdaş.
    mahremiyet * Gizli olma durumu, gizlilik.
    mahremiyetine girmek * bir kimsenin özel hayatınıöğrenecek kadar ona yakın olmak.
    mahremlik * Mahrem olma durumu.
    mahrukat * Yakacak, yakıt.
    mahrum * Yoksun.
    mahrum olmak * yoksun kalmak.
    mahrumiyet * Yoksunluk.
    mahrut * Koni.
    mahrutî * Konik.
    mahsuben * Hesaba geçirilerek, alacağa sayılarak, hesabına sayılmak üzere.
    mahsubunu yapmak * hesabınıyapmak, hesabına geçirmek.
    mahsul * Ürün.
    * Ortaya çıkan, elde edilen şey, verim.
    mahsulât * Ürünler.
    * Ortaya çıkan, elde edilen şeyler.
    mahsuldar * Bitek, verimli.
    mahsup * Hesap edilmiş, hesaba geçirilmiş.
    mahsup etmek * hesap etmek, hesaba geçirmek.
    mahsur * Kuşatılmış, sarılmış, çevrilmiş.
    mahsur kalmak * kuşatılmak, sarılmak, çevrilmek.
    mahsus * Özgü.
    * Biri veya bir şey için ayrılmış, münhasır.
    * Özel olarak, bilhassa.
    * Bilerek, isteyerek.
    * Şaka olarak, şakadan.
    mahsus * Duyulan, anlaşılan, hissedilen.
    * Belli, ortada, aşikâr.
    * Özellikle, yürekten.
    mahsusen * Özellikle.
    mahşer * Kıyamet günü dirilenlerin toplanacaklarına inanılan yer.
    * Büyük kalabalık.
    mahşer gibi * çok kalabalık.
    mahşer günü * Kıyamet.
    mahşer midillisi * Kısa boylu, fitneci (kimse).
    mahşere dönmek * çok kalabalıklaşmak.
    mahşerî * Mahşeri andıran.
    mahunya * İki çeneklilerden, çiçekleri sarırenkte, kokulu ve salkım durumunda olan, köklerinden sarı boya çıkarılan
    bir süs bitkisi (Mahonia).
    mahur * Klâsik Türk müziğinde bir makam.
    mahurbuselik * Klâsik Türk müziğinde bir makam.
    mahut * Bilinen, adı geçen, sözü geçen.
    mahvetme * Mahvetmek işi.
    mahvetmek * Yok etmek.
    * Bozup işe yaramaz duruma getirmek.
    * Onmaz duruma getirmek.
    * Boşa gitmesine sebep olmak, heba etmek.
    mahviyet * Alçak gönüllülük.
    mahvolma * Mahvolmak işi.
    mahvolmak * Yok olmak.
    * Bozulup yararsız duruma gelmek.
    * Onulmaz duruma gelmek.
    * Boşa gitmek, heba olmak.
    mahya * Ramazan gecelerinde, camilerde iki minare arasına gerilen ipler üzerine kandil veya elektrik ampulleriyle
    yazılan yazıveya yapılan resim.
    * Çatılarda iki eğik yüzeyin birleştiği bölüm.
    mahya ışıklığı * Mahya üzerine yazılan ışıklıyazı.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 8

    mahya kiremidi * Mahyayıörtmek için dizilen, uzunca ve oluk biçiminde kiremit.
    mahya şenliği * BatıTrakya’da (İskeçe’de) et ve pilâv yemeğinin topluca yenmesi geleneği.
    mahyacı * Mahya yapan kimse.
    * Kiremit aktarıcısı.
    mahyacılık * Mahya yapma işi.
    mahyalık * Bir çatının köşelerini örten kurşun levha.
    mahzar * Yüksek makamlı bir kimsenin yanı, huzuru.
    * Yüksek bir makama sunulmak için yazılan çok imzalıdilekçe.
    * Mahkeme sicil defteri.
    mahzen * Yapılarda yer altıdeposu.
    mahzun * Üzgün, üzüntülü.
    mahzun etmek * üzüntü vermek.
    mahzun mahzun * Mahzun olarak, mahzun bir biçimde.
    mahzun olmak * üzgün durumda olmak, boynu bükülmek.
    mahzunane * Mahzuncasına, üzüntüyle.
    mahzunlaşma * Mahzunlaşmak işi.
    mahzunlaşmak * Mahzun duruma girmek, mahzun olmak.
    mahzunluk * Mahzun olma durumu.
    mahzur * Sakınca.
    * Engel.
    mahzur doğurmak * engel ortaya çıkarmak, sakınca yaratmak.
    mahzur görmek * sakıncalı bulmak.
    mahzurlu * Sakıncalı.
    maî * Mavi.
    mail * Eğilimi olan.
    * Eğilmişolan, eğik, eğinik, yalman.
    * Benzeyen, andıran.
    * Sevmek, gönlünü kaptırmak.
    maile * Aklan.
    main * Eşkenar dörtgen.
    maişet * Geçim, geçinme.
    maiyet * Üst görevlinin yanında bulunan kimseler.
    * Bir kimsenin buyruğu altında çalışma.
    maiyet memuru * Yüksek makamlı bir devlet memurunun yanında görev yapan resmî memur.
    maiyetinde * yanında.
    majeste * Hükümdarlara verilen san.
    * Devlet başkanları için kullanılan san.
    majesteleri * devlet başkanlarına seslenme sözü olarak kullanılır.
    majör * Büyük, önemli.
    * Bir makam, bir akort veya bir aralığın oluşma biçimi.
    * Büyük önerme.
    majör gam * Beştonla iki yarım tondan oluşan gam.
    majüskül * Büyük (harf).
    -mak / -mek * Fiilden isim türeten ek.
    * Eylem isimleri: al- mak, ver-mek vb.
    * Somut isimler: çak-mak, tokmak (< toku-mak),ye-mek vb.
    makabil * (bir şeyin) Öncesi, geçmişi.
    makabline şamil * Önceyi kapsayan.
    makadam * Kırılmıştaşdöşenip silindir geçirilerek yapılan yol.
    makadamlama * Makadamlamak işi.
    makadamlamak * Makadamla kaplamak.
    makak * Güneydoğu Asya’da yaşayan kuyruklu bir maymun (Macacus).
    makale * Bilim, fen konularıyla siyasî, ekonomik ve toplumsal konularıaçıklayıcıveya yorumlayıcıniteliği olan
    gazete veya dergi yazısı.
    makam * Mevki, kat, yer.
    * Klâsik Türk müziğinde bir dizinin işleniş biçimine verilen ad.
    * Yer.
    makam arabası * Yüksek makamdaki bir kimse için ayrılan araba.
    makam odası * Yüksek makamdaki bir kimse için ayrılan oda.
    makam otomobili * Bkz. makam arabası.
    makam ödeneği * Makam tazminatı.
    makam şoförü * Makam arabasınıkullanan şoför.
    makam tazminatı * Yüksek makamda görevli bulunanlara aylık maaşlarıdışında fazladan ödenen ücret.
    makara * Üzerine iplik, tel, şerit gibi şeyler sarılan, kenarlarıçıkıntılı, ekseni boyunca delik silindir.
    * Bir yükün yukarıya kaldırılmasınısağlayan araç.
    * Ağır yüklerin kaldırılma ve indirilmesinde kullanılan, birbirine paralel iki veya daha çok tabla arasında
    dönen, kenarıçepeçevre oluklu tekerlek veya tekerleklerden oluşmuşmekanik alet.
    * Sürme kapak raylarıüzerinde hareket edecek biçimde metal veya plâstikten yapılmışdeğişik tiplerdeki
    sürme kapak aleti.
    makara çekmek * (ötücü kuşlar için) sürekli ötmek.
    makara gibi * ardınıarasınıkesmeden (konuşma).
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 9

    makaralarıkoyuvermek (zapt edememek veya salıvermek) * kendini tutamayarak kahkahayla gülmeye başlamak.
    makaralı * Makarası olan, makara ile çalışan.
    makaralıkuş * Sürekli öten kuş.
    makaraya almak * bir kimseyle alay etmek.
    makarena * El kol hareketleri ile birlikte yapılan bir tür hızlıdans.
    makarna * İrmik veya una yumurta karıştırılarak hazırlanmıştürlü biçimlerdeki kuru hamur ve bu hamurdan yapılan
    yemek.
    * İtalyan lireti.
    makarnacı * Makarna yapan veya satan kimse.
    * İtalyan.
    * Makarnayıçok seven (kimse).
    * Şişman, hareketsiz (kimse).
    makarnacılık * Makarna yapma veya satma işi.
    makas * Bir eksen çevresinde dönebilecek biçimde çapraz eklemlenmiş, birbirine bakan yüzleri keskin iki çelik
    lâmadan oluşmuş, arasına yerleştirilen herhangi bir şeyi kesmeye yarayan araç.
    * Birbirine komşu iki demir yolu hattınıhemen bunların uzantısındaki üçüncü hatta bağlamaya yarayan alet.
    * Uygun bir açı oluşturacak biçimde birbirini kesen demir yolu hatları.
    * Üst üste konulmuş birkaç yassıçelikten yapılan araba yayı.
    * Üst uçları birbirine bağlı, alt uçlarıaçık olan iki direkten kurulmuş, ağırlık kaldırma düzeni.
    * Çatıve köprülerde genellikle ağaç veya çelikten yapılan, ağırlığıkarşılıklı iki ayağa veya duvara aktaran
    çatılmışkirişsistemi.
    * Çalma, kırpma.
    * Dirsek.
    * Bazıeklem bacaklıhayvanların ön ayaklarında bulunan, savunma ve saldırmada kullanılan kıskaç.
    * Mobilyalarda yukarıdan aşağıya doğru açılan kapaklarıyatay konumda tutmak amacıyla yapılmışmafsallı,
    kollu kapak aracı.
    makas almak * yanağı orta parmak ile işaret parmağıarasına alıp sıkıştırmak, makaslamak.
    makas hakkı * Bkz. makas payı.
    makas payı * Kumaş biçerken ihtiyat olarak bırakılan pay.
    * Ölçüden fazla bırakılan veya fazlalığıhoşgörülen miktar.
    makas vurmak * makasla kesmek.
    makasçı * Makas yapan veya satan kimse.
    * Demir yollarında makaslarıaçıp kapayarak trenlere yol veren görevli.
    makasçılık * Makasçının görevi.
    * (basında) Başka gazetelerdeki haberleri kesip olduğu gibi aktarma işi.
    makaskâr * Kâğıt oymacılığı ile uğraşan kimse, oymacı, kesme ve oyma sanatı ile uğraşan kimse.
    makaslama * Makaslamak işi.
    * Çaprazlama.
    makaslamak * Makasla kesmek.
    * (yazı, film vb. için) Kısaltmak, kesmek.
    * Makas almak.
    makaslanma * Makaslanmak işi.
    makaslanmak * Makaslamak işine konu olmak.
    * Kesilmek.
    makaslı * Makası olan.
    makaslı böcek * Kın kanatlılarından, başıve makasları iri bir böcek, bağkesen (Lucanius).
    makastar * Kumaş biçen, prova yapan, parçalarıpatrona göre ayarlayan, işdağıtımınıyapan usta.
    makat * Kıç.
    * Anüs, şerç.
    * Minderli alçak sedir.
    * Minder yüzü, minderin üzerine yayılan kumaş.
    makber * Mezar, kabir, medfen.
    makbul * Kabul edilen.
    * Beğenilen, hoşkarşılanan.
    * Geçer, geçerli.
    makbul olmak * beğenilmek.
    makbule geçmek * çok beğenilmek, hoşa gitmek, işe yaramak.
    makbuz * Alındı.
    Makedon * Makedonya halkından olan kimse.
    Makedonca * Makedonya’da kullanılan dil.
    Makedonyalı * Makedonya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    maket * Yapı, heykel gibi şeylerin taslak durumundaki küçük örneği.
    * Mimarlıkta, sanayide ve bazısanat dallarında yer alan eserlerin taslak durumundaki küçük örneği.
    maket bıçağı * Maket yapımında kullanılan ince ve keskin bıçak.
    maketçi * Maket yapan kimse.
    maketçilik * Maket yapmak veya satmak işi.
    makferlân * Omuzdan yarı bele kadar inen pelerini olan palto.
    maki * Akdeniz dolaylarında yaygın bodur ağaç ve çalılardan oluşan bitki örtüsü.
    maki * Makigillerden, Madagaskar adasında sık rastlanan, uzun kuyruklu, yumuşak tüylü bir memeli primat
    (Lemur).
    makigiller * Örneği maki (II) olan primatlar sınıfı.
    makilik * Maki yetişen yer.
    makine * Herhangi bir enerji türünü başka bir enerjiye dönüştürmek veya belli bir etki oluşturmak için birleştirilmiş
    aletler bütünü.
    * Bir alet veya taşıtın hareket sağlayan mekanizması.
    * Araba, otomobil.
    makine çekmek * dikişmakinesinde dikmek.
    makine dolabı * Makineler için özel yapılan dolap.
    makine gibi * çok çabuk, art arda, aynı biçimde yapılan veya olan.
    makine gibi adam * düzgün, çok ve çabuk işçıkaran adam.
    makine gücü * Bir makinenin bir saniyede yapabildiği işmiktarı; uygulamada beygir gücü, vat veya kilovat ile ölçülür.
    makine odası * Makinelerin tamir edildiği yer.
    * (sinemalarda) Sinema makinesinin bulunduğu yer.
    makine yağı * Orta sıcaklıkta ve hafif yük altında çalışan makinelerin hareketli parçalarının yağlanmasında kullanılan bir
    yağlama yağı.
    * Gres.
    makineci * Makine satan veya onaran kimse.