malûmatsız | * Bilgisiz. |
malûmattar | * Bilgili, malûmat sahibi. |
malûmattar etmek | * malûmat vermek. |
malûmu ilâm etmek | * bilinen ve açık olan bir şeyi söylemeye, açıklamaya kalkmak. |
malya | * Deniz dibinde otlara takılmışoltayıkurtarmaya ve deniz derinliklerinden ağ, halat, sicim vb. şeyleri çıkarmaya yarayan dört tırnaklıdemir. |
malzeme | * Gereç, materyal. * Bir eserin hazırlanmasında yararlanılan bütün bilgi ve kaynaklar. |
mama | * Bebek için hazırlanan yiyeceklerin genel adı. * Çaça. |
mamafih | * Bununla birlikte, durum böyle iken. |
mamaliga | * Kaynar suda haşlanıp üzerine yağgezdirilen mısır unu yemeği. |
mambo | * Haiti kökenli, rumba ve çaçaya benzeyen bir dans. * Bu dansın müziği. |
mamelek | * (birinin veya tüzel kişinin) Olanca malı, her nesi varsa, varıyoğu, mal varlığı. |
mamul | * Yapılmış, işlenmiş, imal edilmiş(eşya, yiyecek). |
mamulât | * Yapılmışşeyler. |
mamur | * Bayındır. |
mamure | * Bayındır yer, bayındırlık. |
mamut | * Filgillerden, dördüncü zamanda Avrupa ve Asya’da yaşamışolan, şimdi ancak fosili bulunan iri, kıllı bir hayvan (Elephas primigenius). |
-man / -men | * Sıfattan küçültme sıfatıtüreten ek: koca-man, köle-men, köse-men, Türkmen, uz-man, küçümen (küçük’ten) vb. |
-man / -men | * Fiilden isim türeten ek: az-man, değir-men, öğret-men, yönet-men, okut-man, say-man vb. |
mana | * Anlam. |
mana çıkarmak | * yersiz bir yargıya varmak; yanlışdeğerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir anlam vermek. * anlam çıkarmak. |
mana çıkmak | * anlamına gelmek, anlamınıtaşımak. |
mana vermek | * kendince bir yargıya varmak, yorumlamak. |
manaca | * Anlamca. |
manalandırma | * Manalandırmak işi. |
manalandırmak | * Anlam vermek. |
manalı | * Anlamlı. * Gizli anlamı olan, manidar. |
manalımanalı | * Bir şey sezdirmeye çalışarak, anlamlı olarak, anlamlıanlamlı. |
manas | * Kın kanatlılardan, ergin evrede yaprakları, kurtçuk evresinde kökleri kemirerek tarım bitkilerine ve orman ağaçlarına büyük zarar veren bir böcek (Polyhylla fullo). |
manasız | * Anlamsız. * Yersiz, boş, yararsız. |
manasızlık | * Manasız olma durumu, anlamsızlık. |
manastır | * Bazıkesin kurallara bağlırahip veya rahibelerin dünya ile ilgilerini keserek yaşadıklarıyapı, keşişhane. |
manat | * Azerbaycan ve Türkmenistan para birimi. |
manav | * Meyve ve sebze satan yer. * Meyve ve sebze satan kimse. * Genellikle Romanya ve Bulgaristan’dan göç etmişkimse. |
manavlık | * Manavın işi veya mesleği. |
manaya gelmek | * anlam bildirmek. * anlama gelmek. |
manca | * Yiyecek. * Kedi, köpek yiyeceği. |
mancana | * Sütleğengillerden, Antil Adalarında yetişen, çok zehirli bir ağaç. |
mancınık | * Top yapımının bilinmediği çağlarda, kale kuşatmalarında, ağır taşgülle fırlatmakta kullanılan basit bir savaş aracı. * İpekçi çıkrığı. |
mancınık işi | * Kozadan ipek sağlama işi. |
mancınıkçı | * İpekçi çıkrığınıkullanan kimse. |
Mançu | * Mançurya halkından olan kimse. |
Mançuca | * Mançu dili. |
manda | * Gevişgetirenlerden, derisinin rengi siyaha yakın, uzun seyrek kıllı bir hayvan, su sığırı(Buffelus). |
manda | * Birinci Dünya Savaşından sonra bazıaz gelişmişülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti (Cemiyet-iAkvam) adına yönetmek için bazı büyük devletlere verilen vekillik. |
manda gibi | * çok iri ve hantal. |
manda gibi yayılmak | * dikkatsizce ve bütün ağırlığıyla oturmak. |
manda gibi yemek | * çok ve acele ile yemek. |
mandacı | * Bir ülkeyi manda temeline göre yönetmesi için Milletler Cemiyetince görevlendirilen (devlet), mandater. * Osmanlıİmparatorluğunda, tersanedeki gemilerin bakımı ile görevli kimse. |
mandacılık | * Mandacı olan veya mandacıyanlısı. |
mandagözü | * Nikel yirmi kuruş. |
Kategori: M
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 13
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 14
mandal * Kapı gibi şeyleri kapalıtutmaya yarayan, döner tahta veya metal parça.
* İpe serilen çamaşırıtutturmak için kullanılan yaylıkıskaç.
* Ut, kanun, keman gibi çalgıların tellerini geren düğme.mandal * Evlek. mandalina * Turunçgillerden, portakala çok benzeyen bir ağaç (Citrus nobilis).
* Bu ağacın tatlı, kokulu, lezzetli meyvesi.mandallama * Mandallamak işi. mandallamak * (kapı, pencere kanadı için) Mandalla tutturmak.
* Çamaşırımandalla tutturmak.mandallanma * Mandallanmak işi. mandallanmak * Mandallamak işi yapılmak, mandalla tutturulmak. mandallı * Üzerinde mandal bulunan.
* Mandalla kapatılmışolan (kapı, pencere).
* Mandalla ipe tutturulmuş.mandalsız * Üzerinde mandal bulunmayan.
* Mandalla kapatılmamışolan (kapı, pencere).
* Mandalla ipe tutturulmamış.mandapost * Posta havalesi. mandar * (gemilerde) Küçük makara. mandarin * Avrupalıların Çin devlet memurlarına verdikleri ad. mandarinlik * Mandarin olma durumu.
* Mandarinin görevi veya makamı.mandater * Mandacı. mandepsi * Tuzak, oyun. mandepsiye basmak (veya bastırmak, düşmek) * aldatılmak, tuzağa düşmek. mandıra * Koyun, keçi gibi süt veren hayvanların barındırıldığı, süt ve süt ürünlerinin elde edildiği yer. mandıracı * Mandıra işleten kimse. mandıracılık * Mandıra işletme işi veya biçimi. mandolin * İkişer ikişer aynıdeğerde dört çift telli, kısa saplı bir çalgı. mandolinci * Mandolin yapan veya satan kimse.
* Mandolin çalan kimse.manej * At eğitimi.
* Bu eğitimin yapıldığıyer.
* (bir atlı gösteride) Binicilik gösterilerinin tümü.manen * İç varlık bakımından, manevî yönden, maddeten karşıtı. manevî * Görülmeyen, duyularla sezilebilen, soyut, tinsel. manevî evlât * Bir kişinin kanunlara göre evlât edindiği kimse. manevî ilim * Anlayışyöntemini esas alan bilim dalı. manevî tazminat * Manevî zarar ve ziyan ödenmesini kapsayan şahsî dava, tazminat davası. manevî zarar * Manevî yönden uğranılan kayıp. maneviyat * Maddî olmayan, manevî şeyler.
* Yürek gücü, moral.maneviyatı bozulmak * moral gücü sarsılmak. maneviyatınıkırmak * moral gücünü sarsmak. manevra * Bir aletin işleyişini düzenleme, yönetme işi veya biçimi.
* Geminin bir yere yanaşmak veya bir yerden çıkmak için yaptığı hareket.
* Lokomotifin, katar katmak veya katar dağıtmak için ileri geri giderek hattan hatta geçmesi.
* Hareket, gidişgeliş.
* Asker birliklerini savaşa hazırlamak amacıyla, arazi üzerinde yapılan genişölçüde savaşdenemesi.
* İstenilen amaca ulaşmak için tutulması gereken yol.manevra fişeği * Askerî harekâtta kullanılan ve kuru sıkıatım yapan fişek. manevra yapmak * bir araca istenilen hareketi yaptırmak.
* (asker birlikleri) savaşdenemesi yapmak.manga * On kişilik asker birliği.
* Savaşgemilerinde deniz erlerinin yattığıkoğuş.mangal * İçine kor konulan, sacdan, bakır veya pirinçten, türlü biçimlerde üstü açık kap, korluk. mangal gibi yüreği olmak * cesareti çok olmak. mangal kömürü * Odun kömürü. mangal yağı * Etin yapışmaması için mangaldaki ızgaraya sürülen yağ. mangal yürekli * Korkusuz, gereğinden fazla cesur, gözünü daldan budaktan esirgemeyen, gözü pek. mangalda kül bırakmamak * yapamayacağı işleri yapabilirmişgibi söylemek. mangan * Manganez. manganez * Atom numarası25, atom ağırlığı54,93, yoğunluğu 7,39 olan, 1244° C de eriyen, doğada oksit durumunda
bulunan, çeliği sertleştirmek için kullanılan, çok sert ve kırılgan bir element. KısaltmasıMn.manganin * Manganezin bakır ve nikelle yaptığı alaşım. mangır * Bakırdan yapılmış, iki buçuk para değerinde sikke.
* Nargile lülesine konulmak için kömür tozundan yapılan, çabuk tutuşur, tavla pulu biçiminde bir çeşit
yakacak.
* Para.mangırlı * Bol parası olan. mangırsız * Hiç parası olmayan. mangiz * Para. mango * Hint Kirazı. mani * Kişinin sevinç, güven ve her türlü etkinliklerinin normal olmayan bir biçimde arttığıruh hastalığı. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 15
mâni * Genellikle birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı olan, daha çok hecenin yedili ölçüsüyle söylenen halk
şiiri.mani düzmek (veya yakmak) * mani okumak veya müzik eşliğinde mani söylemek. mâni olmak * önüne geçmek, engellemek, önlemek. mâni,-i * Bir şeyin yapılmasınıönleyen şey, engel. mânia * Engel. mânialı * Engelli. manicilik * İranlıdüşünür Mani’nin III. yüzyılda kurduğu ve iyilik kötülük esasına dayalıdinî doktrin. manidar * Anlamlı olan, manalı. manifatura * Fabrika yapımıher türlü kumaşve bez gibi dokumalar. manifaturacı * Manifatura eşyasısatan kimse.
* Manifatura eşyasının satıldığıyer.manifaturacılık * Manifaturacı olma durumu. manifesto * Bir gemideki malları göstermek için kaptan tarafından boşaltma işlemlerinin yapılacağı gümrük idaresine
verilen liste.
* Bildiri.Maniheizm * Manicilik. manika * Gemilerde, ambarlara ve makine bölümüne hava vermek için güverteye açılan baca. manikür * Elin ve özellikle el tırnaklarının bakımı. manikürcü * Mesleği manikür yapmak olan kimse. manikürcülük * Manikürcünün yaptığı iş. manikürlü * Manikürü yapılmış, manikürü olan. manikürsüz * Manikürü olmayan. maniple * Telgraf işaretlerini göndermek için, bir devredeki akımıkesmekte veya yeniden vermekte kullanılan araç. manipülâsyon * Varlıklarıyapıcı, açıklayıcıve yararlı bir biçimde kullanma işi. manipülâtör * Manipleyi kullanan kimse.
* Maniple.Manisa kebabı * Manisa yöresine özgü bir kebap türü. Manisa lâlesi * Düğün çiçeğigillerden, korularda, kırlarda yetişen bir bitki (Anemone pulsatilla). manişka * İki dilli iki makara ile yapılan palanga. manita * Hileyle, düzenle, tanışır gibi bir hâl takınarak para sızdırma, hırsızlık.
* Sevgili.manitacı * Manitacılıkla para sızdıran dolandırıcı. manitacılık * Tanışıyormuşgibi yaparak veya çevredeki yandaşlarından destek alarak birinden para sızdırmak işi, bir çeşit
dolandırıcılık.manivelâ * Bir ucunun bağlı bulunduğu bir nokta çevresinde dönen kol.
* Kaldıraç.manivelâlı * Manivelâsı olan. mankafa * Anlayışsız, aptal.
* Sakağıhastalığına tutulmuş(at).mankafalık * Mankafa olma durumu, anlayışsızlık, aptallık.
* Atlarda görülen süreğen, şiddetli sakağı.manken * Genellikle moda evlerinde giysileri alıcılara göstermek işiyle görevli kimse, model.
* Ressam ve heykeltraşların gerektikçe model gibi kullandıkları, türlü durumlarıalabilen eklemli, çoğunlukla
tahtadan yapılmışinsan veya hayvan örneği.
* Terzilerin, giysi denemek, sergilemek için kullandıkları insan vücudu biçimindeki tahta, mukavva vb. kalıp.manken gibi * vücut ölçüleri düzgün ve ince olan. mankenlik * Mankenlik işi. manolya * Manolyagillerden, yapraklarıalmaşık, iri ve parlak yeşil renkte bir süs ağacı(Magnolia grandiflora).
* Bu ağacın çok iri, beyaz ve limon kokusunda güzel çiçeği.manolyagiller * Ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, manolya gibi çoğu güzel kokulu bitkileri içine alan familya. manometre * Buharın veya herhangi bir gazın bulunduğu kabın iç yüzeylerine yaptığı basıncıölçen alet, basıölçer. mansap * Bir ırmağın denize veya başka bir ırmağa döküldüğü veya kavuştuğu yer, ırmak ağzı, kavşak, munsap. mansıp * Makam, yüksek memuriyet. mansiyon * Bir yarışmada konulan ödüle yeterli nitelikte görülmemekle birlikte, anılmaya değer bulunan kimseye veya
esere verilen derece.manşet * Bir gömleğin kol ağzına geçirilen, genellikle çift katlıkumaştan yapılan bölüm, kolluk.
* Gazetelerin ilk sayfalarının üst bölümüne iri puntolarla konulan başlık.manşon * Elleri soğuktan korumak için kullanılan, astarlanmışkürk, el kürkü.
* Bkz. ek bileziği.mantar * Mantarlardan, içinde zehirlileri de bulunan, emeçleri bir gövde ve bunun üstünde bir şapka biçiminde
gelişmiş, ilkel bitkilerin genel adı(Fungi).
* Esnek ve sudan hafif olduğundan şişe tapası, cankurtaran simidi, cankurtaran yeleği, ayakkabıtabanıve
daha birçok şeylerin yapımında kullanılan, su geçirmesiz, meşe ağacıtabakası.
* Bu tabakadan yapılan şişe tapası.
* Çocukların özel tabanca ile patlattıkları barutlu madde.
* Balık ağlarınısu yüzünde tutmaya veya olta sarmaya yarayan mantar parçası.
* (hayvanlarda) Burun ucu.
* Çoğunlukla yüzde, deri üzerinde koyu kızıl veya mor renkte oluşan bir cilt hastalığı, küflüce.
* Bazımantarların yol açtığı bitki veya hayvan hastalığı, küflüce.
* Uydurma söz, yalan.mantar ağacı * Turunçgillerden, kerestesi çok gözenekli, süngerimsi, açık sarırenkli bir ağaç (Phelloderidron amurerıse). mantar atmak * yalan söylemek, martaval atmak. mantar bilimci * Mantar bilimi ile uğraşan kimse. mantar bilimi * Mantarların yapılarını, yaşayışlarınıve yol açtıklarıhastalıkları inceleyen bilim dalı, mikoloji. mantar çorbası * Mantarların pişirilmesinden sonra unun yoğurtla karışımının tereyağı, sarımsak ile birlikte bol su içinde
kaynatılmasıyla yapılan bir çorba türü.mantar gibi yerden bitmek * birdenbire veya kendiliğinden ortaya çıkmak. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 16
mantar hastalığı * Mantar, küflüce. mantar kent * Nüfusu hızla artan yerleşim bölgesi. mantar meşesi * BatıAkdeniz bölgesinde yetişen bir tür meşe (Quercus suber). mantar özü * Karbon, hidrojen ve oksijenden oluşan bazı bitki hücrelerinin çeperlerini kaplayarak sıvıve gazların
geçmesini önleyen, bu sebeple hücrenin ölümüne veya mantar oluşumuna yol açan madde.mantar tabakası * Ağaçlarda hücrelerin çeperlerine mantar özü yığarak ve protoplâzmasınıyitirerek mantar oluşumuna yol
açan, dış büyütken tabaka.mantar tabancası * Tabanca biçiminde, borusunun ucuna içi barutlu mantar takılarak patlatılan bir çeşit çocuk oyuncağı. mantara basmak * birinin hazırladığı oyuna düşmek, oyuna gelmek. mantarcı * İnsanları birtakım hilelerle saşırtıp paralarınıçalan (kimse), yalancı, düzenbaz.
* Mantar yetiştiren veya satan kimse.mantarcılık * Mantarcı olma durumu.
* Mantar yetiştirme veya satma işi.mantardoğuran * Mantarlaşmışhücreler oluşturacak mantar tabakasınıdoğuran (büyütken doku). mantarhane * Mantarların işlendiği yer. mantarlama * Mantarlamak işi. mantarlamak * Aldatmak, yalan söylemek. mantarlar * Sap, yaprak, çiçek gibi organlar yerine dallıveya düz iplikler görünüşünde emeçlerden oluşan, klorofilsiz,
çiçeksiz, ilkel bitkiler sınıfı; ekmek, peynir, limon gibi bazıyiyeceklerin üzerinde gelişen küfleri ve zehirsiz olanları
yenen kır mantarlarını içine alır.mantarlaşma * Mantarlaşmak işi. mantarlaşmak * Hücre zarlarına mantar özü karışarak geçirimsiz duruma gelmek. mantarlı * İçinde mantar bulunan, içine mantar konulmuşolan.
* Mantarı olan.
* Mantar hastalığına yakalanmış.mantarlık * Yenilebilen mantarların yetiştirildiği yer.
* İncelenmek amacıyla mantar kültürlerinin saklandığıyer.mantarsı * Mantara benzeyen. mantı * İçine kıyma konularak küçük bohçalar biçiminde dürülmüşhamur parçalarıyla hazırlanan yemek. mantı * Gabya serenini kaldıran halat ve makara. mantıcı * Mantıyapan veya satan kimse. mantık * Doğru düşünme sanatıve bilimi.
* Doğru düşünmenin yolu ve yöntemi.
* Düşüncenin ve düşüncenin varlık biçimlerinin, ögelerinin, türlerinin, olanaklarının, yasalarının ve düşünce
bağlamlarının bilimi.mantık dışı * Mantıkla hiçbir ilgisi olmayan.
* Mantıkla çözümlenemeyen.mantık öncesi * Mantıksal düşüncesinin henüz oluşmadığıdönem. mantıkça * Mantık bakımından, mantığa göre. mantıkçı * Mantık bilimiyle uğraşan (kimse).
* Kesin ve sağlam bir yönteme göre akıl yürüten (kimse).
* Mantık derslerini veren öğretmen.mantıkçılık * Mantık biliminin her şeyin üstünde olduğunu benimseyen felsefe.
* Bütün bilimleri matematik biçime indirgeyen ve matematiği mantığın bir uygulamasıdurumuna getiren
öğreti.mantıken * Bkz. mantıkça. mantıkî * Mantıklı, mantıkla ilgili, mantıksal. mantıklı * Mantığa uygun, akla uygun, mantıksal, mantıkî.
* Mantığa uygun davranan.mantıksal * Mantıkla ilgili olan, mantığa uygun, mantıklı, mantıkî. mantıksız * Mantığa, akla aykırı olan.
* Mantığa uygun davranmayan.mantıksızlık * Mantıksız davranma durumu. manti * Yelkenlide abaşo gabya sereni kandilisası. mantin * Canfese benzeyen bir tür ipekli kumaş. mantinota * Kapatma, metres. mantis * Bir sayının logaritmasının ondalık bölümü. manto * Kadın paltosu. mantolu * Mantosu olan. mantoluk * Manto yapmaya elverişli (kumaş). mantosuz * Mantosu olmayan. manüel * El kitabı. manyak * Maniye (I) uğramış(hasta).
* Gülünç, garip, şaşırtıcıdavranışları olan (kimse).
* Hakaret sözü.manyakça * Manyağa yakışır (biçimde). manyaklaşma * Manyaklaşmak işi. manyaklaşmak * Manyak durumuna girmek, manyak gibi davranmak. manyaklık * Manyak olma durumu veya manyakça davranış. manyat * Alamanadan küçük, üç çifte balıkçıkayığı.
* Bu kayıklarla atılıp karadan çekilen küçük ağ.manyetik * Mıknatısla ilgili, kendinde mıknatıs özellikleri bulunan.
* Yüzetine manyetik kayıt yoluyla bilginin depolanabildiği bir mıknatıslanabilir kaplaması olan plâk şekilli
tabaka. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 10
makineleşme * Makineleşmek işi. makineleşmek * Üretimde makine gücünden, giderek daha çok yararlanmak.
* Davranışları, hareketleri makinelerinkine benzer duruma gelmek, bazı işleri alışkanlıkla yapmak.makineleştirme * Makineleştirmek işi. makineleştirmek * Makine ile yapılmasını sağlamak. makineli * Makinesi olan, makine ile işleyen.
* Makineli tüfek.makineli tabanca * Bir tür otomatik silâh. makineli tüfek * Tetiğine basılınca sürekli kurşun atan bir çeşit tüfek, mitralyöz. makineli tüfek gibi * çok hızlı, birbiri ardınca. makineyi bozmak * bağırsakları bozulmak, ishal olmak. makinist * Lokomotif, vapur, fabrika vb. nin makinesini işleten kimse.
* Makinelerden anlayan, makineleri onarabilen usta.makinistlik * Makinistin görevi. makrama * Bkz. Mahrama. makro- * Birçok kelimenin önünde “büyük” anlamıveren ön ek. makrome * Kalın iplikle elde örülmüşiş. makromeli * Kol veya bacaklardan birinin veya birkaçının aşırı gelişmesi. makrosefal * Başıanormal derecede büyük olan (kimse). maksat * İstenilen şey, amaç, gaye, erek. maksat gütmek * (bir işi yaparken) gizli amacı olmak. maksat hâsıl olmak * amaca ulaşılmak, amaç gerçekleşmek. maksatlı * Bir amacı olan.
* Kötü niyetli, kasıtlı.maksatsız * Bir amacı olmayan.
* Bilmeden, istemeden, kasıtsız.maksi * Uzun. maksi etek * Boyu topuklara kadar uzanan etek. maksimal * Maksimum. maksimum * Bir şey için gerekli en büyük (derece, nicelik), maksimal.
* Değişebilen bir niceliğin varabileceği en yüksek olan (sınır), azamî, maksimal.maksure * Camilerde, parmaklıklarla çevrilmişyer.
* Bir evin yabancıların girmesine izin verilmeyen bölümü.maksut * İstenen, niyet edilen, güdülen, amaçlanan. makta * Bir şeyin kesildiği yer, kesit.
* Divan edebiyatında gazelin veya kasidenin son beyti.
* Kemikten yapılmışkalem ucunu düzeltmeye yarayan araç.-makta / -mekte * Şimdiki zaman görevinde kullanılan ek. maktel * Cinayet işlenen yer. maktu * Kesilmiş, kesik.
* Kesin olarak değeri biçilmiş.
* Ölçü ile satılmayan, götürü.maktu fiyat * Değişmez olarak tespit edilmiş, pazarlık edilmeyen fiyat, kesin fiyat. maktul * Öldürülmüş, öldürülen. maktul düşmek (veya olmak) * vurulup ölmek, öldürülmek, katledilmek. makul * Akla uygun, akıllıca.
* Akıllıca işgören, mantıklı.
* Aşırı olmayan, uygun, elverişli.
* Belirli.makul olmak * akıllıca, akla uygun davranmak. makule * Takım, çeşit.
* Ulam, kategori.makûs * Ters çevrilmiş, başaşağı getirilmiş.
* Uğursuz, kötü.makyaj * Yüzü güzelleştirmek için boyama, yüz boyama, yüz bakımı, düzgün.
* İyi görüntü sağlamak, belli bir tipi yaratmak veya yalnızca bazıdüzeltmeler yapmak için oyuncunun
yüzünde ve başka organlarında yapılan boyama ve değişmeler.makyaj odası * Televizyon, sinema, fotoğrafçılık ve reklâmcılıkta filmin çekiminden önce gerekli makyajın yapıldığıyer. makyaj takımı * Makyaj için gerekli olan malzemeleri bir arada bulunduran set. makyaj yapmak * yüzü çeşitli işlemlerle temizlemek, boyamak ve diğer işlemlerle daha bakımlıve güzel göstermek. makyajcı * Makyaj yaparak geçimini sağlayan kimse, düzgüncü. makyajcılık * Makyajcının görevi, düzgüncülük. makyajlama * Makyajlamak işi veya durumu. makyajlamak * Makyaj yapmak. makyajlı * Makyajı olan. makyajsız * Makyajı olmayan. Makyavelcilik * Politikada, amaca ulaşmak için ahlâka aykırıda olsa, her türlü aracıhoşgören anlayış, Makyavelizm. Makyavelizm * Makyavelcilik. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 11
mal * Bir kimsenin veya bir tüzel kişinin mülkiyeti altında bulunan, taşınır veya taşınmaz varlıkların bütünü.
* Birinin mülkiyeti altında bulunan büyükbaşhayvanların bütünü.
* Alınıp satılabilen her türlü ticaret eşyası, tüccar malı, emtia.
* Bayağı, aşağılık, kötü kimse.
* Esrar.-mal * Fiilden sıfat türeten ek. mal beyanı * 343 mal bildirimi. mal bildirimi * Mülkiyeti altında bulunan taşınır ve taşınmaz malların listelenerek istenen makama sunulması. mal birliği * Hukuk bakımından karıve koca mallarının bir bütün sayılması. mal bulmuşmağribî gibi * büyük bir zenginliğe kavuşmuşçasına büyük sevinç ve coşku ile. mal canın yongasıdır * insan, malına gelen zarardan, canına gelmişçesine acıduyar. mal canlısı * Mala çok düşkün, malıçok seven. mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan * bu dünya gelip geçicidir, mala mülke fazla değer vermemek gerekir. mal edinmek * kendine mal sağlamak, mal sahibi olmak. mal etmek * bir değer karşılığında sahip olmak.
* kendi malı, eseri, buluşu gibi benimsemek veya saymak.
* yüklemek, ait olduğunu göstermek.mal kaldırmak * ürün elde etmek. mal kapatmak * para karşılığında herhangi bir üretim alanındaki verimin sırf kendisine ayrılmasını sağlamak. mal meydanda * bir işin gizli bir yönünün olmadığını belirtir. mal müdürlüğü * Bir ilçede devlet gelirlerinin toplandığımaliye dairesi. mal müdürü * Maliye Bakanlığının ilçelerdeki mal işlerini yürütmekle görevli memuru. mal mülk * Her türlü taşınır ve taşınmaz maddî varlık. mal olmak * bir değer karşılığında birinin iyeliği altına girmek.
* bir iş, bir davranışsonucu zarara uğramak.
* (bir yeri,bir şeyi) benimsemek.mal para * Kendi öz değerleri, yani ihtiva ettikleri satın alma gücüne çok yakın olan ödeme aracı. mal sahibi * Bir malı, mülkiyeti altında bulunduran kimse. mal sandığı * Para alıp veren devlet dairesi. mal varlığı * Bir kişiye ait para ile ölçülebilen hakların bütünü, mamelek. mal yapmak * servet sahibi olmak. mala * Harç alıp sürmeye yarayan, çoğu üçgen biçiminde, yassı, demirden, üstten tahta saplı, duvarcıve sıva aracı,
sürgü.malafa * Önceden delinmişparçalarıtornalamaya özgü torna tezgâhı bağlama aleti. malaga * İspanya’nın Malanga yöresinde yapılan bir tür şarap.
* İri taneli misket üzümü.malak * Manda yavrusu. malakit * Yeşil renkli, yontulup parlatılabilen, doğal bakırlı, hidratlıkarbonat, bakır taşı. malaklama * Malaklamak işi. malaklamak * (manda)Yavrulamak. malalama * Malalamak işi. malalamak * Çimento veya alçısürülmüş bir yüzeyi mala sürerek düzeltmek. malama * Samanla karışık tahıl. malarya * Sıtma. malayani * Boşve yararsız, saçma. malaz * Sulak yer.
* Sürülmemiş, ot bürümüştoprak.
* Su altında kalan, su basmıştarla.malca * Mal olarak, mal bakımından. malç * Toprak ve rutubet muhafazasıamaçları ile çayır ve mera üzerine bırakılan veya başka yerlerden getirilip
serpilen her türlü bitki artığı.malen * Mal olarak, malca. malgama * Cıvanın herhangi bir madenle birleşerek yaptığı alaşım, amalgam. -malı/ -meli * Gereklilik kipi eki: çalış-malı, görmeli, bil-meli-yiz vb. malıtaşı * Bazen kayıklarda çapa yerine kullanılan, ipe bağlı büyükçe taş. malın gözü * En iyisi, en güzeli.
* Açık göz, kurnaz, çok bilmiş.
* Aşağılık ve düzenci kimse.
* İffetsiz.malî * Mal ve para ile ilgili, parasal.
* Maliyeye ilişkin, maliye ile ilgili.malî * Yüklü, dolu.
* Çok fazla.malî yıl * Her yıl bütçenin uygulanması için, martın birinden başlayıp ertesi yıl şubat sonunda kapanan süre. malî analist * Ekonomik ve malî konularıçözümleyen uzman. malî belge * Kredi açılışını göstermek için çıkarılan ve ikrazcı bankaya finansman yenilemesi yapmayısağlayan senet. malî cebir * Paraya ilişkin konularıesas alan bilim dalı. malî senet * Malî belge. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 4
mafsal * Eklem.
* Birbirine bağlanmışparçaların her yönden dönmesini sağlayan bağlantıöğesi.mafya * Yasa dışı işlerle uğraşan, zor kullanarak birtakım gizli çıkarlar sağlayan örgüt veya bu örgüte mensup olan
kimse.
* Gizli örgüt.mafyacı * Mafya gibi davranan. mafyacılık * Mafyacı olma durumu, mafya üyesi olma. mafyalaşma * Mafyalaşmak işi veya durumu. mafyalaşmak * Mafya durumuna gelmek.
* Mafya özelliğini kazanmak.
* Mafya işleriyle uğraşmak.mafyalık * Mafyanın yaptığı iş. maganda * Görgüsüz, kaba, anlayışsız, terbiyesiz ve uyumsuz kimse. magandalık * Maganda olma durumu. magazin * Çoğunluğu ilgilendirecek, çeşitli konulardan söz eden, bol resimli yayın.
* Depo.magazinleşme * Magazinleşmek işi. magazinleşmek * Magazin hâlini almak. magma * Yerin içinde, sıvıveya hamur kıvamında uçucu gazlarla doymuşolarak bulunan eriyik. magmasal * Magma ile ilgili. magmatik * Magma ile ilgili, magmasal. magnezyum * Atom numarası12, atom ağırlığı24,30, yoğunluğu 1,7 olan, gümüşrenginde, parlak bir alevle yanan, çok
hafif bir element. KısaltmasıMg.magnezyum karbonat * Magnezit ve özellikle kalsiyum ve magnezyum karbonat tuzu olan dolomit biçiminde madde, MgCO3. magnezyum klorür * Hidratlı billûrlar vererek billûrlaşan, deniz suyunun damıtılmasıyla elde edilen madde, MgCl2. magnezyum sülfat * Renksiz, küçük iğneler biçiminde ve hidratlı olarak billûrlaşan, deniz suyunda ve bazımaden sularında
bulunan madde, MgSO4.magnezyumlu * Özünde magnezyum bulunduran, magnezyum içeren. magri * Yılan balığı gillerden, Avrupa kıyılarında yaşayan, eti lezzetli büyük bir balık (Conger conger). mağara * Bir yamaca veya kaya içine doğru uzanan, barınak olarak kullanılabilen yer kovuğu, in.
* Karst bölgelerinde kireç taşlarının erimesiyle oluşan, büyük, birbirine koridorlarla bağlıyer altıkovukları.mağara bilimci * Mağara bilimi ile uğraşan kimse. mağara bilimi * Konusu mağaraları, yer altındaki uçurumları, yarıkları, oyukları, yer altıakarsularınıaraştırmak ve
incelemek olan bilim.mağara resmi * Tarih öncesi insanların mağara duvarlarına yaptıklarıresim. mağara sesi * Derin, boğuk ve korkmuşvurgulu ses. mağaza * Büyük dükkân.
* Eşya ve azık deposu.mağazacı * Mağazası olan veya mağaza işleten kimse.
* Depo bekçisi.mağdur * Haksızlığa uğramış, kıygın. mağdur etmek * zarara uğratmak. mağdur olmak * zarara uğramak. mağduriyet * Mağdur olma durumu, kıygınlık, mağdurluk. mağdurluk * Kıygınlık, mağduriyet. mağfiret * Af, bağışlama. mağfiret etmek * (Tanrı) bağışlamak. mağfur * Affolunmuş, bağışlanmış. mağlûbiyet * Yenilme, yenilgi. mağlûp * Yenilen, yenik düşen. mağlûp etmek * yenmek. mağlûp olmak * yenilmek.
* isteğine karşıduramamak, gerçekleşmemesi gereken bir şey için iradesizlik gösterip direnememek ve
yapılmasınıkabul etmek.mağmum * Tasalı, üzgün.
* (hava için) Sıkıcı, kapanık.Mağribî * Mağrip halkından olan kimse. mağrip * Batı.
* öz. Afrika’nın, Mısır dışındaki kuzey ülkeleri.mağrur * Kurumlu, gururlu.
* Gurur belirten.mağrurane * Mağrurca. mağrurca * Gururlanarak, kibirlenerek, büyüklenerek. mağrurcasına * Mağrur gibi davranarak. mağrurlanma * Mağrurlanmak işi. mağrurlanmak * Kurumlanmak, gururlanmak. mağrurluk * Mağrur olma durumu. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 5
mağşuş * Karışık. mahal * Yer, yöre, mevzi. mahal kalmamak * gerek kalmamak, gereği olmamak. mahal yok * yeri, gereği yok. mahalle * Bir şehrin bir kasabanın, büyükçe bir köyün bölündüğü parçalardan her biri.
* Bir mahallede oturan insanlar, mahalle halkı.mahalle arası * Mahallenin sokaklarıarasında kalan yer. mahalle arkadaşı * Aynımahallede oturan komşu veya dost. mahalle bekçisi * Mahallenin güvenliğini, düzenini sağlamada yardımcı olan güvenlik görevlisi. mahalle çapkını * Beceriksiz çapkın. mahalle imamı * Mahalledeki mescitte veya camide görevli imam. mahalle kahvesi * Mahallede oturanların devam ettiği, oyun oynadığı, çay vb. meşrubat içtiği kahve. mahalle kahvesi gibi * havasız, gürültülü ve kalabalık (yer). mahalle karısı * Görgüsüz, kavgacıkadın. mahalle mektebi * Mahallede bulunan ilkokul. mahalle muhtarı * Mahallenin yasal işlerini yapmak üzere, o mahallede oturanlar tarafından seçilen kimse. mahallebi * Bkz. muhallebi. mahallebici * Bkz. muhallebici. mahallebicilik * Bkz. Muhallebicilik. mahallece * Mahallede oturanlar tarafından, mahalleliye göre. mahalleli * Aynımahalleden olan.
* Aynımahallede oturan kimselerin bütünü.mahalleyi ayağa kaldırmak * bağırıp çağırarak konu komşuyu tedirgin etmek. mahallî * Yöresel, yerel. mahallî idare * Bkz. yerel yönetim. mahallî seçim * Bkz. Yerel seçim. mahallîleşme * Yöreselleşme, yerelleşme. mahallîleşmek * Yöreselleşmek, yerelleşmek. mahana * Bahane, ileri sürülen sözde sebep. maharet * İşgörmede becerikli, uzluk, beceri, ustalık. maharet kazanmak * beceri edinmek, ustalaşmak. maharetli * Eli işe yatkın, becerikli, usta. maharetsiz * Eli işe yatkın olmayan, beceriksiz. maharetsizlik * Maharetsiz olma durumu. mahbes * Ceza evi, hapishane. mahbube * Sevilen kadın. mahbup * Sevilen erkek. mahcubiyet * Utangaçlık, sıkılganlık. mahcup * Utangaç, sıkılgan. mahcup çıkarmak (veya çıkarmamak) * utandırmak (veya utandırmamak). mahcup etmek * utandırmak. mahcup kalmak * utanmışolmak. mahcup olmak * utanmak. mahcupluk * Mahcup olma durumu, utangaçlık. mahcur * Kısıtlı. mahcuz * Haciz altına alınmış, hacizli. mahdum * Erkek evlât, oğul. mahdut * Çevrilmiş, sınırlanmış.
* Sayısı belli olan, sayılı, az.
* Dar, basit.mahfaza * İçinde küpe, yüzük, bilezik vb. gibi değerli süs eşyalarının saklandığıkutu. mahfazalı * Mahfazası olan.
* Korunan, mahfuz.mahfe * Deve, fil gibi hayvanların sırtına konulan, üzerine oturmaya yarayan sepet. mahfel * Bkz. mahfil. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 6
mahfi * Gizli, saklanmış. mahfil * Toplantıyeri.
* Toplanmışkimseler.
* Camilerde parmaklıkla ayrılmışyüksek yer.mahfuz * Saklanmış, korunmuş, korunan, saklı. mahfuzen * Gözaltında olarak. mahıv * Yok etme, yok olma. mahir * Becerikli.
* Uzman, işini iyi bilen, usta.mahirane * Becerikli bir biçimde, becerikli olarak, ustaca. mahitap * Bkz. Mehtap. mahiye * Aylık.
* Aylık olarak.mahiyet * Nitelik, vasıf, öz, asıl, esas.
* İç yüz.mahkeme * Bir yargıçtan veya bazen savcıve yargıçlardan oluşan bir kurulun, yargı görevini yerine getirdikleri yargı
yeri.
* Dava, duruşma, mahkeme.mahkeme duvarı * Bkz. yüzü mahkeme duvarı. mahkeme kadıya mülk değil * hiçbir kimse, bulunduğu kamu hizmetinde ömrünün sonuna kadar kalmaz. mahkeme kapısı * Mahkeme. mahkeme kararı * Dava sonunda açıklanan karar, hüküm. mahkeme masrafı * Mahkeme açılırken ödenen ücret ile avukatlık giderleri. mahkemede dayısı olmak * yüksek bir makamda koruyucusu, kayırıcısı bulunmak. mahkemeleşme * Mahkemeleşmek işi veya durumu. mahkemeleşmek * Karşılıklı olarak birbirini dava etmek. mahkemeli * Mahkemeye düşmüş, davalı. mahkemelik * Mahkemede yargılanması, çözümlenmesi gereken. mahkemelik olmak (biri başkasıyla) * mahkemeye düşmek. mahkemeye düşmek * anlaşmazlık konusu mahkemeye götürülmek. mahkûk * Kazılmış, hakkedilmiş. mahkûkât * Kazılmış, hakkedilmişşeyler. mahkûm * Hüküm giymiş, hükümlü.
* Zorunda olan, mecbur.
* Kötü bir sonuca varmasıkaçınılmaz olan.
* Hüküm giymişkimse.mahkûm etmek * hüküm giydirmek.
* kötü bir duruma sürüklemek.
* mecbur etmek.mahkûm olmak * hüküm giymek.
* kötü bir duruma düşmek.
* mecbur olmak.mahkûmane * Mahkûm gibi, mahkûmmuş casına. mahkûmiyet * Hüküm giymişolma durumu.
* Hüküm giyilen süre.mahlâs * Bir kimsenin ikinci adı.
* Şairlerin eserlerinde kullandıklarıtakma ad.mahlep * Gülgillerden, 6-10 m yüksekliğinde bir ağaç, kokulu kiraz, idris ağacı(Prunus mahaleb).
* Bu ağacın bahar olarak kullanılan, nohut büyüklüğündeki yemişi.mahlûk * Yaratık, yaratılmış. mahlûkat * Yaratıklar. mahlûl * Hallolmuş, çözülmüş, dağılmış.
* Eriyik.
* Mirasçısı olmayan bir kimseden hükûmete kalan (mülk).mahlût * Katışık.
* Karışım.mahmude * Çit sarmaşığı gillerden, yaprakları ok ucu biçiminde, çiçekleri soluk sarırenkte, 50-100 cm boyunda, çok
yıllık ve otsu bir bitki (Convolvulus scammonia).
* Bu bitkinin köklerinden çıkarılan, hekimlikte kullanılan, reçineye benzer bir madde.mahmudiye * Bugün süs altını gibi kullanılan, II. Mahmut zamanında basılmış, ince altın sikke. mahmul * Yüklü, dolu.
* Yükletilmiş.
* Yüklem.mahmul olmak * dolu bulunmak. mahmur * Sarhoşluğun sebep olduğu sersemlik içinde olan.
* Uykudan sonra üzerinde sersemlik, ağırlık bulunan.
* Süzgün, dalgın bakışlı(göz).mahmur bakış * Yumuşak, süzgün bakış. mahmur çiçeği * Çiğdem. mahmurlaşma * Mahmurlaşmak işi veya durumu. mahmurlaşmak * Mahmur bir duruma gelmek. mahmurluk * İçki içmiş bir kimsenin duyduğu başağrısıve sersemlik, ayıltı.
* Uykudan sonra duyulan ağırlık ve sersemlik.mahmuz * Çizmenin veya potinin arkasına takılan ve binek hayvanlarınıdürtüp hızlandırmaya yarayan demir veya
çelik parça.
* Tavukgillerin ve bazıkuşların ayaklarıardında bulunan, boynuz yapısındaki sivri uzantı.
* Eski tür savaşgemilerinde su kesimi altında, ileriye doğru uzanan, karşısındaki gemiyi batırabilen uzantı.
* Köprü ayaklarında, basıncıazaltmak için suyun geldiği ve gittiği yanlardaki çıkıntı.mahmuz çiçeği * İki çenekliler familyasından Akdeniz bölgesinde yetişen kırmızı, pembe veya beyaz çiçekler açan iki yıllık
otsu bir bitki (Centranthus).mahmuzlama * Mahmuzlamak işi. mahmuzlamak * Mahmuzla dürtmek. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 7
mahmuzlanma * Mahmuzlanmak işi. mahmuzlanmak * Mahmuzlamak işine konu olmak veya mahmuzlamak işi yapılmak. mahmuzlu * Mahmuzu olan. mahna * Mahana. mahpus * Kapatılmış, hapsedilmiş(kimse).
* Bir çeşit tavla oyunu.mahpushane * Ceza evi, hapishane. mahpusluk * Mahpus olma durumu.
* Mahpus olma süresi.mahra * Üzüm taşımaya yarayan ağzı geniş, dibi dar tahta kap. mahrama * Bazı bölgelerde kadınların sokağa çıkarken manto üstüne örtündükleri işlemeli genişörtü. mahreç * Çıkışyeri, çıkak.
* Boğumlanma noktası.
* Payda.mahrek * Yörünge. mahrem * Yakın akrabadan olduğu için nikâh düşmeyen.
* Başkalarına söylenmeyen, gizli.
* Sırdaş.mahremiyet * Gizli olma durumu, gizlilik. mahremiyetine girmek * bir kimsenin özel hayatınıöğrenecek kadar ona yakın olmak. mahremlik * Mahrem olma durumu. mahrukat * Yakacak, yakıt. mahrum * Yoksun. mahrum olmak * yoksun kalmak. mahrumiyet * Yoksunluk. mahrut * Koni. mahrutî * Konik. mahsuben * Hesaba geçirilerek, alacağa sayılarak, hesabına sayılmak üzere. mahsubunu yapmak * hesabınıyapmak, hesabına geçirmek. mahsul * Ürün.
* Ortaya çıkan, elde edilen şey, verim.mahsulât * Ürünler.
* Ortaya çıkan, elde edilen şeyler.mahsuldar * Bitek, verimli. mahsup * Hesap edilmiş, hesaba geçirilmiş. mahsup etmek * hesap etmek, hesaba geçirmek. mahsur * Kuşatılmış, sarılmış, çevrilmiş. mahsur kalmak * kuşatılmak, sarılmak, çevrilmek. mahsus * Özgü.
* Biri veya bir şey için ayrılmış, münhasır.
* Özel olarak, bilhassa.
* Bilerek, isteyerek.
* Şaka olarak, şakadan.mahsus * Duyulan, anlaşılan, hissedilen.
* Belli, ortada, aşikâr.
* Özellikle, yürekten.mahsusen * Özellikle. mahşer * Kıyamet günü dirilenlerin toplanacaklarına inanılan yer.
* Büyük kalabalık.mahşer gibi * çok kalabalık. mahşer günü * Kıyamet. mahşer midillisi * Kısa boylu, fitneci (kimse). mahşere dönmek * çok kalabalıklaşmak. mahşerî * Mahşeri andıran. mahunya * İki çeneklilerden, çiçekleri sarırenkte, kokulu ve salkım durumunda olan, köklerinden sarı boya çıkarılan
bir süs bitkisi (Mahonia).mahur * Klâsik Türk müziğinde bir makam. mahurbuselik * Klâsik Türk müziğinde bir makam. mahut * Bilinen, adı geçen, sözü geçen. mahvetme * Mahvetmek işi. mahvetmek * Yok etmek.
* Bozup işe yaramaz duruma getirmek.
* Onmaz duruma getirmek.
* Boşa gitmesine sebep olmak, heba etmek.mahviyet * Alçak gönüllülük. mahvolma * Mahvolmak işi. mahvolmak * Yok olmak.
* Bozulup yararsız duruma gelmek.
* Onulmaz duruma gelmek.
* Boşa gitmek, heba olmak.mahya * Ramazan gecelerinde, camilerde iki minare arasına gerilen ipler üzerine kandil veya elektrik ampulleriyle
yazılan yazıveya yapılan resim.
* Çatılarda iki eğik yüzeyin birleştiği bölüm.mahya ışıklığı * Mahya üzerine yazılan ışıklıyazı. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 8
mahya kiremidi * Mahyayıörtmek için dizilen, uzunca ve oluk biçiminde kiremit. mahya şenliği * BatıTrakya’da (İskeçe’de) et ve pilâv yemeğinin topluca yenmesi geleneği. mahyacı * Mahya yapan kimse.
* Kiremit aktarıcısı.mahyacılık * Mahya yapma işi. mahyalık * Bir çatının köşelerini örten kurşun levha. mahzar * Yüksek makamlı bir kimsenin yanı, huzuru.
* Yüksek bir makama sunulmak için yazılan çok imzalıdilekçe.
* Mahkeme sicil defteri.mahzen * Yapılarda yer altıdeposu. mahzun * Üzgün, üzüntülü. mahzun etmek * üzüntü vermek. mahzun mahzun * Mahzun olarak, mahzun bir biçimde. mahzun olmak * üzgün durumda olmak, boynu bükülmek. mahzunane * Mahzuncasına, üzüntüyle. mahzunlaşma * Mahzunlaşmak işi. mahzunlaşmak * Mahzun duruma girmek, mahzun olmak. mahzunluk * Mahzun olma durumu. mahzur * Sakınca.
* Engel.mahzur doğurmak * engel ortaya çıkarmak, sakınca yaratmak. mahzur görmek * sakıncalı bulmak. mahzurlu * Sakıncalı. maî * Mavi. mail * Eğilimi olan.
* Eğilmişolan, eğik, eğinik, yalman.
* Benzeyen, andıran.
* Sevmek, gönlünü kaptırmak.maile * Aklan. main * Eşkenar dörtgen. maişet * Geçim, geçinme. maiyet * Üst görevlinin yanında bulunan kimseler.
* Bir kimsenin buyruğu altında çalışma.maiyet memuru * Yüksek makamlı bir devlet memurunun yanında görev yapan resmî memur. maiyetinde * yanında. majeste * Hükümdarlara verilen san.
* Devlet başkanları için kullanılan san.majesteleri * devlet başkanlarına seslenme sözü olarak kullanılır. majör * Büyük, önemli.
* Bir makam, bir akort veya bir aralığın oluşma biçimi.
* Büyük önerme.majör gam * Beştonla iki yarım tondan oluşan gam. majüskül * Büyük (harf). -mak / -mek * Fiilden isim türeten ek.
* Eylem isimleri: al- mak, ver-mek vb.
* Somut isimler: çak-mak, tokmak (< toku-mak),ye-mek vb.makabil * (bir şeyin) Öncesi, geçmişi. makabline şamil * Önceyi kapsayan. makadam * Kırılmıştaşdöşenip silindir geçirilerek yapılan yol. makadamlama * Makadamlamak işi. makadamlamak * Makadamla kaplamak. makak * Güneydoğu Asya’da yaşayan kuyruklu bir maymun (Macacus). makale * Bilim, fen konularıyla siyasî, ekonomik ve toplumsal konularıaçıklayıcıveya yorumlayıcıniteliği olan
gazete veya dergi yazısı.makam * Mevki, kat, yer.
* Klâsik Türk müziğinde bir dizinin işleniş biçimine verilen ad.
* Yer.makam arabası * Yüksek makamdaki bir kimse için ayrılan araba. makam odası * Yüksek makamdaki bir kimse için ayrılan oda. makam otomobili * Bkz. makam arabası. makam ödeneği * Makam tazminatı. makam şoförü * Makam arabasınıkullanan şoför. makam tazminatı * Yüksek makamda görevli bulunanlara aylık maaşlarıdışında fazladan ödenen ücret. makara * Üzerine iplik, tel, şerit gibi şeyler sarılan, kenarlarıçıkıntılı, ekseni boyunca delik silindir.
* Bir yükün yukarıya kaldırılmasınısağlayan araç.
* Ağır yüklerin kaldırılma ve indirilmesinde kullanılan, birbirine paralel iki veya daha çok tabla arasında
dönen, kenarıçepeçevre oluklu tekerlek veya tekerleklerden oluşmuşmekanik alet.
* Sürme kapak raylarıüzerinde hareket edecek biçimde metal veya plâstikten yapılmışdeğişik tiplerdeki
sürme kapak aleti.makara çekmek * (ötücü kuşlar için) sürekli ötmek. makara gibi * ardınıarasınıkesmeden (konuşma). -
Türkçe Sözlük M Sayfa 9
makaralarıkoyuvermek (zapt edememek veya salıvermek) * kendini tutamayarak kahkahayla gülmeye başlamak. makaralı * Makarası olan, makara ile çalışan. makaralıkuş * Sürekli öten kuş. makaraya almak * bir kimseyle alay etmek. makarena * El kol hareketleri ile birlikte yapılan bir tür hızlıdans. makarna * İrmik veya una yumurta karıştırılarak hazırlanmıştürlü biçimlerdeki kuru hamur ve bu hamurdan yapılan
yemek.
* İtalyan lireti.makarnacı * Makarna yapan veya satan kimse.
* İtalyan.
* Makarnayıçok seven (kimse).
* Şişman, hareketsiz (kimse).makarnacılık * Makarna yapma veya satma işi. makas * Bir eksen çevresinde dönebilecek biçimde çapraz eklemlenmiş, birbirine bakan yüzleri keskin iki çelik
lâmadan oluşmuş, arasına yerleştirilen herhangi bir şeyi kesmeye yarayan araç.
* Birbirine komşu iki demir yolu hattınıhemen bunların uzantısındaki üçüncü hatta bağlamaya yarayan alet.
* Uygun bir açı oluşturacak biçimde birbirini kesen demir yolu hatları.
* Üst üste konulmuş birkaç yassıçelikten yapılan araba yayı.
* Üst uçları birbirine bağlı, alt uçlarıaçık olan iki direkten kurulmuş, ağırlık kaldırma düzeni.
* Çatıve köprülerde genellikle ağaç veya çelikten yapılan, ağırlığıkarşılıklı iki ayağa veya duvara aktaran
çatılmışkirişsistemi.
* Çalma, kırpma.
* Dirsek.
* Bazıeklem bacaklıhayvanların ön ayaklarında bulunan, savunma ve saldırmada kullanılan kıskaç.
* Mobilyalarda yukarıdan aşağıya doğru açılan kapaklarıyatay konumda tutmak amacıyla yapılmışmafsallı,
kollu kapak aracı.makas almak * yanağı orta parmak ile işaret parmağıarasına alıp sıkıştırmak, makaslamak. makas hakkı * Bkz. makas payı. makas payı * Kumaş biçerken ihtiyat olarak bırakılan pay.
* Ölçüden fazla bırakılan veya fazlalığıhoşgörülen miktar.makas vurmak * makasla kesmek. makasçı * Makas yapan veya satan kimse.
* Demir yollarında makaslarıaçıp kapayarak trenlere yol veren görevli.makasçılık * Makasçının görevi.
* (basında) Başka gazetelerdeki haberleri kesip olduğu gibi aktarma işi.makaskâr * Kâğıt oymacılığı ile uğraşan kimse, oymacı, kesme ve oyma sanatı ile uğraşan kimse. makaslama * Makaslamak işi.
* Çaprazlama.makaslamak * Makasla kesmek.
* (yazı, film vb. için) Kısaltmak, kesmek.
* Makas almak.makaslanma * Makaslanmak işi. makaslanmak * Makaslamak işine konu olmak.
* Kesilmek.makaslı * Makası olan. makaslı böcek * Kın kanatlılarından, başıve makasları iri bir böcek, bağkesen (Lucanius). makastar * Kumaş biçen, prova yapan, parçalarıpatrona göre ayarlayan, işdağıtımınıyapan usta. makat * Kıç.
* Anüs, şerç.
* Minderli alçak sedir.
* Minder yüzü, minderin üzerine yayılan kumaş.makber * Mezar, kabir, medfen. makbul * Kabul edilen.
* Beğenilen, hoşkarşılanan.
* Geçer, geçerli.makbul olmak * beğenilmek. makbule geçmek * çok beğenilmek, hoşa gitmek, işe yaramak. makbuz * Alındı. Makedon * Makedonya halkından olan kimse. Makedonca * Makedonya’da kullanılan dil. Makedonyalı * Makedonya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. maket * Yapı, heykel gibi şeylerin taslak durumundaki küçük örneği.
* Mimarlıkta, sanayide ve bazısanat dallarında yer alan eserlerin taslak durumundaki küçük örneği.maket bıçağı * Maket yapımında kullanılan ince ve keskin bıçak. maketçi * Maket yapan kimse. maketçilik * Maket yapmak veya satmak işi. makferlân * Omuzdan yarı bele kadar inen pelerini olan palto. maki * Akdeniz dolaylarında yaygın bodur ağaç ve çalılardan oluşan bitki örtüsü. maki * Makigillerden, Madagaskar adasında sık rastlanan, uzun kuyruklu, yumuşak tüylü bir memeli primat
(Lemur).makigiller * Örneği maki (II) olan primatlar sınıfı. makilik * Maki yetişen yer. makine * Herhangi bir enerji türünü başka bir enerjiye dönüştürmek veya belli bir etki oluşturmak için birleştirilmiş
aletler bütünü.
* Bir alet veya taşıtın hareket sağlayan mekanizması.
* Araba, otomobil.makine çekmek * dikişmakinesinde dikmek. makine dolabı * Makineler için özel yapılan dolap. makine gibi * çok çabuk, art arda, aynı biçimde yapılan veya olan. makine gibi adam * düzgün, çok ve çabuk işçıkaran adam. makine gücü * Bir makinenin bir saniyede yapabildiği işmiktarı; uygulamada beygir gücü, vat veya kilovat ile ölçülür. makine odası * Makinelerin tamir edildiği yer.
* (sinemalarda) Sinema makinesinin bulunduğu yer.makine yağı * Orta sıcaklıkta ve hafif yük altında çalışan makinelerin hareketli parçalarının yağlanmasında kullanılan bir
yağlama yağı.
* Gres.makineci * Makine satan veya onaran kimse.