Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 36

    çift cinsellik * Kişinin beyninde bir dişi bir de erkek gizil gücün bulunmasıdurumu.
    çift çubuk * Çiftçilik yapabilmek için gereken her türlü araç.
    * Mal mülk, para edebilecek bütün varlıklar.
    çift dalma * Ayakta güreşirken beklenmeyen bir atılımla karşısındakinin iki ayağını birden kapma.
    çift desimetre * Üzerinde yirmi cm’lik bölüntüler bulunan ölçü cetveli.
    çift dikiş * Birbirlerinden geçen iki sıra düz dikiş.
    * Bir sınıfta iki yıl üst üste okuma.
    çift direkli * İki direkli küçük yelkenli.
    çift dirsek * Boruya 180° lik dönüşveren dirsek.
    çift dişliler * Omurgalılardan, üst çenedeki bir çift kemirmeye yarayan kesici dişin arasında bir çift daha küçük dişleri
    bulunan kemiriciler takımının bir alt takımı.
    çift görmek * sarhoşolmak.
    çift kanatlılar * Sinekler gibi iki kanadı olan ve emici ağızları bulunan böcekler takımı, iki kanatlılar.
    çift kapı * Üst üste kapanan veya birbirine vidalanarak kullanılan, yalıtma özelliği çok, iki katlıkapı.
    çift kişilik * İki kişiye ait, iki kişilik.
    çift kol * Aynıyönde ilerleyen, duran veya yürüyen birliklerden ve araçlardan oluşan yan yana iki kol.
    çift koşmak * hayvanlarısabana pulluğa koşmak.
    çift küme * Birbirine çok yakın iki yıldız kümesi.
    çift motorlu * İki motorlu küçük uçak.
    çift parmaklılar * Memelilerin öküz, koyun gibi parmaklarıçift olan takımı.
    çift pencere * Yalıtkanlığı artırmak amacıyla üst üste kapanan iki kanat biçiminde yapılmışpencere.
    çift sayı * 4, 6, 8 gibi 2’nin katı olan ve 2’ye bölünebilen tam sayı.
    çift sürmek * saban, pulluk kullanarak toprağıekilebilir duruma getirmek.
    çift vuruş * Kasıtlı olmayan ama kurala da aykırı olan bir davranışa uygulanan ve doğrudan doğruya kaleye
    çekilemeyecek, iki vuruşlu bir ceza türü.
    çift yıldız * Birbirinin çekim etkisinde bulunan ve böylece ortak kütle merkezi çevresinde dolanan yakın iki yıldız.
    çift zamanı * Tarla sürme zamanı.
    çiftçi * Geçimini toprağıekerek sağlayan kimse, rençber.
    çiftçilik * Çiftçi olma durumu.
    * Çiftçinin gördüğü işler, tarım, rençberlik, ziraat.
    çiftçilik etmek * tarımla uğraşmak, rençberlik yapmak.
    çifte * İkisi bir arada bulunan veya ikili.
    * (sandal, kayık için) Çift kürekli.
    * At, eşek ve katırın arka ayaklarıyla vuruşu, tekme.
    * İki namlulu av tüfeği.
    çifte atmak * (at, eşek) arka ayakları ile vurmak.
    * iki namlulu av tüfeğini patlatmak.
    çifte çubuğa gitmek * ekim ve biçim işleriyle uğraşmak.
    çifte dalmak * Bkz. çift dalma.
    çifte dikiş * Bkz. çift dikiş.
    çifte gitmek * tarla sürmeye gitmek.
    çifte kavrulmuş * Bir çeşit sert ve ufak kesilmişlokum.
    * Pek pişkin (kimse).
    * Çok çile çekmiş(kimse).
    çifte kıskaç * İkili kıskaca alma durumu.
    çifte koşmak * başka bir işte kullanılan hayvanlarısabana, pulluğa koşmak.
    çifte kumrular * Çok sevişen ve birbirinden hiç ayrılmayan kimseler.
    çifte nağra * Birbirine bağlıküçük iki dümbelekten oluşan çalgı.
    çifte standart * Çifte ölçü, ikili davranışveya tutum.
    çifte vatandaşlık * İki ayrımillet vatandaşlığına sahip olma.
    çifte yemek * hayvanın çiftesine maruz kalmak.
    çiftehane * Kuşüretmeye yarar kafesli yer.
    çifteleme * Çiftelemek işi.
    çiftelemek * (hayvan) Arka ayaklarıyla tepmek.
    * (gemi) Havanın sertleşmesi üzerine ikinci demirini de atmak.
    çiftelenme * Çiftelenmek işi.
    çiftelenmek * Çifte yemek.
    çifteleşme * Çifteleşmek işi veya biçimi.
    çifteleşmek * Birbirini çiftelemek.
    çifteli * Çiftesi bulunan.
    * Çifte atan veya alnında çift sakar bulunan.
    * Rahat durmayan, sataşkan.
    * Uğursuz.
    çifter çifter * Her defasında, her yapılışında çift olarak.
    çiftetelli * Göğüs ve göbek titreterek, gerdan kırarak oynanan bir oyun.
    * Bu oyunun müziği.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 37

    çifti bozmak * çiftçilik yapmaktan vazgeçmek.
    çiftleme * Çiftlemek işi.
    çiftlemek * Çift duruma getirmek, ikilemek.
    * Dişi ile erkeği bir araya getirmek.
    çiftlenme * Çiftlenmek işi.
    çiftlenmek * İkili duruma getirilmek.
    çiftleşme * Çiftleşmek işi.
    çiftleşmek * Bir şey tek iken bir tanesinin daha katılmasıyla iki olmak.
    * Erkek ve dişi hayvan veya bitki hücreleri döllenmek için bir araya gelmek.
    çiftleştiriş * Çiftleştirmek işi veya biçimi.
    çiftleştirme * Çiftleştirmek işi.
    çiftleştirmek * Çift yapmak.
    * Hayvanlarıçiftleşmek üzere bir araya getirmek.
    çiftlik * Tarım yapılan, hayvan yetiştirilen ve orada çalışanların oturması için evleri bulunan geniştoprak parçası.
    çiftlik kâhyası * Çiftlik işlerini yöneten kimse.
    çiftteker * Bisiklet.
    çifttekerci * Bisikletçi.
    çifttekercilik * Bisikletçi olma durumu.
    Çigan * Çingene.
    Çigan müziği * Macar folklorundan gelişmişözel yaylısazla çalınan hareketli halk müziği.
    çiğ * Pişmemişveya az pişmiş.
    * Yersiz ve yakışıksız.
    * Yaşının gerektirdiği görgüye ve olgunluğa erişmişolmayan.
    * (renk, ışık için) Gözü rahatsız eden, göze batan.
    çiğbörek * Çiğkıyma, soğan ve baharat karışımınıaçılmışolan yufkaya koyarak hazırlanan ve yağda kızartılarak
    yapılan börek.
    çiğçiğyemek * parçalayıp öldürecek derecede birine kızmak.
    çiğdüşmek * hoşkarşılanmamak, kaba ve yersiz bulunmak.
    çiğiplik * Bükülmemişiplik.
    çiğkaçmak (veya düşmek) * yersiz, yakışıksız olmak.
    çiğköfte * İyice dövülmüşçiğetle ince bulgura biber, soğan, baharat, salça, maydanoz katılarak bulgur yumuşayıncaya
    kadar yoğrulup sıkılan ve pişirilmeden yenen köfte.
    çiğrenkçi * Çiğrenkçilik anlayışında resim yapan (sanatçı).
    çiğrenkçilik * XX. yüzyılın başlangıcında ilk defa izlenimciliğin renklerini bırakıp gereğinden çok saf renkler kullanarak
    abartılmıştabiat biçimlerini gösteren resim anlayışı.
    çiğsüt emmiş * Bkz. insanoğlu çiğsüt emmiş.
    çiğtoprak * Uzun zaman işlenmemiş, güç sürülür toprak.
    çiğyemedim ki karnım ağrısın * suç işlemedim ki korkayım.
    çiğde * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden bir ağaç, hünnap (Zizyphus sativa).
    * Bu ağacın kırmızıkabuklu, sert çekirdekli, iri zeytin biçiminde ve büyüklüğünde, güzün olgunlaşan yemişi.
    çiğdem * Zambakgillerden, türlü renklerde çiçek açan, çok yıllık, yumrulu bir kır bitkisi, mahmur çiçeği (Colchicum).
    çiğden vermek * yiyecek karşılığınıpara olarak ödemek.
    çiğe * Ceviz veya badem içi.
    Çiğil * Eski Türk boylarından biri.
    çiğin * Omuz.
    çiğindirik * İki ucuna su kabı, yoğurt tablası gibi taşınacak şeyler asılarak omuza alınan ağaç, omuzluk.
    çiğit * Çekirdek, özellikle pamuk çekirdeği.
    çiğitli * Çiğit karışmışolan.
    çiğleşme * Çiğleşmek işi.
    çiğleşmek * Göze batmak.
    * Kaba davranışlarda bulunmak.
    çiğlik * Çiğolma durumu.
    * Kaba, yersiz, yakışıksız davranış.
    çiğlik etmek * ters veya yersiz bir davranışta bulunmak.
    çiğnek * Yolüstü.
    çiğnem * Ağızda çiğnenecek miktar(da), bir parça, çiğnemlik.
    çiğneme * Çiğnemek işi.
    çiğnemek * Ağıza alınan bir şeyi dişler arasında ezmek, öğütmek.
    * Ayak veya tekerlek altına alarak ezmek.
    * Sayılması gereken bir şeyi saymamak, itibar etmemek, ayaklar altına almak.
    * Egemenliği altına almak, hükmetmek.
    çiğnemik * Ağızda çiğnenip çıkarılan yemek.
    çiğnemlik * Ağızda çiğnenecek miktarda olan.
    çiğneniş * Çiğnenmek işi veya biçimi.
    çiğnenme * Çiğnenmek işi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 38

    çiğnenmek * Çiğnemek işi yapılmak.
    * İşgal altına alınmak.
    çiğnetme * Çiğnetmek işi.
    çiğnetmek * Çiğnemek işini yaptırmak.
    çiğneyiş * Çiğnemek işi veya biçimi.
    çiklet * Şekerli ve kokulu çiğneme sakızı, jiklet.
    çikletçi * Çiklet yapan veya satan kimse.
    çikletçilik * Çikletçinin işi ve mesleği.
    çikolata * Kakaodan yapılan ve bazen içine şeker, süt, fıstık, fındık katılan yiyecek.
    çikolatacı * Çikolata yapan veya satan kimse.
    * Çok çikolata yiyen veya seven kimse.
    çikolatacılık * Çikolata yapmak veya satmak işi.
    çikolatalı * Çikolatası olan.
    çil * Orman tavuğugillerden, eti için avlanan, ormanlarda yaşayan bir kuş, dağtavuğu (Tetrastes bonasia).
    çil * Çoğunlukla yüzde oluşan kahverengi küçük benekler.
    * Aynada oluşan leke.
    * Köklerdeki kıl gibi ince uzantılar.
    * Tüyünde küçük benekler bulunan (hayvan).
    * Yeni ve parlak.
    çil çil * Pırıl pırıl, parlak.
    çil yavrusu gibi dağılmak * toplu bir hâlde bulunan insanların her biri bir yana dağılmak.
    çile * Dervişlerin kırk gün süre ile kendilerine uyguladıklarızahmetli ve perhizli dönem.
    * Zahmet, sıkıntı.
    çile * İpek, yün, pamuk gibi her türlü iplik kangalı.
    * Yay kirişi.
    çile çekmek * çok sıkıntıçekmek.
    çile çıkarmak (veya doldurmak) * sıkıntılı bir işin veya bir durumun sona ermesini beklemek.
    çilecilik * Dinî maksatlarla ve törelere bağlı olarak tabiî eğilimleri ve beden isteklerini yenmek için isteyerek acı
    çekme.
    çileden çıkarmak * çok kızdırmak.
    çileden çıkmak * olup bitenler karşısında sabrıve dayanıklığıkalmayıp taşkınlık göstermek.
    * çile süresini bitirmek.
    çilehane * Dervişlerin çile doldurduklarıyer.
    çilek * Gülgillerden, saplarısürüngen, çiçekleri beyaz bir bitki.
    * Bu bitkinin güzel kokulu, pembe, kırmızırenkli meyvesi.
    çilek reçeli * Çilek ve şekerden yapılan kokulu bir tür reçel.
    çilek suyu * Çilekten sıkılan meyve suyu.
    çilek üzümü * Bir tür üzüm.
    çilekçi * Çilek yetiştiren veya satan kimse.
    çilekçilik * Çilek yetiştirme veya satma işi.
    çilekeş * Birçok sıkıntılıve üzüntülü durumlara düşmüşolan.
    çilekeşlik * Çilekeşolma durumu.
    çileli * Çilesi olan, çok sıkıntıçekmişolan.
    * Çok üzüntülere yol açan.
    çilemek * Yağmur çiselemek.
    * Nemlenmek, ıslanmak.
    * (bülbül) Şakımak.
    çilenti * Hafif yağmur, serpinti.
    çilesi dolmak * dervişve tarikat ehlinin sadece dua ve ibadetle geçirmeleri gereken süreyi tamamlayarak çileden çıkması.
    * üzücü ve sıkıntılı bir durumdan kurtulmak.
    çileye girmek * dervişlerin kırk gün süre ile kendilerine uyguladıklarızorlu ve perhizli döneme girmek.
    çilingir * Kilit, anahtar gibi demirciliğin ince işlerini yapan usta.
    çilingir sofrası * Üzerine meze ve içki konmuştepsi, küçük içki sofrası.
    çilingirlik * Çilingirin yaptığı iş.
    çillenme * Çillenmek işi.
    çillenmek * Çil (Il) oluşmak.
    çilli * Çili olan.
    çilsiz * Çili olmayan.
    çim * Buğdaygillerden, bahçelerin yeşillendirilmesinde yararlanılan çok yıllık bitki (Lolium).
    çim çim * İsteksizce.
    çimbali * Orkestralarda çalınan iki yuvarlak yüzeyden oluşmuşmetal vurmalıçalgı.
    çimçek * Serçenin küçük bir türü.
    çimdik * Çimdiklemek işi.
    * Başparmakla işaret parmağının ucu arasına alınan miktar.
    * Gönül kıracak söz.
    * Tatar böreği.
    çimdik atmak (veya basmak) * çimdiklemek.
    çimdikleme * Çimdiklemek işi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 39

    çimdiklemek * Bir kimsenin etini iki parmak ucu arasında kıstırarak sıkıp acıtmak.
    * Bir bütünden küçük küçük parçalar koparmak.
    çimdiklenme * Çimdiklenmek işi.
    çimdiklenmek * Çimdik atılmak.
    çimdirme * Çimdirmek işi veya durumu.
    çimdirmek * Çimmek işini yaptırmak.
    çimek * Çimecek yer.
    çimen * Kendiliğinden yetişmişçim.
    * Bkz. çemen.
    çimenli * Çimeni olan.
    çimenlik * Çimeni olan (yer).
    çimensiz * Çimeni olmayan.
    çimento * Killi kalkerleri özel fırınlarda pişirip ezmekle elde edilen, çamuru çarçabuk katılaşıp sertleşen ve yapılara
    harç olarak kullanılan kül renginde veya beyaz toz.
    çimentocu * Çemento üreten veya satan kimse.
    çimentoculuk * Çimento üretmek veya satmak.
    çimentolama * Çimentolamak işi.
    çimentolamak * Çimento sürmek, çimento ile sıvamak.
    çimentolanma * Çimentolanmak işi.
    çimentolanmak * Çimento sürülmek, çimento ile kaplanmak.
    çimentolatma * Çimentolatmak işi.
    çimentolatmak * Çimento ile sıvatmak, çimento karışımımalzeme ile yaptırmak.
    çimentolu * Çimentosu olan.
    çimentosuz * Çimentosu olmayan.
    çimleme * Çimlemek işi.
    çimlemek * Çim ekmek.
    çimlendirme * Çimlendirmek işi.
    çimlendirmek * Çimlenmesini sağlamak.
    çimlenme * Çimlenmek işi.
    çimlenmek * Çimle kaplanmak.
    * Üzerinde çim bitmek.
    * Kendinin olmayan şeylerden biraz yarar sağlamak.
    * (yiyeceklerden) Azar azar alıp yemek.
    çimleyiş * Çimlemek işi veya biçimi.
    çimmek * Suya bütün vücuduyla girip çıkmak.
    Çin anasonu * Manolyagillerden, sarırenkteki çiçekleri anason kokan bir ağaççık (lllicium anisatum).
    Çin gülü * Bkz. kamelya.
    Çin lâhanası * Çin’de yetiştirilen bir tür lâhana.
    Çin leylâğı * Tespih ağacı.
    çinakop * Lüfer balığının küçüğü (Temnodon altator).
    Çince * Çin dili.
    çinçilya * Çinçilyagillerden, postu için avlanan, yumuşak ve gümüşrengi tüyleri olan kemirici hayvan (Chinchilla
    laniger).
    çinçilyagiller * Örnek hayvanıçinçilya olan kemiriciler familyası.
    Çingen * Çingene.
    Çingene * Hindistan’dan çıktıklarısöylenen, dünyanın çeşitli yerlerinde göçebe olarak yaşayan bir topluluk veya bu
    topluluktan olan kimse.
    * (Küçük ç ile) Cimri.
    Çingene borcu * Tutarıpek önemli olmamakla birlikte ufak ve dağınık borçların bütünü.
    Çingene çergesi * Derme çatma ve pis bir yer.
    Çingene çergesinde musandıra ne arar * yoksul bir kimseden ne beklenir?.
    Çingene düğünü * Gürültülü toplantı.
    Çingene kavgası * Önemsiz bir sorun üzerine başlayıp gittikçe kızışan, yakasıaçılmadık küfürlere yol açan kavga.
    Çingene palamudu * Palamut balığının yavrusu.
    Çingene parası * Bozuk para, ufaklık.
    Çingene pembesi * Göz alıcı, çiğpembe renk.
    * Bu renkte olan.
    Çingenece * Çingene dili.
    * (Küçük ç ile) Çingeneye yaraşır (biçiminde), çingene gibi.
    çingeneleşme * Çingeneleşmek işi.
    çingeneleşmek * Cimrice davranışlarda bulunmak.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 40

    Çingenelik * Çingene olma durumu.
    * (Küçük ç ile) Arsızca aç gözlülük, cimrilik.
    çini * Duvarlarıkaplayıp süslemek için kullanılan, bir yüzü sırlıve genellikle çiçek resimleriyle bezeli, pişmiş,
    balçık levha, fayans.
    * Sırlıve süslü, pişmiş balçıktan yapılmışolan.
    çini döşemek * bir yeri çini ile kaplamak.
    çini mürekkebi * Simsiyah, ince ve solmaz bir is mürekkebi.
    çinici * Çini yapan veya satan kimse.
    çinicilik * Çini yapma sanatı.
    çinili * Çinisi olan, çinilerle bezenmişolan.
    çinisiz * Çinisi olmayan.
    çinke * Sağlam, sert taş.
    * En ufak parça.
    * Benek.
    çinko * Atom numarası30, atom ağırlığı65,37, mavimsi beyaz renkte olan sert bir element, tutya. KısaltmasıZn.
    * Bu elementten yapılmış.
    çinko * Tombala oyununda kartın bir veya iki sırasınıdoldurunca kazandığını bildiren ve açıkça söylenen söz.
    * Tombala oyununda kartın bir veya iki sırasınıdoldurana verilen ödül.
    çinkograf * Çinkografi ustası.
    çinkografi * Çoğaltılmak istenilen resim veya yazıların kalı bınıçinko üzerine çıkarma sanatı.
    Çinli * Çin milletinden veya bu milletin soyundan olan (kimse).
    çintiyan * İçi astarlı, uzun kadın donu, kadın şalvarı.
    çip * Milimetrik yüzeyler üzerinde on binlerce devre elemanından oluşan ve son derece karmaşık elektronik
    devrelerin yerleştirildiği, genellikle silikon gibi yarı iletken bir malzemeden yapılmışince bir dilim.
    çipil * (göz için) Ağrılıve kirpikleri dökülmüş.
    çipilleşme * Çipilleşmek işi.
    çipilleşmek * Gözleri çipil duruma gelmek.
    çipilti * Yağmur serpintisi.
    çipo * Gemiyi istenilen bir yerde tutmak için bir zincirle denize atılan, iki veya daha çok kolu bulunan gemi
    demiri.
    çipura * Karagöz balığına benzer, eti beyaz bir Akdeniz balığı(Aurata aurata).
    çir * Kayısı, erik, zerdali gibi meyvelerin kurusu.
    çirçirci * Çirçir yapan kimse.
    çiriş * Çirişotunun kökünün öğütülmesiyle yapılan ve su ile karılarak tutkal gibi kullanılan esmer, sarı bir toz.
    çirişgibi * yapışkan ve acı.
    çirişotu * Zambakgillerden, beyaz çiçekli bir bitki (Asphodelus).
    çirişçi * Çirişyapan ve satan kimse.
    çirişçi çanağı * Çirişhazırlamakta kullanılan derin kap.
    * Acıve kurumuş, zehir gibi.
    çirişçilik * Çirişçinin işi veya mesleği.
    çirişleme * Çirişlemek işi.
    çirişlemek * Çirişsürmek.
    çirişlenme * Çirişlenmek işi veya durumu.
    * Nişastanın ve bazı inorganik tuzların etkisi ile granürler yapısının bozulması, su alarak şişmesi, kristal
    özelliğini kaybetmesi ve viskozite ve enzimlere karşıhassasiyetinin artması.
    çirişlenmek * Çirişsürülmek.
    çirişli * Çirişsürülmüş.
    * İnceliği kola ile örtülmüş(bez, kumaş).
    çirkef * Pis ve bulanık su.
    * İğrenç ve bulaşkan (kimse veya şey).
    çirkefçe * Çirkefe yakışır bir biçimde (olan).
    çirkefe (çamura) taşatmak (veya çirkefi üzerine sıçratmak) * edepsiz bir kimsenin tepkisine yol açacak bir davranışta bulunmak.
    çirkefleşme * Çirkefleşmek işi.
    çirkefleşmek * Çirkef durumuna gelmek.
    çirkefli * İğrenç ve pis durumda bulunan.
    çirkeflik * Çirkef olma durumu veya çirkefçe davranış.
    çirkin * Göze veya kulağa hoşgelmeyen, güzel karşıtı.
    * Yakışık almayan.
    * Karanlık, dalavereli, şüpheli.
    çirkin kaçmak * hoşolmayan bir durum olmak.
    çirkince * Çirkine yakın, çirkin bir biçimde (olan).
    çirkinleşme * Çirkinleşmek işi.
    çirkinleşmek * Çirkin bir duruma gelmek.
    çirkinleştirme * Çirkinleştirmek işi.
    çirkinleştirmek * Çirkin bir duruma getirmek.
    çirkinlik * Çirkin olma durumu.
    * Çirkin olanın niteliği.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 31

    çıkra * Sık çalı.
    çıkralık * Çıkra ile örtülü yer.
    çıkrık * Kuyudan kovayıçekmeye yarayan ve el ile çevrilen araç.
    * İplik bükmek, iplik sarmak gibi işlerde kullanılan, el veya ayakla çevrilen dolap.
    * Ağır bir şeyi çekecek ipin sarılmasına yarayan ve bir eksen üzerinde uzunca bir kolla çevrilerek dönen
    silindir.
    çıkrıkçı * Çıkrık yapıp satan kimse.
    * Elyaf fitillerini incelterek iplik veya elyaf yünü hâline getiren ve boşmakaralara saran bir makine.
    çıkrıkçılık * Çıkrık yapma işi veya satma.
    çıkrıkçın * Bir ördek türü.
    çıkrıklı * Çıkrığı olan.
    çıkrıksız * Çıkrığı olmayan.
    çıktı * Üretim sonucu ortaya çıkan ürün, girdi karşıtı.
    * Artık.
    * Bilgisayarda yazılan bir metni kâğıda dökme.
    * Mezuniyet belgesi.
    -çıl * Bkz. -cıl / -cil.
    -çıl * Küçültme sıfatlarıtüreten ek: ak-çıl, kır-çıl vb.
    çılan * İri bir çeşit çiğde.
    çılbır * Yoğurtlu yumurta yemeği.
    çılbır * Yulara takılan ip veya zincir.
    çıldır çıldır * Canlıcanlı.
    * Parlak parlak, parlayarak.
    çıldırasıya * Çıldıracak gibi, pek çok.
    çıldırış * Çıldırmak işi veya biçimi.
    çıldırma * Çıldırmak işi.
    çıldırmak * Delirmek, aklını oynatmak.
    * Israrla istemek, büyük arzu göstermek.
    çıldırtıcı * Çıldırtmak işini yapan.
    çıldırtıcılık * Çıldırtıcı olma durumu.
    çıldırtma * Çıldırtmak işi.
    çıldırtmak * Çıldırmasına sebep olmak.
    çılgın * Aşırıdavranışlarda bulunan, deli, mecnun.
    * Çok büyük, aşırı, olağanüstü.
    çılgına dönmek * sevniç, öfke, kızgınlık vb. duygular sonucu aşırıölçüde heycanlamak, kendine hâkim olamamak.
    çılgınca * Deli gibi, delicesine.
    * Aşırı bir biçimde.
    çılgıncasına * Çılgın gibi, çılgına dönmüşolarak.
    çılgınlaşma * Çılgınlaşmak işi.
    çılgınlaşmak * Çılgınca davranışlarda bulunmak.
    çılgınlık * Aşırıdavranış.
    çılkava * Bkz. cılkava.
    çıma * Halat ucu.
    çıma vermek * halat uzatmak.
    çımacı * Vapur iskelelerinde çıma uzatan veya tutan işçi.
    çımacılık * Çımacının işi.
    çımbar * Dokuma tezgâhındaki kumaşı germeye yarayan iki tarafıdişli araç, çımbar.
    çımkırma * Çımkırmak işi.
    çımkırmak * (kuşiçin) Pislemek.
    çın * Doğru, gerçek.
    çın çın * Metal eşyaya vurulunca çıkan sese benzeyen bir ses çıkararak.
    çın çın inletmek * gür ve keskin ses çıkarmak.
    çın çın ötmek * sürekli olarak keskin ses çıkarmak.
    çın tutmak * doğru olduğunu söylemek, doğrulamak.
    çınar * İki çeneklilerden, 30 m’ ye kadar uzayabilen, gövdesi kalın, uzun ömürlü, genişyapraklı bir ağaç (Platanus).
    çınargiller * Örneği çınar olan bitki familyası.
    çınarımsı * Çınara benzeyen.
    çınarımsı isfendan * Çınara benzer akça ağaç türü (Acer psüudoplatanus).
    çınarlı * Çınarı olan.
    çınarlık * Çınar ağaçlarıçok olan yer.
    çınayaz * Açık, mehtaplı, çok soğuk hava.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 24

    çengel atmak * bir konuya taraftar toplama girişiminde bulunmak, ilişki kurmak.
    çengel çeneliler * Çeneleri gaga biçiminde uzamışve tam kemikleşmemiş balıklar takımı, yapışık çeneliler.
    çengel iğnesi * Çengel biçiminde ilmiklerden oluşan bir tür işleme.
    * Çengelli iğne.
    çengel sakızı * Kengel sakızı.
    çengel takmak * uğraşmak veya kötülük etmek için el atmak.
    çengelleme * Çengellemek işi.
    çengellemek * Çengelini takmak.
    * Çengel atışyapmak.
    çengellenmek * Çengel takılmak, çengelle tutturulmak.
    çengelleyiş * Çengellemek işi veya biçimi.
    çengelli * Çengeli olan veya ucu çengel biçiminde olan.
    çengelli iğne * Tutturulduğu yerden kurtulmaması için ucu özel yuvaya geçirilen iğne.
    çengelsi * Çengeli andıran, çengel biçimli.
    çengi * Çalgıeşliğinde oynamayımeslek edinmişkadın.
    çengi kolu * Çengilerden oluşan topluluk.
    çengi takımı * Çengi kolu.
    çengilik * Çenginin yaptığı iş.
    çengüçegane * Saz eğlentisi.
    çenileme * Çenilemek işi.
    çenilemek * Canıyanan köpek ağlar gibi acıacıses çıkarmak.
    çenk * Harpıandıran, telli bir çalgı.
    çentik * Bir şeyin kenarından kesilerek veya kırılarak açılan küçük kertik, tırtık.
    * Kertikli.
    * Küçük oyuk.
    * Basım sırasında basım aletinin diyaframını belirli bir açıklığa getirecek düzeni işletmek için filmin kenarına
    yapılan çukurluk.
    çentik açmak * çentik oluşturmak.
    çentik atmak * çentiklemek.
    çentikleme * Çentiklemek işi.
    çentiklemek * Bir şeyde çentik açmak.
    * Bir şeyi ince doğramak.
    çentiklenme * Çentiklenmek işi.
    çentiklenmek * Çentikli duruma gelmek.
    çentikli * Üzerinde çentik bulunan.
    çentilme * Çentilmek durumu.
    çentilmek * Çentmek işine konu olmak.
    çentme * Çentmek işi.
    çentmek * Bir şeyin kenarında kertik açmak.
    * Soğan, salatalık gibi şeyleri küçük ve ince parçalar durumunda doğramak.
    çepçevre * Bkz. çepeçevre.
    çepeçevre * Bütün yanlarınıkuşatacak biçimde, fırdolayı.
    çepel * Kir, bulaşık, çamur, pislik.
    * Ürüne karışmışyabancımadde.
    * Çalıçırpı.
    * Bozuk, kapalı, yağmurlu hava.
    çepelleme * Çepellemek işi.
    çepellemek * Çepel duruma getirmek, karıştırmak.
    çepellenme * Çepellenmek işi.
    çepellenmek * Çepelli duruma gelmek.
    * Karışıp bozulmak.
    çepelli * İçinde sap, taş, toprak gibi yabancımadde bulunan.
    çepellilik * Çepelli olma durumu.
    çeper * Çit.
    * Ahlâksız, huysuz, geçimsiz kimse.
    * Bağçubuğu, çalıçırpı.
    * Sebze bahçesi.
    * Zar.
    çeper çekmek * çitten duvar çevirmek.
    çeperli * Çeperi olan, çeperle çevrili bulunan.
    çepez * Bozuk ipek kozası.
    çepiç * Çebiç.
    çepin * Bahçelerde kullanılan küçük çapa.
    Çepni * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    çer * “Gelişigüzel ve dayanıksız yapılmış” anlamında çer çöp veya çerden çöpten ikilemelerinde geçer.
    çer çöp * Çalıçırpıkırıntısı.
    * Döküntü, süprüntü.
    * Bazıçocuk oyunlarında dikkat anlamında kullanılan uyarma sözü.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 25

    çerçeve * Resim, yazı, ayna gibi şeyleri süslemek veya bir yere asılabilecek duruma getirmek için bunlara geçirilen
    kenarlık.
    * Kapı, pencere ile bunların cam veya tablalarının yerleştirilmişolduğu kenarlık.
    * Bir düşünce alanının sınırlarıveya bu sınırlar içindeki alan.
    * Beden eğitiminde asılma ve tırmanmalar için kullanılan araç.
    çerçeve anlaşma * Hükûmet ile sendika ve işverenler arasında toplu sözleşme öncesinde varılan ön anlaşma.
    çerçeveci * Çerçeve yapan kimse.
    * Resimlere, tablolara çerçeve takma işiyle uğraşan kimse.
    çerçevecilik * Çerçeve yapma veya satma işi.
    çerçeveleme * Çerçevelemek işi.
    * Filmi çevrilecek başlıca cismin, gerek büyüklük gerek yer bakımından görüntü çerçevesine göre
    düzenlenmesi işi.
    çerçevelemek * Bir şeye çerçeve geçirmek veya bir şeyi çerçeve içine alma.
    çerçevelenme * Çerçevelenmek işi.
    çerçevelenmek * Çerçeve içine alınmak.
    çerçeveletme * Çerçeveletmek işi.
    çerçeveletmek * Çerçeve geçirtmek.
    çerçeveli * Çerçeve geçirilmişveya çerçeve içine alınmışolan.
    çerçevesiz * Çerçeve içinde olmayan.
    çerçi * Köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaşarak ufak tefek tuhafiye eşyasısatan gezginci esnaf.
    * (bazı bölgelerde) Tuhafiyeci.
    çerçici * Çerçi.
    çerçilik * Çerçinin yaptığı iş.
    çerden çöpten * Dayanıksız, çürük.
    * Zayıf, narin, çelimsiz.
    çerez * Asıl yemekten sayılmayan, peynir, zeytin gibi yiyecekler.
    * Yemek dışında yenilen yaşveya kuru yemişgibi şeyler.
    çerezci * Çerez satan kimse.
    çerezcilik * Çerez satma işi.
    çerezlenme * Çerezlenmek işi.
    çerezlenmek * Çerez türünden bir şeyler yemek.
    * Bir şeyden biraz yararlanmak, çimlenmek.
    çerezlik * Çerez olabilecek şeyler.
    * Çerez konulan kap.
    çerge * Derme çatma çadır, göçebe çadırı.
    * Çingene çadırı.
    * Otağ.
    çergeci * Padişah çadırını beklemekle görevli yeniçeri.
    çergi * Bkz. çerge.
    çergici * Pazarlarda sergi açan gezginci esnaf.
    çeri * Asker.
    çeribaşı * Alay beyi.
    * Çingene topluluklarının başı.
    çeribaşılık * Çeribaşı olma durumu.
    Çerkez * Kafkasya’da yaşayan bir boy veya bu boydan olan kimse.
    * Çerkezlere özgü, Çerkezlerle ilgili.
    Çerkez peyniri * Peynir yapmak için mayalanan sütün ince dilimler hâlinde sıcak suya atılmasıyla yapılan, taze veya kuru
    olarak yenen tuzlu bir peynir türü.
    Çerkez tavuğu * Tavuk, hindi gibi kümes hayvanlarının etinden yapılan ve salçasına dövülmüş ceviz, biber katılarak
    hazırlanan bir yemek.
    Çerkezce * Çerkez dili.
    çerkezlik * Çerkez gibi davranma eğilimi.
    çermik * Kaplıca, ılıca.
    çerviş * Kasaplık hayvanlardan elde edilen çeşitli yağların eritilmişi.
    * Yemeğin sulu kısmı.
    çervişli * Çervişi olan.
    çeşit * Aynıtürden olan şeylerin bazıözelliklerle ayrılan öbeklerinden her biri, tür, nevi.
    * Canlıların bölümlenmesinde, bireylerden oluşan, türden daha küçük birlik.
    * Türlü.
    çeşit çeşit * Çeşitli olan, türlü türlü.
    çeşitkenar * Kenarlarından hiçbiri ötekine eşit olmayan (çokgen).
    çeşitkenar üçgen * Üç kenarıda ayrıuzunlukta olan üçgen.
    çeşitleme * Çeşitlemek işi.
    * Belli bir temayıdeğişik armoni, melodi ve ritmle süsleyerek yeniden çalma, varyasyon.
    çeşitlemek * Bir şeyin çeşidini artırmak.
    çeşitlendirme * Çeşitlendirmek işi.
    çeşitlendirmek * Çeşitlerini artırmak.
    çeşitlenme * Çeşitlenmek işi.
    çeşitlenmek * Çeşitli duruma gelmek.
    çeşitli * Çeşidi çok olan, türlü, mütenevvi.
    çeşitlilik * Çeşidi çok olma durumu, tenevvü.
    çeşme * Çoğunlukla herkesin yararlanması için yapılan, borularla gelen suyun bir oluktan veya musluktan aktığı,
    yalaklısu hazinesi veya yapısı.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 26

    çeşmeye gitse çeşme kuruyacak * çok talihsiz kimseler için söylenir.
    çeşmibülbül * Üzeri beyaz, sarmal süsler ve çiçek motifleri ile bezenmiş cam işlerine verilen ad.
    çeşni * (yiyecek, içecek için) Tat, tadımlık.
    * Hoşa giden bir özellik.
    çeşni katmak * değişik, özel ve hoş bir katkıyapmak.
    çeşni tutmak * ekmekçilikte una karıştırılacak suyun oranını belirtmek.
    çeşnici * Saraylarda ve büyük konaklarda yemek ve sofra işlerini yöneten kimse.
    * Sikkelerin ayarını düzenleyen kimse.
    * Tütün veya içkilerin tat ve niteliğini belirleyen kimse.
    çeşnicibaşı * Başçeşnici.
    * Sık sık eşdeğiştiren erkek.
    çeşnicilik * Çeşnicinin işi.
    çeşnileme * Çeşnilemek işi.
    çeşnilemek * Çeşni vermek.
    çeşnilenme * Çeşnilenmek işi.
    çeşnilenmek * Tadıyerine gelmek.
    çeşnili * Çeşnisi olan.
    çeşnilik * Yemeğe çeşni vermek için katılan baharat vb.
    çeşnisine bakmak * tadına bakmak.
    çete * Ordu birliklerinden olmayan silâhlıküçük birlik.
    çete savaşı * Küçük asker birlikleri veya çeteler tarafından düşmanıyıpratmak için her türlü yola başvurarak yapılan
    savaş.
    çeteci * Çeteden olan kimse.
    çetecilik * Çeteci olma durumu veya çetecinin yaptığı iş.
    çetele * Çizilerek veya oyularak açılan kertik.
    * Ekmekçi, sütçü gibi esnafın, uzunlamasına ikiye bölüp üzerine kertikler çenterek hesap tuttuklarıağaç dalı.
    çetele çekmek (veya tutmak) * hesap tutmak amacı ile bir yere çizgiler çizmek.
    çeteleşme * Çeteleşmek işi veya durumu.
    çeteleşmek * Çete durumuna gelmek.
    çeteleştirme * Çeteleştirmek işi veya durumu.
    çeteleştirmek * Çete durumuna getirmek.
    çeteleye dönmek * (insanın yüzü veya başka bir tarafı için) üzerinde birçok kesikler ve sıyrıklar olmak.
    çetene * Kendir tohumu.
    çetin * Amaçlanan duruma getirilmesi, elde edilmesi, çözümlenmesi, işlenmesi güç veya engeli çok olan, müşkül.
    çetin ceviz * Yola getirilmesi güç olan kimse, yapılmasızor olan iş.
    çetince * Çetin (bir biçimde).
    çetinleşme * Çetinleşmek işi.
    çetinleşmek * Çetin duruma gelmek.
    çetinleştirme * Çetinleştirmek işi veya durumu.
    çetinleştirmek * Çetin duruma getirilmek.
    çetinlik * Çetin olma durumu, sertlik.
    çetrefil * Karışıklığıdolayısıyla, anlaşılmasıveya sonuca bağlanması güç.
    * Yapıve ses kurallarına aykırıkullanılan (dil).
    * Sarp, engelli ve engebeli yer.
    çetrefilce * Biraz çetrefil.
    çetrefilleşme * Çetrefilleşmek işi veya durumu.
    çetrefilleşmek * Çetrefil duruma gelmek.
    çetrefilli * Karışık ve anlaşılması güç olan.
    çetrefillik * Çetrefil olma durumu.
    çetrefilsiz * Basit ve anlaşılmasıkolay olan.
    çevgen * Değnek.
    * Atlara binilerek değneklerle oynanan bir çeşit top oyunu, polo.
    çevik * Kolaylık ve çabuklukla davranan, tetik.
    çevikçe * Çevik (bir biçimde).
    çevikleşme * Çevikleşmek işi.
    çevikleşmek * Çevik duruma gelmek.
    çevikleştirme * Çevikleştirmek işi.
    çevikleştirmek * Çevik duruma getirmek.
    çeviklik * Çevik olma durumu veya çevikçe davranış.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 27

    çevir kazıyanmasın * karşısındakine dokunacak yersiz bir söz söylediğini fark eder etmez sözünü çevirmeye kalkışanlara alay
    veya şaka yollu söylenir.
    çevir sesi * Telefon numarasının aranmaya hazır olduğunu belirten ince ve monoton ses, sinyal.
    çevir sinyali * Çevir sesi.
    çeviren * Çeviri yapan kimse, çevirmen.
    çevirgeç * Elektrik akımınıaçıp kapama veya değiştirme işini yapan araç, şalter, komütatör.
    çevirgi * Çevrilebilen anahtar, tokmak vb. araçlar.
    çeviri * Dilden dile aktarma, çevirme, tercüme.
    * Bir dilden başka bir dile çevrilmişyazıveya kitap, tercüme.
    çeviri dili * Bir bilgisayarın sembolik makine dili.
    çevirici * Sözlü veya yazılıçeviri yapan kimse, dilmaç, tercüman, mütercim.
    * Elektrik akımının yönünü değiştirmeye yarayan araç, komütatör.
    çevirici dili * Bilgisayarda makine dili komutlarının sembollerle kaydedildiği alçak düzeyli proglamlama dili.
    çeviricilik * Çeviri işi yapma, dilmaçlık, tercümanlık.
    çevirim * Çevirme işi.
    * Sinema filmi elde etmek üzere alıcının çalıştırılması, duyar katın üzerinde gizli görüntülerin belirmesi.
    çevirim senaryosu * Çekimlere bölünmüş, her çekimin sayısı belirtilmiş, çevirim için bütün teknik açıklamalarıve konuşmaları
    içine alan senaryo.
    çeviriş * Çevirmek işi veya biçimi.
    çevirme * Çevirmek işi, tedvir.
    * Kuzu, oğlak gibi hayvanların şişte, kor üzerinde çevrilerek pişirilmişi.
    * Uzaktan dolaşıp düşmanın yan gerilerine düşerek onu istemediği bir durumda dövüşmek zorunda bırakma,
    kuşatma, ihata.
    * Bir dilden başka dile çevrilmiş, tercüme.
    * Bir müzik parçasındaki aralığın veya bir cümle parçasının tiz sesini pese, pes sesini tize dönüştürmek işi.
    çevirme ağı * Balık sürülerinin önce çevrelerinin sarılması, sonra ağın altının kapatılmasıyoluyla kaçmalarınıönleyerek
    avlamayısağlayan bir ağtürü.
    çevirmek * Bir şeyin yönünü değiştirmek.
    * Öteki yüzünü görünür duruma getirmek.
    * Döndürerek hareket ettirmek.
    * Yönetmek, idare etmek.
    * Yolundan alıkoymak, yoldan döndürmek.
    * Geri göndermek.
    * Bir giyeceği söküp iç yüzünü dışa getirmek.
    * Çevrilemek, tevil etmek.
    * Hile, dolap, dalavere gibi dürüst olmayan davranışlar için yapmak.
    * Kötü bir duruma getirmek.
    * Bir dilden başka bir dile aktarmak, tercüme etmek.
    * Bir yerin çevresini bir şeyle sarmak, kuşatmak.
    * Bir durumdan başka duruma getirmek, dönüştürmek.
    * Bir durumdan başka duruma geçmek.
    * (kâğıt oyunu için) Oynamak.
    çevirmen * Bir yazıyıveya konuşmayı bir dilden başka bir dile çeviren kimse, mütercim.
    çevirmenlik * Çevirmen olma durumu, mütercimlik.
    * Çevirmenin görevi.
    çevirtme * Çevirtmek işi.
    çevirtmek * Çevirmek işi yaptırmak.
    çevre * Bir şeyin yakını, dolayı, etraf.
    * Bir kimse ile ilişkisi bulunanlar, muhit.
    * Aynıkonu ile ilgili bulunan kimselerin tümü, muhit.
    * Kişinin içinde bulunduğu toplumu oluşturan ortam.
    * Sırma işlemeli mendil.
    * Düzlem üzerindeki bir şekli sınırlayan çizgi.
    * Hayatın gelişmesinde etkili olan doğal, toplumsal, kültürel dışfaktörlerin bütünlüğü.
    * Bir birimden önce veya sonra gelen aynıtürden birimlerin tümü; bunların oluşturduğu küçük grup,
    konteks.
    çevre açı * Geometride, bir çemberin iç bölgesinde, köşesi çember üzerinde bulunan açı.
    çevre bilimci * Çevre bilimi uzmanı, ekolojist.
    çevre bilimi * Canlıların aralarındaki bağlantılarıve ortamlarıyla olan ilişkilerini inceleyen biyoloji dalı, ekoloji.
    çevre bilimsel * Çevre bilimiyle ilgili, çevre bilimine dayanan, ekolojik.
    çevre kirliliği * Doğal kaynakların aşırıve yanlışkullanılması, tahrip edilmesi sonucunda çevrede dengenin olumsuz yönde
    bozulmasıve birtakım sorunların ortaya çıkması.
    çevre sağlığı * Belli bir çevrede yaşayan kişilerin sağlığınıetkileyen dışfaktörler ve alınan önlemler.
    çevre teker * Sap ve kökte, merkez bölümünün en dışkuşağı.
    çevre yolu * Şehir trafiğini aksatmamak amacıyla yerleşim yerinin dışından geçen ve şehir yollarına bağlanan ana yol.
    çevreci * Çevre kirliliği sorunlarıyla uğraşan kimse veya topluluk.
    çevrecilik * Çevrecinin yaptığı iş.
    çevreleme * Çevrelemek işi, kuşatma, ihata.
    çevrelemek * İçine almak, kuşatmak, sarmak, ihata etmek.
    * Bir konunun sınırlarınıçizmek, tahdit etmek.
    çevreleniş * Çevrelenmek işi veya biçimi.
    çevrelenme * Çevrelenmek işi.
    çevrelenmek * Kuşatılmak, sınır içine alınmak, tahdit edilmek.
    çevreleyiş * Çevrelemek işi veya biçimi.
    çevrelik * Marangozlukta, mimarlıkta ve dülgerlikte kullanılan bütün kenar parçaları.
    çevren * Ufuk, göz erimi.
    çevresel * Çevre ile ilgili.
    çevri * Bir söz veya davranışı görünür anlamından başka bir anlamda kabul etme, tevil.
    * Anafor, burgaç.
    çevrik * Çevrilmiş, dönük.
    çevrileme * Çevrilemek işi.
    çevrilemek * Çevriye uğratmak, tevil etmek.
    çevrili * Çevrilmiş, kuşatılmış.
    * Dönük.
    çevriliş * Çevrilmek işi veya biçimi.
    çevrilme * Çevrilmek işi.
    çevrilmek * Çevirmek işine konu olmak.
    * Kendini çevirmek, birine dönmek.
    çevrim * Devir.
    * Bir elektrik akımının iletken üzerinde aldığıyol, devre.
    * Elektrik enerjisinin bir başka enerjiye dönüştürülmesi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 28

    çevrimli * İşi iyi yöneten, becerikli, idareli.
    çevrimsel * Çevrimle ilgili veya çevrim biçiminde olan, devrî.
    çevrinme * Çevrinmek işi, tavaf.
    çevrinmek * Bir şeyin etrafında saygı ile dolanmak, tavaf etmek.
    çevrinti * Bir şeyin kendi ekseni çevresinde sürekli dönmesi.
    * Su ve hava çevrintisi.
    * Çeşitli tahıl karışığı.
    çevriyazı * Bir yazıyı bütün ses inceliklerini belirterek başka bir alfabeye çevirme yolu, yazıçevrimi, transkripsiyon.
    çeyiz * Gelin için hazırlanan her türlü eşya.
    çeyiz çemen * Eksiksiz, kusursuz çeyiz.
    çeyiz düzmek * çeyiz hazırlamak.
    çeyizci * Çeyiz hazırlayan veya satan kimse.
    çeyizcilik * Çeyiz hazırlama veya satma işi.
    çeyizleme * Çeyizlemek işi.
    çeyizlemek * Evlenecek kızın çeyizini hazırlayıp vermek.
    çeyizlenme * Çeyizlenmek işi.
    çeyizlenmek * Çeyizli duruma gelmek veya getirilmek.
    çeyizli * Çeyizi olan.
    çeyizlik * Çeyiz olarak hazırlanan, çeyiz için ayrılan.
    * Çeyiz eşyası.
    çeyizsiz * Çeyizi olmayan.
    çeyrek * Dörtte bir.
    * Gümüşmecidiyenin dörtte biri değerinde olan beşkuruş.
    * On beşdakikalık zaman.
    * Alman markı.
    çeyrek final * Bir yarışmada ikili eşlemelerle son sekiz takımın oluşturduğu grup veya aşama.
    çeyrek finalist * Çeyrek final aşamasına yükselme başarısını gösteren ekip veya kişi.
    çeyrek son * Koşullarda yarıfinal yarışına katılacak dört kişiyi seçmek üzere sekiz kişi veya dört takımıayırmak için
    sekiz takım arasında düzenlenen seçme yarışı.
    çeyrekleme * Çeyreklemek işi.
    çeyreklemek * Süt çocuklarının kollarınıve bacaklarınıçaprazlayarak vücutlarına idman yaptırmak.
    çeyreklenme * Çeyreklenmek işi.
    çeyreklenmek * Çeyreklemek işi yapılmak.
    -çı * Bkz. -cı/ -ci.
    çı ban * Vücudun herhangi bir yerinde oluşan ve çoğu, deride şişkinlik, kızartı, ağrıve ateşile kendini gösteren irin
    birikimi.
    çı ban ağırşağı * Çı banın patlamak üzere olan yeri.
    * Ağır sonuçlar doğurabilecek durum veya sorun.
    çı ban işlemek * çı ban irin akıtmak.
    çı banbaşı * Kurcalandığı, üzerine düşüldüğü takdirde ağır veya kötü bir sonuca varacak olan tehlikeli sorun veya konu.
    çı banın başınıkoparmak * ağır bir sorunun patlak vermesine yol açmak.
    çı banlaşma * Çı banlaşmak durumu.
    çı banlaşmak * Çı ban durumuna gelmek.
    çıdam * Sabır.
    çıdama * Çıdamak işi.
    çıdamak * Sabretmek.
    Çıfıt * Yahudi.
    * (küçük ç ile) Hileci, düzenbaz.
    çıfıt çarşısı * Türlü şeylerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer.
    Çıfıtlık * Yahudilik.
    * (küçük ç ile) Hilekârlık, düzenbazlık.
    çıfıtlık etmek * hile yapmak, düzenbazlık etmek.
    çığ * Dağın bir noktasından kopup yuvarlanan ve yuvarlandıkça büyüyen kar kümesi.
    * Bölme veya paravana.
    çığdüşmek * dağda aşağıçığyuvarlanmak.
    çığgibi büyümek * (bir olay için) birdenbire ve etkileyici bir şekilde büyümek.
    çığa * Mersin balığının, yumurtasından havyar yapılan türü (Acipenser ruthenus).
    çığa * Horoz, cennet kuşu gibi birtakım kuşların kuyruğundaki tüylerden en uzun ve gösterişli olanı.
    çığalanma * Çığalanmak işi.
    çığalanmak * (atın kuyruğu) Horoz kuyruğu gibi dikilmek.
    çığıltı * Çığlıkla karışık ses.
    çığır * Çığın kar üzerinde açtığı iz.
    * Hayvanların gide gele açtıkları ince yol, keçi yolu, patika.
    * İz.
    * (başkalarının da uyabileceği) Yeni bir biçim, yöntem veya yol.
    * Büyük hattatların sanat yolu.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 29

    çığır açmak * bir alanda yeni bir yol, yöntem başlatmak.
    çığırından çıkmak * doğru ve uygun yolundan ayrılmak.
    çığırış * Çığırmak işi veya biçimi.
    çığırma * Çığırmak işi.
    çığırmak * Çağırmak, seslenmek.
    * Türkü söylemek.
    çığırtı * Çığrışma sesleri.
    çığırtkan * Çağırtkan.
    * Bir şeyi yüksek sesle çevreye duyuran.
    * Çıkarı olduğu için birini övüp koruyan kimse.
    çığırtkanlık * Çığırtkanın yaptığı iş.
    çığırtma * Çığırtmak işi.
    * Basit, küçük, nefesli bir çalgı.
    çığırtmacı * Çığırtma çalan kimse.
    çığırtmak * Çağırtmak.
    çığlık * Acıacıveya ince ve keskin bağırma, feryat, figan.
    çığlık atmak (koparmak veya basmak) * kulak tırmalayıcıkorkunç sesler çıkararak acıacı bağırmak.
    çığlık çığlığa * Çığlık atarak bağırıp çağırarak.
    çığralık * Karda kürekle, dallarla açılan dar yol.
    * Bir tür çalılık.
    çığrış * Haykırış.
    çığrışma * Çığrışmak işi.
    çığrışmak * Hep birden bağırıp çağırarak gürültü etmek.
    -çık * Bkz. -cık / -cik.
    çıkacak * Hamamlarda dışarıya çıkıp giyinme yerine giderken kurulanmak üzere verilen havlu.
    * Boy ölçüşecek (kimse).
    çıkagelme * Çıkagelmek işi.
    çıkagelmek * Beklenmedik bir zamanda gelmek.
    çıkak * Çıkılacak yer, çıkıt, mahreç.
    * Boğumlanma noktası, mahreç.
    çıkan * Çıkarma işleminde bütünden alınan sayı.
    çıkar * Dolaylı bir biçimde elde edilen kazanç, menfaat.
    çıkar budak * Çevresi ile bağlantısızayıflayan ve bazıağaç türlerinde kendiliğinden düşebilen budak türü.
    çıkar yol * Güç durumlarda insanı başarıya ulaştıran, kurtaran davranış, çözüm yolu, çare.
    çıkarayazmak * Çıkarma işi gerçekleşecek olmak.
    çıkarcı * Yalnız kendi çıkarınıdüşünen, çıkarınıkollayan kimse, menfaatçi, menfaatperest.
    çıkarcılık * Yalnız kendi çıkarınıdüşünme durumu, menfaatçilik, menfaatperestlik.
    çıkarılış * Çıkarılmak işi veya biçimi.
    çıkarılma * Çıkarılmak işi.
    çıkarılmak * Çıkarmak işine konu olmak.
    çıkarım * Çıkarmak işi.
    * Belli önermelerin kabul edilen veya gerçek olan doğruluklarından veya yanlışlıklarından, başka önermelerin
    kabul edilen veya gerçek olan doğruluk veya yanlışlıklarınıçıkarma, istidlâl.
    çıkarına bakmak * sadece kendini ve kendi durumunu gözeterek çıkar sağlamak.
    çıkarınıtepmek * kendisine yarar sağlayacak bir şeyi veya bir durumu istememek, böyle bir şeyden veya durumdan
    yararlanmamak.
    çıkarış * Çıkarmak işi veya biçimi.
    çıkarma * Çıkarmak işi.
    * Çıkarmak işlemi, tarh.
    * Kıyılara ve en çok düşman kıyılarına asker indirme, asker çıkarma.
    çıkarma birliği * Deniz kıyısında çıkarma harekâtıyapmak üzere eğitilmiş, özel yapılmışhafif ve küçük teknelerden
    kurulmuşaskerî birlik.
    çıkarma gemisi * Çıkarma yapılacak kıyıya asker, araç ve cephane taşımaya yarayan, altıdüz küçük deniz aracı.
    çıkarma harekâtı * Düşman işgalinde olan bir kıyıya, güvenli bir köprü başıkurmak amacıyla düzenlenen ve çeşitli birliklerin
    görev aldığı askerî harekât.
    * Bir konuda kamuoyu oluşturmak veya yandaştoplamak için yoğun faaliyet göstermek.
    çıkarma işareti * Çıkarma işlemini anlatan işaret.
    çıkarmak * (birinin veya bir şeyin) Çıkmasını sağlamak, çıkmasına sebep olmak.
    * (cümlede zaman anlatan bir sözle) Sonunu getirmek.
    * Anlamak, ne olduğunu bilmek.
    * Bulmak, ortaya koymak.
    * Hatırlamak.
    * Söylemek.
    * Döküntülü hastalığa tutulmak.
    * (keyif, tat, zevk gibi şeyler için) Çok hoşlanmak.
    * (öfke, hırs, acı gibi şeyler için) Zararını çektirmek.
    * Sağlamak, elde etmek.
    * Gibi göstermek, bir davranışyüklemek.
    * Sindirim yolundan dışarıatmak.
    * İlgisini keserek uzaklaştırmak.
    * Giysi, ayakkabı gibi şeyleri vücuttan ayırmak, soymak.
    * Yayımlamak.
    * Gidermek.
    * Sebep olmak, yol açmak.
    * Yapmak, üretmek.
    * Sunmak.
    * Göstermek.
    * (bir şeyi) Bir örneğe göre yapmak.
    * Üçüncü bir sayıelde etmek üzere belli bir sayıdan, daha az değerli başka bir sayıkadar birim eksiltmek,
    tarh etmek.
    * Yollamak, göndermek.
    * Yükü boşaltmak.
    * Resim yapmak veya fotoğraf çektirmek.
    çıkarsama * Bir önermeden, düşünce yoluyla bir başka önermeye geçme işi, intikal.
    çıkartı * Boşaltım ile vücuttan dışarıçıkan madde, ıtrah maddesi.
    çıkartılma * Çıkartılmak işi.
    çıkartılmak * Çıkartmak işi yapılmak.
    çıkartma * Çıkartmak işi.
    * Üzerindeki resim ıslatılarak yapıştırıldığıyere çıkartılan, özel olarak hazırlanmışzamklıkâğıt.
    * Bu yolla çıkarılan resim.
    çıkartmak * Çıkarmak işini yaptırmak.
    çıkı * Küçük bohça, çıkın.