çıkık | * Yerinden çıkmış(kemik veya organ). * Çıkıntısı olan. * Bir kemik veya organın yerinden çıkmışolması. |
çıkıkçı | * Çıkıklarıdüzelten kimse, sınıkçı, kırıkçı. |
çıkıkçılık | * Çıkıkçının mesleği. |
çıkıklık | * Çıkık olma durumu. |
çıkılama | * Çıkılamak işi. |
çıkılamak | * Çıkıyapmak. |
çıkılanma | * Çıkılanmak işi. |
çıkılanmak | * Çıkılamak işi yapılmak. |
çıkılatma | * Çıkılatmak işi. |
çıkılatmak | * Çıkıyaptırmak. |
çıkılma | * Çıkılmak işi. |
çıkılmak | * (dışarıveya yukarı) Gidilmek. |
çıkın | * Bir beze sarılarak düğümlenmişküçük bohça. |
çıkın etmek | * çıkına koyup bağlamak, çıkına koymak, çıkınlamak. |
çıkınlama | * Çıkınlamak işi. |
çıkınlamak | * Çıkına koyup bağlamak. |
çıkıntı | * Bir yüzeyde ileri doğru çıkan bölüm. * Bir metni düzeltmek veya ona bir şey eklemek için satır dışına yazılan yazı, çıkma. * Kambur. |
çıkıntılı | * Çıkıntısı olan. |
çıkıntısız | * Çıkıntısı olmayan. |
çıkır çıkır | * Şıkır şıkır. |
çıkış | * Çıkmak işi veya biçimi. * Bir yerden çıkmak için kullanılan yer. * Beklenilmeyen bir sırada yapılan sert konuşma. * Yokuş. * Kuşatılmış bir bölgedeki birliklerin yaptığısaldırı. * Güreşte cazgırın alana çıkardığıpehlivanların izleyicilere doğru yürüyerek çalım yapmaya başlaması. * Verilen bir işaretle yarışa başlama, depar. * Havacılıkta uçak, filo bir görev için uçuşa başlama. * Mezuniyet, okul bitirme. |
çıkışalmak | * işten ayrılmak. |
çıkış belgesi | * Bir kimsenin bir okulu bitirdiğini göstermek için geçici olarak verilen belge. * Bir malın ülke dışına çıkarılma iznini gösteren belge. |
çıkışçizgisi | * Yarışa başlangıç olarak belirlenen beyaz çizgi. |
çıkışhakemi | * Yarışa başlama işaretini veren görevli. |
çıkışkapısı | * Yapılarda dışarıçıkmayısağlayan kapı. |
çıkışnoktası | * Bir şeye başlanılan yer. |
çıkıştakozu | * Kısa mesafeli hız koşularında, sporcuların dizlerini yere dayadıktan sonra ayaklarını bastırıp itme gücü sağlamak ve hız kazanmak amacıyla kullandıklarıözel araç. |
çıkışvermek | * belge düzenleyip işine son vermek. |
çıkışyapmak | * bir tartışmada, karşıdüşüncede olanlarıalt etmek için sert davranışta bulunmak. * uçağın herhangi bir görevle havalanması. |
çıkışyolu | * Çözüm. |
çıkışamamak | * boy ölçüşememek, eşit derecede olmamak. |
çıkışlı | * Belli bir okulu veya öğrenim derecesini bitirmişolan, mezun, neşetli. |
çıkışma | * Çıkışmak işi. * Birine sert sözler söylemek. |
çıkışmak | * Bir kimseye hoşa gitmeyen bir davranışından dolayısert sözler söylemek, azarlamak. * Yeter olmak, yetmek. |
çıkıştırma | * Çıkıştırmak işi. |
çıkıştırmak | * Gereken miktara ulaştırmak. |
çıkıt | * Çıkak. |
çıkma | * Çıkmak işi. * Bir yapının üst katlarından dışarıya doğru uzanmış bölüm, balkon. * Hamamdan çıkarken kullanılan havlu ve kurulanma takımı, çıkacak. * Bir yazısayfasının kenarına metinle ilgili olarak yazılan ek, derkenar. * Çıkmış. * Çıkmak, neşet. * Eski, kullanılmış. |
çıkma durumu | * İsim soyundan bir kelimenin kavramında çıkışı gösteren durum, -den hâli, ablatif: Evden, sokaktan vb. |
çıkmak | * İçeriden dışarıya varmak, gitmek. * Elde edilmek, sağlanmak, istihsal edilmek. * Bir meslek veya bilim kurumunda okuyup sınavınıvererek yetişmişolmak, mezun olmak. * Ayrılmak, ilgisini kesmek. * Süresi dolunca ayrılmak. * Yapılmak, yürümek. * Yetişecek ölçüde olmak. * Eksilmek. * Sonuca ulaşmak. * Sıyrılmak, ayrılmak. * Harcama zorunda kalmak. * Herhangi bir durumda olduğu anlaşılmak. * Bir durumla ilgili niteliklerini yitirmek, bir durumdan başka bir duruma geçmek. * Bir şeyin yukarısına varmak veya yükselmek. * Bir inceleme, bir araştırma sonucu bulmak. * İşiçin, yetkili birini makamında görmek. * Talihine veya payına düşmek, isabet etmek, vurmak. * Gitmek, koyulmak. * Bir konu yetkililerce karara bağlanmak. * Birdenbire görünmek. * Mal olmak. * Oyunda herhangi bir rolü oynamak. * (bir yere) Ulaşmak, varmak. * Karaya ayak basmak. * Yayılmak, duyulmak. * Olmak, bulunmak, var olmak. * Bir iddia ile ortalıkta görünmek. * Yayılmak. * Karşı gelebilmek, boy ölçüşmek. * Bulaşmak. * (yapı için) Yapmak. * Bulunduğu yeri bırakıp başka yere geçmek, taşınmak, ayrılmak. * Bir sebeple bulunulan yerden ayrılmak. * Niteliği sonradan anlaşılmak veya sonradan ortaya çıkmak. * Davranışta herhangi bir niteliği bulunmak. * Yerinden oynamak. * Görünür veya belli bir durumda bulunmak. * Oluşmak, olmak. * Piyasaya sürülmek. * Bitmek, büyümek, sürmek. * Verilmek. * (ay veya mevsim) Geçmek. * Yeni yetişip satışa sunulmak. * Yükselmek, artmak. * Artırmak, fiyatıyükseltmek. * Sesini yükseltmek. * Büyük abdest bozmak. * Giderilmek, yok olmak. * Unutmak. * (Ay, güneş) Doğmak. * Vermeye katlanmak. * Yayımlanmak. * Gelmek. * Gerçekleşmek. * Bulunduğu yerden ayrılmak; fırlamak, kopmak. * (bir şeyin) Düzeni bozulmak, eskisinden daha değişik, kötü bir duruma girmek. * Flört etmek. * Erişmek, görmek. |
çıkmaklık | * Çıkma durumunda olma. |
çıkmalı | * Çıkma durumunda olan. |
çıkmalıtamlama | * Tamlayanıçıkma durumunda olan ve tamlananıüçüncü kişi iyelik eki alan tamlama: İnsanlardan bazıları. Öğrencilerden ikisi gibi. |
çıkmalıtümleç | * Fiilin anlamınıtamlayan ve çıkma durumunda bulunan dolaylıtümleç. |
çıkmaz | * Sonu kapalı, çıkışyeri olmayan, hiçbir yere ulaşamayan (yol, sokak). * Çözüme ulaşmayan, çözüm yolu olmayan. |
çıkmaz ayın son çarşambası | * hiç yapılmayacak bir işin sözde yapılma zamanı olarak söylenir. |
çıkmaz sokak | * Herhangi bir yöne çıkışı olmayan sokak. |
çıkmaza girmek | * (bir iş) çözümlenemeyecek, içinden çıkılmayacak bir duruma düşmek. |
çıkmaza sokmak | * (bir işi, bir durumu) çözümlenemez, güç bir duruma getirmek. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 30
-
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 21
çektirici * Tekstil imalâtında dokunmuşmalzemeyi istenilen boy ve ene göre çektiren aracıçalıştıran işçi. çektiriş * Çektirmek işi veya biçimi. çektirme * Çektirmek işi.
* Çektiri.
* Büyük yelken kayığı.
* Sökülebilir elbise, yemek ve salon dolaplarının tablalarını birbirine tutturmak için metal veya plâstikten
yapılmış bağlantıparçası.
* Arabaların göbek bilyalarınıçıkarmak için kullanılan araç.çektirme ağı * Yan yana ilerleyen iki tekne tarafından çekilen genişağızlı büyük balık ağı. çektirmek * Çekmek işini yaptırmak.
* Birinin sıkıntıçekmesine, onulmaz duruma gelmesine yol açmak.çekül * Ucuna küçük bir ağırlık bağlanmışiple oluşturulan, yer çekiminin doğrultusunu belirtmek için sarkıtılarak
kullanılan bir araç, şakul.çekyat * Gerektiğinde açılıp yatak hâline getirilebilen koltuk, kanepe. çelebi * Görgülü, terbiyeli, olgun (kimse).
* Bay.
* Bektaşî ve Mevlevî pirlerinin en büyüklerine verilen unvan.
* Hristiyan tüccar.çelebice * Çelebiye yakışır (biçimde), çelebi gibi. çelebilik * Çelebi olma durumu veya çelebice davranış. çelek * Boynuzu kırık veya eğri hayvan. çelen * Ev saçağı. çelenç * Sporda rekor kıranlar arasında elden ele geçen kupa ve bu kupayıkazanmak için yapılan yarışma. çelenk * Çiçek, dal ve yapraklarla yapılmışhalka.
* Kadınların başlarına taktıklarımücevher veya madenden yapılmışsorguç.çelenk koymak * bir kimseyi anmak için mezarına veya anıtına çelenk bırakmak. çelgi * Alna bağlanan yazma yemeni. çeliğe su vermek * çeliği hızla soğutarak özel bir şekilde daha çok sertleşmesini sağlamak. çelik * Su verilerek çok sert ve esnek bir duruma getirilebilen, birleşiminde az miktarda karbon bulunan demir ve
karbon alaşımı, pulat.
* Çelikten yapılmış.çelik * Kısa kesilmişdal.
* Kök salmak amacıyla yere dikilen dal.
* Çocukların çelik çomak oyununda ucuna çomakla vurarak havaya kaldırdıkları, iki tarafısivri, kısa değnek.
* Gemilerde, üzerine halat veya ip geçirip tutturmaya yarayan ağaç veya metalden yapılmışkısa değnek.
* Bir ağacıaşılamak amacıyla hazırlanmışdal.çelik başlık * Hafif piyade silâhlarının, havan ve top mermi parçalarının etkilerine karşı başıkorumak için giyilen özel
başlık.çelik çember * Balya, eşya, yük vb. sarılıp ambalâjlanmasında kullanılan dar, çelik şerit. çelik çomak * Çocukların, çomakla çeliğe vurarak oynadıkları oyun. çelik gibi * zayıf, fakat güçlü (vücut). çelik halat * Çelikten yapılan, asma köprü ayaklarını birbirine bağlayan, tral ağınıdenizde çekmeye yarayan halat. çelik kalemi * Her türlü metal, tahta ve taşlarıkesme, oyma ve yontma işlerinde çekiçle vurarak kullanılan, çelikten
yapılmış, keskin uçlu alet.çelik kapı * Ana çevresi çelikten, yüzeyi ahşaptan yapılan dışkapı. çelik kasa * Kıymetli eşyayıve parayımuhafaza etmek için çelikten yapılan kasa. çelik macunu * Yağ, vernik, dolgu ve renk gereçlerinden hazırlanan boya astarı. çelik metre * Üzerinde ölçü birimleri işaretlenmişküçük bir kutuya girebilen, ince çelik metalden yapılmışölçme aracı. çelik pamuğu * Verniklenmişyüzeyleri düzeltmeye veya matlaştırmaya yarayan uzun ve keskin kenarlıçelik tel tomarı. çelik yelek * Özel alaşım ve maddelerle kurşun geçirmeyecek biçimde yapılmışüst giysisi. çelikhane * Çelik elde edilen fabrika. çelikleme * Çelik dikerek ağaç yetiştirme. çeliklemek * Çelik dikerek ağaç yetiştirmek. çelikleşme * Çelikleşmek işi. çelikleşmek * Çelik durumuna gelmek.
* Çelik gibi sağlam olmak.çelikleştirme * Çelikleştirmek işi. çelikleştirmek * Çelik durumuna getirmek.
* Güçlendirmek, güç kazandırmak.çelikli * Çeliği olan, çelik içeren veya çelikle kaplı. çeliksi * Çeliğe benzeyen, çeliği andıran. çelim * Güç, kuvvet. çelimli * Güçlü. çelimsiz * Güçsüz, nahif. çelimsizlik * Çelimsiz olma durumu. çelişik * Çelişme durumunda olan, çelişmeli, mütenakız. çelişiklik * Çelişik olma durumu. çelişiklik ilkesi * İki çelişik önermenin hem doğru hem yanlışolamayacağı ilkesi. çelişken * Çelişik. çelişki * Çelişme, tenakuz. çelişkili * Çelişme durumunda olan, çelişmeli, mütenakız. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 22
çelişkisiz * Çelişme durumunda olmayan, çelişmesiz. çelişme * Birbirine ters olma, birbirini tutmama.
* Önerme, yargı, kavram ve terimlerin birbirini tutmama durumu.çelişmek * (düşünce ve davranış) Birbirini tutmamak, birbirlerine ters düşmek, mütenakız olmak. çelişmeli * Çelişik, çelişkili. çelişmesiz * Çelişiği olmayan, çelişkisiz. çelişmezlik * İçinde çelişme yaratmayan kuram. çelişmezlik ilkesi * Çelişik önermeleri özünde bulundurmayan ve yasaklayan kuram. çello * Viyolonselin kısaltılmışadı. çelme * Çelmek işi.
* Birini yere düşürmek için ayağının önüne ayak uzatmak.
* Arkadan hafifçe bağlanan başörtüsü.çelme atmak (veya takmak) * çelme ile yıkmaya çalışmak.
* bir işi veya bir kimseyi baltalamak, gelişmesini engellemek.çelmece * Aklınıkarıştıracak biçimde. çelmek * Düşürmek.
* Yolundan çevirmek, engel olmak, engellemek.
* (örtü vb. bir şey) Örtünüp iki ucunu bağlamak.
* Bir şeyin kenarınıverev veya çapraz kesmek, çalmak.
* Dua okumak, zikretmek.
* (düşünce ve davranışiçin) Birbirini tutmamak, birbirine ters düşmek.
* Topa gidişyönünü değiştirecek biçimde vurmak.çelmeleme * Çelmelemek işi. çelmelemek * Çelme takmak. çelmelenme * Çelmelenmek işi. çelmelenmek * Çelme takılmak.
* (bir işveya kimse) Engellenmek, baltalanmak.çelmeleyiş * Çelmelemek işi veya biçimi. çelmik * Buğday ve başakla karışık iri saman. çeltek * Çoban yamağı, yardımcı, uşak. çeltik * Kabuğu ayıklanmamışpirinç. çeltik kargası * Bkz. kara leylek. çeltik tarlası * Pirinç yetiştirilen sulak tarla. çeltikçi * Çeltik yetiştiricisi. çeltikçilik * Çeltik yetiştirme işi. çeltikli * İçinde çeltik olan. çeltiklik * Çeltik ekmeye veya üretmeye elverişli yer. çem * Yeşilliği bol olan yer. çembalo * Klâvsen. çember * Merkez denilen sabit bir noktadan aynıuzaklık ve düzlemdeki noktalar kümesinin oluşturduğu kapalıeğri.
* Bu biçime getirilmişkatıcisimlerin çevresi.
* Çocukların oynamak için çevirip arkasından koştuklarıtekerlek biçiminde oyuncak.
* Sandık, denk, fıçıvb. nin dağılmaması için üzerlerine geçirilen dayanıklı bir cisimden kuşak.
* Büyük yazma yemeni.
* Aşılması, çözümü güç durum.
* Basketbolda içinden topun geçmesiyle sayıkazanılan ağlıdemir halka.çember çevirmek * (çocuk) çemberi döndürmek. çember geçirmek * çemberle kuşatmak. çember içine almak (veya çembere almak) * kuşatmak. çember kayık * Arka tarafıyuvarlak kayık. çember makası * Karyola ve somya imalâtında kullanılacak olan çelik çemberleri kesmeye yarayan araç. çember sakal * Yuvarlak bir biçimde kesilmişsakal. çemberden dönmek * başarıya ulaşmak üzere iken olumsuz bir sonuçla karşılaşmak. çemberi yarmak * kuşatmadan, bir veya birkaç noktayı geçerek kurtulmak. çemberleme * Çemberlemek işi. çemberlemek * Çemberle kuşatmak. çemberlenme * Çemberlenmek işi. çemberlenmek * Çemberle kuşatılmak.
* Çember durumuna gelmek.çemberletme * Çemberletmek işi. çemberletmek * Çemberlenmesini sağlamak. çemberli * Çemberi olan.
* Çember geçirilmişolan.çembersel bölge * Çember ve çemberin içindeki noktaların meydana getirdiği düz yüzey. çembersiz * Çemberi olmayan.
* Çember geçirilmemişolan.çemçe * Çömçe. çemen * Maydanozgillerden bir bitki ve bunun kokulu tohumu (Cuminum cyminum).
* Bu tohumu un durumuna getirip sarımsak, kırmızı biberle karıştırarak yapılan, pastırma üzerine sürülen
macun.çemenleme * Çemenlemek işi. çemenlemek * Çemen sürmek. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 23
çemenli * Çemeni olan veya çemen sürülmüşolan. çemiç * Dut veya üzüm kurusu. çemkiriş * Çemkirmek işi veya biçimi. çemkirme * Çemkirmek işi. çemkirmek * (birine) Karşı gelmek, sert cevap vermek.
* Köpek kesik kesik havlamak.çemrek * Kollarıve bacaklarısıvanmış(kimse). çemreme * Çemremek işi. çemremek * Kolunu veya paçalarınısıvamak, eteğini toplamak. çemrenme * Çemrenmek işi. çemrenmek * Kendi kol, etek veya paçalarını çemremek.
* Bir işe girişmek için hazırlanmak, paçalarısıvamak.çençen * Geveze. çene * Omurgalılardan kemik veya kıkırdak ile desteklenen, altlıüstlü dişleri taşıyan ve ağzın açılıp kapanmasını
sağlayan parça.
* Omurgasız hayvanlarda buna benzeyen yapı.
* Mengene veya kerpeten gibi araçların eşyayısıkıştıran karşılıklı iki parçasından her biri.
* Çok konuşma huyu.
* Köşe.çene çalmak * gevezelik etmek. çene çukuru * Alt çenenin ucundaki çukur. çene kavafı * Geveze. çene yarışı * Durmadan karşılıklıkonuşmak. çene yarıştırma * karşılıklı gevezelik etme, karşılıklıçene çalma.
* Bkz. söz göstergesi.çene yarıştırmak * karşılıklı gevezelik etmek, karşılıklıçene çalmak. çene yormak * boşuna söyleyip durmak. çenebaz * Çok konuşan, çenesi kuvvetli, çeneli. çenebazlık * Çenebaz olma durumu. çenek * Tohumda embriyonu kaplayan etli bölüm.
* Kuşların gagasını oluşturan alt ve üst bölümlerden her biri.
* Böceklerde ağzın iki yanında bulunan parçalayıcısert organ.çenekli * Çeneği olan. çeneksiz * Çeneği olmayan ve çenekleri iyi görülemeyen. çeneleşme * Çeneleşmek işi. çeneleşmek * Karşılıklı olarak konuşmak. çeneli * Çenesi olan.
* Çok konuşan.çenen tutulsun * (şom ağızlılara) “söyleyemez ol! anlamında beddua olarak kullanılır. çenesi açılmak * durmadan konuşmak, gevezelik etmek. çenesi atmak * (can çekişirken) çenesi titremek. çenesi durmamak * gereksiz yere sürekli konuşmak. çenesi düşmek * yerli yersiz konuşup gevezelik etmek. çenesi düşük * Çok gereksiz şeyler konuşan, boş boğaz, geveze. çenesi kitlenmek * alt ve üst çene sımsıkı bir durumda bir araya gelmek. çenesi kuvvetli * Kolay ve etkili söz söylemekten yorulmayan. çenesi oynamak * bir şey yemekte bulunmak. çenesini açtırmak * söz fırsatıvermek. çenesini bağlamak * ölen bir kimsenin çenesi altından geçirilen tülbendi başının üstünde düğümlemek.
* bir kimsenin ölümünü istemek.çenesini bıçak açmamak * sıkıntıve üzüntüden konuşmamak. çenesini dağıtmak * çok güçlü bir yumrukla çenesine vurmak. çenesini kapatmak * susturmak. çenesini tutmak * bildiğini, düşündüğünü söylememek veya konuşmaktan vazgeçmek. çenesinin bağıçözülmek * gevezelik etmek, yerli yersiz, durmadan konuşmak. çenesiz * Çenesi olmayan.
* Yerinde ve düzgün konuşmasını bilmeyen.çenet * Açıldığında tohumların ortaya çıktığıkabuk.
* İstiridye gibi iki çeneli yumuşakçalarda, kolsu ayaklılarda kavkının iki parçasından her biri.çenetli * İki veya daha çok çeneti bulunan. çeneye kuvvet * konuşma gücüyle, durmadan konuşup söyleyerek. çeng * Eski bir Türk sazı. çengel * Bir yere takılmaya, geçirilmeye yarayan eğri ve ucu sivri demir.
* Basketbolda çembere yan durarak tek elle başüzerinden geçirilerek atılan şut, çengel atış.çengel atış * Çengel. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 15
çatallaştırma * Çatallaştırmak işi. çatallaştırmak * Çatallaşmasına yol açmak. çatallı * Çatalı olan veya çatal durumunda olan.
* İki veya daha çok ihtimali olan.
* (ses için) Pürüzlü.çatallık * Çatal konulan yer. çatana * Filika büyüklüğünde, islimle işleyen deniz teknesi, küçük vapur, istimbot. çatanacı * Çatana işleten kimse. çatapat * Ayakla çiğnenince veya bir yere sürtülünce çat pat diye patlayan bir eğlence fişeği. çatı * Bir yapının, bir evin damınıkuran parçaların bütünü.
* Birbirine çatılmışçakılmışşeylerin bütünü.
* Yapının tavanı ile damıarasındaki genellikle az kullanılan yer.
* İnsan ve hayvanda iskeletin kuruluşu.
* Barınılan, sığınılan yer.
* Belli bir maksada yönelik kimselerin oluşturduğu kuruluş.
* Özne veya nesne durumlarına göre, belirli çatıeklerinin fiil kök veya gövdelerine getirilen türev, bina:
Sevinmek (sev-in-), sevdirmek (sev-dir-), sevindirmek (sev-in-dir-) gibi.
* Bir yapıyıörten ve eğik yüzeyleri olan damın tahtadan iç yapısı.
* Hikâye, roman, piyes gibi edebî türlerde olay kuruluşu, kurgu.çatıarası * Tavanla çatıörtüsü arasında kalan boş bölüm, tavan arası. çatıekleri * Fiil kök veya gövdelerinden dönüşlü, edilgen, işteş, ettirgen çatılar yapmaya yarayan ekler: (Sev-in-), (sev-il-
), (sev-iş-), (kapa-t-), (geç-ir-), (sev-dir-) gibi.çatıeteği * Çatının, binanın dışduvarlarınıaşan, yağışlara karşıduvarın en üst bölümünü koruyan dışa uzanmışkısmı. çatıkaplayıcı * İskele kurup ahşap çatıkaplamasınıve duvarlarıkeçe veya özel kâğıtlar ile kaplayan usta. çatıkatı * Yapılarda çatı ile son kat arasında yapılan küçük kat. çatıkirişi * Bir ucu tavanın üstüne bindirilen ve üzerine kiremit altıtahtalarının kaplandığı ana kiriş. çatıörtüsü * Çatıların üstüne kiremit, çinko ve oluklu sac vb. ile kaplanan, tavana su geçmesini önleyen yapı bölümü. çatıpenceresi * Tavan arasınıaydınlatmaya yarayan pencere veya camlıkapak. çatıcı * Çatma işini yapan kimse. çatık * Çatılmışolan. çatık çehre * Çatık yüz. çatık kaş * Kaşları birbirine çok yakın ve çatık olan (kimse). çatık surat * Çatık yüz. çatık yüz * Öfkeli yüz (çehre, surat). çatıklaşma * Çatıklaşmak işi. çatıklaşmak * Çatık duruma gelmek. çatıklık * Çatık olma durumu. çatıldama * Çatıldamak durumu. çatıldamak * Çatık duruma gelmek. çatılı * Çatısı olan (yapı).
* Çatılmışolan.
* Başına çatkı bağlanmışolan.çatılış * Çatılmak işi veya biçimi. çatılma * Çatılmak işi. çatılmak * Çatmak işine konu olmak. çatınma * Çatınmak işi. çatınmak * Kaşlarınıçatıp surat asmak. çatır çatır * Sert bir şey kırılırken, yanarken yerinden sökülürken veya sıkıştırılınca çıkan ses.
* Zor kullanarak, baskıyaparak.
* Güçlük çekmeden.çatır çatır çatlamak * çok çatlamak.
* çok kıskanmak.çatır çatır etmek * çatır çatır ses çıkarmak. çatır çatır sökmek * bir şeyi zorlayarak yerinden söküp çıkarmak. çatır çutur * Bir şey kırılırken çıkan sesi anlatır. çatırdama * Çatırdamak işi. çatırdamak * Çatır diye ses çıkarmak.
* Çökmeye, yok olmaya yüz tutmak, tehlikeli duruma düşmek.çatırdatma * Çatırdatmak işi. çatırdatmak * Bir şeyin çatır diye sesini çıkartmak. çatırtı * Çatırdama sesi. çatırtılı * Çatırtısı olan. çatısız * Çatısı olmayan, üstü açık (ev, kulübe). çatış * Çatmak işi veya biçimi. çatışık * Birbirini tutmayan, birbirini çelen, birbirine uymayan, çelişik, mütenakız. çatışılma * Çatışılmak işi. çatışılmak * Çatışmak işi yapılmak. çatışkı * Yasaların veya önermelerin kendi aralarında çelişikliği, antinomi. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 16
çatışma * Çatışmak işi.
* Silâhlı büyük kavga, arbede.
* Savaşmaksadıyla düşmana karşı ilerleyen bir birliğin keşif ve güvenlik kollarıarasında ilk silâhlıvuruşma.
* Türlü yönlerden uzanan kıvrımlıdağsıralarının, bir yerde dar bir açı ile birbirine yaklaşıp kaynaşmasıveya
düğümlenmesi.çatışmak * Birbirine çatmak veya çatılmak.
* (söz, iddia veya davranışla) Birbirini tutmamak, birbirini çelmek, mütenakız olmak.
* Karşılıklıvuruşmak.
* Kavga etmek.
* (deve ve köpek için) Çiftleşmek.
* Aynızamana rastlamak.çatıştırma * Çatıştırmak işi. çatıştırmak * Birbirine çattırmak, kavga ettirmek, birbirine düşürmek. çatıyıalmak * çatıya ulaşmak. çatkı * Uç uca, birbirine çatılan şeylerin bütünü.
* Sehpa.
* Alından geçerek başın çevresine çember gibi bağlanan bağ, kaş bastı.
* Bir işin bütününün veya parçalarının bir araya getirilmesinde uyulan yöntem.çatkılı * Çatkısı olan. çatkılık * Çift öküzlerini birbirlerine bağlayan çifte boyunduruklu ağaç. çatkın * Çatık. çatkınlık * Çatkın olma durumu. çatkısız * Çatkısı olmayan. çatladın mı? * aşırısabırsızlık gösterenlere söylenen kaba bir uyarma. çatlak * Çatlamışolan.
* Çatlamışyer.
* Çatlama.
* Deli.çatlak ses * Pürüzlü, bozuk ses. çatlak zurna * Çirkin sesli, geveze, boş boğaz. çatlaklık * Çatlak olma durumu.
* Çatlamışyer, çatlak.
* Delilik.çatlama * Çatlamak işi.
* Tohumların dağılması için meyve kabuğunun yarılması, açılma.
* Dalgaların sığkıyıya geldikleri zaman dökülüp köpürmesi, çatlak.
* Uygun olmayan kuruma sonucu ağacın boyu yönündeki lif ayrılması.çatlamak * Parçalarıayrılıp dağılmayacak biçimde yarılmak.
* Bir yüzeyde kırışıklar, çizgiler oluşmak.
* Aşırıyemekten, içmekten, yorgunluktan veya (bebek) ağlamaktan ölecek duruma gelmek veya ölmek.
* Sıkıntı, sevinç, yalnızlık, heyecan, sabırsızlık, kıskançlık gibi ruhî durumlarıaşırıderecede duymak.çatlasa da (veya çatlasa da patlasa da) * elinden gelen her çareye başvursa da. çatlatış * Çatlatmak işi veya biçimi. çatlatma * Çatlatmak işi. çatlatmak * Çatlak duruma getirmek.
* Çatlamasına yol açmak.
* Aklınıkaçırmak.çatlayış * Çatlatmak işi veya biçimi. çatma * Çatmak işi.
* Provada geçici olarak bir giysiye iliştirilmişolan parça.
* Duvarlarıağaç gövdesinden birbirine takılarak ve çivisiz olarak yapılan yayla evi, yörük çadırı.
* Bir çeşit döşemelik kumaş.
* Ahşap yapılarda ağaç iskeletin temel parçaları.
* Semerin ağaç kısmı.
* Heykel yapımında çamuru ayakta tutan tel iskelet.çatma kaş * Aralarında kılsız yer olmayıp birbirine kavuşmuşolan kaşlar. çatmak * Değnek, kılıç, tüfek gibi uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak
durdurmak.
* (kereste vb. gereci) Birbirine tutturmak.
* Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek.
* (yükü hayvana) İki yanlıyüklemek.
* (başa yemeni, çatkı, yazma gibi şeyleri) Bağlamak.
* (kaş, yüz için) Sertlik, öfke bildiren bir duruma sokmak.
* Üzücü olaylarla karşılaşmak.
* Birine sert sözle söylemek veya yazılar yazmak.
* Rastlamak, karşılaşmak.
* Sırası gelmek, zamanı gelmek.çatpat * Bkz. çatapat. çatra patra * Bir dilin az çok ve yalan yanlışolarak konuşulduğunu anlatır. çattırma * Çattırmak işi. çattırmak * Çatmak işini yaptırmak. çav * Ses, ün, haber. çav * At, eşek gibi hayvanların erkeklik organı. çav * Hoşça kal anlamında gençler arasında kullanılan bir söz. çavalye * Balıkçıların tuttukları balıkları içine attıklarısepet. çavdar * Buğdaygillerden, unlu tane veren bir bitki (Secale cereale). çavdar ekmeği * Çavdar ve buğday unu karışımından yapılan ekmek. çavdarlı * Çavdar katışmış. çavdarmahmuzu * Buğdaygillerin ve en çok çavdarın başağıüzerinde türeyip koyu mor renkte bir horoz mahmuzunu andıran,
1-4 cm uzunlukta, 2-7 mm genişlikte, az çok kıvrık, kolayca kırılabilen, özel kokulu, silindir yapılıçubuklar hâlinde
olan ve hekimlikte kullanılan askılımantarlardan biri (Claviceps purpurea).çavdarsız * Çavdar katışmamışolan. çavelâ * Tutulan balıkların içine konduğu sepet, çavalye. çavlan * Çağlayanın büyüğü, şelâle. çavlanma * Çavlanmak işi. çavlanmak * Gürültüsü çevreye yayılmak.
* Dillere düşmek, şüyu bulmak.çavlı * Henüz ava alıştırılmamışdoğan yavrusu. çavmak * Güneşdoğmak.
* Dağılıp yayılmak, saçılmak.
* Sapmak, yol değiştirmek, amaçtan şaşmak.çavşır * Maydanozgillerden bir bitki ve bunun eczacılıkta kullanılan reçinesi (Opopanax chironium). Çavuldur * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. çavun * Hayvan derisinden veya çavdan yapılmışkırbaç. çavuş * Osmanlıdevleti teşkilâtında çeşitli hizmetler yapan görevli.
* Osmanlı ordusunda üst komutanların buyruklarınıast komutanlara ulaştıran görevli.
* Onbaşıdan sonra gelen ve görevi manga komutanlığı olan er rütbesi.
* Bir işin veya işçilerin başında bulunan ve onlarıyöneten sorumlu kimse.
* Askerî okullarda sınıf birincisi.çavuşkuşu * Çavuşkuşugillerden, uzun yay biçimli gagalı, güvercinden küçük, başısorguçlu, kısa kanatlı bir kuş, ibibik,
hüthüt (Upopa epops). -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 17
çavuşkuşugiller * Örneği çavuşkuşu olan bir kuşfamilyası. çavuşüzümü * Kabuğu ince, çekirdeği ufak, iri taneli bir tür beyaz üzüm. çavuşluk * Çavuşolma durumu veya görevi.
* Çavuşrütbesi.çay * Çaygillerden bir ağaççık (Thea chinensis).
* Bu ağaççığın özel işlemlerle kurutulan yaprağı.
* Bu yaprakların haşlanması ile elde edilen güzel kokulu ve sarımtırak kırmızırenkli içecek.
* Konukların çay, börek, pasta gibi içecek ve yiyeceklerle ağırlandığıtoplantı.
* Müzikli toplantı.çay * Dereden büyük, ırmaktan küçük akarsu. çay bahçesi * Çay, kahve ve alkolsüz içkilerin içildiği bahçe. çay bardağı * Çay içmekte kullanılan, belli biçimde cam bardak. çay demlemek * Bkz. demlemek. çay evi * Çay gibi içeceklerin hazırlandığıve bunların içildiği yer, çayhane. çay fincanı * Genellikle porselenden yapılan, çay içmeye yarayan, kulplu fincan. çay kaşığı * Kahve yaparken veya çaya toz şeker koyarken ölçek olarak kullanılan ve şekeri karıştırmaya yarayan küçük
kaşık.çay kenarında kuyu kazmak * elde, maksada ulaşılacak bol araç varken emek harcayarak başka yollar aramak. çay ocağı * Çay pişirilen veya çay içilen yer. çay saati * Çay içmek için belirlenmişsaat. çay servisi * Çay dağıtımı. çay şekeri * Çayıtatlandırmak için kullanılan katışeker, küp şekeri. çay takımı * Çaydanlık, sütlük, şekerlik ve altıveya on iki çay fincanından oluşan takım.
* Çay sunulurken kullanılan örtü ve peçetelerin hepsi.çay vermek * konuklara çay ve börek, çörek, pasta gibi yiyecekler sunulan toplantı düzenlemek. çayan * Akrep, yılan, çıyan, kırkayak vb. zehirli hayvan. çaycı * Çay yapıp satan kimse.
* Çay yetiştiricisi.
* Çay içmeye düşkün, çay tiryakisi.çaycılık * Çay yapma ve satma işi.
* Çay yetiştirme işi.çayda çıra * Elâzığve çevresinde kına gecesi veya düğünlerde, ellerde yanan mum taşınarak oynanan türkülü bir halk
oyunu veya bu oyunun müziği.çaydan geçip derede boğulmak * büyük güçlükleri yenmişken önemsiz bir sebepten başarısızlığa uğramak. çaydanlık * İçinde çay pişirilen kap. çaygiller * İki çeneklilerden, yapraklarından çay yapılan bir bitki familyası. çayhane * Çay evi. çayhaneci * Çayhane işleten kimse. çayhanecilik * Çayhanecinin işi veya mesleği. çayı görmeden paçalarısıvamak * Bkz. dereyi görmeden paçalarısıvamak. çayır * Üzerinde gür ot biten düz ve nemli yer.
* Böyle yerde biten otlar.çayır güzeli * Buğdaygillerden bir bitki çayır otu (Erogrostis major). çayır kuşu * Tarla kuşu. çayır mantarı * Şapkasının alt yüzü ince dilimli, yenebilen ve zehirli de olabilen mantar türlerinin ortak adı. çayır otu * Çayır oluşturan çeşitli bitkilerin genel adı.
* Buğdaygillerden kuru ve kireçli yerlerde yetişen küçük bir çayır otu, fleol (Phleum pratense).çayır peyniri * Bir çeşit az tuzlu veya tuzsuz taze peynir. çayır tavuğu * Orman tavuğugillerden, sırtı beyaz çizgili siyah ve esmer, karnısiyah bir kuş(Tympanuchus cupido). çayır teresi * Turpgillerden beyaz çiçekli, yabanî bir bitki (Cardemina pratensis). çayır tirfili * Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki (Trifolium pratense). çayır yulafı * Buğdaygillerden, yulafa benzeyen bir kır bitkisi (Avenastrum). çayırlama * Çayırlamak işi. çayırlamak * Çayırlanmak.
* (hayvan) Yediği çayırdan hastalanmak.çayırlanma * Çayırlanmak işi. çayırlanmak * (hayvan) Çayırda otlamak. çayırlaşma * Çayırlaşmak işi. çayırlaşmak * Çayır durumuna gelmek. çayırlatma * Çayırlatmak işi. çayırlatmak * Çayırlanmasını sağlamak. çayırlı * Çayırı olan. çayırlık * Çayırı olan yer. çayırmelikesi * Erkeçsakalı, keçisakalı. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 18
çayırsedefi * Düğün çiçeğigillerden, sulak yerlerde yetişen, kökü iç sürdürücü olarak kullanılan bir bitki (Thalictrum). çayırsız * Çayırı olmayan. çaykara * Çay kenarında çıkan göze, kaynak, pınar. çaykızı * Bir tür çiçek. çaylak * Yırtıcılardan, uzun kanatlı, çengel gagalı, küçük kuşlarıve fare gibi zararlıhayvanlarıavlayan, tavuk
büyüklüğünde bir kuş(Milvus migrans).
* Toy, tecrübesiz, acemi.çaylak fırtınası * Kış başlarında olan fırtına. çaylakça * Çaylağa yakışır (biçimde). çaylaklık * Toyluk, tecrübesizlik, acemilik. çaylı * İçinde çay bulunan. çaylıkek * İçine çay karıştırılarak yapılan kek. çaylık * Çay ağaççıklarının yetiştiği yer.
* Çay için kullanılan.çe * Çe adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ötümsüz, katışık, diş-dişeti ünsüzünü gösterir. çe * Türk alfabesinin dördüncü harfinin adı. çebiç * Bir yaşında keçi yavrusu. çecik * Madenî kulp, halka, çivi. çeç * Tahıl yığını.
* Tahıl elenen kalbur.çeçe * İki kanatlılardan, insana uyku hastalığı aşılayan, sinekten büyük bir cins Güney Afrika böceği (Glossina). Çeçen * Kafkasya’nın kuzeydoğusundaki Çeçen Cumhuriyeti’nde yaşayan bir halk veya bu halkın soyundan olan
(kimse).Çeçence * Çeçen dili. çedene * Bkz. çetene. çedik * Mesh üzerine giyilen sarıpabuç.
* Terlik.çeğmel * Yay veya çengel biçiminde bükülmüşolan. çeğmellenme * Çeğmellenmek işi. çeğmellenmek * Yay veya çengel biçimini almak veya girmek. çehre * Yüz, sima.
* Görünüş.
* Somurtkanlık.çehre almak * tavır takınmak. çehre etmek * surat etmek. çehre züğürdü * Yüzü çirkin. çehrece * Çehre bakımından. çehreli * Çehresi olan. çehresi bozulmak * yüzü, tavırlarıdüşmek. Çek * Slavların batıkolundan olan bir ulus veya bu ulusun soyundan gelen kimse.
* Çek halkına özgü olan.çek * Bir kimsenin, bankadaki parasının dilediği kimseye ödenmesi için bankaya gönderdiği yazılı belge. çek arabanı(veya yalnız çek!) * git buradan!. çek valf * Depodaki suyun kaçmasınıönlemek için kullanılan araç.
* İçinden gaz akışının geçmesine bir yönde izin veren, ters yönde gaz akışını otomatik olarak kapayan ve
durduran vana.çek vana * Çek valf. çekap * Tam bakım. çekberi * Harman yerinde yığınlarıçekmeye yarayan alet, gelberi. Çekçe * Çek dili. çekçek * Dört tekerlekli el arabası. çekeceği olmak * başına sıkıntılıçok işgelecek olmak. çekecek * Ayakkabı ile topuk arasına sokularak, ayağın ayakkabıya kolay girmesini sağlayan, maden, boynuz ve plâstik
maddeden yapılmışalet.çekek * Kayık, mavna ve küçük gemilerin karaya çekildikleri yer. çekel * Küçük çapa.
* Üvendirenin alt ucunda bulunan, pulluğa yapışan toprağıayırmaya yarayan demir bölüm.çekeleme * Çekelemek işi veya durumu. çekelemek * Tekrar tekrar çekmek. çekelez * Sincap. çekem * Yeşil yapraklı, dikensi, ateşe atıldığında çatırdayarak yanan bir bitki. çekememe * Çekememe işi veya durumu. çekememek * Çekmek işini yapamamak.
* Katlanamamak.
* Kıskanarak hoşgörmemek. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 19
çekememezlik * Çekememe durumu veya çekememekten, kıskançlıktan doğan davranış. çekemez * Kıskanç. çekemezlik * Bkz. çekememezlik. çeker * Bir tartma aletinin kaldırabildiği ağırlık miktarı.
* Çekici araç.çeki * Tartı.
* İki yüz elli kiloya eşit olan, odun, kireç gibi ağır ve kaba şeyleri tartmakta kullanılan bir ağırlık ölçüsü.
* Kadınların başlarına bağladıklarıörtü.
* Bkz. çeki düzen.
* Üzüntü, sıkıntı.çeki düzen * Düzenlilik, özen, itina, intizam, ihtimam. çeki düzen vermek * düzgün duruma getirmek, düzeltmek, düzenlemek. çeki taşı gibi * ağır ve kımıldamaz. çekici * Çekme işini yapan.
* Kendisi için eğilim uyandıran, alımlı, cazibeli, cazip.
* Kurtarma aracı.çekicilik * Çekici olma durumu, cazibe.
* Çekme gücü.çekiç * Çivi çakmak, madenleri dövmek gibi işlerde kullanılan ve bir sapla dövecek bir maden bölümden yapılmış
araç.
* Yaklaşık 1.20 m uzunluğundaki madenî tele bağlıve ağırlığı7.257 kg olan gülle.çekiç atma * Çekicin en uzağa atılmasıtemeline dayanan atletizm dalı. çekiç kemiği * Orta kulaktaki dört küçük kemikten biri. çekiç makinesi * Ayakkabı imalâtında taban köşelerinin burun kısımlarını incelten ve köseleleri döverek düzelten bir
makine.çekiçhane * Demir fabrikalarında makine ile çalışan çok ağır çekiçlerin bulunduğu yer. çekiçleme * Çekiçlemek işi. çekiçlemek * Çekiçle dövmek. çekik * Yanlara doğru çekilerek gerilmişgibi olan.
* İçeriye doğru kaçmış, batık.çekikçe * Çekiğe yakın, biraz çekik. çekiliş * Çekilme işi. çekilme * Çekilme işi.
* Bir görevden, bir işten kendi isteği ile ayrılma, istifa.
* Yerin yükselmesiyle bu yeri örten deniz sularının gerilemesi, basma karşıtı.
* Savaşta, bir ordunun veya bir birliğin düşmandan ayrılmak için yaptığıdavranış, ricat.
* Bir boksörün veya güreşçinin herhangi bir sebeple karşılaşmayı bırakması.çekilmek * Çekme işi yapılmak.
* Kendini geriye veya bir yana çekmek.
* Bir işten bir görevden kendi isteğiyle ayrılmak, istifa etmek.
* Azalmak veya yok olmak.
* Bir yere, bir duruma geçmek.
* Bir yerden uzaklaşmak, bir yere uğramamak.
* Gerilemek, geri gitmek, ricat etmek.
* Katılmamak, vazgeçmek.
* Katlanmak, üstlenmek, tahammül etmek.çekim * Çekmek işi.
* Herhangi bir cismin, başka bir cismi kendine doğru çekme gücü, cazibe.
* Fiillerin çeşitli zaman, kişi ve kiplere, isimlerin de isim hallerine göre uğradıklarıdeğişiklikler, tasrif.
* Alıcının sürekli olarak bir kez çalıştırılmasıyla elde edilen film parçası, plân.çekim ekleri * Fiil, isim kök veya gövdelerine gelerek bağlı olduklarıkelime gruplarına göre kelimeler arasında durum
(hâl) iyelik, çokluk, zaman, şahıs ilişkisi kuran birimler: ev-e, ev-im, ev-ler, gel-di, gel-di-m, gel-di-ler gibi.çekimci * Yapımcı.
* Kameraman.çekimleme * Çekimlemek işi. çekimlemek * (bir cismi) Genel çekim yasasına göre başka bir cismi çekmek. çekimli * Çekimi olan.
* Çekim ekleri alabilen.çekimli fiil * Kip zaman ve kişi eklerini almışfiil. çekimölçer * Çekim kuvvetlerini ölçmeye yarayan araç.
* Yer yer değişen yer çekiminin tam ve gerçek değerini dikey olarak belirlemeye yarayan araç, gravimetre.çekimsenme * Çekimsenmek işi. çekimsenmek * Bir şeyi yapmaktan geri durmak, kaçınmak, el çekmek, istinkâf etmek. çekimser * Oy vermekten, eğilim göstermekten veya bir şey yapmaktan kaçınan, müstenkif. çekimserlik * Çekimser davranma durumu. çekimsiz * Çekimi olmayan.
* Cins, sayı, kişi belirtmeden bütün durumlarda değişmeyen kelimeler.çekimsizlik * Çekimsiz olma durumu. çekince * Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek çekinmeyi gerektiren sebep veya durum, rezerv, ihtiraz. çekince koymak * çekindiğini, sakındığını belirtmek. çekine çekine * Çekinerek. çekingen * Her şeyden çekinme huyu olan, ürkek, sıkılgan, muhteriz. çekingen davranmak * ürkekçe davranışlarda bulunmak. çekingence * Çekingene yakışır (biçimde), ürkekçe. çekingenleşme * Çekingenleşmek işi. çekingenleşmek * Çekingen duruma gelmek. çekingenlik * Çekingen olma durumu. çekinik * Birkaç kuşak sonra ortaya çıkan ve o zamana kadar aradaki döllerde gizli kalan soya çekim nitelikleri için
kullanılır, resesif.çekinilme * Çekinilmek işi. çekinilmek * Çekinmek işine konu olmak. çekiniş * Çekinmek işi veya biçimi. çekinme * Çekinmek işi. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 20
çekinmek * Saygı, korku, utanma gibi duygularla bir şeyi yapmak istememek, kaçınmak.
* Bir şey sürünmek.çekinti * Duraksama, kararsızlık, tereddüt. çekip almak * uzaklaştırmak, meşguliyetine son vermek, koparmak. çekip çevirmek * hâle yola koymak, yönetmek. çekip gitmek * bırakıp gitmek, ayrılmak, savuşmak. çekirdecik * Hücre çekirdeğinin içinde tek veya birden çok bulunan yuvarlak cisim. çekirdek * Etli meyvelerin içinde bir veya birden çok bulunan, çoğu sert bir kabukla kaplıtohum.
* Yenmek için satılan kabak veya ayçiçeği çekirdeği.
* Bir hücrenin merkezini oluşturan cisimcik.
* Atom çekirdeği.
* Kuyumculukta kullanılan ve beşsantigrama eşit olan ağırlık ölçüsü.
* Bir şeyin temelini oluşturan öz, nüve.
* Ağaçlarda soyulmayan bölüm.çekirdek aile * Anne, baba ve henüz evlenmemişçocuklardan oluşan aile. çekirdek kahve * Çekilmemişveya dövülmemişkahve. çekirdekçi * Çekirdek satan kimse. çekirdekçilik * Çekirdek satma işi. çekirdeklenme * Çekirdeklenmek işi. çekirdeklenmek * Çekirdek bağlamak. çekirdekli * Çekirdeği olan, içinde çekirdeği bulunan. çekirdeksel * Atom çekirdeği ile ilgili, nükleer. çekirdeksiz * Çekirdeği olmayan, içinde çekirdeği bulunmayan. çekirdekten yetişme * herhangi bir işte, meslekte, küçük yaştan başlayarak yetişmişolan. çekirge * Düz kanatlılardan, uzun olan art bacaklarına dayanarak uzağa sıçrayabilen, birçok türleri olan böcek
(Acridium).çekirge kuşu * Sığırcık (Sturnus vulgaris). çekirge ötleğeni * Orta Asya ve Avrupa içlerinde yaşayan ötücü bir kuş. çekirge şalvar * Paçalarıçok dar, bacak bölümü genişolarak dikilmişşalvar. çekiş * Çekmek işi veya biçimi.
* Bir motorun çekme gücü.
* Ağız kavgası.çekişe çekişe pazarlık (etmek) * (alıcı) bir malıucuz almak için titizce pazarlık (etmek). çekişken * Çekişmeyi seven, kavgacı(kimse). çekişli * Çekme gücünü ön tekerleklerden alan araç. çekişme * Çekişmek işi. çekişmek * İki yönünden karşılıklıçekmek.
* Bir şeyi birbirine karşıçekmek.
* (ad çekme, niyet, kâğıt için) Aralarında çekmek.
* Ağız kavgasıetmek.
* Çaba, gayret harcamak.çekişmeli * Çekişmeye yol açan.
* Sert, çetin, zorlu.çekişmesiz * Çekişmeye yol açmayan. çekişte * Tuzla terbiye edilmişyeşil zeytin. çekiştirici * Çekiştirmek işini yapan (kimse).
* Bir kimsenin kötü taraflarınıuzun uzadıya sayıp döken (kimse).çekiştiricilik * Çekiştiricinin işi. çekiştirme * Çekiştirmek işi. çekiştirmek * Uçlarında tutarak ayrıyönlere doğru çekmek.
* Tekrar tekrar çekerek koparmak.
* Bir kimsenin kötü taraflarınıuzun uzadıya sayıp dökmek.çekiver kuyruğunu * artık ondan hayır bekleme. çekiye gelmek * düzene uymak. çekiye gelmez * ölçüsüz derecede çok veya büyük.
* düzeltilemez, düzene sokulamaz.çekkin * Elini eteğini çekmiş, ilgisiz. çekme * Çekmek işi.
* Masa, dolap gibi şeylerin dışarıya çekilen gözü, çekmece.
* Yüksekteki ince dallarıçekip kesmeye yarar, ay biçiminde, uzun saplı, ağzıtırtıklı bıçak.
* Düzgün biçimli.
* Çekilerek giyilen veya kullanılan.
* Parmak veya mızrapla çalınan çalgı.
* Ağacın yapısındaki nem oranının azalmasısonucu boyutlarının küçülmesi.
* İşyaparken giyilen bir tür şalvar.
* Vücut bölümlerinin bükücü kas gücü ile bir direnci kendisine yaklaştırması.çekme demir * Haddeden geçirilmişdemir. çekme kat * Apartmanda veya evlerde dört yanıteras olarak bırakılan en üst kat. çekmece * Masa, dolap gibi şeylerin dışarıya çekilen gözü, çekme.
* İçinde mücevherat veya başka değerli şeyler saklanan küçük, süslü sandık.
* Gemilerin barınabilecekleri koy.çekmeceli * Çekmecesi olan. çekmecesiz * Çekmecesi olmayan. çekmek * Bir şeyi tutup kendine veya başka bir yöne doğru yürütmek.
* (taşıt için) Bırakmak, koymak.
* Germek.
* İçine almak.
* Bir yerden başka bir yere taşımak.
* Bir amaçla ortadan kaldırmak.
* Solukla içine almak.
* Üzerinde bulunan bir silâhla saldırmak için davranmak.
* Atmak, vurmak.
* (bir kimseyi veya bir şeyi) Geri almak.
* (güç durumlara) Uğramak, dayanmak, katlanmak.
* Yüklenmek, üzerine almak, etkisi altında bulunmak.
* (tartıda) Ağırlığı olmak.
* Döşemek.
* Herhangi bir engel kurmak.
* (ad çekme, niyet, piyango için) Şans denemek amacıyla hazırlanmışkâğıtlardan birini almak.
* İmbik yardımı ile elde etmek.
* Çizgi durumunda uzatmak.
* Tıpkısınıyazmak veya çizmek.
* (şişe, vantuz, sülük vb. için) Tedavi amacıyla uygulamak.
* Bir yerden bir şeyi yukarıdoğru almak.
* Görüntüyü bir aletle özel bir nesne üzerinde tespit etmek.
* Taşıma gücü olmak.
* Öğütmek.
* (protesto, poliçe, çek gibi şeyler için) Düzenleyip yürürlüğe koymak.
* (dikkat, ilgi vb. için) Üzerine toplamak.
* Hoşa gitmek, sarmak.
* Kaçan ilmeği örmek.
* Masrafınıkarşılamak.
* Bir duyguyu içinde yaşatmak.
* İçki içmek.
* Yürütmek, sürmek.
* (bir kimse) Ailesinden birine herhangi bir bakımdan benzemek.
* (bir şeyin iç yüzünü anlamak amacıyla) Sıkıştırmak.
* Herhangi bir anlama almak.
* Örtmek, giymek.
* Dişi hayvanıçiftleşmek için erkeğin yanına götürmek.
* (yol, ay için) Sürmek.
* Daralıp kısalmak.
* Söylemek.
* Asmak.
* (boya, badana vb.) Sürmek.
* Yollamak.
* (bir şeyi) Emip dışarıya çıkarmak.çekmeli * Çekmesi veya çekişi olan.
* Çekmecesi olan.çekmelik * Genellikle yemeni gibi giyeceklerde, ayağın daha rahat girmesi için topuk üzerinde bulunan uzun çıkıntı. Çekoslovak * Çekoslovakya’da yaşayan (kimse). Çekoslovakyalı * Çekoslovak halkından olan kimse. çektiri * Yelkenleri olmakla birlikte kürekle de yol alan eski zaman gemisi, çektirme. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 5
çakmakçı * Çakmak yapan veya satan kimse.
* Tüfek ve tabanca çakmaklarınıyapan ve onaran kimse.çakmakçılık * Çakmak yapıp satma işi. çakmaklaşma * Çakmaklaşmak durumu. çakmaklaşmak * (göz) Çakmak çakmak olmak, kızarmak ve iyice açılmak. çakmaklı * Çakmak taşıve zemberekle ateşalan eski zaman tüfeği. çakmaklık * Çakmakta kullanılacak olan.
* İçine çakmak konulan koruyucu malzeme.çakmaksız * Çakmağı olmayan.
* Eski, kullanılmaz tabanca veya tüfek.
* Kibrit.çakozlama * Çakozlamak durumu. çakozlamak * Uygunsuz bir durumu fark etmek. çakşır * Paça bölümü diz üstünde veya diz altında kalan bir tür erkek şalvarı.
* Kuşların ayağında bulunan ve süs gibi görünen tüy.çakşırlı * Çakşır giymiş.
* Ayaklarıtüylü, paçalı(güvercin) veya başka (kuş).çakşırsız * Çakşırı olmayan. çaktırılma * Çaktırılmak işi. çaktırılmak * Çaktırmak işi yapılmak. çaktırış * Çaktırmak işi veya biçimi. çaktırma * Çaktırmak işi veya durumu. çaktırmadan * Belli etmeden, gizlice, sezdirmeden. çaktırmak * Çakmak işini yaptırmak.
* Birinin bir şeyi sezmesini sağlamak.çal * Taşlık yer, çıplak tepe. çala * Belli isimlerden önce gelerek fiile bağlanır ve isimle ilgili bir çabukluk, süreklilik, dikkatsizlik anlamıkatar. çala kalem * Gelişigüzel, durmadan yazarak. çala kamçı * Durmadan kamçılayarak. çala kaşık * Soluk almadan yiyerek. çala kılıç * Durmadan kılıç sallayarak. çala kürek * Sürekli kürek çekerek. çala paça * Zorla yürüterek, sürükleye sürükleye. çalacak * Yoğurt mayası. çalâk * Eline ayağına çabuk, atik, çevik. Çalap * Tanrı. çalar * Farklılık veya anlam inceliği, nüans. çalar saat * Ayarlanışına göre istenilen zamanda çalan saat. çalarma * Çalarmak işi. çalarmak * Ekinler veya meyveler olmağa yüz tutmak. çalçene * Durup dinlenmeden konuşan, çenesi düşük. çalçenelik * Çalçene olma durumu. çaldırılma * Çaldırılmak işi. çaldırılmak * Çalmak işi yaptırılmak.
* Hırsıza kaptırılmak.çaldırış * Çaldırmak işi veya biçimi. çaldırma * Çaldırmak işi. çaldırmak * Çalmak işini yaptırmak.
* Hırsıza kaptırmak.çalgı * Müzik aleti, enstrüman.
* Çalgıçalma, müzik.
* Müzik topluluğu.çalgıaleti * Müzik yapmak için kullanılan araç, enstrüman. çalgıçağanak * Çalgı, neşe ve gürültü olduğu hâlde. çalgıçalmak * bir müzik aletini seslendirmek. çalgı orağı * Tırpan. çalgıcı * Çalgıçalmayıkendine meslek edinmişkimse. çalgıcı böcek * Yaklaşık 5 mm boyunda, başısert bir kabukla örtülü, kahverengi veya siyah, zararlı böcek. çalgıcı otu * Turpgillerden, kurak yerlerde yetişen bir bitki cinsi (Sisymbrium). çalgıcılık * Çalgıcının işi. çalgıç * Bazıçalgıların tellerine vurmaya yarar kuştüyü, kemik, boynuz gibi şeylerden yapılmışçalma aracı, tezene,
mızrap.
* Bahçe süpürgesi, çalkı. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 6
çalgıhane * Müzik evi, çalgılılokanta veya eğlence yeri. çalgılı * İçinde çalgıçalınan.
* Çalgıçalınarak yapılan.çalgılıçağanaklı * Eğlenceli, şarkılı, çalgılı, gürültülü patırtılı, neşeli. çalgın * Sıcak veya soğuktan gelişemeyerek cılız kalan ekin.
* Uzun zaman bakır kapta kalan tadı bozulmuşyemek, çalık.
* Kötürüm, inmeli, sakat.çalgısız * Çalgısı olmayan. çalı * Böğürtlen, ahu dudu gibi ağaççıktan küçük, dallarıçok çatallıve sapları odunsu bitki. çalı bülbülü * Serçegillerden, güzel öten, küçük bir kuş, ötleğen (Sylvia communis). çalıçırpı * Kolayca ateşyakmaya yarayan ince ve kuru ağaç dalı, kuru ot gibi şeyler. çalıdikeni * Bkz. karaçalı. çalıfasulyesi * Kılçıklı bir çeşit fasulye. çalı gibi * sık ve sert (saç, sakal). çalıhorozu * Tavukgillerden, eti beğenilen bir yaban kuşu (Tetraourogallus). çalı idi, çırpı idi, evim idi ya, ayı idi uyu idi, kocam idi ya * her ne kadar evim derme çatma, kocam kaba saba idiyse de, bir düzen kurmuş, yaşayıp gidiyordum. çalıkakıcı * Eşkıya bozuntusu. çalıkuşu * Serçegillerden, başıkoyu kırmızı, gövdesine doğru rengi açılan, çalılık yerleri seven ötücü bir kuş
(Troglodytes).çalıkuşugiller * Çalıkuşu benzeri türleri içine alan kuşlar familyası. çalısüpürgesi * Kırmızıçiçekleri olan ve süpürge yapımında kullanılan bir bitki. çalık * Çarpık.
* Verev kesilmiş.
* Tabiî olmaktan uzaklaşmış, kendi renginden olmayan.
* Yan yan giden.
* Adıdefterden silinmiş.
* Yüzünde çı ban veya yara yeri olan.
* Çı ban yeri.
* Koyunlarda çiçek hastalığı.
* Çalgın.çalık kavak * Dallarısepetçilikte kullanılan bir kavak türü, sepetçi kavağı. çalılandırma * Çalılandırmak işi. çalılandırmak * Çorak bir araziyi çalı ekimi yöntemi ile yeşertmek. çalılık * Çalısıçokça olan yer. çalım * Gösteriş, karşıdakini etkileme amacıyla yapılan davranış, kurum, caka.
* Kılıcın keskin yanı.
* Menzil, erim.
* Biraz benzeme, andırma.
* Bir oyuncunun topu elinden veya ayağından kaçırmadan karşısındaki oyuncularıkıvrak hareketlerle aldatıp
geçmesi.
* Geminin su kesiminden aşağı bölümünün başve kıç bodoslamasına doğru darlaşması.çalım atmak (veya yapmak) * Bkz. çalımlamak. çalım satmak * kurulup büyüklük taslamak. çalım yemek * futbolda çalım ile geçilmek. çalımcı * Çalım yapan kimse. çalımına gelmek (veya getirmek) * uygun zaman veya durumu ele geçirmek. çalımından geçilmemek * çok kurumlu olmak, çok çalımlı olmak. çalımlama * Çalımlamak işi. çalımlamak * Oyunda topu karşıtarafa kaptırmamak için el, ayak veya vücutla şaşırtıcı hareketlerde bulunmak.
* Bir fırsattan yararlanarak bir başkasının hakkı olan bir şeyi ele geçirmek.çalımlanış * Çalımlanmak işi veya biçimi. çalımlanma * Çalımlamak işi veya durumu. çalımlanmak * Çalımlıdavranmak.
* Kendisine çalım yapılmak.çalımlayış * Çalımlamak işi veya biçimi. çalımlı * Gösterişli, kurumlu.
* Başıyüksek, yapısıdar (gemi).çalımlıçalımlı * Çalım göstererek, çalım satarak. çalımlık * Yoğurt veya maya çalmaya yetecek kadar. çalımlılık * Çalımlı olma durumu. çalımsız * Çalımı olmayan, gösterişsiz. çalımsızlık * Çalımsız olma durumu. çalınma * Çalınmak işi. çalınmak * Çalmak işine konu olmak.
* İnme inmek.çalıntı * Çalınmışolan (şey). çalıp çırpmak * eline geçeni çalmak. çalısız * Çalısı olmayan. çalış * Çalmak işi veya biçimi. çalışılma * Çalışılmak işi. çalışılmak * Çalışmak işine konu olmak. çalışıp çabalamak * çok gayret göstermek.