Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 30

    çıkık * Yerinden çıkmış(kemik veya organ).
    * Çıkıntısı olan.
    * Bir kemik veya organın yerinden çıkmışolması.
    çıkıkçı * Çıkıklarıdüzelten kimse, sınıkçı, kırıkçı.
    çıkıkçılık * Çıkıkçının mesleği.
    çıkıklık * Çıkık olma durumu.
    çıkılama * Çıkılamak işi.
    çıkılamak * Çıkıyapmak.
    çıkılanma * Çıkılanmak işi.
    çıkılanmak * Çıkılamak işi yapılmak.
    çıkılatma * Çıkılatmak işi.
    çıkılatmak * Çıkıyaptırmak.
    çıkılma * Çıkılmak işi.
    çıkılmak * (dışarıveya yukarı) Gidilmek.
    çıkın * Bir beze sarılarak düğümlenmişküçük bohça.
    çıkın etmek * çıkına koyup bağlamak, çıkına koymak, çıkınlamak.
    çıkınlama * Çıkınlamak işi.
    çıkınlamak * Çıkına koyup bağlamak.
    çıkıntı * Bir yüzeyde ileri doğru çıkan bölüm.
    * Bir metni düzeltmek veya ona bir şey eklemek için satır dışına yazılan yazı, çıkma.
    * Kambur.
    çıkıntılı * Çıkıntısı olan.
    çıkıntısız * Çıkıntısı olmayan.
    çıkır çıkır * Şıkır şıkır.
    çıkış * Çıkmak işi veya biçimi.
    * Bir yerden çıkmak için kullanılan yer.
    * Beklenilmeyen bir sırada yapılan sert konuşma.
    * Yokuş.
    * Kuşatılmış bir bölgedeki birliklerin yaptığısaldırı.
    * Güreşte cazgırın alana çıkardığıpehlivanların izleyicilere doğru yürüyerek çalım yapmaya başlaması.
    * Verilen bir işaretle yarışa başlama, depar.
    * Havacılıkta uçak, filo bir görev için uçuşa başlama.
    * Mezuniyet, okul bitirme.
    çıkışalmak * işten ayrılmak.
    çıkış belgesi * Bir kimsenin bir okulu bitirdiğini göstermek için geçici olarak verilen belge.
    * Bir malın ülke dışına çıkarılma iznini gösteren belge.
    çıkışçizgisi * Yarışa başlangıç olarak belirlenen beyaz çizgi.
    çıkışhakemi * Yarışa başlama işaretini veren görevli.
    çıkışkapısı * Yapılarda dışarıçıkmayısağlayan kapı.
    çıkışnoktası * Bir şeye başlanılan yer.
    çıkıştakozu * Kısa mesafeli hız koşularında, sporcuların dizlerini yere dayadıktan sonra ayaklarını bastırıp itme gücü
    sağlamak ve hız kazanmak amacıyla kullandıklarıözel araç.
    çıkışvermek * belge düzenleyip işine son vermek.
    çıkışyapmak * bir tartışmada, karşıdüşüncede olanlarıalt etmek için sert davranışta bulunmak.
    * uçağın herhangi bir görevle havalanması.
    çıkışyolu * Çözüm.
    çıkışamamak * boy ölçüşememek, eşit derecede olmamak.
    çıkışlı * Belli bir okulu veya öğrenim derecesini bitirmişolan, mezun, neşetli.
    çıkışma * Çıkışmak işi.
    * Birine sert sözler söylemek.
    çıkışmak * Bir kimseye hoşa gitmeyen bir davranışından dolayısert sözler söylemek, azarlamak.
    * Yeter olmak, yetmek.
    çıkıştırma * Çıkıştırmak işi.
    çıkıştırmak * Gereken miktara ulaştırmak.
    çıkıt * Çıkak.
    çıkma * Çıkmak işi.
    * Bir yapının üst katlarından dışarıya doğru uzanmış bölüm, balkon.
    * Hamamdan çıkarken kullanılan havlu ve kurulanma takımı, çıkacak.
    * Bir yazısayfasının kenarına metinle ilgili olarak yazılan ek, derkenar.
    * Çıkmış.
    * Çıkmak, neşet.
    * Eski, kullanılmış.
    çıkma durumu * İsim soyundan bir kelimenin kavramında çıkışı gösteren durum, -den hâli, ablatif: Evden, sokaktan vb.
    çıkmak * İçeriden dışarıya varmak, gitmek.
    * Elde edilmek, sağlanmak, istihsal edilmek.
    * Bir meslek veya bilim kurumunda okuyup sınavınıvererek yetişmişolmak, mezun olmak.
    * Ayrılmak, ilgisini kesmek.
    * Süresi dolunca ayrılmak.
    * Yapılmak, yürümek.
    * Yetişecek ölçüde olmak.
    * Eksilmek.
    * Sonuca ulaşmak.
    * Sıyrılmak, ayrılmak.
    * Harcama zorunda kalmak.
    * Herhangi bir durumda olduğu anlaşılmak.
    * Bir durumla ilgili niteliklerini yitirmek, bir durumdan başka bir duruma geçmek.
    * Bir şeyin yukarısına varmak veya yükselmek.
    * Bir inceleme, bir araştırma sonucu bulmak.
    * İşiçin, yetkili birini makamında görmek.
    * Talihine veya payına düşmek, isabet etmek, vurmak.
    * Gitmek, koyulmak.
    * Bir konu yetkililerce karara bağlanmak.
    * Birdenbire görünmek.
    * Mal olmak.
    * Oyunda herhangi bir rolü oynamak.
    * (bir yere) Ulaşmak, varmak.
    * Karaya ayak basmak.
    * Yayılmak, duyulmak.
    * Olmak, bulunmak, var olmak.
    * Bir iddia ile ortalıkta görünmek.
    * Yayılmak.
    * Karşı gelebilmek, boy ölçüşmek.
    * Bulaşmak.
    * (yapı için) Yapmak.
    * Bulunduğu yeri bırakıp başka yere geçmek, taşınmak, ayrılmak.
    * Bir sebeple bulunulan yerden ayrılmak.
    * Niteliği sonradan anlaşılmak veya sonradan ortaya çıkmak.
    * Davranışta herhangi bir niteliği bulunmak.
    * Yerinden oynamak.
    * Görünür veya belli bir durumda bulunmak.
    * Oluşmak, olmak.
    * Piyasaya sürülmek.
    * Bitmek, büyümek, sürmek.
    * Verilmek.
    * (ay veya mevsim) Geçmek.
    * Yeni yetişip satışa sunulmak.
    * Yükselmek, artmak.
    * Artırmak, fiyatıyükseltmek.
    * Sesini yükseltmek.
    * Büyük abdest bozmak.
    * Giderilmek, yok olmak.
    * Unutmak.
    * (Ay, güneş) Doğmak.
    * Vermeye katlanmak.
    * Yayımlanmak.
    * Gelmek.
    * Gerçekleşmek.
    * Bulunduğu yerden ayrılmak; fırlamak, kopmak.
    * (bir şeyin) Düzeni bozulmak, eskisinden daha değişik, kötü bir duruma girmek.
    * Flört etmek.
    * Erişmek, görmek.
    çıkmaklık * Çıkma durumunda olma.
    çıkmalı * Çıkma durumunda olan.
    çıkmalıtamlama * Tamlayanıçıkma durumunda olan ve tamlananıüçüncü kişi iyelik eki alan tamlama: İnsanlardan bazıları.
    Öğrencilerden ikisi gibi.
    çıkmalıtümleç * Fiilin anlamınıtamlayan ve çıkma durumunda bulunan dolaylıtümleç.
    çıkmaz * Sonu kapalı, çıkışyeri olmayan, hiçbir yere ulaşamayan (yol, sokak).
    * Çözüme ulaşmayan, çözüm yolu olmayan.
    çıkmaz ayın son çarşambası * hiç yapılmayacak bir işin sözde yapılma zamanı olarak söylenir.
    çıkmaz sokak * Herhangi bir yöne çıkışı olmayan sokak.
    çıkmaza girmek * (bir iş) çözümlenemeyecek, içinden çıkılmayacak bir duruma düşmek.
    çıkmaza sokmak * (bir işi, bir durumu) çözümlenemez, güç bir duruma getirmek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 21

    çektirici* Tekstil imalâtında dokunmuşmalzemeyi istenilen boy ve ene göre çektiren aracıçalıştıran işçi.
    çektiriş* Çektirmek işi veya biçimi.
    çektirme* Çektirmek işi.
    * Çektiri.
    * Büyük yelken kayığı.
    * Sökülebilir elbise, yemek ve salon dolaplarının tablalarını birbirine tutturmak için metal veya plâstikten
    yapılmış bağlantıparçası.
    * Arabaların göbek bilyalarınıçıkarmak için kullanılan araç.
    çektirme ağı* Yan yana ilerleyen iki tekne tarafından çekilen genişağızlı büyük balık ağı.
    çektirmek* Çekmek işini yaptırmak.
    * Birinin sıkıntıçekmesine, onulmaz duruma gelmesine yol açmak.
    çekül* Ucuna küçük bir ağırlık bağlanmışiple oluşturulan, yer çekiminin doğrultusunu belirtmek için sarkıtılarak
    kullanılan bir araç, şakul.
    çekyat* Gerektiğinde açılıp yatak hâline getirilebilen koltuk, kanepe.
    çelebi* Görgülü, terbiyeli, olgun (kimse).
    * Bay.
    * Bektaşî ve Mevlevî pirlerinin en büyüklerine verilen unvan.
    * Hristiyan tüccar.
    çelebice* Çelebiye yakışır (biçimde), çelebi gibi.
    çelebilik* Çelebi olma durumu veya çelebice davranış.
    çelek* Boynuzu kırık veya eğri hayvan.
    çelen* Ev saçağı.
    çelenç* Sporda rekor kıranlar arasında elden ele geçen kupa ve bu kupayıkazanmak için yapılan yarışma.
    çelenk* Çiçek, dal ve yapraklarla yapılmışhalka.
    * Kadınların başlarına taktıklarımücevher veya madenden yapılmışsorguç.
    çelenk koymak* bir kimseyi anmak için mezarına veya anıtına çelenk bırakmak.
    çelgi* Alna bağlanan yazma yemeni.
    çeliğe su vermek* çeliği hızla soğutarak özel bir şekilde daha çok sertleşmesini sağlamak.
    çelik* Su verilerek çok sert ve esnek bir duruma getirilebilen, birleşiminde az miktarda karbon bulunan demir ve
    karbon alaşımı, pulat.
    * Çelikten yapılmış.
    çelik* Kısa kesilmişdal.
    * Kök salmak amacıyla yere dikilen dal.
    * Çocukların çelik çomak oyununda ucuna çomakla vurarak havaya kaldırdıkları, iki tarafısivri, kısa değnek.
    * Gemilerde, üzerine halat veya ip geçirip tutturmaya yarayan ağaç veya metalden yapılmışkısa değnek.
    * Bir ağacıaşılamak amacıyla hazırlanmışdal.
    çelik başlık* Hafif piyade silâhlarının, havan ve top mermi parçalarının etkilerine karşı başıkorumak için giyilen özel
    başlık.
    çelik çember* Balya, eşya, yük vb. sarılıp ambalâjlanmasında kullanılan dar, çelik şerit.
    çelik çomak* Çocukların, çomakla çeliğe vurarak oynadıkları oyun.
    çelik gibi* zayıf, fakat güçlü (vücut).
    çelik halat* Çelikten yapılan, asma köprü ayaklarını birbirine bağlayan, tral ağınıdenizde çekmeye yarayan halat.
    çelik kalemi* Her türlü metal, tahta ve taşlarıkesme, oyma ve yontma işlerinde çekiçle vurarak kullanılan, çelikten
    yapılmış, keskin uçlu alet.
    çelik kapı* Ana çevresi çelikten, yüzeyi ahşaptan yapılan dışkapı.
    çelik kasa* Kıymetli eşyayıve parayımuhafaza etmek için çelikten yapılan kasa.
    çelik macunu* Yağ, vernik, dolgu ve renk gereçlerinden hazırlanan boya astarı.
    çelik metre* Üzerinde ölçü birimleri işaretlenmişküçük bir kutuya girebilen, ince çelik metalden yapılmışölçme aracı.
    çelik pamuğu* Verniklenmişyüzeyleri düzeltmeye veya matlaştırmaya yarayan uzun ve keskin kenarlıçelik tel tomarı.
    çelik yelek* Özel alaşım ve maddelerle kurşun geçirmeyecek biçimde yapılmışüst giysisi.
    çelikhane* Çelik elde edilen fabrika.
    çelikleme* Çelik dikerek ağaç yetiştirme.
    çeliklemek* Çelik dikerek ağaç yetiştirmek.
    çelikleşme* Çelikleşmek işi.
    çelikleşmek* Çelik durumuna gelmek.
    * Çelik gibi sağlam olmak.
    çelikleştirme* Çelikleştirmek işi.
    çelikleştirmek* Çelik durumuna getirmek.
    * Güçlendirmek, güç kazandırmak.
    çelikli* Çeliği olan, çelik içeren veya çelikle kaplı.
    çeliksi* Çeliğe benzeyen, çeliği andıran.
    çelim* Güç, kuvvet.
    çelimli* Güçlü.
    çelimsiz* Güçsüz, nahif.
    çelimsizlik* Çelimsiz olma durumu.
    çelişik* Çelişme durumunda olan, çelişmeli, mütenakız.
    çelişiklik* Çelişik olma durumu.
    çelişiklik ilkesi* İki çelişik önermenin hem doğru hem yanlışolamayacağı ilkesi.
    çelişken* Çelişik.
    çelişki* Çelişme, tenakuz.
    çelişkili* Çelişme durumunda olan, çelişmeli, mütenakız.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 22

    çelişkisiz* Çelişme durumunda olmayan, çelişmesiz.
    çelişme* Birbirine ters olma, birbirini tutmama.
    * Önerme, yargı, kavram ve terimlerin birbirini tutmama durumu.
    çelişmek* (düşünce ve davranış) Birbirini tutmamak, birbirlerine ters düşmek, mütenakız olmak.
    çelişmeli* Çelişik, çelişkili.
    çelişmesiz* Çelişiği olmayan, çelişkisiz.
    çelişmezlik* İçinde çelişme yaratmayan kuram.
    çelişmezlik ilkesi* Çelişik önermeleri özünde bulundurmayan ve yasaklayan kuram.
    çello* Viyolonselin kısaltılmışadı.
    çelme* Çelmek işi.
    * Birini yere düşürmek için ayağının önüne ayak uzatmak.
    * Arkadan hafifçe bağlanan başörtüsü.
    çelme atmak (veya takmak)* çelme ile yıkmaya çalışmak.
    * bir işi veya bir kimseyi baltalamak, gelişmesini engellemek.
    çelmece* Aklınıkarıştıracak biçimde.
    çelmek* Düşürmek.
    * Yolundan çevirmek, engel olmak, engellemek.
    * (örtü vb. bir şey) Örtünüp iki ucunu bağlamak.
    * Bir şeyin kenarınıverev veya çapraz kesmek, çalmak.
    * Dua okumak, zikretmek.
    * (düşünce ve davranışiçin) Birbirini tutmamak, birbirine ters düşmek.
    * Topa gidişyönünü değiştirecek biçimde vurmak.
    çelmeleme* Çelmelemek işi.
    çelmelemek* Çelme takmak.
    çelmelenme* Çelmelenmek işi.
    çelmelenmek* Çelme takılmak.
    * (bir işveya kimse) Engellenmek, baltalanmak.
    çelmeleyiş* Çelmelemek işi veya biçimi.
    çelmik* Buğday ve başakla karışık iri saman.
    çeltek* Çoban yamağı, yardımcı, uşak.
    çeltik* Kabuğu ayıklanmamışpirinç.
    çeltik kargası* Bkz. kara leylek.
    çeltik tarlası* Pirinç yetiştirilen sulak tarla.
    çeltikçi* Çeltik yetiştiricisi.
    çeltikçilik* Çeltik yetiştirme işi.
    çeltikli* İçinde çeltik olan.
    çeltiklik* Çeltik ekmeye veya üretmeye elverişli yer.
    çem* Yeşilliği bol olan yer.
    çembalo* Klâvsen.
    çember* Merkez denilen sabit bir noktadan aynıuzaklık ve düzlemdeki noktalar kümesinin oluşturduğu kapalıeğri.
    * Bu biçime getirilmişkatıcisimlerin çevresi.
    * Çocukların oynamak için çevirip arkasından koştuklarıtekerlek biçiminde oyuncak.
    * Sandık, denk, fıçıvb. nin dağılmaması için üzerlerine geçirilen dayanıklı bir cisimden kuşak.
    * Büyük yazma yemeni.
    * Aşılması, çözümü güç durum.
    * Basketbolda içinden topun geçmesiyle sayıkazanılan ağlıdemir halka.
    çember çevirmek* (çocuk) çemberi döndürmek.
    çember geçirmek* çemberle kuşatmak.
    çember içine almak (veya çembere almak)* kuşatmak.
    çember kayık* Arka tarafıyuvarlak kayık.
    çember makası* Karyola ve somya imalâtında kullanılacak olan çelik çemberleri kesmeye yarayan araç.
    çember sakal* Yuvarlak bir biçimde kesilmişsakal.
    çemberden dönmek* başarıya ulaşmak üzere iken olumsuz bir sonuçla karşılaşmak.
    çemberi yarmak* kuşatmadan, bir veya birkaç noktayı geçerek kurtulmak.
    çemberleme* Çemberlemek işi.
    çemberlemek* Çemberle kuşatmak.
    çemberlenme* Çemberlenmek işi.
    çemberlenmek* Çemberle kuşatılmak.
    * Çember durumuna gelmek.
    çemberletme* Çemberletmek işi.
    çemberletmek* Çemberlenmesini sağlamak.
    çemberli* Çemberi olan.
    * Çember geçirilmişolan.
    çembersel bölge* Çember ve çemberin içindeki noktaların meydana getirdiği düz yüzey.
    çembersiz* Çemberi olmayan.
    * Çember geçirilmemişolan.
    çemçe* Çömçe.
    çemen* Maydanozgillerden bir bitki ve bunun kokulu tohumu (Cuminum cyminum).
    * Bu tohumu un durumuna getirip sarımsak, kırmızı biberle karıştırarak yapılan, pastırma üzerine sürülen
    macun.
    çemenleme* Çemenlemek işi.
    çemenlemek* Çemen sürmek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 23

    çemenli* Çemeni olan veya çemen sürülmüşolan.
    çemiç* Dut veya üzüm kurusu.
    çemkiriş* Çemkirmek işi veya biçimi.
    çemkirme* Çemkirmek işi.
    çemkirmek* (birine) Karşı gelmek, sert cevap vermek.
    * Köpek kesik kesik havlamak.
    çemrek* Kollarıve bacaklarısıvanmış(kimse).
    çemreme* Çemremek işi.
    çemremek* Kolunu veya paçalarınısıvamak, eteğini toplamak.
    çemrenme* Çemrenmek işi.
    çemrenmek* Kendi kol, etek veya paçalarını çemremek.
    * Bir işe girişmek için hazırlanmak, paçalarısıvamak.
    çençen* Geveze.
    çene* Omurgalılardan kemik veya kıkırdak ile desteklenen, altlıüstlü dişleri taşıyan ve ağzın açılıp kapanmasını
    sağlayan parça.
    * Omurgasız hayvanlarda buna benzeyen yapı.
    * Mengene veya kerpeten gibi araçların eşyayısıkıştıran karşılıklı iki parçasından her biri.
    * Çok konuşma huyu.
    * Köşe.
    çene çalmak* gevezelik etmek.
    çene çukuru* Alt çenenin ucundaki çukur.
    çene kavafı* Geveze.
    çene yarışı* Durmadan karşılıklıkonuşmak.
    çene yarıştırma* karşılıklı gevezelik etme, karşılıklıçene çalma.
    * Bkz. söz göstergesi.
    çene yarıştırmak* karşılıklı gevezelik etmek, karşılıklıçene çalmak.
    çene yormak* boşuna söyleyip durmak.
    çenebaz* Çok konuşan, çenesi kuvvetli, çeneli.
    çenebazlık* Çenebaz olma durumu.
    çenek* Tohumda embriyonu kaplayan etli bölüm.
    * Kuşların gagasını oluşturan alt ve üst bölümlerden her biri.
    * Böceklerde ağzın iki yanında bulunan parçalayıcısert organ.
    çenekli* Çeneği olan.
    çeneksiz* Çeneği olmayan ve çenekleri iyi görülemeyen.
    çeneleşme* Çeneleşmek işi.
    çeneleşmek* Karşılıklı olarak konuşmak.
    çeneli* Çenesi olan.
    * Çok konuşan.
    çenen tutulsun* (şom ağızlılara) “söyleyemez ol! anlamında beddua olarak kullanılır.
    çenesi açılmak* durmadan konuşmak, gevezelik etmek.
    çenesi atmak* (can çekişirken) çenesi titremek.
    çenesi durmamak* gereksiz yere sürekli konuşmak.
    çenesi düşmek* yerli yersiz konuşup gevezelik etmek.
    çenesi düşük* Çok gereksiz şeyler konuşan, boş boğaz, geveze.
    çenesi kitlenmek* alt ve üst çene sımsıkı bir durumda bir araya gelmek.
    çenesi kuvvetli* Kolay ve etkili söz söylemekten yorulmayan.
    çenesi oynamak* bir şey yemekte bulunmak.
    çenesini açtırmak* söz fırsatıvermek.
    çenesini bağlamak* ölen bir kimsenin çenesi altından geçirilen tülbendi başının üstünde düğümlemek.
    * bir kimsenin ölümünü istemek.
    çenesini bıçak açmamak* sıkıntıve üzüntüden konuşmamak.
    çenesini dağıtmak* çok güçlü bir yumrukla çenesine vurmak.
    çenesini kapatmak* susturmak.
    çenesini tutmak* bildiğini, düşündüğünü söylememek veya konuşmaktan vazgeçmek.
    çenesinin bağıçözülmek* gevezelik etmek, yerli yersiz, durmadan konuşmak.
    çenesiz* Çenesi olmayan.
    * Yerinde ve düzgün konuşmasını bilmeyen.
    çenet* Açıldığında tohumların ortaya çıktığıkabuk.
    * İstiridye gibi iki çeneli yumuşakçalarda, kolsu ayaklılarda kavkının iki parçasından her biri.
    çenetli* İki veya daha çok çeneti bulunan.
    çeneye kuvvet* konuşma gücüyle, durmadan konuşup söyleyerek.
    çeng* Eski bir Türk sazı.
    çengel* Bir yere takılmaya, geçirilmeye yarayan eğri ve ucu sivri demir.
    * Basketbolda çembere yan durarak tek elle başüzerinden geçirilerek atılan şut, çengel atış.
    çengel atış* Çengel.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 15

    çatallaştırma* Çatallaştırmak işi.
    çatallaştırmak* Çatallaşmasına yol açmak.
    çatallı* Çatalı olan veya çatal durumunda olan.
    * İki veya daha çok ihtimali olan.
    * (ses için) Pürüzlü.
    çatallık* Çatal konulan yer.
    çatana* Filika büyüklüğünde, islimle işleyen deniz teknesi, küçük vapur, istimbot.
    çatanacı* Çatana işleten kimse.
    çatapat* Ayakla çiğnenince veya bir yere sürtülünce çat pat diye patlayan bir eğlence fişeği.
    çatı* Bir yapının, bir evin damınıkuran parçaların bütünü.
    * Birbirine çatılmışçakılmışşeylerin bütünü.
    * Yapının tavanı ile damıarasındaki genellikle az kullanılan yer.
    * İnsan ve hayvanda iskeletin kuruluşu.
    * Barınılan, sığınılan yer.
    * Belli bir maksada yönelik kimselerin oluşturduğu kuruluş.
    * Özne veya nesne durumlarına göre, belirli çatıeklerinin fiil kök veya gövdelerine getirilen türev, bina:
    Sevinmek (sev-in-), sevdirmek (sev-dir-), sevindirmek (sev-in-dir-) gibi.
    * Bir yapıyıörten ve eğik yüzeyleri olan damın tahtadan iç yapısı.
    * Hikâye, roman, piyes gibi edebî türlerde olay kuruluşu, kurgu.
    çatıarası* Tavanla çatıörtüsü arasında kalan boş bölüm, tavan arası.
    çatıekleri* Fiil kök veya gövdelerinden dönüşlü, edilgen, işteş, ettirgen çatılar yapmaya yarayan ekler: (Sev-in-), (sev-il-
    ), (sev-iş-), (kapa-t-), (geç-ir-), (sev-dir-) gibi.
    çatıeteği* Çatının, binanın dışduvarlarınıaşan, yağışlara karşıduvarın en üst bölümünü koruyan dışa uzanmışkısmı.
    çatıkaplayıcı* İskele kurup ahşap çatıkaplamasınıve duvarlarıkeçe veya özel kâğıtlar ile kaplayan usta.
    çatıkatı* Yapılarda çatı ile son kat arasında yapılan küçük kat.
    çatıkirişi* Bir ucu tavanın üstüne bindirilen ve üzerine kiremit altıtahtalarının kaplandığı ana kiriş.
    çatıörtüsü* Çatıların üstüne kiremit, çinko ve oluklu sac vb. ile kaplanan, tavana su geçmesini önleyen yapı bölümü.
    çatıpenceresi* Tavan arasınıaydınlatmaya yarayan pencere veya camlıkapak.
    çatıcı* Çatma işini yapan kimse.
    çatık* Çatılmışolan.
    çatık çehre* Çatık yüz.
    çatık kaş* Kaşları birbirine çok yakın ve çatık olan (kimse).
    çatık surat* Çatık yüz.
    çatık yüz* Öfkeli yüz (çehre, surat).
    çatıklaşma* Çatıklaşmak işi.
    çatıklaşmak* Çatık duruma gelmek.
    çatıklık* Çatık olma durumu.
    çatıldama* Çatıldamak durumu.
    çatıldamak* Çatık duruma gelmek.
    çatılı* Çatısı olan (yapı).
    * Çatılmışolan.
    * Başına çatkı bağlanmışolan.
    çatılış* Çatılmak işi veya biçimi.
    çatılma* Çatılmak işi.
    çatılmak* Çatmak işine konu olmak.
    çatınma* Çatınmak işi.
    çatınmak* Kaşlarınıçatıp surat asmak.
    çatır çatır* Sert bir şey kırılırken, yanarken yerinden sökülürken veya sıkıştırılınca çıkan ses.
    * Zor kullanarak, baskıyaparak.
    * Güçlük çekmeden.
    çatır çatır çatlamak* çok çatlamak.
    * çok kıskanmak.
    çatır çatır etmek* çatır çatır ses çıkarmak.
    çatır çatır sökmek* bir şeyi zorlayarak yerinden söküp çıkarmak.
    çatır çutur* Bir şey kırılırken çıkan sesi anlatır.
    çatırdama* Çatırdamak işi.
    çatırdamak* Çatır diye ses çıkarmak.
    * Çökmeye, yok olmaya yüz tutmak, tehlikeli duruma düşmek.
    çatırdatma* Çatırdatmak işi.
    çatırdatmak* Bir şeyin çatır diye sesini çıkartmak.
    çatırtı* Çatırdama sesi.
    çatırtılı* Çatırtısı olan.
    çatısız* Çatısı olmayan, üstü açık (ev, kulübe).
    çatış* Çatmak işi veya biçimi.
    çatışık* Birbirini tutmayan, birbirini çelen, birbirine uymayan, çelişik, mütenakız.
    çatışılma* Çatışılmak işi.
    çatışılmak* Çatışmak işi yapılmak.
    çatışkı* Yasaların veya önermelerin kendi aralarında çelişikliği, antinomi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 16

    çatışma * Çatışmak işi.
    * Silâhlı büyük kavga, arbede.
    * Savaşmaksadıyla düşmana karşı ilerleyen bir birliğin keşif ve güvenlik kollarıarasında ilk silâhlıvuruşma.
    * Türlü yönlerden uzanan kıvrımlıdağsıralarının, bir yerde dar bir açı ile birbirine yaklaşıp kaynaşmasıveya
    düğümlenmesi.
    çatışmak * Birbirine çatmak veya çatılmak.
    * (söz, iddia veya davranışla) Birbirini tutmamak, birbirini çelmek, mütenakız olmak.
    * Karşılıklıvuruşmak.
    * Kavga etmek.
    * (deve ve köpek için) Çiftleşmek.
    * Aynızamana rastlamak.
    çatıştırma * Çatıştırmak işi.
    çatıştırmak * Birbirine çattırmak, kavga ettirmek, birbirine düşürmek.
    çatıyıalmak * çatıya ulaşmak.
    çatkı * Uç uca, birbirine çatılan şeylerin bütünü.
    * Sehpa.
    * Alından geçerek başın çevresine çember gibi bağlanan bağ, kaş bastı.
    * Bir işin bütününün veya parçalarının bir araya getirilmesinde uyulan yöntem.
    çatkılı * Çatkısı olan.
    çatkılık * Çift öküzlerini birbirlerine bağlayan çifte boyunduruklu ağaç.
    çatkın * Çatık.
    çatkınlık * Çatkın olma durumu.
    çatkısız * Çatkısı olmayan.
    çatladın mı? * aşırısabırsızlık gösterenlere söylenen kaba bir uyarma.
    çatlak * Çatlamışolan.
    * Çatlamışyer.
    * Çatlama.
    * Deli.
    çatlak ses * Pürüzlü, bozuk ses.
    çatlak zurna * Çirkin sesli, geveze, boş boğaz.
    çatlaklık * Çatlak olma durumu.
    * Çatlamışyer, çatlak.
    * Delilik.
    çatlama * Çatlamak işi.
    * Tohumların dağılması için meyve kabuğunun yarılması, açılma.
    * Dalgaların sığkıyıya geldikleri zaman dökülüp köpürmesi, çatlak.
    * Uygun olmayan kuruma sonucu ağacın boyu yönündeki lif ayrılması.
    çatlamak * Parçalarıayrılıp dağılmayacak biçimde yarılmak.
    * Bir yüzeyde kırışıklar, çizgiler oluşmak.
    * Aşırıyemekten, içmekten, yorgunluktan veya (bebek) ağlamaktan ölecek duruma gelmek veya ölmek.
    * Sıkıntı, sevinç, yalnızlık, heyecan, sabırsızlık, kıskançlık gibi ruhî durumlarıaşırıderecede duymak.
    çatlasa da (veya çatlasa da patlasa da) * elinden gelen her çareye başvursa da.
    çatlatış * Çatlatmak işi veya biçimi.
    çatlatma * Çatlatmak işi.
    çatlatmak * Çatlak duruma getirmek.
    * Çatlamasına yol açmak.
    * Aklınıkaçırmak.
    çatlayış * Çatlatmak işi veya biçimi.
    çatma * Çatmak işi.
    * Provada geçici olarak bir giysiye iliştirilmişolan parça.
    * Duvarlarıağaç gövdesinden birbirine takılarak ve çivisiz olarak yapılan yayla evi, yörük çadırı.
    * Bir çeşit döşemelik kumaş.
    * Ahşap yapılarda ağaç iskeletin temel parçaları.
    * Semerin ağaç kısmı.
    * Heykel yapımında çamuru ayakta tutan tel iskelet.
    çatma kaş * Aralarında kılsız yer olmayıp birbirine kavuşmuşolan kaşlar.
    çatmak * Değnek, kılıç, tüfek gibi uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak
    durdurmak.
    * (kereste vb. gereci) Birbirine tutturmak.
    * Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek.
    * (yükü hayvana) İki yanlıyüklemek.
    * (başa yemeni, çatkı, yazma gibi şeyleri) Bağlamak.
    * (kaş, yüz için) Sertlik, öfke bildiren bir duruma sokmak.
    * Üzücü olaylarla karşılaşmak.
    * Birine sert sözle söylemek veya yazılar yazmak.
    * Rastlamak, karşılaşmak.
    * Sırası gelmek, zamanı gelmek.
    çatpat * Bkz. çatapat.
    çatra patra * Bir dilin az çok ve yalan yanlışolarak konuşulduğunu anlatır.
    çattırma * Çattırmak işi.
    çattırmak * Çatmak işini yaptırmak.
    çav * Ses, ün, haber.
    çav * At, eşek gibi hayvanların erkeklik organı.
    çav * Hoşça kal anlamında gençler arasında kullanılan bir söz.
    çavalye * Balıkçıların tuttukları balıkları içine attıklarısepet.
    çavdar * Buğdaygillerden, unlu tane veren bir bitki (Secale cereale).
    çavdar ekmeği * Çavdar ve buğday unu karışımından yapılan ekmek.
    çavdarlı * Çavdar katışmış.
    çavdarmahmuzu * Buğdaygillerin ve en çok çavdarın başağıüzerinde türeyip koyu mor renkte bir horoz mahmuzunu andıran,
    1-4 cm uzunlukta, 2-7 mm genişlikte, az çok kıvrık, kolayca kırılabilen, özel kokulu, silindir yapılıçubuklar hâlinde
    olan ve hekimlikte kullanılan askılımantarlardan biri (Claviceps purpurea).
    çavdarsız * Çavdar katışmamışolan.
    çavelâ * Tutulan balıkların içine konduğu sepet, çavalye.
    çavlan * Çağlayanın büyüğü, şelâle.
    çavlanma * Çavlanmak işi.
    çavlanmak * Gürültüsü çevreye yayılmak.
    * Dillere düşmek, şüyu bulmak.
    çavlı * Henüz ava alıştırılmamışdoğan yavrusu.
    çavmak * Güneşdoğmak.
    * Dağılıp yayılmak, saçılmak.
    * Sapmak, yol değiştirmek, amaçtan şaşmak.
    çavşır * Maydanozgillerden bir bitki ve bunun eczacılıkta kullanılan reçinesi (Opopanax chironium).
    Çavuldur * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    çavun * Hayvan derisinden veya çavdan yapılmışkırbaç.
    çavuş * Osmanlıdevleti teşkilâtında çeşitli hizmetler yapan görevli.
    * Osmanlı ordusunda üst komutanların buyruklarınıast komutanlara ulaştıran görevli.
    * Onbaşıdan sonra gelen ve görevi manga komutanlığı olan er rütbesi.
    * Bir işin veya işçilerin başında bulunan ve onlarıyöneten sorumlu kimse.
    * Askerî okullarda sınıf birincisi.
    çavuşkuşu * Çavuşkuşugillerden, uzun yay biçimli gagalı, güvercinden küçük, başısorguçlu, kısa kanatlı bir kuş, ibibik,
    hüthüt (Upopa epops).
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 17

    çavuşkuşugiller * Örneği çavuşkuşu olan bir kuşfamilyası.
    çavuşüzümü * Kabuğu ince, çekirdeği ufak, iri taneli bir tür beyaz üzüm.
    çavuşluk * Çavuşolma durumu veya görevi.
    * Çavuşrütbesi.
    çay * Çaygillerden bir ağaççık (Thea chinensis).
    * Bu ağaççığın özel işlemlerle kurutulan yaprağı.
    * Bu yaprakların haşlanması ile elde edilen güzel kokulu ve sarımtırak kırmızırenkli içecek.
    * Konukların çay, börek, pasta gibi içecek ve yiyeceklerle ağırlandığıtoplantı.
    * Müzikli toplantı.
    çay * Dereden büyük, ırmaktan küçük akarsu.
    çay bahçesi * Çay, kahve ve alkolsüz içkilerin içildiği bahçe.
    çay bardağı * Çay içmekte kullanılan, belli biçimde cam bardak.
    çay demlemek * Bkz. demlemek.
    çay evi * Çay gibi içeceklerin hazırlandığıve bunların içildiği yer, çayhane.
    çay fincanı * Genellikle porselenden yapılan, çay içmeye yarayan, kulplu fincan.
    çay kaşığı * Kahve yaparken veya çaya toz şeker koyarken ölçek olarak kullanılan ve şekeri karıştırmaya yarayan küçük
    kaşık.
    çay kenarında kuyu kazmak * elde, maksada ulaşılacak bol araç varken emek harcayarak başka yollar aramak.
    çay ocağı * Çay pişirilen veya çay içilen yer.
    çay saati * Çay içmek için belirlenmişsaat.
    çay servisi * Çay dağıtımı.
    çay şekeri * Çayıtatlandırmak için kullanılan katışeker, küp şekeri.
    çay takımı * Çaydanlık, sütlük, şekerlik ve altıveya on iki çay fincanından oluşan takım.
    * Çay sunulurken kullanılan örtü ve peçetelerin hepsi.
    çay vermek * konuklara çay ve börek, çörek, pasta gibi yiyecekler sunulan toplantı düzenlemek.
    çayan * Akrep, yılan, çıyan, kırkayak vb. zehirli hayvan.
    çaycı * Çay yapıp satan kimse.
    * Çay yetiştiricisi.
    * Çay içmeye düşkün, çay tiryakisi.
    çaycılık * Çay yapma ve satma işi.
    * Çay yetiştirme işi.
    çayda çıra * Elâzığve çevresinde kına gecesi veya düğünlerde, ellerde yanan mum taşınarak oynanan türkülü bir halk
    oyunu veya bu oyunun müziği.
    çaydan geçip derede boğulmak * büyük güçlükleri yenmişken önemsiz bir sebepten başarısızlığa uğramak.
    çaydanlık * İçinde çay pişirilen kap.
    çaygiller * İki çeneklilerden, yapraklarından çay yapılan bir bitki familyası.
    çayhane * Çay evi.
    çayhaneci * Çayhane işleten kimse.
    çayhanecilik * Çayhanecinin işi veya mesleği.
    çayı görmeden paçalarısıvamak * Bkz. dereyi görmeden paçalarısıvamak.
    çayır * Üzerinde gür ot biten düz ve nemli yer.
    * Böyle yerde biten otlar.
    çayır güzeli * Buğdaygillerden bir bitki çayır otu (Erogrostis major).
    çayır kuşu * Tarla kuşu.
    çayır mantarı * Şapkasının alt yüzü ince dilimli, yenebilen ve zehirli de olabilen mantar türlerinin ortak adı.
    çayır otu * Çayır oluşturan çeşitli bitkilerin genel adı.
    * Buğdaygillerden kuru ve kireçli yerlerde yetişen küçük bir çayır otu, fleol (Phleum pratense).
    çayır peyniri * Bir çeşit az tuzlu veya tuzsuz taze peynir.
    çayır tavuğu * Orman tavuğugillerden, sırtı beyaz çizgili siyah ve esmer, karnısiyah bir kuş(Tympanuchus cupido).
    çayır teresi * Turpgillerden beyaz çiçekli, yabanî bir bitki (Cardemina pratensis).
    çayır tirfili * Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki (Trifolium pratense).
    çayır yulafı * Buğdaygillerden, yulafa benzeyen bir kır bitkisi (Avenastrum).
    çayırlama * Çayırlamak işi.
    çayırlamak * Çayırlanmak.
    * (hayvan) Yediği çayırdan hastalanmak.
    çayırlanma * Çayırlanmak işi.
    çayırlanmak * (hayvan) Çayırda otlamak.
    çayırlaşma * Çayırlaşmak işi.
    çayırlaşmak * Çayır durumuna gelmek.
    çayırlatma * Çayırlatmak işi.
    çayırlatmak * Çayırlanmasını sağlamak.
    çayırlı * Çayırı olan.
    çayırlık * Çayırı olan yer.
    çayırmelikesi * Erkeçsakalı, keçisakalı.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 18

    çayırsedefi* Düğün çiçeğigillerden, sulak yerlerde yetişen, kökü iç sürdürücü olarak kullanılan bir bitki (Thalictrum).
    çayırsız* Çayırı olmayan.
    çaykara* Çay kenarında çıkan göze, kaynak, pınar.
    çaykızı* Bir tür çiçek.
    çaylak* Yırtıcılardan, uzun kanatlı, çengel gagalı, küçük kuşlarıve fare gibi zararlıhayvanlarıavlayan, tavuk
    büyüklüğünde bir kuş(Milvus migrans).
    * Toy, tecrübesiz, acemi.
    çaylak fırtınası* Kış başlarında olan fırtına.
    çaylakça* Çaylağa yakışır (biçimde).
    çaylaklık* Toyluk, tecrübesizlik, acemilik.
    çaylı* İçinde çay bulunan.
    çaylıkek* İçine çay karıştırılarak yapılan kek.
    çaylık* Çay ağaççıklarının yetiştiği yer.
    * Çay için kullanılan.
    çe* Çe adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ötümsüz, katışık, diş-dişeti ünsüzünü gösterir.
    çe* Türk alfabesinin dördüncü harfinin adı.
    çebiç* Bir yaşında keçi yavrusu.
    çecik* Madenî kulp, halka, çivi.
    çeç* Tahıl yığını.
    * Tahıl elenen kalbur.
    çeçe* İki kanatlılardan, insana uyku hastalığı aşılayan, sinekten büyük bir cins Güney Afrika böceği (Glossina).
    Çeçen* Kafkasya’nın kuzeydoğusundaki Çeçen Cumhuriyeti’nde yaşayan bir halk veya bu halkın soyundan olan
    (kimse).
    Çeçence* Çeçen dili.
    çedene* Bkz. çetene.
    çedik* Mesh üzerine giyilen sarıpabuç.
    * Terlik.
    çeğmel* Yay veya çengel biçiminde bükülmüşolan.
    çeğmellenme* Çeğmellenmek işi.
    çeğmellenmek* Yay veya çengel biçimini almak veya girmek.
    çehre* Yüz, sima.
    * Görünüş.
    * Somurtkanlık.
    çehre almak* tavır takınmak.
    çehre etmek* surat etmek.
    çehre züğürdü* Yüzü çirkin.
    çehrece* Çehre bakımından.
    çehreli* Çehresi olan.
    çehresi bozulmak* yüzü, tavırlarıdüşmek.
    Çek* Slavların batıkolundan olan bir ulus veya bu ulusun soyundan gelen kimse.
    * Çek halkına özgü olan.
    çek* Bir kimsenin, bankadaki parasının dilediği kimseye ödenmesi için bankaya gönderdiği yazılı belge.
    çek arabanı(veya yalnız çek!)* git buradan!.
    çek valf* Depodaki suyun kaçmasınıönlemek için kullanılan araç.
    * İçinden gaz akışının geçmesine bir yönde izin veren, ters yönde gaz akışını otomatik olarak kapayan ve
    durduran vana.
    çek vana* Çek valf.
    çekap* Tam bakım.
    çekberi* Harman yerinde yığınlarıçekmeye yarayan alet, gelberi.
    Çekçe* Çek dili.
    çekçek* Dört tekerlekli el arabası.
    çekeceği olmak* başına sıkıntılıçok işgelecek olmak.
    çekecek* Ayakkabı ile topuk arasına sokularak, ayağın ayakkabıya kolay girmesini sağlayan, maden, boynuz ve plâstik
    maddeden yapılmışalet.
    çekek* Kayık, mavna ve küçük gemilerin karaya çekildikleri yer.
    çekel* Küçük çapa.
    * Üvendirenin alt ucunda bulunan, pulluğa yapışan toprağıayırmaya yarayan demir bölüm.
    çekeleme* Çekelemek işi veya durumu.
    çekelemek* Tekrar tekrar çekmek.
    çekelez* Sincap.
    çekem* Yeşil yapraklı, dikensi, ateşe atıldığında çatırdayarak yanan bir bitki.
    çekememe* Çekememe işi veya durumu.
    çekememek* Çekmek işini yapamamak.
    * Katlanamamak.
    * Kıskanarak hoşgörmemek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 19

    çekememezlik * Çekememe durumu veya çekememekten, kıskançlıktan doğan davranış.
    çekemez * Kıskanç.
    çekemezlik * Bkz. çekememezlik.
    çeker * Bir tartma aletinin kaldırabildiği ağırlık miktarı.
    * Çekici araç.
    çeki * Tartı.
    * İki yüz elli kiloya eşit olan, odun, kireç gibi ağır ve kaba şeyleri tartmakta kullanılan bir ağırlık ölçüsü.
    * Kadınların başlarına bağladıklarıörtü.
    * Bkz. çeki düzen.
    * Üzüntü, sıkıntı.
    çeki düzen * Düzenlilik, özen, itina, intizam, ihtimam.
    çeki düzen vermek * düzgün duruma getirmek, düzeltmek, düzenlemek.
    çeki taşı gibi * ağır ve kımıldamaz.
    çekici * Çekme işini yapan.
    * Kendisi için eğilim uyandıran, alımlı, cazibeli, cazip.
    * Kurtarma aracı.
    çekicilik * Çekici olma durumu, cazibe.
    * Çekme gücü.
    çekiç * Çivi çakmak, madenleri dövmek gibi işlerde kullanılan ve bir sapla dövecek bir maden bölümden yapılmış
    araç.
    * Yaklaşık 1.20 m uzunluğundaki madenî tele bağlıve ağırlığı7.257 kg olan gülle.
    çekiç atma * Çekicin en uzağa atılmasıtemeline dayanan atletizm dalı.
    çekiç kemiği * Orta kulaktaki dört küçük kemikten biri.
    çekiç makinesi * Ayakkabı imalâtında taban köşelerinin burun kısımlarını incelten ve köseleleri döverek düzelten bir
    makine.
    çekiçhane * Demir fabrikalarında makine ile çalışan çok ağır çekiçlerin bulunduğu yer.
    çekiçleme * Çekiçlemek işi.
    çekiçlemek * Çekiçle dövmek.
    çekik * Yanlara doğru çekilerek gerilmişgibi olan.
    * İçeriye doğru kaçmış, batık.
    çekikçe * Çekiğe yakın, biraz çekik.
    çekiliş * Çekilme işi.
    çekilme * Çekilme işi.
    * Bir görevden, bir işten kendi isteği ile ayrılma, istifa.
    * Yerin yükselmesiyle bu yeri örten deniz sularının gerilemesi, basma karşıtı.
    * Savaşta, bir ordunun veya bir birliğin düşmandan ayrılmak için yaptığıdavranış, ricat.
    * Bir boksörün veya güreşçinin herhangi bir sebeple karşılaşmayı bırakması.
    çekilmek * Çekme işi yapılmak.
    * Kendini geriye veya bir yana çekmek.
    * Bir işten bir görevden kendi isteğiyle ayrılmak, istifa etmek.
    * Azalmak veya yok olmak.
    * Bir yere, bir duruma geçmek.
    * Bir yerden uzaklaşmak, bir yere uğramamak.
    * Gerilemek, geri gitmek, ricat etmek.
    * Katılmamak, vazgeçmek.
    * Katlanmak, üstlenmek, tahammül etmek.
    çekim * Çekmek işi.
    * Herhangi bir cismin, başka bir cismi kendine doğru çekme gücü, cazibe.
    * Fiillerin çeşitli zaman, kişi ve kiplere, isimlerin de isim hallerine göre uğradıklarıdeğişiklikler, tasrif.
    * Alıcının sürekli olarak bir kez çalıştırılmasıyla elde edilen film parçası, plân.
    çekim ekleri * Fiil, isim kök veya gövdelerine gelerek bağlı olduklarıkelime gruplarına göre kelimeler arasında durum
    (hâl) iyelik, çokluk, zaman, şahıs ilişkisi kuran birimler: ev-e, ev-im, ev-ler, gel-di, gel-di-m, gel-di-ler gibi.
    çekimci * Yapımcı.
    * Kameraman.
    çekimleme * Çekimlemek işi.
    çekimlemek * (bir cismi) Genel çekim yasasına göre başka bir cismi çekmek.
    çekimli * Çekimi olan.
    * Çekim ekleri alabilen.
    çekimli fiil * Kip zaman ve kişi eklerini almışfiil.
    çekimölçer * Çekim kuvvetlerini ölçmeye yarayan araç.
    * Yer yer değişen yer çekiminin tam ve gerçek değerini dikey olarak belirlemeye yarayan araç, gravimetre.
    çekimsenme * Çekimsenmek işi.
    çekimsenmek * Bir şeyi yapmaktan geri durmak, kaçınmak, el çekmek, istinkâf etmek.
    çekimser * Oy vermekten, eğilim göstermekten veya bir şey yapmaktan kaçınan, müstenkif.
    çekimserlik * Çekimser davranma durumu.
    çekimsiz * Çekimi olmayan.
    * Cins, sayı, kişi belirtmeden bütün durumlarda değişmeyen kelimeler.
    çekimsizlik * Çekimsiz olma durumu.
    çekince * Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek çekinmeyi gerektiren sebep veya durum, rezerv, ihtiraz.
    çekince koymak * çekindiğini, sakındığını belirtmek.
    çekine çekine * Çekinerek.
    çekingen * Her şeyden çekinme huyu olan, ürkek, sıkılgan, muhteriz.
    çekingen davranmak * ürkekçe davranışlarda bulunmak.
    çekingence * Çekingene yakışır (biçimde), ürkekçe.
    çekingenleşme * Çekingenleşmek işi.
    çekingenleşmek * Çekingen duruma gelmek.
    çekingenlik * Çekingen olma durumu.
    çekinik * Birkaç kuşak sonra ortaya çıkan ve o zamana kadar aradaki döllerde gizli kalan soya çekim nitelikleri için
    kullanılır, resesif.
    çekinilme * Çekinilmek işi.
    çekinilmek * Çekinmek işine konu olmak.
    çekiniş * Çekinmek işi veya biçimi.
    çekinme * Çekinmek işi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 20

    çekinmek* Saygı, korku, utanma gibi duygularla bir şeyi yapmak istememek, kaçınmak.
    * Bir şey sürünmek.
    çekinti* Duraksama, kararsızlık, tereddüt.
    çekip almak* uzaklaştırmak, meşguliyetine son vermek, koparmak.
    çekip çevirmek* hâle yola koymak, yönetmek.
    çekip gitmek* bırakıp gitmek, ayrılmak, savuşmak.
    çekirdecik* Hücre çekirdeğinin içinde tek veya birden çok bulunan yuvarlak cisim.
    çekirdek* Etli meyvelerin içinde bir veya birden çok bulunan, çoğu sert bir kabukla kaplıtohum.
    * Yenmek için satılan kabak veya ayçiçeği çekirdeği.
    * Bir hücrenin merkezini oluşturan cisimcik.
    * Atom çekirdeği.
    * Kuyumculukta kullanılan ve beşsantigrama eşit olan ağırlık ölçüsü.
    * Bir şeyin temelini oluşturan öz, nüve.
    * Ağaçlarda soyulmayan bölüm.
    çekirdek aile* Anne, baba ve henüz evlenmemişçocuklardan oluşan aile.
    çekirdek kahve* Çekilmemişveya dövülmemişkahve.
    çekirdekçi* Çekirdek satan kimse.
    çekirdekçilik* Çekirdek satma işi.
    çekirdeklenme* Çekirdeklenmek işi.
    çekirdeklenmek* Çekirdek bağlamak.
    çekirdekli* Çekirdeği olan, içinde çekirdeği bulunan.
    çekirdeksel* Atom çekirdeği ile ilgili, nükleer.
    çekirdeksiz* Çekirdeği olmayan, içinde çekirdeği bulunmayan.
    çekirdekten yetişme* herhangi bir işte, meslekte, küçük yaştan başlayarak yetişmişolan.
    çekirge* Düz kanatlılardan, uzun olan art bacaklarına dayanarak uzağa sıçrayabilen, birçok türleri olan böcek
    (Acridium).
    çekirge kuşu* Sığırcık (Sturnus vulgaris).
    çekirge ötleğeni* Orta Asya ve Avrupa içlerinde yaşayan ötücü bir kuş.
    çekirge şalvar* Paçalarıçok dar, bacak bölümü genişolarak dikilmişşalvar.
    çekiş* Çekmek işi veya biçimi.
    * Bir motorun çekme gücü.
    * Ağız kavgası.
    çekişe çekişe pazarlık (etmek)* (alıcı) bir malıucuz almak için titizce pazarlık (etmek).
    çekişken* Çekişmeyi seven, kavgacı(kimse).
    çekişli* Çekme gücünü ön tekerleklerden alan araç.
    çekişme* Çekişmek işi.
    çekişmek* İki yönünden karşılıklıçekmek.
    * Bir şeyi birbirine karşıçekmek.
    * (ad çekme, niyet, kâğıt için) Aralarında çekmek.
    * Ağız kavgasıetmek.
    * Çaba, gayret harcamak.
    çekişmeli* Çekişmeye yol açan.
    * Sert, çetin, zorlu.
    çekişmesiz* Çekişmeye yol açmayan.
    çekişte* Tuzla terbiye edilmişyeşil zeytin.
    çekiştirici* Çekiştirmek işini yapan (kimse).
    * Bir kimsenin kötü taraflarınıuzun uzadıya sayıp döken (kimse).
    çekiştiricilik* Çekiştiricinin işi.
    çekiştirme* Çekiştirmek işi.
    çekiştirmek* Uçlarında tutarak ayrıyönlere doğru çekmek.
    * Tekrar tekrar çekerek koparmak.
    * Bir kimsenin kötü taraflarınıuzun uzadıya sayıp dökmek.
    çekiver kuyruğunu* artık ondan hayır bekleme.
    çekiye gelmek* düzene uymak.
    çekiye gelmez* ölçüsüz derecede çok veya büyük.
    * düzeltilemez, düzene sokulamaz.
    çekkin* Elini eteğini çekmiş, ilgisiz.
    çekme* Çekmek işi.
    * Masa, dolap gibi şeylerin dışarıya çekilen gözü, çekmece.
    * Yüksekteki ince dallarıçekip kesmeye yarar, ay biçiminde, uzun saplı, ağzıtırtıklı bıçak.
    * Düzgün biçimli.
    * Çekilerek giyilen veya kullanılan.
    * Parmak veya mızrapla çalınan çalgı.
    * Ağacın yapısındaki nem oranının azalmasısonucu boyutlarının küçülmesi.
    * İşyaparken giyilen bir tür şalvar.
    * Vücut bölümlerinin bükücü kas gücü ile bir direnci kendisine yaklaştırması.
    çekme demir* Haddeden geçirilmişdemir.
    çekme kat* Apartmanda veya evlerde dört yanıteras olarak bırakılan en üst kat.
    çekmece* Masa, dolap gibi şeylerin dışarıya çekilen gözü, çekme.
    * İçinde mücevherat veya başka değerli şeyler saklanan küçük, süslü sandık.
    * Gemilerin barınabilecekleri koy.
    çekmeceli* Çekmecesi olan.
    çekmecesiz* Çekmecesi olmayan.
    çekmek* Bir şeyi tutup kendine veya başka bir yöne doğru yürütmek.
    * (taşıt için) Bırakmak, koymak.
    * Germek.
    * İçine almak.
    * Bir yerden başka bir yere taşımak.
    * Bir amaçla ortadan kaldırmak.
    * Solukla içine almak.
    * Üzerinde bulunan bir silâhla saldırmak için davranmak.
    * Atmak, vurmak.
    * (bir kimseyi veya bir şeyi) Geri almak.
    * (güç durumlara) Uğramak, dayanmak, katlanmak.
    * Yüklenmek, üzerine almak, etkisi altında bulunmak.
    * (tartıda) Ağırlığı olmak.
    * Döşemek.
    * Herhangi bir engel kurmak.
    * (ad çekme, niyet, piyango için) Şans denemek amacıyla hazırlanmışkâğıtlardan birini almak.
    * İmbik yardımı ile elde etmek.
    * Çizgi durumunda uzatmak.
    * Tıpkısınıyazmak veya çizmek.
    * (şişe, vantuz, sülük vb. için) Tedavi amacıyla uygulamak.
    * Bir yerden bir şeyi yukarıdoğru almak.
    * Görüntüyü bir aletle özel bir nesne üzerinde tespit etmek.
    * Taşıma gücü olmak.
    * Öğütmek.
    * (protesto, poliçe, çek gibi şeyler için) Düzenleyip yürürlüğe koymak.
    * (dikkat, ilgi vb. için) Üzerine toplamak.
    * Hoşa gitmek, sarmak.
    * Kaçan ilmeği örmek.
    * Masrafınıkarşılamak.
    * Bir duyguyu içinde yaşatmak.
    * İçki içmek.
    * Yürütmek, sürmek.
    * (bir kimse) Ailesinden birine herhangi bir bakımdan benzemek.
    * (bir şeyin iç yüzünü anlamak amacıyla) Sıkıştırmak.
    * Herhangi bir anlama almak.
    * Örtmek, giymek.
    * Dişi hayvanıçiftleşmek için erkeğin yanına götürmek.
    * (yol, ay için) Sürmek.
    * Daralıp kısalmak.
    * Söylemek.
    * Asmak.
    * (boya, badana vb.) Sürmek.
    * Yollamak.
    * (bir şeyi) Emip dışarıya çıkarmak.
    çekmeli* Çekmesi veya çekişi olan.
    * Çekmecesi olan.
    çekmelik* Genellikle yemeni gibi giyeceklerde, ayağın daha rahat girmesi için topuk üzerinde bulunan uzun çıkıntı.
    Çekoslovak* Çekoslovakya’da yaşayan (kimse).
    Çekoslovakyalı* Çekoslovak halkından olan kimse.
    çektiri* Yelkenleri olmakla birlikte kürekle de yol alan eski zaman gemisi, çektirme.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 5

    çakmakçı* Çakmak yapan veya satan kimse.
    * Tüfek ve tabanca çakmaklarınıyapan ve onaran kimse.
    çakmakçılık* Çakmak yapıp satma işi.
    çakmaklaşma* Çakmaklaşmak durumu.
    çakmaklaşmak* (göz) Çakmak çakmak olmak, kızarmak ve iyice açılmak.
    çakmaklı* Çakmak taşıve zemberekle ateşalan eski zaman tüfeği.
    çakmaklık* Çakmakta kullanılacak olan.
    * İçine çakmak konulan koruyucu malzeme.
    çakmaksız* Çakmağı olmayan.
    * Eski, kullanılmaz tabanca veya tüfek.
    * Kibrit.
    çakozlama* Çakozlamak durumu.
    çakozlamak* Uygunsuz bir durumu fark etmek.
    çakşır* Paça bölümü diz üstünde veya diz altında kalan bir tür erkek şalvarı.
    * Kuşların ayağında bulunan ve süs gibi görünen tüy.
    çakşırlı* Çakşır giymiş.
    * Ayaklarıtüylü, paçalı(güvercin) veya başka (kuş).
    çakşırsız* Çakşırı olmayan.
    çaktırılma* Çaktırılmak işi.
    çaktırılmak* Çaktırmak işi yapılmak.
    çaktırış* Çaktırmak işi veya biçimi.
    çaktırma* Çaktırmak işi veya durumu.
    çaktırmadan* Belli etmeden, gizlice, sezdirmeden.
    çaktırmak* Çakmak işini yaptırmak.
    * Birinin bir şeyi sezmesini sağlamak.
    çal* Taşlık yer, çıplak tepe.
    çala* Belli isimlerden önce gelerek fiile bağlanır ve isimle ilgili bir çabukluk, süreklilik, dikkatsizlik anlamıkatar.
    çala kalem* Gelişigüzel, durmadan yazarak.
    çala kamçı* Durmadan kamçılayarak.
    çala kaşık* Soluk almadan yiyerek.
    çala kılıç* Durmadan kılıç sallayarak.
    çala kürek* Sürekli kürek çekerek.
    çala paça* Zorla yürüterek, sürükleye sürükleye.
    çalacak* Yoğurt mayası.
    çalâk* Eline ayağına çabuk, atik, çevik.
    Çalap* Tanrı.
    çalar* Farklılık veya anlam inceliği, nüans.
    çalar saat* Ayarlanışına göre istenilen zamanda çalan saat.
    çalarma* Çalarmak işi.
    çalarmak* Ekinler veya meyveler olmağa yüz tutmak.
    çalçene* Durup dinlenmeden konuşan, çenesi düşük.
    çalçenelik* Çalçene olma durumu.
    çaldırılma* Çaldırılmak işi.
    çaldırılmak* Çalmak işi yaptırılmak.
    * Hırsıza kaptırılmak.
    çaldırış* Çaldırmak işi veya biçimi.
    çaldırma* Çaldırmak işi.
    çaldırmak* Çalmak işini yaptırmak.
    * Hırsıza kaptırmak.
    çalgı* Müzik aleti, enstrüman.
    * Çalgıçalma, müzik.
    * Müzik topluluğu.
    çalgıaleti* Müzik yapmak için kullanılan araç, enstrüman.
    çalgıçağanak* Çalgı, neşe ve gürültü olduğu hâlde.
    çalgıçalmak* bir müzik aletini seslendirmek.
    çalgı orağı* Tırpan.
    çalgıcı* Çalgıçalmayıkendine meslek edinmişkimse.
    çalgıcı böcek* Yaklaşık 5 mm boyunda, başısert bir kabukla örtülü, kahverengi veya siyah, zararlı böcek.
    çalgıcı otu* Turpgillerden, kurak yerlerde yetişen bir bitki cinsi (Sisymbrium).
    çalgıcılık* Çalgıcının işi.
    çalgıç* Bazıçalgıların tellerine vurmaya yarar kuştüyü, kemik, boynuz gibi şeylerden yapılmışçalma aracı, tezene,
    mızrap.
    * Bahçe süpürgesi, çalkı.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 6

    çalgıhane* Müzik evi, çalgılılokanta veya eğlence yeri.
    çalgılı* İçinde çalgıçalınan.
    * Çalgıçalınarak yapılan.
    çalgılıçağanaklı* Eğlenceli, şarkılı, çalgılı, gürültülü patırtılı, neşeli.
    çalgın* Sıcak veya soğuktan gelişemeyerek cılız kalan ekin.
    * Uzun zaman bakır kapta kalan tadı bozulmuşyemek, çalık.
    * Kötürüm, inmeli, sakat.
    çalgısız* Çalgısı olmayan.
    çalı* Böğürtlen, ahu dudu gibi ağaççıktan küçük, dallarıçok çatallıve sapları odunsu bitki.
    çalı bülbülü* Serçegillerden, güzel öten, küçük bir kuş, ötleğen (Sylvia communis).
    çalıçırpı* Kolayca ateşyakmaya yarayan ince ve kuru ağaç dalı, kuru ot gibi şeyler.
    çalıdikeni* Bkz. karaçalı.
    çalıfasulyesi* Kılçıklı bir çeşit fasulye.
    çalı gibi* sık ve sert (saç, sakal).
    çalıhorozu* Tavukgillerden, eti beğenilen bir yaban kuşu (Tetraourogallus).
    çalı idi, çırpı idi, evim idi ya, ayı idi uyu idi, kocam idi ya* her ne kadar evim derme çatma, kocam kaba saba idiyse de, bir düzen kurmuş, yaşayıp gidiyordum.
    çalıkakıcı* Eşkıya bozuntusu.
    çalıkuşu* Serçegillerden, başıkoyu kırmızı, gövdesine doğru rengi açılan, çalılık yerleri seven ötücü bir kuş
    (Troglodytes).
    çalıkuşugiller* Çalıkuşu benzeri türleri içine alan kuşlar familyası.
    çalısüpürgesi* Kırmızıçiçekleri olan ve süpürge yapımında kullanılan bir bitki.
    çalık* Çarpık.
    * Verev kesilmiş.
    * Tabiî olmaktan uzaklaşmış, kendi renginden olmayan.
    * Yan yan giden.
    * Adıdefterden silinmiş.
    * Yüzünde çı ban veya yara yeri olan.
    * Çı ban yeri.
    * Koyunlarda çiçek hastalığı.
    * Çalgın.
    çalık kavak* Dallarısepetçilikte kullanılan bir kavak türü, sepetçi kavağı.
    çalılandırma* Çalılandırmak işi.
    çalılandırmak* Çorak bir araziyi çalı ekimi yöntemi ile yeşertmek.
    çalılık* Çalısıçokça olan yer.
    çalım* Gösteriş, karşıdakini etkileme amacıyla yapılan davranış, kurum, caka.
    * Kılıcın keskin yanı.
    * Menzil, erim.
    * Biraz benzeme, andırma.
    * Bir oyuncunun topu elinden veya ayağından kaçırmadan karşısındaki oyuncularıkıvrak hareketlerle aldatıp
    geçmesi.
    * Geminin su kesiminden aşağı bölümünün başve kıç bodoslamasına doğru darlaşması.
    çalım atmak (veya yapmak)* Bkz. çalımlamak.
    çalım satmak* kurulup büyüklük taslamak.
    çalım yemek* futbolda çalım ile geçilmek.
    çalımcı* Çalım yapan kimse.
    çalımına gelmek (veya getirmek)* uygun zaman veya durumu ele geçirmek.
    çalımından geçilmemek* çok kurumlu olmak, çok çalımlı olmak.
    çalımlama* Çalımlamak işi.
    çalımlamak* Oyunda topu karşıtarafa kaptırmamak için el, ayak veya vücutla şaşırtıcı hareketlerde bulunmak.
    * Bir fırsattan yararlanarak bir başkasının hakkı olan bir şeyi ele geçirmek.
    çalımlanış* Çalımlanmak işi veya biçimi.
    çalımlanma* Çalımlamak işi veya durumu.
    çalımlanmak* Çalımlıdavranmak.
    * Kendisine çalım yapılmak.
    çalımlayış* Çalımlamak işi veya biçimi.
    çalımlı* Gösterişli, kurumlu.
    * Başıyüksek, yapısıdar (gemi).
    çalımlıçalımlı* Çalım göstererek, çalım satarak.
    çalımlık* Yoğurt veya maya çalmaya yetecek kadar.
    çalımlılık* Çalımlı olma durumu.
    çalımsız* Çalımı olmayan, gösterişsiz.
    çalımsızlık* Çalımsız olma durumu.
    çalınma* Çalınmak işi.
    çalınmak* Çalmak işine konu olmak.
    * İnme inmek.
    çalıntı* Çalınmışolan (şey).
    çalıp çırpmak* eline geçeni çalmak.
    çalısız* Çalısı olmayan.
    çalış* Çalmak işi veya biçimi.
    çalışılma* Çalışılmak işi.
    çalışılmak* Çalışmak işine konu olmak.
    çalışıp çabalamak* çok gayret göstermek.