cimcime | * Küçük ve tatlı bir tür karpuz. * Küçük ve sevimli (çocuk, kadın). |
cimdallı | * Bir tür oyun. |
cimnastik | * Bkz. jimnastik. |
cimnastikçi | * Bkz. jimnastikçi. |
cimri | * Elindeki parayıharcamaya kıyamayan. |
cimrice | * Cimri gibi, cimriye yakın. |
cimrileşme | * Cimrileşmek işi. |
cimrileşmek | * Cimri gibi davranmaya başlamak. |
cimrilik | * Cimri olma durumu, pintilik, nekeslik. |
cimrilik etmek | * cimrice davranmak, pintileşmek. * daha az vermek, esirgemek. |
cin | * Masallara ve bazı inançlara göre, göze görünmeyen yaratık. * Akıllı, zeki. |
cin | * Buğday, arpa, yulaf gibi tanelerden çıkarılan ve ardıçla kokulandırılan bir tür alkollu içki. |
cin | * (Cenova şehrinin adından) Pamuklu, kalın kumaştan giysi veya pantalon. |
cin cin bakmak | * kurnazca bakmak. * uykusuz gözlerle bakmak. |
cin çalığı | * çarpık veya dışgörünüşü çirkin olan insanlar için kullanılır. |
cin çarpmak | * (bir inanışa göre, cinlerin öfkesiyle) inme inmek. |
cin çarpmışa dönmek | * neye uğradığını bilemeyecek kadar kötü bir duruma düşmek. |
cin darısı | * Bkz. cin mısırı. |
cin fikirli | * Çok anlayışlı, çok kurnaz, zeki. |
cin gibi | * anlayışlıve zeki. |
cin ifrit olmak (veya kesilmek) | * son derece kızmak öfkelenmek. |
cin mısırı | * Bir tür ufak taneli mısır, cin darısı. |
cin saçı | * Küsküt. |
cin tutmak | * (bir inanışa göre cinlerin etkisiyle) delirmek. |
cinaî | * Cinayetle ilgili veya konusu cinayet olan. |
cinas | * Çok anlamlı bir kelimeye, her defasında başka bir anlam yükleyerek birbirine yakın birkaç yerde kullanma. * Çok anlamı olan bir kelimenin iyi anlamınıkullanır görünerek kötüsünü öne çıkarma. |
cinaslı | * Cinası olan, cinas sanatı bulunan. |
cinayet | * Adam öldürme. * Adam öldürme derecesinde ağır suç. |
cinayet işlemek | * adam öldürmek. |
cinci | * Cin çağırma ve onlarla konuşma gibi bir iddia ile geçim sağlayan (kimse). |
cingil | * Bkz. cıngıl. |
cingöz | * Açıkgöz, hiç aldatılmayan. |
cini tutmak | * çok sinirlenmek. |
cinlenme | * Cinlenmek durumu. |
cinlenmek | * Öfkelenmek. |
cinler cirit (veya top) oynamak | * o yer ıssız olmak. |
cinleri ayağa kalkmak | * sinirlenmek. |
cinleri başına toplanmak (veya üşüşmek) | * öfkelenmek. |
cinleşme | * Cinleşmek işi. |
cinleşmek | * Cin gibi davranmak. |
cinli | * İçinde cinlerin olduğuna inanılan. * Öfkeli, sinirli (kimse). |
cinnet | * Delilik. |
cinnet geçirmek | * delirmek, aklınıkaçırmak. |
cins | * Tür, çeşit. * Aralarında ortak özellikler bulunan varlıklar topluluğu. * Soy, kök, asıl. * Garip, tuhaf. * Pek çok ortak özellikleri bulunan türler topluluğu. * Yüksek nitelikte olan. |
cins cibilliyet | * Nitelik, asıl; soy sop. |
cins cins | * Çeşitli, çeşit çeşit. * Türlerine göre. |
cins isim | * Cins ismi. |
cins ismi | * Bir türden olan varlıkların adı: Kedi, nehir, düşünce, annelik gibi. |
cinsel | * Bkz. cinsî. |
cinsel taciz | * Ahlâksızca ve ulu orta veya gizlice söz ve davranışlarla karşıcinse eziyet etme, tedirginlik ve sıkıntıverme. * Çalışma hayatında ekonomik güç, üst makam veya başka etkili bir göreve sahip olanların, genellikle karşı cinsi ahlâk dışı birtakım tutum ve davranışlarla cinsel yönden sıkıntıya sokup rahatsız etmesi. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük C Sayfa 22
-
Türkçe Sözlük C Sayfa 23
cinsellik * Cinsel özelliklerin bütünü. cinsî * Cinsiyetle ilgili, cinsel, eşeysel. cinsilâtif * Kadın; güzel, alımlı, hoşa giden kadın. cinsiyet * Bireye, üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren özel bir yaratılış, eşey, cinslik, seks. cinslik * Cinsiyet. cinslik bilimi * Cinsiyetle ilgili sorunları inceleyen bilim, seksoloji. cinsliksiz * Cinsliği olmayan, erkek veya dişi olmayan, eşeysiz. cinyolu * Tarlaların arasında görülen verimsiz topraklar. cip * Her türlü arazide kullanılabilen ufak, hafif, motorlu taşıt. cips * İnce, yuvarlak kesilerek kızartılmışpatates. ciranta * Bir senedi ciro eden kimse. cirim * Hacim, oylum.
* Miktar, tutar, bölüm.cirit * At koşturup birbirine değnek atarak topluca oynanan oyun.
* Bu oyunda atılan değnek.cirit atma * Atletizmin ciridi fırlatmaya dayanan dalı. cirit atmak * (bir yerde) çokça bulunmak, sık dolaşmak ve serbestçe davranmak. cirit oynamak * istediği biçimde, keyfince davranmak. cirit oyunu * Cirit. cirit ucu * Cirit sopasının ucundaki demir, temren. ciritçi * Cirit oynayan kimse. ciro * Bir ticaret senedinin, alacaklıtarafından başkasına çevrilmesi ve senedin arkasına gereken yazının yazılıp
imza edilmesi.ciro etmek * bir ticaret senedinin veya çekin arkasına gereken yazıyıyazmak. cisim * Maddenin biçim almışdurumu.
* Gövde, beden, vücut.cisimcik * Küçük cisim.
* Atom taneciği.cisimlenme * Cisimlenmek işi, tecessüm. cisimlenmek * (cismi olmayan bir şey için) Cisim durumuna gelmek, tecessüm etmek. cisimleşme * Cisimleşmek durumu. cisimleşmek * Cisim hâline gelmek, tecessüm etmek. cismanî * Cisimle, bedenle ilgili.
* Dinî bir inanışla ilgili düşüncelere bağlı olmayarak, yalnız maddî temellere dayanan, ruhanî karşıtı.cismanîlik * Maddîlik. cismen * Cisim olarak, vücutça, bedence. civan * Yakışıklı genç erkek veya genç kadın.
* Genç ve yakışıklı olan.civanım! * bir sevgi seslenişi. civankaşı * Bir tür nakışve işleme. civanmert * Mert yaradılışlı, yüce gönüllü, yiğit. civanmertlik * Civanmert olma durumu. civanperçemi * Birleşikgillerden, birçok türleri olan bir kır bitkisi, kandil çiçeği (Achillea millefolium). civar * Yöre, yakın yer, dolay. civciv * Kümes hayvanlarının yumurtadan yeni çıkmışyavrusu. civcivli * Gürültülü patırtılı, telâşlı. civcivlik * Sekiz on haftalık oluncaya kadar civcivlerin bakımına ayrılan kümes. civelek * Canlı, neşeli ve sokulgan.
* Yeniçeri ocağına yeni girmişdelikanlı.civeleklik * Civelek olma durumu. ciyak ciyak * Bkz. cıyak cıyak. ciyaklama * Cıyaklama. ciyaklamak * Cıyaklamak. cizvit * İsa Derneği denilen bir Hristiyan derneğinin üyesi. cizye * Müslüman devletlerde Müslüman olmayanlardan alınan bir çeşit vergi. Cl * Klor`un kısaltması. Co * Kobalt`ın kısaltması. coğrafî * Coğrafya ile ilgili. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 24
coğrafî durum * Bir yerin çevresi ile ilgisinin tespiti veya görünümü. coğrafik * Coğrafî. coğrafya * Yeryüzünü fizikî, ekonomik, beşerî, siyasî, yönlerden inceleyen bilim.
* Bir yeryüzü parçasını, bir bölgeyi, bir ülkeyi belirleyen, niteleyen, fizikî, ekonomik, beşerî, siyasî
gerçekliklerin tümü.coğrafyacı * Coğrafya araştırmalarıyapan kimse.
* Coğrafya öğretmeni.coğrafyacılık * Coğrafyacı olma durumu veya coğrafyacının mesleği. cokey * Yarışatlarına binen, yetenekleri bu amaca göre geliştirilmişkimse. cokeylik * Cokeyin yaptığı iş. conta * Geçirmezliği sağlamak için, sıkıştırılmışiki yüzey arasına yerleştirilmiş, genellikle kauçuk ve kurşundan
yapılan ince parça.contalama * Contalamak işi. contalamak * Conta koymak veya yerleştirmek. cop * Kalın kısa değnek.
* Polislerin kullandığı araç veya lâstik sopa.coplama * Coplamak işi. coplamak * Copla vurmak, copla dövmek. coplanma * Coplanmak işi. coplanmak * Copla dövülmek. coplatma * Coplatmak işi. coplatmak * Coplamak işini yaptırmak. corum * Balık akını.
* Uskumruların büyük balıklardan korkarak kıyıya sığınmasıdurumu.coşku * Genellikle büyük bir istekle ortaya çıkan geçici hayranlık veya heyecan durumu.
* Sevinç gösterileriyle beliren güçlü heyecan.
* Salgı bezleri ve dinamik etkinliklerle kendine özgü ilişkileri bulunan iç veya dışuyaranların kamçıladığı
güçlü duygu durumu.
* Bir düşünceyle, bir duyguyla dolarak yücelme; ruhun kendini aşıp yücelmesi, heyecan.coşkulanma * Coşkulanmak işi. coşkulanmak * Coşkulu duruma gelmek. coşkulu * Coşkusu olan. coşkun * Coşmuşolan. coşkunca * Coşkun (bir biçimde). coşkunlaşma * Coşkunlaşmak işi. coşkunlaşmak * Coşkun bir duruma gelmek. coşkunluk * Coşkun olma durumu veya coşkunca yapılan iş. coşma * Coşmak işi, galeyan. coşmak * Duygu ve düşünceleri güçlü bir tepki ile dışarıvurmak, galeyan etmek.
* (doğa olaylarından herhangi biri) Birdenbire çoğalıp hızlanmak.coşturma * Coşturmak işi. coşturmak * Coşmasını sağlamak, coşmasına yol açmak. coşturucu * Coşturan. coşturuculuk * Coşturucu olma durumu. coşturulma * Coşturulmak işine konu olmak. coşturulmak * Coşmak işi yaptırılmak. coşuntu * Coşku, heyecanlıdavranış. cömert * Para ve malınıesirgemeden veren, eli açık, selek, semih.
* Verimli.cömert davranmak * sakınmadan, esirgemeden bol bol vermek. cömertçe * Cömert bir biçimde, sakınmadan, bol bol. cömertleşme * Cömertleşmek işi. cömertleşmek * Cömertçe davranmak. cömertlik * El açıklığı, verimlilik, semahat, mürüvvet. cönk * Büyük yelkenli gemi.
* Saz şairlerinin, kendilerinin veya başkalarının şiirlerini derledikleri, uzunlamasına açılan, deri kaplıdefter.Cr * Krom’un kısaltması. crescendo * Çalgılar giderek daha yüksek ses verecek biçimde çalınma durumu. Cs * Sezyum’un kısaltması. Cu * Bakır’ın kısaltması. -cu * Bkz. -cı/ -ci. cudam * Beceriksiz, güçsüz, görgüsüz kimse. cuk * Bkz. aşağıcuk oturmak. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 25
-cuk * Bkz. -cık / -cik. cukka * Hayvan ve insan memesi. cukkayıyutmak * oyunda ütülmek. -cul * Bkz. cıl /-cıl. cuma * Haftanın altıncı günü, perşembe ile cumartesi arasındaki gün.
* Cuma namazı.cuma gecesi * Perşembeyi cumaya bağlayan gece. cuma namazı * Cuma günü öğlen ibadetinde cemaatle kılınan namaz. cumartesi * Haftanın yedinci günü, cuma ile pazar arasındaki gün. cumartesi kibarı gibi süslenmek * özentili fakat zevksiz süslenmek. cumba * Yapıların üst katlarında, ana duvarların dışına, sokağa doğru çıkıntıyapmış balkon.
* Eski evlerde pencere hizasından sokağa doğru çıkıntısı olan kafesli bölüm.cumbadak * Suya düşen bir cismin çıkardığısesi anlatmak için düşmek fiiliyle birlikte kullanılır. cumbalak * Takla. cumbalama * Cumbalamak işi. cumbalamak * Bir parçanın dar kenarındaki testere izi veya benzeri girinti ve çıkıntılarıdüzeltmek. cumbalatma * Cumbalatmak işi. cumbalatmak * Cumbalamak işini yaptırmak. cumbalı * Cumbası olan (yapı). cumbasız * Cumbası olmayan (yapı). cumbul cumbul * Aşırıölçüde içilmişiçkinin veya yenmişsulu yemeğin vücutta çıkardığısesi anlatır. cumbuldama * Cumbuldamak işi. cumbuldamak * Bir kabın içinde çalkalanıp ses çıkarmak. cumbuldatma * Cumbuldatmak işi. cumbuldatmak * (bir sıvı için) Bir kabın içinde çalkalamak. cumburdama * Cumburdamak durumu. cumburdamak * Cumburtu sesi çıkarmak. cumburlop * Ağır bir cismin suya düştüğü zaman çıkardığısesi anlatmak için kullanılır. cumburtu * Suya düşen ağır bir cismin veya çalkalanan suyun çıkardığıses. cumhur * Halk.
* Topluluk.cumhur cemaat * Cümbür cemaat. cumhura muhalefet kuvveihatadandır * halkın tuttuğu bir davaya karşıçıkılmaz. cumhurbaşkanı * Cumhuriyetle yönetilen ülkelerde devlet başkanı, reisicumhur. cumhurbaşkanlığı * Cumhurbaşkanı olma durumu.
* Cumhurbaşkanının makamı.cumhurca * Toplu olarak, hep birlikte. cumhuriyet * Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği millet vekilleri aracılığı ile
kullandığıdevlet biçimi.Cumhuriyet Bayramı * 29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyeti kutlamak üzere yasayla kabul edilmişolan resmî bayram. cumhuriyetçi * Cumhuriyet yanlısı olan kimse. cumhuriyetçilik * Cumhuriyet yanlısı olma durumu. cumhuriyetperver * Cumhuriyetçi, cumhuriyet yanlısı. cumhurreisi * Bkz. cumhurbaşkanı. cunda * Yatay serenlerin her iki başı. cunta * Bir ülkede yönetime el koyan kimselerden oluşan kurul. cuntacı * Cunta üyesi. cup * Suya düşen birşeyin çıkardığısesi anlatmak için kullanılır. cuppadak * Cumbadak. cura * Tezene ile çalınan iki veya üç telli halk sazı.
* Bir çeşit küçük atmaca.
* Ufak tefek, gelişmemiş.cura zurna * Bir çeşit küçük zurna. curacı * Cura yapan veya çalan kimse. curcuna * Gürültülü, karışık durum.
* Alaturka müzikte hızlı bir usul.curcunalı * Curcuna içinde olan (yer, ses, hava). curcunaya çevirmek, döndürmek (veya curcunaya vermek) * ortalığıkarışık, gürültülü duruma sokmak. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 26
curnal * Bkz. jurnal. curnata * Bıldırcın sökünü. cuşiş * Coşkunluk, coşma. -cü * Bkz. -cı/ -ci. cübbe * Hukukçuların, üniversitede belli bir aşamaya ulaşmış bilim adamlarının elbise üstüne giydikleri uzun,
yanları geniş, düğmesiz giysi.cübbe gibi * çok genişve uzun (giysi). cübbeci * Cübbe yapan ve satan kimse. cübbeli * Cübbe giymişolan. cüce * Boyu, normalden çok daha kısa olan (kimse).
* Gelişmemiş.cüceleşme * Cüceleşmek durumu. cüceleşmek * Cüce durumuna gelmek. cücelik * Cüce olma durumu. cücük * Filiz, tomurcuk.
* Kümes hayvanlarının yavrusu, civciv.
* Kuşyavrusu.
* Soğan, marul gibi katmerli bitkilerin en iç bölümü.
* Bir şeyin küçüğü veya onu andıran bir parçası.cücüklenme * Cücüklenmek işi. cücüklenmek * Filizlenmek. cücükleşme * Cücükleşmek durumu. cücükleşmek * Filizlenme durumu almak. cüda * (yurt, baba ocağı gibi çok sevilen şeylerden) Ayrılmışolan, uzak kalmışolan. cüda etmek * ayırmak. cühelâ * Bilgisizler, cahiller. -cük * Bkz. -cık /-cik. -cül * Bkz. -cıl /-cil. cülûs * Hükûmdarlık tahtına çıkma, tahta oturma. cülûsiye * Hükümdarların cülûs törenlerinde dağıttığı bahşiş.
* Şairlerin tahta çıkan padişah için yazdığışiir.cümbür cemaat * Toplu olarak, hepsi birden, cumhur cemaat. cümbüş * Eğlenti.
* Maden gövdeli, tambura benzer bir saz.
* Canlılık, coşku.cümbüşyapmak * toplu hâlde eğlenmek. cümbüşçü * Cümbüşçalan (kimse). cümbüşlü * Eğlentili, hareketli. cümle * Dizge, sistem.
* Bir yargı bildirmek için tek başına çekimli bir fiil veya çekimli bir fiille kullanılan kelimeler dizisi, tümce.
* Bütün, hep, herkes.cümle âlem * Herkes. cümle bilgisi * Bir cümleyi oluşturan kelime ve kelime gruplarıarasındaki ilişkiyi inceleyen ve sınıflamalar yapan, dil
bilgisinin ana bölümlerinden biri, tümce bilgisi, söz dizimi.cümle kapısı * Yapılarda ana kapı. cümlecik * Önerme.
* Küçük cümle.cümlenin ögeleri * cümlenin kuruluşunda başlıca görevleri yüklenmişolan kelimeler, özne, tümleç, yüklem. cümlesi * Hepsi. cümleten * Hep birden. cümudiye * Buzul. cünha * Cürüm derecesindeki suç, kabahatten ağır ve cinayetten hafif olan suç. cünun * Delilik. cünüp * Cinsel ilişkiden sonra, dinin buyurduğu biçimde henüz yıkanmadığı için temiz sayılmayan (kimse), cenabet. cünüplük * Cünüp olma durumu. cüppe * Bkz. cübbe. cür’et * Yüreklilik, ataklık, cesaret.
* Düşüncesizce, saygıyıaşan davranış.cür’et etmek * ataklık etmek, yüreklilikle davranmak. cür’etkâr * Atak, cür’etli. cür’etkârlık * Cür’etkâr olma durumu. cür’etlenme * Cür’etlenmek durumu. cür’etlenmek * Cür’etli davranmak. cür’etli * Cür’eti olan. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 27
cür’etsiz * Cür’eti olmayan. cürmümeşhut * Suçüstü. cürmümeşhut hâlinde * suçu işlerken, suç üstü yakalanmak. cüruf * Maden posası, demir boku, dışkı.
* Kaloriferlerden çıkan yanmışkömür artığı.cürüm * Suç.
* Yanlışlık, kusur veya hatadan doğan durum.cüsse * İnsan gövdesi. cüsseli * İri yapılı, iri gövdeli, iri yarı(insan). cüssesiz * İnce yapılı, ufak tefek, güçsüz. cüz * Bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri.
* Kur’an`ın bölünmüşolduğu otuz parçadan her biri.
* Basılıeserlerin ayrı bir kapak içinde satışa çıkarılan bir veya birkaç formalık bölümü, fasikül.cüzam * Hansen basilinin sebep olduğu deri hastalığı. cüzamlı * Cüzam hastalığına tutulmuşolan. cüzdan * Cebe girecek büyüklükte, para ve kâğıt koymaya yarar küçük çanta.
* Bir kimsenin kimliğini bildirmek için resmî bir yerden kendisine verilen, cep defteri biçimindeki belge.cüz’î * Az, azıcık, pek az.
* Tikel.-ç * Küçültme eki. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 12
cenah * Kuşkanadı.
* Kol, pazı.
* Yan, taraf.
* Savaşdüzenindeki ordunun iki yanından her biri.cenap * Saygı, onur ve büyüklük anlamıyla kullanılır. cenaze * Kefenlenip tabuta konmuş, gömülmeye hazırlanmışinsan ölüsü.
* Cenaze töreni.cenaze alayı * Ölüyü kaldırma töreni veya bu törende yer alan veya cenazeyi izleyen topluluk. cenaze duası * Cenaze defnedilirken okunan dua. cenaze gibi * benzi sararmış. cenaze levazımatı * Ölünün kefenlenmesi sırasında gerekli olan malzemeler. cenaze merasimi * Cenaze töreni. cenaze namazı * Cenaze gömülmeden önce musalla taşının üstüne konan tabutun önünde kılınan namaz. cenaze töreni * Cenaze namazından mezara kadar yapılan dinî tören. cenazeyi kaldırmak * ölüyü gömmek üzere götürmek; gömmek. cenbiye * Ağzıeğri bir tür Arap bıçağı. cendere * Bir şeyi sıkmak, ezmek gibi işlerde kullanılan mekanizma, pres.
* Manevî baskı.cendereleşme * Cendereleşmek işi. cendereleşmek * Manevî baskıaltında mücadele etmek. cendereye sokmak * manevî baskıaltına almak. Cenevizli * Ceneviz (bugünkü Cenova şehri) Cumhuriyeti halkından olan kimse. cengâver * Savaşçı.
* İyi dövüşen, dövüşçü, savaşkan, vuruşkan.cengâverce * Cengâvere yakışır biçimde. cengâverlik * Savaşçılık, savaşkanlık, dövüşçülük. cengel * Otlarla ve sık ağaçlarla örtülü genişHindistan ormanlarına verilen ad. cenin * Ana rahminde doğma zamanınıtamamlayamamışveya vaktinden önce düşmüşçocuk. ceninisakıt * Düşük. cenk * Savaş, kavga.
* Büyük çaba, uğraş, kavga; çekişme.cenk etmek * savaşmak, mücadele etmek. cenkçi * Savaşçı, kavgacı. cenkçilik * Cenkçi olma durumu. cenkleşme * Cenkleşmek işi. cenkleşmek * Savaşmak.
* Atışmak, çekişmek, münakaşa etmek.cennet * Dinî inanışlara göre, iyilik yapanların, günahsızların, öldükten sonra sonsuz bir mutluluğa kavuşacakları
yer; uçmak (II).
* Çok güzel, huzur veren yer.cennet balığı * Cennet balığı gillerden, mavi yeşil zemin üzerine bakır rengi çizgili tropikal balık (Macropodus
viridiauratus).cennet balığı giller * Kemikli balıklar takımının kefallar alt takımına giren bir familya. cennet biberi * Zencefilgillerden karabiber tadında bir bitki. cennet gibi * güzel, bakımlı(yer). cennet kuşu * Cennet kuşugillerden, tüyleri güzel renkli bir kuş(Paradisea apoda).
* Güzel, alımlıkadın.
* Henüz pek küçükken ölen bebek.cennet kuşugiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfının bir familyası. cennet öküzü * Yüreği temiz ama budala denecek kadar saf kimse. cennet taamı * Tadıçok güzel olan yemek veya yiyecek. cennete çevirmek * temiz, bakımlı, güzel bir yer durumuna getirmek. cennete dönmek * güzel, rahat yaşanılır, bakımlı bir yer durumuna gelmek. cennetleşme * Cennetleşmek durumu. cennetleşmek * Cennet durumuna girmek.
* Cennetin güzellikleriyle donanmak.cennetlik * Öldükten sonra yerinin cennet olacağına inanılan (kimse).
* (ölmüşkimse için) Yeri cennet olan, cennetmekân.cennetmekân * Cennetlik. centilmen * İyi arkadaşlık eden, saygılı, görgülü, kibar (erkek). centilmence * Centilmene yakışır (bir biçimde). centilmenlik * Centilmen olma durumu.
* Centilmene yakışır davranış.centilmenlik antlaşması * Hukukî ve resmî olmayan, ancak tarafların karşılıklı güvenlerine dayanan sözlü antlaşma. cenubî * Güneyle ilgili, güneye özgü olan, güney. cenup * Güney. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 13
cenuplu * Güneyli. cep * Genellikle bir şey koymaya yarar, giysinin belli bir yeri açılarak içine yerleştirilen astardan yapılmıştorba
veya giysinin üzerine konulan parça ile yapılmışyer.
* Belirtisiz isim tamlamasıyapısında, tamlayan görevinde “cebe sığabilecek boyda” anlamını verir.
* Savaşalanının bir yerinde düşmanın geriletilmesiyle ortaya çıkan taktik durum, çökertme.
* Trafiği kolaylaştırmak için yaya kaldırımlarında veya yollarda yapılan cep biçimindeki taşıt yanaşma yeri.
* Kablosuz telefon.cep defteri * Cebe sığabilecek büyüklükteki defter. cep feneri * Pille çalışan ve cepte taşınan küçük fener. cep harçlığı * Bir kimseye ufak tefek gündelik harcamalarıkarşılaması için verilen para. cep harçlığınıçıkarmak * günlük masrafınıkarşılayacak kadar kazanç sahibi olmak. cep kitabı * Cepte taşınacak, cebe girecek biçimde küçük kitap. cep saati * Cepte taşınan saat. cep sözlüğü * Cepte taşınabilecek ve günlük ihtiyaca hemen cevap verebilecek küçük sözlük. cep takvimi * Cepte taşınabilecek küçük boy takvim. cep telefonu * Cebe sığabilecek küçüklükte olan, taşınabilir, kablosuz telefon. cep televizyonu * Çok küçük boyutları olan veya cebe sığabilecek küçüklükteki televizyon. cepçi * Yankesici. cepçilik * Yankesicilik. cephane * Ateşli silâhlarla atılmak için hazırlanan her türlü patlayıcımadde. cephaneci * Kara, deniz ve hava birliklerinde cephanelik görevlisi veya sorumlusu olan kimse. cephanelik * Cephanenin saklanmasına yarar kapalıve korunmuşyer. cephe * (yapılarda) Yüz, alnaç.
* Üzerinde savaşın sürdüğü bölge.
* Yan, yön, taraf.
* Belli bir düşünce, istek çevresinde sağlanan beraberlik.cephe açmak * savaşolmayan bir bölgede, savaşa hazırlanmak ve başlamak. cephe almak * hasım durumu takınmak, bir düşünceye karşı olmak, direnmek. cephe gerisi * Savaşalanının gerisinde kalan bölge. cepheden cepheye koşmak * durmadan, değişik cephelerde savaşmak, yılmak bilmemek. cepheden hücuma geçmek * dolaşık yollara sapmadan, doğrudan doğruya konuyu ele alarak birine karşıçıkmak veya mücadeleyi açıktan
açığa yapmak.cephelenme * Cephelenmek işi. cephelenmek * Cephe oluşturmak. cepheleşme * Cepheleşmek işi. cepheleşmek * Bir düşünce, bir istek çevresinde birlik oluşturmak. cepheli * Yönlü, taraflı. cepken * Kollarıyırtmaçlıve uzun, harçla işlenmiş bir tür kısa, yakasız üst giysisi. cepleme * Ceplemek işi. ceplemek * Kazanmak, cebine indirmek. cepten aramak * bir kimseyi cep telefonundan aramak. cepten vermek * kendi kesesinden, kendi malından ödemek. cer * Çekme, sürükleyerek götürme. cer hocası * Taşrada imamlık yaparak para ve erzak toplayan genç medrese öğrencisi. cerahat * İrin.
* Yara.cerahatlenme * Cerahatlenmek işi. cerahatlenmek * (yara) İrin toplamak. cerahatli * İrin toplamış, irinli. cerahatsiz * İrin toplamamış, irinsiz. cerbeze * Güzel konuşma.
* Beceriklilik, girginlik.
* Kurnazlık, hilekârlık.cerbezeli * Girgin, kolaylıkla ve inandırıcısöz söyleyen, dilli. cereme * Başkasıtarafından yapılan veya kaza sonucu ortaya çıkan zararıödeme. ceremesini çekmek * başkasının yol açtığızararıödemek. ceren * Ceylan. cereyan * Bir yöne doğru akma, akış, akıntı.
* Akım.
* Bir şeyin gelişme, olma durumu.
* Aynıeğilimde olan, aynı görüşü paylaşan kimselerin oluşturduğu hareket.cereyan çarpmak * elektrik akımına tutulup etkisinde kalmak. cereyan etmek * geçmek, olmak, yapılmak. cereyana kapılmak * elektrik akımıyla çarpılmak.
* suyun akışı içinde kalıp sürüklenmek.
* bir eğilim, bir görüşhareketi içinde yer almak.cereyanda kalmak * kapalı bir yerde, karşılıklıaçık pencere veya kapıarasında meydana gelen hava akıntısında kalıp üşütmek. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 14
cereyanlı * Akıntılı.
* Akımlı.cerh * Yaralama.
* (bir düşünce, inanç, veya iddia için) Çürütme.cerh etmek * yaralamak.
* çürütmek.ceride * Gazete.
* Tutanak, kayıt defteri.
* Süvari kolu.ceriha * Yara. cerime * Cereme. Cermen * Bugünkü Almanya’yı, Bohemya ve Polonya’nın batı bölümünü kapsayan Cermanya’da M.Ö. 3. yüzyıldan 9.
yüzyıla kadar oturan halk veya bu halktan olan kimse.Cermen dilleri * Kuzey Avrupa’da konuşulan ve Hint-Avrupa dil ailesi içinde yer alan diller. cermen menteşe * Bina kapıları ile pencerelere takılan ve yapraklarımenteşe uzunluğunun yarısıkadar olan, sactan kıvrılarak
yapılmışmenteşe.Cermence * Cermen dili. cerrah * Operatör.
* Önemsiz yaraları iyileştiren kimse.cerrahî * Cerrahlıkla ilgili.
* Hekimliğin, ameliyatla tedavi yapan dalı.cerrahî müdahale * Ameliyat. cerrahlık * Cerrah olma durumu veya cerrahın mesleği. cerrar * Çekici, sürükleyici.
* Zorla para alan (kimse).
* Savaş araçlarıyla donatılmışkalabalık ordu.
* Dilenci.cerre çıkmak * (medreselerde okuyan softalar) para ve erzak toplamak için belli aylarda köylere dağılıp imamlık veya
müezzinlik yapmak.cesamet * Büyüklük, irilik. cesametli * Kocaman, iri. cesaret * Güç veya tehlikeli bir işe girişirken kişinin kendinde bulduğu güven; yüreklilik, yiğitlik, yürek ve göz
pekliği.
* Çekinmezlik, atılganlık.cesaret almak (veya bulmak) * herhangi bir durumdan, davranıştan güç almak. cesaret etmek * korkulması gereken bir işe korkmadan girişmek, göze almak. cesaret gelmek * yılgınlığı gitmek, yüreklenmek. cesaret göstermek * yürekli davranmak. cesaret vermek * birinin yılgınlığını gidermek, birini yüreklendirmek. cesarete gelmek * yılgınlığı gitmek, yüreklenmek. cesaretini kırmak * yürekliliğini gidermek, korkutmak. cesaretini toplamak * kendine güven duygusunu, yürekliliğini ve atılganlığını bir araya getirmek. cesaretlendirilme * Cesaretlendirilmek işi, yüreklendirilme. cesaretlendirilmek * Yüreklendirilmek. cesaretlendirme * Cesaretlendirmek işi, yüreklendirme, yiğitlendirme. cesaretlendirmek * Yüreklendirmek, yiğitlendirmek, cesaret vermek. cesaretlenme * Cesaretlenmek işi, yüreklenme, yiğitlenme. cesaretlenmek * Yılgınlığı gitmek, yüreklenmek, yiğitlenmek. cesaretli * Hiçbir şeyden korkusu olmayan, yürekli, yiğit. cesaretlilik * Cesaretli olma durumu, yüreklilik. cesaretsiz * Yüreksiz.
* Çekingen.cesaretsizlik * Cesaretsiz olma durumu, yüreksizlik. ceset * Ölü vücut, naaş. cesim * Büyük, iri, kocaman. ceste * “Azar azar”, “kısım kısım” anlamındaki ceste ceste ikilemesinde geçer. ceste ceste * Azar azar. cesur * Yürekli, cesaretli. cesurane * Cesaretle, yüreklice, yiğitçesine. cesurca * Cesura yakışan biçimde, cesur gibi. cesurluk * Yüreklilik, gözü pek olma durumu.
* Atılganlık.cet * Dede, büyük baba, ata. cetbecet * Atalardan beri, soyca. cetvel * Doğru çizgileri çizmeye yarayan, dereceli veya derecesiz, tahtadan, plâstikten veya madenden yapılmış araç,
çizgilik.
* Liste, çizelge.
* Ark, su kanalı.cevaben * Cevap olarak, karşılık olarak. cevabıdikmek (veya dayamak, yapıştırmak) * kesin, ters ve karşısındakinin beklemediği bir karşılık vermek. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 15
cevabî * Cevap niteliğinde olan. cevahir * Elmas, yakut gibi değerli taşlar, mücevher. cevahir yumurtlamak * cevher yumurtlamak. cevahirci * Mücevher alıp satan kimse, mücevherci. cevap * Bir soruya, bir isteğe, bir söz veya yazıya verilen karşılık, yanıt. cevap anahtarı * Sınavlarda sorulan soruların çözülmüş biçimi. cevap hakkı * Bir kimsenin şahsıyla ilgili basın yayın organlarında çıkan haberlere karşılık olarak ya düzeltme ya da cevap
verme hakkı.cevap kâğıdı * Sınavlarda sorulan soruların cevaplarının bulunduğu kâğıt. cevap vermek * karşılık olarak bildirmek veya söylemek.
* ihtiyacıkarşılamak.
* iyi sonuç vermek, iyi sonuç alınmak.cevaplama * Cevaplamak işi. cevaplamak * Bir soruya, bir isteğe, bir söz veya yazıya karşılık vermek, yanıtlamak. cevaplandırılma * Cevaplandırılmak işi, yanıtlandırılma. cevaplandırılmak * Bir şeyin cevabı, karşılığıverilmek, yanıtlandırılmak. cevaplandırma * Cevaplandırmak işi, yanıtlandırma. cevaplandırmak * Bir şeyin cevabını, karşılığınıvermek, yanıtlandırmak. cevaplı * İçinde cevap bulunan, yanıtlı. cevaplıtelgraf * Cevabının ücreti bir şey sorup cevap almak için telgraf gönderen kimse tarafından önceden ödenmişolan
telgraf türü.cevapsız * Cevabıverilmemiş, karşılıksız, yanıtsız. cevapsız bırakmak * karşılığında herhangi bir cevap vermemek, bir tepki göstermemek. cevaz * İzin, müsaade. cevaz vermek * hoşgörmek, uygun bulmak. cevelân * Dolaşma, dolanma, gezinme, gezinti. cevher * Bir şeyin özü, maya, gevher.
* Değerli süs taşı, mücevher.
* İyi yetenek.
* Töz.cevher yumurtlamak * değerli sözler söylediğini sanarak saçmalayanlar için alay yollu söylenir. cevherli * Cevheri olan. cevhersiz * Cevheri olmayan. cevir * Eziyet, cefa, üzgü. ceviz * Cevizgillerin örnek bitkisi olan, uzun ömürlü, gövdesi kalın, kerestesi değerli, yurdumuzda çok yetişen ağaç
(Juglans regia).
* Bu ağacın yağlı, nişastalıyemişi, koz.
* Ceviz ağacının kerestesinden yapılmış.ceviz içi * Cevizin kabuğu kırıldıktan sonra kalan iç. ceviz kırmak * yanlıştutum veya davranışta bulunmak, hata yapmak. cevizgiller * Örneği ceviz olan, taçsız iki çeneklilerden bir bitki familyası. cevizî * Cevizden yapılmışveya cevizi andıran. cevizli * Cevizi olan, ceviz katılmış. cevizlik * Ceviz ağacının çok olduğu yer. cevretme * Cevretmek işi. cevretmek * Eziyet etmek. cevval * Davranışlarıçabuk ve kesin olan. cevvaliyet * Çabukluk, hareketlilik. cevvî * Atmosfer ile ilgili, atmosferik. Cevza * İkizler burcu. ceylân * Çift parmaklılardan, boynuzlugiller familyasından, çöllerde yaşayan, çok hızlıkoşan, gözlerinin güzelliği ile
tanınan, ince bacaklı, zarif, memeli hayvan, gazal (Gazella dorcas).ceylân bakışlı * Süzgün ve tatlı bakışlı. ceylân gibi * yapısı ince ve uyumlu. ceylânca * Ceylân gibi, ceylâna uygun biçimde. ceza * Uygun görülmeyen tepki ve davranışlarıönlemek için üzüntü, sıkıntı, acıveren uygulama.
* Suç işleyen bir kimsenin yaşantısına, özgürlüğüne, mallarına, onuruna karşıdevletin koyduğu sınırlama.ceza alanı * (futbol, hentbol vb. de) Bir oyuncunun bilerek yaptığıkural dışıdavranışın penaltı ile cezalandırıldığıveya
kalecinin topu elle tutmasına izin verilen alan.ceza almak * öğrenci cezalandırılmak.
* (görevli, suçluya) para cezasıverdirmek.ceza atışı * Ceza vuruşu. ceza çekmek * hapiste yatmak.
* manevî bakımdan işlenen suçun ağırlığını çekip sıkıntıve üzüntü içinde kalmak.ceza evi * Hükümlülerin içinde tutulduklarıyapı, hapishane, mahpushane. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 16
ceza görmek * kendisine ceza verilmek, cezalandırılmak. ceza hukuku * Suç kapsamı içine giren eylemler ile bunlara uygulanacak cezaları inceleyen hukuk dalı. ceza kesmek * (görevli) para cezasıyazmak. ceza reisi * Ağır ceza mahkemesi başkanı. ceza sahası * Bkz. ceza alanı. ceza vermek * cezalandırmak.
* para cezasıödemek.ceza vuruşu * Özellikle futbolda, bir oyuncunun oyun alanında yanlışdavranışınıcezalandırmak için, karşıtarafın
yapmaya hak kazandığıserbest vuruş.ceza yazmak * Bkz. ceza kesmek. ceza yemek * cezalandırılmak. cezaî * Ceza ile ilgili, cezaya ilişkin, cezaya dayanan. cezalandırılma * Cezalandırılmak işi. cezalandırılmak * Cezaya çarptırılmak, ceza verilmek, tecziye edilmek. cezalandırma * Cezalandırmak işi. cezalandırmak * Bir kimseye veya varlığa ceza vermek. cezalanma * Cezalanmak işi. cezalanmak * Cezaya çarpılmak. cezalı * Cezalandırılmış(kimse). cezasını bulmak * hak ettiği kötü sona uğramak. cezasını çekmek * yaptığı bir kusur veya tedbirsizliğin zararına uğramak.
* hükmedilen cezayı bitirmek.cezasız * Cezaya çarptırılmamış, cezalandırılmamış. cezaya çarptırmak * cezalandırmak. Cezayir menekşesi * Zakkumgillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, kendine özgü mavi, açık mor renkli çiçekleri ve
ortasıçukur taç yaprakları olan bir bitki (Vinca).Cezayirli * Cezayir halkından olan (kimse). cezbe * Bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırıölçüde coşup kendinden geçme durumu. cezbelenme * Cezbelenmek durumu. cezbelenmek * Cezbeye tutulmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek. cezbeli * Cezbesi olan. cezbesiz * Cezbesi olmayan. cezbetme * Cezbetmek durumu. cezbetmek * Kendine çekmek, bağlamak. cezbeye tutulmak (veya kapılmak) * bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırıölçüde coşup kendinden geçmek. cezerye * Ezilmişhavuç içine fındık, şeker vb. eklenerek yapılan bir tatlıtürü. cezir * Kök.
* Alçalma.cezire * (denizde) Ada. cezp * Kendine çekme.
* Etkileyerek kendine bağlama.cezrî * Köklü, kökten, temelden, radikal. cezve * Kahve pişirmeye yarayan, saplı, silindire benzer küçük kap. cezve sürmek * kahveyi pişirmek için cezveyi ateşe doğru itmek. Cf * Kaliforniyum’un kısaltması. CGS * Santim, gram, saniye kelimelerinin kısaltılmasından oluşan uluslar arasıfizik birimleri sistemi. charter * Bkz. çartır. check up * Bkz. çekap. -cı/ -ci, -cu / -cü * İsimden isim ve sıfat türeten ek: kapı-cı, köfte-ci, su-cu, türkü-cü, balık-çı, simit-çi, yoğurt-çu, kürk-çü vb. cı bıl * Çıplak.
* Yoksul, parasız, geçim darlığıçeken.cıcığıçıkmak (veya cıcığınıçıkartmak) * çok yorulmak, hırpalanmak. cıcık * Güzel.
* Süs.
* Derisi soyulmuşet.
* İç organlar.cıda * Mızrak. cıdağı * Atın iki omzunun arası.
* Derin, işleyen yara, büyük çı ban.cıdak * Mızrak. cı gara * Bkz. sigara. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 17
cık * “Yok olmaz” anlamında kullanılır. -cık / -cik, -cuk / -cük * İsimden küçültme ve okşama isimleri türeten ek: baba-cık, anne-cik, yavru-cuk, öpü-cük vb.
* Önüne bir ünlü getirilerek sıfat ve zarf türetir: az-ıcık, dara-cık, bir-i-cik vb.
* -ca ekli zarflardan pekiştirme zarflarıtüretir: Yavaş ca-cık,usulca-cık vb.-cıl / -cil * İsimden “seven” anlamına sıfat türetir: adam-cıl, insan-cıl, balık-çıl, ev-cil vb. cılız * Çok zayıf ve güçsüz, eneze, nahif.
* (ışık için) Güçsüz, sönük.cılızlaşma * Cılızlaşmak işi. cılızlaşmak * Zayıf ve güçsüz düşmek, zayıflamak.
* Gücünü, değerini yitirmek.cılızlık * Cılız olma durumu. cılk * Bozularak kokmuş.
* Cıvık.
* İrinlenmiş.
* Sözünün eri olmayan.cılk çıkmak * kusurlu, boşveya bozuk çıkmak. cılk etmek * bozmak, çürütmek. cılkava * Kurdun veya tilkinin ense postundan yapılan kürk. cılkıçıkmak * bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrılmak. cılklaşma * Cılklaşmak işi. cılklaşmak * Cılk duruma gelmek. cılklık * Cılk olma durumu. cımbar * Çımbar.
* Filiz, sürgün.cımbarlama * Cımbarlamak işi. cımbarlamak * Dokunmakta olan halının veya bezin kenarınıcımbarla geriye almak. cımbız * Kıl gibi ince şeyleri tutmak veya çekmek için kullanılan küçük maşa.
* Özellikle dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri temizlemekte kullanılan el aracı.cımbızcı * Dokumacılıkta cımbızlamak işini yapan (kimse). cımbızlama * Cımbızlamak işi. cımbızlamak * Cımbızla yolmak.
* Dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri cımbızla temizlemek.cıncık * Bardak, kadeh, tabak gibi sırçadan veya porselenden yapılan şeyler, züccaciye. cıncık boncuk * Yalancıtaşlardan yapılmışküpe, kolye gibi şeyler. cıngıl * Küçük üzüm salkımı.
* Boncuk, gümüşveya altın para ile yapılmış, başlığa veya giysiye takılan süs, cingil.cır cır * Durup dinlenmeden ince ve usandırıcıses çıkararak. cır cır ötmek * gereksiz, yerli yersiz konuşmak. cırboğa * Bir tür çöl sıçanı(Dipus Caegyptius).
* Cılız, zayıf, çelimsiz çocuk.cırcır * Kaynana zırıltısı.
* Geveze.
* Pamuk kozalarının pamuğunu ve çekirdeğini birbirinden ayıran çıkrık.
* Ağustos böceği.cırcır böceği * Düz kanatlılardan ocaklarda, fırınlarda, kırlarda yaşayan böcek, cırlak.(Grillus domesticus, G. campestris). cırcır delgi * Dönme hareketini yivli gövdesi üzerindeki parçanın ileri geri itilmesinden alan ve küçük delikler açmak
için kullanılan araç.cırcır kolu * Lokma vidalarısökmeye yarayan alet. cırdaval * Meşe dalından yapılan ucu demirli, uzun cirit değneği. cırıldama * Cırıldamak işi. cırıldamak * Cır cır diye ses çıkarmak. cırıltı * Cır cır diye çıkan ses. cırlak * (ses için) Hoşa gitmeyen, keskin ve çiğ, tiz.
* Cırcır böceği.cırlak cırlak * Çok tiz ve ince bir sesle. cırlama * Cırlamak işi. cırlamak * İnce ve usandırıcıses çıkarmak. cırlatma * Cırlatmak işi. cırlatmak * Cırlamasına yol açmak. cırlayık * Örümcek kuşugillerden, ormanlık, çalılık yerlerde yaşayan, güzel öten bir kuş(Lanius).
* Ağustos böceği.cırmalama * Cırmalamak işi. cırmalamak * Tırmalamak. cırmık * Tırnak izi. cırnak * Yırtıcıhayvan tırnağı. cırnaklama * Cırnaklamak işi. cırnaklamak * Tırmalamak. cırnık * Set duvarlarında su akacak delik.