dalgündüz | * Güpegündüz. |
dalıcı | * Su altına dalan (kimse, hayvan). |
-dalık / -delik | * İsimden isim ve sıfat üreten birleşik ek: On-dalık, gün-delik vb. |
dalına basmak | * hoşlanmadığışeyleri yaparak birini kızdırmak. |
dalına binmek | * bir kimseye bir işyaptırmak için asılmak, musallat olmak, sıkıştırmak. |
dalınç | * Güzel bir görünüş, bir düşünce karşısında kendinden geçercesine sessiz bir coşkuya dalma, istiğrak. |
dalıp çıkmak | * (deniz, göl gibi yerlerde) suyun içinde kaybolup yeniden görünmek. * (deniz, göl gibi yerlerde) az süre kalmak. * birçok yerlere girmek. |
dalıp gitmek | * bir düşünce veya hayal ile bulunduğu ortamdan uzaklaşmak. |
dalış | * Dalmak işi veya biçimi. * Topu yakalamak amacıyla savunmadaki bir oyuncunun yatay olarak sıçraması, plonjon. |
dalız | * İç kulaktaki kemik dolambacın orta bölümü. |
dalkavuk | * Kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olanlara aşırı bir saygıve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse, şaklaban. * Saraylarda devlet büyüklerini nükteli sözlerle eğlendiren kimse. |
dalkavukça | * Dalkavuk gibi, dalkavuğa yakışır (biçimde). |
dalkavuklaşma | * Dalkavuklaşmak işi. |
dalkavuklaşmak | * Dalkavukça davranmaya başlamak. |
dalkavukluk | * Dalkavuk olma durumu veya dalkavukça davranış, şaklabanlık. |
dalkavukluk etmek | * dalkavuğa yaraşır biçimde davranmak. |
dalkılıç | * Kılıcını çekmişolan. * Kılıcını çekmişolarak, yalın kılıç. |
dalkıran | * Kabuk böcekleri familyasından, fındık ağaçlarında yaşayan kın kanatlı böcek (Anisandrus dispar). * Zorlu esen rüzgâr. |
dalkurutan | * Kabuk altındaki odun katında oyuklar açarak diş budak sürgünlerini ve zeytin dallarınıkurutan kın kanatlı böcek (Hylesinus oleiperda). |
dallama | * Dallamak işi. |
dallamak | * Budamak. |
dallandırma | * Dallandırmak işi. |
dallandırmak | * Dallanmasına yol açmak. * Bir işi, bir sorunu büyütüp karışık duruma getirmek. |
dallanıp budaklanmak veya (bir işi) dallandırıp budaklandırmak | * bir iş, bir sorun büyüyerek karışık duruma gelmek (getirilmek). |
dallanış | * Dallanmak işi veya biçimi. |
dallanma | * Dallanmak işi. |
dallanmak | * Dal vermek. * Yayılmak, genişlemek. * (bir iş, bir sorun) Karışık, güç bir duruma girmek. |
dalları basmak | * ağaçta dallarıeğecek kadar çok meyve olmak. |
dallı | * Dalları olan. * Üzerinde dalları, çiçekleri olan (kumaş). |
dallı budaklı | * Karışık bir duruma girmişolan, çapraşık. |
dallı güllü | * Çok renkli, canlı. |
dalma | * Dalmak işi. * Güreşçinin ayaktayken, birden eğilerek, rakibinin belden aşağıherhangi bir yerini kapması. |
dalmak | * Suyun içine bütünüyle ve hızla girmek. * Bir yerin içine girmek. * Başka bir şeyle uğraşamayacak veya başka bir şeyi düşünemeyecek biçimde kendini bir şeye kaptırmak. * Kendini bilmez duruma gelmek, kendinden geçmek. * Uyumak. * Güreşte dalma oyununu yapmak. |
dalöğle | * Tam öğle zamanı. |
dalsı | * Dalıandıran, dala benzeyen. * Görevi, biçimi ve durumu yaprağa benzeyen yassı(dal). |
dalsız | * Dalı olmayan. |
daltaban | * Yalın ayak (kimse). * Aşağılık, serseri. |
daltonizm | * Renk körlüğü. |
daluyku | * Derin uyku. |
dalya | * Bir şey sayılırken birim olarak alınan sayıya gelince söylenen uyarma sözü. |
dalya | * Yıldız çiçeği (Dahlia). |
dalyan | * Deniz, göl ve ırmaklarda kıyılara yakın yerlerde ağve kazıklarla oluşturulan, büyük balık avlama yeri. |
dalyan ağı | * Huni biçiminde oldukça dar gözlü balık ağı. |
dalyan çorbası | * Çeşitli taze balıklardan yapılan bol soğanlıçorba. |
dalyan gibi | * boylu boslu. |
dalyan köftesi | * İçine bezelye, havuç ve haşlanmışyumurta konularak rulo biçiminde hazırlanmış bir tür köfte. |
dalyan sepeti | * Dalyanın denizden yana olan dip tarafındaki açıklığıkapamak için kullanılan büyük sepet. |
dalyan tarlası | * Dalyanın, deniz içinde kurulu bulunduğu alan. |
dalyan yeri | * Sabit veya yüzer dalyan kurmaya elverişli avlanma yeri. |
dalyancı | * Dalyan sahibi olan veya dalyanla balık avlayan kimse. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 7
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 8
dalyasan * Sarıkların omuz üzerine dökülen ucu. dam * Yapılarıdışetkilerden korumak amacıyla üzerlerine yapılan çoğu kiremit kaplı bölüm.
* Toprak damlıev, küçük ev, köy evi.
* Ahır.
* Tutuk evi.dam * Dansta kavalyenin eşi.
* İskambil kâğıtlarında kız.dam aktarma * Damın kiremitlerini elden geçirip kırıklarınıdeğiştirme. dam altı * Barınılacak, sığınılacak yer. dam koruğu * Dam koruğugillerden, bir veya çok yıllık türleri olan, ılık iklimlerde yetişen otsu bir bitki (Sedum). dam koruğugiller * İki çeneklilerden örnek bitkisi dam koruğu olan bir bitki familyası. dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı * yersiz ve saçma sözler karşısında hafifseme yollu söylenir. dam yandı, içindeki sıçan da (birlikte) yandı * “bu, büyük bir kayıp, ama eskiden yol açtığırahatsızlık da sona erdi” anlamında kullanılır. dama * Karelere ayrılmışzemin üzerinde on altıtaşla iki kişi arasında oynanan oyun. dama çıkmak * cinsî istekleri artmak. dama demek * gücü kalmayarak bir işi daha ileri götüremeyecek duruma gelmek.
* tükenmek.dama tahtası * Üzerinde dama oynanan tahta. dama taşı * Dama oynanan taş.
* Sık sık bir yerden başka bir yere giden veya atanan.dama taşı gibi oynatmak * sık sık bir yerden bir yere göndermek veya atamak. damacana * Su veya başka sıvılarıtaşımaya yarayan dar ağızlışişkin karınlı genellikle hasır veya plâstik sepet içinde
korunan büyük şişe.damacı * Dama oyuncusu. damak * Ağız boşluğunun tavanı. damak eteği * Damağın kemiksiz ve yumuşak olan arka bölümü. damak tadı * Tat alma duyusuna uygun yiyecek. damak ünsüzü * Dil sırtıyardımı ile ön damakta veya art damakta oluşan ses: g, k, n. damaklı * Damağı olan. damaklıdiş * Damağı ile beraber hazırlanmıştakma diş. damaksı * Boğumlanma noktasıdamakta bulunan (ses). damaksıl * Damakla ilgili. damaksıllaşma * Damaksıllaşmak işi. damaksıllaşmak * Bir kelimede art damaktan çıkan bir ünsüz veya kalın bir ünlü ön damağa kayıp yumuşamak ve incelmek:
Yana > yine, alma > elma gibi.damaksıllaşmış * Damaksıllaşan veya gerçekte damaksı olan ünsüze verilen ad. damaksıllaştırma * Damaksıllaştırmak işi. damaksıllaştırmak * Bir fonemin boğumlanma noktasınısert damağa doğru kaydırmak. damaksız * Damağı olmayan.
* Tat alma duyusu zayıflamışolan veya bu duyuyu tamamen yitirmişolan (kimse).
* Sivri uçlu balıkçı iğnesi.damalı * Üstünde kareler bulunan. damar * Canlıvarlıklarda kanın veya besleyici sıvıların dolaştığıkanal.
* Mermerde, bazıtaşlarda ve tahta kesitlerinde renk ayrılığı gösteren dalgalıçizgi.
* Başka türden katmanların arasında bulunan sıvı, maden veya mineral katmanı.
* Soy, yaradılış.
* Huy, mizaç.
* İçinde ongun besi suyunun dolaştığı odunsu dokudan boru.
* Böceklerde kanat zarınıdik tutmaya yarayan organ.damar aktarma * Vücudun bir yerinden alınan damarıtıkanmışdamarın yerine koymak suretiyle yapılan tedavi, by-pass. damar damar * Çok damarlı.
* Katmanlı.damar sertliği * Atardamar iç yüzeyinde yaşlanma, yıpranma, kireçlenme sebebiyle ortaya çıkan kan dolaşımı güçlüğü ve
kan basıncının artmasıhastalığı.damar tabaka * İnce kan damarlarından oluşan, göz küresinin içini döşeyen katman. damar tıkanıklığı * Atardamar kanının pıhtılaşmasıveya yağparçacıklarının oluşmasısonucunda meydana gelen tıkanma,
amboli.damarcık * Küçük damar. damardaraltan * Damarların kas tabakasını büzerek kanın dolaşımınıçabuklaştıran veya düzenleyen (sinir, madde). damargenişleten * Damarların kas tabakasını gevşeterek çapını büyüten (sinir, madde). damarı(veya damarları) kabarmak * (bir huy veya duygu) güçlü bir biçimde ortaya çıkmak. damarı bozuk * Huysuz, sinirli, aksi, geçimsiz kimse. damarıkurusun * birinin huysuzluğuna öfkelenildiğinde, ilenme olarak söylenir. damarıtutmak * kötü huyu, aksiliği depreşmek. damarına (veya damarlarına) işlemek * kötü bir huy, vazgeçilmez bir biçimde yerleşmek. damarına basmak * birini, duyarlı olduğu bir konuda kızdırmak. damarına çekmek * soyunun özelliklerini taşımak. damarına girmek * birinin hoşlanacağışeyler yaparak kendisini ona sevdirmek. damarını bulmak * hoşlanabileceği biçimde davranıp uysallığını sağlamak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 9
damarlandırma * Damarlarıyetersiz olan bir organa yeni damarlar eklemeyi amaçlayan ameliyat. damarlanma * Bir organın, bir bölgenin damarlarının durumu. damarlanmak * Damar damar olmak, damar durumu almak. damarlarıayağa kalkmak * Bir duygu sonucu şiddetle istemek. damarlı * Damarı olan, damarı gözle görülecek kadar kabarmışolan.
* Aksi, huysuz, sinirli, geçimsiz.damarsız * Damarı olmayan.
* Uysal, iyi huylu.damasko * Çoğunlukla döşemelik olarak kullanılan, keten ve ipek karışımı bir tür kumaş. damat * Güvey.
* Padişah soyundan kız almışolan kimse.damat girmek * aileye güvey olarak katılmak. damatlık * Güveylik. damdan çardağa atlamak * hiçbir mantık bağıkurmadan konudan konuya geçmek. damdan düşer gibi (düşercesine) * (söz için) birdenbire ve yersiz olarak. damdazlak * Hiç saçı olmayan. damga * Bir şeyin üzerine bir nişan, bir işaret basmaya yarayan araç.
* Bu araçla basılan nişan, işaret.
* Bir kimsenin adınıkötüye çıkaran, yüz kızartıcıdurum.
* Bir şeyin kime, hangi çağa ait olduğunu gösteren belirgin iz, işaret, nitelik.damga harcı * Kamuya ait mal ve hizmetlere vatandaşın katkıpayı olarak ödediği vergi. damga kanunu * Damga pullarının nasıl ve ne miktarda yapıştırılacağını gösteren kanun. damga pulu * Resmî işlemlerde belgelere yapıştırılan pul. damga vergisi * Kişiler veya kuruluşlar arasıhukukî işlemlerin geçerliliğini belgeleyen kâğıtlardan alınan vergi. damga vurmak * damgalamak.
* iz bırakmak.damga yemek * (biri) kötü bir yargıya veya nitelenmeye uğramak. damgacı * Damga vurmakla görevli kimse.
* Damga yapan veya satan kimse.damgacılık * Damgacının işi veya mesleği. damgalama * Damgalamak işi. damgalamak * Bir şeyin üzerine damga ile işaret yapmak, damga vurmak.
* Bir kimseye gerçeğe dayanmadan herhangi bir özellik veya nitelik yüklemek.
* Birine yüz kızartıcı bir suç yüklemek.damgalanma * Damgalanmak işi. damgalanmak * Damgalamak işine konu olmak. damgalatma * Damgalatmak işi. damgalatmak * Damgalamak işini yaptırmak. damgalayış * Damgalama işi veya biçimi. damgalı * Damgası olan, damgalanmışolan.
* (kendisine) Yüz kızartıcı bir suç yüklenmişolan.damgasız * Damgalanmamış, damgası olmayan. damıtıcı * Damıtmaya yarayan, damıtma işinde kullanılan araç, imbik.
* Endüstride damıtma ürünleri elde etmede türlü ham maddeleri damıtan kimse.damıtık * Damıtma yoluyla, damıtılarak elde edilmişolan. damıtılma * Damıtılmak işi. damıtılmak * Damıtmak işi yapılmak veya damıtmak işine konu olmak. damıtma * Damıtmak işi, taktir. damıtmak * Gaz ürünler elde etmek için, bazıkatınesneleri ısıyoluyla temel ögelerine ayrıştırmak, imbikten çekmek,
taktir etmek.
* Sıvıkarışımlarda, karmaşık, değişken birleşimleri oluşturan ögeleri, özellikleri belirli ürünlere ayırmak.damızlık * Yalnız dölü alınmak için yetiştirilen yüksek nitelikli (hayvan veya bitki).
* Maya.damla * Yuvarlak biçimde, çok küçük miktarda sıvı.
* Damlalıkla kullanılan ilâç.
* Kalbe inen inme; felç.
* Çok az.
* Damla biçiminde olan (ziynet).damla damla * Azar azar. damla hastalığı * Gut. damla inmek * felç olmak, damlaya uğramak, yüreğine inmek. damla sakızı * İri taneli, parlak ve çok sevilen bir tür sakız. damla taş * Tıraşedilmeyerek yuvarlak ve cilâlı bırakılmış, değerli veya yarıdeğerli taş.
* Sarkıt.damla taşı * Yapılarda süs unsuru olarak kullanılan damla biçiminde taş. damlacık * Küçük damla. damlalık * Bir sıvıyıdamla damla akıtmak için bir ucuna kauçuktan yapılmış başlık geçirilmiş, öbür ucu sivri, cam veya
plâstikten araç.
* Bir yapıda çörtenleri ve dam oluklarınıtaşıyan yan duvar.
* Bulaşık teknesinin yanına konulan ve yıkanmışkap kacağın sularınıtekneye akıtan oluklu bölüm.damlama * Damlamak işi. damlamak * Damla durumunda tane tane düşmek.
* İçindekini damla damla akıtmak.
* Bir yere çağrılmadan, birdenbire, çekinmeden girmek.damlatılma * Damlatılmak işi. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 1
D * Döteryum’un kısaltması. d D * Türk alfabesinin beşinci harfi. De adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümlü, patlayıcıdişeti
ünsüzünü gösterir.
* Nota işaretleri harfle tanımlandığında re notasını gösterir.
* Romen rakamlarında beşyüz sayısını gösterir.da / de * (sonunda kalın ünlülü hece bulunan kelimelerden sonra da, ince ünlülü hece bulunan kelimelerden sonra
de, biçimlerinde yazılır; yazıda, ta / te biçimi kullanılmaz.) Daha önce geçmiş bir cümle veya eşgörevli öge ile sonraki
arasında “-den başka” anlamıyla ilişki kurar.
* Azarlama, yalvarma, küçümseme, yakınma, övme anlamlarında iki cümleyi bağlar.
* Şart bildiren fiillerden sonra “bile, dahi” anlamına gelerek şartın geçerli olmadığınıanlatır.
* Karşıt anlamlıcümleleri pekiştirerek bağlar.
* Bazı birleşik cümleleri “ama, fakat” anlamıyla birbirine bağlar.
* Bazıedat, bağlaç ve zarflardan sonra gelerek anlamı güçlendirir.
* Kendisinden önceki fiili zarf-fiil durumuna sokar.
* -erek, -ip ekli zarf-fiillerden sonra kullanılırsa temel fiilin oluş biçimini, önermenin nasıl oluştuğunu anlatır.
* Tekrarlanan iki isim, iki sıfat arasında kullanılırsa anlam güçlendirilmişolur.
* Bir isteğe karşı olan fiili bağlamaya yarar.
* Tekrarlanan fiiller arasında süreklilik bildirir.
* Bir şeyin yerine geçebilen iki cümlenin fiillerini birbirine bağlar.
* Tekrarlanan kelimelerin arasına girerek kuvvetli istek, direnme bildirir: Çocuk satıcıyı görünce şeker de
şeker diye tutturdu … cümlede da…da, de…de, da…de veya de…da biçimleriyle eşgörevli ögeleri, “hem … hem”
anlamıyla bağlar.-da / -de /, -ta / -te * Bulunma hâli eki: oda-da, sokak-ta, ev-de, gök-te vb. Bazıörneklerde bu ek kalıplaşmıştır: gözde, sözde,
ondalık.-da- / -de-, -ta- / -te- * Yansımalardan geçişsiz fiil türeten ek: fısıl-da-mak, çağıl-da-mak, gümbür-de-mek, fingir-de-mek vb. Dadacı * Dadacılık akımına bağlısanatçı, dadaist. Dadacılık * Savaşa ve toplumsal düzensizliğe karşı başkaldırmadan doğan bir sanat akımı, Dadaizm.
* 1916’da dil ve estetik kurallarınıtanımayan, kelimelerin anlamlarına değer vermeyen, anlatımda başı boşve
alabildiğine çağrışımlara dayanan bir yol izleyen, bile bile kapalılığa sapan bir çığır, Dadaizm.Dadaist * Dadacı. Dadaizm * Dadacılık. dadandırma * Dadandırmak işi. dadandırmak * Dadanmasına yol açmak. dadanma * Dadanmak işi. dadanmak * Tadınıaldığı, hoşlandığı bir şeyi sık sık istemek.
* Yarar, çıkar amacıyla veya alışkanlıkla bir yere sık sık uğramak.dadaş * Erkek kardeş.
* Delikanlı, yiğit kimse.
* (doğu illerinde) Seslenme sözü olarak kullanılır.dadaşlık * Dadaşolma durumu. dadı * Çocuk bakımı ile görevlendirilmişkadın. dadı olmak * çocuk bakıcılığı görevini üstlenmek. dadılık * Dadı olma durumu veya dadının yaptığı iş. dadılık etmek * bebek veya çocuk bakıcılığı ile uğraşmak.
* üzerine sorumluluk almak, göz kulak olmak, sahip çıkmak, sahiplenmek.dağ * Yer kabuğunun çıkıntılı, yüksek, eğimli yamaçlarıyla çevresine hâkim ve oldukça geniş bir alana yayılan
bölümlerine verilen ad.dağ * Kızgın bir demirle vurulan damga, nişan.
* İyileştirmek için vücudun hastalıklı bölümünde kızgın bir araçla yapılan yanık.
* Büyük üzüntü, acı.dağ(veya dağlar) gibi (kadar) * çok büyük, çok iri, çok güçlü.
* pek çok.dağ(veya dağları) devirmek * çok zor işleri başarmak. dağadamı * Kaba saba kimse. dağanası * Çok iri kadın, dağlar anası. dağardında olsun da, yer altında olmasın * yaşasın da uzakta olsun. dağarmudu * Yabanî armut, ahlat. dağaslanı * Puma. dağayısı * Dağlarda yaşayan yabanî ve tehlikeli ayıcinsi.
* Şehir yaşayışına alışmamışçok kaba kimse.dağbaşı * Dağdoruğu.
* Şehir dışı; ıssız yer.dağbayır * İnişli çıkışlıyer, kır. dağbirliği * Dağşartlarına göre eğitilmişaskerî birlik. dağçamı * Dağda yetişen çam türü. dağçayı * Bkz. ada çayı. dağçayırı * Dağlık bölgelerde derin ve rutubetli toprağa sahip alanlarda gelişen tabiî çayır. dağçileği * Dağda yetişen çilek, yaban çileği. dağdağüstüne olur, ev ev üstüne olmaz * aynıevde oturan iki aile arasında er geç birtakım anlaşmazlıklar çıkar. dağdağa kavuşmaz, insan insana kavuşur * ne kadar uzak düşmüşolurlarsa olsunlar, insanlar günün birinde birbirleriyle karşılaşabilirler. dağdalak otu * 5-10 cm yükseklikte, yere yatık ve çiçekleri soluk sarırenkli bir dalak otu türü (Teucrium montana). dağdoğura doğura bir fare doğurmuş * büyük şeyler beklenen bir işten önemsiz bir sonuç alınınca söylenir. dağelması * Yabanî elma. dağeriği * Yabanî erik. dağeteği * Dağyamacının alt bölümü. dağevi * Dağlık yerlerde kurulmuşev.
* Şehirlerin kirli havasından uzaklaşmak, tabiat varlıklarından ve güzelliklerinden yararlanmak için yapılmış
ev.dağgölü * Dağlar arasındaki çukur alanlarda akan suların birikimi ile oluşan göl. dağhavası * Yüksek yerlerdeki serin ve temiz hava. dağiklimi * Sert, kuru ve soğuk havanın hâkim olduğu iklim türü. dağispinozu * Sırtıkara benekli, karnı beyaz, erkeğinin gerdanıportakal renginde, ağaçlık yerlerde yaşayan
ispinozgillerden bir kuş.dağkeçisi * Boynuzlugiller familyasından, ufak sürüler hâlinde yaşayan, çok çevik bir antilop türü, elik (Rupicapra
tragus). -
Türkçe Sözlük D Sayfa 2
dağkestanesi * Amerika’nın sıcak bölgelerinde yetişen sert yapılıağaç ve bu ağacın meyvesi (Sloane berteriana). dağkırlangıcı * Çobanaldatan, keçisağan. dağkolu * Sıradağlardan her iki yöne doğru uzanan dağsırtı. dağkoyunu * Yabanî koyun. dağköyü * Dağlık yerlerde kurulmuşyerleşim yeri. dağlâlesi * Düğün çiçeğigillerden, mor renkli, çan biçimi tüylü çiçekleri olan otsu bir bitki, anemon (Anemone
vulgaris).dağmerası * Dağlar arasında kalan hayvan otlatmaya elverişli bölge. dağnanesi * Yüksekliği 20-50 cm arasında olan, sık beyaz tüylü, kuvvetli nane kokulu, çok yıllık ve otsu bir bitki
(Cyclotrichium niveum).dağoluşu * Yer kabuğunun belli yerlerinde kıvrılma, kırılma ve yükselme olaylarısonucu dağların oluşunu inceleyen
bilim kolu, orojeni.dağotlağı * Dağmerası. dağserçesi * Serçegillerden, orman ve bahçelerde yaşayan sırtıkahverengi, karnıkül rengi ve beyaz olan bir tür serçe
(Passer montanus).dağsıçanı * Kemiriciler takımının sincapgiller familyasından postu beğenilen bir memeli türü (Marmota marmota). dağtaş * Şehir dışındaki her yer.
* Çok fazla.dağtavuğu * Bkz. çil (I). dağtopu * Katır sırtında taşınan küçük top. dağyolu * Dağeteklerinden geçen vasıfsız yol. dağyürümezse, abdal yürür * büyüklük taslayan birinden bitecek bir işimiz varsa, biz onun ayağına gidip işimizi görmeliyiz. dağa çıkmak * eşkiyalık etmek veya hükûmete karşı gelmek için dağlara çekilmek. dağa kaldırmak * birini, herhangi bir amaçla, zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada tutmak. dağalası * Eti kırmızı bir çeşit küçük ala balık (Salmo alpinus). dağar * Ağzıyayvan, dibi dar toprak kap.
* Dağarcık.dağarcığıyüklü * bilgisi çok olan, bilgili. dağarcığına atmak * bir bilgiyi eski bilgilerine katmak, zihnine yerleştirmek. dağarcığındakini çıkarmak * hazırladığı bir sözü söylemek. dağarcık * Meşin torba.
* Bilginin biriktiği yer, bellek.
* Repertuar.dağarcıkta bir şey kalmamak * her şeyi tüketmek, bitirmek. dağcı * Dağa tırmanma sporu yapan kimse, alpinist. dağcıl * Dağşartlarına ve iklimine göre yetiştirilen bitki. dağcılık * Dağa tırmanma sporu, alpinizm. dağda bağın var, yüreğinde dağın var * malımülkü veya evlâdı olanlar kaygıve tasadan uzak olamazlar. dağda büyümüş * kaba ve görgüsüz kimse. dağdağa * Gürültü, patırtı, telâş, karmakarışık durum, sıkıntı. dağdağalı * Gürültülü patırtılı. dağdağasız * Gürültüsüz, patırtısız, sessiz ve sakin (yer veya ortam). dağdan gelip bağdakini kovmak * sonradan geldiği bir yerde eskiden beri burada bulunan kişinin yerini almaya çalışmak. dağdan inme * çok kaba saba kimse. dağılım * Dağılarak birbirinden ayrılma.
* Bir toplumda veya kümede incelenen bir veya birçok özelliğin zamana, yere veya seçilen herhangi bir
değişkene göre hesaplanan sayısal ve oransal dağılışı.
* Ulusal gelirin toplumun bireyleri veya kesimleri arasındaki dağılışı.
* Mal üretiminde, katkıda bulunanlara, üretilen mallardan herhangi bir ölçüde verilmesi, dağıtılması.
* Çağrışım.
* Bir ses biriminin, anlam biriminin veya dizimin değişik kullanım veya bağlamlardaki çevrelerinin tümü.
* Birleşiminde kütle içinde tamamen eşit olarak dağılmışgerçek veya koloidal eriyik biçiminde başka bir
madde bulunan katı, sıvıveya gaz durumundaki bütün cisimlere verilen ad.dağılış * Dağılmak işi veya biçimi, çözülme.
* Yıkılış, çöküş.dağılma * Dağılmak işi.
* Sınırlı bölgelere toplanmış birlik, gereç ve kuruluşların düşman saldırısına karşıdaha iyi korunmalarını
sağlamak amacıyla birbirlerinden uzaklaştırılmaları.
* Aynısilâhla aynıhedefe atılan mermilerin, barut haklarının ve başka şartların değişmesi yüzünden ayrıayrı
noktalara vurması.dağılmak * Toplu durumda iken ayrılıp birbirinden uzaklaşmak.
* Değer ve birimler belli etkenlerle, oranlı olarak bölünmek.
* Parçalanarak yayılmak, ufalanmak.
* Karışık duruma gelmek, düzeni bozulmak.
* Birliği beraberliği bozulmak.
* Bir topluluğun, kuruluşun varlığıson bulmak, fesholunmak, münfesih olmak.
* Etkisi, gücü azalmak.dağınık * Geniş bir alana yayılmışolan.
* Bir arada olmayan, birbiriyle bağlantısı olmayan.
* Düzeni bozuk, karışık.
* Düzensiz, düzenli olmayan, tertipsiz.
* Düşüncelerini toparlayamayan.dağınık gözenek * Ağaç başkesitindeki gözeneklerin dengeli düzende dağılım gösterme hâli. dağınık ışık * Bir sahnenin aydınlatılmasında genel aydınlanmayısağlayan veya sahnenin genel aydınlanma derecesini
artırmakta kullanılan ışık.dağınıkça * Biraz dağılmış, dağınık gibi. dağınıklık * Dağınık olma durumu. dağıntı * Karışık, gelişigüzel atılmışöteberi. Dağıstanlı * Kuzeydoğu Kafkasya’daki Dağıstan Federe Cumhuriyeti halkından olan kimse. dağıtıcı * Mektup, gazete vb. şeyleri dolaşarak dağıtan kimse, müvezzi.
* Motorlarda yüksek gerilimli akımıçalışma sırasına göre bujilere yayıp gönderen aygıt, distribütör.dağıtıcılık * Dağıtma işi. dağıtık * Kendinden geçmiş, sarhoş. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 3
dağıtılma * Dağıtılmak işi. dağıtılmak * Dağıtmak işi yapılmak, tevzi edilmek. dağıtım * Dağıtmak işi, tevzi.
* Bir merkezden çeşitli yerlere göndermek işi.dağıtım bürosu * Dağıtım işinin yapıldığı büro. dağıtım evi * Dağıtım işiyle uğraşan kuruluşmerkezi. dağıtımcı * Dağıtım işiyle uğraşan kimse veya kuruluş. dağıtımcılık * Dağıtımcının işi. dağıtış * Dağıtmak işi veya biçimi. dağıtma * Dağıtmak işi, tevzi etme. dağıtmak * Toplu durumda bulunan kimse veya şeyleri birbirinden uzaklaştırmak veya ayırmak.
* Belli bir orana göre bölüştürmek, pay etmek, tevzi etmek.
* Bir şeyin veya bir yerin düzenini bozmak.
* Güçlü bir vuruşla büyük bir zarara yol açmak.
* Bir topluluğun varlığına son vermek, feshetmek.
* Kurulu bir düzeni bozmak.
* Etkisini, gücünü azaltmak, gidermek.
* İletmek, ulaştırmak.dağî * Dağlık bölgelerde söylenen türkülerin makamı. dağlağı * Dağlama aracı. dağlama * Dağlamak işi. dağlama resim * Tahta üzerine kızgın demirle yapılan bir tür resim, yakma resmi, pirogravür. dağlamak * Kızgın bir demirle hayvan derisine damga vurmak.
* Akan kanıdindirmek veya hasta bölümleri ortadan kaldırmak için vücudun bir yerini kızdırılmış bir metal
araçla yakmak.
* (çok sıcak, soğuk veya acı bir şey) Yakmak.
* Acısıyüreğine işlemek.dağlanış * Dağlanma işi veya biçimi. dağlanma * Dağlanmak işi. dağlanmak * Dağlamak işine konu olmak. dağlar anası * Çok iri kadın, dağanası. dağlara düşmek * büyük bir üzüntü dolayısıyla insanlardan kaçıp ıssız yerlerde yaşamak. dağlara taşlara * kötü bir durumdan söz edilirken “hepimizden ırak olsun” anlamında söylenir. dağların misafir aldığımevsim * yaz mevsimi. dağların şenliği (veya dağların gelin anası) * ayı, kaba, anlayışsız kimse. dağlatış * Dağlatmak işi veya biçimi. dağlatma * Dağlatmak işi. dağlatmak * Dağlamak işini yaptırmak. dağlayış * Dağlamak işi veya biçimi. dağlı * Dağlık bölge halkından olan.
* Kaba saba, görgüsüz.
* Dağa ait.dağlı * Dağlanmışolan. dağlıç * Kıvırcık koç ile Karaman koyununun birleşmesinden doğan melez koyun. dağlık * Birçok dağın bulunduğu, dağlarla kaplı(bölge). dah * Bkz. deh. dah etmek * sürmek, yürütmek. daha * Şimdiye kadar, henüz.
* Olana ek olarak, olana katarak.
* Kendisinden sonra üçüncü kişi iyelik eki alan bir sıfatla birlikte sözü edilen konuda en önemli durumu
belirtmek için kullanılır.
* Bundan başka, bunun dışında.daha bir * Değişik, farklı. daha da * karşılaştırma derecesini vurgular. daha daha * “Başka neler oldu?” anlamında kullanılır. daha iyisi can sağlığı * “bulunabileceklerin en iyisi oldu” anlamında kullanılır. daha neler! * “hiç öyle şey olur mu!” anlamında kullanılır. dahası * (bir şeye) Fazlası, ilâvesi. dahasıvar * bir konuda bilinmesi gereken başka şeyler de olduğunu anlatmak için kullanılır. dahdah * (çocuk dilinde) At. dahi * Da, de.
* “Bile” anlamında şart bildiren fiillerden sonra gelerek şartın geçerli olmadığını bildirir.dâhi * Olağanüstü yeteneği ve yaratıcı gücü olan (kimse). dâhice * Dâhiye yakışır (biçimde). dahil * Bir işe karışmışolma, karışma. dâhil * İç, içeri.
* İçinde olmak üzere, ile birlikte.dâhil etmek * içine almak, katmak. dâhil olmak * katılmak, girmek veya içinde olmak. dâhilen * İçeriden, içten.
* (ilâçlar için) İçip, yutularak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 4
dâhilî * İçle ilgili. dâhilî deniz * Bkz. iç deniz. dâhilî harp * Bkz. iç savaş. dâhilî nizamname * İç tüzük. dâhilî talimatname * İç yönetmelik. dâhilik * Dâhi olma durumu, deha. dâhiliye * (devlet yönetiminde) İç işleri.
* Vücudun iç hastalıklarıyla ilgili hekimlik kolu.
* İç hastalıklarıyla ilgili hastahane bölümü.dâhiliye mütehassısı * İç hastalıklarıuzmanı. dâhiliye subayı * Askerî okul, hastahane gibi kuruluşlarda iç yönetimde görevli subay. dâhiliyeci * İç hastalıklarıuzmanı. dâhiyane * Dâhiye yakışır (biçimde), dâhice. dahletme * Dahletmek işi. dahletmek * Karışmak, burnunu sokmak; sataşmak. dahra * Bkz. tahra. daim * Sürekli, sonsuz. daim etmek (veya eylemek) * sürekli kılmak. daim olmak * süre durmak, sürüp gitmek, devam etmek. daima * Her vakit, sürekli olarak. daimî * Sürekli, kalıcı, temelli, gedikli. dair * Bir konu üzerine olan, üzerine, konusunda, … ile ilgili, üstüne. daire * Bir çemberin içinde kalan düzlem parçası.
* Bir yapının konut olarak kullanılan bölümlerinden her biri, kat.
* Belirli devlet işlerini çevirmekle görevli kuruluşlardan her biri ve bunların içinde çalıştıklarıyapı.
* Bir yapıveya gemide belli bir işe ayrılmış bölüm.
* (soyut kavramlar için) Belli sınır, ölçü.
* Saz takımında usul vurmaya yarayan tef.daire kesmesi * Bir dairenin iki yarıçapı ile aralarındaki yayın çevrelediği alan. daire parçası * Bir dairenin bir kirişi ile o kirişin yayıarasında kalan parçası. daireli * Dairesi olan. dairesel * Daire ile ilgili, daire biçiminde olan. dairesiz * Dairesi olmayan. dairevî * Dairesel. -daki / -deki, -taki / -teki * İsimden sıfat yapma eki: dağ-daki ev, bahçe-deki ağaçlar, iç-teki masa, uzak-taki akrabamız vb. dakik * Düzenli işleyen.
* Zamanıkullanmada çok dikkatli olan, her şeyi zamanında yapmaya özen gösteren.dakika * Bir saatlik zamanın altmışta biri.
* Bir derecenin altmışta biri.
* An, zaman.dakikane * Tam zamanında, dakik olarak.
* Sadık bir biçimde.dakikasıdakikasına * tam zamanında. dakikasıdakikasına uymaz * her an başka bir ruh durumu gösterir. dakikasında * Hemen o anda, anında. daktilo * Yazımakinesi.
* Yazımakinesi ile yazmayımeslek edinen kimse.daktilo etmek * yazımakinesiyle yazmak. daktilo kâğıdı * Daktilo yazıları için kullanılan kâğıt. daktilo makinesi * Yazımakinesi. daktilo masası * Üzerinde daktilo ile yazıyazılan özel masa. daktilo şeridi * Daktilodaki harflerin beyaz kâğıt üzerinde daha iyi okunmasınısağlayan karbonlu şerit. daktilograf * Yazımakinesi ile yazıyazan kimse, daktilo. daktilografi * Yazımakinesi ile yazıyazma işi. daktiloluk * Daktilo olma durumu. daktiloskopi * Parmak izine dayanarak kimlik belirleme yöntemi. daktilotekni * Suçlunun parmak izlerini belirleme, kimliğini araştırma ve bulmaya yarayan yöntemlerin bütünü. dal * Ağacın gövdesinden ayrılan kollardan her biri.
* Kol, bölüm.
* Canlıların bölümlenmesinde, sınıfların bir araya gelmesiyle oluşan birlik, şube.dal * Arka, sırt.
* Kol.
* Boyun, ense; omuz.dal * Çıplak, yalın. dal * Zaman belirten kelimelerin başına getirildiğinde kelimenin anlamını güçlendirir. dal * Arap alfabesinde de harfi. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 5
dal budak salmak * karmaşık bir biçimde yayılıp genişlemek.
* soy yönünden genişleyip yayılmak.dal gibi * ince uzun yapılı. dal gibi kalmak * (vücudu) çok zayıflamak. dal vermek * dayanmak, yaslanmak. dal yarak * Budalalığıyüzünden her zaman densizlik eden kimse. dala çıka * büyük güçlüklerle. dalak * Midenin arkasında, diyaframın altında, sol böbreğin üstünde, yassı, uzunca, akyuvar üreten ve yıpranmışal
yuvarlarıtoplayan, damarlı gevşek bir dokudan oluşmuşorgan.
* Omurgalıhayvanlarda lenf bezine benzeyen ve kan damarlarıçok olan bir organ.
* Bal peteği.
* Tekerlek biçimindeki kaşar peyniri.dalak kestirmek * sıtmadan büyümüşdalağıeski bir usulle tedavi ettirmek. dalak otu * Ballı babagillerden, Akdeniz çevresinde kuru yerlerde yetiştirilen, yüz kadar türü bulunan, güçlendirici,
uyarıcıve yara sağaltıcı olarak kullanılan otsu veya odunsu bitki, duvar sedefi (Teucrium chamaedrys).dalâlet * Sapınç, sapkınlı, doğru yoldan ayrılmak. dalâlete düşmek * doğru yoldan ayrılmak, sapkınlık etmek. dalama * Dalamak işi. dalamak * (köpek, kurt gibi ısırıcıhayvanlar için) Dişlemek, ısırmak.
* (zehirli böcek, ısırgan otu gibi yakıcımaddesi bulunan şeyler veya sert kumaşiçin) Dokunarak teni acıtmak
veya kaşındırmak.dalan * Lobi.
* Biçim, şekil.dalancı * Lobici. dalancılık * Dalancının işi veya mesleği. dalap olmak * (dişi hayvan, özellikle kısrak) Erkek istemek. dalaş * Kavga, gürültülü bağrışıp çağrışma. dalaşma * Dalaşmak işi veya durumu, dalaş. dalaşmak * (köpekler) Boğuşup birbirini ısırmak.
* Ağız kavgasıetmek.dalavere * Yalan dolanla gizlice görülen kötü iş, gizli oyun. dalavere çevirmek (veya döndürmek) * yalan dolanla gizlice kötü işgörmek. dalavereci * Çıkarı için hileye başvuran (kimse). dalaverecilik * Dalavereci olma durumu. dalbastı * Bir tür iri, aşılıkiraz. dalcık * Ana dalın kollarından her biri, küçük dal. daldalan * Arka arkaya, peşi sıra. daldan dala * Oradan oraya, düzensiz, kararsız. daldan dala konmak * sık sık iş, konu veya düşünce değiştirmek. daldırılma * Daldırılmak işi. daldırılmak * Daldırmak işine konu olmak. daldırış * Daldırma işi veya biçimi. daldırma * Daldırmak işi.
* Bir dalı gövdeden ayırmadan toprağa gömerek köklenmesini sağlama yolu.
* Bu yolla daldırılan dal.daldırma * Cam veya seramikten yapılmış bir çeşit kulplu kap. daldırmak * Dalmak işini yaptırmak, dalmasına sebep olmak.
* Dalmak.daldırtma * Daldırtmak işi. daldırtmak * Daldırmasını sağlamak. daldız * Marangozların kullandığı ağaç oymaya yarayan oluklu demir alet.
* Ağaçtan oyulmuşarıkovanı.
* Ağaçtan oyulmuşyayık.
* Petekten bal almak için kullanılan demir kepçe, demir bıçak.dalfes * Üstünde sarık bulunmayan, sarıksız fes. dalfidan * Taze ve yeni fidan. dalfidan boylu * İnce, uzun ve yeni dal gibi boyu olan. dalga * Deniz veya göl gibi genişsu yüzeylerinde genellikle rüzgârın, depremin vb. nin etkisiyle oluşan kıvrımlı
hareket.
* (sıcak, soğuk, moda için) Belli bir süre etkili olan dönem.
* Titreşimin bir ortam içinde yayılma hareketi.
* Bir yüzeydeki kıvrım.
* Saçların kıvrım genişliği.
* Gizli iş, dalavere.
* Esrar, eroin vb. uyuşturucu maddelerin verdiği keyif durumu.
* Dalgınlık.
* Geçici sevgili.
* Macera, meşru olmayan kazanç veya aşk ilişkisi.dalga bandı * Hem radyo hem de optik dalgalarıkapsayan bant. dalga boyu * Yan yana iki dalga sırtıarasında kalan ve uzunluğu yerine göre birkaç metreden birkaç yüz metreye kadar
ulaşabilen yatay uzaklık.
* Devirli hareketlerde bir devir içindeki hareketin yayıldığıuzaklık.dalga çukuru * Biribiri ardından gelen iki dalga arasında oluşan çukur bölge. dalga dalga * (renk için) Açıklıkoyulu.
* Düzgün olmayan, alçaklı, yüksekli.
* (saç için) Kıvrımlı.dalga geçmek * üzerinde durulması gereken işle ilgilenmeyerek, başka şeyler düşünmek.
* eğlenmek, alay etmek.
* geçici sevgi ilişkisi kurmak, gönül eğlendirmek.dalga genliği * Dalganın en yüksek noktası ile sıfır noktasıarasındaki nicelik. dalga hızı * Dalga boyunun dalga periyoduna oranı. dalga kuşağı * Aynıfrekansı içeren dalgalar bütünlüğü. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 52
çuvallama * Çuvallamak işi veya durumu. çuvallamak * Çuvala doldurmak.
* Başaramamak.çuvallanma * Çuvallanmak işi veya durumu. çuvallanmak * Çuvallamak işine konu olmak. çuvallatma * Çuvallatmak işi veya durumu. çuvallatmak * Çuvallamasını sağlamak. çuvallı * Çuvallanmışveya çuvalı olan. çuvalsız * Çuvalı olmayan veya çuvallanmamış. Çuvaş * İdil ırmağıkıyısındaki Çuvasistan Federe Cumhuriyeti’nde oturan, Türk soyundan bir halk veya bu halkın
soyundan olan kimse.
* Çuvaşlara özgü olan.Çuvaşça * ÇuvaşTürkçesi. -çü * Bkz. -cı/ -ci. çük * Erkeklik organı. çükündür * Pancar. çükür * Bir yüzü balta, bir yüzü kazma olan araç. çünkü * Şundan dolayı, şu sebeple. çürüğe çıkarmak * bir nesneyi işe yaramayacak durumda olmasından dolayıkullanmamak. çürük * Çürümüşolan.
* Sağlam ve dayanıklı olmayan.
* Sağlam bir temele veya kanıtlara dayanmayan.
* Gereği gibi işlemez, sakat.
* Vurma veya sıkıştırma yüzünden vücutta oluşan mor leke.çürük (veya çürüğe) çıkmak * birinin sağlam olmadığı anlaşılmak.
* sağlık durumunun elverişsiz olmasıyüzünden askerlik ödevinden bağışlanmak.çürük boya * Doğal olmayan ve basit kimyasal yollarla elde edilen boya. çürük çarık * Sağlam olmayan, işe yaramaz. çürük gaz * Otomobil vb. taşıt araçlarının egzozundan çıkan yanmışgaz. çürük iş * Bozuk, kötü, işe yaramaz özellikleri olan durum veya iş. çürük para * Ayarıdüşük on akçe, sağpara karşıtı. çürük sakız * Çok kullanılan söz veya düşünce. çürük tahtaya basmak * tedbirsizlik edip sonu tehlikeli olabilecek bir işe girişmek. çürükçül * Doğal olarak hayvan ve bitki kalıntılarının üzerinde yaşayan ve onların çürümesine yol açan (bitki ve
organizmalar), saprofit.çürüklü * Çürüğü olan. çürüklük * Çürük olma durumu.
* İşe yaramayan maddelerin bırakıldığıyer.
* Sakıncalı, şüpheli, belirsiz durum.çürüksüz * Çürüğü olmayan. çürüme * Çürümek işi. çürümek * (bitki veya hayvan) Türlü etkilerle ve en çok mikropların etkisiyle, kimyasal değişikliğe uğrayarak bozulup
dağılmak.
* Sağlamlığını, dayanıklılığınıyitirmek.
* Vurulma veya sıkışma yüzünden vücutta lekeler oluşmak.
* (insan için) Yıpranmak, çökmek.
* (dava için) Temelsiz ve kanıtsız kalmak.çürütme * Çürütmek işi. çürütmek * Çürümesine sebep olmak.
* (eti) Bayatlatıp gevrek bir duruma getirmek.
* Doğru olarak ileri sürülen bir düşüncenin, bir davanın boşluğunu, anlamsızlığını ortaya koymak.çürütülme * Çürütülmek işi veya durumu. çürütülmek * Çürütmek işine konu olmak.
* Doğru olarak ileri sürülen düşüncenin yanlışlığını, gerçeklere dayanmadığını ortaya çıkarmak.çürütüş * Çürütmek işi veya biçimi. çürüyüş * Çürümek işi veya biçimi. çüş * Yürüyen eşeği durdurmak için söylenen söz.
* Yakışıksız bir davranışkarşısında söylenen kaba bir söz. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 49
çömlekleme * Çömleklemek işi. çömleklemek * Çömlek işine konu olmak. çömmek * Çömelmek. çöngül * Ufak bataklık, çamurlu küçük göl. çöp * Saman inceliğinde herhangi bir sap, dal veya tahta parçası.
* Yararsız, pis veya zararlı olduğu için atılan ufak tefek şeylerin hepsi.çöp arabası * Süprüntülerin, atıkların taşındığı araba.
* İşe yaramaz, değersiz, kaba saba kimse.çöp atlamaz * gözünden hiçbir şey kaçmayacak kadar titiz ve dikkatli (olan), aldatılamaz. çöp gibi * çok ince, zayıf. çöp kebabı * Kısa ve ince ağaç şişlere geçirilerek pişirilen et kebabı. çöp kovası * Bkz. çöp torbası, çöp sepeti. çöp sepeti * Büro ve evlerde çöpleri, atıklarıkoymaya yarayan kap. çöp tenekesi * Çöplerin içinde toplandığı büyük kap.
* Çöplük.
* İşe yaramayan, kötü, berbat (şey).çöp torbası * Evlerde içine çöplerin konduğu kâğıt veya plâstik torba. çöpçatan * Kimin kiminle evleneceğini önceden kararlaştırıp gerçekleştirdiğine inanılan manevî güç.
* Evlenmelerde aracılık eden kimse.çöpçatanlık * Çöpçatanın işi. çöpçü * Evlerden çöpleri toplayan veya sokaklarısüpüren temizlik işçisi. çöpçülük * Çöpçünün yaptığı iş. çöpe dönmek * çok zayıflamak. çöpleme * Düğün çiçeğigillerden, kökleri iç sürdürücü olarak kullanılan, kara çöpleme, yeşil çöpleme ve sarıçöpleme
gibi türleri olan bir bitki, marulcuk (Helleborus).çöplenme * Çöplenmek işi. çöplenmek * Çeşitli yiyeceklerden azar azar yemek.
* Kendine açıktan ufak tefek çıkarlar sağlamak.çöplü * (üzüm vb. için) Sapı olan.
* Çöple, süprüntüyle karışmış.çöplüğü * her türlü yetkinin sınırsızca kullanıldığıyer. çöplüğü * her türlü yetkinin sınırsızca kullanıldığıyer. çöplük * Çöplerin atıldığıyer, süprüntülük, mezbele. çöplük horozu * Güzeli, çirkini ayırt etmeyen kadın düşkünü erkek. çöplükçü * Çöplükleri satın alarak işe yarar madde ve malzemeleri yeniden değerlendirme için hazırlayan kimse. çöplükçülük * Çöplükçünün işi. çöpsüz * Çöpü olmayan. çöpsüz üzüm * Kusursuz ve uygun şey.
* Birlikte yaşayacak yakınları olmayan eş.çöpten çelebi * çok zayıf, güçsüz kişi. çör çöp * Bkz. çer çöp. çördek * Gabya mantileri üzerine bağlanan palanga, flok ve yan yelkenleri kandilisası. çöre otu * Bkz. çörek otu. çörek * Az yağlı, bazen şekerli ve yumurtalı, gevrekçe bir hamur işi.
* Bir gök cisiminin tekerlek biçiminde görülen yüzü, kurs.çörek mantarı * Ormanlık alanlarda yetişen bir mantar. çörek otu * Düğün çiçeğigillerden bir bitki ve bunun çöreklere çeşni katmak için ekilen, susam iriliğindeki siyah
tohumu (Nigella damascena).çörekçi * Çörek yapan veya satan kimse. çörekçilik * Çörek yapıp, satma işi. çöreklenme * Çöreklenmek işi. çöreklenmek * (yılan için) Halka durumunda kıvrılıp toplanmak.
* Sürekli kalmak, yerleşmek.
* Bir duyguyu güçlü ve sürekli olarak duymak.çöreklik * Çörek yapmaya elverişli olan, çörek için ayrılmışolan. çörkü * Sayı boncuğu, abaküs. çörten * Dam çevresindeki yağmur sularını oluklardan alıp duvar temelinden uzağa akıtan, saçak kenarlarından
dışarıdoğru uzanmışağaç oluk.çörten gibi * oluk gibi, çok gür bir biçimde. çörtü * Değirmende buğday teknesi oluğu. çöven * Kökü ve dalları, suyu sabun katılmışgibi köpürten, kir temizleyici bir bitki, sabun otu, helvacıkökü
(Saponaria officinalis).
* Çevgen.çöz * Bumbar, bağırsak.
* Bumbarın yağı.çözdürme * Çözdürmek işi. çözdürmek * Çözmek işini yaptırmak. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 50
çözelti * Çözülme sonucu ortaya çıkan madde. çözgü * Dokumacılıkta atkıların geçirildiği uzunlamasına ipler, arış. çözgün * Çözülmüş, dağılmış.
* (kar, buz için) Erimeye başlamış, yumuşamış.çözgünlük * Çözgün olma durumu. çözme * Çözmek işi.
* El tezgâhlarında dokunan, genellikle yatak, yorgan çarşafıyapmakta kullanılan ince bez.çözmek * Düğümlü, bağlıveya sarılı bir şeyi açmak.
* Düğmeyi iliğinden açmak.
* (saç için) Açmak.
* Çözgü ipini tezgâha yerleştirmek.
* (bulmaca, sorun vb. için) Bilinmeyen, gizli noktasını bulup onu açıklamak.
* Bir problemde aranan sonucu, belli ögeler yardımıyla ortaya çıkarmak, halletmek.
* Bir maddeyi bir çözücüde çözündürmek, onun çözeltisini yapmak.çözücü * Çözmek işini yapan.
* Başka bir maddeyi çözmek özelliği olan.çözük * Çözülmüşolan. çözülme * Çözülmek işi.
* Savaşta, gerideki savunma hattına çekilmek isteyen birliğin düşmandan sıyrılması.
* Bir sesin boğumlanmasından sonra organların eski duruma geçmesi.
* Kişilik veya karakter gibi bir bütünde birliğin bozulmasıdurumu.çözülmek * Çözmek işine konu olmak.
* Gevşeyip yumuşamak, erimeye başlamak.
* Birliğini, beraberliğini yitirmek, dağılmak, parçalanmak.
* Gevşemek, güçsüz kalmak.
* Dağılmak, çökmek.çözülüm * Çözülmek işi, dağılım, bozgun.
* Sinir merkezleri arasındaki iş birliği ve uyumun bozulup kesilmesi.çözülüş * Çözülmek işi veya biçimi.
* Eriyerek gevşeme.
* Dağılış.
* Yıkılış.çözüm * Bir sorunun çözülmesinden alınan sonuç, hal.
* Bir denklemde bilinmeyenlerin yerine konulunca o denklemi gerçekleştiren sayıveya sayılar.
* Bir problemi çözmek için verilenler üzerinde yapılacak işlemlerin gösterilmesi.çözüm yolu * Bir güçlüğü giderme çaresi. çözümcü * Çözüm getiren kimse. çözümleme * Çözümlemek işi.
* Herhangi bir konunun, bir nesnenin düşüncede veya gerçeklikte kurucu parçalarına ayrılmak yoluyla
yapısının, işleyişinin ve gelişim yasalarının ortaya konması işlemi.
* Bir cümledeki kelimelerin hangi kelime türünden olduklarınıveya özne, tümleç, yüklem görevlerinden
hangisinde bulunduklarını belirtme, tahlil.
* Bir maddenin birleşimindeki yalın cisimlerin niteliğini veya niceliğini anlamak için yapılan işlem, tahlil,
analiz.
* Bir sayıyı onluk ve birliklerine ayırıp, yazmak.
* Bir metni belirli yöntemlere bağlıkalarak gözden geçirme, tahlil.çözümlemek * Çözümleme yoluyla bir şeyi incelemek, tahlil etmek, analiz etmek.
* Anlamıve niteliği anlaşılamayan bir konuyu açıkladıktan sonra sonuca bağlamak, tahlil etmek, analiz
etmek.çözümlemeli * Çözümlemeye dayanan, çözümle ilgili, tahlil, analitik. çözümleniş * Çözümlenmek işi veya biçimi. çözümlenme * Çözümlenmek işi. çözümlenmek * Çözümlenmek işine konu olmak.
* Onluk sayma düzeninde, sayılar basamak değerlerine ayrılarak yazılmak.çözümleyici * Çözümlemek işini yapan kimse. çözümleyiş * Çözümlemek işi veya biçimi. çözümsel * Çözümle ilgili, tahlilî, analitik. çözümsüz * Çözümü olmayan. çözümsüzlük * Çözümü olmama durumu. çözündürme * Çözündürmek işi. çözündürmek * Çözünmesini sağlamak. çözünme * Çözünmek işi.
* Bir sıvı ile karışan katı, sıvıveya gaz durumundaki bir maddenin bu sıvı içinde homojen bir bütün
oluşturacak biçimde karışması.çözünmek * Çözülmek işine konu olmak, dağılmak, erimek. çözüntü * Çözülme, dağılma durumu. çözüş * Çözmek işi veya biçimi. çözüşme * Çözüşmek işi. çözüşmek * (bir şeyi oluşturan ögeler) Birbirinden ayrılmak. çözyağı * Karın boşluğundaki sindirim organlarıüzerinde bulunan ve onların üzerinden sıyrılarak veya kesilerek
alınan yağ.-çu * Bkz. -cı/ -ci. çubuğunu tüttürmek * üzüntüsüz, kaygısız yaşamak. çubuk * Körpe dal.
* Değnek biçiminde ince, uzun ve sert olan şey.
* Tütün içmek için kullanılan uzun ağızlık.
* Kumaşta düz çizgi.
* Ana direkler üzerine sürülen ikinci ve üçüncü direk parçası.çubuk ağacı * Sütleğengillerden, içi delik olan dallarıçubuk gibi kullanılan bir ağaçcık (Mabea). çubuk makarna * İnce, uzun, çubuk biçiminde dökülmüşve fırınlanmışmakarna. çubuk odası * Bkz. çubukluk. çubukçu * Çubuk yapıp satan kimse.
* Saraylarda ve büyük konaklarda tütün çubuklarınıhazırlayan kimse.çubuklama * Çubuklamak işi. çubuklamak * Halı, kilim gibi örtülerin tozunu temizlemek veya şilte, pamuk gibişeyleri kabartıp düzeltmek için
üzerlerine değnekle vurmak.çubuklu * Çubuğu olan.
* (kumaşta) Uzunlamasına çizgili.çubukluk * Çubuk saklanan uzun dolap. çubuksuz * Çubuğu olmayan. çucu * Semerci. çuha * Tüysüz ince, sık dokunmuşyün kumaş. çuha çiçeği * İki çeneklilerden, çok yıllık, değişik renkli çiçekleri ve rozet yaprakları olan, dere kenarlarında da yetişen bir
süs bitkisi. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 51
çuha çiçeğigiller * İki çeneklilerden, örneği çuha çiceği olan bir bitki familyası. çuhacılık * Çuha dokuma işi. çuhadar * Bir dairenin dışardaki ayak işlerine bakan kimse. çuhadarlık * Çuhadarın işi. çuhalı * Çuhası olan. çuhçuh * (çocuk dilinde) Tren.
* Lokomotifin çalışırken çıkardığıses.çuka * Akdeniz, Marmara ve Karadeniz’de yaşayan tekirlerin irisi. çukur * Çevresine göre aşağıçökmüşolan (yer).
* Çene ve yanaktaki gamze.
* Sin, mezar.çukur açmak * toprağıkazarak çukur yapmak. çukura düşmek * kötü ve uygunsuz bir duruma girmek. çukurlanma * Çukurlanmak işi. çukurlanmak * Çukur durumuna girmek veya çukurlu olmak. çukurlaşma * Çukurlaşmak işi. çukurlaşmak * Çukur duruma gelmek. çukurlatma * Çukurlatmak işi. çukurlatmak * Çukur durumuna getirmek veya çukurlu yapmak. çukurlu * Çukuru olan. çukurluk * Çukur olma durumu.
* Çukur yer.çukurunu kazmak * birinin felâketine yol açacak bir düzen kurmak. çul * Genellikle kıldan yapılmışkaba dokuma.
* Kıldan veya yünden yapılmışhayvan örtüsü.
* Giyim, giysi.çul çaput * Dokunmuşeski eşya veya eski giysi.
* Her türlü dokunmuşkumaş.çul tutmaz * giysi ve mal değeri bilmeyen, derbeder, serseri, avare (kimse). çulcu * Çul işleriyle uğraşan kimse. çulha * El tezgâhında bez dokuyan kimse. çulha kuşu * Bir iskete türü (Parus pendulinus). çullama * Çullamak işi.
* Tavşan ve kuzu eti ile kızartılmışhamur yemeği.çullamak * Hayvana çul örtmek.
* Fırtınalıdenizde dalgalar güverteye su atmak.çullandırma * Çullandırmak işi veya durumu. çullandırmak * Çullanmasına sebep olmak. çullanış * Çullanmak işi veya biçimi. çullanma * Çullanmak işi. çullanmak * Alta almak için birinin üzerine abanmak.
* Birini bezdirecek, bıktıracak kadar tedirgin edici olmak.çulluk * Çullukgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’da yaşayan, 32 cm uzunluğunda, tüyleri kahverengi ve kül
rengi, göçebe, eti için avlanan, uzun gagalı bir kuş, bekas (Scolopax rusticola).çullukgiller * Yağmur kuşlarının örnek hayvanıçulluk ve batak çulluğu olan alt familyası. Çulpan * Venüs. çulsuz * Çulu olmayan.
* Varlıksız, parasız.çultar * Eyerin veya palanın üzerine örtülen kilim, halı gibi örtü. çultarı * Bkz. çultar. çulu düzmek (veya düzeltmek) * giyimi kuşamıyenilemek.
* maddî durumu iyileşmek.çupra * Bkz. çopra. çupra balığı * Çipura. çurçur * Lâpina familyasından, eti pek sevilmeyen, küçük bir deniz balığı(Crenilabrus).
* Önemsiz, değersiz.çurlatma * Çurlatmak işi veya durumu. çurlatmak * Hızla, hızlandırmak. çuşka * Acı biber, kırmızı biber. çuval * Pamuk, kenevir veya sentetik iplikten dokunmuş büyük torba.
* Bir çuvalın alabileceği miktar.çuval gibi * kaba ve seyrek (kumaş) veya bol ve ütüsüz (giysi). çuvalcı * Çuval yapan veya satan kimse.
* Tarım işlerinde ürünü çuvallara dolduran kimse.çuvalcılık * Çuval yapıp satma işi.
* Ürünü çuvala doldurma işi.çuvaldız * Çuval gibi dokumalar dikmekte kullanılan, ucu yassıve eğri, büyük iğne.