Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük D Sayfa 7

    dalgündüz * Güpegündüz.
    dalıcı * Su altına dalan (kimse, hayvan).
    -dalık / -delik * İsimden isim ve sıfat üreten birleşik ek: On-dalık, gün-delik vb.
    dalına basmak * hoşlanmadığışeyleri yaparak birini kızdırmak.
    dalına binmek * bir kimseye bir işyaptırmak için asılmak, musallat olmak, sıkıştırmak.
    dalınç * Güzel bir görünüş, bir düşünce karşısında kendinden geçercesine sessiz bir coşkuya dalma, istiğrak.
    dalıp çıkmak * (deniz, göl gibi yerlerde) suyun içinde kaybolup yeniden görünmek.
    * (deniz, göl gibi yerlerde) az süre kalmak.
    * birçok yerlere girmek.
    dalıp gitmek * bir düşünce veya hayal ile bulunduğu ortamdan uzaklaşmak.
    dalış * Dalmak işi veya biçimi.
    * Topu yakalamak amacıyla savunmadaki bir oyuncunun yatay olarak sıçraması, plonjon.
    dalız * İç kulaktaki kemik dolambacın orta bölümü.
    dalkavuk * Kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olanlara aşırı bir saygıve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse,
    şaklaban.
    * Saraylarda devlet büyüklerini nükteli sözlerle eğlendiren kimse.
    dalkavukça * Dalkavuk gibi, dalkavuğa yakışır (biçimde).
    dalkavuklaşma * Dalkavuklaşmak işi.
    dalkavuklaşmak * Dalkavukça davranmaya başlamak.
    dalkavukluk * Dalkavuk olma durumu veya dalkavukça davranış, şaklabanlık.
    dalkavukluk etmek * dalkavuğa yaraşır biçimde davranmak.
    dalkılıç * Kılıcını çekmişolan.
    * Kılıcını çekmişolarak, yalın kılıç.
    dalkıran * Kabuk böcekleri familyasından, fındık ağaçlarında yaşayan kın kanatlı böcek (Anisandrus dispar).
    * Zorlu esen rüzgâr.
    dalkurutan * Kabuk altındaki odun katında oyuklar açarak diş budak sürgünlerini ve zeytin dallarınıkurutan kın kanatlı
    böcek (Hylesinus oleiperda).
    dallama * Dallamak işi.
    dallamak * Budamak.
    dallandırma * Dallandırmak işi.
    dallandırmak * Dallanmasına yol açmak.
    * Bir işi, bir sorunu büyütüp karışık duruma getirmek.
    dallanıp budaklanmak veya (bir işi) dallandırıp budaklandırmak * bir iş, bir sorun büyüyerek karışık duruma gelmek (getirilmek).
    dallanış * Dallanmak işi veya biçimi.
    dallanma * Dallanmak işi.
    dallanmak * Dal vermek.
    * Yayılmak, genişlemek.
    * (bir iş, bir sorun) Karışık, güç bir duruma girmek.
    dalları basmak * ağaçta dallarıeğecek kadar çok meyve olmak.
    dallı * Dalları olan.
    * Üzerinde dalları, çiçekleri olan (kumaş).
    dallı budaklı * Karışık bir duruma girmişolan, çapraşık.
    dallı güllü * Çok renkli, canlı.
    dalma * Dalmak işi.
    * Güreşçinin ayaktayken, birden eğilerek, rakibinin belden aşağıherhangi bir yerini kapması.
    dalmak * Suyun içine bütünüyle ve hızla girmek.
    * Bir yerin içine girmek.
    * Başka bir şeyle uğraşamayacak veya başka bir şeyi düşünemeyecek biçimde kendini bir şeye kaptırmak.
    * Kendini bilmez duruma gelmek, kendinden geçmek.
    * Uyumak.
    * Güreşte dalma oyununu yapmak.
    dalöğle * Tam öğle zamanı.
    dalsı * Dalıandıran, dala benzeyen.
    * Görevi, biçimi ve durumu yaprağa benzeyen yassı(dal).
    dalsız * Dalı olmayan.
    daltaban * Yalın ayak (kimse).
    * Aşağılık, serseri.
    daltonizm * Renk körlüğü.
    daluyku * Derin uyku.
    dalya * Bir şey sayılırken birim olarak alınan sayıya gelince söylenen uyarma sözü.
    dalya * Yıldız çiçeği (Dahlia).
    dalyan * Deniz, göl ve ırmaklarda kıyılara yakın yerlerde ağve kazıklarla oluşturulan, büyük balık avlama yeri.
    dalyan ağı * Huni biçiminde oldukça dar gözlü balık ağı.
    dalyan çorbası * Çeşitli taze balıklardan yapılan bol soğanlıçorba.
    dalyan gibi * boylu boslu.
    dalyan köftesi * İçine bezelye, havuç ve haşlanmışyumurta konularak rulo biçiminde hazırlanmış bir tür köfte.
    dalyan sepeti * Dalyanın denizden yana olan dip tarafındaki açıklığıkapamak için kullanılan büyük sepet.
    dalyan tarlası * Dalyanın, deniz içinde kurulu bulunduğu alan.
    dalyan yeri * Sabit veya yüzer dalyan kurmaya elverişli avlanma yeri.
    dalyancı * Dalyan sahibi olan veya dalyanla balık avlayan kimse.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 8

    dalyasan * Sarıkların omuz üzerine dökülen ucu.
    dam * Yapılarıdışetkilerden korumak amacıyla üzerlerine yapılan çoğu kiremit kaplı bölüm.
    * Toprak damlıev, küçük ev, köy evi.
    * Ahır.
    * Tutuk evi.
    dam * Dansta kavalyenin eşi.
    * İskambil kâğıtlarında kız.
    dam aktarma * Damın kiremitlerini elden geçirip kırıklarınıdeğiştirme.
    dam altı * Barınılacak, sığınılacak yer.
    dam koruğu * Dam koruğugillerden, bir veya çok yıllık türleri olan, ılık iklimlerde yetişen otsu bir bitki (Sedum).
    dam koruğugiller * İki çeneklilerden örnek bitkisi dam koruğu olan bir bitki familyası.
    dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı * yersiz ve saçma sözler karşısında hafifseme yollu söylenir.
    dam yandı, içindeki sıçan da (birlikte) yandı * “bu, büyük bir kayıp, ama eskiden yol açtığırahatsızlık da sona erdi” anlamında kullanılır.
    dama * Karelere ayrılmışzemin üzerinde on altıtaşla iki kişi arasında oynanan oyun.
    dama çıkmak * cinsî istekleri artmak.
    dama demek * gücü kalmayarak bir işi daha ileri götüremeyecek duruma gelmek.
    * tükenmek.
    dama tahtası * Üzerinde dama oynanan tahta.
    dama taşı * Dama oynanan taş.
    * Sık sık bir yerden başka bir yere giden veya atanan.
    dama taşı gibi oynatmak * sık sık bir yerden bir yere göndermek veya atamak.
    damacana * Su veya başka sıvılarıtaşımaya yarayan dar ağızlışişkin karınlı genellikle hasır veya plâstik sepet içinde
    korunan büyük şişe.
    damacı * Dama oyuncusu.
    damak * Ağız boşluğunun tavanı.
    damak eteği * Damağın kemiksiz ve yumuşak olan arka bölümü.
    damak tadı * Tat alma duyusuna uygun yiyecek.
    damak ünsüzü * Dil sırtıyardımı ile ön damakta veya art damakta oluşan ses: g, k, n.
    damaklı * Damağı olan.
    damaklıdiş * Damağı ile beraber hazırlanmıştakma diş.
    damaksı * Boğumlanma noktasıdamakta bulunan (ses).
    damaksıl * Damakla ilgili.
    damaksıllaşma * Damaksıllaşmak işi.
    damaksıllaşmak * Bir kelimede art damaktan çıkan bir ünsüz veya kalın bir ünlü ön damağa kayıp yumuşamak ve incelmek:
    Yana > yine, alma > elma gibi.
    damaksıllaşmış * Damaksıllaşan veya gerçekte damaksı olan ünsüze verilen ad.
    damaksıllaştırma * Damaksıllaştırmak işi.
    damaksıllaştırmak * Bir fonemin boğumlanma noktasınısert damağa doğru kaydırmak.
    damaksız * Damağı olmayan.
    * Tat alma duyusu zayıflamışolan veya bu duyuyu tamamen yitirmişolan (kimse).
    * Sivri uçlu balıkçı iğnesi.
    damalı * Üstünde kareler bulunan.
    damar * Canlıvarlıklarda kanın veya besleyici sıvıların dolaştığıkanal.
    * Mermerde, bazıtaşlarda ve tahta kesitlerinde renk ayrılığı gösteren dalgalıçizgi.
    * Başka türden katmanların arasında bulunan sıvı, maden veya mineral katmanı.
    * Soy, yaradılış.
    * Huy, mizaç.
    * İçinde ongun besi suyunun dolaştığı odunsu dokudan boru.
    * Böceklerde kanat zarınıdik tutmaya yarayan organ.
    damar aktarma * Vücudun bir yerinden alınan damarıtıkanmışdamarın yerine koymak suretiyle yapılan tedavi, by-pass.
    damar damar * Çok damarlı.
    * Katmanlı.
    damar sertliği * Atardamar iç yüzeyinde yaşlanma, yıpranma, kireçlenme sebebiyle ortaya çıkan kan dolaşımı güçlüğü ve
    kan basıncının artmasıhastalığı.
    damar tabaka * İnce kan damarlarından oluşan, göz küresinin içini döşeyen katman.
    damar tıkanıklığı * Atardamar kanının pıhtılaşmasıveya yağparçacıklarının oluşmasısonucunda meydana gelen tıkanma,
    amboli.
    damarcık * Küçük damar.
    damardaraltan * Damarların kas tabakasını büzerek kanın dolaşımınıçabuklaştıran veya düzenleyen (sinir, madde).
    damargenişleten * Damarların kas tabakasını gevşeterek çapını büyüten (sinir, madde).
    damarı(veya damarları) kabarmak * (bir huy veya duygu) güçlü bir biçimde ortaya çıkmak.
    damarı bozuk * Huysuz, sinirli, aksi, geçimsiz kimse.
    damarıkurusun * birinin huysuzluğuna öfkelenildiğinde, ilenme olarak söylenir.
    damarıtutmak * kötü huyu, aksiliği depreşmek.
    damarına (veya damarlarına) işlemek * kötü bir huy, vazgeçilmez bir biçimde yerleşmek.
    damarına basmak * birini, duyarlı olduğu bir konuda kızdırmak.
    damarına çekmek * soyunun özelliklerini taşımak.
    damarına girmek * birinin hoşlanacağışeyler yaparak kendisini ona sevdirmek.
    damarını bulmak * hoşlanabileceği biçimde davranıp uysallığını sağlamak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 9

    damarlandırma * Damarlarıyetersiz olan bir organa yeni damarlar eklemeyi amaçlayan ameliyat.
    damarlanma * Bir organın, bir bölgenin damarlarının durumu.
    damarlanmak * Damar damar olmak, damar durumu almak.
    damarlarıayağa kalkmak * Bir duygu sonucu şiddetle istemek.
    damarlı * Damarı olan, damarı gözle görülecek kadar kabarmışolan.
    * Aksi, huysuz, sinirli, geçimsiz.
    damarsız * Damarı olmayan.
    * Uysal, iyi huylu.
    damasko * Çoğunlukla döşemelik olarak kullanılan, keten ve ipek karışımı bir tür kumaş.
    damat * Güvey.
    * Padişah soyundan kız almışolan kimse.
    damat girmek * aileye güvey olarak katılmak.
    damatlık * Güveylik.
    damdan çardağa atlamak * hiçbir mantık bağıkurmadan konudan konuya geçmek.
    damdan düşer gibi (düşercesine) * (söz için) birdenbire ve yersiz olarak.
    damdazlak * Hiç saçı olmayan.
    damga * Bir şeyin üzerine bir nişan, bir işaret basmaya yarayan araç.
    * Bu araçla basılan nişan, işaret.
    * Bir kimsenin adınıkötüye çıkaran, yüz kızartıcıdurum.
    * Bir şeyin kime, hangi çağa ait olduğunu gösteren belirgin iz, işaret, nitelik.
    damga harcı * Kamuya ait mal ve hizmetlere vatandaşın katkıpayı olarak ödediği vergi.
    damga kanunu * Damga pullarının nasıl ve ne miktarda yapıştırılacağını gösteren kanun.
    damga pulu * Resmî işlemlerde belgelere yapıştırılan pul.
    damga vergisi * Kişiler veya kuruluşlar arasıhukukî işlemlerin geçerliliğini belgeleyen kâğıtlardan alınan vergi.
    damga vurmak * damgalamak.
    * iz bırakmak.
    damga yemek * (biri) kötü bir yargıya veya nitelenmeye uğramak.
    damgacı * Damga vurmakla görevli kimse.
    * Damga yapan veya satan kimse.
    damgacılık * Damgacının işi veya mesleği.
    damgalama * Damgalamak işi.
    damgalamak * Bir şeyin üzerine damga ile işaret yapmak, damga vurmak.
    * Bir kimseye gerçeğe dayanmadan herhangi bir özellik veya nitelik yüklemek.
    * Birine yüz kızartıcı bir suç yüklemek.
    damgalanma * Damgalanmak işi.
    damgalanmak * Damgalamak işine konu olmak.
    damgalatma * Damgalatmak işi.
    damgalatmak * Damgalamak işini yaptırmak.
    damgalayış * Damgalama işi veya biçimi.
    damgalı * Damgası olan, damgalanmışolan.
    * (kendisine) Yüz kızartıcı bir suç yüklenmişolan.
    damgasız * Damgalanmamış, damgası olmayan.
    damıtıcı * Damıtmaya yarayan, damıtma işinde kullanılan araç, imbik.
    * Endüstride damıtma ürünleri elde etmede türlü ham maddeleri damıtan kimse.
    damıtık * Damıtma yoluyla, damıtılarak elde edilmişolan.
    damıtılma * Damıtılmak işi.
    damıtılmak * Damıtmak işi yapılmak veya damıtmak işine konu olmak.
    damıtma * Damıtmak işi, taktir.
    damıtmak * Gaz ürünler elde etmek için, bazıkatınesneleri ısıyoluyla temel ögelerine ayrıştırmak, imbikten çekmek,
    taktir etmek.
    * Sıvıkarışımlarda, karmaşık, değişken birleşimleri oluşturan ögeleri, özellikleri belirli ürünlere ayırmak.
    damızlık * Yalnız dölü alınmak için yetiştirilen yüksek nitelikli (hayvan veya bitki).
    * Maya.
    damla * Yuvarlak biçimde, çok küçük miktarda sıvı.
    * Damlalıkla kullanılan ilâç.
    * Kalbe inen inme; felç.
    * Çok az.
    * Damla biçiminde olan (ziynet).
    damla damla * Azar azar.
    damla hastalığı * Gut.
    damla inmek * felç olmak, damlaya uğramak, yüreğine inmek.
    damla sakızı * İri taneli, parlak ve çok sevilen bir tür sakız.
    damla taş * Tıraşedilmeyerek yuvarlak ve cilâlı bırakılmış, değerli veya yarıdeğerli taş.
    * Sarkıt.
    damla taşı * Yapılarda süs unsuru olarak kullanılan damla biçiminde taş.
    damlacık * Küçük damla.
    damlalık * Bir sıvıyıdamla damla akıtmak için bir ucuna kauçuktan yapılmış başlık geçirilmiş, öbür ucu sivri, cam veya
    plâstikten araç.
    * Bir yapıda çörtenleri ve dam oluklarınıtaşıyan yan duvar.
    * Bulaşık teknesinin yanına konulan ve yıkanmışkap kacağın sularınıtekneye akıtan oluklu bölüm.
    damlama * Damlamak işi.
    damlamak * Damla durumunda tane tane düşmek.
    * İçindekini damla damla akıtmak.
    * Bir yere çağrılmadan, birdenbire, çekinmeden girmek.
    damlatılma * Damlatılmak işi.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 1

    D * Döteryum’un kısaltması.
    d D * Türk alfabesinin beşinci harfi. De adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümlü, patlayıcıdişeti
    ünsüzünü gösterir.
    * Nota işaretleri harfle tanımlandığında re notasını gösterir.
    * Romen rakamlarında beşyüz sayısını gösterir.
    da / de * (sonunda kalın ünlülü hece bulunan kelimelerden sonra da, ince ünlülü hece bulunan kelimelerden sonra
    de, biçimlerinde yazılır; yazıda, ta / te biçimi kullanılmaz.) Daha önce geçmiş bir cümle veya eşgörevli öge ile sonraki
    arasında “-den başka” anlamıyla ilişki kurar.
    * Azarlama, yalvarma, küçümseme, yakınma, övme anlamlarında iki cümleyi bağlar.
    * Şart bildiren fiillerden sonra “bile, dahi” anlamına gelerek şartın geçerli olmadığınıanlatır.
    * Karşıt anlamlıcümleleri pekiştirerek bağlar.
    * Bazı birleşik cümleleri “ama, fakat” anlamıyla birbirine bağlar.
    * Bazıedat, bağlaç ve zarflardan sonra gelerek anlamı güçlendirir.
    * Kendisinden önceki fiili zarf-fiil durumuna sokar.
    * -erek, -ip ekli zarf-fiillerden sonra kullanılırsa temel fiilin oluş biçimini, önermenin nasıl oluştuğunu anlatır.
    * Tekrarlanan iki isim, iki sıfat arasında kullanılırsa anlam güçlendirilmişolur.
    * Bir isteğe karşı olan fiili bağlamaya yarar.
    * Tekrarlanan fiiller arasında süreklilik bildirir.
    * Bir şeyin yerine geçebilen iki cümlenin fiillerini birbirine bağlar.
    * Tekrarlanan kelimelerin arasına girerek kuvvetli istek, direnme bildirir: Çocuk satıcıyı görünce şeker de
    şeker diye tutturdu … cümlede da…da, de…de, da…de veya de…da biçimleriyle eşgörevli ögeleri, “hem … hem”
    anlamıyla bağlar.
    -da / -de /, -ta / -te * Bulunma hâli eki: oda-da, sokak-ta, ev-de, gök-te vb. Bazıörneklerde bu ek kalıplaşmıştır: gözde, sözde,
    ondalık.
    -da- / -de-, -ta- / -te- * Yansımalardan geçişsiz fiil türeten ek: fısıl-da-mak, çağıl-da-mak, gümbür-de-mek, fingir-de-mek vb.
    Dadacı * Dadacılık akımına bağlısanatçı, dadaist.
    Dadacılık * Savaşa ve toplumsal düzensizliğe karşı başkaldırmadan doğan bir sanat akımı, Dadaizm.
    * 1916’da dil ve estetik kurallarınıtanımayan, kelimelerin anlamlarına değer vermeyen, anlatımda başı boşve
    alabildiğine çağrışımlara dayanan bir yol izleyen, bile bile kapalılığa sapan bir çığır, Dadaizm.
    Dadaist * Dadacı.
    Dadaizm * Dadacılık.
    dadandırma * Dadandırmak işi.
    dadandırmak * Dadanmasına yol açmak.
    dadanma * Dadanmak işi.
    dadanmak * Tadınıaldığı, hoşlandığı bir şeyi sık sık istemek.
    * Yarar, çıkar amacıyla veya alışkanlıkla bir yere sık sık uğramak.
    dadaş * Erkek kardeş.
    * Delikanlı, yiğit kimse.
    * (doğu illerinde) Seslenme sözü olarak kullanılır.
    dadaşlık * Dadaşolma durumu.
    dadı * Çocuk bakımı ile görevlendirilmişkadın.
    dadı olmak * çocuk bakıcılığı görevini üstlenmek.
    dadılık * Dadı olma durumu veya dadının yaptığı iş.
    dadılık etmek * bebek veya çocuk bakıcılığı ile uğraşmak.
    * üzerine sorumluluk almak, göz kulak olmak, sahip çıkmak, sahiplenmek.
    dağ * Yer kabuğunun çıkıntılı, yüksek, eğimli yamaçlarıyla çevresine hâkim ve oldukça geniş bir alana yayılan
    bölümlerine verilen ad.
    dağ * Kızgın bir demirle vurulan damga, nişan.
    * İyileştirmek için vücudun hastalıklı bölümünde kızgın bir araçla yapılan yanık.
    * Büyük üzüntü, acı.
    dağ(veya dağlar) gibi (kadar) * çok büyük, çok iri, çok güçlü.
    * pek çok.
    dağ(veya dağları) devirmek * çok zor işleri başarmak.
    dağadamı * Kaba saba kimse.
    dağanası * Çok iri kadın, dağlar anası.
    dağardında olsun da, yer altında olmasın * yaşasın da uzakta olsun.
    dağarmudu * Yabanî armut, ahlat.
    dağaslanı * Puma.
    dağayısı * Dağlarda yaşayan yabanî ve tehlikeli ayıcinsi.
    * Şehir yaşayışına alışmamışçok kaba kimse.
    dağbaşı * Dağdoruğu.
    * Şehir dışı; ıssız yer.
    dağbayır * İnişli çıkışlıyer, kır.
    dağbirliği * Dağşartlarına göre eğitilmişaskerî birlik.
    dağçamı * Dağda yetişen çam türü.
    dağçayı * Bkz. ada çayı.
    dağçayırı * Dağlık bölgelerde derin ve rutubetli toprağa sahip alanlarda gelişen tabiî çayır.
    dağçileği * Dağda yetişen çilek, yaban çileği.
    dağdağüstüne olur, ev ev üstüne olmaz * aynıevde oturan iki aile arasında er geç birtakım anlaşmazlıklar çıkar.
    dağdağa kavuşmaz, insan insana kavuşur * ne kadar uzak düşmüşolurlarsa olsunlar, insanlar günün birinde birbirleriyle karşılaşabilirler.
    dağdalak otu * 5-10 cm yükseklikte, yere yatık ve çiçekleri soluk sarırenkli bir dalak otu türü (Teucrium montana).
    dağdoğura doğura bir fare doğurmuş * büyük şeyler beklenen bir işten önemsiz bir sonuç alınınca söylenir.
    dağelması * Yabanî elma.
    dağeriği * Yabanî erik.
    dağeteği * Dağyamacının alt bölümü.
    dağevi * Dağlık yerlerde kurulmuşev.
    * Şehirlerin kirli havasından uzaklaşmak, tabiat varlıklarından ve güzelliklerinden yararlanmak için yapılmış
    ev.
    dağgölü * Dağlar arasındaki çukur alanlarda akan suların birikimi ile oluşan göl.
    dağhavası * Yüksek yerlerdeki serin ve temiz hava.
    dağiklimi * Sert, kuru ve soğuk havanın hâkim olduğu iklim türü.
    dağispinozu * Sırtıkara benekli, karnı beyaz, erkeğinin gerdanıportakal renginde, ağaçlık yerlerde yaşayan
    ispinozgillerden bir kuş.
    dağkeçisi * Boynuzlugiller familyasından, ufak sürüler hâlinde yaşayan, çok çevik bir antilop türü, elik (Rupicapra
    tragus).
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 2

    dağkestanesi * Amerika’nın sıcak bölgelerinde yetişen sert yapılıağaç ve bu ağacın meyvesi (Sloane berteriana).
    dağkırlangıcı * Çobanaldatan, keçisağan.
    dağkolu * Sıradağlardan her iki yöne doğru uzanan dağsırtı.
    dağkoyunu * Yabanî koyun.
    dağköyü * Dağlık yerlerde kurulmuşyerleşim yeri.
    dağlâlesi * Düğün çiçeğigillerden, mor renkli, çan biçimi tüylü çiçekleri olan otsu bir bitki, anemon (Anemone
    vulgaris).
    dağmerası * Dağlar arasında kalan hayvan otlatmaya elverişli bölge.
    dağnanesi * Yüksekliği 20-50 cm arasında olan, sık beyaz tüylü, kuvvetli nane kokulu, çok yıllık ve otsu bir bitki
    (Cyclotrichium niveum).
    dağoluşu * Yer kabuğunun belli yerlerinde kıvrılma, kırılma ve yükselme olaylarısonucu dağların oluşunu inceleyen
    bilim kolu, orojeni.
    dağotlağı * Dağmerası.
    dağserçesi * Serçegillerden, orman ve bahçelerde yaşayan sırtıkahverengi, karnıkül rengi ve beyaz olan bir tür serçe
    (Passer montanus).
    dağsıçanı * Kemiriciler takımının sincapgiller familyasından postu beğenilen bir memeli türü (Marmota marmota).
    dağtaş * Şehir dışındaki her yer.
    * Çok fazla.
    dağtavuğu * Bkz. çil (I).
    dağtopu * Katır sırtında taşınan küçük top.
    dağyolu * Dağeteklerinden geçen vasıfsız yol.
    dağyürümezse, abdal yürür * büyüklük taslayan birinden bitecek bir işimiz varsa, biz onun ayağına gidip işimizi görmeliyiz.
    dağa çıkmak * eşkiyalık etmek veya hükûmete karşı gelmek için dağlara çekilmek.
    dağa kaldırmak * birini, herhangi bir amaçla, zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada tutmak.
    dağalası * Eti kırmızı bir çeşit küçük ala balık (Salmo alpinus).
    dağar * Ağzıyayvan, dibi dar toprak kap.
    * Dağarcık.
    dağarcığıyüklü * bilgisi çok olan, bilgili.
    dağarcığına atmak * bir bilgiyi eski bilgilerine katmak, zihnine yerleştirmek.
    dağarcığındakini çıkarmak * hazırladığı bir sözü söylemek.
    dağarcık * Meşin torba.
    * Bilginin biriktiği yer, bellek.
    * Repertuar.
    dağarcıkta bir şey kalmamak * her şeyi tüketmek, bitirmek.
    dağcı * Dağa tırmanma sporu yapan kimse, alpinist.
    dağcıl * Dağşartlarına ve iklimine göre yetiştirilen bitki.
    dağcılık * Dağa tırmanma sporu, alpinizm.
    dağda bağın var, yüreğinde dağın var * malımülkü veya evlâdı olanlar kaygıve tasadan uzak olamazlar.
    dağda büyümüş * kaba ve görgüsüz kimse.
    dağdağa * Gürültü, patırtı, telâş, karmakarışık durum, sıkıntı.
    dağdağalı * Gürültülü patırtılı.
    dağdağasız * Gürültüsüz, patırtısız, sessiz ve sakin (yer veya ortam).
    dağdan gelip bağdakini kovmak * sonradan geldiği bir yerde eskiden beri burada bulunan kişinin yerini almaya çalışmak.
    dağdan inme * çok kaba saba kimse.
    dağılım * Dağılarak birbirinden ayrılma.
    * Bir toplumda veya kümede incelenen bir veya birçok özelliğin zamana, yere veya seçilen herhangi bir
    değişkene göre hesaplanan sayısal ve oransal dağılışı.
    * Ulusal gelirin toplumun bireyleri veya kesimleri arasındaki dağılışı.
    * Mal üretiminde, katkıda bulunanlara, üretilen mallardan herhangi bir ölçüde verilmesi, dağıtılması.
    * Çağrışım.
    * Bir ses biriminin, anlam biriminin veya dizimin değişik kullanım veya bağlamlardaki çevrelerinin tümü.
    * Birleşiminde kütle içinde tamamen eşit olarak dağılmışgerçek veya koloidal eriyik biçiminde başka bir
    madde bulunan katı, sıvıveya gaz durumundaki bütün cisimlere verilen ad.
    dağılış * Dağılmak işi veya biçimi, çözülme.
    * Yıkılış, çöküş.
    dağılma * Dağılmak işi.
    * Sınırlı bölgelere toplanmış birlik, gereç ve kuruluşların düşman saldırısına karşıdaha iyi korunmalarını
    sağlamak amacıyla birbirlerinden uzaklaştırılmaları.
    * Aynısilâhla aynıhedefe atılan mermilerin, barut haklarının ve başka şartların değişmesi yüzünden ayrıayrı
    noktalara vurması.
    dağılmak * Toplu durumda iken ayrılıp birbirinden uzaklaşmak.
    * Değer ve birimler belli etkenlerle, oranlı olarak bölünmek.
    * Parçalanarak yayılmak, ufalanmak.
    * Karışık duruma gelmek, düzeni bozulmak.
    * Birliği beraberliği bozulmak.
    * Bir topluluğun, kuruluşun varlığıson bulmak, fesholunmak, münfesih olmak.
    * Etkisi, gücü azalmak.
    dağınık * Geniş bir alana yayılmışolan.
    * Bir arada olmayan, birbiriyle bağlantısı olmayan.
    * Düzeni bozuk, karışık.
    * Düzensiz, düzenli olmayan, tertipsiz.
    * Düşüncelerini toparlayamayan.
    dağınık gözenek * Ağaç başkesitindeki gözeneklerin dengeli düzende dağılım gösterme hâli.
    dağınık ışık * Bir sahnenin aydınlatılmasında genel aydınlanmayısağlayan veya sahnenin genel aydınlanma derecesini
    artırmakta kullanılan ışık.
    dağınıkça * Biraz dağılmış, dağınık gibi.
    dağınıklık * Dağınık olma durumu.
    dağıntı * Karışık, gelişigüzel atılmışöteberi.
    Dağıstanlı * Kuzeydoğu Kafkasya’daki Dağıstan Federe Cumhuriyeti halkından olan kimse.
    dağıtıcı * Mektup, gazete vb. şeyleri dolaşarak dağıtan kimse, müvezzi.
    * Motorlarda yüksek gerilimli akımıçalışma sırasına göre bujilere yayıp gönderen aygıt, distribütör.
    dağıtıcılık * Dağıtma işi.
    dağıtık * Kendinden geçmiş, sarhoş.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 3

    dağıtılma * Dağıtılmak işi.
    dağıtılmak * Dağıtmak işi yapılmak, tevzi edilmek.
    dağıtım * Dağıtmak işi, tevzi.
    * Bir merkezden çeşitli yerlere göndermek işi.
    dağıtım bürosu * Dağıtım işinin yapıldığı büro.
    dağıtım evi * Dağıtım işiyle uğraşan kuruluşmerkezi.
    dağıtımcı * Dağıtım işiyle uğraşan kimse veya kuruluş.
    dağıtımcılık * Dağıtımcının işi.
    dağıtış * Dağıtmak işi veya biçimi.
    dağıtma * Dağıtmak işi, tevzi etme.
    dağıtmak * Toplu durumda bulunan kimse veya şeyleri birbirinden uzaklaştırmak veya ayırmak.
    * Belli bir orana göre bölüştürmek, pay etmek, tevzi etmek.
    * Bir şeyin veya bir yerin düzenini bozmak.
    * Güçlü bir vuruşla büyük bir zarara yol açmak.
    * Bir topluluğun varlığına son vermek, feshetmek.
    * Kurulu bir düzeni bozmak.
    * Etkisini, gücünü azaltmak, gidermek.
    * İletmek, ulaştırmak.
    dağî * Dağlık bölgelerde söylenen türkülerin makamı.
    dağlağı * Dağlama aracı.
    dağlama * Dağlamak işi.
    dağlama resim * Tahta üzerine kızgın demirle yapılan bir tür resim, yakma resmi, pirogravür.
    dağlamak * Kızgın bir demirle hayvan derisine damga vurmak.
    * Akan kanıdindirmek veya hasta bölümleri ortadan kaldırmak için vücudun bir yerini kızdırılmış bir metal
    araçla yakmak.
    * (çok sıcak, soğuk veya acı bir şey) Yakmak.
    * Acısıyüreğine işlemek.
    dağlanış * Dağlanma işi veya biçimi.
    dağlanma * Dağlanmak işi.
    dağlanmak * Dağlamak işine konu olmak.
    dağlar anası * Çok iri kadın, dağanası.
    dağlara düşmek * büyük bir üzüntü dolayısıyla insanlardan kaçıp ıssız yerlerde yaşamak.
    dağlara taşlara * kötü bir durumdan söz edilirken “hepimizden ırak olsun” anlamında söylenir.
    dağların misafir aldığımevsim * yaz mevsimi.
    dağların şenliği (veya dağların gelin anası) * ayı, kaba, anlayışsız kimse.
    dağlatış * Dağlatmak işi veya biçimi.
    dağlatma * Dağlatmak işi.
    dağlatmak * Dağlamak işini yaptırmak.
    dağlayış * Dağlamak işi veya biçimi.
    dağlı * Dağlık bölge halkından olan.
    * Kaba saba, görgüsüz.
    * Dağa ait.
    dağlı * Dağlanmışolan.
    dağlıç * Kıvırcık koç ile Karaman koyununun birleşmesinden doğan melez koyun.
    dağlık * Birçok dağın bulunduğu, dağlarla kaplı(bölge).
    dah * Bkz. deh.
    dah etmek * sürmek, yürütmek.
    daha * Şimdiye kadar, henüz.
    * Olana ek olarak, olana katarak.
    * Kendisinden sonra üçüncü kişi iyelik eki alan bir sıfatla birlikte sözü edilen konuda en önemli durumu
    belirtmek için kullanılır.
    * Bundan başka, bunun dışında.
    daha bir * Değişik, farklı.
    daha da * karşılaştırma derecesini vurgular.
    daha daha * “Başka neler oldu?” anlamında kullanılır.
    daha iyisi can sağlığı * “bulunabileceklerin en iyisi oldu” anlamında kullanılır.
    daha neler! * “hiç öyle şey olur mu!” anlamında kullanılır.
    dahası * (bir şeye) Fazlası, ilâvesi.
    dahasıvar * bir konuda bilinmesi gereken başka şeyler de olduğunu anlatmak için kullanılır.
    dahdah * (çocuk dilinde) At.
    dahi * Da, de.
    * “Bile” anlamında şart bildiren fiillerden sonra gelerek şartın geçerli olmadığını bildirir.
    dâhi * Olağanüstü yeteneği ve yaratıcı gücü olan (kimse).
    dâhice * Dâhiye yakışır (biçimde).
    dahil * Bir işe karışmışolma, karışma.
    dâhil * İç, içeri.
    * İçinde olmak üzere, ile birlikte.
    dâhil etmek * içine almak, katmak.
    dâhil olmak * katılmak, girmek veya içinde olmak.
    dâhilen * İçeriden, içten.
    * (ilâçlar için) İçip, yutularak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 4

    dâhilî * İçle ilgili.
    dâhilî deniz * Bkz. iç deniz.
    dâhilî harp * Bkz. iç savaş.
    dâhilî nizamname * İç tüzük.
    dâhilî talimatname * İç yönetmelik.
    dâhilik * Dâhi olma durumu, deha.
    dâhiliye * (devlet yönetiminde) İç işleri.
    * Vücudun iç hastalıklarıyla ilgili hekimlik kolu.
    * İç hastalıklarıyla ilgili hastahane bölümü.
    dâhiliye mütehassısı * İç hastalıklarıuzmanı.
    dâhiliye subayı * Askerî okul, hastahane gibi kuruluşlarda iç yönetimde görevli subay.
    dâhiliyeci * İç hastalıklarıuzmanı.
    dâhiyane * Dâhiye yakışır (biçimde), dâhice.
    dahletme * Dahletmek işi.
    dahletmek * Karışmak, burnunu sokmak; sataşmak.
    dahra * Bkz. tahra.
    daim * Sürekli, sonsuz.
    daim etmek (veya eylemek) * sürekli kılmak.
    daim olmak * süre durmak, sürüp gitmek, devam etmek.
    daima * Her vakit, sürekli olarak.
    daimî * Sürekli, kalıcı, temelli, gedikli.
    dair * Bir konu üzerine olan, üzerine, konusunda, … ile ilgili, üstüne.
    daire * Bir çemberin içinde kalan düzlem parçası.
    * Bir yapının konut olarak kullanılan bölümlerinden her biri, kat.
    * Belirli devlet işlerini çevirmekle görevli kuruluşlardan her biri ve bunların içinde çalıştıklarıyapı.
    * Bir yapıveya gemide belli bir işe ayrılmış bölüm.
    * (soyut kavramlar için) Belli sınır, ölçü.
    * Saz takımında usul vurmaya yarayan tef.
    daire kesmesi * Bir dairenin iki yarıçapı ile aralarındaki yayın çevrelediği alan.
    daire parçası * Bir dairenin bir kirişi ile o kirişin yayıarasında kalan parçası.
    daireli * Dairesi olan.
    dairesel * Daire ile ilgili, daire biçiminde olan.
    dairesiz * Dairesi olmayan.
    dairevî * Dairesel.
    -daki / -deki, -taki / -teki * İsimden sıfat yapma eki: dağ-daki ev, bahçe-deki ağaçlar, iç-teki masa, uzak-taki akrabamız vb.
    dakik * Düzenli işleyen.
    * Zamanıkullanmada çok dikkatli olan, her şeyi zamanında yapmaya özen gösteren.
    dakika * Bir saatlik zamanın altmışta biri.
    * Bir derecenin altmışta biri.
    * An, zaman.
    dakikane * Tam zamanında, dakik olarak.
    * Sadık bir biçimde.
    dakikasıdakikasına * tam zamanında.
    dakikasıdakikasına uymaz * her an başka bir ruh durumu gösterir.
    dakikasında * Hemen o anda, anında.
    daktilo * Yazımakinesi.
    * Yazımakinesi ile yazmayımeslek edinen kimse.
    daktilo etmek * yazımakinesiyle yazmak.
    daktilo kâğıdı * Daktilo yazıları için kullanılan kâğıt.
    daktilo makinesi * Yazımakinesi.
    daktilo masası * Üzerinde daktilo ile yazıyazılan özel masa.
    daktilo şeridi * Daktilodaki harflerin beyaz kâğıt üzerinde daha iyi okunmasınısağlayan karbonlu şerit.
    daktilograf * Yazımakinesi ile yazıyazan kimse, daktilo.
    daktilografi * Yazımakinesi ile yazıyazma işi.
    daktiloluk * Daktilo olma durumu.
    daktiloskopi * Parmak izine dayanarak kimlik belirleme yöntemi.
    daktilotekni * Suçlunun parmak izlerini belirleme, kimliğini araştırma ve bulmaya yarayan yöntemlerin bütünü.
    dal * Ağacın gövdesinden ayrılan kollardan her biri.
    * Kol, bölüm.
    * Canlıların bölümlenmesinde, sınıfların bir araya gelmesiyle oluşan birlik, şube.
    dal * Arka, sırt.
    * Kol.
    * Boyun, ense; omuz.
    dal * Çıplak, yalın.
    dal * Zaman belirten kelimelerin başına getirildiğinde kelimenin anlamını güçlendirir.
    dal * Arap alfabesinde de harfi.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 5

    dal budak salmak * karmaşık bir biçimde yayılıp genişlemek.
    * soy yönünden genişleyip yayılmak.
    dal gibi * ince uzun yapılı.
    dal gibi kalmak * (vücudu) çok zayıflamak.
    dal vermek * dayanmak, yaslanmak.
    dal yarak * Budalalığıyüzünden her zaman densizlik eden kimse.
    dala çıka * büyük güçlüklerle.
    dalak * Midenin arkasında, diyaframın altında, sol böbreğin üstünde, yassı, uzunca, akyuvar üreten ve yıpranmışal
    yuvarlarıtoplayan, damarlı gevşek bir dokudan oluşmuşorgan.
    * Omurgalıhayvanlarda lenf bezine benzeyen ve kan damarlarıçok olan bir organ.
    * Bal peteği.
    * Tekerlek biçimindeki kaşar peyniri.
    dalak kestirmek * sıtmadan büyümüşdalağıeski bir usulle tedavi ettirmek.
    dalak otu * Ballı babagillerden, Akdeniz çevresinde kuru yerlerde yetiştirilen, yüz kadar türü bulunan, güçlendirici,
    uyarıcıve yara sağaltıcı olarak kullanılan otsu veya odunsu bitki, duvar sedefi (Teucrium chamaedrys).
    dalâlet * Sapınç, sapkınlı, doğru yoldan ayrılmak.
    dalâlete düşmek * doğru yoldan ayrılmak, sapkınlık etmek.
    dalama * Dalamak işi.
    dalamak * (köpek, kurt gibi ısırıcıhayvanlar için) Dişlemek, ısırmak.
    * (zehirli böcek, ısırgan otu gibi yakıcımaddesi bulunan şeyler veya sert kumaşiçin) Dokunarak teni acıtmak
    veya kaşındırmak.
    dalan * Lobi.
    * Biçim, şekil.
    dalancı * Lobici.
    dalancılık * Dalancının işi veya mesleği.
    dalap olmak * (dişi hayvan, özellikle kısrak) Erkek istemek.
    dalaş * Kavga, gürültülü bağrışıp çağrışma.
    dalaşma * Dalaşmak işi veya durumu, dalaş.
    dalaşmak * (köpekler) Boğuşup birbirini ısırmak.
    * Ağız kavgasıetmek.
    dalavere * Yalan dolanla gizlice görülen kötü iş, gizli oyun.
    dalavere çevirmek (veya döndürmek) * yalan dolanla gizlice kötü işgörmek.
    dalavereci * Çıkarı için hileye başvuran (kimse).
    dalaverecilik * Dalavereci olma durumu.
    dalbastı * Bir tür iri, aşılıkiraz.
    dalcık * Ana dalın kollarından her biri, küçük dal.
    daldalan * Arka arkaya, peşi sıra.
    daldan dala * Oradan oraya, düzensiz, kararsız.
    daldan dala konmak * sık sık iş, konu veya düşünce değiştirmek.
    daldırılma * Daldırılmak işi.
    daldırılmak * Daldırmak işine konu olmak.
    daldırış * Daldırma işi veya biçimi.
    daldırma * Daldırmak işi.
    * Bir dalı gövdeden ayırmadan toprağa gömerek köklenmesini sağlama yolu.
    * Bu yolla daldırılan dal.
    daldırma * Cam veya seramikten yapılmış bir çeşit kulplu kap.
    daldırmak * Dalmak işini yaptırmak, dalmasına sebep olmak.
    * Dalmak.
    daldırtma * Daldırtmak işi.
    daldırtmak * Daldırmasını sağlamak.
    daldız * Marangozların kullandığı ağaç oymaya yarayan oluklu demir alet.
    * Ağaçtan oyulmuşarıkovanı.
    * Ağaçtan oyulmuşyayık.
    * Petekten bal almak için kullanılan demir kepçe, demir bıçak.
    dalfes * Üstünde sarık bulunmayan, sarıksız fes.
    dalfidan * Taze ve yeni fidan.
    dalfidan boylu * İnce, uzun ve yeni dal gibi boyu olan.
    dalga * Deniz veya göl gibi genişsu yüzeylerinde genellikle rüzgârın, depremin vb. nin etkisiyle oluşan kıvrımlı
    hareket.
    * (sıcak, soğuk, moda için) Belli bir süre etkili olan dönem.
    * Titreşimin bir ortam içinde yayılma hareketi.
    * Bir yüzeydeki kıvrım.
    * Saçların kıvrım genişliği.
    * Gizli iş, dalavere.
    * Esrar, eroin vb. uyuşturucu maddelerin verdiği keyif durumu.
    * Dalgınlık.
    * Geçici sevgili.
    * Macera, meşru olmayan kazanç veya aşk ilişkisi.
    dalga bandı * Hem radyo hem de optik dalgalarıkapsayan bant.
    dalga boyu * Yan yana iki dalga sırtıarasında kalan ve uzunluğu yerine göre birkaç metreden birkaç yüz metreye kadar
    ulaşabilen yatay uzaklık.
    * Devirli hareketlerde bir devir içindeki hareketin yayıldığıuzaklık.
    dalga çukuru * Biribiri ardından gelen iki dalga arasında oluşan çukur bölge.
    dalga dalga * (renk için) Açıklıkoyulu.
    * Düzgün olmayan, alçaklı, yüksekli.
    * (saç için) Kıvrımlı.
    dalga geçmek * üzerinde durulması gereken işle ilgilenmeyerek, başka şeyler düşünmek.
    * eğlenmek, alay etmek.
    * geçici sevgi ilişkisi kurmak, gönül eğlendirmek.
    dalga genliği * Dalganın en yüksek noktası ile sıfır noktasıarasındaki nicelik.
    dalga hızı * Dalga boyunun dalga periyoduna oranı.
    dalga kuşağı * Aynıfrekansı içeren dalgalar bütünlüğü.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 52

    çuvallama * Çuvallamak işi veya durumu.
    çuvallamak * Çuvala doldurmak.
    * Başaramamak.
    çuvallanma * Çuvallanmak işi veya durumu.
    çuvallanmak * Çuvallamak işine konu olmak.
    çuvallatma * Çuvallatmak işi veya durumu.
    çuvallatmak * Çuvallamasını sağlamak.
    çuvallı * Çuvallanmışveya çuvalı olan.
    çuvalsız * Çuvalı olmayan veya çuvallanmamış.
    Çuvaş * İdil ırmağıkıyısındaki Çuvasistan Federe Cumhuriyeti’nde oturan, Türk soyundan bir halk veya bu halkın
    soyundan olan kimse.
    * Çuvaşlara özgü olan.
    Çuvaşça * ÇuvaşTürkçesi.
    -çü * Bkz. -cı/ -ci.
    çük * Erkeklik organı.
    çükündür * Pancar.
    çükür * Bir yüzü balta, bir yüzü kazma olan araç.
    çünkü * Şundan dolayı, şu sebeple.
    çürüğe çıkarmak * bir nesneyi işe yaramayacak durumda olmasından dolayıkullanmamak.
    çürük * Çürümüşolan.
    * Sağlam ve dayanıklı olmayan.
    * Sağlam bir temele veya kanıtlara dayanmayan.
    * Gereği gibi işlemez, sakat.
    * Vurma veya sıkıştırma yüzünden vücutta oluşan mor leke.
    çürük (veya çürüğe) çıkmak * birinin sağlam olmadığı anlaşılmak.
    * sağlık durumunun elverişsiz olmasıyüzünden askerlik ödevinden bağışlanmak.
    çürük boya * Doğal olmayan ve basit kimyasal yollarla elde edilen boya.
    çürük çarık * Sağlam olmayan, işe yaramaz.
    çürük gaz * Otomobil vb. taşıt araçlarının egzozundan çıkan yanmışgaz.
    çürük iş * Bozuk, kötü, işe yaramaz özellikleri olan durum veya iş.
    çürük para * Ayarıdüşük on akçe, sağpara karşıtı.
    çürük sakız * Çok kullanılan söz veya düşünce.
    çürük tahtaya basmak * tedbirsizlik edip sonu tehlikeli olabilecek bir işe girişmek.
    çürükçül * Doğal olarak hayvan ve bitki kalıntılarının üzerinde yaşayan ve onların çürümesine yol açan (bitki ve
    organizmalar), saprofit.
    çürüklü * Çürüğü olan.
    çürüklük * Çürük olma durumu.
    * İşe yaramayan maddelerin bırakıldığıyer.
    * Sakıncalı, şüpheli, belirsiz durum.
    çürüksüz * Çürüğü olmayan.
    çürüme * Çürümek işi.
    çürümek * (bitki veya hayvan) Türlü etkilerle ve en çok mikropların etkisiyle, kimyasal değişikliğe uğrayarak bozulup
    dağılmak.
    * Sağlamlığını, dayanıklılığınıyitirmek.
    * Vurulma veya sıkışma yüzünden vücutta lekeler oluşmak.
    * (insan için) Yıpranmak, çökmek.
    * (dava için) Temelsiz ve kanıtsız kalmak.
    çürütme * Çürütmek işi.
    çürütmek * Çürümesine sebep olmak.
    * (eti) Bayatlatıp gevrek bir duruma getirmek.
    * Doğru olarak ileri sürülen bir düşüncenin, bir davanın boşluğunu, anlamsızlığını ortaya koymak.
    çürütülme * Çürütülmek işi veya durumu.
    çürütülmek * Çürütmek işine konu olmak.
    * Doğru olarak ileri sürülen düşüncenin yanlışlığını, gerçeklere dayanmadığını ortaya çıkarmak.
    çürütüş * Çürütmek işi veya biçimi.
    çürüyüş * Çürümek işi veya biçimi.
    çüş * Yürüyen eşeği durdurmak için söylenen söz.
    * Yakışıksız bir davranışkarşısında söylenen kaba bir söz.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 49

    çömlekleme * Çömleklemek işi.
    çömleklemek * Çömlek işine konu olmak.
    çömmek * Çömelmek.
    çöngül * Ufak bataklık, çamurlu küçük göl.
    çöp * Saman inceliğinde herhangi bir sap, dal veya tahta parçası.
    * Yararsız, pis veya zararlı olduğu için atılan ufak tefek şeylerin hepsi.
    çöp arabası * Süprüntülerin, atıkların taşındığı araba.
    * İşe yaramaz, değersiz, kaba saba kimse.
    çöp atlamaz * gözünden hiçbir şey kaçmayacak kadar titiz ve dikkatli (olan), aldatılamaz.
    çöp gibi * çok ince, zayıf.
    çöp kebabı * Kısa ve ince ağaç şişlere geçirilerek pişirilen et kebabı.
    çöp kovası * Bkz. çöp torbası, çöp sepeti.
    çöp sepeti * Büro ve evlerde çöpleri, atıklarıkoymaya yarayan kap.
    çöp tenekesi * Çöplerin içinde toplandığı büyük kap.
    * Çöplük.
    * İşe yaramayan, kötü, berbat (şey).
    çöp torbası * Evlerde içine çöplerin konduğu kâğıt veya plâstik torba.
    çöpçatan * Kimin kiminle evleneceğini önceden kararlaştırıp gerçekleştirdiğine inanılan manevî güç.
    * Evlenmelerde aracılık eden kimse.
    çöpçatanlık * Çöpçatanın işi.
    çöpçü * Evlerden çöpleri toplayan veya sokaklarısüpüren temizlik işçisi.
    çöpçülük * Çöpçünün yaptığı iş.
    çöpe dönmek * çok zayıflamak.
    çöpleme * Düğün çiçeğigillerden, kökleri iç sürdürücü olarak kullanılan, kara çöpleme, yeşil çöpleme ve sarıçöpleme
    gibi türleri olan bir bitki, marulcuk (Helleborus).
    çöplenme * Çöplenmek işi.
    çöplenmek * Çeşitli yiyeceklerden azar azar yemek.
    * Kendine açıktan ufak tefek çıkarlar sağlamak.
    çöplü * (üzüm vb. için) Sapı olan.
    * Çöple, süprüntüyle karışmış.
    çöplüğü * her türlü yetkinin sınırsızca kullanıldığıyer.
    çöplüğü * her türlü yetkinin sınırsızca kullanıldığıyer.
    çöplük * Çöplerin atıldığıyer, süprüntülük, mezbele.
    çöplük horozu * Güzeli, çirkini ayırt etmeyen kadın düşkünü erkek.
    çöplükçü * Çöplükleri satın alarak işe yarar madde ve malzemeleri yeniden değerlendirme için hazırlayan kimse.
    çöplükçülük * Çöplükçünün işi.
    çöpsüz * Çöpü olmayan.
    çöpsüz üzüm * Kusursuz ve uygun şey.
    * Birlikte yaşayacak yakınları olmayan eş.
    çöpten çelebi * çok zayıf, güçsüz kişi.
    çör çöp * Bkz. çer çöp.
    çördek * Gabya mantileri üzerine bağlanan palanga, flok ve yan yelkenleri kandilisası.
    çöre otu * Bkz. çörek otu.
    çörek * Az yağlı, bazen şekerli ve yumurtalı, gevrekçe bir hamur işi.
    * Bir gök cisiminin tekerlek biçiminde görülen yüzü, kurs.
    çörek mantarı * Ormanlık alanlarda yetişen bir mantar.
    çörek otu * Düğün çiçeğigillerden bir bitki ve bunun çöreklere çeşni katmak için ekilen, susam iriliğindeki siyah
    tohumu (Nigella damascena).
    çörekçi * Çörek yapan veya satan kimse.
    çörekçilik * Çörek yapıp, satma işi.
    çöreklenme * Çöreklenmek işi.
    çöreklenmek * (yılan için) Halka durumunda kıvrılıp toplanmak.
    * Sürekli kalmak, yerleşmek.
    * Bir duyguyu güçlü ve sürekli olarak duymak.
    çöreklik * Çörek yapmaya elverişli olan, çörek için ayrılmışolan.
    çörkü * Sayı boncuğu, abaküs.
    çörten * Dam çevresindeki yağmur sularını oluklardan alıp duvar temelinden uzağa akıtan, saçak kenarlarından
    dışarıdoğru uzanmışağaç oluk.
    çörten gibi * oluk gibi, çok gür bir biçimde.
    çörtü * Değirmende buğday teknesi oluğu.
    çöven * Kökü ve dalları, suyu sabun katılmışgibi köpürten, kir temizleyici bir bitki, sabun otu, helvacıkökü
    (Saponaria officinalis).
    * Çevgen.
    çöz * Bumbar, bağırsak.
    * Bumbarın yağı.
    çözdürme * Çözdürmek işi.
    çözdürmek * Çözmek işini yaptırmak.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 50

    çözelti * Çözülme sonucu ortaya çıkan madde.
    çözgü * Dokumacılıkta atkıların geçirildiği uzunlamasına ipler, arış.
    çözgün * Çözülmüş, dağılmış.
    * (kar, buz için) Erimeye başlamış, yumuşamış.
    çözgünlük * Çözgün olma durumu.
    çözme * Çözmek işi.
    * El tezgâhlarında dokunan, genellikle yatak, yorgan çarşafıyapmakta kullanılan ince bez.
    çözmek * Düğümlü, bağlıveya sarılı bir şeyi açmak.
    * Düğmeyi iliğinden açmak.
    * (saç için) Açmak.
    * Çözgü ipini tezgâha yerleştirmek.
    * (bulmaca, sorun vb. için) Bilinmeyen, gizli noktasını bulup onu açıklamak.
    * Bir problemde aranan sonucu, belli ögeler yardımıyla ortaya çıkarmak, halletmek.
    * Bir maddeyi bir çözücüde çözündürmek, onun çözeltisini yapmak.
    çözücü * Çözmek işini yapan.
    * Başka bir maddeyi çözmek özelliği olan.
    çözük * Çözülmüşolan.
    çözülme * Çözülmek işi.
    * Savaşta, gerideki savunma hattına çekilmek isteyen birliğin düşmandan sıyrılması.
    * Bir sesin boğumlanmasından sonra organların eski duruma geçmesi.
    * Kişilik veya karakter gibi bir bütünde birliğin bozulmasıdurumu.
    çözülmek * Çözmek işine konu olmak.
    * Gevşeyip yumuşamak, erimeye başlamak.
    * Birliğini, beraberliğini yitirmek, dağılmak, parçalanmak.
    * Gevşemek, güçsüz kalmak.
    * Dağılmak, çökmek.
    çözülüm * Çözülmek işi, dağılım, bozgun.
    * Sinir merkezleri arasındaki iş birliği ve uyumun bozulup kesilmesi.
    çözülüş * Çözülmek işi veya biçimi.
    * Eriyerek gevşeme.
    * Dağılış.
    * Yıkılış.
    çözüm * Bir sorunun çözülmesinden alınan sonuç, hal.
    * Bir denklemde bilinmeyenlerin yerine konulunca o denklemi gerçekleştiren sayıveya sayılar.
    * Bir problemi çözmek için verilenler üzerinde yapılacak işlemlerin gösterilmesi.
    çözüm yolu * Bir güçlüğü giderme çaresi.
    çözümcü * Çözüm getiren kimse.
    çözümleme * Çözümlemek işi.
    * Herhangi bir konunun, bir nesnenin düşüncede veya gerçeklikte kurucu parçalarına ayrılmak yoluyla
    yapısının, işleyişinin ve gelişim yasalarının ortaya konması işlemi.
    * Bir cümledeki kelimelerin hangi kelime türünden olduklarınıveya özne, tümleç, yüklem görevlerinden
    hangisinde bulunduklarını belirtme, tahlil.
    * Bir maddenin birleşimindeki yalın cisimlerin niteliğini veya niceliğini anlamak için yapılan işlem, tahlil,
    analiz.
    * Bir sayıyı onluk ve birliklerine ayırıp, yazmak.
    * Bir metni belirli yöntemlere bağlıkalarak gözden geçirme, tahlil.
    çözümlemek * Çözümleme yoluyla bir şeyi incelemek, tahlil etmek, analiz etmek.
    * Anlamıve niteliği anlaşılamayan bir konuyu açıkladıktan sonra sonuca bağlamak, tahlil etmek, analiz
    etmek.
    çözümlemeli * Çözümlemeye dayanan, çözümle ilgili, tahlil, analitik.
    çözümleniş * Çözümlenmek işi veya biçimi.
    çözümlenme * Çözümlenmek işi.
    çözümlenmek * Çözümlenmek işine konu olmak.
    * Onluk sayma düzeninde, sayılar basamak değerlerine ayrılarak yazılmak.
    çözümleyici * Çözümlemek işini yapan kimse.
    çözümleyiş * Çözümlemek işi veya biçimi.
    çözümsel * Çözümle ilgili, tahlilî, analitik.
    çözümsüz * Çözümü olmayan.
    çözümsüzlük * Çözümü olmama durumu.
    çözündürme * Çözündürmek işi.
    çözündürmek * Çözünmesini sağlamak.
    çözünme * Çözünmek işi.
    * Bir sıvı ile karışan katı, sıvıveya gaz durumundaki bir maddenin bu sıvı içinde homojen bir bütün
    oluşturacak biçimde karışması.
    çözünmek * Çözülmek işine konu olmak, dağılmak, erimek.
    çözüntü * Çözülme, dağılma durumu.
    çözüş * Çözmek işi veya biçimi.
    çözüşme * Çözüşmek işi.
    çözüşmek * (bir şeyi oluşturan ögeler) Birbirinden ayrılmak.
    çözyağı * Karın boşluğundaki sindirim organlarıüzerinde bulunan ve onların üzerinden sıyrılarak veya kesilerek
    alınan yağ.
    -çu * Bkz. -cı/ -ci.
    çubuğunu tüttürmek * üzüntüsüz, kaygısız yaşamak.
    çubuk * Körpe dal.
    * Değnek biçiminde ince, uzun ve sert olan şey.
    * Tütün içmek için kullanılan uzun ağızlık.
    * Kumaşta düz çizgi.
    * Ana direkler üzerine sürülen ikinci ve üçüncü direk parçası.
    çubuk ağacı * Sütleğengillerden, içi delik olan dallarıçubuk gibi kullanılan bir ağaçcık (Mabea).
    çubuk makarna * İnce, uzun, çubuk biçiminde dökülmüşve fırınlanmışmakarna.
    çubuk odası * Bkz. çubukluk.
    çubukçu * Çubuk yapıp satan kimse.
    * Saraylarda ve büyük konaklarda tütün çubuklarınıhazırlayan kimse.
    çubuklama * Çubuklamak işi.
    çubuklamak * Halı, kilim gibi örtülerin tozunu temizlemek veya şilte, pamuk gibişeyleri kabartıp düzeltmek için
    üzerlerine değnekle vurmak.
    çubuklu * Çubuğu olan.
    * (kumaşta) Uzunlamasına çizgili.
    çubukluk * Çubuk saklanan uzun dolap.
    çubuksuz * Çubuğu olmayan.
    çucu * Semerci.
    çuha * Tüysüz ince, sık dokunmuşyün kumaş.
    çuha çiçeği * İki çeneklilerden, çok yıllık, değişik renkli çiçekleri ve rozet yaprakları olan, dere kenarlarında da yetişen bir
    süs bitkisi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 51

    çuha çiçeğigiller * İki çeneklilerden, örneği çuha çiceği olan bir bitki familyası.
    çuhacılık * Çuha dokuma işi.
    çuhadar * Bir dairenin dışardaki ayak işlerine bakan kimse.
    çuhadarlık * Çuhadarın işi.
    çuhalı * Çuhası olan.
    çuhçuh * (çocuk dilinde) Tren.
    * Lokomotifin çalışırken çıkardığıses.
    çuka * Akdeniz, Marmara ve Karadeniz’de yaşayan tekirlerin irisi.
    çukur * Çevresine göre aşağıçökmüşolan (yer).
    * Çene ve yanaktaki gamze.
    * Sin, mezar.
    çukur açmak * toprağıkazarak çukur yapmak.
    çukura düşmek * kötü ve uygunsuz bir duruma girmek.
    çukurlanma * Çukurlanmak işi.
    çukurlanmak * Çukur durumuna girmek veya çukurlu olmak.
    çukurlaşma * Çukurlaşmak işi.
    çukurlaşmak * Çukur duruma gelmek.
    çukurlatma * Çukurlatmak işi.
    çukurlatmak * Çukur durumuna getirmek veya çukurlu yapmak.
    çukurlu * Çukuru olan.
    çukurluk * Çukur olma durumu.
    * Çukur yer.
    çukurunu kazmak * birinin felâketine yol açacak bir düzen kurmak.
    çul * Genellikle kıldan yapılmışkaba dokuma.
    * Kıldan veya yünden yapılmışhayvan örtüsü.
    * Giyim, giysi.
    çul çaput * Dokunmuşeski eşya veya eski giysi.
    * Her türlü dokunmuşkumaş.
    çul tutmaz * giysi ve mal değeri bilmeyen, derbeder, serseri, avare (kimse).
    çulcu * Çul işleriyle uğraşan kimse.
    çulha * El tezgâhında bez dokuyan kimse.
    çulha kuşu * Bir iskete türü (Parus pendulinus).
    çullama * Çullamak işi.
    * Tavşan ve kuzu eti ile kızartılmışhamur yemeği.
    çullamak * Hayvana çul örtmek.
    * Fırtınalıdenizde dalgalar güverteye su atmak.
    çullandırma * Çullandırmak işi veya durumu.
    çullandırmak * Çullanmasına sebep olmak.
    çullanış * Çullanmak işi veya biçimi.
    çullanma * Çullanmak işi.
    çullanmak * Alta almak için birinin üzerine abanmak.
    * Birini bezdirecek, bıktıracak kadar tedirgin edici olmak.
    çulluk * Çullukgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’da yaşayan, 32 cm uzunluğunda, tüyleri kahverengi ve kül
    rengi, göçebe, eti için avlanan, uzun gagalı bir kuş, bekas (Scolopax rusticola).
    çullukgiller * Yağmur kuşlarının örnek hayvanıçulluk ve batak çulluğu olan alt familyası.
    Çulpan * Venüs.
    çulsuz * Çulu olmayan.
    * Varlıksız, parasız.
    çultar * Eyerin veya palanın üzerine örtülen kilim, halı gibi örtü.
    çultarı * Bkz. çultar.
    çulu düzmek (veya düzeltmek) * giyimi kuşamıyenilemek.
    * maddî durumu iyileşmek.
    çupra * Bkz. çopra.
    çupra balığı * Çipura.
    çurçur * Lâpina familyasından, eti pek sevilmeyen, küçük bir deniz balığı(Crenilabrus).
    * Önemsiz, değersiz.
    çurlatma * Çurlatmak işi veya durumu.
    çurlatmak * Hızla, hızlandırmak.
    çuşka * Acı biber, kırmızı biber.
    çuval * Pamuk, kenevir veya sentetik iplikten dokunmuş büyük torba.
    * Bir çuvalın alabileceği miktar.
    çuval gibi * kaba ve seyrek (kumaş) veya bol ve ütüsüz (giysi).
    çuvalcı * Çuval yapan veya satan kimse.
    * Tarım işlerinde ürünü çuvallara dolduran kimse.
    çuvalcılık * Çuval yapıp satma işi.
    * Ürünü çuvala doldurma işi.
    çuvaldız * Çuval gibi dokumalar dikmekte kullanılan, ucu yassıve eğri, büyük iğne.