dayanıksızlık | * Dayanıksız olma durumu, metanetsizlik. |
dayanılma | * Dayanılmak işi veya durumu. |
dayanılmak | * Dayanmak işi yapılmak. |
dayanılmaz | * (bir kimse veya şey için) Karşıkonulamaz veya karşıçıkılamaz. * Tahammül edilemez, katlanılamaz. |
dayanım | * Bir varlığın dışetkilere karşıdirenme özelliği, direnç. |
dayanım ömrü | * Bkz. dayanma ömrü. |
dayanırlık | * Direnç, mukavemet. |
dayanış | * Dayanma işi veya biçimi. |
dayanışık | * Üyeleri arasında dayanışma bulunan (millet, topluluk, sınıf vb.), mütesanit. |
dayanışma | * Dayanışmak işi, tesanüt. * Bir topluluğu oluşturanların duygu, düşünce ve ortak çıkarlarda birbirlerine karşılıklı bağlanması, tesanüt. |
dayanışmacı | * Dayanışmacılıktan yana olan, solidarist. |
dayanışmacılık | * Bir topluluğun bütün bireyleri arasında bir dayanışma bulunmasınıtoplu durumda yaşamanın gereklerinden sayan ve bireycilikle ortaklaşacılık arasında yer alan bir öğreti, solidarizm. |
dayanışmak | * (bir topluluğu oluşturan kişiler) Bir şeyi gerçekleştirmek için duygu, düşünce ve çıkar birliği göstermek, birbirini kollamak, mütesanit olmak. |
dayanışmalı | * Aralarında dayanışma bulunan. |
dayanma | * Dayanmak işi. |
dayanma ömrü | * Bir malzemenin kopmaya, kırılmaya ve görevini yapamaz hâle gelmesine kadar göstermişolduğu direnç. |
dayanmak | * Bir yere yaslanmak, kendini dayamak. * Kullanılışıuzun sürmek, dayanıklı olmak. * Zarar görmemek, varlığınıkorumak, hasar görmemek. * Birinden, bir şeyden güç almak, güvenmek; istinat etmek. * Tutunmak, karşıdurmak, karşıkoymak, mukavemet etmek. * Bir şeyin üzerinde kurulmuşolmak, istinat etmek. * Güç bir duruma katlanmak, çekmek, sabretmek, tahammül etmek. * Varmak, ulaşmak. * Bütün gücünü kullanarak bir işi yapmak. * (tükenmeyen işler için) Sonunda birinin veya bir şeyin üzerinde kalmak. * Hız vermek. * Yetişmek, yeter olmak. |
dayantı | * Dayanıklık. |
dayatış | * Dayatmak işi veya biçimi. |
dayatışma | * Kendi isteğinde inatlaşma. |
dayatışmak | * Kendi istek ve arzularıdoğrultusunda ısrar etmek, inatlaşmak. |
dayatma | * Dayatmak işi, empoze etme. |
dayatmacı | * İstediğini yaptırmada baskıuygulayan, direten, empoze eden. |
dayatmak | * Dayamak işini yaptırmak, empoze etmek. * Kendi istediğini yaptırmakta direnmek. * Başkasının isteğine karşıkoymak. * Empoze etmek. |
dayattırma | * Dayattırmak işi. |
dayattırmak | * Dayatmak işini yaptırmak. |
dayayıp döşemek | * (evi, odayı) mobilya ve benzeri eşya ile döşemek. |
dayayış | * Dayamak işi veya biçimi. |
daye | * Çocuk bakıcısı, süt nine, dadı. |
dayı | * Annenin erkek kardeşi. * Bir kimsenin kayırıcısı olan, sözü geçer kimse. * Yaşlıerkeklere seslenme sözü olarak kullanılır. * Osmanlıİmparatorluğu döneminde Tunus, Cezayir ve Trablusgarp’ta seçimle başa getirilen yönetici. * Cesur, yiğit. |
dayılanma | * Dayılanmak işi. |
dayılanmak | * Çalım satmak, yüksekten atmak. |
dayılık | * Dayı olma durumu. * Kayırıcılık. * Kabadayılık, külhanbeylik. |
dayı oğlu | * Dayının oğlu, dayızade. |
dayızade | * Dayı oğlu veya dayının kızı. |
daylak | * Dişi deve. * Deve yavrusu. |
daz | * Saçıdökülmüş(baş), dazlak. * Çıplak (toprak). |
dazara dazar | * Çok ivedi ve telâşlı. |
dazara dazır | * Dazara dazar. |
dazlak | * Tepesindeki saçıdökülmüşolan (kimse, baş). |
dazlaklaşma | * Dazlak duruma gelmek. |
dazlaklaşmak | * (insan) Tepesindeki saçıdökülmüşolmak, dazlak duruma gelmek. * Saçlarınıustura ile kazıtmak. |
dazlaklık | * Dazlak olma durumu. |
dazlama | * Dazlamak işi. |
dazlamak | * Güç beğenmek, güç beğenir olmak. |
de | * Türk alfabesinin beşinci harfinin adı. |
de | * Bkz. da / de. |
-de | * Bkz. -da / -de, -ta / -te. |
debagat | * Tabaklık, sepicilik. |
debbağ | * Sepici, tabak (II). |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 15
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 16
debbe * Kulplu ve ağzıkapaklı bakırdan su kabı, güğüm. debboy * Silâh, giysi gibi asker eşyasıambarı. debdebe * Görkem, gösteriş, şatafat, ihtişam. debdebeli * Görkemli, gösterişli. debeleniş * Debelenmek işi veya biçimi. debelenme * Debelenmek işi. debelenmek * Bir acının etkisiyle veya bir baskıdan kurtulmak için çırpınmak.
* Çırpınmak, tepinmek, kımıldamak.
* Boşuna uğraşıp durmak.debi * Bir akarsuyun herhangi bir kesiminden saniyede geçen suyun hacmi, akım. debil * Zayıf yapılı, güçsüz. debillik * Genellikle yapı ile ilgili aşırıve sürekli güçsüzlük. debimetre * Bir borudan akan gaz veya sıvının hacim ve kütle cinsinden debisini kontrol eden, düzenleyen ve ölçen
araç.debriyaj * Otomobillerde kavrama yöntemi ile kenetlenmişiki mili birbirinden ayıran ve çekici mili hareket
düzeninde tutarak çekilen milin durmasınıve bu işlem sonunda aracın hareketini sağlayan sistem.debriyaj pedalı * Kavrama pedalı. Deccal * Dinî inanışlara göre kıyamete yakın bir zamanda çıkacağına inanılan yalancıve kötü yaradılışlıkimse. deccal * Yalancı, fesat, dedikoducu. decrescendo * Bir parçanın, sesi gittikçe kısarak çalınacağınıanlatır. dede * (evlât için) Babanın veya ananın babası, büyük baba.
* Büyük babadan başlayarak geriye doğru atalardan her biri.
* Mevlevî tarikatında çile doldurmuşolan dervişlere verilen unvan.
* Çok yaşlıkimselere seslenme sözü olarak kullanılır.dede (dedesi) koruk yer, torununun dişi kamaşır * eskilerin yaptığıyanlışişlerden daha sonrakiler de zarar görür. dededen kalma * çok eski dönemlerden beri kullanılan nesne. dedektif * Bkz. detektif. dedektör * Bkz. detektör. dedelik * Dede olma durumu veya dedeye yakışan davranış. dedi mi * (dedi’mi) tam vaktinde. dediği çıkmak * dediği şey gerçekleşmek. dediği dedik * her istediğini yaptırır, söylediği sözden dönmez. dediğim dedik, öttürdüğüm (veya çaldığım) düdük * bir insanın sözünde direndiğini anlatmak için söylenen bir tekerleme. dediğim dedikçi * Her isteğini yaptıran, inatçı, iddiacı(kimse). dediğin * adıverilen, sayılan, kabul edilen. dediğinden (dışarı) çıkmak * sözünü dinlememek. dediğine gelmek * birinin düşüncesini önce kabul etmezken sonradan doğru bulup kabul etmek. dediğine kara demek * inatçılık ederek karşısındaki ile anlaşmaya yanaşmamak. dedikodu * Konusu çekiştirme veya kınama olan konuşma, kılükal. dedikodu etmek (veya yapmak) * birini çekiştirmek. dedikodu kumkuması * İşi gücü dedikodu olan kimse. dedikoducu * Çok dedikodu yapan. dedikoduculuk * Dedikodu yapma işi. dedirme * Dedirmek işi. dedirmek * Demek zorunda bırakmak.
* Denilmesini sağlamak.dedirtme * Dedirtmek işi. dedirtmek * Demek zorunda bıraktırmak. dedüksiyon * Tümden gelim. def * Bkz. tef. def * Savma. defa * Kez, kere. defalarca * Sık sık, sürekli olarak. defans * Savunma. def’aten * Birden, bir defada. defetme * Defetmek işi. defetmek * Kovmak.
* Savmak, savuşturmak.defibelâ kabilinden * bir belâyısavarcasına. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 17
defibratör * Yongalarıliflerine ayrıştıran özel alet. defigam etmek * üzüntüyü, sıkıntıyıatmak. defihacet etmek * büyük abdest bozmak. defile * Giyecekleri tanıtmak amacıyla mankenlerin yaptıkları gösteri, moda gösteri geçidi, giyim gösterisi. defin * (ölüyü) Gömme. define * Toprak altına gömülerek saklanmış, para veya değerli şeyler, gömü. defineci * Gömü bulmak umuduyla kazıyapan veya yaptıran kimse. definecilik * Defineci olma durumu. deflâsyon * Para darlığı, durgunluk. defleme * Deflemek işi. deflemek * Defetmek. defne * Defnegillerden, yaprakları güzel kokulu ve yaz kışyeşil olan bir ağaç (Laurus nobilis). defne yaprağı * Çeşitli yiyeceklere güzel koku versin diye katılan yaprak. defnedilme * Defnedilmek işi, gömülme. defnedilmek * (ölü) Gömülmek. defnegiller * Örnek bitkisi defne olan, iki çeneklilerin ayrıtaç yapraklılarından, yapraklarıkokulu birçok türü içine alan
bir bitki familyası.defnetme * Defnetmek işi, gömme. defnetmek * (ölüyü) Gömmek, toprağa vermek. defneyaprağı * Bir lüfer çeşidi. defnolunma * Defnolunmak işi. defnolunmak * (ölü) Gömülmek. defo * Kusur, özür, bozukluk. defol! * savuşgit, uzaklaş. defolma * Defolmak işi. defolmak * (hakaret sözü olarak) Savuşmak, çekilip gitmek. defolu * Defosu olan, bozuk, özürlü, kusurlu (kumaş, giysi vb.). deformasyon * Biçimi bozulma, biçimsizleşme. deforme * Biçimi, kalı bı bozulmuş. deforme olmak * biçimi, kalı bı bozulmak. defosuz * Defosu olmayan, sağlam. defroster * Buzçözer. defter * Genellikle hafif bir kapak içerisinde, bir araya tutturulmuşkâğıt yaprakları. defter açmak * para yardımıveya gönüllü toplamaya girişmek. defter emini * Tapu işlerine bakan yüksek görevli. defter tutmak * işlem veya hesapları düzenli olarak bir deftere geçirmek. defterci * Defter yapan veya satan kimse. deftercilik * Defter yapmak veya satmak işi. defterdar * Bir ilin maliye işlerini yöneten yüksek görevli.
* Osmanlılarda maliye işlerinin en yüksek yetkilisi veya illerde maliye işleriyle uğraşan görevli.defterdarlık * Defterdarın makamı, görevi veya görevin yürütüldüğü yapı. defterden silmek * adınıanmaz olmak, dost saymaz olmak. defterhane * Osmanlıülkelerindeki bütün toprak kayıtlarını içine alan ana defterlerin bulunduğu ve bunlara özgü işlerin
görüldüğü daire.defteri dürülmek * ölmek, öldürülmek.
* görevine son verilerek bir yerden uzaklaştırılmak.defteri kapamak * söz konusu işi artık yapmaz olmak; bir şeyle ilgiyi kesmek. defterihakanî * Osmanlıİmparatorluğunda Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü. defterikebir * Ana defter. defterinde olmamak * sahip bulunmamak, tabiatında bulunmak. defterini dürmek * öldürmek. degajman * Futbolda kalecinin topu sert bir ayak vuruşuyla uzağa atması. değdiriş * Değdirmek işi veya biçimi. değdirme * Değdirmek işi. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 18
değdirmek * Değmesini sağlamak, değmesine yol açmak. değer * Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin değdiği karşılık, kıymet.
* Bir şeyin para ile ölçülebilen karşılığı, paha.
* Yüksek ve yararlınitelik.
* Üstün, yararlınitelikleri olan kimse.
* Kişinin isteyen, ihtiyaç duyan bir varlık olarak nesne ile bağlantısında beliren şey.
* Bir değişkenin veya bilinmeyenin sayı ile anlatımı.değer analizi * Bir ürünün her parçasının veya ekonomik işlemin her basamağının sistemli bir biçimde analiz edilip, katma
değerinin hesaplanmasıve maliyetle ilişkisinin meydana çıkarılması işi.değer artırma * Fiyatınıyükseltme. değer biçmek * bir şeyin değerini belirtmek, bir şeye değer koymak. değer düşürme * Fiyatını indirme, değerini aşağıya çekme. değer düşürümü * Paranın altın veya yabancı bir paraya göre değerinin düşürülmesi, satın alma gücünün azalması,
devalüasyon.değer kuramı * Değerlerin önem sıralarınıve bu arada en yüksek değeri araştırarak bir değer ölçüsü bildiren felsefe
kuramı.değer vermek * değerli saymak, önem vermek. değer yargısı * Bir değerlendirme getiren yargı. değerbilir * Değeri olan şeyleri, kimseleri sayan veya koruyan, iyilikbilir, kadirbilir, kadirşinas. değerbilirlik * Değerbilir olma durumu, iyilikbilirlik, kadirbilirlik, kadirşinaslık. değerbilmez * Değeri olan şeyleri, kimseleri saymayan veya korumayan, hatırsız. değerbilmezlik * Değerbilmez olma durumu. değerleme * Değerlemek işi. değerlemek * Değer belirtmek. değerlendirilme * Değerlendirilmek işi, kıymetlendirilme. değerlendirilmek * Değerlendirmek işi yapılmak, kıymetlendirilmek. değerlendirme * Değerlendirmek işi, kıymetlendirme. değerlendirmek * Bir şeyi yerinde ve yararlı bir yolda kullanmak, kıymetlendirmek.
* Bir şeyin özünü, önemini, nitelik ve niceliğini belirlemek.değerlenme * Değerlenmek işi, kıymetlenme. değerlenmek * Değer kazanmak, değeri artmak, değer sağlamak, kıymetlenmek. değerli * Değeri olan veya değeri yüksek olan, kıymetli. değerli kâğıt * Kapsadığıhak, senede bağlı olan, senetsiz ileri sürülebilmesine imkân olmayan kâğıt. değerlilik * Değeri olma durumu, kıymetlilik. değersiz * Değeri olmayan veya değeri çok az olan, önemsiz, kıymetsiz, naçiz. değersizlik * Değersiz olma durumu. değgin * İlişkin, üstüne ait, dair, müteallik. değil * İsim cümlesinde yükleme veya başka öğelere olumsuzluk anlamıveren kelime. değil a * “şöyle dursun” anlamına. değil mi ki * madem, mademki. değim * Bir kimsenin, kendisine işverilmeye hak kazandıran durumu, liyakat. değimli * Liyakatli. değimsiz * Liyakati olmayan, liyakatsiz. değin * Kadar, dek gibi bir işin bir durumun sona erdiği zamanıveya yeri gösterir. değin * Sincap. değini * Değinme. değiniş * Değinmek işi veya biçimi. değinme * Değinmek işi, temas. değinmek * Bir konuyu ele alarak ondan kısaca söz etmek, dokunmak, temas etmek. değinti * Temas. değirme * Değirmek işi. değirmek * Duyurmak, bildirmek, ulaştırmak.
* Değdirmek, dokundurmak.değirmen * Öğüten araç veya alet.
* İçinde öğütme işi yapılan yer.değirmen taşı * Değirmende, dönerek taneleri ezen yuvarlak taş.
* Değirmen taşıyapmakta ve bazen de yapılarda kullanılan çakmak taşıtüründen sert bir taş.değirmen taşının altından diri çıkar * en ağır şartlarda bütün güçlükleri yener. değirmenci * Değirmen yapan veya işleten kimse. değirmencilik * Değirmen yapma işi.
* Değirmen işletme işi.değirmenin suyu nereden geliyor? * bu işin masrafınıkarşılayacak para nasıl kazınılıyor?. değirmenlik * Değirmende öğütülmek için ayrılmış(tahıl).
* Bir değirmen taşını işletecek güçte (akarsu). -
Türkçe Sözlük D Sayfa 19
değirmi * Yuvarlak.
* (kumaşiçin) Eni boyuna eşit olan.
* Yemeni, yazma, başörtüsü, mendil.değirmi sakal * Değirmi bir biçimde kesilmişsakal. değirmileme * Değirmileme işi. değirmilemek * Yuvarlak biçime koymak. değirmileşme * Değirmileşmek işi. değirmileşmek * Değirmi hâle gelmek. değirmilik * Değirmi olma durumu, yuvarlaklık. değiş * Değmek işi veya biçimi.
* Bir şey verip yerine başka bir şey alma, mübadele, trampa.değişetmek * bir şey verip yerine başka bir şey almak. değiştokuş * Değiş, alışveriş, mübadele, trampa. değişebilir * Değişme özelliği taşıyan, değiştirilebilen. değişebilirlik * Değişebilir olma durumu. değişen yıldız * Parlaklığızamana bağlı olarak değişme gösteren yıldız. değişici * Biçimden biçime giren, değişken. değişik * Değiştirilmiş.
* Alışılmışın dışında bir özelliği bulunan.
* Çeşitli, farklı.
* Yedek (iç çamaşırı, giyecek).değişiklik * Değişik olma durumu.
* Bir bütünden bir bölümünün değişmesiyle ortaya çıkan yeni durum.
* Amaca uygun biçime getirmek için yapılan değiştirme, tadil.değişiklik önergesi * Bazıkanun maddelerinin amaca daha uygun olması için Büyük Millet Meclisine yapılan öneri. değişiklik teklifi * Değişiklik önergesi. değişiklik yapmak * değiştirmek. değişim * Bir zaman dilimi içindeki değişikliklerin bütünü.
* Yeni döllerin atalarına tıpatıp benzememesini sağlayan özelliklerin tümü, varyasyon.
* Üretilen malların başka mallar veya para karşılığıdeğiştirilmesi.
* Bir niceliğin birbirinden ayrıdeğerler almasıveya böyle iki değer arasındaki ayrım.
* Rüzgârın yön değiştirmesi.değişim yönetimi * Hızla değişen bir ortamda ayakta kalabilmek ve rakiplerin önüne geçebilmek için, şirketin kendini
yenilemesi, değişim fırsatlarınıanaliz edip ortaya çıkan potansiyeli değerlendirmesi ve en uygun stratejinin belirlenip
bunun uygulanması için yeniden örgütlenme ve yapılanma işi.değişimli * Değişme özelliği gösteren. değişimli ünsüzler * Ünsüz uyumuna bağlı olarak ötümlülük ve ötümsüzlük bakımından birbirinin yerine geçen ünsüzler: p / b,
ç / c, t / d, k / g, k / ğ.değişinim * Doğada ve toplumda nitelikle ilgili değişmelerin yavaşyavaşdeğil, birdenbire olması, bir şeyin ortam ve
şartlarını bulduğunda birdenbire nitelik değiştirmesi, mutasyon.değişinimci * Değişinimcilik yanlısı, mutasyonist. değişinimcilik * Bir canlıvarlıktaki soya çekimin (genlerin bazıözel durumlarının yitirilmesi, yeniden oluşmasıveya
değişmesi yüzünden) anîden değişebileceğini ve bu değişmen, türlerin oluşmasında ana yol olduğunu ileri süren
kuram, mutasyonizm.
* Doğa ve toplumdaki değişmelerin değişinim biçiminde olduğunu savunan düşünce akımı, mutasyonizm.değişiş * Değişmek işi veya biçimi. değişke * Her canlıda dışetkilerle ortaya çıkabilen, kalıtımla ilgili olmayan değişiklik, modifikasyon. değişken * Değişme özelliği gösteren, çok değişen, değişebilir, kararsız, değişici, mütehavvil.
* Değişik sayıdeğerleri alabilen nicelik.değişkenlik * Değişken olma durumu. değişkin * Değişikliğe uğramış, değişik, muaddel. değişkinlik * Değişkin olma durumu. değişme * Değişmek işi.
* Değişim, mübadele.değişmek * Başka bir biçim veya duruma girmek, tahavvül etmek.
* Yerine başka şey veya kimse gelmek.
* Karşılıklıalıp vermek, mübadele etmek.
* Değiştirmek.
* (olumsuz biçimiyle) Çok değer vermek.değişmez * Aynen kalan, değişikliğe uğramayan. değiştirge * Bir değişiklik yapılması için verilen önerge, tadil teklifi. değiştirgeç * Bir cismin veya bir gücün biçimini değiştirmeye yarayan alet, konvertisör. değiştirici * Değiştirme özelliği olan.
* Değiştirme işini yapan nesne veya kimse.değiştiriliş * Değiştirilmek işi veya biçimi. değiştirilme * Değiştirilmek işi. değiştirilmek * Değiştirmek işi yapılmak. değiştirim * Değiştirmek işi. değiştirme * Değiştirmek işi, tebdil, tahrif. değiştirmek * Başka bir biçime sokmak, değişikliğe uğratmak.
* Bir şey veya kimseyi bulunduğu yerden başka bir yere almak.
* Bir şey verip yerine başka bir şey almak.
* Birini bırakıp başkasınıedinmek veya kullanmak.
* Başka bir duruma, başka bir görünüme getirmek.
* Anlatıma yeni bir içerik vermek.değiştirtme * Değiştirtmek işi. değiştirtmek * Değiştirmek işini yaptırmak. değme * Değme işi, temas. değme * Her, herhangi bir, gelişigüzel, rastgele.
* Seçkin, seçme.değme gitsin * deme, karışma gitsin. değme keyfine * konuşulan işten çok hoşlanıldığınıanlatmak için kullanılır. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 20
değmek * Aralık kalmayıncaya kadar birbirine yaklaşmak, dokunmak, temas etmek.
* Ulaşmak, erişmek.
* İstenilen yere düşmek, rast gelmek, isabet etmek.değmek * Değerinde olmak.
* Karşılık olmak.
* (zevk veren şeyler için) Hoşa gitmek.
* Herhangi bir nitelikte olmak.
* Eşdeğerde olmak.değnek * Elde taşınacak incelikte düzgün ağaç, sopa.
* Değnekle atılan dayak.değnek gibi * çok zayıf ve ince. değnekçi * Motorlu taşıtların çalıştığıyerlerde yolcuların binişve sıra düzenini sağlayan kimse, kâhya.
* Şehir düzeni ile ilgili görevli.değnekçilik * Değnekçinin yaptığı iş. değnekleme * Değneklemek işi. değneklemek * Değnekle vurmak. deh * Binek veya koşum hayvanlarınıyürütmek için söylenen bir söz. deha * İnsan zekâsının, insan kişiliğinin erişebileceği en yüksek kerte, dâhilik.
* Dâhi.dehalet * Sığınma, korunma. dehdeh * Bkz. dahdah. dehhaş * Aşırıkorku verici, dehşet saçıcı. dehleme * Dehlemek işi. dehlemek * Hayvanıdeh diyerek yürütmek.
* Kovmak.dehlenme * Dehlenmek işi. dehlenmek * Dehlemek işi yapılmak. dehletmek * Aşağılamak, hor görmek. dehliz * Üstü kapalı, dar ve uzun geçit, koridor. dehşet * Bir tehlike veya korkunç bir şey karşısında duyulan ürküntü, yılgı.
* Olağanüstü.
* Olağanüstü şeyler karşısında şaşma anlatır.dehşet saçmak * ortalığa korku vermek. dehşete düşürmek * dehşet içine sokmak. dehşete kapılmak (veya düşmek) * çok korkmak. dehşetlenme * Dehşetlenmek işi. dehşetlenmek * Dehşete kapılmak. dehşetli * Korku veya ürküntü veren.
* Şaşırtıcı.
* Çok fazla, son derece.deist * Deizm yanlısı. deizm * Tanrı’yıyalnızca ilk sebep olarak kabul eden, Tanrı için başka herhangi bir güç ve nitelik tanımayan, vahyi
reddeden görüş.dejenere * Soysuz.
* Yoz.dejenere etmek * soysuzlaştırmak, yozlaştırmak. dejenere olmak * soysuzlaşmak, yozlaşmak. dejenereleşme * Dejenereleşmek işi. dejenereleşmek * Soysuzlaşmak.
* Yozlaşmak.dejenerelik * Soysuz, yoz; soysuzluk, yozluk. dek * Kadar, gibi bir işin sona erdiği noktayıveya zamanıanlatır. dek * Düzen, hile.
* Tokuşma, çatışma.
* Sağlam.dek * Bkz. tek. dekadan * XIX. yüzyıl sonlarında Fransa’da natüralistlere karşıçıkan sembolizm akımına öncülük etmişolan
sanatçılara verilen ad.dekadanlık * Dekadan olma durumu. dekagram * Bir kilonun yüzde biri, dag. dekalitre * On litrelik hacim ölçü birimi, dal. dekametre * On metre uzunluğunda bir ölçü birimi, dam. dekan * Fakültenin yönetiminden sorumlu profesör. dekanlık * Dekanın görevi.
* Dekanın makamı.dekar * On ar (1000 m²) değerinde yüzey ölçü birimi. Dekartçı * Descartes’in öğretisi ile ilgili, kartezyen.
* Descartes felsefesini benimseyen kimse.Dekartçılık * Descartes’in felsefesi.
* Descartes’in öğretisi, kartezyenizm.dekaster * On metreküplük hacim ölçüsü birimi. dekatlon * 100 m koşusu, uzun atlama, gülle atma, yüksek atlama, 400 m koşusu, 110 m engelli koşu, disk atma,
sırıkla yüksek atlama, cirit atma, 1500 m koşularını içeren atletizm yarışması.dekatloncu * Dekatlon yarışmalarına katılan atlet. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 11
Danimarka kırmızısı * Kıllarıkırmızı, ortalama 600 kg ağırlığında iri yapılı, sert şartlara uyum sağlayan bir sütçü sığır ırkı. Danimarkalı * Danimarka halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. daniska * En iyi, katmerli. danişment * Bilgili.
* Tanzimattan önce, kadıların yanında yetişmek üzere görevlendirilen kimse.
* Sahn medreselerinde oda sahibi olabilen öğrenci.dank * “Çoktan beri anlayamadığı bir şeyi, bir olayın ortaya çıkmasıyla birdenbire kavrayıvermek” anlamına gelen
kafasına dank demek veya kafasına dank etmek deyimlerinde geçer.dans * Müzik temposuna uyularak yapılan ve estetik değer taşıyan düzenli vücut hareketleri, raks. dans etmek (veya yapmak) * müzik temposuna uyarak, estetik değer taşıyan vücut hareketleri yapmak. dansçı * Dans eden kişi.
* Dansımeslek edinen kişi.dansimetre * Yoğunlukölçer. dansing * Dans etmek için gidilen, halka açık yer. danslı * Dansı olan, dans edilen. dansör * Dans etmeyi meslek edinen erkek. dansörlük * Dansörün işi veya mesleği. dansöz * Dans etmeyi meslek edinen kadın. dansözlük * Dansözün işi veya mesleği. danssız * Dansı olmayan, dans edilmeyen. dantel * Her türlü iplikle örülen veya bir kumaşın kenarına işlenen türlü biçimde ince ve ağgörünümünde örgü,
tentene.dantel ağacı * Dulaptal otugillerden, Antillerde yetişen, sünger gibi kullanılan, kabuk lifleri dantele benzeyen bir ağaç
(Lâgetta).dantelâ * Bkz. dantel. dantelâlı * Dantelâsı olan. dantelli * Danteli olan. dapdar * Çok dar. dapdaracık * Çok dar. dar * İçine alacağışeye oranla ölçüleri yetersiz olan, genişve bol karşıtı.
* Genişliği az veya yetersiz olan, ensiz.
* (yaratıcıyetiler için) Yetersiz.
* Az, elverişsiz, sınırlı.
* Yeterli paranın olmamasından doğan sıkıntı.
* Güçlükle, ucu ucuna, ancak.dar * İdam mahkûmlarınıasmak için dikilen direk. dar açı * Ölçüsü 90° den küçük olan açı. dar aralık * Borsada hisse senetlerinin alım satım emirlerinin verilmesi sırasında geçen kısa süre. dar atmak * güçlükle ve ivedi olarak bir yere sığınmak; kaçmak. dar boğaz * Kısık.
* Toplumun, çözümlenmesinde güçlüklerle karşılaştığı bunalımlıdurum.dar darına * güçlükle ve son anda; güç hâl ile, uç uca. dar gelirli * Geliri normal bir geçim sağlamaya yetişmeyen; geçim sıkıntısıçeken. dar gelmek * sıkıntıve huzursuzluk vermek. dar görüşlü * Yeni ve değişik görüşleri benimsemeyen, anlayışgöstermeyen. dar hat * Dar demir yolu. dar kaçmak * istemediği bir çevreden kendini dışarıatmak. dar kafalı * Kavrayışıaz, anlayışıkıt; yenilikleri benimseyecek yetenekten yoksun (kimse). dar ünlü * Alt çenenin az açılmasıyla oluşan ünlü: u, ü. dara * Kabıyla birlikte tartılan bir nesnenin kabının ağırlığı.
* Bu kabın ağırlığına karşılık olarak terazinin öbür kefesine konulan ağırlık.
* İçinde yük taşınan aracın boşdurumdaki ağırlığı.dara boğmak * birinin güç durumundan yararlanmak. dara dar * Güçlükle, ancak, uç uca, son dakikada. dara düşmek * para sıkıntısına düşmek. dara gelmek * aceleye gelmek.
* mecbur olmak.dara getirmek * aceleye getirmek. daraban * (kalp için) Vurma, vuruş, atış. daracık * Çok dar. daraç * Dar. darağacı * İdama mahkûm olanlarıasmak için kurulan sehpa. daralış * Daralma işi veya biçimi. daralma * Daralmak işi.
* Genişünlülerin, yanlarındaki bazıünsüzlerin etkisiyle darlaşması: geymek > giymek, yene > yine gibi.daralmak * Dar duruma gelmek, küçülmek; azalmak.
* Güçleşmek, zorlaşmak.
* Sıkışmak, başıdara gelmek, bunalmak.
* Zayıflamak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 12
daraltı * Dar gibi görünme veya olma. daraltıcı * Boruların çaplarınıdaraltmakta kullanılan bağlantıparçası. daraltılma * Daraltılmak işi. daraltılmak * Daraltmak işi yapılmak. daraltma * Daraltmak işi. daraltmak * Dar duruma getirmek.
* Sayıca azaltmak.darasınıalmak * içine bir şey konulacak kabın ağırlığınıtartmak. darasınıdüşmek * tarttıktan sonra kabın ağırlığınıhesaptan düşmek. darasız * Darasıalınmadan. daraşlık * Sıkıntılı ortam, durum, darlık. daraya atmak (veya çıkarmak) * değer vermemek. darbe * Vuruş, çarpış.
* Bir ülkede baskıkurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirmek
veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi, devirmek işi.
* Birini kötü duruma düşüren, sarsan olay.darbe vurmak (veya indirmek) * iyi olan bir durumu kötüye dönüştürmek. darbe yemek * gücünü sarsıcı, yok edici bir durum almak. darbeci * Vuran, çarpan kimse.
* Darbe yaparak yönetime el koyan kimse.darbecik * Küçük, hafif darbe. darbecilik * Darbecinin işi. darbeleme * Darbelemek işi. darbelemek * Vurmak, çarpmak.
* Yıkıma uğratmak.
* Bir işi engellemek.darbımesel * Atasözü, atalar sözü. darbuka * Toprak veya madenden yapılan, bir yanıaçık, uzunca bir tür dümbelek. darbukacı * Darbuka çalan kimse. darbukacılık * Darbukacının işi veya mesleği. darca * Biraz dar, pek genişolmayan, dar olarak. darda bulunmak * para sıkıntısı içinde bulunmak. darda kalmak * paraca sıkıntı içine girmek.
* zor duruma düşmek.dardağan * Palmiye cinsinden bir ağaç (Milium effusum).
* Bu ağacın çitlembik büyüklüğünde, sert çekirdekli tatlıyemişi.dargın * Darılmışolan, küskün.
* Soğuk, ilgisiz.dargın durmak * küskün durumda olmak. dargınlaşma * Dargınlaşmak işi. dargınlaşmak * Dargın bir durum almak. dargınlık * Dargın olma durumu. darı * Buğdaygillerden, tohumları gereğinde buğday yerine besin olarak kullanılan, kuraklığa dayanıklı bir bitki,
akdarı(Panicum).
* (bazı bölgelerde) Mısır.darıdarına * Güçlükle, uç uca. darıunundan baklava, incir ağacından oklava olmaz * kötü gereçle iyi işgörülemez. dârıdünya * Dünya, yeryüzü. dârıfülfül * Doğu Hint Adalarında yabanî olarak yetişen, tırmanıcı, meyveleri 6 cm uzunluğunda, 7 mm çapında, koni
biçiminde, açık esmer renkli, yakıcıve keskin lezzetli, iştah açıcı bir bitki (Fructus Piperis longi).darılgan * Çabuk alınıp darılan (kimse). darılganlık * Çabuk alınıp darılma durumu. darılma * Darılmak işi. darılmaca * “Darılmak olmaz”, “sakın darılma” anlamında kullanılan darılmaca yok deyiminde geçer. darılmak * Hoşa gitmeyen bir tutum, davranışveya söz dolayısıyla gücenip görüşmez olmak, ilgiyi kesmek.
* Gücenmek, kırılmak, alınmak, incinmek.
* Azarlamak, paylamak.darıltma * Darıltmak işi. darıltmak * Darılmasına sebep olmak. darısı başına * bir başarı, bir mutluluk başkası için istendiğinde söylenir. darlaşma * Darlaşmak işi. darlaşmak * Daralmak. darlaştırma * Darlaştırmak işi. darlaştırmak * Daraltmak. darlık * Dar olma durumu.
* Geçim zorluğu.
* İç sıkıntısı. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 13
darmadağın * Çok dağınık ve karışık, tarumar. darmadağın etmek * dağıtmak, karıştırmak.
* dayak atıp iyice dövmek.darmadağınık * Darmadağın olmuş. darmaduman * Karmakarışık. darmaduman etmek * karmakarışık bir duruma getirmek. darmaduman olmak * karmakarışık bir duruma gelmek. darp * Vurma, dövme.
* Çarpma.
* Vuruş.darp etmek * vurmak, çarpmak.
* (para için) damga basmak.darphane * Para basılan yer. darülâceze * Düşkünler evi. darülbedayi * Güzel sanatlar evi, kuruluşu. darüleytam * Yetimler evi. darülfünun * Üniversite. darüşşifa * Sağlık yurdu. Darvincilik * Darwin’ce geliştirilen, canlıtürlerin doğal ayıklanma sonucu, evrim yoluyla basit organizmalardan
türediğini ileri süren görüş.dasdaracık * Çok dar. dasit * Kuvarslıdiyorit birleşiminde olan bir sızıntıkütlesi. dasitan * Destan. dasitanî * Destanî. dastar * Başörtüsü. -daş/ – taş * İsimden isim türeten ek: din-daş, arka-daş, meslek-taş, sır-daş, yol-daşvb. datif * Yönelme durumu. daüssıla * Yurt özlemi, yurtsama. dav * Postu, kaplan postu gibi çizgili bir tür Afrika zebrası(Hippotigris burchelli). dava * Hukukî korunmanın bir hüküm ile sağlanması için yargı organlarına başvurma.
* İleri sürülerek savunulan düşünce, çözümlenmesi gerekli olan konu, sav.
* Sorun.
* Ülkü.
* Sevgili.dava adamı * Bir ülkü uğrunda sürekli çalışan kimse. dava etmek (veya açmak) * hukukî korunmanın bir hüküm ile sağlanması için yargı organlarına başvurmak. dava görmek * açılan davaları incelemek ve sonuca bağlamak. dava gütmek * sürekli olarak bir konuyu savunmak veya gündemde tutmak. dava vekili * Avukat sayısı beşten az olan yerlerde avukat yetkisini taşıyan meslek adamı. davacı * Dava eden kimse, müddei. davalaşma * Davalaşmak durumu. davalaşmak * Birbiri aleyhinde mahkemeye başvurmak. davalı * Kendisinden bir şey dava edilen kimse, müddeialeyh.
* Dava konusu olan (şey).
* Davası olan.davalık * Davayı gerektiren. davar * Koyun ve keçiye verilen ortak ad.
* Koyun veya keçi sürüsü.davar gütmek * sürüyü otlatmak, korumak ve gerektiğinde süt sağmak.
* işe yaramayan, aptal veya acemi insanlarıkendi çıkarlarıdoğrultusunda kullanmak.davaya bakmak * açılan davayı incelemek, araştırmak ve sonuçlandırmak, rüyet etmek. davet * Çağrı, çağırma.
* Yemekli toplantı.davet etmek * çağırmak.
* yol açmak.
* birinin bir şeye uymasını istemek.davetçi * Çağrıda bulunan kimse, çağrıcı. davete icabet etmek * çağrılı olduğu yere gitmek. davetiye * Davet için yazılan kâğıt. davetkâr * (bakış, davranışvb. için) Çağıran, davet eden.
* Çekici, cazibeli.davetli * Çağrılı. davetname * Yasal bir işiçin gönderilen çağrılık. davetsiz * Çağrılmadan gelen. davlumbaz * Dumanıtoplayıp bacaya vermeye yarayan çıkıntı.
* Yandan çarklıvapurların çarklarınıörten yarım daire biçimindeki kapak.davrandırma * Davrandırmak işi. davrandırmak * (birinin) Davranmasını sağlamak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 14
davranış * Davranmak işi veya biçimi, tutum, muamele, hareket.
* Dıştan gözlemlenebilecek tepkilerin toplamı.
* Organizmanın uyaranlar karşısındaki tepkilerinin bütünü.davranış bilgisi * Görgü kuralları. davranışçılık * Psikolojinin inceleme konusunun davranışolduğuna inanan, bilincin, psikolojinin araştırma alanına
girdiğini inkâr eden görüş, behavyorizm.davranma * Davranmak işi. davranma! * kımıldama!. davranmak * Bir kimseye veya bir şeye karşı belli tavır takınmak.
* Bir şeye el atmak, girişmek.
* Bir işi yapmaya hazır olmak, hazırlanmak.davudî * Kalın, tok ve gür (ses). davul * Büyük ve enlice bir kasnağın iki yanına deri geçirilerek yapılan, tokmak ve değnekle çalınan çalgı. davul (birinin) boynunda, tokmak (bir başkasının) elinde * sorumluluğu taşıyan biri olduğu hâlde, sözü geçen bir başkasıdır. davul çalmak * bir şeyi herkesin haber alabileceği biçimde ortalığa yaymak. davul çalsan işitmez * çok sağır.
* uykusu çok ağır, derin uykuda.davul dengi dengine diye çalar * evlenecek kimselerin birbirlerine denk olması gerekir. davul dövmek * davul çalmak. davul gibi * şişve gergin. davul tozu * Gerçekleşmesi imkânsız olan durumlar için kullanılır. davulcu * Davul çalan kimse. davulculuk * Davulcunun işi veya mesleği. davulu biz çaldık, parsayı başkasıtopladı * biz çalıştık, uğraştık, başkasıyararlandı. davulun sesi uzaktan hoşgelir * işin içinde olmayanlar o işi kolay veya kârlısanırlar. davya * Dişçi kerpeteni. dayağa idmanlı olmak * dayak yemeye alışmışolmak. dayak * (bir insanıveya bir hayvanı) Dövmek işi, patak, kötek.
* Bir şeyin yıkılmaması için dayatılan ağaç, destek, payanda.
* Evlerin kapısının açılmaması için kapının arkasına konulan kol, destek, sürgü.dayak arsızı * Dayaktan korkmaz olmuş, dayak yemeye alışmış. dayak atmak * dövmek, sopa ile dövmek. dayak cennetten çıkmıştır * dayağın yola getirici bir etkisi bulunduğunu anlatır. dayak düşkünü * Dayağa lâyık olan, dövülmeyi hak eden. dayak kaçkını * Dayak yemeye alışmış, dayaktan korkmaz kişi. dayak yemek * dövülmek, sopa ile dövülmek. dayaklama * Dayaklamak işi. dayaklamak * Yıkılmaması için bir şeye destek koymak.
* Kapıyı bir destekle arkasından kapamak, sürgülemek.dayaklanma * Dayaklanmak işi veya durumu. dayaklanmak * Dayaklamak işi yapılmak. dayaklı * Dayağı olan. dayaklık * Destek olarak kullanılan şey. dayalı * Dayanmışolan.
* İlgili, dair, müstenit, mebni.dayalıdöşeli * Döşemesi ve eşyasıeksiksiz. dayama * Dayamak işi. dayamak * Bir şeyi bir yere dokunur duruma getirmek ve bu durumda bırakmak veya tutmak.
* Bir yerden, bir kimseden yararlanmak, güç almak.
* Hızla, öfke ile veya korkutmak için yaklaştırmak, uzatmak.
* Vakit geçirmeden, bekletmeden vermek.
* (kapı, pencere için) Ardına kadar açmak.
* Kalitesiz, kötü veya çürük bir malı, gizlice iyi olanların arasına katıp müşteriye satmak.
* Varmak, ulaşmak.dayanak * Dayanılacak şey, istinatgâh, mesnet.
* Bir iddiayı güçlendirmeye yarayan tanıt.
* Güç verici, yardımcı, destek.
* Bir gerçekliğin onaylanması için olayların arkasında veya altında bulunan şey; kendisine bir şey yüklenilen,
bir varlığa destek olan, altta bulunan temel.dayanak noktası * Yapılarda bir bölümün ağırlığınıtaşımaya yarayan öge.
* Dayanak.dayanaklı * Dayanağı olan. dayanaklık * Dayanak, destek olma durumu. dayanaksız * Dayanağı olmayan. dayanamamak * katlanamamak, sabredememek. dayanç * Sabır.
* Dayanak.dayandırma * Dayandırmak işi. dayandırmak * Dayanmasını sağlamak, istinat ettirmek. dayanıklı * Dayanabilen, sağlam, güçlü, mukavim, zorlu.
* Metanetli, metin, mütehammil.dayanıklılık * Dayanıklı olma durumu, metanet. dayanıksız * Dayanmayan, sağlam olmayan, güçsüz, metanetsiz. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 10
damlatılmak * Damlatmak işi yapılmak. damlatma * Damlatmak işi. damlatmak * Damla damla akıtmak.
* Damlalıkla ilâç koymak.
* Damıtmak.damlaya damlaya göl olur * azar azar olagelen bir şeyi küçümsemenin doğru olmadığını, çünkü birikerek önemli bir niceliğe ulaşacağını
anlatır.damlı * Damı olan. damper * Bir şasinin üzerine takılmış, inip kalkan kasası olan, kendinden hareketli, yükü boşaltan düzen. damperli * Damper düzeni olan. damping * Milletler arasıpazarlarıelde etmek veya elindeki malıelden çıkarmak için düşük fiyatla satma.
* Ucuzluk.damsız * Damı olmayan. dan dan * Kaba, kırıcı. dan dun * Karşılıklıatılan silâh seslerini anlatır. -dan, -den / -tan, -ten * Çıkma hâli eki: Tarladan, köy-den vb.
* İsimlerden sıfat ve zarflar da türetir: toptan, candan, gerçekten vb.dana * İneğin, sütten kesilmesinden bir yaşına kadar olan erkek yavrusu. dana derisi * Ölü buzağından elde edilen ve tirşe yapımında kullanılan özel deri. dana eti * Sütten yeni kesilmişdananın eti. dana humması * İnekte buzağıyıdoğurduktan sonra ortaya çıkan bir tür hastalık. danaayağı * Yılanyastığı gillerden, yapraklarılekeli bir bitki (Arum). danaburnu * Toprak içinde yaşayıp bitkilere, köklerini keserek zarar veren bir böcek, kök kurdu (Gryllotalpa vulgaris).
* Aslanağzıçiçeği.danacı * Dana çobanı. danadili * Bir tür cönk. danakıran otu * Salepgillerden, bataklık yerlerde yetişen bir bitki (Epipactis). danalar gibi bağırmak (veya böğürmek) * çok kuvvetle haykırmak. dananın kuyruğu kopmak * beklenen veya korkulan sonuç gerçekleşmek. Danca * Danimarka dili. dandini * Bebekleri uyuturken, oyalarken söylenen tekerlemelerde geçer.
* Düzensiz, karışık, darmadağınık.dandini bebek * Yaşına yakışmayacak davranışlarda bulunanlar için söylenir. dane * Kuşyemi. dang * Başta, kaslarda, oynaklarda ağrılar yapan, vücutta kızıl lekeler gösteren, ateşli ve salgın bir hastalık. dangadak * Birdenbire, damdan düşer gibi. dangalak * Akılsız, düşüncesiz. dangalakça * Dangalağa yakışır (biçimde). dangalaklık * Dangalak olma durumu veya dangalakça davranış. dangıl dungul * Kaba saba, yersiz ve lüzumsuz. dangıldamak * Dangırdamak. dangırdama * Dangırdamak işi veya biçimi. dangırdamak * Yüksek sesle, bağıra bağıra konuşmak. danış * Önemli bir konuda birkaç kişinin bir arada konuşması, müşavere. danışık * Olmayan bir durumu varmışgibi göstermek veya olduğundan başka anlatmak için önceden yapılan
anlaşma, muvazaa.danışıklı * Gerçekte olmadığıhâlde bir anlaşma sonunda öyle gösterilen, muvazaalı. danışıklıdövüş * Başkalarınıaldatmak veya atlatmak için önceden yapılmışgizli anlaşmaya dayanan davranış, şike. danışıklık * Danışıklı olma durumu, muvazaa. danışılma * Danışılmak işi. danışılmak * Danışmak işi yapılmak. danışma * Danışmak işi, müşavere, istişare, müzakere, meşveret.
* Danışılan yer, müracaat, enformasyon.danışma bürosu * Bazıkuruluşların işleriyle ilgili olarak sorulacak sorularıcevaplamak için açılmış büro. danışma meclisi * 1982 Anayasasınıhazırlayan ve Kurucu Meclisi oluşturan organlardan biri. danışmak * Bir işiçin bilgi veya yol sormak, görüşalmak, istişare etmek, müracaat etmek, meşveret etmek. danışman * Bilgi ve düşüncesi alınmak için kendisine danışılan görevli kimse, müşavir. danışmanlık * Danışmanın yaptığı görev, müşavirlik. Danıştay * Yönetim davalarına bakmak, bakanlar kurulunca gönderilen yasa ve tüzük tasarıları ile imtiyaz sözleşmeleri
üzerine düşüncelerini bildirmek gibi görevleri olan, üyeleri Anayasa Mahkemesince seçilen bağımsız anayasa kuruluşu,
Devlet Şurası. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 6
dalga periyodu * Dalgaların arka arkaya iki tepesinin belli bir noktadan geçişsüresi. dalga saymak * boşve aylak durmak.
* yersiz ve gereksiz şeylerle uğraşmak.dalga sırtı * Dalganın iki yanındaki çukurlar arasındaki yüksek kesimi. dalga tepesi * Dalganın en yüksek noktası. dalga uzunluğu * Dalga boyu. dalga yüksekliği * Denizlerde dalga çukuru ile dalga tepesi arasındaki düşey mesafe. dalgacı * İşine gereken önem ve dikkati göstermeyen. dalgacıMahmut * yapılması gerekli bir işi benimsemeyen, kaytarıcı. dalgacık * Küçük dalga. dalgacılık * Dalgacı olma durumu, kaytarıcılık. dalgakıran * Kıyıkuruluşlarını, tekneleri, dalgaların yıpratıcıetkisinden korumak veya gemilerin yük alıp boşaltmasını
sağlamak amacıyla liman ve iskele önlerine yapılan uzun set.dalgalandırıcı * Bir sıvıyıveya ortamıdalgalanmaya sürükleyici. dalgalandırış * Dalgalandırmak işi veya biçimi. dalgalandırma * Dalgalandırmak işi. dalgalandırmak * Dalgalıduruma getirmek. dalgalanış * Dalgalanma işi veya biçimi. dalgalanma * Dalgalanmak işi.
* Mal fiyatlarının türlü sebeplerle inişi veya çıkışı.
* Bir toplumda uyumsuzluktan doğan karışıklık.
* Koşu duruşunda, dizlerin hafif bükülmesinden ve kolların gevşek olarak öne yukarıdoğru kaldırılmasından
sonra, dizlerin gerilerek gövdenin doğrulmasıyla vücudun diz, kalça, bel, sırt, başve kollarda geliştirdiği bir dalga
hareketi.dalgalanmak * Dalga oluşmak.
* Hareket durumunda olmak, kıpırdamak.
* (renk için) Ton değiştirmek.dalgalanmaya bırakmak * paranın gerçek değerini bulması için girişimde bulunmadan beklemek.
* bir konu için girişimde bulunmadan beklemek.dalgalı * Dalgası olan.
* Dalga dalga görünen.
* (saç için) Kıvrımlı.
* (renk için) Açıklıkoyulu.
* Belli dalga boylarınıalabilen.dalgalıakım * Bir çevrimde akışyönü sürekli değişen akım, alternatif akım. dalgalıakım üreteci * Dalgalıelektrik akımıveren üreteç, alternatör. dalgaölçer * Oluşan dalgaların yüksekliğini ve derinliğini, çukurunu ölçen alet. dalgasına taşatmak * işini bozmak, keyfini kaçırmak. dalgasınıtaşlamak * (birinin) işini bozmak. dalgasız * Dalgası olmayan. dalgaya düşmek (veya gelmek) * yanılmak, dalgınlıkla unutmak. dalgaya getirmek * birinin dalgınlığından yararlanarak onu kandırmak. dalgayı başa almak * gemi veya sandalın başınıdalgaların geldiği yöne çevirmek. dalgı * Gaflet, aymazlık. dalgıç * Genellikle özel donanımla su yüzeyi altında çalışmayımeslek edinen kimse, balık adam, kurbağa adam.
* Birinden habersiz bir şey almak huyunda olan kimse.dalgıç böcekler * Sivrisinek kurtçuklarına saldırarak yok eden, durgun sularda yaşayan kın kanatlılar familyası. dalgıç elbisesi * Dalgıçların su altında hareketlerini engellemeden vücutlarını çeşitli etkenlerden korumak için özel olarak
yapılmışelbise.dalgıç gözlüğü * Su altında görmeyi sağlayan ve içine su girmeyecek biçimde yapılmışgözlük. dalgıç kuşları * Gagaları bir kılıfla örtülü, kanatlarıve kuyruğu kısa, ayaklarıperdeli, iyi yüzen ve dalan bazıkuşları içine
alan kuşlar takımı.dalgıç kuşu * Dalgıç kuşlarından, Amerika ve Avrupa’nın kuzeyinde yaşayan bir hayvan (Colymbus glacialis). dalgıç kuşugiller * Kuşlar sınıfının dalgıç kuşlarıtakımına giren bir familya. dalgıç tüpü * Dalgıçların su altında uzun süre kalmaları için solunum yapmalarınısağlayan tüp. dalgıçlık * Dalgıcın mesleği. dalgın * Çevresinde olup bitenleri fark edemeyecek kadar düşüncelere dalmışolan veya dikkatini belirli bir konu
üstünde toplayamayan, gafil.
* Kendinden geçmiş.dalgın dalgın * Çevresiyle ilgilenmeden, düşünceli olarak. dalgınca * Dalgın bir biçimde, dalgın olarak. dalgınlaşma * Dalgınlaşmak işi. dalgınlaşmak * Dalgın duruma gelmek. dalgınlaştırma * Dalgınlaştırmak işi. dalgınlaştırmak * Dalgın duruma getirmek. dalgınlığına gelmek * dalgınlık dolayısıyla fark edememek. dalgınlığına getirmek * birinin dalgınlığından yararlanıp kendi isteğini gerçekleştirmek. dalgınlık * Dalgın olma durumu veya dalgınca davranış.
* Derin uyku durumu.dalgır * Bir yüzeyde renk dalgalanmasısonucu görülen parlaklık, meneviş, hare.