Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük D Sayfa 30

    densizlik * Densiz olma durumu, densizce davranış.
    densizlik etmek * densiz bir davranışta bulunmak.
    denşirme * Denşirmek işi.
    denşirmek * Bir şeyin yapısınıveya niteliğini bozmak, tağyir etmek.
    deontoloji * Ödev bilgisi.
    depar * Çıkış.
    depara geçmek * koşuya veya yarışa hızla başlamak.
    depara kalkmak * koşu veya yarışiçinde birdenbire hız artırmak.
    departman * Bir işyeri, okul veya üniversitenin herhangi bir bilim ve uzmanlık dalında eğitim sağlayan alt birimlerinden
    her biri, bölüm.
    depderin * Çok derin.
    deplâsman * Spor takımlarının kendi şehirleri dışında maç yapmaya gitmesi.
    deplâsmana gitmek (veya çıkmak) * (spor takımları) kendi şehirleri dışında maç yapmaya gitmek.
    depo * Korunmak, saklanmak veya gerektiğinde kullanılmak için bir şeyin konulduğu yer.
    * Bir malın toptan satıldığıve çokça bulunduğu yer.
    * Ordu mallarının saklandığı, bakımlarının yapıldığıyer.
    depo etmek * yığmak, biriktirrnek.
    depocu * Depoya bakan kimse.
    depoculuk * Depocunun yaptığı iş.
    depolama * Depolamak işi.
    * Bellek cihazına verinin yerleştirilmesi veya saklanması.
    depolamak * Depo etmek, biriktirmek.
    * Bir bellek cihazına veriyi yerleştirmek veya saklamak.
    depolanma * Depolanmak durumu.
    depolanmak * Depolamak işi yapılmak.
    depozit * Bir taahhüt sırasında yatırılan güvence veya bağlanma parası.
    depozito * Bkz. depozit.
    deppoy * Bkz. debboy.
    deprem * Yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi veya yanardağların püskürme durumuna
    geçmesi yüzünden oluşan sarsıntı, yer sarsıntısı, hareket, zelzele.
    deprem bilimci * Deprem bilimiyle uğraşan kimse.
    deprem bilimi * Depremleri, yer hareketlerini inceleyen bilim, sismoloji.
    deprem bölgesi * Depremlerin sık sık oluştuğu, gevşek ve kırık yer altıkuşağı.
    deprem kuşağı * Depremlerin oluştuğu aynıdüzlemde yer alan bölgeler.
    deprem merkezi * Depremin oluştuğu odak nokta ve yayıldığıyer.
    depremçizer * Depremleri yazan cihaz, sismograf.
    depremyazar * Depremlerin yerini, süresini, şiddetini tespit eden çok duyarlıcihaz, sismograf.
    depremzede * Depremde zarar görmüşinsan.
    deprenme * Deprenmek işi.
    deprenmek * Kımıldamak, hareket etmek, sarsılmak.
    depresyon * Ruhî çöküntü.
    depreşme * Depreşmek durumu.
    depreşmek * Yeniden ortaya çıkmak, nüksetmek.
    depreştirme * Depreştirmek işi.
    depreştirmek * Depreşmesine sebep olmak.
    der demez * hemen, o sırada.
    der oğlu der * bir şeyin sürekli söylendiğini anlatır.
    derakap * Hemen arkasından, hemencecik, derhal.
    derbeder * Yaşayışıve davranışı düzensiz (kimse).
    derbederlik * Derbeder olma durumu.
    derbent * İki dağarasındaki geçit yeri, boğaz.
    * Sınırlarda bulunan küçük kale.
    derç * Alma, toplama.
    * Kaydetmek (almak, toplamak).
    derde derman olmak * soruna çözüm bulmak, sıkıntıyı geçirmeye çare göstermek.
    derdest * Yakalama, tutma, ele geçirme.
    derdest etmek * yakalamak, tutmak, ele geçirmek.
    derdi başından aşkın olmak * aşırıderecede meşgul olmak birçok sorunu bulunmak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 31

    derdi günü * çok ilgilenilen, çok düşünülen, uğraşılan (şey).
    derdi veren devasınıda verir * her sıkıntının, üzüntünün bir çaresi vardır.
    derdine deva bulunmak * sıkıntıyıhalletmek, atlatmak, çaresizliği yenmek.
    derdine düşmek * yapılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarınıaramak.
    derdine yanmak * kendi durumuna üzülmek.
    derdini çekmek * üzüntüsüne katlanmak.
    derdini deşmek (veya depreştirmek) * derdini hatırlatıp yeniden üzülmesine yol açmak.
    derdini dökmek * derdini, sıkıntılarınıayrıntılı olarak anlatmak.
    derdini Marko Paşaya anlat * yakınmanıdinleyecek kimse yok.
    derdini söylemeyen derman bulamaz * insan sıkıntısını başkasına açıklayarak giderebilir.
    dere * Genellikle yazın kuruyan küçük akarsu ve bunların yatağı.
    * İki dağarasındaki uzun çukur.
    * Damlarda yağmur sularınıtoplayarak oluğa veren çinko veya kiremit yol.
    dere gibi akmak * vücudun bir yerinden çok kan akmak veya bir savaşta çok kişi yaralanarak ölmek.
    dere tepe * İnişli çıkışlı(yer).
    dere tepe düz gitmek * “engelleri aşarak gitmek” anlamında bir tekerleme.
    derebeyi * Topraklarınıderebeylik düzenine göre yöneten kimse.
    * Zorba.
    derebeylik * Derebeyi olma durumu.
    * Özellikle BatıAvrupa’da toprağıve üzerinde yaşayan köylüleri tek bir kimsenin malısayan Orta Çağsiyasî
    düzeni, feodalite.
    * Derebeyi yönetimindeki bölge.
    derece * Bir süreç içindeki durumlardan her biri, basamak, aşama, rütbe, mertebe.
    * Ölçü aletlerinin ölçeğinde belirtilmiş bulunan başlıca bölümlerden her biri.
    * Bir çözeltinin yoğunluğunu ölçmede kullanılan birim.
    * Bir çemberin 360’ta birine eşit olan açı birimi.
    * Sıcaklıkölçer, termometre.
    * Denli, kadar.
    * Sporda başarı gösterme.
    derece almak * başarı göstererek ödül kazanmak.
    derece derece * Azar azar, yavaşyavaş, tedricen.
    * Farklıfarklı, değişik.
    dereceleme * Derecelemek işi.
    derecelemek * Derecelere ayırmak.
    derecelendirilme * Derecelendirilmek işi.
    derecelendirilmek * Derecelendirmek işi yapılmak.
    derecelendirme * Derecelendirmek işi.
    derecelendirmek * Derecelemek işi yapılmak.
    dereceli * Derecesi olan.
    * Derecelere ayrılmış, kademeli.
    derecesiz * Derecesi olmayan.
    * Çok fazla.
    derecik * Küçük dere.
    dereden tepeden konuşmak * gelişigüzel konuşmak, rastgele konular üzerinde konuşmak.
    dereke * Aşağıderece.
    dereotu * Maydanozgillerden, ince yapraklı, bazıyemeklere konulan güzel kokulu bir bitki (Anethum).
    dereyi görmeden paçalarısıvamak * gerektiğinden çok önce veya henüz ortada hiçbir şey yokken hazırlanmaya kalkışmak.
    dergâh * Tarikattan olanların barındıkları, ibadet ve törenler yaptıklarıyer, tekke.
    dergi * Siyaset, edebiyat, teknik gibi konuları inceleyen ve belirli aralıklarla çıkan süreli yayın, mecmua.
    dergicilik * Dergi yayımlama işi.
    derhal * Hemen çabucak.
    deri * İnsan ve hayvan vücudunu kaplayan tüy, kıl veya pulla kaplıörtü.
    * İşlenerek kullanılır duruma getirilmişhayvan derisi.
    * Bu deriden yapılmış.
    * Soyulmadan yenen yemişlerin ince kabuğu veya soyulan yemişlerde kabuk altındaki zar.
    deri * Toplantı, düğün.
    * Pazar veya panayır kurulan gün, dernek.
    deri altı * Derinin altında bulunan.
    derici * Dericilik yapan kimse.
    dericilik * Belirli bir amaçla kullanmak için hayvan derisini işleme.
    * Deri alıp satma işi.
    derili * Derisi olan, deri ile kaplanmışolan.
    derilme * Derilmek işi.
    derilmek * Dermek işine konu olmak.
    derim evi * Kafes biçiminde tahtadan yapılmışportatif ev.
    * Keçeden yapılmışçadır.
    derin * Dibi yüzeyinden veya ağzından uzak olan.
    * Yüzeyden içeri inen.
    * Kendi türünde çok gelişmiş, en ileri durumda olan.
    * Yoğun.
    * Uzun süren.
    * Ayrıntıya önem verilerek hazırlanan.
    * Çok içten gelen.
    * Dip.
    derin derin * Derin olarak.
    derin derin düşünmek * üzüntülü düşünceye dalmak.
    * çok fazla düşünmek.
    derin dondurucu * Buzdolabında besinleri bozulmadan uzun süre saklayacak bölüm.
    derin soğutma * Derin soğutucu üretimi tekniği.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 32

    derin soğutucu * Buzdolabı düzeni içinde çok yüksek soğutucu özelliği olan bir tür buzdolabı.
    derin uyku * Uyanılması güç uyku, ağır uyku.
    derince * Biraz derin.
    derinden * En ince ayrıntısına kadar, etraflıca.
    * Pek belli olmayan uzak bir yerden.
    * İçten.
    derinden derine * Uzaklardan.
    * En iyi biçimde, en ince ayrıntılarına kadar.
    derinlemesine * Çok ayrıntılı olarak.
    derinleşme * Derinleşmek durumu.
    derinleşmek * Derin duruma gelmek.
    * Bir konuda köklü, sağlam bilgi edinmek, bilgisini genişletmek.
    * Ses kaynağıuzaklaşarak az duyulur duruma gelmek.
    derinleştirme * Derinleştirmek durumu, tamik.
    derinleştirmek * Derin duruma getirmek.
    * Ayrıntılarına kadar incelemek, derinliğine incelemek.
    derinletme * Derinletmek işi.
    derinletmek * Derin duruma getirmek.
    derinliğine * Derin olarak, derinlemesine.
    derinlik * Bir şeyin dip tarafının yüzeye, ağıza olan uzaklığı.
    * Bir cismin en ve boy dışındaki üçüncü boyutu.
    * Bulunulan yere göre uzakta olan yer.
    * Özüne inerek ayrıntılarıyla kavrama gücü.
    * Varlığın içi, özü.
    * Varlığı ortaya çıkarılamamış, kanıtlanamamışşey.
    * Yanaşık veya dağınık düzende bulunan bir birliğin en ileride olan kısmının başından, en geride bulunan
    kısmının sonuna kadar olan uzaklık.
    * Borsada az sayıda hisse senedinin el değiştirmesi.
    derinlik kayaçları * Yer kabuğunun derinlerinde, büyük kütleler biçiminde katılaşmışmagma kayaçları.
    derinlik ölçümü * Deniz derinliğinin veya yüksekliğinin özel bir aletle belirlenmesi işlemi.
    derinlikölçer * Denizin derinliğini ölçmeye yarayan alet.
    derinti * Toplantı.
    * Gelişigüzel toplanmışeşya.
    * İnsan kalabalığı, güruh.
    derisi dikenliler * Beşli bakışımlıdenizkestaneleri denizhıyarları, denizyıldızlarıdeniz yılanlarıve denizlâlelerini içine alan
    deniz hayvanlarıdalı.
    derisi kemiklerine yapışmak * çok zayıflamak.
    derisine sığmaz * çok kibirli.
    derisini yüzmek * derisini soymak, sıyırmak.
    * birinin bütün varlığınıelinden almak.
    * işkence ederek öldürmek.
    derişik * Derişmişolan, mütemerkiz, müteksif, konsantre, seyreltik karşıtı.
    derişiklik * Derişik olma durumu.
    derişme * Derişmek durumu.
    * Bir cismin, birleşimindeki suyu yitirerek daha koyu kıvama gelmesi, konsantrasyon.
    derişmek * Bir nokta dolayında toplanmak, temerküz etmek.
    * Bir sıvı, içindeki su veya sıvımiktarıazalarak koyulaşmak, tekâsüf etmek.
    derivasyon * Yatağınıdeğiştirme.
    derk * Anlama, kavrama.
    derk etmek * anlamak, kavramak.
    derken * dendiği hâlde.
    * tam o sırada.
    * diye davranırken.
    * diye düşünürken.
    derken * Bkz. demek.
    derkenar * (yazıda) Sayfa kenarına kaydedilen yazı, çıkma.
    derkenar etmek * bir kitabın sayfalarının veya yazının kenarına not düşmek.
    derlem * Koleksiyon.
    derlemci * Koleksiyoncu.
    derlemcilik * Koleksiyonculuk.
    derleme * Derlemek işi, tedvin.
    * Seçilip toplanmış.
    derlemek * Seçme yaparak toplamak, bir araya getirmek, tedvin etmek.
    * Düzgün bir biçimde toplamak.
    derlenme * Derlenmek işi.
    derlenmek * Derlemek işi yapılmak, toplanmak, düzene girmek.
    derleyici * Derleme yapan kimse.
    derleyicilik * Derleyicinin yaptığı iş.
    derleyip toplamak (veya toparlamak) * dağınık olan şeyleri bir araya getirip düzenlemek, düzene sokmak.
    derli toplu * Düzenli, dağınık olmayan, düzen verilmiş.
    * Düzenli bir biçimde.
    derman * Güç, takat, mecal.
    * İlâç.
    * Çıkar yol, çare.
    dermanıkesilmek (veya dermandan kesilmek) * yorgunluktan güçsüzleşmek.
    dermansız * Gücü kalmamış, bitkin.
    dermansızlaşma * Dermansızlaşmak işi.
    dermansızlaşmak * Gücü kalmamak, güçsüz duruma gelmek, güçsüzleşmek.
    dermansızlık * Güçsüzlük, bitkinlik, zafiyet.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 23

    delişmen * Şımarık ve delice tavırlı, zıpır.
    * Güçlü, hareketli, sağlam yapılı.
    delişmence * Delişmene yakışır (biçimde) delişmen gibi.
    delişmenlik * Delişmen olma durumu, delişmence davranış, zıpırlık.
    delişmenlik etmek * delişmence davranmak.
    deliye dönmek * çok sevinmek.
    * çok üzülmek.
    deliye her gün bayram * her fırsattan yararlanarak bayrammışgibi davrananlara ve her şeyi eğlenceli yönden alanlara alay yollu
    söylenir.
    delk * Ovma, ovuşturma.
    * Sürtünme.
    delme * Delmek işi.
    * Yelek.
    * Delinerek yapılmış.
    delmek * Delik açmak, delik duruma getirmek.
    * İncitmek, kırmak.
    delta * Yunan alfabesinin dördücü harfi (D).
    * Bir ırmağın çatallanarak döküldüğu yer, çatal ağız.
    delta kası * Omuz başında bulunan üçgen biçimindeki kas.
    dem * Soluk, nefes.
    * Zaman, çağ.
    * İçki.
    * Hazırlanan çayın renk ve koku bakımından istenilen durumu.
    * Koku.
    * Pişirilen yemeklerin yenecek kıvama gelmesi.
    dem * Kan.
    -dem / -tem * İsimden isim türeten ek.
    dem çekmek * (kuşlar) uzun ve güzel ezgiler çıkarmak.
    * içki içmek.
    dem dökmek * (kadınlar) ay başında kan yitirmek.
    dem tutmak * bir çalgıya başka bir çalgıveya sesle eşlik etmek.
    dem vurmak * bir şeyden söz etmek, konu açmak.
    demagog * Demagoji yapan kimse, halk avcısı, halk dalkavuğu.
    demagogluk * Demagog olma durumu.
    demagoji * Bir kimsenin veya grubun duygularınıkamçılayarak, gerçek dışısözler söyleyerek onlarıkazanmaya
    çalışma, halk avcılığı.
    demagoji yapmak * bir kimsenin veya grubun duygularınıkamçılayarak, gerçek dışısözler söyleyerek onlarıkazanmaya
    çalışmak.
    demagojik * Demagojiye dayanan, demagoji ile ilgili.
    deme * Demek işi.
    * Anlam.
    * (halk edebiyatında) Şiir.
    * Daha çok Alevî şairlerin tarikatlarıyla ilgili konuları işleyen şiirlerine, kendilerince verilen ad.
    * Atasözü; ağıt.
    deme (veya değme) gitsin * anlatılması güç, anlatılamaz.
    deme! * (de’me) “gerçek mi”, “yok canım” gibi şaşma anlatır.
    demeç * Yetkili bir kimsenin bir konuda yayın organlarına yaptığı açıklama, beyanat.
    demeç vermek * (yetkili bir kimse) bir konuda yayın organlarına açıklama yapmak, beyanat vermek.
    demediğini bırakmamak (veya komamak) * birisi için kırıcı, ağır, ileri geri konuşmak.
    demek * Söylemek, söz söylemek.
    * Ad vermek.
    * (bir dilde) Karşılığı olmak.
    * Anlamına gelmek.
    * (herhangi bir) Ses çıkarmak.
    * Herhangi bir yargıya varmak.
    * Demek kelimesi düşünmek, oranlamak, ummak, istemek veya erişmek gibi anlamlara da gelebilir.
    * (hareketin olumsuz biçimi, zıt anlamıkelimelerle kullanıldığında) Şartlar ne olursa olsun bir işi yapmak.
    * O hâlde, şu hâlde.
    * Bir işe kalkışmak, yeltenmek.
    demek istemek * bir düşünceyi söylemek istemek; bir şeyi anlatmak istemek.
    demek ki (demek oluyor ki) * şu hâlde, öyle ise.
    demek olmak * anlamına gelmek.
    demem o deme değil * benim söylemek istediğim o değil.
    demem o deme değil * Bkz. deme.
    demet * Bağlanarak oluşturulmuşdeste, bağlam.
    * Bitki veya çiçek bağlamı.
    * Üstün yapılı bitkilerde öz suların akmasına yarayan, bitkiye desteklik eden damarlıveya lifli kordon.
    * Uzunlamasına birbirine bitişik olarak bir arada bulunan sinir ve kas telleri topluluğu.
    * Bir atomun parçalanmasından doğan elektriklenmiştaneciklerin yörüngelerinden oluşan ışık topluluğu.
    demet demet * Birçok demetler durumunda bağlanmışolarak, deste deste, demetleme.
    demetçi * Demet yapan kimse.
    * Harman makinesini ekin demetleriyle dolduran kimse.
    demetçik * Demet parçası, küçük demet.
    demetleme * Demetlemek işi.
    demetlemek * Demet yapmak, demet durumunda ayırıp bağlamak.
    demetlenme * Demetlenmek işi.
    demetlenmek * Demet yapılmak.
    demetletiş * Demet yaptırmak işi veya biçimi.
    demetletme * Demet yaptırmak işi.
    demetletmek * Demet yaptırmak.
    demetleyiş * Demet yapmak işi veya biçimi.
    demetli * Demet biçiminde olan.
    demevî * Kanlı, kanıçok (insan).
    * Kanla ilgili.
    * Öfkeli, sinirli.
    demeye getirmek * doğrudan doğruya söylemeyip dolayısıyla anlatmak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 24

    demeye kalmamak * birden, hemen.
    demin * Az önce.
    demincek * Çok az önce.
    deminden * Demin, az önce.
    deminki * Biraz önceki.
    demir * Atom sayısı26 atom ağırlığı55.847 olan, mavimtırak esmer renkte 7,8 yoğunluğunda, 1510° C de eriyen,
    özellikle çelik, döküm ve alaşımlar durumunda sanayide kullanılmaya en elverişli element. KısaltmasıFe.
    * Bazınesnelerin demirden yapılmışparçası.
    * Ayakkabıtopuğuna veya ayakkabı burnuna aşınmayıönlemek için çakılan, özel olarak yapılmışmadenden
    parça.
    * Gemilerin dalgalara, akıntılara kapılarak yer değiştirmemesi için suya atılan, zincirle gemiye bağlı bulunan,
    ucu çengelli ağır demir araç, çapa.
    * Demirden yapılmış.
    * Güçlü, kuvvetli, sert.
    demir ağacı * İki çeneklilerden, ana yurdu Avustralya olan bir evcikli veya iki evcikli bir ağaç (Casuarina).
    demir almak * gemi yola çıkmak için çapasınıdenizden çekmek, gitmeye hazırlanmak.
    * ölmek, çekip gitmek.
    demir atmak * (gemi) çapasınıdenize salmak.
    * bir kimse bir yerde uzun süre kalmak.
    demir bilek * Güçlü kuvvetli kimse.
    demir boku * Demir dışığı, maden cürufu.
    demir dikeni * Toprak üzerinde yatık olarak bulunan, çiçekleri küçük ve açık sarırenkli, meyvesi 10 mm kadar çapında,
    boynuz şeklinde sivri uçlara sahip bir bitki (Tribulus terrestris).
    demir gibi * çok sağlam.
    * çok güçlü, çok kuvvetli.
    demir hat * Demir yolu.
    demir kapı * Irmaklarda gemilerin geçmesine engel olan kayalık yer.
    demir kırı * Siyah, beyaz karışık griye yakın renkte at donu.
    demir kuş * Uçak.
    demir oksit * Demirin hem tabiatta hem de sentetik yapılmışolarak görülen ve değişik kimyasal değer ve renkte
    bulunabilen oksit biçimi.
    demir pası * Demirde oluşan pas.
    * Bu pasın renginde olan.
    demir perde * Sahne ile izleyicilerin bulunduğu salonu yangın tehlikesinde birbirinden ayıran, demirden yapılmışperde.
    demir resmi * Geminin bir limanda demirlemek için ödediği vergi.
    demir sülfat * Sülfirik asidin kimyasal formülü Fe2(SO4)3 olan demir tuzu ve bunun hidrolaştırılmış biçimi.
    demir taramak * (gemi) rüzgâr veya akıntıyüzünden çapasınısürümek.
    demir tavında dövülür * bir işin yapılması için uygun olan bir zaman, bir durum vardır.
    demir üzerinde * demirini almışve kalkmaya hazır (gemi).
    demir yeri * Limanlarda gemilerin demir atmasına ayrılmışyer.
    demir yolcu * Demir yolu görevlisi.
    demir yolculuk * Demir yolcunun görevi.
    * Demir yolu yapma ve işletme işi.
    demir yolu * Lokomotif, vagon gibi demir tekerlekli taşıtların yürüdüğü paralel iki ray döşenerek yapılan bir tür yol, tren
    yolu.
    * Bu yolların yönetimi.
    demir yumruk * Güçlü kuvvetli kimse.
    demirbaş * Bir yerde kullanılan, bir yere kayıtlı olan, bir görevliden öbürüne teslim edilen dayanıklıeşya.
    * Bu nitelikte olan.
    * Bir yerin eskisi, emektarı olan (kimse).
    demirbaştan düşmek * demirbaşlistesinden çıkarmak, kaydınısilmek.
    demirci * Demir satan, demir eşya yapan veya onaran kimse.
    demirci mengenesi * Kızgın demiri tutmak için kullanılan kıskaç.
    demircilik * Demir eşya alıp satma veya onarma işi.
    * Demircinin zanaatı.
    demire vurmak * birini demir zincirle bağlamak.
    demirhindi * Baklagillerden, sıcak iklimlerde yetişen bir ağaç (Tamarindus indica).
    * Bu ağacın meyvesi.
    * Bu meyveden yapılan şerbet.
    * Pinti, hasis.
    demirî * Demir mavisi, gri.
    demirkapan * Mıknatıs.
    Demirkazık * Kutup Yıldızı.
    demirleblebi * Başarılmasıçok güç iş.
    * Başa çıkılması güç kimse.
    demirleme * Demirlemek işi.
    demirlemek * Kol demirini takmak, kapatmak.
    * (gemi) Demir atmak.
    * Demire vurmak.
    demirleşme * Demirleşmek işi.
    demirleşmek * Demir durumuna gelmek.
    * Demir gibi sağlam duruma gelmek.
    demirli * İçinde metal veya karışım durumunda demir bulunan.
    * Demir parmaklık veya demir bir parça takılmışolan.
    * Demir atmış(gemi).
    * Bağlanıp kalmış.
    demirli beton * Yapıda gücü, esnekliği artırmak için metal ve çimentodan yararlanma yöntemi, betonarme.
    Demirperde * II. Dünya Savaşısonrasısoğuk savaşdöneminde, batılıülkelerin kendilerini doğu bloku ülkelerinden
    ayıran sınıra ve bu ülkelere taktıklarıad.
    demirsiz * Demiri bulunmayan, içinde demir olmayan.
    demirsizlik * Vücutta veya kanda beliren demir yetersizliği.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 25

    demiurgos * Eflâtun felsefesinde evreni yaratan, yaratıcıtanrı.
    demkeş * (güvercin için) Dem çeken, güzel ses çıkaran.
    demleme * Demlemek işi.
    demlemek * (çayı) Kaynar suyun içine attıktan sonra renk ve koku vermesi için bekletmek.
    demlendirme * Demlendirmek işi.
    demlendirme suyu * Suda veya başka bir sıvıda ıslatmak suretiyle yapılan yaşekstraksiyon sırasında ele geçen ve suda
    çözünebilen maddeleri içeren sıvı.
    demlendirmek * Demlemek.
    demlenme * Demlenmek işi.
    demlenmek * (çayın) Rengi ve kokusu suya geçmek.
    * (pilâv için) Piştikten sonra bir süre bekletilerek kıvama gelmek.
    * İçki içmek.
    demli * Demlenmiş, rengini, kokusunu, tadını bulmuş(çay).
    demlik * Çayın demlendiği kap.
    demode * Modası geçmişolan.
    demode olmak * modası geçmek, gözden düşmek, değerini yitirmek.
    demograf * Nüfus bilimci.
    demografi * Nüfus bilimi.
    demografik * Nüfus bilimiyle ilgili.
    Demokles’in kılıcı * her an gerçekleşebilecek tehlike.
    demokrasi * Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erki, demokratlık.
    demokrat * Demokrasi yanlısı.
    demokratik * Demokrasiye uygun.
    demokratikleşme * Demokratikleşmek işi.
    demokratikleşmek * Demokrasiye uygun biçime girmek.
    demokratikleştirme * Demokratikleştirmek işi.
    demokratikleştirmek * Demokrasiye uygun biçime getirmek.
    demokratlaşma * Demokratlaşmak işi.
    demokratlaşmak * Demokrasi ilkelerini uygulamak, demokrasiye uygun yapıyıkurmak; demokrat bir biçimde davranmak.
    demokratlık * Demokrasi.
    demonstrasyon * Gösteri.
    -den bu yana * -den beri.
    -den yana * için.
    * -e kalırsa.
    -den yana (olmak) * birinin tarafınıtutmak.
    -den yana çıkmak * birinin yanlısı olmak, birini tutmak.
    denaet * Alçaklık.
    denden * Bir çizelgede alt alta gelen aynısöz veya söz gruplarının birkaç kez yazılmasınıönleyerek kolaylık sağlamak
    için birinci satırın altındakiler yerine kullanılan (“) işareti.
    denden işareti * Bkz. denden.
    denek * Üzerinde deney yapılan kimse veya şey.
    denek taşı * Altın, gümüşgibi madenlerin ayarınıanlamak için, sürtüldükleri bir tür taş, mihenk.
    * Bir kimse veya nesnenin değerini anlamaya yarayan şey.
    deneme * Denemek işi, sınama, tecrübe.
    * Son biçimi bulmamış, taslak durumunda olan eser.
    * Herhangi bir konuda yeni ve kişisel görüşlerle bezenmiş bir anlatım içinde sunulan düz yazıtürü.
    deneme hayvanı * Meranın verimi veya mera üzerinde uygulanan ıslah ve amenajman işlemlerinin etkileri hakkında bilgiler
    edinmek amacıyla otlatılan ve canlıağırlık artışıveya süt verimi devamlışekilde ölçülen hayvan.
    deneme tahtası * Üzerinde bilgisizce, tedavi, onarım gibi işler yapılan kimse veya şey.
    deneme yayını * Radyo, televizyon gibi haberleşme araçlarının başlangıçta işe alışmak ve daha verimli olmak üzere yaptıkları
    kısa süreli yayın.
    denemeci * Deneme yazarı.
    denemecilik * Deneme yazarlığı, deneme yazma işi.
    denemek * Değerini anlamak, gerekli niteliği taşıyıp taşımadığını bulmak için bir insanı, bir nesneyi veya bir düşünceyi
    sınamak, tecrübe etmek.
    * Bir işe, başarmak amacıyla başlamak, girişimde bulunmak, teşebbüs etmek.
    denenme * Denenmek işi.
    denenmek * Denemek işine konu olmak.
    denet * Denetlemek işi, teftiş.
    * Lâboratuvar işlemi tamamlanmış bir filmin herhangi bir eksiği olup olmadığınıanlamak için dağıtımcıya
    verilmeden önce incelenmesi.
    denetçi * Denetlemeyle görevli kimse, murakıp, kontrolör.
    * Gösterim odasında filmi izleyerek görüntülerin, sesin, rengin kusursuz olup olmadığını, çizik vb. bulunup
    bulunmadığını inceleyen kimse.
    denetçilik * Denetçinin görevi.
    * Denetçi olma durumu, murakıplık, kontrolörlük.
    denetici * Bir işlemin istenilen ölçülerde yürütülmesini denetim altına alan cihaz.
    * Sıcaklık, basınç veya nem değişmelerini önleyerek bunlara ilişkin hareketin denetimini yapan alet.
    * Su altındaki bir aleti uzaktan yöneten makine.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 26

    denetilme * Denetmek işine konu olma.
    denetilmek * Denetmek işine konu olmak.
    denetim * Denetlemek işi, murakabe, kontrol.
    denetim kurulu * Bkz. denetleme kurulu.
    denetimci * Denetim işini yapan kimse.
    denetimli * Denetlenmişolan.
    denetimsiz * Denetlenmişolmayan.
    denetleme * Denetlemek işi, murakabe, kontrol.
    denetleme kurulu * Devlet kuruluşlarında denetim işini yapmakla görevli üyelerin oluşturduğu kurul, teftişkurulu.
    * Bir kuruluşun yasalara ve kendi amacına uygun olarak çalışıp çalışmadığınıdenetleyen kurul.
    denetleme raporu * Denetçi tarafından hazırlanan ve bir işin doğru, usullere ve yönetime uygun olarak yapılıp yapılmadığını
    belirten yazı.
    denetleme yapmak * kontrol etmek.
    denetlemek * Bir işin doğru ve yönetime uygun olarak yapılıp yapılmadığını incelemek, murakabe etmek, teftişetmek,
    kontrol etmek.
    denetlenme * Denetlenmek işi.
    denetlenmek * Denetlemek işine konu olmak.
    denetleyici * Denetleyen (kimse).
    * Denetleyen alet.
    deney * Bilimsel bir gerçeği göstermek, bir yasayıdoğrulamak, bir var sayımıkanıtlamak amacıyla yapılan işlem,
    tecrübe.
    * Deneyim, tecrübe.
    deney kabı * İçinde kimya deneyleri yapmaya yarayan özel kap.
    deney tüpü * Çoğunlukla kimyasal deneylerde kullanılan bir ucu kapalıcam boru.
    deneyci * Deneycilik yanlısı olan (kimse), ampirist.
    deneycilik * Bilginin gözlem, deneme veya duyular ile elde edilebileceğini ileri süren geleneksel öğreti, görgücülük,
    ampirizm, usçuluk karşıtı.
    * Organizma ile durum veya çevre arasında bir etkileşim olarak yaşantıya önem veren, bilgiyi, simgelerle
    iletişimi yapılan denetimli ve yeniden düzenlenmişyaşantı biçiminde düşünen çağdaş bir felsefe anlayışı, görgücülük,
    ampirizm.
    deneyim * Tecrübe.
    deneyim kazanmak * deneyimli duruma gelmek.
    deneyimci * Deneyimi ön plâna çıkaran kimse.
    deneyimcilik * Deneyimcinin işi.
    deneyimli * Deneyim kazanmışolan, tecrübeli.
    deneyimsiz * Deneyimi olmayan, tecrübesiz.
    deneyimsizlik * Deneyimsiz olma durumu, tecrübesizlik.
    deneyiş * Denemek işi veya biçimi.
    deneyleme * Deneylemek işi.
    deneylemek * Deney yapmak.
    deneyli * Deneye başvurularak yapılan.
    deneysel * Deneye dayanan, deney yoluyla olan, deneyle ilgili, tecrübî.
    deneyselcilik * Gerçek bilginin ancak deney yoluyla elde edilebileceğini; bilgilerimizin varsayıma dayanan bir nitelik
    taşıdığını, gerçeğin insan yaşantısının bir ürünü olarak düşünülmesi gerektiğini; değerler ile ahlâklılığın mutlak değil,
    toplumsal olduğunu ileri süren öğreti, eksperimantalizm.
    deneysellik * Deneyle ilgili olma durumu.
    deneysiz * Deneye başvurulmadan yapılan.
    deneyüstü * Deneyle kazanılması imkânsız, akılla ilgili olan (bilgi).
    deneyüstücülük * İnsan bilgisinin niteliğini ve ilkelerini akıl yoluyla çözmek amacıyla deney alanının ötesine gitmeye çalışan
    anlayış, mütealiye, transandantalizm.
    * Ahlâkta belli bir gizemciliği savunan, Tanrı, doğa ve insanıkaynaştırmaya çalışan Amerikan felsefe okulu,
    mütealiye, transandantalizm.
    denge * Bir nesnenin veya bir insanın devrilmeden durma hâli, muvazene.
    * Birbirini ortadan kaldıran güçlerin sonucu olan durma hâli.
    * Zihinsel ve duygusal uyum, istikrar.
    * Bkz. toplumsal denge.
    * Siyasî güçlerin, yetkilerin birbirini sınırlayacak biçimde dağıtılması.
    * Ekonomik hayatın uyumlu düzeni.
    * Vücudun en küçük dayanak yüzey veya yüzeylerinde düşmeden durması.
    denge kalası * Aletli jimnastik dalında kullanılan ve 1.20 m yükseklikte, piramit biçiminde, iki ayak üzerinde duran 5 m
    uzunluğunda, 10 cm yürüme yüzeyi olan düzgün kalastan yapılmışdenge aracı.
    denge taşı * Omurgalıların özellikle de memelilerin iç kulak keseciğinde bulunan kalsiyum tuzu.
    dengeci * Denge unsurunu ön plânda tutan.
    dengecilik * Dengeci olma durumu.
    dengeleme * Dengelemek işi.
    dengelemek * Dengeli duruma getirmek.
    * Bir cismi güç katarak veya eksilterek denge durumuna getirmek.
    dengelenme * Dengelenmek işi.
    dengelenmek * Dengesi sağlanmak.
    dengeleyici * Denge sağlayan, dengeleme özelliği olan.
    * Otomobillerde eğikliği veya yaylanma genliğini azaltmak için şasi ve tekerleklere yerleştirilen düzen,
    stabilizatör.
    * Bir evredeki işlemin daha dengeli bir duruma gelmesini sağlayan alet.
    dengeli * Dengesi olan, muvazeneli.
    * Tutum ve davranışlarında uyum olan (kimse), istikrarlı.
    * Kurallara uygun, sıkıntıyaratmayan.
    dengeli beslenme * Sağlık için gerekli olan besinleri belirli ölçülerde ve düzenli bir biçimde alma.
    dengeli kılmak * huzura, düzene kavuşturmak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 27

    dengelik * Denge sağlayan alet.
    dengesi bozulmak * dik durumdan düşecek duruma gelmek.
    * aralarında ilişki bulunan şeyler arasındaki uyum bozulmak.
    dengesiz * Dengesi olmayan, muvazenesiz.
    * Tutum ve davranışlarında uyum olmayan (kimse), istikrarsız.
    dengesizleştirme * Dengesizleştirmek işi.
    dengesizleştirmek * Dengesiz duruma getirmek.
    dengesizlik * Bir şeyde denge bulunmamasıdurumu.
    * Bir kimsenin, tutum ve davranışlarında sık sık, beklenmedik değişmeler olması, istikrarsızlık.
    dengeşik * Dümen sisteminde yelpazenin itme merkezinin kenarına değil, yakınına konulan ek dümen.
    dengi dengine * uygun olanıyla.
    dengine dengine * getirmek punduna getirmek.
    dengiyle karşılamak * kendisine yapılan bir işin karşılığınıaynıdeğerde işyaparak vermek.
    denî * Alçak, kötü, kişiliksiz (kimse).
    denilme * Denilmek işi.
    denilmek * Ad verilmek.
    * Söylenmek, sözü edilmek.
    deniz * Yer kabuğunun çukur bölümlerini kaplayan, birbiriyle bağlantılı, tuzlu su kütlesi.
    * Bu su kütlesinin belirli bir parçası.
    * (denizde) Dalga olma durumu.
    * Genişalan.
    * Sınırsız genişlik, çokluk, yoğunluk.
    * Aydaki düzlükler.
    deniz akıntısı * Deniz suyunun bazıetkilerle belirli bir yönde yer değiştirmesi.
    deniz altı * Deniz altında bulunan.
    * Deniz altında yapılan.
    * Dalgalara karşıaçık.
    deniz ataşesi * Büyük elçiliklerde görev yapan deniz kuvvetlerine bağlıaskerî üst düzey görevlisi.
    deniz aygırı * Denizlerde yaşayan bir tür vahşî hayvan.
    deniz aynası * Denizin dibini açık ve seçik görebilmek için özel olarak yapılmış cam, alet.
    deniz basması * Çöken bir kara parçasına deniz sularının dolması.
    deniz bilimci * Deniz bilimi ile uğraşan kimse.
    deniz bilimi * Ana deniz bilimi, oşinografi.
    deniz bindirmek * denizde birden fırtına çıkmak.
    deniz buzu * Kutuplara yakın yerlerde soğuk havanın etkisiyle denizlerin üstünde oluşan buz.
    deniz çıkmak * denizde fırtına olmak.
    deniz çulluğu * Kıyı bölgelerinde yaşayan bir tür çulluk.
    deniz depremi * Deprem merkezi denizin dibinde odaklaşan bir tür yer sarsıntısı.
    deniz durmak (veya düşmek) * denizdeki fırtına geçmek.
    deniz feneri * Kıyıların tehlikeli yerlerinde, bazıkaya ve adacıkların üzerinde geceleri deniz taşıtlarına yol gösteren,
    tepesinde güçlü bir ışık kaynağı olan fener.
    deniz geçişi * Gaz boru hattının denize girmesi durumunda, kıyışeridinden belli bir derinlikteki kesimden öteye hattın
    deniz altında kalan kısmı.
    deniz hamamı * Plâj.
    deniz haritası * Denizlerin oluşum ve konumlarınıdeğişik renk ve çizgilerle gösteren harita.
    deniz hukuku * Devletler hukukunda denizin türlü bölümlerinin durumunu düzenleyen ve devletlerin bu bölümler
    üzerindeki yetkilerini belirten antlaşma, gelenek vb. niteliğindeki kuralların bütünü.
    deniz iklimi * Denizlerde, adalarda, yüksek enlemlerde görülen ve sıcaklık oynamalarıaz olan iklim.
    deniz kaplumbağaları * Denizde yaşayan, ayaklarıyüzgeç biçimindeki bütün kaplumbağalara verilen ad.
    deniz kaplumbağası * Denizlerde yaşayan ve ayaklarınıyüzgeç gibi kullanan bir deniz hayvanı.
    deniz kazı * Akbaş.
    deniz kırlangıcı * Balıkçın.
    deniz kızı * Denize yakın kayalıklar üzerinde şarkısöyleyen, başıve göğsü kadın biçiminde, belden aşağısı balık
    kuyruklu doğaüstü yaratık.
    deniz kulağı * Açık denizden bir kum setiyle ayrılmışveya kıyıdilinin gelişmesiyle göl biçimini almış, sığkoy veya körfez,
    lâgün.
    deniz kuvvetleri * Bir ülkeyi denizden gelecek saldırılara karşıkorumak için kurulan askerî kuruluşlar.
    deniz marulu * Sığsularda bulunan, ince levhaya benzeyen yaprakları olan yeşil su yosunu (Ulva lactuca).
    deniz mavisi * Deniz renginde koyuca mavi.
    deniz menekşesi * Çan çiçeğinin bir türü.
    deniz mili * 1852 m olan uzunluk ölçüsü birimi.
    deniz motoru * Deniz yollarında yolcu taşımaya yarayan pervaneli ve patenli motorlu gemi.
    deniz otobüsü * Tepkili motorlarısayesinde, özel hava yastıklarıüzerinde hız kazanan ve suya temas etmeden hızla
    seyreden, yolcularınıkapalımekân içerisinde taşıyan bir deniz taşıtı.
    deniz ördeği * Fırtına kuşu.
    deniz örümceği * En büyük yengeç türü (Maja squinado).
    deniz pırasası * Denizlerde yetişen bir tür yosun.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 28

    deniz piyadesi * Çıkarma harekâtında kıyıya ulaşacak tarzda eğitilen deniz kuvvetlerine özgü sınıf.
    deniz rezenesi * Maydanozgillerden, deniz kumsallarında bol olarak yetişen, ıtırlı bir bitki (Crithmum maritimum).
    deniz sarmaşığı * Çok yıllık, sürünücü, beyaz sütlü ve otsu bir bitki (Convolvulus soldanella).
    deniz seviyesi * Kara ile denizlerin birleştiği ve yüksekliğin 0 olarak kabul edildiği nokta.
    deniz suyu * Birleşiminde sudan başka değişik tuzlar ve gazlar bulunan su.
    deniz tavşancılı * Balık kartalı.
    deniz tutmak * deniz taşıtlarında sallantıdan etkilenmek.
    deniz tutması * Gemide dalgaların etkisiyle sallantıların yarattığırahatsızlık.
    deniz uçağı * Su üzerinden havalanabilecek ve uçuştan sonra yine su üzerine inebilecek şekilde düzenlenmişhava taşıtı.
    deniz üssü * Stratejik bölgelerde deniz kuvvetlerinin askerî harekâtlarıyönettiği ve birimlerini konuşlandırdığı askerî
    merkez.
    deniz üzümü * 1-2 m yükseklikte, dik dallı, dallarıyeşil renkli, yapraklarıpulsu ve kın hâlinde dallarısarmış, çalı
    görünüşünde, meyvesi bezelye büyüklüğünde, kırmızıve nadiren sarırenkli, çok yıllık bir bitki (Ephedromajor).
    deniz yeli * İmbat.
    deniz yılanı * Yılanlar takımından çok zehirli, kürek biçiminde yassıkuyruklu, Hint ve Pasifik okyanuslarında yaşayan bir
    hayvan (Hydrophis).
    deniz yolu * Deniz taşıtlarının izlemeye zorunlu olduklarıyol.
    deniz yolu ile * denizden, deniz taşıtları ile.
    deniz yolu ulaşımı * Liman ve iskeleler arasında deniz taşıtlarıyla yapılan taşıma işi.
    deniz yosunu * Denizlerde biten ve genellikle kıyılarda ve kayalıklarda yoğun olarak görülen bitki türü.
    denizalası * Kemikli balıklar takımının alabalıkgiller familyasından denizlerde yaşayan bir balık türü (Salmo trutta
    marina).
    denizaltı * Deniz yüzeyinin altında ve üstünde yol alabilen savaşgemisi, tahtelbahir.
    denizaltıcı * Denizaltılarda görevli kimse.
    denizaltıcılık * Denizaltıcı olma durumu.
    denizanası * Selenterelerden, yassı bir diske benzeyen, saydam, serbestçe yüzebilen deniz hayvanı, medüz.
    denizaslanı * Amerika’nın kuzeybatıkıyılarında yaşayan ve sık renk değiştiren etçil bir memeli türü.
    denizaşırı * Denizlerin ötesinde bulunan.
    denizatı * Başıat başına benzeyen, suda dik duran, kuyruk yüzgeci olmayan, 10-15 cm boyunda bir deniz hayvanı
    (Hippocampus hippocampus).
    denizayısı * 1,5-2 m boyunda, uzun ve yumuşak tüylü postu beğenilen, bitkiyle beslenen bir deniz memelisi
    (Arctocephalus ursinus).
    denizci * Denizle ilgili işlerde çalışan kimse.
    * Deniz askeri.
    * Deniz sporlarıyla uğraşan kimse.
    denizcilik * Denizlerde sefer yapma işi.
    * Denizle, gemi işletmesiyle ilgili meslek.
    * Deniz sporculuğu.
    denizçakısı * Yumuşakça.
    denizde kum, onda para * çok paralıkimse.
    denizdeki balığın karada komisyonculuğunu yapmak * gerçekte bulunmayan bir konu üzerinde varmışgibi savunuculuğunu yapmak, hayalî konularda gereksiz
    söz söylemek.
    denizden (veya denizi) geçip çayda boğulmak * büyük güçlükleri yenmişken önemsiz bir sebeple başarısızlığa uğramak.
    denizden çıkmış balığa dönmek * Bkz. sudan çıkmış balığa dönmek.
    denize açılmak * kıyıdan çok uzaklaşmak.
    denize çıkmak * gezi veya av için kıyıdan ayrılmak.
    denize dökmek * düşmanıdenize kadar sürüp yok etmek.
    denize düşen yılana sarılır * güç bir duruma düşenlerin bundan kurtulmak için her türlü çareye başvurmaları olağandır.
    denize indirmek * denizde kullanılacak, genellikle yeni yapılan bir aracıkızaklar yardımıyla karadan suya salıvermek.
    denizgergedanı * Balinagillerden, 8-10 m boyunda, erkeğinin üst çenesinde iki uzun diş bulunan bir deniz memelisi
    (Monodon monoceros).
    denizgülü * Mercanlar sınıfından dokunaçlarıkısa bir tür hayvan (Actinia).
    denizgüzeli * Bkz. sarıağız.
    denizhıyarı * Deniz hıyarlarından, boyu 25 cm kadar olabilen, yuvarlak ve yumuşak vücutlu derisi dikenli bir hayvan
    (Holothurion).
    denizhıyarları * Örnek hayvanıdenizhıyarı olan derisi dikenliler sınıfı(Holothurion).
    denizısırganları * Salgıladıklarısıvılarla insan derisinde ısırgan etkisi uyandıran, iri medüzleri içine alan selentereler sınıfı.
    denizibiği * Bkz. deniz rezenesi.
    deniziğnesi * Yuvarlak somaklı, vücudu ince ve uzun bir deniz balığı(Syngnathus acus).
    denizineği * Amerika ve Afrika’nın tropikal kıyısularında yaşayan, 2-3 m boyunda deniz memelisi (Hydrodamalis
    gigas).
    denizkadayıfı * Esmer su yosunlarından bir deniz bitkisi (Alaria esculenta).
    denizkedisi * Tüm başlılar takımından, vücudu ince uzun, büyük başlı, derin ve büyük denizlerde yaşayan bir balık
    (Chimaera monstrosa).
    denizkestanesi * Hareket edebilen dikenlerle örtülü, yuvarlak kalker kabuklu, derisi dikenlilerden bir yumuşakça (Echinus
    esculentus).
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 29

    denizkızı * Solunumlarıhem akciğerlerle, hem solungaçlarla olan, arka üyeleri olmayan, otçul amfibyumlar sınıfından
    bir hayvan.
    denizkozalağı * Konik biçimli kabuğunda bir yarık bulunan karından bacaklı yumuşakça (Conus).
    denizköpüğü * Lüle taşı.
    denizkulağı * Yassıkabuklu, içi sedefli, 10 cm uzunluğunda bir deniz yumuşakçası(Haliotis).
    denizkurdu * Deneyimli, eski denizci, usta denizci.
    denizlâleleri * Vücutları bir sapla deniz dibine bağlıveya serbest olabilen beşveya daha fazla kollu, toplu durumda
    yaşayan derisi dikenlilerden bir sınıf.
    denizlik * Kayıklarda bordayıaşan dalgaların içeriye girmesine engel olan eğik tahta.
    * Pencerelerin altında, içte ve dışta yapılarak suların duvar içine sızmasını veya duvar yüzeyinde yayılmasını
    önleyen eğik bölüm.
    * Denize girerken kullanılan kadın mayosu.
    denizmaymunu * Denizkedisi.
    denizpalamudu * Kıyıkayalarının üzerinde yapışık olarak yaşayan, beyaz kalkerli plâkalarla çevrili, koni biçiminde, küçük,
    kabuklu bir böcek (Balanus).
    denizpelidi * Bir tür deniz böceği.
    denizşakayığı * Kayalıklara yapışık olarak yaşayan, dokunaçlarıçok ve uzun, güzel renkli bir polip türü (Anemonia actinia).
    denizşakayıkları * Deniz şakayıklarını içine alan selentereler alt sınıfı.
    deniztarağı * İki çenetli kabuklu bir yumuşakça türü (Pecten).
    deniztavşanı * Ağız dokunaçları genişve etli, uzun, çıplak vücutlu deniz yumuşakçası(Cyclopterus lumpus).
    deniztilkisi * Saban balığı.
    denizyıldızı * Denizyıldızlarından, yıldız biçiminde beşkolu olan, kayalıklar üzerinde yaşayan derisi dikenli bir hayvan
    (Aster).
    denizyıldızları * Örnek hayvanıdenizyıldızı olan derisi dikenliler sınıfı.
    denk * Yük hayvanlarının sağve soluna konulan iki yük parçasından her biri.
    * Yatak, yorgan, kumaşgibi eşyanın sarılıp bağlanmasıyla oluşan yük, balya.
    * Ağırlık bakımından eşit olan.
    * Uygun, nitelik yönünden eşit.
    * Destekleri paralel, yönleri aynı, şiddetleri eşit bulunan güçler.
    denk düşmek * uygun olmak, fırsat olmak.
    denk gelmek * uygun düşmek, uygun gelmek.
    * rast gelmek, rastlamak.
    denk getirmek * uygun düşürmek, rastlatmak.
    denk küme * Bire bir eşlenebilen, eleman sayılarıeşit küme.
    denk yapmak * denk durumuna getirmek.
    denkçi * Denk işleri ile uğraşan veya denk yapan kimse.
    denkçilik-ği * Denkçi olma durumu.
    denklem * İçinde yer alan bazıniceliklere ancak uygun bir değer verildiği zaman sağlanabilen eşitlik, muadele.
    * Bir yanında olaya giren çeşitli maddelerin formülleri, öteki yanında da tepkime sonucu oluşan yeni
    maddelerin formülleri bulunan eşitlik.
    denkleme * Denklemek işi.
    denklemek * Denk duruma getirmek.
    denklemler sistemi * İki veya daha çok denklemden oluşan ve hepsinin birlikte ortak çözümü istenen takım.
    denklenmek * Denk yapılmak.
    denkleşme * Denkleşmek durumu.
    denkleşmek * Birbirine denk olmak, denk duruma gelmek.
    denkleştirici * Denkleştirme işlemini sağlayan.
    denkleştirme * Denkleştirmek işi.
    denkleştirmek * Denk duruma gelmesini sağlamak.
    * Gereken miktarı sağlamak.
    denklik * Denk olma durumu, eşitlik, müsavat.
    denktaş * Denk, eşit, küfüv.
    denkteş * Bkz. denktaş.
    denli * “Kadar” anlamında üstünlük derecesini belirtir.
    denli * Ağır başlı, sözleri ve davranışlarıölçülü olan (kimse).
    denli densiz söz söylemek * uygunsuz, yakışıksız ve saygısız sözler söylemek.
    denlilik * Denli olma durumu.
    denme * Denmek, denilmek işi.
    denmek * Ad verilmek.
    * Söylenmek, sözü edilmek.
    densimetre * Bitkilerin dışkısımları ile toprak üzerinde kapladıklarıalanı çeşitli büyüklüklerdeki halkalar yardımı ile
    ölçen bir alet.
    densiz * Yakışıksız ve saygısızca davranan.
    densizlenme * Densizleşmek durumu.
    densizlenmek * Densizlik etmek.
    densizleşme * Densizleşmek işi.
    densizleşmek * Yakışıksız ve saygısızca davranır duruma gelmek.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 21

    deke düşmek * hileye, oyuna gelmek.
    deklânşör * Bir devre kesicinin işleyişini etkileyerek açılmasınıönleyen düzen.
    * Fotoğraf makinesinin resim çekilirken basılan düğmesi.
    deklârasyon * Bildirme, duyurma, ilân etme.
    * Bir konunun kamuoyuna duyurulması için yapılan açıklama, bildiri.
    * Mal bildirimi.
    deklâre * Bildirilmiş, ilân edilmiş.
    deklâre etmek * bildirmek.
    * gümrüklerde vergi konusu olacak eşya vb.yi resmî makama bildirmek.
    dekolte * Kollarının, göğüs ve sırtının bir bölümü açık kadın giysisi.
    * Açık.
    dekolte konuşmak * açık saçık konuşmak.
    dekont * Ödenmişveya ödenecek olan hesapların dökümü.
    * Kapatılan bir hesaptan yapılacak indirme.
    * Bütün indirmeler yapıldıktan sonra borçlu tarafından ödenecek, alacaklıtarafından alınacak olan miktar.
    dekor * Tiyatro, sinema ve televizyonda sahneye konulan eserin yazıldığıyerin, çağının özelliklerini belirleyen
    çeşitli ögelerin (perde, aksesuar vb.nin) bütünü.
    * Bir yere süsleme amacıyla verilen düzen.
    * Görünüş, manzara.
    dekorasyon * Dekor yapma işi.
    * Bir yeri süsleme.
    dekoratif * Dekor olarak kullanılan, süslemeye yarayan, süsleyici, tezyinî.
    * Göstermelik.
    dekoratör * Tiyatro, opera vb. dekorlarınıtasarlayan sanatçı.
    * İç mimar.
    dekoratörlük * Dekoratör olma durumu.
    * Dekoratörün işi ve mesleği.
    dekorcu * Mesleği dekor yapmak olan sanatçı.
    dekorculuk * Dekorcu olma durumu.
    * Dekorcunun işi ve mesleği.
    dekore * Süsleme amacıyla düzenlenmiş.
    dekore etmek * (bir yere) süsleme amacıyla düzen vermek.
    dekovil * Ray aralığı60 cm eninde veya daha az olan, arabaları buhar, hayvan veya insan gücüyle yürütülen, küçük
    demiryolu.
    dekstrin * Nişastanın bölünmesinden elde edilen zamklı bir madde (C6 H10 O5).
    dekstroz * Nişasta şekeri.
    delâlet * Kılavuzluk, aracılık.
    * İz, işaret.
    delâlet etmek * yol göstermek.
    * göstermek, anlatmak, demeye gelmek.
    * belirtmek.
    deldirme * Deldirmek işi.
    deldirmek * Delmek işini yaptırmak.
    * Geçersiz hâle getirmek.
    delecek * Zımba.
    delegasyon * Herhangi bir topluluğu temsil etmekle görevli yetkili kurul.
    delege * Kendisine yetki verilerek bir yere veya birinin katına gönderilen kimse, elçi, murahhas.
    delegelik * Delegenin görevi, murahhaslık.
    delep delep * Parlayarak, parıl parıl.
    delepmek * Parlamak.
    delgeç * Mukavva, kâğıt, kayış, maden gibi şeylerde delik açmaya yarayan araç, delecek, zımba.
    delgi * Maden, tahta, taşvb. üzerinde delik açmaya yarayan aygıt, matkap.
    delgiç * Ucu sivri demirli, ağaçtan tutacak yeri olan ve tütün dikmeye yarayan araç.
    deli * Aklınıyitirmişolan, aklî dengesi bozulmuşolan, mecnun.
    * Davranışlarıaşırıve taşkın olan (kimse), çılgın.
    * Aşırıderecede düşkün.
    * Coşkun, azgın.
    deli alacası * Birbirini tutmayan parlak renklerden oluşan.
    deli bal * Arıların zehirli çiçeklerden topladıkları bal.
    deli balta * Acımasız, gaddar, zalim kimse.
    deli bayrağıaçmak * şık olmak.
    deli bozuk * Günü gününe, sözü sözüne uymayan.
    deli bozukluk * Deli bozuk olma durumu.
    deli çıkmak * çıldırmak.
    * çok sinirlenmek.
    deli dana hastalığı * İngiltere’de büyük başhayvanlarda görülen eden bulaşıcıve öldürücü bir hastalık.
    deli dana(lar) gibi dönmek * ne yapacağını bilemeyerek, şaşkınca davranmak.
    deli deli * Delice.
    deli divane * Çılgın, aşırıdeli.
    deli divane (âşık) olmak * aşırıderecede sevmek.
    deli divane olmak * mutlu olmak, bir kimseyi, bir şeyi aşırıderecede sevmek.
    deli dolu * İlerisini gerisini düşünmeden davranan, rastgele konuşan, patavatsız.
    deli etmek * çılgına çevirmek.
    deli fişek * Delişmen ve atak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 22

    deli fişeklik * Deli fişek olma durumu.
    deli gibi * deliye yaraşır davranışta, delicesine.
    deli gömleği * Tehlikeli ve saldırgan delilere giydirilen kolsuz gömlek.
    deli güllâbicisi * Bkz. güllâbici.
    deli ırmak * Akıntısıçok hızlı olan ırmak.
    deli kızın çeyizi gibi * bir arada sergilenen ve birbirine yakışmayan eşya için söylenir.
    deli olmak * çok sevmek.
    * çok sinirlenmek.
    deli olmak işten değil * güç durumlarda çaresizliği anlatır.
    deli orman * Çok sık ve gür orman.
    deli otu * Turpgillerden, bahçelere süs olarak dikilen bir bitki, kuduz otu (Alyssum).
    deli pösteki sayar gibi * çok karışık, çok ayrıntılı, sıkıcı bir işle uğraşma.
    deli Raziye gibi * delice davranışlarda bulunan kız veya kadın.
    deli saçması * Anlamsız, tutarsız, delice söz.
    deli saraylı(gibi) * acayip biçimde giyinenler, takıp takıştıranlar için söylenir.
    delibaş * Koyunlarda ve danalarda görülen tehlikeli bir hastalık.
    * Huysuzluk yapan hayvan.
    delice * Davranışlarıaşırı, deli gibi olan.
    * Delicesine.
    * Buğdaygillerden, genellikle buğday tarlalarında yetişen, tohumu zehirli, yabanî bir bitki (Lolium
    temulentum).
    * Aşılanmamışzeytin ağacı, yabanî ağaç.
    * Atmaca, şahin.
    delice doğan * Kartallar takımının kartalgiller familyasından bir kuştürü (Falco subbuteo).
    delicesine * Aşırı bir biçimde.
    delicesine tutulmak * aşırı bir biçimde bağlanmak, çok sevmek.
    delici * Delen, delmek işini yapan.
    * Çok etkili, etkileyici.
    deliğe tıkmak * tutuklamak, hapsetmek.
    delik * Dar, küçük açıklık; dar, küçük çukur.
    * Delinmiş.
    * Ceza evi.
    * Küçük hayvan yuvası.
    delik büyük, yama küçük * eldeki imkânlar gerekenden çok az.
    delik deşik * Her yanıdeliklerle dolu.
    delik deşik aramak * her yerde aramak.
    delik deşik etmek * (bir canlının vücudunda) bir araçla birçok yaralar, kesikler açmak.
    * bir şeyin her yanında delikler açmak.
    delik deşik olmak * (bir canlının vücudunda) bir araçla birçok yaralar, kesikler oluşmak.
    * bir şeyin her yanıdelinmek.
    delik eğirmek * hapse girmek, tutuklanmak.
    delikanlı * Çocukluk çağından çıkmışgenç erkek.
    * Gençlere seslenme sözü olarak kullanılır.
    * Sözünün eri, dürüst, namuslu kimse.
    delikanlılık * Delikanlı olma durumu.
    * İnsanın delikanlı olduğu çağ.
    delikli * Deliği veya delikleri olan.
    * Kevgir.
    * Deliklerle kaplıesnek doku şeritlerine verilen ad.
    * Bir tür olta iğnesi.
    delikli boncuk (veya taş) yerde kalmaz * az çok işe yarayan her şeyin isteklisi bulunur.
    delikliler * Delikli ve sert bir kabukla kaplı bir hücreli hayvanlar takımı.
    deliksiz * Deliği olmayan.
    deliksiz uyku * Arada hiç uyanmadan uyunulan uzun uyku.
    delil * İnsanıaradığı gerçeğe ulaştırabilecek iz, kanıt, emare.
    * Kanıt.
    * Kılavuz, rehber.
    delilenme * Delilenmek işi veya durumu.
    delilenmek * Deli gibi davranmak.
    deliliğe vurmak * kendini deli gibi göstermek.
    deliliği tutmak * delice davranmak.
    delilik * Deli olma durumu veya delice davranış.
    delimsirek * Çılgınca, delicesine.
    delinin eline değnek vermek * kötülük yapabilecek bir kimsenin davranışlarınıkolaylaştırmak.
    delinme * Delinmek işi.
    delinmek * Delmek işine konu olmak.
    * Bir şeyde delik oluşmak.
    * Çiğnemek, uymamak, aykırıdavranmak.
    deliriş * Delirmek işi veya biçimi.
    delirme * Delirmek işi.
    delirmek * Deli olmak, aklınıyitirmek, çıldırmak.
    delirtme * Delirtmek işi.
    delirtmek * Deli etmek, çıldırtmak.