densizlik | * Densiz olma durumu, densizce davranış. |
densizlik etmek | * densiz bir davranışta bulunmak. |
denşirme | * Denşirmek işi. |
denşirmek | * Bir şeyin yapısınıveya niteliğini bozmak, tağyir etmek. |
deontoloji | * Ödev bilgisi. |
depar | * Çıkış. |
depara geçmek | * koşuya veya yarışa hızla başlamak. |
depara kalkmak | * koşu veya yarışiçinde birdenbire hız artırmak. |
departman | * Bir işyeri, okul veya üniversitenin herhangi bir bilim ve uzmanlık dalında eğitim sağlayan alt birimlerinden her biri, bölüm. |
depderin | * Çok derin. |
deplâsman | * Spor takımlarının kendi şehirleri dışında maç yapmaya gitmesi. |
deplâsmana gitmek (veya çıkmak) | * (spor takımları) kendi şehirleri dışında maç yapmaya gitmek. |
depo | * Korunmak, saklanmak veya gerektiğinde kullanılmak için bir şeyin konulduğu yer. * Bir malın toptan satıldığıve çokça bulunduğu yer. * Ordu mallarının saklandığı, bakımlarının yapıldığıyer. |
depo etmek | * yığmak, biriktirrnek. |
depocu | * Depoya bakan kimse. |
depoculuk | * Depocunun yaptığı iş. |
depolama | * Depolamak işi. * Bellek cihazına verinin yerleştirilmesi veya saklanması. |
depolamak | * Depo etmek, biriktirmek. * Bir bellek cihazına veriyi yerleştirmek veya saklamak. |
depolanma | * Depolanmak durumu. |
depolanmak | * Depolamak işi yapılmak. |
depozit | * Bir taahhüt sırasında yatırılan güvence veya bağlanma parası. |
depozito | * Bkz. depozit. |
deppoy | * Bkz. debboy. |
deprem | * Yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi veya yanardağların püskürme durumuna geçmesi yüzünden oluşan sarsıntı, yer sarsıntısı, hareket, zelzele. |
deprem bilimci | * Deprem bilimiyle uğraşan kimse. |
deprem bilimi | * Depremleri, yer hareketlerini inceleyen bilim, sismoloji. |
deprem bölgesi | * Depremlerin sık sık oluştuğu, gevşek ve kırık yer altıkuşağı. |
deprem kuşağı | * Depremlerin oluştuğu aynıdüzlemde yer alan bölgeler. |
deprem merkezi | * Depremin oluştuğu odak nokta ve yayıldığıyer. |
depremçizer | * Depremleri yazan cihaz, sismograf. |
depremyazar | * Depremlerin yerini, süresini, şiddetini tespit eden çok duyarlıcihaz, sismograf. |
depremzede | * Depremde zarar görmüşinsan. |
deprenme | * Deprenmek işi. |
deprenmek | * Kımıldamak, hareket etmek, sarsılmak. |
depresyon | * Ruhî çöküntü. |
depreşme | * Depreşmek durumu. |
depreşmek | * Yeniden ortaya çıkmak, nüksetmek. |
depreştirme | * Depreştirmek işi. |
depreştirmek | * Depreşmesine sebep olmak. |
der demez | * hemen, o sırada. |
der oğlu der | * bir şeyin sürekli söylendiğini anlatır. |
derakap | * Hemen arkasından, hemencecik, derhal. |
derbeder | * Yaşayışıve davranışı düzensiz (kimse). |
derbederlik | * Derbeder olma durumu. |
derbent | * İki dağarasındaki geçit yeri, boğaz. * Sınırlarda bulunan küçük kale. |
derç | * Alma, toplama. * Kaydetmek (almak, toplamak). |
derde derman olmak | * soruna çözüm bulmak, sıkıntıyı geçirmeye çare göstermek. |
derdest | * Yakalama, tutma, ele geçirme. |
derdest etmek | * yakalamak, tutmak, ele geçirmek. |
derdi başından aşkın olmak | * aşırıderecede meşgul olmak birçok sorunu bulunmak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 30
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 31
derdi günü * çok ilgilenilen, çok düşünülen, uğraşılan (şey). derdi veren devasınıda verir * her sıkıntının, üzüntünün bir çaresi vardır. derdine deva bulunmak * sıkıntıyıhalletmek, atlatmak, çaresizliği yenmek. derdine düşmek * yapılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarınıaramak. derdine yanmak * kendi durumuna üzülmek. derdini çekmek * üzüntüsüne katlanmak. derdini deşmek (veya depreştirmek) * derdini hatırlatıp yeniden üzülmesine yol açmak. derdini dökmek * derdini, sıkıntılarınıayrıntılı olarak anlatmak. derdini Marko Paşaya anlat * yakınmanıdinleyecek kimse yok. derdini söylemeyen derman bulamaz * insan sıkıntısını başkasına açıklayarak giderebilir. dere * Genellikle yazın kuruyan küçük akarsu ve bunların yatağı.
* İki dağarasındaki uzun çukur.
* Damlarda yağmur sularınıtoplayarak oluğa veren çinko veya kiremit yol.dere gibi akmak * vücudun bir yerinden çok kan akmak veya bir savaşta çok kişi yaralanarak ölmek. dere tepe * İnişli çıkışlı(yer). dere tepe düz gitmek * “engelleri aşarak gitmek” anlamında bir tekerleme. derebeyi * Topraklarınıderebeylik düzenine göre yöneten kimse.
* Zorba.derebeylik * Derebeyi olma durumu.
* Özellikle BatıAvrupa’da toprağıve üzerinde yaşayan köylüleri tek bir kimsenin malısayan Orta Çağsiyasî
düzeni, feodalite.
* Derebeyi yönetimindeki bölge.derece * Bir süreç içindeki durumlardan her biri, basamak, aşama, rütbe, mertebe.
* Ölçü aletlerinin ölçeğinde belirtilmiş bulunan başlıca bölümlerden her biri.
* Bir çözeltinin yoğunluğunu ölçmede kullanılan birim.
* Bir çemberin 360’ta birine eşit olan açı birimi.
* Sıcaklıkölçer, termometre.
* Denli, kadar.
* Sporda başarı gösterme.derece almak * başarı göstererek ödül kazanmak. derece derece * Azar azar, yavaşyavaş, tedricen.
* Farklıfarklı, değişik.dereceleme * Derecelemek işi. derecelemek * Derecelere ayırmak. derecelendirilme * Derecelendirilmek işi. derecelendirilmek * Derecelendirmek işi yapılmak. derecelendirme * Derecelendirmek işi. derecelendirmek * Derecelemek işi yapılmak. dereceli * Derecesi olan.
* Derecelere ayrılmış, kademeli.derecesiz * Derecesi olmayan.
* Çok fazla.derecik * Küçük dere. dereden tepeden konuşmak * gelişigüzel konuşmak, rastgele konular üzerinde konuşmak. dereke * Aşağıderece. dereotu * Maydanozgillerden, ince yapraklı, bazıyemeklere konulan güzel kokulu bir bitki (Anethum). dereyi görmeden paçalarısıvamak * gerektiğinden çok önce veya henüz ortada hiçbir şey yokken hazırlanmaya kalkışmak. dergâh * Tarikattan olanların barındıkları, ibadet ve törenler yaptıklarıyer, tekke. dergi * Siyaset, edebiyat, teknik gibi konuları inceleyen ve belirli aralıklarla çıkan süreli yayın, mecmua. dergicilik * Dergi yayımlama işi. derhal * Hemen çabucak. deri * İnsan ve hayvan vücudunu kaplayan tüy, kıl veya pulla kaplıörtü.
* İşlenerek kullanılır duruma getirilmişhayvan derisi.
* Bu deriden yapılmış.
* Soyulmadan yenen yemişlerin ince kabuğu veya soyulan yemişlerde kabuk altındaki zar.deri * Toplantı, düğün.
* Pazar veya panayır kurulan gün, dernek.deri altı * Derinin altında bulunan. derici * Dericilik yapan kimse. dericilik * Belirli bir amaçla kullanmak için hayvan derisini işleme.
* Deri alıp satma işi.derili * Derisi olan, deri ile kaplanmışolan. derilme * Derilmek işi. derilmek * Dermek işine konu olmak. derim evi * Kafes biçiminde tahtadan yapılmışportatif ev.
* Keçeden yapılmışçadır.derin * Dibi yüzeyinden veya ağzından uzak olan.
* Yüzeyden içeri inen.
* Kendi türünde çok gelişmiş, en ileri durumda olan.
* Yoğun.
* Uzun süren.
* Ayrıntıya önem verilerek hazırlanan.
* Çok içten gelen.
* Dip.derin derin * Derin olarak. derin derin düşünmek * üzüntülü düşünceye dalmak.
* çok fazla düşünmek.derin dondurucu * Buzdolabında besinleri bozulmadan uzun süre saklayacak bölüm. derin soğutma * Derin soğutucu üretimi tekniği. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 32
derin soğutucu * Buzdolabı düzeni içinde çok yüksek soğutucu özelliği olan bir tür buzdolabı. derin uyku * Uyanılması güç uyku, ağır uyku. derince * Biraz derin. derinden * En ince ayrıntısına kadar, etraflıca.
* Pek belli olmayan uzak bir yerden.
* İçten.derinden derine * Uzaklardan.
* En iyi biçimde, en ince ayrıntılarına kadar.derinlemesine * Çok ayrıntılı olarak. derinleşme * Derinleşmek durumu. derinleşmek * Derin duruma gelmek.
* Bir konuda köklü, sağlam bilgi edinmek, bilgisini genişletmek.
* Ses kaynağıuzaklaşarak az duyulur duruma gelmek.derinleştirme * Derinleştirmek durumu, tamik. derinleştirmek * Derin duruma getirmek.
* Ayrıntılarına kadar incelemek, derinliğine incelemek.derinletme * Derinletmek işi. derinletmek * Derin duruma getirmek. derinliğine * Derin olarak, derinlemesine. derinlik * Bir şeyin dip tarafının yüzeye, ağıza olan uzaklığı.
* Bir cismin en ve boy dışındaki üçüncü boyutu.
* Bulunulan yere göre uzakta olan yer.
* Özüne inerek ayrıntılarıyla kavrama gücü.
* Varlığın içi, özü.
* Varlığı ortaya çıkarılamamış, kanıtlanamamışşey.
* Yanaşık veya dağınık düzende bulunan bir birliğin en ileride olan kısmının başından, en geride bulunan
kısmının sonuna kadar olan uzaklık.
* Borsada az sayıda hisse senedinin el değiştirmesi.derinlik kayaçları * Yer kabuğunun derinlerinde, büyük kütleler biçiminde katılaşmışmagma kayaçları. derinlik ölçümü * Deniz derinliğinin veya yüksekliğinin özel bir aletle belirlenmesi işlemi. derinlikölçer * Denizin derinliğini ölçmeye yarayan alet. derinti * Toplantı.
* Gelişigüzel toplanmışeşya.
* İnsan kalabalığı, güruh.derisi dikenliler * Beşli bakışımlıdenizkestaneleri denizhıyarları, denizyıldızlarıdeniz yılanlarıve denizlâlelerini içine alan
deniz hayvanlarıdalı.derisi kemiklerine yapışmak * çok zayıflamak. derisine sığmaz * çok kibirli. derisini yüzmek * derisini soymak, sıyırmak.
* birinin bütün varlığınıelinden almak.
* işkence ederek öldürmek.derişik * Derişmişolan, mütemerkiz, müteksif, konsantre, seyreltik karşıtı. derişiklik * Derişik olma durumu. derişme * Derişmek durumu.
* Bir cismin, birleşimindeki suyu yitirerek daha koyu kıvama gelmesi, konsantrasyon.derişmek * Bir nokta dolayında toplanmak, temerküz etmek.
* Bir sıvı, içindeki su veya sıvımiktarıazalarak koyulaşmak, tekâsüf etmek.derivasyon * Yatağınıdeğiştirme. derk * Anlama, kavrama. derk etmek * anlamak, kavramak. derken * dendiği hâlde.
* tam o sırada.
* diye davranırken.
* diye düşünürken.derken * Bkz. demek. derkenar * (yazıda) Sayfa kenarına kaydedilen yazı, çıkma. derkenar etmek * bir kitabın sayfalarının veya yazının kenarına not düşmek. derlem * Koleksiyon. derlemci * Koleksiyoncu. derlemcilik * Koleksiyonculuk. derleme * Derlemek işi, tedvin.
* Seçilip toplanmış.derlemek * Seçme yaparak toplamak, bir araya getirmek, tedvin etmek.
* Düzgün bir biçimde toplamak.derlenme * Derlenmek işi. derlenmek * Derlemek işi yapılmak, toplanmak, düzene girmek. derleyici * Derleme yapan kimse. derleyicilik * Derleyicinin yaptığı iş. derleyip toplamak (veya toparlamak) * dağınık olan şeyleri bir araya getirip düzenlemek, düzene sokmak. derli toplu * Düzenli, dağınık olmayan, düzen verilmiş.
* Düzenli bir biçimde.derman * Güç, takat, mecal.
* İlâç.
* Çıkar yol, çare.dermanıkesilmek (veya dermandan kesilmek) * yorgunluktan güçsüzleşmek. dermansız * Gücü kalmamış, bitkin. dermansızlaşma * Dermansızlaşmak işi. dermansızlaşmak * Gücü kalmamak, güçsüz duruma gelmek, güçsüzleşmek. dermansızlık * Güçsüzlük, bitkinlik, zafiyet. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 23
delişmen * Şımarık ve delice tavırlı, zıpır.
* Güçlü, hareketli, sağlam yapılı.delişmence * Delişmene yakışır (biçimde) delişmen gibi. delişmenlik * Delişmen olma durumu, delişmence davranış, zıpırlık. delişmenlik etmek * delişmence davranmak. deliye dönmek * çok sevinmek.
* çok üzülmek.deliye her gün bayram * her fırsattan yararlanarak bayrammışgibi davrananlara ve her şeyi eğlenceli yönden alanlara alay yollu
söylenir.delk * Ovma, ovuşturma.
* Sürtünme.delme * Delmek işi.
* Yelek.
* Delinerek yapılmış.delmek * Delik açmak, delik duruma getirmek.
* İncitmek, kırmak.delta * Yunan alfabesinin dördücü harfi (D).
* Bir ırmağın çatallanarak döküldüğu yer, çatal ağız.delta kası * Omuz başında bulunan üçgen biçimindeki kas. dem * Soluk, nefes.
* Zaman, çağ.
* İçki.
* Hazırlanan çayın renk ve koku bakımından istenilen durumu.
* Koku.
* Pişirilen yemeklerin yenecek kıvama gelmesi.dem * Kan. -dem / -tem * İsimden isim türeten ek. dem çekmek * (kuşlar) uzun ve güzel ezgiler çıkarmak.
* içki içmek.dem dökmek * (kadınlar) ay başında kan yitirmek. dem tutmak * bir çalgıya başka bir çalgıveya sesle eşlik etmek. dem vurmak * bir şeyden söz etmek, konu açmak. demagog * Demagoji yapan kimse, halk avcısı, halk dalkavuğu. demagogluk * Demagog olma durumu. demagoji * Bir kimsenin veya grubun duygularınıkamçılayarak, gerçek dışısözler söyleyerek onlarıkazanmaya
çalışma, halk avcılığı.demagoji yapmak * bir kimsenin veya grubun duygularınıkamçılayarak, gerçek dışısözler söyleyerek onlarıkazanmaya
çalışmak.demagojik * Demagojiye dayanan, demagoji ile ilgili. deme * Demek işi.
* Anlam.
* (halk edebiyatında) Şiir.
* Daha çok Alevî şairlerin tarikatlarıyla ilgili konuları işleyen şiirlerine, kendilerince verilen ad.
* Atasözü; ağıt.deme (veya değme) gitsin * anlatılması güç, anlatılamaz. deme! * (de’me) “gerçek mi”, “yok canım” gibi şaşma anlatır. demeç * Yetkili bir kimsenin bir konuda yayın organlarına yaptığı açıklama, beyanat. demeç vermek * (yetkili bir kimse) bir konuda yayın organlarına açıklama yapmak, beyanat vermek. demediğini bırakmamak (veya komamak) * birisi için kırıcı, ağır, ileri geri konuşmak. demek * Söylemek, söz söylemek.
* Ad vermek.
* (bir dilde) Karşılığı olmak.
* Anlamına gelmek.
* (herhangi bir) Ses çıkarmak.
* Herhangi bir yargıya varmak.
* Demek kelimesi düşünmek, oranlamak, ummak, istemek veya erişmek gibi anlamlara da gelebilir.
* (hareketin olumsuz biçimi, zıt anlamıkelimelerle kullanıldığında) Şartlar ne olursa olsun bir işi yapmak.
* O hâlde, şu hâlde.
* Bir işe kalkışmak, yeltenmek.demek istemek * bir düşünceyi söylemek istemek; bir şeyi anlatmak istemek. demek ki (demek oluyor ki) * şu hâlde, öyle ise. demek olmak * anlamına gelmek. demem o deme değil * benim söylemek istediğim o değil. demem o deme değil * Bkz. deme. demet * Bağlanarak oluşturulmuşdeste, bağlam.
* Bitki veya çiçek bağlamı.
* Üstün yapılı bitkilerde öz suların akmasına yarayan, bitkiye desteklik eden damarlıveya lifli kordon.
* Uzunlamasına birbirine bitişik olarak bir arada bulunan sinir ve kas telleri topluluğu.
* Bir atomun parçalanmasından doğan elektriklenmiştaneciklerin yörüngelerinden oluşan ışık topluluğu.demet demet * Birçok demetler durumunda bağlanmışolarak, deste deste, demetleme. demetçi * Demet yapan kimse.
* Harman makinesini ekin demetleriyle dolduran kimse.demetçik * Demet parçası, küçük demet. demetleme * Demetlemek işi. demetlemek * Demet yapmak, demet durumunda ayırıp bağlamak. demetlenme * Demetlenmek işi. demetlenmek * Demet yapılmak. demetletiş * Demet yaptırmak işi veya biçimi. demetletme * Demet yaptırmak işi. demetletmek * Demet yaptırmak. demetleyiş * Demet yapmak işi veya biçimi. demetli * Demet biçiminde olan. demevî * Kanlı, kanıçok (insan).
* Kanla ilgili.
* Öfkeli, sinirli.demeye getirmek * doğrudan doğruya söylemeyip dolayısıyla anlatmak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 24
demeye kalmamak * birden, hemen. demin * Az önce. demincek * Çok az önce. deminden * Demin, az önce. deminki * Biraz önceki. demir * Atom sayısı26 atom ağırlığı55.847 olan, mavimtırak esmer renkte 7,8 yoğunluğunda, 1510° C de eriyen,
özellikle çelik, döküm ve alaşımlar durumunda sanayide kullanılmaya en elverişli element. KısaltmasıFe.
* Bazınesnelerin demirden yapılmışparçası.
* Ayakkabıtopuğuna veya ayakkabı burnuna aşınmayıönlemek için çakılan, özel olarak yapılmışmadenden
parça.
* Gemilerin dalgalara, akıntılara kapılarak yer değiştirmemesi için suya atılan, zincirle gemiye bağlı bulunan,
ucu çengelli ağır demir araç, çapa.
* Demirden yapılmış.
* Güçlü, kuvvetli, sert.demir ağacı * İki çeneklilerden, ana yurdu Avustralya olan bir evcikli veya iki evcikli bir ağaç (Casuarina). demir almak * gemi yola çıkmak için çapasınıdenizden çekmek, gitmeye hazırlanmak.
* ölmek, çekip gitmek.demir atmak * (gemi) çapasınıdenize salmak.
* bir kimse bir yerde uzun süre kalmak.demir bilek * Güçlü kuvvetli kimse. demir boku * Demir dışığı, maden cürufu. demir dikeni * Toprak üzerinde yatık olarak bulunan, çiçekleri küçük ve açık sarırenkli, meyvesi 10 mm kadar çapında,
boynuz şeklinde sivri uçlara sahip bir bitki (Tribulus terrestris).demir gibi * çok sağlam.
* çok güçlü, çok kuvvetli.demir hat * Demir yolu. demir kapı * Irmaklarda gemilerin geçmesine engel olan kayalık yer. demir kırı * Siyah, beyaz karışık griye yakın renkte at donu. demir kuş * Uçak. demir oksit * Demirin hem tabiatta hem de sentetik yapılmışolarak görülen ve değişik kimyasal değer ve renkte
bulunabilen oksit biçimi.demir pası * Demirde oluşan pas.
* Bu pasın renginde olan.demir perde * Sahne ile izleyicilerin bulunduğu salonu yangın tehlikesinde birbirinden ayıran, demirden yapılmışperde. demir resmi * Geminin bir limanda demirlemek için ödediği vergi. demir sülfat * Sülfirik asidin kimyasal formülü Fe2(SO4)3 olan demir tuzu ve bunun hidrolaştırılmış biçimi. demir taramak * (gemi) rüzgâr veya akıntıyüzünden çapasınısürümek. demir tavında dövülür * bir işin yapılması için uygun olan bir zaman, bir durum vardır. demir üzerinde * demirini almışve kalkmaya hazır (gemi). demir yeri * Limanlarda gemilerin demir atmasına ayrılmışyer. demir yolcu * Demir yolu görevlisi. demir yolculuk * Demir yolcunun görevi.
* Demir yolu yapma ve işletme işi.demir yolu * Lokomotif, vagon gibi demir tekerlekli taşıtların yürüdüğü paralel iki ray döşenerek yapılan bir tür yol, tren
yolu.
* Bu yolların yönetimi.demir yumruk * Güçlü kuvvetli kimse. demirbaş * Bir yerde kullanılan, bir yere kayıtlı olan, bir görevliden öbürüne teslim edilen dayanıklıeşya.
* Bu nitelikte olan.
* Bir yerin eskisi, emektarı olan (kimse).demirbaştan düşmek * demirbaşlistesinden çıkarmak, kaydınısilmek. demirci * Demir satan, demir eşya yapan veya onaran kimse. demirci mengenesi * Kızgın demiri tutmak için kullanılan kıskaç. demircilik * Demir eşya alıp satma veya onarma işi.
* Demircinin zanaatı.demire vurmak * birini demir zincirle bağlamak. demirhindi * Baklagillerden, sıcak iklimlerde yetişen bir ağaç (Tamarindus indica).
* Bu ağacın meyvesi.
* Bu meyveden yapılan şerbet.
* Pinti, hasis.demirî * Demir mavisi, gri. demirkapan * Mıknatıs. Demirkazık * Kutup Yıldızı. demirleblebi * Başarılmasıçok güç iş.
* Başa çıkılması güç kimse.demirleme * Demirlemek işi. demirlemek * Kol demirini takmak, kapatmak.
* (gemi) Demir atmak.
* Demire vurmak.demirleşme * Demirleşmek işi. demirleşmek * Demir durumuna gelmek.
* Demir gibi sağlam duruma gelmek.demirli * İçinde metal veya karışım durumunda demir bulunan.
* Demir parmaklık veya demir bir parça takılmışolan.
* Demir atmış(gemi).
* Bağlanıp kalmış.demirli beton * Yapıda gücü, esnekliği artırmak için metal ve çimentodan yararlanma yöntemi, betonarme. Demirperde * II. Dünya Savaşısonrasısoğuk savaşdöneminde, batılıülkelerin kendilerini doğu bloku ülkelerinden
ayıran sınıra ve bu ülkelere taktıklarıad.demirsiz * Demiri bulunmayan, içinde demir olmayan. demirsizlik * Vücutta veya kanda beliren demir yetersizliği. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 25
demiurgos * Eflâtun felsefesinde evreni yaratan, yaratıcıtanrı. demkeş * (güvercin için) Dem çeken, güzel ses çıkaran. demleme * Demlemek işi. demlemek * (çayı) Kaynar suyun içine attıktan sonra renk ve koku vermesi için bekletmek. demlendirme * Demlendirmek işi. demlendirme suyu * Suda veya başka bir sıvıda ıslatmak suretiyle yapılan yaşekstraksiyon sırasında ele geçen ve suda
çözünebilen maddeleri içeren sıvı.demlendirmek * Demlemek. demlenme * Demlenmek işi. demlenmek * (çayın) Rengi ve kokusu suya geçmek.
* (pilâv için) Piştikten sonra bir süre bekletilerek kıvama gelmek.
* İçki içmek.demli * Demlenmiş, rengini, kokusunu, tadını bulmuş(çay). demlik * Çayın demlendiği kap. demode * Modası geçmişolan. demode olmak * modası geçmek, gözden düşmek, değerini yitirmek. demograf * Nüfus bilimci. demografi * Nüfus bilimi. demografik * Nüfus bilimiyle ilgili. Demokles’in kılıcı * her an gerçekleşebilecek tehlike. demokrasi * Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erki, demokratlık. demokrat * Demokrasi yanlısı. demokratik * Demokrasiye uygun. demokratikleşme * Demokratikleşmek işi. demokratikleşmek * Demokrasiye uygun biçime girmek. demokratikleştirme * Demokratikleştirmek işi. demokratikleştirmek * Demokrasiye uygun biçime getirmek. demokratlaşma * Demokratlaşmak işi. demokratlaşmak * Demokrasi ilkelerini uygulamak, demokrasiye uygun yapıyıkurmak; demokrat bir biçimde davranmak. demokratlık * Demokrasi. demonstrasyon * Gösteri. -den bu yana * -den beri. -den yana * için.
* -e kalırsa.-den yana (olmak) * birinin tarafınıtutmak. -den yana çıkmak * birinin yanlısı olmak, birini tutmak. denaet * Alçaklık. denden * Bir çizelgede alt alta gelen aynısöz veya söz gruplarının birkaç kez yazılmasınıönleyerek kolaylık sağlamak
için birinci satırın altındakiler yerine kullanılan (“) işareti.denden işareti * Bkz. denden. denek * Üzerinde deney yapılan kimse veya şey. denek taşı * Altın, gümüşgibi madenlerin ayarınıanlamak için, sürtüldükleri bir tür taş, mihenk.
* Bir kimse veya nesnenin değerini anlamaya yarayan şey.deneme * Denemek işi, sınama, tecrübe.
* Son biçimi bulmamış, taslak durumunda olan eser.
* Herhangi bir konuda yeni ve kişisel görüşlerle bezenmiş bir anlatım içinde sunulan düz yazıtürü.deneme hayvanı * Meranın verimi veya mera üzerinde uygulanan ıslah ve amenajman işlemlerinin etkileri hakkında bilgiler
edinmek amacıyla otlatılan ve canlıağırlık artışıveya süt verimi devamlışekilde ölçülen hayvan.deneme tahtası * Üzerinde bilgisizce, tedavi, onarım gibi işler yapılan kimse veya şey. deneme yayını * Radyo, televizyon gibi haberleşme araçlarının başlangıçta işe alışmak ve daha verimli olmak üzere yaptıkları
kısa süreli yayın.denemeci * Deneme yazarı. denemecilik * Deneme yazarlığı, deneme yazma işi. denemek * Değerini anlamak, gerekli niteliği taşıyıp taşımadığını bulmak için bir insanı, bir nesneyi veya bir düşünceyi
sınamak, tecrübe etmek.
* Bir işe, başarmak amacıyla başlamak, girişimde bulunmak, teşebbüs etmek.denenme * Denenmek işi. denenmek * Denemek işine konu olmak. denet * Denetlemek işi, teftiş.
* Lâboratuvar işlemi tamamlanmış bir filmin herhangi bir eksiği olup olmadığınıanlamak için dağıtımcıya
verilmeden önce incelenmesi.denetçi * Denetlemeyle görevli kimse, murakıp, kontrolör.
* Gösterim odasında filmi izleyerek görüntülerin, sesin, rengin kusursuz olup olmadığını, çizik vb. bulunup
bulunmadığını inceleyen kimse.denetçilik * Denetçinin görevi.
* Denetçi olma durumu, murakıplık, kontrolörlük.denetici * Bir işlemin istenilen ölçülerde yürütülmesini denetim altına alan cihaz.
* Sıcaklık, basınç veya nem değişmelerini önleyerek bunlara ilişkin hareketin denetimini yapan alet.
* Su altındaki bir aleti uzaktan yöneten makine. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 26
denetilme * Denetmek işine konu olma. denetilmek * Denetmek işine konu olmak. denetim * Denetlemek işi, murakabe, kontrol. denetim kurulu * Bkz. denetleme kurulu. denetimci * Denetim işini yapan kimse. denetimli * Denetlenmişolan. denetimsiz * Denetlenmişolmayan. denetleme * Denetlemek işi, murakabe, kontrol. denetleme kurulu * Devlet kuruluşlarında denetim işini yapmakla görevli üyelerin oluşturduğu kurul, teftişkurulu.
* Bir kuruluşun yasalara ve kendi amacına uygun olarak çalışıp çalışmadığınıdenetleyen kurul.denetleme raporu * Denetçi tarafından hazırlanan ve bir işin doğru, usullere ve yönetime uygun olarak yapılıp yapılmadığını
belirten yazı.denetleme yapmak * kontrol etmek. denetlemek * Bir işin doğru ve yönetime uygun olarak yapılıp yapılmadığını incelemek, murakabe etmek, teftişetmek,
kontrol etmek.denetlenme * Denetlenmek işi. denetlenmek * Denetlemek işine konu olmak. denetleyici * Denetleyen (kimse).
* Denetleyen alet.deney * Bilimsel bir gerçeği göstermek, bir yasayıdoğrulamak, bir var sayımıkanıtlamak amacıyla yapılan işlem,
tecrübe.
* Deneyim, tecrübe.deney kabı * İçinde kimya deneyleri yapmaya yarayan özel kap. deney tüpü * Çoğunlukla kimyasal deneylerde kullanılan bir ucu kapalıcam boru. deneyci * Deneycilik yanlısı olan (kimse), ampirist. deneycilik * Bilginin gözlem, deneme veya duyular ile elde edilebileceğini ileri süren geleneksel öğreti, görgücülük,
ampirizm, usçuluk karşıtı.
* Organizma ile durum veya çevre arasında bir etkileşim olarak yaşantıya önem veren, bilgiyi, simgelerle
iletişimi yapılan denetimli ve yeniden düzenlenmişyaşantı biçiminde düşünen çağdaş bir felsefe anlayışı, görgücülük,
ampirizm.deneyim * Tecrübe. deneyim kazanmak * deneyimli duruma gelmek. deneyimci * Deneyimi ön plâna çıkaran kimse. deneyimcilik * Deneyimcinin işi. deneyimli * Deneyim kazanmışolan, tecrübeli. deneyimsiz * Deneyimi olmayan, tecrübesiz. deneyimsizlik * Deneyimsiz olma durumu, tecrübesizlik. deneyiş * Denemek işi veya biçimi. deneyleme * Deneylemek işi. deneylemek * Deney yapmak. deneyli * Deneye başvurularak yapılan. deneysel * Deneye dayanan, deney yoluyla olan, deneyle ilgili, tecrübî. deneyselcilik * Gerçek bilginin ancak deney yoluyla elde edilebileceğini; bilgilerimizin varsayıma dayanan bir nitelik
taşıdığını, gerçeğin insan yaşantısının bir ürünü olarak düşünülmesi gerektiğini; değerler ile ahlâklılığın mutlak değil,
toplumsal olduğunu ileri süren öğreti, eksperimantalizm.deneysellik * Deneyle ilgili olma durumu. deneysiz * Deneye başvurulmadan yapılan. deneyüstü * Deneyle kazanılması imkânsız, akılla ilgili olan (bilgi). deneyüstücülük * İnsan bilgisinin niteliğini ve ilkelerini akıl yoluyla çözmek amacıyla deney alanının ötesine gitmeye çalışan
anlayış, mütealiye, transandantalizm.
* Ahlâkta belli bir gizemciliği savunan, Tanrı, doğa ve insanıkaynaştırmaya çalışan Amerikan felsefe okulu,
mütealiye, transandantalizm.denge * Bir nesnenin veya bir insanın devrilmeden durma hâli, muvazene.
* Birbirini ortadan kaldıran güçlerin sonucu olan durma hâli.
* Zihinsel ve duygusal uyum, istikrar.
* Bkz. toplumsal denge.
* Siyasî güçlerin, yetkilerin birbirini sınırlayacak biçimde dağıtılması.
* Ekonomik hayatın uyumlu düzeni.
* Vücudun en küçük dayanak yüzey veya yüzeylerinde düşmeden durması.denge kalası * Aletli jimnastik dalında kullanılan ve 1.20 m yükseklikte, piramit biçiminde, iki ayak üzerinde duran 5 m
uzunluğunda, 10 cm yürüme yüzeyi olan düzgün kalastan yapılmışdenge aracı.denge taşı * Omurgalıların özellikle de memelilerin iç kulak keseciğinde bulunan kalsiyum tuzu. dengeci * Denge unsurunu ön plânda tutan. dengecilik * Dengeci olma durumu. dengeleme * Dengelemek işi. dengelemek * Dengeli duruma getirmek.
* Bir cismi güç katarak veya eksilterek denge durumuna getirmek.dengelenme * Dengelenmek işi. dengelenmek * Dengesi sağlanmak. dengeleyici * Denge sağlayan, dengeleme özelliği olan.
* Otomobillerde eğikliği veya yaylanma genliğini azaltmak için şasi ve tekerleklere yerleştirilen düzen,
stabilizatör.
* Bir evredeki işlemin daha dengeli bir duruma gelmesini sağlayan alet.dengeli * Dengesi olan, muvazeneli.
* Tutum ve davranışlarında uyum olan (kimse), istikrarlı.
* Kurallara uygun, sıkıntıyaratmayan.dengeli beslenme * Sağlık için gerekli olan besinleri belirli ölçülerde ve düzenli bir biçimde alma. dengeli kılmak * huzura, düzene kavuşturmak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 27
dengelik * Denge sağlayan alet. dengesi bozulmak * dik durumdan düşecek duruma gelmek.
* aralarında ilişki bulunan şeyler arasındaki uyum bozulmak.dengesiz * Dengesi olmayan, muvazenesiz.
* Tutum ve davranışlarında uyum olmayan (kimse), istikrarsız.dengesizleştirme * Dengesizleştirmek işi. dengesizleştirmek * Dengesiz duruma getirmek. dengesizlik * Bir şeyde denge bulunmamasıdurumu.
* Bir kimsenin, tutum ve davranışlarında sık sık, beklenmedik değişmeler olması, istikrarsızlık.dengeşik * Dümen sisteminde yelpazenin itme merkezinin kenarına değil, yakınına konulan ek dümen. dengi dengine * uygun olanıyla. dengine dengine * getirmek punduna getirmek. dengiyle karşılamak * kendisine yapılan bir işin karşılığınıaynıdeğerde işyaparak vermek. denî * Alçak, kötü, kişiliksiz (kimse). denilme * Denilmek işi. denilmek * Ad verilmek.
* Söylenmek, sözü edilmek.deniz * Yer kabuğunun çukur bölümlerini kaplayan, birbiriyle bağlantılı, tuzlu su kütlesi.
* Bu su kütlesinin belirli bir parçası.
* (denizde) Dalga olma durumu.
* Genişalan.
* Sınırsız genişlik, çokluk, yoğunluk.
* Aydaki düzlükler.deniz akıntısı * Deniz suyunun bazıetkilerle belirli bir yönde yer değiştirmesi. deniz altı * Deniz altında bulunan.
* Deniz altında yapılan.
* Dalgalara karşıaçık.deniz ataşesi * Büyük elçiliklerde görev yapan deniz kuvvetlerine bağlıaskerî üst düzey görevlisi. deniz aygırı * Denizlerde yaşayan bir tür vahşî hayvan. deniz aynası * Denizin dibini açık ve seçik görebilmek için özel olarak yapılmış cam, alet. deniz basması * Çöken bir kara parçasına deniz sularının dolması. deniz bilimci * Deniz bilimi ile uğraşan kimse. deniz bilimi * Ana deniz bilimi, oşinografi. deniz bindirmek * denizde birden fırtına çıkmak. deniz buzu * Kutuplara yakın yerlerde soğuk havanın etkisiyle denizlerin üstünde oluşan buz. deniz çıkmak * denizde fırtına olmak. deniz çulluğu * Kıyı bölgelerinde yaşayan bir tür çulluk. deniz depremi * Deprem merkezi denizin dibinde odaklaşan bir tür yer sarsıntısı. deniz durmak (veya düşmek) * denizdeki fırtına geçmek. deniz feneri * Kıyıların tehlikeli yerlerinde, bazıkaya ve adacıkların üzerinde geceleri deniz taşıtlarına yol gösteren,
tepesinde güçlü bir ışık kaynağı olan fener.deniz geçişi * Gaz boru hattının denize girmesi durumunda, kıyışeridinden belli bir derinlikteki kesimden öteye hattın
deniz altında kalan kısmı.deniz hamamı * Plâj. deniz haritası * Denizlerin oluşum ve konumlarınıdeğişik renk ve çizgilerle gösteren harita. deniz hukuku * Devletler hukukunda denizin türlü bölümlerinin durumunu düzenleyen ve devletlerin bu bölümler
üzerindeki yetkilerini belirten antlaşma, gelenek vb. niteliğindeki kuralların bütünü.deniz iklimi * Denizlerde, adalarda, yüksek enlemlerde görülen ve sıcaklık oynamalarıaz olan iklim. deniz kaplumbağaları * Denizde yaşayan, ayaklarıyüzgeç biçimindeki bütün kaplumbağalara verilen ad. deniz kaplumbağası * Denizlerde yaşayan ve ayaklarınıyüzgeç gibi kullanan bir deniz hayvanı. deniz kazı * Akbaş. deniz kırlangıcı * Balıkçın. deniz kızı * Denize yakın kayalıklar üzerinde şarkısöyleyen, başıve göğsü kadın biçiminde, belden aşağısı balık
kuyruklu doğaüstü yaratık.deniz kulağı * Açık denizden bir kum setiyle ayrılmışveya kıyıdilinin gelişmesiyle göl biçimini almış, sığkoy veya körfez,
lâgün.deniz kuvvetleri * Bir ülkeyi denizden gelecek saldırılara karşıkorumak için kurulan askerî kuruluşlar. deniz marulu * Sığsularda bulunan, ince levhaya benzeyen yaprakları olan yeşil su yosunu (Ulva lactuca). deniz mavisi * Deniz renginde koyuca mavi. deniz menekşesi * Çan çiçeğinin bir türü. deniz mili * 1852 m olan uzunluk ölçüsü birimi. deniz motoru * Deniz yollarında yolcu taşımaya yarayan pervaneli ve patenli motorlu gemi. deniz otobüsü * Tepkili motorlarısayesinde, özel hava yastıklarıüzerinde hız kazanan ve suya temas etmeden hızla
seyreden, yolcularınıkapalımekân içerisinde taşıyan bir deniz taşıtı.deniz ördeği * Fırtına kuşu. deniz örümceği * En büyük yengeç türü (Maja squinado). deniz pırasası * Denizlerde yetişen bir tür yosun. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 28
deniz piyadesi * Çıkarma harekâtında kıyıya ulaşacak tarzda eğitilen deniz kuvvetlerine özgü sınıf. deniz rezenesi * Maydanozgillerden, deniz kumsallarında bol olarak yetişen, ıtırlı bir bitki (Crithmum maritimum). deniz sarmaşığı * Çok yıllık, sürünücü, beyaz sütlü ve otsu bir bitki (Convolvulus soldanella). deniz seviyesi * Kara ile denizlerin birleştiği ve yüksekliğin 0 olarak kabul edildiği nokta. deniz suyu * Birleşiminde sudan başka değişik tuzlar ve gazlar bulunan su. deniz tavşancılı * Balık kartalı. deniz tutmak * deniz taşıtlarında sallantıdan etkilenmek. deniz tutması * Gemide dalgaların etkisiyle sallantıların yarattığırahatsızlık. deniz uçağı * Su üzerinden havalanabilecek ve uçuştan sonra yine su üzerine inebilecek şekilde düzenlenmişhava taşıtı. deniz üssü * Stratejik bölgelerde deniz kuvvetlerinin askerî harekâtlarıyönettiği ve birimlerini konuşlandırdığı askerî
merkez.deniz üzümü * 1-2 m yükseklikte, dik dallı, dallarıyeşil renkli, yapraklarıpulsu ve kın hâlinde dallarısarmış, çalı
görünüşünde, meyvesi bezelye büyüklüğünde, kırmızıve nadiren sarırenkli, çok yıllık bir bitki (Ephedromajor).deniz yeli * İmbat. deniz yılanı * Yılanlar takımından çok zehirli, kürek biçiminde yassıkuyruklu, Hint ve Pasifik okyanuslarında yaşayan bir
hayvan (Hydrophis).deniz yolu * Deniz taşıtlarının izlemeye zorunlu olduklarıyol. deniz yolu ile * denizden, deniz taşıtları ile. deniz yolu ulaşımı * Liman ve iskeleler arasında deniz taşıtlarıyla yapılan taşıma işi. deniz yosunu * Denizlerde biten ve genellikle kıyılarda ve kayalıklarda yoğun olarak görülen bitki türü. denizalası * Kemikli balıklar takımının alabalıkgiller familyasından denizlerde yaşayan bir balık türü (Salmo trutta
marina).denizaltı * Deniz yüzeyinin altında ve üstünde yol alabilen savaşgemisi, tahtelbahir. denizaltıcı * Denizaltılarda görevli kimse. denizaltıcılık * Denizaltıcı olma durumu. denizanası * Selenterelerden, yassı bir diske benzeyen, saydam, serbestçe yüzebilen deniz hayvanı, medüz. denizaslanı * Amerika’nın kuzeybatıkıyılarında yaşayan ve sık renk değiştiren etçil bir memeli türü. denizaşırı * Denizlerin ötesinde bulunan. denizatı * Başıat başına benzeyen, suda dik duran, kuyruk yüzgeci olmayan, 10-15 cm boyunda bir deniz hayvanı
(Hippocampus hippocampus).denizayısı * 1,5-2 m boyunda, uzun ve yumuşak tüylü postu beğenilen, bitkiyle beslenen bir deniz memelisi
(Arctocephalus ursinus).denizci * Denizle ilgili işlerde çalışan kimse.
* Deniz askeri.
* Deniz sporlarıyla uğraşan kimse.denizcilik * Denizlerde sefer yapma işi.
* Denizle, gemi işletmesiyle ilgili meslek.
* Deniz sporculuğu.denizçakısı * Yumuşakça. denizde kum, onda para * çok paralıkimse. denizdeki balığın karada komisyonculuğunu yapmak * gerçekte bulunmayan bir konu üzerinde varmışgibi savunuculuğunu yapmak, hayalî konularda gereksiz
söz söylemek.denizden (veya denizi) geçip çayda boğulmak * büyük güçlükleri yenmişken önemsiz bir sebeple başarısızlığa uğramak. denizden çıkmış balığa dönmek * Bkz. sudan çıkmış balığa dönmek. denize açılmak * kıyıdan çok uzaklaşmak. denize çıkmak * gezi veya av için kıyıdan ayrılmak. denize dökmek * düşmanıdenize kadar sürüp yok etmek. denize düşen yılana sarılır * güç bir duruma düşenlerin bundan kurtulmak için her türlü çareye başvurmaları olağandır. denize indirmek * denizde kullanılacak, genellikle yeni yapılan bir aracıkızaklar yardımıyla karadan suya salıvermek. denizgergedanı * Balinagillerden, 8-10 m boyunda, erkeğinin üst çenesinde iki uzun diş bulunan bir deniz memelisi
(Monodon monoceros).denizgülü * Mercanlar sınıfından dokunaçlarıkısa bir tür hayvan (Actinia). denizgüzeli * Bkz. sarıağız. denizhıyarı * Deniz hıyarlarından, boyu 25 cm kadar olabilen, yuvarlak ve yumuşak vücutlu derisi dikenli bir hayvan
(Holothurion).denizhıyarları * Örnek hayvanıdenizhıyarı olan derisi dikenliler sınıfı(Holothurion). denizısırganları * Salgıladıklarısıvılarla insan derisinde ısırgan etkisi uyandıran, iri medüzleri içine alan selentereler sınıfı. denizibiği * Bkz. deniz rezenesi. deniziğnesi * Yuvarlak somaklı, vücudu ince ve uzun bir deniz balığı(Syngnathus acus). denizineği * Amerika ve Afrika’nın tropikal kıyısularında yaşayan, 2-3 m boyunda deniz memelisi (Hydrodamalis
gigas).denizkadayıfı * Esmer su yosunlarından bir deniz bitkisi (Alaria esculenta). denizkedisi * Tüm başlılar takımından, vücudu ince uzun, büyük başlı, derin ve büyük denizlerde yaşayan bir balık
(Chimaera monstrosa).denizkestanesi * Hareket edebilen dikenlerle örtülü, yuvarlak kalker kabuklu, derisi dikenlilerden bir yumuşakça (Echinus
esculentus). -
Türkçe Sözlük D Sayfa 29
denizkızı * Solunumlarıhem akciğerlerle, hem solungaçlarla olan, arka üyeleri olmayan, otçul amfibyumlar sınıfından
bir hayvan.denizkozalağı * Konik biçimli kabuğunda bir yarık bulunan karından bacaklı yumuşakça (Conus). denizköpüğü * Lüle taşı. denizkulağı * Yassıkabuklu, içi sedefli, 10 cm uzunluğunda bir deniz yumuşakçası(Haliotis). denizkurdu * Deneyimli, eski denizci, usta denizci. denizlâleleri * Vücutları bir sapla deniz dibine bağlıveya serbest olabilen beşveya daha fazla kollu, toplu durumda
yaşayan derisi dikenlilerden bir sınıf.denizlik * Kayıklarda bordayıaşan dalgaların içeriye girmesine engel olan eğik tahta.
* Pencerelerin altında, içte ve dışta yapılarak suların duvar içine sızmasını veya duvar yüzeyinde yayılmasını
önleyen eğik bölüm.
* Denize girerken kullanılan kadın mayosu.denizmaymunu * Denizkedisi. denizpalamudu * Kıyıkayalarının üzerinde yapışık olarak yaşayan, beyaz kalkerli plâkalarla çevrili, koni biçiminde, küçük,
kabuklu bir böcek (Balanus).denizpelidi * Bir tür deniz böceği. denizşakayığı * Kayalıklara yapışık olarak yaşayan, dokunaçlarıçok ve uzun, güzel renkli bir polip türü (Anemonia actinia). denizşakayıkları * Deniz şakayıklarını içine alan selentereler alt sınıfı. deniztarağı * İki çenetli kabuklu bir yumuşakça türü (Pecten). deniztavşanı * Ağız dokunaçları genişve etli, uzun, çıplak vücutlu deniz yumuşakçası(Cyclopterus lumpus). deniztilkisi * Saban balığı. denizyıldızı * Denizyıldızlarından, yıldız biçiminde beşkolu olan, kayalıklar üzerinde yaşayan derisi dikenli bir hayvan
(Aster).denizyıldızları * Örnek hayvanıdenizyıldızı olan derisi dikenliler sınıfı. denk * Yük hayvanlarının sağve soluna konulan iki yük parçasından her biri.
* Yatak, yorgan, kumaşgibi eşyanın sarılıp bağlanmasıyla oluşan yük, balya.
* Ağırlık bakımından eşit olan.
* Uygun, nitelik yönünden eşit.
* Destekleri paralel, yönleri aynı, şiddetleri eşit bulunan güçler.denk düşmek * uygun olmak, fırsat olmak. denk gelmek * uygun düşmek, uygun gelmek.
* rast gelmek, rastlamak.denk getirmek * uygun düşürmek, rastlatmak. denk küme * Bire bir eşlenebilen, eleman sayılarıeşit küme. denk yapmak * denk durumuna getirmek. denkçi * Denk işleri ile uğraşan veya denk yapan kimse. denkçilik-ği * Denkçi olma durumu. denklem * İçinde yer alan bazıniceliklere ancak uygun bir değer verildiği zaman sağlanabilen eşitlik, muadele.
* Bir yanında olaya giren çeşitli maddelerin formülleri, öteki yanında da tepkime sonucu oluşan yeni
maddelerin formülleri bulunan eşitlik.denkleme * Denklemek işi. denklemek * Denk duruma getirmek. denklemler sistemi * İki veya daha çok denklemden oluşan ve hepsinin birlikte ortak çözümü istenen takım. denklenmek * Denk yapılmak. denkleşme * Denkleşmek durumu. denkleşmek * Birbirine denk olmak, denk duruma gelmek. denkleştirici * Denkleştirme işlemini sağlayan. denkleştirme * Denkleştirmek işi. denkleştirmek * Denk duruma gelmesini sağlamak.
* Gereken miktarı sağlamak.denklik * Denk olma durumu, eşitlik, müsavat. denktaş * Denk, eşit, küfüv. denkteş * Bkz. denktaş. denli * “Kadar” anlamında üstünlük derecesini belirtir. denli * Ağır başlı, sözleri ve davranışlarıölçülü olan (kimse). denli densiz söz söylemek * uygunsuz, yakışıksız ve saygısız sözler söylemek. denlilik * Denli olma durumu. denme * Denmek, denilmek işi. denmek * Ad verilmek.
* Söylenmek, sözü edilmek.densimetre * Bitkilerin dışkısımları ile toprak üzerinde kapladıklarıalanı çeşitli büyüklüklerdeki halkalar yardımı ile
ölçen bir alet.densiz * Yakışıksız ve saygısızca davranan. densizlenme * Densizleşmek durumu. densizlenmek * Densizlik etmek. densizleşme * Densizleşmek işi. densizleşmek * Yakışıksız ve saygısızca davranır duruma gelmek. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 21
deke düşmek * hileye, oyuna gelmek. deklânşör * Bir devre kesicinin işleyişini etkileyerek açılmasınıönleyen düzen.
* Fotoğraf makinesinin resim çekilirken basılan düğmesi.deklârasyon * Bildirme, duyurma, ilân etme.
* Bir konunun kamuoyuna duyurulması için yapılan açıklama, bildiri.
* Mal bildirimi.deklâre * Bildirilmiş, ilân edilmiş. deklâre etmek * bildirmek.
* gümrüklerde vergi konusu olacak eşya vb.yi resmî makama bildirmek.dekolte * Kollarının, göğüs ve sırtının bir bölümü açık kadın giysisi.
* Açık.dekolte konuşmak * açık saçık konuşmak. dekont * Ödenmişveya ödenecek olan hesapların dökümü.
* Kapatılan bir hesaptan yapılacak indirme.
* Bütün indirmeler yapıldıktan sonra borçlu tarafından ödenecek, alacaklıtarafından alınacak olan miktar.dekor * Tiyatro, sinema ve televizyonda sahneye konulan eserin yazıldığıyerin, çağının özelliklerini belirleyen
çeşitli ögelerin (perde, aksesuar vb.nin) bütünü.
* Bir yere süsleme amacıyla verilen düzen.
* Görünüş, manzara.dekorasyon * Dekor yapma işi.
* Bir yeri süsleme.dekoratif * Dekor olarak kullanılan, süslemeye yarayan, süsleyici, tezyinî.
* Göstermelik.dekoratör * Tiyatro, opera vb. dekorlarınıtasarlayan sanatçı.
* İç mimar.dekoratörlük * Dekoratör olma durumu.
* Dekoratörün işi ve mesleği.dekorcu * Mesleği dekor yapmak olan sanatçı. dekorculuk * Dekorcu olma durumu.
* Dekorcunun işi ve mesleği.dekore * Süsleme amacıyla düzenlenmiş. dekore etmek * (bir yere) süsleme amacıyla düzen vermek. dekovil * Ray aralığı60 cm eninde veya daha az olan, arabaları buhar, hayvan veya insan gücüyle yürütülen, küçük
demiryolu.dekstrin * Nişastanın bölünmesinden elde edilen zamklı bir madde (C6 H10 O5). dekstroz * Nişasta şekeri. delâlet * Kılavuzluk, aracılık.
* İz, işaret.delâlet etmek * yol göstermek.
* göstermek, anlatmak, demeye gelmek.
* belirtmek.deldirme * Deldirmek işi. deldirmek * Delmek işini yaptırmak.
* Geçersiz hâle getirmek.delecek * Zımba. delegasyon * Herhangi bir topluluğu temsil etmekle görevli yetkili kurul. delege * Kendisine yetki verilerek bir yere veya birinin katına gönderilen kimse, elçi, murahhas. delegelik * Delegenin görevi, murahhaslık. delep delep * Parlayarak, parıl parıl. delepmek * Parlamak. delgeç * Mukavva, kâğıt, kayış, maden gibi şeylerde delik açmaya yarayan araç, delecek, zımba. delgi * Maden, tahta, taşvb. üzerinde delik açmaya yarayan aygıt, matkap. delgiç * Ucu sivri demirli, ağaçtan tutacak yeri olan ve tütün dikmeye yarayan araç. deli * Aklınıyitirmişolan, aklî dengesi bozulmuşolan, mecnun.
* Davranışlarıaşırıve taşkın olan (kimse), çılgın.
* Aşırıderecede düşkün.
* Coşkun, azgın.deli alacası * Birbirini tutmayan parlak renklerden oluşan. deli bal * Arıların zehirli çiçeklerden topladıkları bal. deli balta * Acımasız, gaddar, zalim kimse. deli bayrağıaçmak * şık olmak. deli bozuk * Günü gününe, sözü sözüne uymayan. deli bozukluk * Deli bozuk olma durumu. deli çıkmak * çıldırmak.
* çok sinirlenmek.deli dana hastalığı * İngiltere’de büyük başhayvanlarda görülen eden bulaşıcıve öldürücü bir hastalık. deli dana(lar) gibi dönmek * ne yapacağını bilemeyerek, şaşkınca davranmak. deli deli * Delice. deli divane * Çılgın, aşırıdeli. deli divane (âşık) olmak * aşırıderecede sevmek. deli divane olmak * mutlu olmak, bir kimseyi, bir şeyi aşırıderecede sevmek. deli dolu * İlerisini gerisini düşünmeden davranan, rastgele konuşan, patavatsız. deli etmek * çılgına çevirmek. deli fişek * Delişmen ve atak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 22
deli fişeklik * Deli fişek olma durumu. deli gibi * deliye yaraşır davranışta, delicesine. deli gömleği * Tehlikeli ve saldırgan delilere giydirilen kolsuz gömlek. deli güllâbicisi * Bkz. güllâbici. deli ırmak * Akıntısıçok hızlı olan ırmak. deli kızın çeyizi gibi * bir arada sergilenen ve birbirine yakışmayan eşya için söylenir. deli olmak * çok sevmek.
* çok sinirlenmek.deli olmak işten değil * güç durumlarda çaresizliği anlatır. deli orman * Çok sık ve gür orman. deli otu * Turpgillerden, bahçelere süs olarak dikilen bir bitki, kuduz otu (Alyssum). deli pösteki sayar gibi * çok karışık, çok ayrıntılı, sıkıcı bir işle uğraşma. deli Raziye gibi * delice davranışlarda bulunan kız veya kadın. deli saçması * Anlamsız, tutarsız, delice söz. deli saraylı(gibi) * acayip biçimde giyinenler, takıp takıştıranlar için söylenir. delibaş * Koyunlarda ve danalarda görülen tehlikeli bir hastalık.
* Huysuzluk yapan hayvan.delice * Davranışlarıaşırı, deli gibi olan.
* Delicesine.
* Buğdaygillerden, genellikle buğday tarlalarında yetişen, tohumu zehirli, yabanî bir bitki (Lolium
temulentum).
* Aşılanmamışzeytin ağacı, yabanî ağaç.
* Atmaca, şahin.delice doğan * Kartallar takımının kartalgiller familyasından bir kuştürü (Falco subbuteo). delicesine * Aşırı bir biçimde. delicesine tutulmak * aşırı bir biçimde bağlanmak, çok sevmek. delici * Delen, delmek işini yapan.
* Çok etkili, etkileyici.deliğe tıkmak * tutuklamak, hapsetmek. delik * Dar, küçük açıklık; dar, küçük çukur.
* Delinmiş.
* Ceza evi.
* Küçük hayvan yuvası.delik büyük, yama küçük * eldeki imkânlar gerekenden çok az. delik deşik * Her yanıdeliklerle dolu. delik deşik aramak * her yerde aramak. delik deşik etmek * (bir canlının vücudunda) bir araçla birçok yaralar, kesikler açmak.
* bir şeyin her yanında delikler açmak.delik deşik olmak * (bir canlının vücudunda) bir araçla birçok yaralar, kesikler oluşmak.
* bir şeyin her yanıdelinmek.delik eğirmek * hapse girmek, tutuklanmak. delikanlı * Çocukluk çağından çıkmışgenç erkek.
* Gençlere seslenme sözü olarak kullanılır.
* Sözünün eri, dürüst, namuslu kimse.delikanlılık * Delikanlı olma durumu.
* İnsanın delikanlı olduğu çağ.delikli * Deliği veya delikleri olan.
* Kevgir.
* Deliklerle kaplıesnek doku şeritlerine verilen ad.
* Bir tür olta iğnesi.delikli boncuk (veya taş) yerde kalmaz * az çok işe yarayan her şeyin isteklisi bulunur. delikliler * Delikli ve sert bir kabukla kaplı bir hücreli hayvanlar takımı. deliksiz * Deliği olmayan. deliksiz uyku * Arada hiç uyanmadan uyunulan uzun uyku. delil * İnsanıaradığı gerçeğe ulaştırabilecek iz, kanıt, emare.
* Kanıt.
* Kılavuz, rehber.delilenme * Delilenmek işi veya durumu. delilenmek * Deli gibi davranmak. deliliğe vurmak * kendini deli gibi göstermek. deliliği tutmak * delice davranmak. delilik * Deli olma durumu veya delice davranış. delimsirek * Çılgınca, delicesine. delinin eline değnek vermek * kötülük yapabilecek bir kimsenin davranışlarınıkolaylaştırmak. delinme * Delinmek işi. delinmek * Delmek işine konu olmak.
* Bir şeyde delik oluşmak.
* Çiğnemek, uymamak, aykırıdavranmak.deliriş * Delirmek işi veya biçimi. delirme * Delirmek işi. delirmek * Deli olmak, aklınıyitirmek, çıldırmak. delirtme * Delirtmek işi. delirtmek * Deli etmek, çıldırtmak.