dinç | * Gücü ve sağlık durumu yerinde, canlı, zinde, tendürüst, tüvana. |
dinçlenmek | * Dinç bir durum ve görünüm kazanmak. |
dinçleşme | * Dinçleşmek işi. |
dinçleşmek | * Dinç duruma gelmek. |
dinçlik | * Dinç olma durumu, zindelik, mecal. |
dindar | * Din inancı güçlü, din kurallarına bağlı(kimse), mütedeyyin. |
dindarlık | * Dindar olma durumu. |
dindaş | * Aynıdinden olan kimse. |
dindaşolmak | * aynıdinden olmak. |
dinden imandan çıkmak | * kendini kontrol edemeyecek kadar çok öfkelenmek, çok sinirlenmek. |
dinden imandan olmak | * dinî inancınıyitirmek. |
dindirme | * Dindirmek işi. |
dindirmek | * Dinmesini sağlamak. |
dine | * Konaklama yeri. |
dinek | * Dinlenmek için durulan yer. |
dinelme | * Dinelmek işi. |
dinelmek | * Ayakta durmak veya ayağa kalkmak, dik durmak. * Karşıkoymak, kafa tutmak. |
dinen | * Din bakımından. |
dineri | * İskambil kâğıtlarındaki işaretlerden karo. |
dingi | * Bir çifte kürekli küçük patalya. |
dingil | * Tekerleklerin merkezinden geçen ve taşıtın altına enlemesine yerleştirilmişmil, aks. |
dingildek | * Tabanıüzerinde hareketsiz duramayıp sallanan, oynak; dengesi bozuk. * Yıpranmış. * Sözüne güvenilmez, kaypak. |
dingildeklik | * Dingildek olma durumu, dengesizlik. |
dingildeme | * Dingildemek işi. |
dingildemek | * Sallanmak, oynamak. * Korkmak, kuşkulanmak. |
dingilli | * Dingili olan. |
dingin | * Hareket etmeyen, kımıldamayan, sakin. * Gücü tükenmiş, yorgun, mecalsiz. |
dingincilik | * Tam bir gönül rahatlığı, tutkusuzluk içinde bütün arzulardan sıyrılmışolarak, direnç göstermeden kendini Tanrı ibadetine vermeyi ve tanrısal ruh dinginliği kazanmayıamaçlayan dünya görüşü. |
dinginleşme | * Dinginleşmek durumu. |
dinginleşmek | * Dingin duruma gelmek. |
dinginleştirme | * Dinginleştirmek işi veya durumu. |
dinginleştirmek | * Dingin duruma gelmesini sağlamak. |
dinginlik | * Dingin olma durumu, durgunluk, sükûnet. |
Dingo’nun ahırı | * girenin çıkanın belli olmadığıyer. |
dinî | * Dinle ilgili, din üzerine. |
dini bir uğruna | * Müslümanlık davasıyoluna. |
dini bütün | * Dinine çok bağlı, inancısağlam olan, dinin buyruklarınıeksiksiz yerine getiren. |
dini gibi bilmek | * çok iyi, kesinlikle bilmek. |
dini imanıpara | * tek düşüncesi para olan kimseler için kullanılır. |
dinim hakkı için (veya dinim aşkına) | * “dinimi tanık tutarım” anlamında bir ant. |
dinine yandığım | * öfke, kızgınlık gibi duyguları belirtmek için kullanılan ilenme sözü. |
diniş | * Dinmek işi veya biçimi. |
dink | * Pirinci kabuğundan ayırmak veya bulgur dövmek için kullanılan dibek. * Şayak, aba gibi şeyleri dövmek için kullanılan araç. |
dinleme | * Dinlemek işi. |
dinleme salonu | * Müzik, tiyatro eserlerini dinletmek, radyo televizyon yayınlarıyapmak veya ses kaydetmek amacıyla akustiği sağlanmışsalon, oditoryum. |
dinlemek | * İşitmek için kulak vermek. * Birinin sözünü, öğüdünü kabul edip gereğince davranmak. * Uymak, başeğmek, itaat etmek. * Kulakla veya dinleme aletiyle hastayımuayene etmek. |
dinlence | * Tatil. |
dinlendirici | * Dinlendirme özelliği olan. |
dinlendirilmiş | * Bir süre bekletilmiş. |
dinlendirme | * Dinlendirmek işi. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 50
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 51
dinlendirmek * Dinlenmesini sağlamak.
* Durulmaya bırakmak.
* (tarla için) Nadasa bırakmak.
* Yanan lâmba, ateşvb.yi söndürmek.dinlenme * Dinlenmek işi, istirahat. dinlenme kampı * Kuruluşların tatil geçirmek için düzenledikleri kamp. dinlenme salonu * İstirahat etmek, dinlenmek için ayrılmışsalon. dinlenme yapmak * istirahat etmek, dinlenmek, yorgunluk çıkarmak. dinlenmek * Güç kazanmak için çalışmaya ara vermek, yorgunluğunu gidermek, istirahat etmek.
* Önemsenmek, öğüdü yerine getirilmek.
* Bazıyiyecek ve içeceklerin tadınıarttırmak, kolay pişmesini sağlamak gibi sebeplerle bir süre bekletmek.dinleti * Sanatçının müzik eserlerini bir topluluğa çalmasıveya söylemesi, konser. dinletme * Dinletme işi. dinletmek * Dinlemesini sağlamak, söz geçirmek. dinleyici * Söylenen veya çalınan bir şeyi dinleyen kimse.
* Kayıtlı olmadığıhâlde derslere dışarıdan devam eden kimse.dinleyicilik * Dinleyici olma durumu. dinleyiş * Dinlemek işi veya biçimi. dinme * Dinmek işi. dinmek * Sona ermek, bitmek, durmak.
* (ses için) Susmak.
* (kar, yağmur, rüzgâr için) Kesilmek, yağmasıveya esmesi durmak.dinmez * Dinmeyen. dinozor * Dinozorlar takımından, boyu 20 m kadar olabilen, ilk çağlarda yaşamış, günümüze fosilleri kalmış bir
sürüngen.
* Gelişmelere ayak uyduramamış, çağın gerisinde kalmışveya mevcut durumu korumak isteyen kimse.dinozorlar * Omurgalıhayvanlardan sürüngenler sınıfına giren, soyu tükenmiş bir takım. dinozorlaşma * Dinozorlaşmak işi. dinozorlaşmak * Dinozor gibi davranmak.
* Gelişmelere ayak uyduramamak, çağın gerisinde kalmak veya mevcut durum ve düzeni koruyup herhangi
bir köklü değişiklik yapmamak.dinsel * Dinî. dinsiz * Dinî inancı olmayan.
* Acımasız.dinsizin hakkından imansız gelir * acımasız olan kişiyi, kendisinden daha acımasız biri yola getirir. dinsizlik * Dinsiz olma durumu. dip * Oyuk veya çukur bir şeyin en alt bölümü.
* Taban.
* Dikili duran bir şeyin yerle birleştiği nokta ve çevresi veya bir şeyin yanı başı.
* Kapalı bir yerin kapıya göre en uzak bölümü.
* Arka, kıç.dip ağı * Palamut vb. balıklarıavlamak için denizin dibine atılan ağ. dip balıkçılığı * Dipte yaşayan su ürünlerinin avlanılması. dip dibe * yan yana sıkışmışolarak. dip doruk * Baştan aşağı, dipten tepeye kadar, bütün. dip koçanı * Hesap çıkarmaya, gerektiğinde koparılan parça ile karşılaştırma yapmaya yarayan ve yaprakları, deftere
bağlı olan bölüm.dipçik * Tüfek vb. silâhların namlu gerisinde bulunan, atışsırasında silâhın omuza dayanmasınıveya tabancada elle
kavranmasınısağlayan taban bölümü.dipçikleme * Dipçiklemek işi. dipçiklemek * Dipçikle vurmak. dipçiklenme * Dipçiklenmek işi. dipçiklenmek * Dipçikle vurulmak. dipdam * Hapishane. dipdinç * Çok sağlıklı, çok canlı. dipdiri * Çok diri. dipfriz * Bozulabilecek yiyecekleri çok düşük ısılarda dondurarak uzun süre saklamak için kullanılan buzdolabı. diplârya * Pisi balığının küçüğü. dipleme * Diplemek işi. diplemek * (bitkiyi) Kökünden sökmek.
* (içilecek bir şeyi) Dibine kadar içmek.dipli * Dibi olan. diploit * İki kromozom takımıtaşıyan hücre veya organizma. diploma * Bir kimseye herhangi bir okulu veya öğrenim programını başarıyla tamamladığını; bir derece veya unvana
hak kazandığını; bir iş, sanat veya meslek dalında çalışabilme yetkisi elde ettiğini belirtmek için bir öğretim kurumunca
düzenlenip verilen resmî belge, icazetname, şahadetname.diplomalı * Diploması olan.
* Yetkisi diploma ile belgelenmiş.diplomasız * Diploması olmayan.
* Diploması olması gereken bir meslekte, diploması olmadan çalışan.diplomasi * Uluslar arası ilişkileri düzenleyen antlaşmalar bütünü.
* Yabancı bir ülkede ve uluslar arasıtoplantılarda ülkesini temsil etme işi ve sanatı.
* Bu işte çalışan kimsenin görevi, mesleği.
* Bu görevlilerin oluşturduğu topluluk.
* Güç bir görüşme sırasında gösterilen ustalık ve beceriklilik.diplomat * Uluslar arasıkonularda ülkesini temsil etmekle görevlendirilen kimse.
* İlişkilerinde kurnaz, becerikli olan.
* Teksir yapmak için kullanılan bir mumlu kâğıt türü.diplomatça * Diplomata yakışır biçimde, diplomat gibi.
* Kurnazlıkla, açıkgözlükle.diplomatik * Diplomasi ile ilgili. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 52
diplomatik dil * Diplomasi alanında kullanılan dil. diplomatlık * Diplomat olma durumu.
* Diplomasi.dipnot * Sayfa içinde geçen herhangi bir düşünce veya bilgi ile ilgili olarak sayfa altına konulan açıklama, haşiye. dipsiz * Dibi olmayan. dipsiz kile, boşambar * para, mal tutmayanın durumunu veya bir işiçin boşyere uğraşıldığınıanlatır. dipsiz testi * eline geçen para veya malıhesapsızca, boşyere harcayan. -dir * Bkz. -dır / -dir. dirayet * Yetenek, beceriklilik, zekâ. dirayetli * Yetenekli, becerikli; zeki. dirayetsiz * Yeteneksiz, beceriksiz. dirayetsizlik * Dirayetsiz olma durumu. direk * Ağaçtan veya demirden yapılan uzun ve kalın destek.
* (bazıözel adlarda) Sütun.
* En önemli kimse.direk direk bağırmak * tedirgin edecek biçimde bağırmak. direk gibi * sağlam yapılı, iri yapılı. direkçi * Alamana kayıklarında direğe çıkarak gözcülük yapan kimse. direkli * Direği olan. direklik * Direk yapmaya elverişli (ağaç). direksiyon * Motorlu araçlarda, araca istenilen yönü vermeye ve belirli bir doğrultuda götürmeye yarayan düzenek,
yönelteç.direksiyon kırmak * aracı istenilen yöne çevirebilmek için direksiyonu o yöne döndürmek. direksiyon sallamak * motorlu taşıt kullanmak. direksiyona geçmek * aracıkullanmak üzere sürücü yerine oturmak.
* bir işin yönetimini üzerine almak.direkt * Doğru olarak, hiçbir yerde durmadan, duraksız, doğruca.
* Doğrudan doğruya, dolaysız, aracısız.direktif * Yönerge, talimat. direktif almak * talimat almak, emredilmek. direktif vermek * talimat vermek. direktör * Yönetmen, müdür. direktörlük * Yönetmenlik, müdürlük. direme * Diremek işi. diremek * Bir şeyi dikine koymak, dayamak, durdurmak.
* Direnmek, karşıkoymak, inat etmek, ısrar etmek.diren * Dirgen. direnç * Dayanma, karşıkoyma gücü, mukavemet.
* Bir nesnenin elektrik akımına karşıdurma özelliği, mukavemet, rezistans.
* Bir çevrime istenilen değerde ek direnç katmak için kullanılan düzen, mukavemet, rezistans.dirençli * Direnci olan. dirençsiz * Direnci olmayan. direngen * Direnen, inatçı, anut, muannit. direngenlik * Direngen olma durumu, inatçılık. direnim * Direnmek işi, inat, taannüt.
* Borcun yerine getirilmesi, temerrüt.direniş * Direnmek işi veya biçimi, karşıkoyma, dayanma, mukavemet. direnişçi * Karşıkoyan, dayanan (kimse). direnleme * Direnlemek işi. direnlemek * Dirgenle yaymak. direnme * Direnmek işi, karşıkoyma, dayanma, inat etme, ısrar etme, mukavemet etme. direnmek * Herhangi bir düşüncede, bir istekte veya bir durumda karşıkoymak, ayak diremek, inat etmek, ısrar etmek,
taannüt etmek.direşken * Bir işi yılmadan sonuna kadar götüren, sebatkâr. direşme * Direşmek işi, sebat. direşmek * Sözünden veya kararından dönmemek, dayanmak, sebat etmek. diretme * Diretmek işi, inat. diretmek * Direnmek, ayak diremek, inat etmek, ısrar etmek. direy * Fauna. dirgen * Harmanda saplarıyaymaya yarar uzun çatallıaraç. dirgenleme * Dirgenlemek işi. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 53
dirgenlemek * Dirgenle yaymak. dirhem * Okkanın 400’de 1’ine eşit olan, 3,148 gramlık eski bir ağırlık ölçüsü; İstanbul için bir dirhem 3,207 gr
olarak tespit edilmiştir.
* Bir tür gümüşpara.dirhem dirhem * Azar azar, az az, çok az ölçüde. dirhem dirhem satmak * kendini dirhem dirhem satmak. dirhemle söylemek (veya konuşmak) * çok az veya yavaşkonuşmak. diri * Yaşamakta olan, yaşayan, canlı, ölü karşıtı.
* Güçlü, zinde.
* Solmamışpörsümemiş.
* Gereği kadar pişmemiş.diri diri * Canlı olarak. diri örtü * Ormanlık bölgelerde ağaçların altında yeşeren çalı, çırpıveya odunsu bitkiler. dirice * Biraz diri. diriğ * Esirgeme. diriğetmek * esirgemek. diriksel * Diri ile, canlı ile ilgili, canlılar üzerinde olan, diril. diriksel ısı * Hayvanların vücut ısısı. diril * Diriksel. diril * Şilte yüzü veya gömlek yapmaya yarar pamuklu bir kumaş. diril ısı * Hayvanların vücut ısısı, diriksel ısı. dirileşme * Dirileşmek işi. dirileşmek * Bitkin, pörsümüşveya solmuşken yeniden diri duruma gelmek. dirilik * Diri olma durumu. diriliş * Dirilmek işi veya biçimi, dirilme, canlanma.
* Yeni bir atılımla güç kazanma.
* Dinî inanışlara göre ölümden sonra dirilme, basübadelmevt.dirilme * Dirilmek işi. dirilmek * Güçlenip canlanmak.
* (bitki için) Solmuş, pörsümüşdurumdayken yeniden canlılık kazanmak, diri duruma gelmek.
* (hasta için) Yeniden sağlığınıkazanmak, iyileşmek.
* Öldüğü sanılan şey canlılık kazanmak.
* Yeniden etkin olmak, geçerli duruma gelmek.diriltici * Canlılık verici niteliği bulunan. diriltme * Dirilmesini sağlama, canlandırma. diriltmek * Dirilmesini sağlamak. dirim * Hayat, yaşam.
* Yaşama gücü.dirim bilimci * Biyolog. dirim bilimcilik * Gerçekliği tek yanlı olarak yalnızca dirim bilimsel açıdan inceleyen, organik yaşamın kavramlarınıöteki
gerçeklik alanlarına da uygulayan görüş.dirim bilimi * Biyoloji. dirim bilimsel * Biyolojik. dirim konisi * Gelişme durumundaki fidan veya yaprakların sürgen dokulu ucu. dirim kurgu * Canlılar dünyasınıözellikle beynin çalışmasınıtaklit eden elektronik aletlerden yararlanmayıkonu edinen
bilim dalı, biyonik.dirim suyu * Abıhayat. dirimli * Hayatı olan (canlı). dirimlik * Hayatla ilgili, dirimsel.
* Hayat, yaşam, sağlık.
* Mal mülk, gelir.dirimsel * Hayatla ilgili veya hayata bağlı olan, hayatî, biyolojik. dirimselcilik * Hayat olaylarınıfiziksel kimyasal güçlerle değil de, özel bir yaşama ilkesi, yaşam gücü ile açıklayan öğreti. dirlik * Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim.
* Huzur, erinç.
* Osmanlıİmparatorluğunda bir hizmete karşılık olmak üzere bir kimseye devletçe verilen aylık veya bir yere
bağlı gelir.dirlik düzenlik * Aile üyeleri veya bir arada çalışan kimseler arasında iyi geçinme durumu. dirlik yüzü görmemek * rahata kavuşamamak. dirliksiz * Dirliği olmayan.
* Geçimsiz, huysuz (kimse).dirliksizlik * Geçimsizlik. dirsek * Kol ile ön kol arasındaki eklemin arka yanı.
* Köşe.
* Giysi kolunda dirseğe rastlayan bölüm.
* Boruların doğrultusunu değiştirmekte kullanılan bağlantıparçası.
* Bir direği veya başka bir şeyi sağlamlaştırmak için yanına eğik olarak yerleştirilen ağaç, makas.dirsek çevirmek * daha önce iş birliği yaptığıkişiyi uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak. dirsek çürütmek * okumak için yıllarca çalışmak. dirsek dirseğe * çok kalabalıkta sıkışık durumda. dirsek kemiği * Ön kolun iskeletini oluşturan iki uzun kemikten iç yanda olanı. dirsek teması * İlişki, bağ, bağlantı. dirsekleme * Dirseklemek işi. dirseklemek * Dirsekle vurmak, dirsekle itmek. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 54
dirseklenme * Dirseklenmek işi veya durumu. dirseklenmek * Dirsek biçiminde kıvrılmak, dirsek oluşturmak.
* Dirsekle itilmek.dirseklik * Dirsek olarak kullanılmaya uygun olan (ağaç, boru vb.).
* Ceket kolunun dirsek bölümünü korumak veya yamamak için kullanılan (kumaşvb.).
* Koltuk, kanepe vb. de dirsekleri dayamaya elverişli bölüm.dirsizlik * Dirlik düzenlikten uzak durum. disimilâsyon * Benzeşmezlik, başkalaşma. disiplin * Bir topluluğun, yasalarına ve düzenle ilgili yazılıveya yazısız kurallarına titizlik ve özenle uymasıdurumu,
sıkıdüzen, zapturapt.
* Kişilerin içinde yaşadıklarıtopluluğun genel düşünce ve davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla alınan
önlemlerin bütünü.
* Öğretim konusu olan veya olabilecek bilgilerin bütünü; bilim dalı.disiplin cezası * Disiplin suçlarından birini işleyen kimseye davranışlarının ağırlık derecesine göre verilen ceza. disiplin kurulu * Disiplin kurallarına aykırıdavranan kimselerin suçlarınıtespit ederek uygun cezalarıvermekle görevli
kurul.disiplin suçu * Bir kimsenin disiplin yönetmeliğine göre yapmaması gereken davranışlardan birini yapması. disipline * Etmek yardımcıfiili ile “sıkıdüzen veya denetim altına almak” anlamında kullanılır. disipline edilmek * zapturapt altına alınmak, denetim altında tutulmak. disiplinli * Disiplini olan. disiplinsiz * Disiplini olmayan. disiplinsizlik * Disiplinsiz olma durumu. disk * Disk atmada kullanılan, erkekler için 2, kadınlar için 1 kg ağırlığında, genellikle metal bir çember ile
çevrelenmiştahta ağırşak.
* Gramofon plâğı.
* Omurları birbirine birleştiren ana madde.
* İnce ve çapı oldukça büyük teker şeklinde parça.disk atma * Atletizmde disk fırlatma yarışması. disk zımpara * Mermer ve metal maddeleri kesmeye veya temizleyip parlatmaya yarayan alet. diskalifiye * Etmek yardımcıfiili ile “sporda yarışdışı bırakmak”, olmak yardımcıfiili ile “sporda yarışdışı bırakılmak”
anlamlarında kullanılır.diskçi * Disk atan kimse. diskçilik * Diskçinin işi. disket * Bilgisayardaki işlemlerin kaydedildiği bir koruyucu içinde bulunan manyetik ortam. diskjokey * Radyo ve diskoteklerde müzik yayınlarınıplâk veya ses bantlarıaracılığıyla yöneten kimse. disko * Diskotek. diskotek * Plâk, ses bandıkoleksiyonu.
* Çalınan plâk, bant vb. eşliğinde dans edilen klüp, disko.diskur * Söylev, nutuk. diskur geçmek (veya çekmek) * nutuk verir gibi konuşmak. dispanser * Hastalara ayakta parasız veya çok az para ile bakılan ve ilâç verilen bakım evi, sağlık evi. dispeç * Bir ortak avaryada deniz kazasından sonra gemi, yük ve navlunla ilgili kimselerin uğradıklarızararların ve
bunlar tarafından yapılmışolan masrafların nasıl, kimler tarafından ve ne oranda karşılanacağını belirlemek için
yapılan işlem.
* Deniz sigortasıdilinde, ilgili tarafların ortak avaryada kendilerine düşen yükümlülükleri, paylarının önemi
ölçüsünde ayrıntılı olarak belirten belge.dispeççi * Dispeç işiyle uğraşan uzman. dispersiyon eriyik * Çok ince katıtaneciklerin su vb. sıvılarda erimeden dağılmasıhâli. disponibilite * Bankalarda mevcut nakit ve derhal paraya çevrilebilecek kıymet. disprosyum * Atom ağırlığı162.5, atom numarası66, yoğunluğu 8,54 olan, 1500° C’de eriyen, açık yeşil renkte çözeltiler
veren, az bulunan bir element. KısaltmasıDy.distribütör * Dağıtıcı. distribütörlük * Distribütörün yaptığı iş, dağıtıcılık. diş * Çene kemiklerinin üstüne dizili, ısırıp koparmaya ve çiğnemeye yarayan sert, beyaz organlardan her biri.
* Çark, testere, tarak gibi çentikli şeylerdeki çıkıntıların her biri.
* (sarımsak dilimi ve karanfil gibi dişe benzetilen şeyler için) Tane.
* Omurgalıhayvanların çenelerinde veya ilkel yapılı omurgalıların gırtlak ve ağızlarında bulunan kemiksi sert
parçalar.
* Bazıdantel ve işlemelerin kenarlarındaki yuvarlak sivri bölüm.dişağrısı * Diş bölgesinde oluşan hastalıktan meydana gelen ağrı. diş bademi * Kabuğu ince olduğu için dişle kırılabilen bir badem türü. diş bilemek * kötülük yapmak için fırsat beklemek, hıncını gösterir durum almak. diş buğdayı * Çocuk ilk dişçıkardığında kaynatılıp üzerine toz şeker ve dövülmüş ceviz gibi şeyler ekilerek yakınlara
dağıtılan bağday.
* Bu sebeple yapılan tören.dişçekimi * Dişçekme işi. dişçıkarmak * çene kemikleri içinde bulunan diş, dişetini deldikten sonra ağız boşluğuna doğru sivrilmek. dişdamak ünsüzü * Bkz. dişeti damak ünsüzü. dişdiş * Çıkıntıları olan.
* Çıkıntılı bir biçimde.dişdudak ünsüzü * Bkz. dişeti dudak ünsüzü. dişeti * Dişköklerini kaplayan kalın kırmızımtırak et. dişeti damak ünsüzü * Dil ucunun, üst dişetleriyle ön damağa dokunmasından oluşan ünsüz: c, ç, z, s, n, j, ş. dişeti dudak ünsüzü * Alt dudağın üst dişlere dokunmasıyla oluşan dudak ünsüzü: f, v. dişeti ünsüzü * Dil ucunun dişetine dokunmasından oluşan ünsüz: j, ş. dişfırçası * Dişleri temizlemede kullanılan bir fırça türü. dişgeçirememek * gücü yetmemek. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 55
dişgeçirmek * zorla veya inatla istediğini yaptırmak. dişgıcırdatmak * öfkesini davranışlarıyla göstermek. dişgöstermek * güçlü olduğunu, saldırıya geçebileceğini durumuyla belli etmek, tehdit etmek. dişhekimi * Dişçi. dişhekimliği * Dişçilik. dişkirası * Sarayda veya zengin konaklarında iftardan sonra konuklara verilen armağan veya para.
* Bir kimseye fazladan verilen para, armağan vb.dişmacunu * Dişleri temizlemede kullanılan macun. dişotu * Dişotugillerden, kurak ve çorak yerlerde yetişen, çok yıllık ve otsu bir bitki (Plumbago europea). dişotugiller * Bitişik taç yapraklı iki çeneklilerden, örneği dişotu olan ve genellikle sıcak ve kurak yerlerde yetişen
bitkilerden oluşan familya.dişözü * Dişlerin, katılgan doku, damar ve sinirlerden oluşmuşiç bölümü. diştababeti * Dişçilik. diştabibi * Dişçi. diştacı * Dişlerin dişetlerinin dışında kalan bölümü. diştaşı * Dişköklerinde oluşan kireçsi taştabaka.
* Dişlerin dişetlerinin dışında kalan bölümü.dişünsüzü * Dil ucunun üst dişetlerine dokunmasıyla oluşan ünsüz: d, t, c, ç. diş budak * Zeytingillerden, kerestesi sert ve değerli bir ağaç (Fraxinus excelsior).
* Bu ağaçtan yapılmış.dişçi * Diş, ağız bakımıyla ve hastalıklarıyla uğraşan hekim, dişhekimi. dişçik * Çok küçük diş. dişçilik * Diş, ağız bakımıyla ve hastalıklarıyla uğraşan tıp dalı, dişhekimliği. dişe diş * iyi, kötü birşeyin karşılığını istemek. dişe dokunmak * İşe yarar olmak, önemli olmak yerinde ve anlamlı olmak. dişe dokunur * işe yarar, belirtilmeye değer, önemli. dişeği * Taşlarıyontmak için kullanılan dişli bir çeşit çekiç. dişeğileme * Dişeğilemek işi. dişeğilemek * Dişeği denilen çekiçle değirmen taşıüzerinde dişyapmak, değirmen taşının dişlerini bilemek. dişeme * Dişemek işi. dişemek * Dişçıkarmak. dişi * Yumurta oluşturan veya yavru doğuran (birey).
* Hayvan ve bitkilerin, erkeği tarafından döllenecek biçimde oluşmuş cinsi.
* Kadın.
* Kadına özgü.
* Girintili ve çıkıntılı olmak üzere bir çift oluşturan nesnelerin girintilisi.
* (maden için) Yumuşak, kolay işlenen.
* Şuh, işveli, çekici.dişi bakır * Kolay işlenebilen bakır. dişi demir * Yumuşak demir. dişi klişe * Yazısı oyma olan klişe. dişi organ * Çiçeklerde yumurtalığı içine alan, döllenme sonucu meyve ve tohumları oluşturacak organ. dişil * Bazıdillerde dişi sayılan (kelime), müennes. dişileşme * Dişileşmek durumu. dişileşmek * Dişiye özgü davranışta bulunmak. dişileştirme * Dişileştirmek işi. dişileştirmek * Dişi duruma getirmek. dişilik * Dişi cinsten olma durumu.
* Kadına özgü olma durumu.dişilleştirme * Dişilleştirmek işi. dişilleştirmek * Bazıdillerde bir kelimeyi dişil duruma sokmak. dişillik * Bazıdillerde kelimelerin dişil olma durumu. dişinden tırnağından artırmak * (para için) yiyecek, giyecek vb. ihtiyaçlarından keserek biriktirmek. dişindirik * İpe ilmik atarak hayvanın ağzına takılan gem. dişine göre * gücünün yeteceği bir durumda. dişine vurmak * Isırmak, dişlemek.
* Değerini anlamak için kontrol etmek.dişini sıkmak * darlığa, sıkıntıya dayanmak, katlanmak. dişini sökmek * kötülük edemeyecek duruma getirmek. dişini tırnağına takmak * çok büyük güçlüklere, sıkıntılara katlanmak; bütün gücünü kullanmak. dişinin kovuğuna bile gitmemek * (yiyecek için) çok az gelmek. dişisel * Şuh. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 56
dişiyle tırnağıyla * Bkz. dişini tırnağına takmak. dişlek * Dişleri dışarıya doğru çıkık olan (kimse).
* Sözünü geçiren; istediğini yaptırabilen (kimse).dişleme * Dişlemek işi.
* Dantel biçiminde süsleme.dişlemek * Bir şeyin bir parçasınıısırmak veya koparmak. dişlenme * Dişlenmek işi. dişlenmek * Dişlemek işine konu olmak, dişle ısırılmak.
* Tanelenmek, diştutmak.
* Güçlenmek, dediğini yaptırır olmak.dişleri dökülmek * yaşlanmak, ihtiyarlamak. dişletme * Dişletmek işi. dişletmek * Dişlemek işini yaptırmak.
* Bir şeye dişaçtırmak.dişli * Dişleri olan.
* Sözünü geçiren, istediğini yaptırabilen güçlü (kimse).
* Dişleri olan çark.
* Kaya balığı.
* Ayakkabıcıların sayayıkalı ba çekmek için kullandıklarıkerpeten gibi bir araç.dişli tırnaklı * saldırıcı olan, sözünü geçiren. dişlik * Boksta karşılaşma sırasında boksörlerin dişlerini ve dudaklarınıkorumak için dişlerine geçirdikleri kauçuk
koruyucu.dişsiz * Dişi olmayan. dişsizlik * Dişsiz olma durumu. dişten artırmak * yiyecek giderlerini kısarak para biriktirmek. ditilmek * Ditmek işi yapılmak. ditiramp * Eski Yunanlıların Dionysos şerefine okuduklarıtören şarkısı.
* Lirik şiir.ditme * Ditmek işi. ditmek * Yün, pamuk vb. ni tellere ayırarak kabartmak.
* Çok küçük parçalara ayırmak.div * Bkz. dev. dival * Altımukavva ile beslenmiş, üstü sırmalı işleme. divan * Yüksek düzeydeki devlet adamlarının kurduğu büyük meclis.
* Divan edebiyatışairlerinin şiirlerini topladıklarıeser.
* Sedir.
* Meclis.divan durmak (veya el pençe divan durmak) * saygı gösterilen bir kimse karşısında el kavuşturup ayakta durmak. divan edebiyatı * XIII-XIX. yüzyıllar arasında dil, konu, işleniş bakımından Arap, Fars etkisi altında gelişmişedebiyat. divan kalemi * Sadrazam buyruklarının ve fermanlarının yazıldığıyer. divan sazı * Meydan sazı. divançe * Küçük divan. divane * Deli, kaçık, budala.
* Bir şeye çok düşkün olan.divane olmak * Bkz. deli divane olmak. divaneleşme * Divaneleşmek işi. divaneleşmek * Divane duruma gelmek. divanelik * Kaçıklık, delilik. divanesi olmak * bir şeye çok düşkün olmak. divaneye dönmek * çok üzülmek. divanhane * Genişsofa.
* Kubbealtı.divanıâli * Yüce divan. divanıharp * Askerî mahkeme. Divanıhümayun * Osmanlılarda padişah, sadrazam ve bazıyüksek rütbeli devlet görevlilerinin oluşturduğu meclis ve meclisin
çalıştığıyer.Divanımuhasebat * Sayıştay. divanî * Divan kaleminden çıkan ferman, berat gibi belgelerde kullanılmışolan (yazı). divanî kırması * Divanî yazının basitleştirilmiş bir türü. divik * Akkarınca, termit. divit * Genellikle kuşak arasında taşınılan ve kalemliği ile hokkası bir arada olan yazıtakımı. divitin * Bir yüzü havlu, pamuklu veya yünlü kumaş. divlek * Kalın kabuklu olgun kavun. diyabaz * Feldspatlardan bir plâjiyoklâz ile ojitten oluşmuşyeşil renkli bir kütle. diyabet * Şeker hastalığı, şeker. diyabet bilimi * Şeker hastalığını inceleyen bilim dalı. diyabet uzmanı * Şeker hastalığı alanında uzmanlaşmışhekim. diyabetik * Şeker hastalığı ile ilgili. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 44
dikenleşmek * Diken durumu almak, diken gibi olmak. dikenli * Dikenli olan.
* Dikeni olan bitkilerin bulunduğu (yer).
* Zor, çetin, sıkıntıveya üzüntü veren.dikenli balık * Dikenli balıkgillerden, tatlısularda yaşayan, göğüs veya karın yüzgeçleri dikenlerden oluşmuşküçük bir
balık (G. aculeatus).dikenli balıkgiller * Balıklar sınıfının kemikli balıklar takımına giren bir familya. dikenli meyan * Bir iki m yükseklikte, beyazımsımor çiçekli, tüysü yapraklıçok yıllık bir bitki, acımeyan (Glycyrrhiza
echinata).dikenli salyangoz * Karından bacaklılar sınıfından, ılık ve tropik denizlerde yaşayan, kabuğu üzerinde birçok dikeni olan bir
yumuşakça (Murex).dikenli tel * Üzerinde yer yer diken gibi sivri çıkıntıları olan ve bir yeri korumak, geçişi güçleştirmek için kullanılan tel. dikenli yüzgeçliler * Balıklar sınıfının kemikli balıklar takımının bir alt takımı. dikenlice * Dikenli olarak. dikenlik * Dikenli bitkileri çok olan yer. dikensi * Dikene benzer, dikeni andıran. dikensi çıkıntı * Omurların, sırt boyunca alt alta duran kemik çıkıntıları. dikensiz * Dikeni olmayan.
* Sıkıntısız, üzüntüsüz.dikensiz gül olmaz * “iyi veya güzel olan her şeyin az çok sıkıntıveren bir yanıda bulunur” anlamında kullanılır. dikey * Dik olarak.
* Başka bir doğru ile kesiştiğinde onunla birlikte dik açı oluşturan (doğru çizgi), amudî.dikgen * Birbiriyle veya kesim noktasındaki teğetleriyle dik açıyapacak biçimde kesişen. dikici * Tarımla uğraşan kimse, çiftçi.
* Sökük ayakkabıları onaran veya yeni yapılan ayakkabıların dikişişini yapan kimse.
* Dikişçi.dikicilik * Dikicinin yaptığı iş. dikili * Dikilmişolan. dikili ağacı olmamak * malımülkü olmamak, yoksul olmak. dikili taş * Önemli bir olayın durumu veya bir zaferin anısı için dikilmiştek parça yüksek taş, obelisk. dikilip durmak (veya kalmak) * bir yerde, bir süre ayak üstünde durmak. dikiliş * Dikilmek işi veya biçimi. dikilme * Dikilmek işi. dikilmek * Dikmek (I) işi yapılmak.
* Dik duruma gelmek.
* Ayakta durmak.
* (göz) Belli bir noktaya uzun süre bakmak.
* Karşıkoymak, engellemek.
* (bazıüreme organlarıdokularına kan dolmasıyla) Sert ve dik bir duruma gelmek.dikilmek * Dikmek (II) işi yapılmak. dikim * Dikmek işi veya biçimi.
* Bitki dikmek işi.dikim evi * Giysi ve çamaşır dikilen işyeri. dikimhane * Dikim evi. dikine * Dikey olarak, diklemesine.
* İnadına.dikine gitmek * kimsenin sözünü dinlemeyerek kendi bildiğini yapmak. dikine tıraş * Karşısındakini sinirlendirecek biçimde söylenilen yalan, aşırıpalavra. dikiş * Dikmek işi.
* Dikme biçimi.
* Dikilen yer.
* Giysi üzerinde gözle görülen dikilmişiplik yolu.
* Dikilecek şey.
* Giysi dikme işi, terzilik.
* Boşaltmak üzere içmek amacıyla kaldırış.dikişatmak * yarılan veya yırtılan deriyi dikişle bir araya getirip tutturmak. dikişiğnesi * Dikişdikmek için özel olarak yapılmışiğne. dikişkaldı * az kalsın, nerede ise, az kaldı. dikişmakinesi * Dikişdikme işlerinde kullanılan, kol veya elektrik gücüyle çalıştırılan alet. dikişokuması * Çingene kavgalarının en uzun ve en ağza alınmaz tekerlemesi. dikişpayı * Kumaş biçerken kumaşın kenarından dikişyerine kadar bırakılan bölüm. dikiştutturamamak * bir işte veya bir yerde herhangi bir sebeple uzun süre kalmamak. dikişçi * Dikişdiken kimse, terzi. dikişçilik * Dikişdikme işi. dikişini almak * dikilmişyaranın ipliklerini kesip çıkarmak. dikişli * Dikişi olan, dikişyapılmış. dikişsiz * Dikişi olmayan.
* Yapıştırma.dikit * Mağaraların tabanında, yukarıdan damlayan kireçli suların katılaşmasıyla oluşan kolonlardan her biri,
stalagmit.dikiz * Bakma, gözetleme, erkete. dikiz aynası * Taşıtlara veya yol dönemeçlerine arka tarafı görebilmek için konulan ayna. dikiz etmek (veya geçmek) * dikizlemek. dikizci * Dikizleyen kimse, gözcü, gözetleyici, erketeci. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 45
dikizcilik * Dikizci olma durumu, gözcülük, gözetleyicilik, erketecilik. dikize almak * gizlice gözetlemek. dikizleme * Dikizlemek işi. dikizlemek * Sezdirmeden bakmak, gözetlemek, dikiz etmek. dikizlik * Gözetleme deliği. dikkat * Duygularla düşünceyi bir şey üzerinde toplama, uyanıklık.
* İlgi, özen.
* Dikkat ediniz!.dikkat çekmek (veya dikkati çekmek) * ilgi toplamak.
* uyarmak.dikkat etmek * duygularla düşünceyi bir şey üzerinde toplamak, uyanık davranmak.
* gözüne çarpmak veya ilgisini çekmek.dikkat kesilmek * bütün dikkatini bir şey üzerinde toplamak. dikkat toplaşımı * Dikkatin sürekli olarak bir nesne veya konunun belirli bir yönü üzerinde toplanması, konsantrasyon. dikkate almak * göz önünde bulundurmak, hesaba katmak, gereğini düşünmek. dikkatli * Dikkat eden, özen gösteren (kimse).
* Titiz, araştırıcı, sorgulayıcı.dikkatsiz * İşinde dikkatli davranmayan, dalgın, savruk, özensiz. dikkatsizlik * Dikkatsiz olma durumu, dalgınlık, savrukluk, özensizlik. dikkatsizlik etmek * dalgınlık etmek, savrukluk etmek. diklemesine * Dik olarak. diklenme * Dik duruma gelme. diklenmek * Dik bir duruma gelmek.
* Birine karşıters bir davranışta bulunmak, karşı gelmek, kafa tutmak.dikleşme * Dikleşmek işi. dikleşmek * Dik duruma gelmek.
* Birine karşıters tutum içine girmek, karşıdurmak.dikleştirme * Dikleştirmek işi. dikleştirmek * Dik duruma getirmek.
* Sert duruma getirmek.diklik * Dik olma durumu. dikme * Dikmek işi.
* Dikey olan doğru veya düzlem, amut.
* Fidan, yeni dikilmişfidan.
* Bir evde aileyi sürdürecek olan tek çocuk.
* Ağaç, direk.
* Yük kaldırmakta kullanılan bir direkli maçuna.
* Ahşap yapılarda pencere ve kapıyanlarına dikilen direklerden her biri.dikmek * Bir cismi dik olarak durdurmak.
* Yetiştirmek için bir bitkiyi toprağa yerleştirmek.
* (bardak, kadeh, testi gibi kaplar için) Başaşağıederek içindekini içmek.
* Beklemek için birini bir şeyin başına getirmek.
* Top, taşgibi şeyleri dikine havaya atmak.
* (yapı) Kurmak, inşa etmek.
* Top vb. yi oyun alanında belirli bir yere koymak.dikmek * Biçilmişveya yırtılmışkumaş, deri, yara vb. yi iğneye geçirilmişiplikle tutturmak. dikmelik * Fidan dikilen yer, fidanlık. dikmen * Koni biçiminde tepe. dikse * Ağaçsız yerlerde, kuşyakalamak için üstüne ökse yerleştirilen ağaç. diksiyon * Seslerin, sözlerin, vurguların, anlam ve heyecan duraklarının hakkınıvererek söyleme biçimi.
* Konuşulan dilin incelenmesi ve kullanılması.
* Duru, açık vurgulama ve çıkaklara tam uyarak konuşma.dikta * Hiçbir şart olmaksızın körü körüne uyulması gereken buyruk. diktacı * Yönetimde dikta yanlısı olan (kimse). diktacılık * Dikta yanlısı olma durumu. diktafon * Bir tür ses alma cihazı. diktatör * Bütün siyasî yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse.
* Zorba.diktatörce * Diktatör gibi, diktatör olarak. diktatörlük * Diktatör olma durumu.
* Egemen ve mutlak siyasî bir gücün, bir veya birçok kişinin oluşturduğu bir yürütme organınca, denetimsiz
olarak yürütüldüğü siyasî düzen.
* Bir diktatör tarafından yönetilen ülke.diktatörlük etmek * diktatörce davranmak, zorbalık etmek. dikte * Başkasıtarafından yazılmak için söyleme, yazdırma.
* Bu biçimde yazdırılan şey.dikte etmek * yazdırmak için söylemek.
* birine isteklerini zorla kabul ettirmek.diktirme * Diktirmek işi. diktirmek * Dikmek işini yaptırmak. diktirtme * Diktirtmek işi. diktirtmek * Diktirmesini sağlamak. dil * Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ; tat alma
organı.
* İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıklarıanlaşma,
lisan.
* Bir çağa, bir gruba, bir yazara özgü söz dağarcığıve söz dizimi.
* Belli durumlara, mesleklere, konulara özgü dil.
* Düşünce ve duyguları bildirmeye yarayan herhangi bir anlatım aracı.
* Bazıüflemeli çalgılarda titreşerek ses çıkaran ince metal yaprak.
* Birçok aletin uzun, yassıve çoğu hareketli bölümleri.
* Makaraların ve bastikaların içine yerleştirilmişolan, üzerinden geçirilen halatı istenilen yöne çevirmeye
yarayan, çevresi oluklu, küçük döner tekerlek.
* Anahtar.
* Denize uzanan dar ve alçak kara parçası, berzah.
* Sorguya çekilmek için yakalanan tutsak.
* Büyük başhayvanların haşlanıp pişirildikten sonra yenebilen dili.
* Ayakkabı bağlarının ayağırahatsız etmemesini sağlayan ve bağaltına rastlayan saya parçası.dil * Gönül, yürek. dil (veya diller) dökmek * kandırmak, inandırmak veya yararlanmak için tatlısözler söylemek. dil ağız vermemek * Bkz. ağız dil vermemek. dil akrabalığı * Bir ana dilden türeyen diller arasındaki yakınlık. dil altı * Kalp hastalıklarında ilâcın hızlıve kesin etkisini sağlamak için dilin altına konup emilen ilâç. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 46
dil altı bezleri * Dilin altında bulunan tükürük bezleri. dil atlası * Dilleri, lehçeleri veya dil olaylarınıyayılış bölgelerine göre gösteren atlas. dil avcısı * Bkz. casus. dil balığı * Kemikli balıklar takımından, pullu, 50 cm büyüklüğünde, yassı bir balık (Solea vulgaris). dil bilgisi * Bir dilin ses, biçim ve cümle yapısını inceleyip kurallarınıtespit eden bilim, gramer. dil bilimci * Dil bilimiyle uğraşan kimse, dilci, lengüist. dil bilimi * Dillerin yapısını, gelişmesini, dünyada yayılmasınıve aralarındaki ilişkileri ses, biçim, anlam ve cümle bilgisi
bakımından genel veya karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim, lisaniyat, lengüistik.dil bilimsel * Dil bilimiyle ilgili. dil bir karış * saygısızca karşılık verenler için kullanılır. dil birliği * Lehçe ve ağız farklarını gidererek aynıdili kullanan toplumlar arasında ortak bir yazıdilinde ve alfabede
birleşme.dil cambazı * Düşüncelerini çok iyi anlatan, güzel konuşan, hatip. dil coğrafyası * Yeryüzünde dillerin yayıldığı alanları inceleyen bilim dalı. dil çıkarmak * alay etmek, eğlenmek. dil dalaşı * Ağız dalaşı. dil ebesi * Lâf ebesi. dil felsefesi * Dilin özü, kökeni, anlamı, yapısıüzerine araştırmalar yapan felsefe dalı. dil kavgası * Bkz. ağız kavgası. dil lâboratuvarı * Teyp yardımıyla yabancıdilleri öğretmek için düzenlenmişözel yer. dil oğlanı * İstanbul’daki yabancıelçiliklerde Türkçe öğretilerek çevirmen olmak üzere yetiştirilen genç. dil otu mu yedin? * çok konuşkan kimseler için söylenir. dil öğrenimi * Yabancı bir dilde öğrenim görme. dil öğretimi * Yabancıdille eğitim ve öğretim yapma. dil pelesengi * Söz arasında yerli yersiz söylenen ve tekrarlanan söz. dil peyniri * Koyun sütünden yapılan, yağlı, lezzetli, tuzsuz peynir. dil sürçmek * konuşma sırasında kelimeleri yanlışsöylemek.
* istenmeyen bir konudan söz etmek.dil sürçmesi * Sözleri yerinde ve düzgün olarak söyleyememe. dil şakası * Bkz. ağız şakası. dil tutmak * sorguya çekmek için düşman askeri yakalamak. dil tutukluğu * Dilin iyi çalışmamasından ileri gelen söyleme güçlüğü.
* Herhangi bir sebeple konuşamama.dil uzatmak * bir kimse veya bir şey için kötü söylemek. dil yarası * Acısözün yarattığıkırgınlık.
* Gönül yarası.dilaltı * Tavuklarda görülen bir hastalık. dilâtometre * Genleşmeölçer. dilâver * Yiğit, delikanlı. dilbasan * Hekimlerin boğazı görebilmek için dili bastırdıklarıaraç.
* Ecza karıştırmakta kullanılan yassıaraç.dilbaz * Güzel söz söyleyen, konuşkan.
* Konuşmasıyla kandıran.dilber * Alımlı, güzel (kadın). dilberdudağı * Dudak biçiminde hazırlanan bir hamur tatlısı. dilci * Dil bilimci.
* Dille ilgili araştırmalar yapan kimse.dilcik * Buğdaygillerde, yaprak ayası ile yaprak kınının birbirinden ayrıldığıyerde bulunan sivri uçlu, küçük, saydam
çıkıntı.
* Böceklerin ağzında küçük dilin önünde bulunan bölüm.
* Üflemeli çalgılarda veya org borularında kamış, tahta veya metalden yassıparça.dilcilik * Dil konusunda araştırma yapma işi. dildaş * Aynıdili konuşanlardan her biri. dilden dile dolaşmak * çok konuşulmak, uzun süre bahsedilmek. dile (dillere) düşmek * hakkında dedikodu yapılmak. dile (veya dillere) destan * çok tanınmış, ünlü. dile gelmek * dile düşmek.
* (konuşma kudreti, yeteneği, olmayan varlık) konuşmak, dillenmek, lisana gelmek.dile getirilmek * anlatılmak. dile getirmek * konuşturmak.
* belirtmek, anlatmak, açıklamak, ifade etmek.dile kolay * anlatılmasıkolay ama yapılmasıveya katlanılmasıçok güç. dile vermek * gizli tutulması gereken bir şeyi açığa vurmak, duyurmak, yaymak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 47
dilediğin(iz) gibi * kendi düşünce, görüşve isteğine göre. dilediğini yapmak * kendi, düşünce, görüşve isteğini yapmak. dilek * Bir kimsenin dilediği şey, istek, talep, rica, murat. dilek kipi * Dileme kavramıveren kip. Türkçede bu kip -se eki ile kurulur. dilekçe * Bir dileği bildirmek için resmî makamlara sunulan, imzalıve adresli, pullu veya pulsuz yazı, istida, arzuhâl. dileme * Dilemek işi. dilemek * Birinden bir şeyin yapılmasını istemek, rica etmek, arzu etmek.
* Biri için bir dilekte bulunmak.
* Canı istemek.dilemma * İkilem. dilenci * Geçimini dilenerek sağlayan (kimse).
* Israrla ve arsızca bir şeyi isteyen (kimse).dilenci çanağı * İçinde her şeyden biraz bulunan. dilenci vapuru * Bütün iskelelere uğrayarak sefer yapan vapur. dilencilik * Dilenci olma durumu.
* Dilenciye yakışır davranış.dilencilik etmek * dilenmek. dilenciye hıyar vermişler de eğri diye beğenmemiş * hem ihtiyaç duyduğu konuda yardım istiyor, hem yapılan yardımıküçümsüyor anlamında kullanılır. dilendirme * Dilendirmek işi. dilendirmek * Dilenecek duruma getirmek.
* Dilencilik yaptırmak.dilenemez dilenci * yoksulluğa düştüğü hâlde durumunu kimseye açmayan kimse. dileniş * Dilenmek işi veya biçimi. dilenme * Dilenmek işi. dilenmek * Sadaka istemek.
* Kendisini acındırarak bir kimseden birşey istemek.dileyici * Dilekte bulunan, dileyen (kimse). dili (başka bir dile) çalmak * bir kimsenin konuşması başka bir dile benzemek. dili açılmak * herhangi bir sebeple konuşmayan kimse konuşmaya başlamak. dili ağırlaşmak * hastalık sebebiyle güçlükle söz söyleyebilmek, güçlükle konuşmak. dili alışmak * bir sözü çok kullanmaktan dolayı o söze alışmak. dili bir karış * Bkz. dili pabuç kadar. dili bir karışdışarıçıkmak (veya sarkmak) * koşmaktan, yürümekten ve yorulmaktan çok susamak. dili boğazına akmak * konuşamaz olmak, sesi soluğu çıkmamak. dili bozuk * Bir dili doğru ve düzgün konuşamayan. dili çözülmek * (konuşamayan veya susan kişi) konuşmaya başlamak. dili damağına yapışmak (veya dili damağıkurumak) * susuzluktan ağzıkurumak, çok susamak. dili dolaşmak * korku, heyecan, hastalık, utangaçlık, sarhoşluk gibi sebeplerle söyleyeceğini şaşırarak karıştırmak. dili döndüğü kadar * söyleyebildiği kadar, anlatma gücünün elverdiği ölçüde. dili dönmemek (veya dönmek) * bir sözü doğru, düzgün söylemeyi becerememek (veya becermek).
* amacını iyi anlatamamak (veya anlatmak).dili durmak * susmak.
* dedikodu etmemek.dili durmamak * sürekli konuşmak.
* söylenemeyecek şeyleri de söylemek.dili ensesinden çekilsin! * bıktıracak kadar çok konuşan veya kötü sözler söyleyenler için ilenme olarak kullanılır. -di’li geçmiş * Bkz. belirli geçmiş. dili kılıçtan keskin * kırıcıve ağır konuşmalar için kullanılır. dili kurusun! * “söz söyleyemez olsun” anlamında ilenme sözü. dili olsa da söylese (veya anlatsa) * “cansız nesneler konuşabilseler, bazı olaylara tanıklık da edebilirler” anlamında kullanılır. dili pabuç kadar * saygısızca ve gönül kırıcıkarşılıkta bulunan. dili tutuk * Serbestçe, kolaylıkla konuşamayan. dili tutulmak * sevinç, korku, şaşkınlık gibi sebeplerle birdenbire söz söyleyemez olmak. dili uzamak * haddini bilmeden konuşmak. dili uzun * İncitici sözler söyleyen, küstah, saygısız kimse. dili varmak (veya varmamak) * bir sözü söylemeye gönlü razı olmak (veya olmamak). dili yanmak * üzüntü ve eziyet çekmek, zarara uğramak. dili yanmak * bıkmak, nefret etmek. dili yatkın * yabancı bir dili kolaylıkla öğrenme yeteneği olan. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 48
dili zifir * Gönül kırıcısözler söyleyen. dilim * Bir bütünden kesilmişveya ayrılmışince, yassıparça.
* Radyatör parçalarından her biri.dilim dilim * Parça parça. dilim dilim etmek * dilimlemek. dilimin ucunda * bir söz hatırlanacak gibi olup da hatırlanamadığında söylenir. dilimleme * Dilimlemek işi. dilimlemek * Dilimlere ayırmak, dilim dilim etmek. dilimleniş * Dilimlenmek işi veya biçimi. dilimlenme * Dilimlenmek işi. dilimlenmek * Dilimlere bölünmek veya ayrılmak. dilimleyiş * Dilimlemek işi veya biçimi. dilin kemiği yok * insan doğru veya yanlışher şeyi söyleyebilir. dilinde tüy bitmek * tekrar tekrar söylemekten usanmak, bıkmak. dilinden anlamak * bir canlının çıkardığı seslerden veya onun davranışlarından ne anlatmak istediğini anlamak.
* söz konusu olan şeyin özelliğini bilmek.dilinden düşürmemek * sürekli olarak aynı kişiden veya şeyden söz etmek; sık sık anmak. dilinden kurtulamamak * sürekli olarak, bir kimsenin sitem, eleştiri ve sataşmalarına uğramak. diline dolamak (virt etmek veya diline takmak) * aynışeyi durmadan ve her yerde tekrarlamak.
* bir kimseyi her yerde kötülemek.diline pelesenk etmek * Bkz. diline dolamak. diline sağlam olmak * saklanacak konularıaçığa vurmamak.
* kötü söz söylemekten kaçınmak.dilini (veya dillerini) yutmak * sevinç, korku, heyecan gibi sebeplerle konuşamaz olmak. dilini bağlamak * bir kimseyi herhangi bir sebeple söz söyleyemez duruma getirmek, susmak zorunda bırakmak. dilini değdirmemek * hiç yememek. dilini eşek arısısoksun! * hoşa gitmeyen bir şey söyleyen kimseye ilenç olarak kullanılır. dilini kedi (fare) mi yedi? * neden konuşmuyorsun?. dilini kesmek (veya kesip oturmak) * susmak. dilini tutamamak * sonunu düşünmeden, gelişigüzel konuşmak. dilini tutmak * sonunu düşünmeden, gelişigüzel konuşmaktan sakınmak. dilinim * Dilinme. dilinin altında bir şey olmak * bir kimsenin sözlerinden, açıkça söylemediği bir şeyler anlaşılmak. dilinin altındaki baklayıçıkarmak * gizli tutulması gereken bir şeyi söylemek. dilinin cezasını(veya belâsını) çekmek (veya bulmak) * ölçüsüz, düşüncesiz konuşmak yüzünden zarar görmek. dilinin ucuna gelmek * söyleyecek duruma gelmişken vazgeçmek. dilinin ucunda * Bkz. dilimin ucunda. dilinin ucuyla * içten, yürekten olmayarak, lâf olsun diye. dilinme * Dilinmek işi.
* Kayaçların, ince katlar biçiminde kolaylıkla ayrılabilme niteliği.dilinmek * Dilmek işi yapılmak. diliş * Dilmek işi veya biçimi. diliyle sokmak * bir kimseye ağır ve kırıcısözler söylemek. diliyle tutulmak (veya yakalanmak) * suçunu, kendi konuşması ile açığa vurmak. dillek * Dedikoducu, dedikodusever. dillendirme * Dillendirmek işi.
* Kişileştirilen varlıklara, cansız yaratıklara söz söyletme sanatı, intak.dillendirmek * (biri) Hakkında dedikodu yapılmasına sebep olmak. dillenme * Dillenmek durumu. dillenmek * (çocuk) Konuşmaya başlamak.
* Konuşma yeteneği olmayan varlık konuşmak, dile gelmek.
* Onaylanmayan bazıdavranışlar sebebiyle hakkında dedikodu yapılmak, dile düşmek.dillerde dolaşmak (veya gezmek) * her yerde kendisinden söz edilmek. dillere destan olmak * bir olay veya bir nitelik halk arasında yayılmak. dilleşme * Dilleşmek işi. dilleşmek * Karşılıklıtatlıtatlısöyleşmek.
* Dırlaşmak.dilli * Konuşkan, sürekli ve tatlıkonuşan.
* Dedikoducu, ileri geri konuşan.dilli düdük * Söğüt, kavak gibi ağaçların ince dallarından veya kamıştan yapılan bir çeşit düdük.
* Çok konuşkan kimse.