Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük D Sayfa 50

    dinç * Gücü ve sağlık durumu yerinde, canlı, zinde, tendürüst, tüvana.
    dinçlenmek * Dinç bir durum ve görünüm kazanmak.
    dinçleşme * Dinçleşmek işi.
    dinçleşmek * Dinç duruma gelmek.
    dinçlik * Dinç olma durumu, zindelik, mecal.
    dindar * Din inancı güçlü, din kurallarına bağlı(kimse), mütedeyyin.
    dindarlık * Dindar olma durumu.
    dindaş * Aynıdinden olan kimse.
    dindaşolmak * aynıdinden olmak.
    dinden imandan çıkmak * kendini kontrol edemeyecek kadar çok öfkelenmek, çok sinirlenmek.
    dinden imandan olmak * dinî inancınıyitirmek.
    dindirme * Dindirmek işi.
    dindirmek * Dinmesini sağlamak.
    dine * Konaklama yeri.
    dinek * Dinlenmek için durulan yer.
    dinelme * Dinelmek işi.
    dinelmek * Ayakta durmak veya ayağa kalkmak, dik durmak.
    * Karşıkoymak, kafa tutmak.
    dinen * Din bakımından.
    dineri * İskambil kâğıtlarındaki işaretlerden karo.
    dingi * Bir çifte kürekli küçük patalya.
    dingil * Tekerleklerin merkezinden geçen ve taşıtın altına enlemesine yerleştirilmişmil, aks.
    dingildek * Tabanıüzerinde hareketsiz duramayıp sallanan, oynak; dengesi bozuk.
    * Yıpranmış.
    * Sözüne güvenilmez, kaypak.
    dingildeklik * Dingildek olma durumu, dengesizlik.
    dingildeme * Dingildemek işi.
    dingildemek * Sallanmak, oynamak.
    * Korkmak, kuşkulanmak.
    dingilli * Dingili olan.
    dingin * Hareket etmeyen, kımıldamayan, sakin.
    * Gücü tükenmiş, yorgun, mecalsiz.
    dingincilik * Tam bir gönül rahatlığı, tutkusuzluk içinde bütün arzulardan sıyrılmışolarak, direnç göstermeden kendini
    Tanrı ibadetine vermeyi ve tanrısal ruh dinginliği kazanmayıamaçlayan dünya görüşü.
    dinginleşme * Dinginleşmek durumu.
    dinginleşmek * Dingin duruma gelmek.
    dinginleştirme * Dinginleştirmek işi veya durumu.
    dinginleştirmek * Dingin duruma gelmesini sağlamak.
    dinginlik * Dingin olma durumu, durgunluk, sükûnet.
    Dingo’nun ahırı * girenin çıkanın belli olmadığıyer.
    dinî * Dinle ilgili, din üzerine.
    dini bir uğruna * Müslümanlık davasıyoluna.
    dini bütün * Dinine çok bağlı, inancısağlam olan, dinin buyruklarınıeksiksiz yerine getiren.
    dini gibi bilmek * çok iyi, kesinlikle bilmek.
    dini imanıpara * tek düşüncesi para olan kimseler için kullanılır.
    dinim hakkı için (veya dinim aşkına) * “dinimi tanık tutarım” anlamında bir ant.
    dinine yandığım * öfke, kızgınlık gibi duyguları belirtmek için kullanılan ilenme sözü.
    diniş * Dinmek işi veya biçimi.
    dink * Pirinci kabuğundan ayırmak veya bulgur dövmek için kullanılan dibek.
    * Şayak, aba gibi şeyleri dövmek için kullanılan araç.
    dinleme * Dinlemek işi.
    dinleme salonu * Müzik, tiyatro eserlerini dinletmek, radyo televizyon yayınlarıyapmak veya ses kaydetmek amacıyla akustiği
    sağlanmışsalon, oditoryum.
    dinlemek * İşitmek için kulak vermek.
    * Birinin sözünü, öğüdünü kabul edip gereğince davranmak.
    * Uymak, başeğmek, itaat etmek.
    * Kulakla veya dinleme aletiyle hastayımuayene etmek.
    dinlence * Tatil.
    dinlendirici * Dinlendirme özelliği olan.
    dinlendirilmiş * Bir süre bekletilmiş.
    dinlendirme * Dinlendirmek işi.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 51

    dinlendirmek * Dinlenmesini sağlamak.
    * Durulmaya bırakmak.
    * (tarla için) Nadasa bırakmak.
    * Yanan lâmba, ateşvb.yi söndürmek.
    dinlenme * Dinlenmek işi, istirahat.
    dinlenme kampı * Kuruluşların tatil geçirmek için düzenledikleri kamp.
    dinlenme salonu * İstirahat etmek, dinlenmek için ayrılmışsalon.
    dinlenme yapmak * istirahat etmek, dinlenmek, yorgunluk çıkarmak.
    dinlenmek * Güç kazanmak için çalışmaya ara vermek, yorgunluğunu gidermek, istirahat etmek.
    * Önemsenmek, öğüdü yerine getirilmek.
    * Bazıyiyecek ve içeceklerin tadınıarttırmak, kolay pişmesini sağlamak gibi sebeplerle bir süre bekletmek.
    dinleti * Sanatçının müzik eserlerini bir topluluğa çalmasıveya söylemesi, konser.
    dinletme * Dinletme işi.
    dinletmek * Dinlemesini sağlamak, söz geçirmek.
    dinleyici * Söylenen veya çalınan bir şeyi dinleyen kimse.
    * Kayıtlı olmadığıhâlde derslere dışarıdan devam eden kimse.
    dinleyicilik * Dinleyici olma durumu.
    dinleyiş * Dinlemek işi veya biçimi.
    dinme * Dinmek işi.
    dinmek * Sona ermek, bitmek, durmak.
    * (ses için) Susmak.
    * (kar, yağmur, rüzgâr için) Kesilmek, yağmasıveya esmesi durmak.
    dinmez * Dinmeyen.
    dinozor * Dinozorlar takımından, boyu 20 m kadar olabilen, ilk çağlarda yaşamış, günümüze fosilleri kalmış bir
    sürüngen.
    * Gelişmelere ayak uyduramamış, çağın gerisinde kalmışveya mevcut durumu korumak isteyen kimse.
    dinozorlar * Omurgalıhayvanlardan sürüngenler sınıfına giren, soyu tükenmiş bir takım.
    dinozorlaşma * Dinozorlaşmak işi.
    dinozorlaşmak * Dinozor gibi davranmak.
    * Gelişmelere ayak uyduramamak, çağın gerisinde kalmak veya mevcut durum ve düzeni koruyup herhangi
    bir köklü değişiklik yapmamak.
    dinsel * Dinî.
    dinsiz * Dinî inancı olmayan.
    * Acımasız.
    dinsizin hakkından imansız gelir * acımasız olan kişiyi, kendisinden daha acımasız biri yola getirir.
    dinsizlik * Dinsiz olma durumu.
    dip * Oyuk veya çukur bir şeyin en alt bölümü.
    * Taban.
    * Dikili duran bir şeyin yerle birleştiği nokta ve çevresi veya bir şeyin yanı başı.
    * Kapalı bir yerin kapıya göre en uzak bölümü.
    * Arka, kıç.
    dip ağı * Palamut vb. balıklarıavlamak için denizin dibine atılan ağ.
    dip balıkçılığı * Dipte yaşayan su ürünlerinin avlanılması.
    dip dibe * yan yana sıkışmışolarak.
    dip doruk * Baştan aşağı, dipten tepeye kadar, bütün.
    dip koçanı * Hesap çıkarmaya, gerektiğinde koparılan parça ile karşılaştırma yapmaya yarayan ve yaprakları, deftere
    bağlı olan bölüm.
    dipçik * Tüfek vb. silâhların namlu gerisinde bulunan, atışsırasında silâhın omuza dayanmasınıveya tabancada elle
    kavranmasınısağlayan taban bölümü.
    dipçikleme * Dipçiklemek işi.
    dipçiklemek * Dipçikle vurmak.
    dipçiklenme * Dipçiklenmek işi.
    dipçiklenmek * Dipçikle vurulmak.
    dipdam * Hapishane.
    dipdinç * Çok sağlıklı, çok canlı.
    dipdiri * Çok diri.
    dipfriz * Bozulabilecek yiyecekleri çok düşük ısılarda dondurarak uzun süre saklamak için kullanılan buzdolabı.
    diplârya * Pisi balığının küçüğü.
    dipleme * Diplemek işi.
    diplemek * (bitkiyi) Kökünden sökmek.
    * (içilecek bir şeyi) Dibine kadar içmek.
    dipli * Dibi olan.
    diploit * İki kromozom takımıtaşıyan hücre veya organizma.
    diploma * Bir kimseye herhangi bir okulu veya öğrenim programını başarıyla tamamladığını; bir derece veya unvana
    hak kazandığını; bir iş, sanat veya meslek dalında çalışabilme yetkisi elde ettiğini belirtmek için bir öğretim kurumunca
    düzenlenip verilen resmî belge, icazetname, şahadetname.
    diplomalı * Diploması olan.
    * Yetkisi diploma ile belgelenmiş.
    diplomasız * Diploması olmayan.
    * Diploması olması gereken bir meslekte, diploması olmadan çalışan.
    diplomasi * Uluslar arası ilişkileri düzenleyen antlaşmalar bütünü.
    * Yabancı bir ülkede ve uluslar arasıtoplantılarda ülkesini temsil etme işi ve sanatı.
    * Bu işte çalışan kimsenin görevi, mesleği.
    * Bu görevlilerin oluşturduğu topluluk.
    * Güç bir görüşme sırasında gösterilen ustalık ve beceriklilik.
    diplomat * Uluslar arasıkonularda ülkesini temsil etmekle görevlendirilen kimse.
    * İlişkilerinde kurnaz, becerikli olan.
    * Teksir yapmak için kullanılan bir mumlu kâğıt türü.
    diplomatça * Diplomata yakışır biçimde, diplomat gibi.
    * Kurnazlıkla, açıkgözlükle.
    diplomatik * Diplomasi ile ilgili.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 52

    diplomatik dil * Diplomasi alanında kullanılan dil.
    diplomatlık * Diplomat olma durumu.
    * Diplomasi.
    dipnot * Sayfa içinde geçen herhangi bir düşünce veya bilgi ile ilgili olarak sayfa altına konulan açıklama, haşiye.
    dipsiz * Dibi olmayan.
    dipsiz kile, boşambar * para, mal tutmayanın durumunu veya bir işiçin boşyere uğraşıldığınıanlatır.
    dipsiz testi * eline geçen para veya malıhesapsızca, boşyere harcayan.
    -dir * Bkz. -dır / -dir.
    dirayet * Yetenek, beceriklilik, zekâ.
    dirayetli * Yetenekli, becerikli; zeki.
    dirayetsiz * Yeteneksiz, beceriksiz.
    dirayetsizlik * Dirayetsiz olma durumu.
    direk * Ağaçtan veya demirden yapılan uzun ve kalın destek.
    * (bazıözel adlarda) Sütun.
    * En önemli kimse.
    direk direk bağırmak * tedirgin edecek biçimde bağırmak.
    direk gibi * sağlam yapılı, iri yapılı.
    direkçi * Alamana kayıklarında direğe çıkarak gözcülük yapan kimse.
    direkli * Direği olan.
    direklik * Direk yapmaya elverişli (ağaç).
    direksiyon * Motorlu araçlarda, araca istenilen yönü vermeye ve belirli bir doğrultuda götürmeye yarayan düzenek,
    yönelteç.
    direksiyon kırmak * aracı istenilen yöne çevirebilmek için direksiyonu o yöne döndürmek.
    direksiyon sallamak * motorlu taşıt kullanmak.
    direksiyona geçmek * aracıkullanmak üzere sürücü yerine oturmak.
    * bir işin yönetimini üzerine almak.
    direkt * Doğru olarak, hiçbir yerde durmadan, duraksız, doğruca.
    * Doğrudan doğruya, dolaysız, aracısız.
    direktif * Yönerge, talimat.
    direktif almak * talimat almak, emredilmek.
    direktif vermek * talimat vermek.
    direktör * Yönetmen, müdür.
    direktörlük * Yönetmenlik, müdürlük.
    direme * Diremek işi.
    diremek * Bir şeyi dikine koymak, dayamak, durdurmak.
    * Direnmek, karşıkoymak, inat etmek, ısrar etmek.
    diren * Dirgen.
    direnç * Dayanma, karşıkoyma gücü, mukavemet.
    * Bir nesnenin elektrik akımına karşıdurma özelliği, mukavemet, rezistans.
    * Bir çevrime istenilen değerde ek direnç katmak için kullanılan düzen, mukavemet, rezistans.
    dirençli * Direnci olan.
    dirençsiz * Direnci olmayan.
    direngen * Direnen, inatçı, anut, muannit.
    direngenlik * Direngen olma durumu, inatçılık.
    direnim * Direnmek işi, inat, taannüt.
    * Borcun yerine getirilmesi, temerrüt.
    direniş * Direnmek işi veya biçimi, karşıkoyma, dayanma, mukavemet.
    direnişçi * Karşıkoyan, dayanan (kimse).
    direnleme * Direnlemek işi.
    direnlemek * Dirgenle yaymak.
    direnme * Direnmek işi, karşıkoyma, dayanma, inat etme, ısrar etme, mukavemet etme.
    direnmek * Herhangi bir düşüncede, bir istekte veya bir durumda karşıkoymak, ayak diremek, inat etmek, ısrar etmek,
    taannüt etmek.
    direşken * Bir işi yılmadan sonuna kadar götüren, sebatkâr.
    direşme * Direşmek işi, sebat.
    direşmek * Sözünden veya kararından dönmemek, dayanmak, sebat etmek.
    diretme * Diretmek işi, inat.
    diretmek * Direnmek, ayak diremek, inat etmek, ısrar etmek.
    direy * Fauna.
    dirgen * Harmanda saplarıyaymaya yarar uzun çatallıaraç.
    dirgenleme * Dirgenlemek işi.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 53

    dirgenlemek * Dirgenle yaymak.
    dirhem * Okkanın 400’de 1’ine eşit olan, 3,148 gramlık eski bir ağırlık ölçüsü; İstanbul için bir dirhem 3,207 gr
    olarak tespit edilmiştir.
    * Bir tür gümüşpara.
    dirhem dirhem * Azar azar, az az, çok az ölçüde.
    dirhem dirhem satmak * kendini dirhem dirhem satmak.
    dirhemle söylemek (veya konuşmak) * çok az veya yavaşkonuşmak.
    diri * Yaşamakta olan, yaşayan, canlı, ölü karşıtı.
    * Güçlü, zinde.
    * Solmamışpörsümemiş.
    * Gereği kadar pişmemiş.
    diri diri * Canlı olarak.
    diri örtü * Ormanlık bölgelerde ağaçların altında yeşeren çalı, çırpıveya odunsu bitkiler.
    dirice * Biraz diri.
    diriğ * Esirgeme.
    diriğetmek * esirgemek.
    diriksel * Diri ile, canlı ile ilgili, canlılar üzerinde olan, diril.
    diriksel ısı * Hayvanların vücut ısısı.
    diril * Diriksel.
    diril * Şilte yüzü veya gömlek yapmaya yarar pamuklu bir kumaş.
    diril ısı * Hayvanların vücut ısısı, diriksel ısı.
    dirileşme * Dirileşmek işi.
    dirileşmek * Bitkin, pörsümüşveya solmuşken yeniden diri duruma gelmek.
    dirilik * Diri olma durumu.
    diriliş * Dirilmek işi veya biçimi, dirilme, canlanma.
    * Yeni bir atılımla güç kazanma.
    * Dinî inanışlara göre ölümden sonra dirilme, basübadelmevt.
    dirilme * Dirilmek işi.
    dirilmek * Güçlenip canlanmak.
    * (bitki için) Solmuş, pörsümüşdurumdayken yeniden canlılık kazanmak, diri duruma gelmek.
    * (hasta için) Yeniden sağlığınıkazanmak, iyileşmek.
    * Öldüğü sanılan şey canlılık kazanmak.
    * Yeniden etkin olmak, geçerli duruma gelmek.
    diriltici * Canlılık verici niteliği bulunan.
    diriltme * Dirilmesini sağlama, canlandırma.
    diriltmek * Dirilmesini sağlamak.
    dirim * Hayat, yaşam.
    * Yaşama gücü.
    dirim bilimci * Biyolog.
    dirim bilimcilik * Gerçekliği tek yanlı olarak yalnızca dirim bilimsel açıdan inceleyen, organik yaşamın kavramlarınıöteki
    gerçeklik alanlarına da uygulayan görüş.
    dirim bilimi * Biyoloji.
    dirim bilimsel * Biyolojik.
    dirim konisi * Gelişme durumundaki fidan veya yaprakların sürgen dokulu ucu.
    dirim kurgu * Canlılar dünyasınıözellikle beynin çalışmasınıtaklit eden elektronik aletlerden yararlanmayıkonu edinen
    bilim dalı, biyonik.
    dirim suyu * Abıhayat.
    dirimli * Hayatı olan (canlı).
    dirimlik * Hayatla ilgili, dirimsel.
    * Hayat, yaşam, sağlık.
    * Mal mülk, gelir.
    dirimsel * Hayatla ilgili veya hayata bağlı olan, hayatî, biyolojik.
    dirimselcilik * Hayat olaylarınıfiziksel kimyasal güçlerle değil de, özel bir yaşama ilkesi, yaşam gücü ile açıklayan öğreti.
    dirlik * Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim.
    * Huzur, erinç.
    * Osmanlıİmparatorluğunda bir hizmete karşılık olmak üzere bir kimseye devletçe verilen aylık veya bir yere
    bağlı gelir.
    dirlik düzenlik * Aile üyeleri veya bir arada çalışan kimseler arasında iyi geçinme durumu.
    dirlik yüzü görmemek * rahata kavuşamamak.
    dirliksiz * Dirliği olmayan.
    * Geçimsiz, huysuz (kimse).
    dirliksizlik * Geçimsizlik.
    dirsek * Kol ile ön kol arasındaki eklemin arka yanı.
    * Köşe.
    * Giysi kolunda dirseğe rastlayan bölüm.
    * Boruların doğrultusunu değiştirmekte kullanılan bağlantıparçası.
    * Bir direği veya başka bir şeyi sağlamlaştırmak için yanına eğik olarak yerleştirilen ağaç, makas.
    dirsek çevirmek * daha önce iş birliği yaptığıkişiyi uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak.
    dirsek çürütmek * okumak için yıllarca çalışmak.
    dirsek dirseğe * çok kalabalıkta sıkışık durumda.
    dirsek kemiği * Ön kolun iskeletini oluşturan iki uzun kemikten iç yanda olanı.
    dirsek teması * İlişki, bağ, bağlantı.
    dirsekleme * Dirseklemek işi.
    dirseklemek * Dirsekle vurmak, dirsekle itmek.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 54

    dirseklenme * Dirseklenmek işi veya durumu.
    dirseklenmek * Dirsek biçiminde kıvrılmak, dirsek oluşturmak.
    * Dirsekle itilmek.
    dirseklik * Dirsek olarak kullanılmaya uygun olan (ağaç, boru vb.).
    * Ceket kolunun dirsek bölümünü korumak veya yamamak için kullanılan (kumaşvb.).
    * Koltuk, kanepe vb. de dirsekleri dayamaya elverişli bölüm.
    dirsizlik * Dirlik düzenlikten uzak durum.
    disimilâsyon * Benzeşmezlik, başkalaşma.
    disiplin * Bir topluluğun, yasalarına ve düzenle ilgili yazılıveya yazısız kurallarına titizlik ve özenle uymasıdurumu,
    sıkıdüzen, zapturapt.
    * Kişilerin içinde yaşadıklarıtopluluğun genel düşünce ve davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla alınan
    önlemlerin bütünü.
    * Öğretim konusu olan veya olabilecek bilgilerin bütünü; bilim dalı.
    disiplin cezası * Disiplin suçlarından birini işleyen kimseye davranışlarının ağırlık derecesine göre verilen ceza.
    disiplin kurulu * Disiplin kurallarına aykırıdavranan kimselerin suçlarınıtespit ederek uygun cezalarıvermekle görevli
    kurul.
    disiplin suçu * Bir kimsenin disiplin yönetmeliğine göre yapmaması gereken davranışlardan birini yapması.
    disipline * Etmek yardımcıfiili ile “sıkıdüzen veya denetim altına almak” anlamında kullanılır.
    disipline edilmek * zapturapt altına alınmak, denetim altında tutulmak.
    disiplinli * Disiplini olan.
    disiplinsiz * Disiplini olmayan.
    disiplinsizlik * Disiplinsiz olma durumu.
    disk * Disk atmada kullanılan, erkekler için 2, kadınlar için 1 kg ağırlığında, genellikle metal bir çember ile
    çevrelenmiştahta ağırşak.
    * Gramofon plâğı.
    * Omurları birbirine birleştiren ana madde.
    * İnce ve çapı oldukça büyük teker şeklinde parça.
    disk atma * Atletizmde disk fırlatma yarışması.
    disk zımpara * Mermer ve metal maddeleri kesmeye veya temizleyip parlatmaya yarayan alet.
    diskalifiye * Etmek yardımcıfiili ile “sporda yarışdışı bırakmak”, olmak yardımcıfiili ile “sporda yarışdışı bırakılmak”
    anlamlarında kullanılır.
    diskçi * Disk atan kimse.
    diskçilik * Diskçinin işi.
    disket * Bilgisayardaki işlemlerin kaydedildiği bir koruyucu içinde bulunan manyetik ortam.
    diskjokey * Radyo ve diskoteklerde müzik yayınlarınıplâk veya ses bantlarıaracılığıyla yöneten kimse.
    disko * Diskotek.
    diskotek * Plâk, ses bandıkoleksiyonu.
    * Çalınan plâk, bant vb. eşliğinde dans edilen klüp, disko.
    diskur * Söylev, nutuk.
    diskur geçmek (veya çekmek) * nutuk verir gibi konuşmak.
    dispanser * Hastalara ayakta parasız veya çok az para ile bakılan ve ilâç verilen bakım evi, sağlık evi.
    dispeç * Bir ortak avaryada deniz kazasından sonra gemi, yük ve navlunla ilgili kimselerin uğradıklarızararların ve
    bunlar tarafından yapılmışolan masrafların nasıl, kimler tarafından ve ne oranda karşılanacağını belirlemek için
    yapılan işlem.
    * Deniz sigortasıdilinde, ilgili tarafların ortak avaryada kendilerine düşen yükümlülükleri, paylarının önemi
    ölçüsünde ayrıntılı olarak belirten belge.
    dispeççi * Dispeç işiyle uğraşan uzman.
    dispersiyon eriyik * Çok ince katıtaneciklerin su vb. sıvılarda erimeden dağılmasıhâli.
    disponibilite * Bankalarda mevcut nakit ve derhal paraya çevrilebilecek kıymet.
    disprosyum * Atom ağırlığı162.5, atom numarası66, yoğunluğu 8,54 olan, 1500° C’de eriyen, açık yeşil renkte çözeltiler
    veren, az bulunan bir element. KısaltmasıDy.
    distribütör * Dağıtıcı.
    distribütörlük * Distribütörün yaptığı iş, dağıtıcılık.
    diş * Çene kemiklerinin üstüne dizili, ısırıp koparmaya ve çiğnemeye yarayan sert, beyaz organlardan her biri.
    * Çark, testere, tarak gibi çentikli şeylerdeki çıkıntıların her biri.
    * (sarımsak dilimi ve karanfil gibi dişe benzetilen şeyler için) Tane.
    * Omurgalıhayvanların çenelerinde veya ilkel yapılı omurgalıların gırtlak ve ağızlarında bulunan kemiksi sert
    parçalar.
    * Bazıdantel ve işlemelerin kenarlarındaki yuvarlak sivri bölüm.
    dişağrısı * Diş bölgesinde oluşan hastalıktan meydana gelen ağrı.
    diş bademi * Kabuğu ince olduğu için dişle kırılabilen bir badem türü.
    diş bilemek * kötülük yapmak için fırsat beklemek, hıncını gösterir durum almak.
    diş buğdayı * Çocuk ilk dişçıkardığında kaynatılıp üzerine toz şeker ve dövülmüş ceviz gibi şeyler ekilerek yakınlara
    dağıtılan bağday.
    * Bu sebeple yapılan tören.
    dişçekimi * Dişçekme işi.
    dişçıkarmak * çene kemikleri içinde bulunan diş, dişetini deldikten sonra ağız boşluğuna doğru sivrilmek.
    dişdamak ünsüzü * Bkz. dişeti damak ünsüzü.
    dişdiş * Çıkıntıları olan.
    * Çıkıntılı bir biçimde.
    dişdudak ünsüzü * Bkz. dişeti dudak ünsüzü.
    dişeti * Dişköklerini kaplayan kalın kırmızımtırak et.
    dişeti damak ünsüzü * Dil ucunun, üst dişetleriyle ön damağa dokunmasından oluşan ünsüz: c, ç, z, s, n, j, ş.
    dişeti dudak ünsüzü * Alt dudağın üst dişlere dokunmasıyla oluşan dudak ünsüzü: f, v.
    dişeti ünsüzü * Dil ucunun dişetine dokunmasından oluşan ünsüz: j, ş.
    dişfırçası * Dişleri temizlemede kullanılan bir fırça türü.
    dişgeçirememek * gücü yetmemek.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 55

    dişgeçirmek * zorla veya inatla istediğini yaptırmak.
    dişgıcırdatmak * öfkesini davranışlarıyla göstermek.
    dişgöstermek * güçlü olduğunu, saldırıya geçebileceğini durumuyla belli etmek, tehdit etmek.
    dişhekimi * Dişçi.
    dişhekimliği * Dişçilik.
    dişkirası * Sarayda veya zengin konaklarında iftardan sonra konuklara verilen armağan veya para.
    * Bir kimseye fazladan verilen para, armağan vb.
    dişmacunu * Dişleri temizlemede kullanılan macun.
    dişotu * Dişotugillerden, kurak ve çorak yerlerde yetişen, çok yıllık ve otsu bir bitki (Plumbago europea).
    dişotugiller * Bitişik taç yapraklı iki çeneklilerden, örneği dişotu olan ve genellikle sıcak ve kurak yerlerde yetişen
    bitkilerden oluşan familya.
    dişözü * Dişlerin, katılgan doku, damar ve sinirlerden oluşmuşiç bölümü.
    diştababeti * Dişçilik.
    diştabibi * Dişçi.
    diştacı * Dişlerin dişetlerinin dışında kalan bölümü.
    diştaşı * Dişköklerinde oluşan kireçsi taştabaka.
    * Dişlerin dişetlerinin dışında kalan bölümü.
    dişünsüzü * Dil ucunun üst dişetlerine dokunmasıyla oluşan ünsüz: d, t, c, ç.
    diş budak * Zeytingillerden, kerestesi sert ve değerli bir ağaç (Fraxinus excelsior).
    * Bu ağaçtan yapılmış.
    dişçi * Diş, ağız bakımıyla ve hastalıklarıyla uğraşan hekim, dişhekimi.
    dişçik * Çok küçük diş.
    dişçilik * Diş, ağız bakımıyla ve hastalıklarıyla uğraşan tıp dalı, dişhekimliği.
    dişe diş * iyi, kötü birşeyin karşılığını istemek.
    dişe dokunmak * İşe yarar olmak, önemli olmak yerinde ve anlamlı olmak.
    dişe dokunur * işe yarar, belirtilmeye değer, önemli.
    dişeği * Taşlarıyontmak için kullanılan dişli bir çeşit çekiç.
    dişeğileme * Dişeğilemek işi.
    dişeğilemek * Dişeği denilen çekiçle değirmen taşıüzerinde dişyapmak, değirmen taşının dişlerini bilemek.
    dişeme * Dişemek işi.
    dişemek * Dişçıkarmak.
    dişi * Yumurta oluşturan veya yavru doğuran (birey).
    * Hayvan ve bitkilerin, erkeği tarafından döllenecek biçimde oluşmuş cinsi.
    * Kadın.
    * Kadına özgü.
    * Girintili ve çıkıntılı olmak üzere bir çift oluşturan nesnelerin girintilisi.
    * (maden için) Yumuşak, kolay işlenen.
    * Şuh, işveli, çekici.
    dişi bakır * Kolay işlenebilen bakır.
    dişi demir * Yumuşak demir.
    dişi klişe * Yazısı oyma olan klişe.
    dişi organ * Çiçeklerde yumurtalığı içine alan, döllenme sonucu meyve ve tohumları oluşturacak organ.
    dişil * Bazıdillerde dişi sayılan (kelime), müennes.
    dişileşme * Dişileşmek durumu.
    dişileşmek * Dişiye özgü davranışta bulunmak.
    dişileştirme * Dişileştirmek işi.
    dişileştirmek * Dişi duruma getirmek.
    dişilik * Dişi cinsten olma durumu.
    * Kadına özgü olma durumu.
    dişilleştirme * Dişilleştirmek işi.
    dişilleştirmek * Bazıdillerde bir kelimeyi dişil duruma sokmak.
    dişillik * Bazıdillerde kelimelerin dişil olma durumu.
    dişinden tırnağından artırmak * (para için) yiyecek, giyecek vb. ihtiyaçlarından keserek biriktirmek.
    dişindirik * İpe ilmik atarak hayvanın ağzına takılan gem.
    dişine göre * gücünün yeteceği bir durumda.
    dişine vurmak * Isırmak, dişlemek.
    * Değerini anlamak için kontrol etmek.
    dişini sıkmak * darlığa, sıkıntıya dayanmak, katlanmak.
    dişini sökmek * kötülük edemeyecek duruma getirmek.
    dişini tırnağına takmak * çok büyük güçlüklere, sıkıntılara katlanmak; bütün gücünü kullanmak.
    dişinin kovuğuna bile gitmemek * (yiyecek için) çok az gelmek.
    dişisel * Şuh.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 56

    dişiyle tırnağıyla * Bkz. dişini tırnağına takmak.
    dişlek * Dişleri dışarıya doğru çıkık olan (kimse).
    * Sözünü geçiren; istediğini yaptırabilen (kimse).
    dişleme * Dişlemek işi.
    * Dantel biçiminde süsleme.
    dişlemek * Bir şeyin bir parçasınıısırmak veya koparmak.
    dişlenme * Dişlenmek işi.
    dişlenmek * Dişlemek işine konu olmak, dişle ısırılmak.
    * Tanelenmek, diştutmak.
    * Güçlenmek, dediğini yaptırır olmak.
    dişleri dökülmek * yaşlanmak, ihtiyarlamak.
    dişletme * Dişletmek işi.
    dişletmek * Dişlemek işini yaptırmak.
    * Bir şeye dişaçtırmak.
    dişli * Dişleri olan.
    * Sözünü geçiren, istediğini yaptırabilen güçlü (kimse).
    * Dişleri olan çark.
    * Kaya balığı.
    * Ayakkabıcıların sayayıkalı ba çekmek için kullandıklarıkerpeten gibi bir araç.
    dişli tırnaklı * saldırıcı olan, sözünü geçiren.
    dişlik * Boksta karşılaşma sırasında boksörlerin dişlerini ve dudaklarınıkorumak için dişlerine geçirdikleri kauçuk
    koruyucu.
    dişsiz * Dişi olmayan.
    dişsizlik * Dişsiz olma durumu.
    dişten artırmak * yiyecek giderlerini kısarak para biriktirmek.
    ditilmek * Ditmek işi yapılmak.
    ditiramp * Eski Yunanlıların Dionysos şerefine okuduklarıtören şarkısı.
    * Lirik şiir.
    ditme * Ditmek işi.
    ditmek * Yün, pamuk vb. ni tellere ayırarak kabartmak.
    * Çok küçük parçalara ayırmak.
    div * Bkz. dev.
    dival * Altımukavva ile beslenmiş, üstü sırmalı işleme.
    divan * Yüksek düzeydeki devlet adamlarının kurduğu büyük meclis.
    * Divan edebiyatışairlerinin şiirlerini topladıklarıeser.
    * Sedir.
    * Meclis.
    divan durmak (veya el pençe divan durmak) * saygı gösterilen bir kimse karşısında el kavuşturup ayakta durmak.
    divan edebiyatı * XIII-XIX. yüzyıllar arasında dil, konu, işleniş bakımından Arap, Fars etkisi altında gelişmişedebiyat.
    divan kalemi * Sadrazam buyruklarının ve fermanlarının yazıldığıyer.
    divan sazı * Meydan sazı.
    divançe * Küçük divan.
    divane * Deli, kaçık, budala.
    * Bir şeye çok düşkün olan.
    divane olmak * Bkz. deli divane olmak.
    divaneleşme * Divaneleşmek işi.
    divaneleşmek * Divane duruma gelmek.
    divanelik * Kaçıklık, delilik.
    divanesi olmak * bir şeye çok düşkün olmak.
    divaneye dönmek * çok üzülmek.
    divanhane * Genişsofa.
    * Kubbealtı.
    divanıâli * Yüce divan.
    divanıharp * Askerî mahkeme.
    Divanıhümayun * Osmanlılarda padişah, sadrazam ve bazıyüksek rütbeli devlet görevlilerinin oluşturduğu meclis ve meclisin
    çalıştığıyer.
    Divanımuhasebat * Sayıştay.
    divanî * Divan kaleminden çıkan ferman, berat gibi belgelerde kullanılmışolan (yazı).
    divanî kırması * Divanî yazının basitleştirilmiş bir türü.
    divik * Akkarınca, termit.
    divit * Genellikle kuşak arasında taşınılan ve kalemliği ile hokkası bir arada olan yazıtakımı.
    divitin * Bir yüzü havlu, pamuklu veya yünlü kumaş.
    divlek * Kalın kabuklu olgun kavun.
    diyabaz * Feldspatlardan bir plâjiyoklâz ile ojitten oluşmuşyeşil renkli bir kütle.
    diyabet * Şeker hastalığı, şeker.
    diyabet bilimi * Şeker hastalığını inceleyen bilim dalı.
    diyabet uzmanı * Şeker hastalığı alanında uzmanlaşmışhekim.
    diyabetik * Şeker hastalığı ile ilgili.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 44

    dikenleşmek * Diken durumu almak, diken gibi olmak.
    dikenli * Dikenli olan.
    * Dikeni olan bitkilerin bulunduğu (yer).
    * Zor, çetin, sıkıntıveya üzüntü veren.
    dikenli balık * Dikenli balıkgillerden, tatlısularda yaşayan, göğüs veya karın yüzgeçleri dikenlerden oluşmuşküçük bir
    balık (G. aculeatus).
    dikenli balıkgiller * Balıklar sınıfının kemikli balıklar takımına giren bir familya.
    dikenli meyan * Bir iki m yükseklikte, beyazımsımor çiçekli, tüysü yapraklıçok yıllık bir bitki, acımeyan (Glycyrrhiza
    echinata).
    dikenli salyangoz * Karından bacaklılar sınıfından, ılık ve tropik denizlerde yaşayan, kabuğu üzerinde birçok dikeni olan bir
    yumuşakça (Murex).
    dikenli tel * Üzerinde yer yer diken gibi sivri çıkıntıları olan ve bir yeri korumak, geçişi güçleştirmek için kullanılan tel.
    dikenli yüzgeçliler * Balıklar sınıfının kemikli balıklar takımının bir alt takımı.
    dikenlice * Dikenli olarak.
    dikenlik * Dikenli bitkileri çok olan yer.
    dikensi * Dikene benzer, dikeni andıran.
    dikensi çıkıntı * Omurların, sırt boyunca alt alta duran kemik çıkıntıları.
    dikensiz * Dikeni olmayan.
    * Sıkıntısız, üzüntüsüz.
    dikensiz gül olmaz * “iyi veya güzel olan her şeyin az çok sıkıntıveren bir yanıda bulunur” anlamında kullanılır.
    dikey * Dik olarak.
    * Başka bir doğru ile kesiştiğinde onunla birlikte dik açı oluşturan (doğru çizgi), amudî.
    dikgen * Birbiriyle veya kesim noktasındaki teğetleriyle dik açıyapacak biçimde kesişen.
    dikici * Tarımla uğraşan kimse, çiftçi.
    * Sökük ayakkabıları onaran veya yeni yapılan ayakkabıların dikişişini yapan kimse.
    * Dikişçi.
    dikicilik * Dikicinin yaptığı iş.
    dikili * Dikilmişolan.
    dikili ağacı olmamak * malımülkü olmamak, yoksul olmak.
    dikili taş * Önemli bir olayın durumu veya bir zaferin anısı için dikilmiştek parça yüksek taş, obelisk.
    dikilip durmak (veya kalmak) * bir yerde, bir süre ayak üstünde durmak.
    dikiliş * Dikilmek işi veya biçimi.
    dikilme * Dikilmek işi.
    dikilmek * Dikmek (I) işi yapılmak.
    * Dik duruma gelmek.
    * Ayakta durmak.
    * (göz) Belli bir noktaya uzun süre bakmak.
    * Karşıkoymak, engellemek.
    * (bazıüreme organlarıdokularına kan dolmasıyla) Sert ve dik bir duruma gelmek.
    dikilmek * Dikmek (II) işi yapılmak.
    dikim * Dikmek işi veya biçimi.
    * Bitki dikmek işi.
    dikim evi * Giysi ve çamaşır dikilen işyeri.
    dikimhane * Dikim evi.
    dikine * Dikey olarak, diklemesine.
    * İnadına.
    dikine gitmek * kimsenin sözünü dinlemeyerek kendi bildiğini yapmak.
    dikine tıraş * Karşısındakini sinirlendirecek biçimde söylenilen yalan, aşırıpalavra.
    dikiş * Dikmek işi.
    * Dikme biçimi.
    * Dikilen yer.
    * Giysi üzerinde gözle görülen dikilmişiplik yolu.
    * Dikilecek şey.
    * Giysi dikme işi, terzilik.
    * Boşaltmak üzere içmek amacıyla kaldırış.
    dikişatmak * yarılan veya yırtılan deriyi dikişle bir araya getirip tutturmak.
    dikişiğnesi * Dikişdikmek için özel olarak yapılmışiğne.
    dikişkaldı * az kalsın, nerede ise, az kaldı.
    dikişmakinesi * Dikişdikme işlerinde kullanılan, kol veya elektrik gücüyle çalıştırılan alet.
    dikişokuması * Çingene kavgalarının en uzun ve en ağza alınmaz tekerlemesi.
    dikişpayı * Kumaş biçerken kumaşın kenarından dikişyerine kadar bırakılan bölüm.
    dikiştutturamamak * bir işte veya bir yerde herhangi bir sebeple uzun süre kalmamak.
    dikişçi * Dikişdiken kimse, terzi.
    dikişçilik * Dikişdikme işi.
    dikişini almak * dikilmişyaranın ipliklerini kesip çıkarmak.
    dikişli * Dikişi olan, dikişyapılmış.
    dikişsiz * Dikişi olmayan.
    * Yapıştırma.
    dikit * Mağaraların tabanında, yukarıdan damlayan kireçli suların katılaşmasıyla oluşan kolonlardan her biri,
    stalagmit.
    dikiz * Bakma, gözetleme, erkete.
    dikiz aynası * Taşıtlara veya yol dönemeçlerine arka tarafı görebilmek için konulan ayna.
    dikiz etmek (veya geçmek) * dikizlemek.
    dikizci * Dikizleyen kimse, gözcü, gözetleyici, erketeci.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 45

    dikizcilik * Dikizci olma durumu, gözcülük, gözetleyicilik, erketecilik.
    dikize almak * gizlice gözetlemek.
    dikizleme * Dikizlemek işi.
    dikizlemek * Sezdirmeden bakmak, gözetlemek, dikiz etmek.
    dikizlik * Gözetleme deliği.
    dikkat * Duygularla düşünceyi bir şey üzerinde toplama, uyanıklık.
    * İlgi, özen.
    * Dikkat ediniz!.
    dikkat çekmek (veya dikkati çekmek) * ilgi toplamak.
    * uyarmak.
    dikkat etmek * duygularla düşünceyi bir şey üzerinde toplamak, uyanık davranmak.
    * gözüne çarpmak veya ilgisini çekmek.
    dikkat kesilmek * bütün dikkatini bir şey üzerinde toplamak.
    dikkat toplaşımı * Dikkatin sürekli olarak bir nesne veya konunun belirli bir yönü üzerinde toplanması, konsantrasyon.
    dikkate almak * göz önünde bulundurmak, hesaba katmak, gereğini düşünmek.
    dikkatli * Dikkat eden, özen gösteren (kimse).
    * Titiz, araştırıcı, sorgulayıcı.
    dikkatsiz * İşinde dikkatli davranmayan, dalgın, savruk, özensiz.
    dikkatsizlik * Dikkatsiz olma durumu, dalgınlık, savrukluk, özensizlik.
    dikkatsizlik etmek * dalgınlık etmek, savrukluk etmek.
    diklemesine * Dik olarak.
    diklenme * Dik duruma gelme.
    diklenmek * Dik bir duruma gelmek.
    * Birine karşıters bir davranışta bulunmak, karşı gelmek, kafa tutmak.
    dikleşme * Dikleşmek işi.
    dikleşmek * Dik duruma gelmek.
    * Birine karşıters tutum içine girmek, karşıdurmak.
    dikleştirme * Dikleştirmek işi.
    dikleştirmek * Dik duruma getirmek.
    * Sert duruma getirmek.
    diklik * Dik olma durumu.
    dikme * Dikmek işi.
    * Dikey olan doğru veya düzlem, amut.
    * Fidan, yeni dikilmişfidan.
    * Bir evde aileyi sürdürecek olan tek çocuk.
    * Ağaç, direk.
    * Yük kaldırmakta kullanılan bir direkli maçuna.
    * Ahşap yapılarda pencere ve kapıyanlarına dikilen direklerden her biri.
    dikmek * Bir cismi dik olarak durdurmak.
    * Yetiştirmek için bir bitkiyi toprağa yerleştirmek.
    * (bardak, kadeh, testi gibi kaplar için) Başaşağıederek içindekini içmek.
    * Beklemek için birini bir şeyin başına getirmek.
    * Top, taşgibi şeyleri dikine havaya atmak.
    * (yapı) Kurmak, inşa etmek.
    * Top vb. yi oyun alanında belirli bir yere koymak.
    dikmek * Biçilmişveya yırtılmışkumaş, deri, yara vb. yi iğneye geçirilmişiplikle tutturmak.
    dikmelik * Fidan dikilen yer, fidanlık.
    dikmen * Koni biçiminde tepe.
    dikse * Ağaçsız yerlerde, kuşyakalamak için üstüne ökse yerleştirilen ağaç.
    diksiyon * Seslerin, sözlerin, vurguların, anlam ve heyecan duraklarının hakkınıvererek söyleme biçimi.
    * Konuşulan dilin incelenmesi ve kullanılması.
    * Duru, açık vurgulama ve çıkaklara tam uyarak konuşma.
    dikta * Hiçbir şart olmaksızın körü körüne uyulması gereken buyruk.
    diktacı * Yönetimde dikta yanlısı olan (kimse).
    diktacılık * Dikta yanlısı olma durumu.
    diktafon * Bir tür ses alma cihazı.
    diktatör * Bütün siyasî yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse.
    * Zorba.
    diktatörce * Diktatör gibi, diktatör olarak.
    diktatörlük * Diktatör olma durumu.
    * Egemen ve mutlak siyasî bir gücün, bir veya birçok kişinin oluşturduğu bir yürütme organınca, denetimsiz
    olarak yürütüldüğü siyasî düzen.
    * Bir diktatör tarafından yönetilen ülke.
    diktatörlük etmek * diktatörce davranmak, zorbalık etmek.
    dikte * Başkasıtarafından yazılmak için söyleme, yazdırma.
    * Bu biçimde yazdırılan şey.
    dikte etmek * yazdırmak için söylemek.
    * birine isteklerini zorla kabul ettirmek.
    diktirme * Diktirmek işi.
    diktirmek * Dikmek işini yaptırmak.
    diktirtme * Diktirtmek işi.
    diktirtmek * Diktirmesini sağlamak.
    dil * Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ; tat alma
    organı.
    * İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıklarıanlaşma,
    lisan.
    * Bir çağa, bir gruba, bir yazara özgü söz dağarcığıve söz dizimi.
    * Belli durumlara, mesleklere, konulara özgü dil.
    * Düşünce ve duyguları bildirmeye yarayan herhangi bir anlatım aracı.
    * Bazıüflemeli çalgılarda titreşerek ses çıkaran ince metal yaprak.
    * Birçok aletin uzun, yassıve çoğu hareketli bölümleri.
    * Makaraların ve bastikaların içine yerleştirilmişolan, üzerinden geçirilen halatı istenilen yöne çevirmeye
    yarayan, çevresi oluklu, küçük döner tekerlek.
    * Anahtar.
    * Denize uzanan dar ve alçak kara parçası, berzah.
    * Sorguya çekilmek için yakalanan tutsak.
    * Büyük başhayvanların haşlanıp pişirildikten sonra yenebilen dili.
    * Ayakkabı bağlarının ayağırahatsız etmemesini sağlayan ve bağaltına rastlayan saya parçası.
    dil * Gönül, yürek.
    dil (veya diller) dökmek * kandırmak, inandırmak veya yararlanmak için tatlısözler söylemek.
    dil ağız vermemek * Bkz. ağız dil vermemek.
    dil akrabalığı * Bir ana dilden türeyen diller arasındaki yakınlık.
    dil altı * Kalp hastalıklarında ilâcın hızlıve kesin etkisini sağlamak için dilin altına konup emilen ilâç.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 46

    dil altı bezleri * Dilin altında bulunan tükürük bezleri.
    dil atlası * Dilleri, lehçeleri veya dil olaylarınıyayılış bölgelerine göre gösteren atlas.
    dil avcısı * Bkz. casus.
    dil balığı * Kemikli balıklar takımından, pullu, 50 cm büyüklüğünde, yassı bir balık (Solea vulgaris).
    dil bilgisi * Bir dilin ses, biçim ve cümle yapısını inceleyip kurallarınıtespit eden bilim, gramer.
    dil bilimci * Dil bilimiyle uğraşan kimse, dilci, lengüist.
    dil bilimi * Dillerin yapısını, gelişmesini, dünyada yayılmasınıve aralarındaki ilişkileri ses, biçim, anlam ve cümle bilgisi
    bakımından genel veya karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim, lisaniyat, lengüistik.
    dil bilimsel * Dil bilimiyle ilgili.
    dil bir karış * saygısızca karşılık verenler için kullanılır.
    dil birliği * Lehçe ve ağız farklarını gidererek aynıdili kullanan toplumlar arasında ortak bir yazıdilinde ve alfabede
    birleşme.
    dil cambazı * Düşüncelerini çok iyi anlatan, güzel konuşan, hatip.
    dil coğrafyası * Yeryüzünde dillerin yayıldığı alanları inceleyen bilim dalı.
    dil çıkarmak * alay etmek, eğlenmek.
    dil dalaşı * Ağız dalaşı.
    dil ebesi * Lâf ebesi.
    dil felsefesi * Dilin özü, kökeni, anlamı, yapısıüzerine araştırmalar yapan felsefe dalı.
    dil kavgası * Bkz. ağız kavgası.
    dil lâboratuvarı * Teyp yardımıyla yabancıdilleri öğretmek için düzenlenmişözel yer.
    dil oğlanı * İstanbul’daki yabancıelçiliklerde Türkçe öğretilerek çevirmen olmak üzere yetiştirilen genç.
    dil otu mu yedin? * çok konuşkan kimseler için söylenir.
    dil öğrenimi * Yabancı bir dilde öğrenim görme.
    dil öğretimi * Yabancıdille eğitim ve öğretim yapma.
    dil pelesengi * Söz arasında yerli yersiz söylenen ve tekrarlanan söz.
    dil peyniri * Koyun sütünden yapılan, yağlı, lezzetli, tuzsuz peynir.
    dil sürçmek * konuşma sırasında kelimeleri yanlışsöylemek.
    * istenmeyen bir konudan söz etmek.
    dil sürçmesi * Sözleri yerinde ve düzgün olarak söyleyememe.
    dil şakası * Bkz. ağız şakası.
    dil tutmak * sorguya çekmek için düşman askeri yakalamak.
    dil tutukluğu * Dilin iyi çalışmamasından ileri gelen söyleme güçlüğü.
    * Herhangi bir sebeple konuşamama.
    dil uzatmak * bir kimse veya bir şey için kötü söylemek.
    dil yarası * Acısözün yarattığıkırgınlık.
    * Gönül yarası.
    dilaltı * Tavuklarda görülen bir hastalık.
    dilâtometre * Genleşmeölçer.
    dilâver * Yiğit, delikanlı.
    dilbasan * Hekimlerin boğazı görebilmek için dili bastırdıklarıaraç.
    * Ecza karıştırmakta kullanılan yassıaraç.
    dilbaz * Güzel söz söyleyen, konuşkan.
    * Konuşmasıyla kandıran.
    dilber * Alımlı, güzel (kadın).
    dilberdudağı * Dudak biçiminde hazırlanan bir hamur tatlısı.
    dilci * Dil bilimci.
    * Dille ilgili araştırmalar yapan kimse.
    dilcik * Buğdaygillerde, yaprak ayası ile yaprak kınının birbirinden ayrıldığıyerde bulunan sivri uçlu, küçük, saydam
    çıkıntı.
    * Böceklerin ağzında küçük dilin önünde bulunan bölüm.
    * Üflemeli çalgılarda veya org borularında kamış, tahta veya metalden yassıparça.
    dilcilik * Dil konusunda araştırma yapma işi.
    dildaş * Aynıdili konuşanlardan her biri.
    dilden dile dolaşmak * çok konuşulmak, uzun süre bahsedilmek.
    dile (dillere) düşmek * hakkında dedikodu yapılmak.
    dile (veya dillere) destan * çok tanınmış, ünlü.
    dile gelmek * dile düşmek.
    * (konuşma kudreti, yeteneği, olmayan varlık) konuşmak, dillenmek, lisana gelmek.
    dile getirilmek * anlatılmak.
    dile getirmek * konuşturmak.
    * belirtmek, anlatmak, açıklamak, ifade etmek.
    dile kolay * anlatılmasıkolay ama yapılmasıveya katlanılmasıçok güç.
    dile vermek * gizli tutulması gereken bir şeyi açığa vurmak, duyurmak, yaymak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 47

    dilediğin(iz) gibi * kendi düşünce, görüşve isteğine göre.
    dilediğini yapmak * kendi, düşünce, görüşve isteğini yapmak.
    dilek * Bir kimsenin dilediği şey, istek, talep, rica, murat.
    dilek kipi * Dileme kavramıveren kip. Türkçede bu kip -se eki ile kurulur.
    dilekçe * Bir dileği bildirmek için resmî makamlara sunulan, imzalıve adresli, pullu veya pulsuz yazı, istida, arzuhâl.
    dileme * Dilemek işi.
    dilemek * Birinden bir şeyin yapılmasını istemek, rica etmek, arzu etmek.
    * Biri için bir dilekte bulunmak.
    * Canı istemek.
    dilemma * İkilem.
    dilenci * Geçimini dilenerek sağlayan (kimse).
    * Israrla ve arsızca bir şeyi isteyen (kimse).
    dilenci çanağı * İçinde her şeyden biraz bulunan.
    dilenci vapuru * Bütün iskelelere uğrayarak sefer yapan vapur.
    dilencilik * Dilenci olma durumu.
    * Dilenciye yakışır davranış.
    dilencilik etmek * dilenmek.
    dilenciye hıyar vermişler de eğri diye beğenmemiş * hem ihtiyaç duyduğu konuda yardım istiyor, hem yapılan yardımıküçümsüyor anlamında kullanılır.
    dilendirme * Dilendirmek işi.
    dilendirmek * Dilenecek duruma getirmek.
    * Dilencilik yaptırmak.
    dilenemez dilenci * yoksulluğa düştüğü hâlde durumunu kimseye açmayan kimse.
    dileniş * Dilenmek işi veya biçimi.
    dilenme * Dilenmek işi.
    dilenmek * Sadaka istemek.
    * Kendisini acındırarak bir kimseden birşey istemek.
    dileyici * Dilekte bulunan, dileyen (kimse).
    dili (başka bir dile) çalmak * bir kimsenin konuşması başka bir dile benzemek.
    dili açılmak * herhangi bir sebeple konuşmayan kimse konuşmaya başlamak.
    dili ağırlaşmak * hastalık sebebiyle güçlükle söz söyleyebilmek, güçlükle konuşmak.
    dili alışmak * bir sözü çok kullanmaktan dolayı o söze alışmak.
    dili bir karış * Bkz. dili pabuç kadar.
    dili bir karışdışarıçıkmak (veya sarkmak) * koşmaktan, yürümekten ve yorulmaktan çok susamak.
    dili boğazına akmak * konuşamaz olmak, sesi soluğu çıkmamak.
    dili bozuk * Bir dili doğru ve düzgün konuşamayan.
    dili çözülmek * (konuşamayan veya susan kişi) konuşmaya başlamak.
    dili damağına yapışmak (veya dili damağıkurumak) * susuzluktan ağzıkurumak, çok susamak.
    dili dolaşmak * korku, heyecan, hastalık, utangaçlık, sarhoşluk gibi sebeplerle söyleyeceğini şaşırarak karıştırmak.
    dili döndüğü kadar * söyleyebildiği kadar, anlatma gücünün elverdiği ölçüde.
    dili dönmemek (veya dönmek) * bir sözü doğru, düzgün söylemeyi becerememek (veya becermek).
    * amacını iyi anlatamamak (veya anlatmak).
    dili durmak * susmak.
    * dedikodu etmemek.
    dili durmamak * sürekli konuşmak.
    * söylenemeyecek şeyleri de söylemek.
    dili ensesinden çekilsin! * bıktıracak kadar çok konuşan veya kötü sözler söyleyenler için ilenme olarak kullanılır.
    -di’li geçmiş * Bkz. belirli geçmiş.
    dili kılıçtan keskin * kırıcıve ağır konuşmalar için kullanılır.
    dili kurusun! * “söz söyleyemez olsun” anlamında ilenme sözü.
    dili olsa da söylese (veya anlatsa) * “cansız nesneler konuşabilseler, bazı olaylara tanıklık da edebilirler” anlamında kullanılır.
    dili pabuç kadar * saygısızca ve gönül kırıcıkarşılıkta bulunan.
    dili tutuk * Serbestçe, kolaylıkla konuşamayan.
    dili tutulmak * sevinç, korku, şaşkınlık gibi sebeplerle birdenbire söz söyleyemez olmak.
    dili uzamak * haddini bilmeden konuşmak.
    dili uzun * İncitici sözler söyleyen, küstah, saygısız kimse.
    dili varmak (veya varmamak) * bir sözü söylemeye gönlü razı olmak (veya olmamak).
    dili yanmak * üzüntü ve eziyet çekmek, zarara uğramak.
    dili yanmak * bıkmak, nefret etmek.
    dili yatkın * yabancı bir dili kolaylıkla öğrenme yeteneği olan.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 48

    dili zifir * Gönül kırıcısözler söyleyen.
    dilim * Bir bütünden kesilmişveya ayrılmışince, yassıparça.
    * Radyatör parçalarından her biri.
    dilim dilim * Parça parça.
    dilim dilim etmek * dilimlemek.
    dilimin ucunda * bir söz hatırlanacak gibi olup da hatırlanamadığında söylenir.
    dilimleme * Dilimlemek işi.
    dilimlemek * Dilimlere ayırmak, dilim dilim etmek.
    dilimleniş * Dilimlenmek işi veya biçimi.
    dilimlenme * Dilimlenmek işi.
    dilimlenmek * Dilimlere bölünmek veya ayrılmak.
    dilimleyiş * Dilimlemek işi veya biçimi.
    dilin kemiği yok * insan doğru veya yanlışher şeyi söyleyebilir.
    dilinde tüy bitmek * tekrar tekrar söylemekten usanmak, bıkmak.
    dilinden anlamak * bir canlının çıkardığı seslerden veya onun davranışlarından ne anlatmak istediğini anlamak.
    * söz konusu olan şeyin özelliğini bilmek.
    dilinden düşürmemek * sürekli olarak aynı kişiden veya şeyden söz etmek; sık sık anmak.
    dilinden kurtulamamak * sürekli olarak, bir kimsenin sitem, eleştiri ve sataşmalarına uğramak.
    diline dolamak (virt etmek veya diline takmak) * aynışeyi durmadan ve her yerde tekrarlamak.
    * bir kimseyi her yerde kötülemek.
    diline pelesenk etmek * Bkz. diline dolamak.
    diline sağlam olmak * saklanacak konularıaçığa vurmamak.
    * kötü söz söylemekten kaçınmak.
    dilini (veya dillerini) yutmak * sevinç, korku, heyecan gibi sebeplerle konuşamaz olmak.
    dilini bağlamak * bir kimseyi herhangi bir sebeple söz söyleyemez duruma getirmek, susmak zorunda bırakmak.
    dilini değdirmemek * hiç yememek.
    dilini eşek arısısoksun! * hoşa gitmeyen bir şey söyleyen kimseye ilenç olarak kullanılır.
    dilini kedi (fare) mi yedi? * neden konuşmuyorsun?.
    dilini kesmek (veya kesip oturmak) * susmak.
    dilini tutamamak * sonunu düşünmeden, gelişigüzel konuşmak.
    dilini tutmak * sonunu düşünmeden, gelişigüzel konuşmaktan sakınmak.
    dilinim * Dilinme.
    dilinin altında bir şey olmak * bir kimsenin sözlerinden, açıkça söylemediği bir şeyler anlaşılmak.
    dilinin altındaki baklayıçıkarmak * gizli tutulması gereken bir şeyi söylemek.
    dilinin cezasını(veya belâsını) çekmek (veya bulmak) * ölçüsüz, düşüncesiz konuşmak yüzünden zarar görmek.
    dilinin ucuna gelmek * söyleyecek duruma gelmişken vazgeçmek.
    dilinin ucunda * Bkz. dilimin ucunda.
    dilinin ucuyla * içten, yürekten olmayarak, lâf olsun diye.
    dilinme * Dilinmek işi.
    * Kayaçların, ince katlar biçiminde kolaylıkla ayrılabilme niteliği.
    dilinmek * Dilmek işi yapılmak.
    diliş * Dilmek işi veya biçimi.
    diliyle sokmak * bir kimseye ağır ve kırıcısözler söylemek.
    diliyle tutulmak (veya yakalanmak) * suçunu, kendi konuşması ile açığa vurmak.
    dillek * Dedikoducu, dedikodusever.
    dillendirme * Dillendirmek işi.
    * Kişileştirilen varlıklara, cansız yaratıklara söz söyletme sanatı, intak.
    dillendirmek * (biri) Hakkında dedikodu yapılmasına sebep olmak.
    dillenme * Dillenmek durumu.
    dillenmek * (çocuk) Konuşmaya başlamak.
    * Konuşma yeteneği olmayan varlık konuşmak, dile gelmek.
    * Onaylanmayan bazıdavranışlar sebebiyle hakkında dedikodu yapılmak, dile düşmek.
    dillerde dolaşmak (veya gezmek) * her yerde kendisinden söz edilmek.
    dillere destan olmak * bir olay veya bir nitelik halk arasında yayılmak.
    dilleşme * Dilleşmek işi.
    dilleşmek * Karşılıklıtatlıtatlısöyleşmek.
    * Dırlaşmak.
    dilli * Konuşkan, sürekli ve tatlıkonuşan.
    * Dedikoducu, ileri geri konuşan.
    dilli düdük * Söğüt, kavak gibi ağaçların ince dallarından veya kamıştan yapılan bir çeşit düdük.
    * Çok konuşkan kimse.