Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük D Sayfa 78

    duruk * Hareketi olmayan, belirli bir süre değişmeyen, statik, dinamik karşıtı.
    * Kuvvetlerin dengelenmesiyle ilgili.
    * Hareket etmeyen nesnelerin üzerindeki kuvvet dengeleri ile uğraşan bilim dalı, statik.
    * Dalgalıakımlıelektrik motor veya üreteçlerinde hareketsiz bölüm, stator.
    -duruk * İsimden isim türeten ek: boyun-duruk, burun-duruk, oğul-duruk vb.
    durukluk * Duruk olma durumu.
    duruksun * Karar veremeyen, mütereddit.
    durulama * Durulamak işi.
    durulamak * Yıkanmışşeyleri duru sudan geçirmek.
    durulanma * Durulanmak işi.
    durulanmak * (yıkanmışşeyler) Duru sudan geçirilmek.
    * (insan) Yıkandıktan sonra bir daha temiz su dökünmek.
    durulaşma * Durulaşmak durumu.
    durulaşmak * Duru bir duruma gelmek.
    durulma * Durulmak (I, II) durumu.
    durulmak * Duru duruma gelmek.
    * (gürültü, kımıldanış, karışıklık, yağış, yel için) Dinmek, sükûn bulmak.
    * Uslanmak, sakinleşmek.
    durulmak * Durmak işi yapılmak, kalınmak.
    durultma * Durultmak işi.
    durultmak * Duru duruma getirmek.
    duruluk * Duru olma durumu.
    * (dil, uslûp için) Karışık olmama durumu.
    durum * Bir zaman kesiti içinde bir şeyi belirleyen şartların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon.
    * Duruş biçimi, konum.
    * Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri.
    * İsim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl.
    durum almak * belli bir duruş biçimine geçmek.
    * bir olay karşısında belli bir tavır almak.
    durum eki * İsmin bir isimle veya fiille ilgisini kuran ek.
    durum ortacı * Bkz. sıfat-fiil.
    durum ulacı * Bkz. zarf-fiil.
    durum vaziyeti * Görünüş.
    durumca * Duruma göre, durum bakımından.
    durumu bozulmak * maddî durumu kötüleşmek.
    durumu düzelmek * maddî durumu iyileşmek.
    durumuna düşmek * şartlarıkötüleşmek.
    durumunda olmak (veya bulunmak) * zorunluğunda olmak.
    durup dinlenmeden * arasıkesilmeksizin, arka arkaya, sürekli olarak.
    durup durup * Durarak.
    * Ara sıra, zaman zaman, bekleyerek.
    durup dururken * gereği veya sebebi yokken.
    * birdenbire, ansızın.
    duruş * Durmak işi veya biçimi.
    duruşma * Davacı ile davalının yargıç karşısında hazır bulunduklarıyargılama evresi.
    duş * Temizlik veya tedavi amacıyla yüksekten püskürtmek yoluyla su dökünme.
    * Bu biçimde su dökünmeye yarayan alet.
    duşkabini * Duşveya banyo küvetinin etrafına takılan, suyun dışarıya sıçramasınıönleyen, buharın içeride kalmasını
    sağlayan, alüminyum veya plâstikten yapılmışçerçevelerine cam, mika ve benzeri plâstik malzeme geçirilmiş, ön
    panelleri bir ray üzerinde hareket edebilen bir tür banyo.
    duşteknesi * Duşyapmak amacıyla banyonun bir köşesine yerleştirilmişderinliği fazla olmayan tekne.
    duşak * Hayvanın iki ayağını iple bağlayarak yapılan köstek.
    duşaklama * Duşaklamak işi.
    duşaklamak * Hayvanın iki ayağınıduşakla bağlamak, kösteklemek.
    dut * Dutgillerden, kuzey yarım kürenin genellikle ılıman bölgelerinde yetişen, yapraklarıyla ipek böceği beslenen
    ağaç (Morus).
    * Bu ağacın, ak, kara, pembe renkte ekşi veya tatlı, sulu meyvesi.
    dut gibi olmak * çok sarhoşolmak.
    * utanmak, mahcup olmak.
    dut kurusu * Dutun kurutulması ile elde edilen kuru yemiş.
    dut pekmezi * Dut ezilmesi ve şırasının kaynatılmasısonunda elde edilen bir pekmez türü.
    dut yemiş bülbüle dönmek * neşe ve konuşkanlığınıyitirmek, susmak.
    dutçuluk * Dut ağacıyetiştirme.
    dutgiller * Dut, incir ve benzeri cinsleri içine alan iki çeneklilerden bir bitki familyası.
    dutluk * Dut ağaçlarının çok olduğu yer, dut bahçesi.
    duvağına doymamak * yeni gelinken ölmek veya kocasından ayrılmak.
    duvak * Gelinin başını, bazen de yüzünü kapayan dantel veya tülden örtü.
    * Küp, tandır, baca gibi şeylerin taşveya topraktan yapılmışkapağı.
    * Bazı bebeklerin doğduğu zaman başlarını çevreleyen zar.
    duvak düşkünü * Yeni gelinken dul kalan.
    duvakçı * Duvak yapan veya satan kimse.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 79

    duvakçılık * Duvak yapma veya satma işi.
    duvaklama * Duvaklamak işi.
    duvaklamak * Başınıve yüzünü duvakla örtmek.
    duvaklanma * Duvak örtünme.
    duvaklanmak * Duvak örtünmek.
    * Gelin olmak.
    duvaklı * Başıve yüzü duvakla örtülü.
    * Doğduğunda, başında zar olan (bebek), perdeli.
    duvaksız * Duvağı olmayan.
    duvar * Bir yapının yanlarınıdışa karşıkoruyan, iç bölümlerini birbirinden ayıran taş, tuğla vb. gereçlerden yapılan
    veya örülen dikey düzlem.
    * Bir toprak parçasınısınırlayan taş, tuğla, kerpiçten yapılan engel.
    * Engel.
    * Sonuçsuz, sonuç vermeyen yer.
    * Voleybolda ağüzerinde karşıtakım oyuncusunun vuruşuna karşıkoyma.
    duvar ayağı * Yapılarda süs ögesinin dışında görevi olmayan, duvara yapışık, üzerinde yukarıdan aşağıya yivler bulunan
    yarım ayak.
    duvar çekmek * duvar örmek.
    * aradaki ilişkiye son vermek, görüşmemek.
    duvar dayağı * Yıkılmaması için duvara eğik olarak konulan destek ağaç.
    duvar dişi * İleride eklenecek duvarın iyice tutunması için duvarın bir yerinde bırakılan tuğla çıkıntıları, ekleme dişi.
    duvar gazetesi * Duvara asılan, çoğunlukla elle, yazımakinesi ile yazılan okul veya dernek gazetesi.
    duvar gibi * çok sağır.
    duvar halısı * Duvara asmak üzere dokunmuş, üzerinde genellikle resim işlenmişolan ince halı.
    duvar kâğıdı * Duvarlarısüsleyip güzelleştirmek için yüzeylerine yapıştırılan düz veya desenli kâğıt.
    duvar pası * İki oyuncunun rakip oyuncuya topu kaptırmadan birbirlerine atmalarıve alan kazanmaları.
    duvar resmi * Duvar yüzeyi üzerinde mum boyası, sulu boya, yağlı boya, mozaik veya kazıma gibi tekniklerle yapılan
    resim.
    duvar saati * Duvara asılısaat.
    duvar sarmaşığı * Yaprak dökmeyen, gövde yapraklarısaplı, üst yüzü koyu, alt yüzü açık yeşil renkli, sert ve derimsi, küçük
    çiçekli, meyvesi bezelye tanesi büyüklüğünde etli, sarıveya morumsu siyah renkli bir bitki (Hedera helix).
    duvar sedefi * Bkz. dalak otu.
    duvar takvimi * Duvara asılan, günlük veya aylık durumu ayrıkâğıtlarla gösteren takvim.
    duvar yapmak * Bkz. baraj yapmak.
    duvarcı * Duvar ören nitelikli işçi.
    duvarcılık * Duvar örme işi.
    duy * Elektrik ampulünün takıldığı bakır veya pirinçten yivli yer.
    duy priz * Ampul takmaya veya elektrik akımıalmaya yarayan araç.
    duyar * Duygulu, duygun, duyarlı, hassas.
    * Beden üzerinde uyarıldığında hızlıve güçlü tepkilere yol açan.
    duyar kat * Film tabanıüzerinde yer alan, ışığa karşıduyarlığı olan gümüş bromürlü ecza tabakası.
    duyarga * Eklem bacaklılardan başın ön bölümünde bulunan, eklemlerden oluşmuşhareketli duyu alma organı,
    lâmise, anten.
    duyargalılar * Bir çift duyargası bulunan, böceklerle çok ayaklıları içine alan eklem bacaklılar topluluğu.
    duyarlı * Dışetkenlere karşıduyarlığı olan, hassas.
    duyarlık * Duyum ve duygularıalgılayabilme yeteneği, hassasiyet.
    * Zayıf bir etkiye karşı, tepki gösterebilme yeteneği.
    * Bir duyar katın ışıktan etkilenme yeteneği.
    duyarlıklı * Duyarlığı olan.
    duyarlılık * Duyarlı olma durumu.
    duyarsız * Duyarlı olmayan.
    duyarsızlaşma * Duyarsızlaşmak durumu.
    duyarsızlaşmak * Duyarlı olma yeteneği kalmamak.
    duyarsızlaştırma * Duyarsızlaştırmak işi.
    duyarsızlaştırmak * Duyarsızlığını ortadan kaldırmak, duyarsız duruma getirmek.
    duyarsızlık * Duyarsız olma durumu.
    duygan * Aşırıduygulu.
    duygu * Duyularla algılama, his.
    * Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim.
    * Önsezi.
    * Ahlâkî, estetik vb. şeyleri değerlendirme, onlara bağlanma yeteneği.
    * Kendine özgü bir ruhî hareket ve hareketlilik.
    duygu uyandırmak * bir duygu oluşturmak.
    duygu uyanmak * bir duygu oluşmak.
    duyguca * Duygu bakımından.
    duygudaş * Bir konuda duyguları başkası ile aynı olan.
    * Üyesi olmadığıhâlde bir partinin, bir kuruluşun görüşlerini benimseyen veya bir görüşü, bir öğretiyi, bir
    akımıtutan (kimse), sempatizan.
    duygudaşlık * Aynıduygularıpaylaşma.
    * Bir insanın bir başkasına karşıdoğrudan doğruya bir eğilim duyması, sempati.
    duygulandırma * Duygulandırmak işi.
    duygulandırmak * Duygulanmasını sağlamak, duygulanmasına sebep olmak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 80

    duygulanım * Etkilenme, duygulanma.
    * İstenç ve anlıktan ayrı görülen, duygusal tepkiler gösterme durumu.
    * Duyarlığın harekete geçişi.
    * Dışsebeplerle bir ruh durumunun değişmesi.
    * Tutkudan daha düzenli, ama daha güçsüz olan seçkin bir eğilim.
    duygulanış * Duygulanmak işi veya biçimi.
    duygulanma * Duygulanmak durumu, tahassüs.
    * İç salgı bezlerini de kapsayan türlü etkiler altında duygusal tepkiler gösterme.
    duygulanmak * Bir olay, bir görünüm karşısında birdenbire güçlü duyguların etkisinde kalmak.
    duygularıaçığa vurmak * izlenimleri açıkça söylemek, belirtmek.
    duygularıyla davranmak * (bir kimse) aklından çok duygularının etkisinde kalmak.
    duygulu * Duygusu, duyarlığıçok olan, kolay duygulanan, içli, hassas.
    duygululuk * Tepkilerin öncelikle duygulara dayanmasıdurumu.
    * Çabuk, kolay heyecanlanma eğilimi.
    * Uyarımlarıalmadaki incelik.
    duygun * Duygulu, duyar, hassas.
    duygunluk * Duygun olma durumu, hassasiyet.
    duygusal * Duygularla ilgili, duygulara dayanan, hissî.
    * Duygunun ağır bastığı, duygunun aşırıetkilediği (eser veya insan).
    duygusal düşünme * Bilgiye dayalıdüşünmenin karşısında, duygusal yaşamdan çıkan ve onunla belirlenen düşünme.
    duygusallık * Duygusal olma durumu.
    * Duyumların ve duyguların ağır basması, aşırı bir biçimde insanıetkilemesi durumu.
    duygusuz * Duygusu, duyarlığı olmayan, hissiz.
    * Katıyürekli, umursamaz, hissiz.
    duygusuzluk * Duygusuz olma durumu, hissizlik.
    * Duygusuzca davranış.
    duyma * Duymak durumu.
    duymak * İşitmek, ses almak.
    * Bilgi almak, öğrenmek, haber almak.
    * Sezmek, fark etmek, hissetmek.
    * Dokunma, koklama vb. duyularla algılamak, hissetmek.
    * Nesnelere dokunmakla onların sıcaklık, soğukluk, sertlik, ağırlık, hareket gibi fizik durumlarından bilgi
    edinmek, hissetmek.
    * Bir ruh durumu içine girmek.
    duymamazlık * Duymazlık.
    duymazlık * Duymamışgibi davranma durumu.
    duymazlıktan gelmek * ilgilenmek istemediği için duymamışgibi davranmak.
    duynak * Bkz. toynak.
    duysal * Duyuyla alınan.
    duyu * İnsanların ve hayvanların, dışdünyanın uyaranlarını görme, işitme, koklama, dokunma ve tatma
    organlarıyla algılama yeteneği, hasse.
    duyulma * Duyulmak durumu.
    duyulmak * Duymak durumuna konu olmak.
    duyulmamış * O güne kadar karşılaşılmamış(şey), şaşılacak (şey).
    duyulur * Duyulan, duyularla algılanabilen.
    duyulur duyulmaz * çok alçak, ancak işitilebilen (ses).
    * haber öğrenilir öğrenilmez.
    duyum * Haber, istihbarat.
    * Duyu.
    duyum eşiği * Bir uyarımın, duyabileceği en aşağıderecesi.
    duyum ikiliği * Bir duyunun başka nitelikte bir duyum uyandırması, bir sesin aynızamanda bir renk duygusu vermesi gibi,
    sinestezi.
    duyum yitimi * Bkz. anestezi.
    duyumculuk * Her bilginin temelinde duyumların bulunduğu ileri sürülen öğretilerin genel adı, sansüalizm.
    duyumlu * Duyumu olan.
    duyumölçer * Derinin duyarlığınıölçmeye yarayan alet.
    duyumsal * Duyu organları ile ilgili.
    duyumsama * Duyumsamak durumu.
    duyumsamak * Duyular aracılığıyla bir şeyi algılamak.
    duyumsamazlık * Duygusuzluk; az ve yavaştepki gösteren, bunun sonucu duygulandırıcısebeplere karşı ilgisiz kalan insanın
    niteliği.
    * Düzgülü olarak türlü durumların harekete getirdiği ilgi ve duygulardan yoksun olma durumu.
    duyumsatma * Duyumsatmak işi.
    duyumsatmak * Duyumsamasına sebep olmak.
    duyumsuz * Duyumu olmayan.
    duyumsuzluk * Duyumsuz olma durumu.
    duyurma * Duyurmak işi.
    duyurmak * Duymasını sağlamak.
    * İlân etmek.
    * Sezdirmek.
    duyuru * Herhangi bir olguyu, bir işi, bir durumu duyurmak için yayımlanan yazılıveya sözlü haber, ilân, anons.
    duyuru tahtası * İlânın üzerinde duyurulduğu tahta.
    duyurucu * Duyurma özelliği olan.
    duyurulma * Duyurulmak işi.
    duyurulmak * Duyulmasını sağlamak.
    * İlân edilmek.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 72

    dönüşlü zamir * Kişi kavramınıpekiştirerek belirten zamir. Türkçede bu kavram kendi kelimesiyle sağlanır.
    dönüşlülük * Dönüşlü olma durumu.
    dönüşme * Dönüşmek işi, tahavvül.
    * Kelime içinde, yan yana düşen iki sesten birinci sesin ikincisinin etkisiyle değişmesi, benzeşme.
    dönüşmek * Bir biçimden veya bir durumdan başka bir biçim veya duruma girmek, tahavvül etmek.
    dönüşsüz * Dönüşü olmayan.
    dönüştürme * Dönüştürmek işi, tahvil.
    dönüştürmek * Dönüşmesini sağlamak, tahvil etmek.
    * Bir şekli, belli bir kurala göre, başka bir şekle çevirmek.
    dönüştürücü * Dönüştüren.
    * Aynıfrekansta fakat yoğunluğu veya gerilimi genellikle farklı olan bir veya birçok değişik akım dizgesini,
    değişik bir akım dizgesine dönüştüren elektromanyetik indükleçli duruk araç, muhavvile, transformatör.
    dönüştürülme * Dönüştürülmek işi.
    dönüştürülmek * Dönüştürmek işine uğramak.
    dönüştürüm * Dönüştürmek işi, tahvil.
    dönüşüm * Olduğundan başka bir biçime girme, başka bir durum alma, tahavvül, inkılâp; transformasyon.
    * Görevinin değişikliğe uğramasıyüzünden bir organda ortaya çıkan değişme.
    * Bilinçaltına itilmiş bir duygu veya isteğin, karşıtı görünümünde veya başka bir biçimde bilince yükselmesi,
    transformasyon.
    dönüşümcü * Dönüşümcülükle ilgili olan.
    * Dönüşümcülük yanlısı(kimse).
    dönüşümcülük * Yaşayan türlerin yalın biçimlerden karmaşık biçimlere doğru evrimle gelişerek ortaya çıktığınıöne süren
    öğreti, transformizm.
    dönüşümlü * Değişerek, sıra ile.
    * Değişen, sıra ile olan.
    döpiyes * Etek ceketten oluşan iki parçalıkadın giysisi.
    dörder * Dört sayısının üleştirme sayısıfatı, her birine dört, her defasında dördü bir arada olan.
    dördül * Kenarlarıve açıları birbirine eşit olan dörtgen, murabba, kare.
    * Rubaî.
    dördün * Ay veya benzeri gök cisimleri çemberlerinin yarısının aydınlık olduğu evre, yarım ay, terbî.
    dördüncü * Dört sayısının sıra sıfatı, sırada üçüncüden sonra gelen.
    dördüncü çağ * Yeryüzünün yaklaşık iki veya üç milyon yıllık çağı.
    dördüz * Dördü birlikte doğmuşolan veya bir arada bulunan.
    * Dördü bir batında doğmuşdört çocuk.
    dördüz yumrucuklar * Beyinle beyincik arasında bulunan dört kabartının adı.
    dördüzleme * (eski Yunan edebiyatında) Üçü trajedi, sonuncusu yerme dramı olan dört sahne eserinden oluşan bölüm.
    dört * Dört sayısının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 4, lV.
    * Üçten bir artık.
    * Dört sıfatı bazen “her, bütün” anlamına gelir.
    dört ayak * Dört ayaklıhayvan.
    * Elleri de ayak gibi kullanarak.
    dört ayak üstüne düşmek * tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak.
    dört ayaklılar * Sürüngenleri ve memelileri içine alan bir sınıf.
    dört başımamur * her bakımdan istenildiği gibi olan, eksiksiz, kusursuz.
    dört bir * Bkz. ciharıyek.
    dört bir taraf (veya yan) * her yan, bütün çevre.
    dört bucak * Her taraf, her yer.
    dört çifte * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde dörder küreği olan tekne.
    dört dönmek * telâşla çare aramak.
    * bir işyapmak için telâşla sağa sola koşmak.
    dört dörtlük * Birlik.
    * Tam, kusursuz, mükemmel.
    dört duvar arasında kalmak * evde, kapalı bir yerde kalmak zorunda olmak.
    dört elle sarılmak (veya yapışmak) * bir işe büyük bir özen ve önem vererek girişmek.
    dört göz * Gözlüklü kimse.
    dört göz bir evlât için * “anne ve babanın bütün emek ve didinmesi evlât içindir” anlamında kullanılır.
    dört gözle beklemek (veya bakmak) * çok isteyerek veya özleyerek beklemek.
    dört işlem * Toplama, çıkarma, çarpma ve bölmeden oluşan, matematiğin dört temel işlemi.
    dört kaşlı * Bıyığıyeni terleyen (delikanlı).
    * Kalın ve gür kaşlı.
    dört köşe * Kare biçiminde.
    dört köşe olmak * çok keyiflenmek, çok zevk duymak.
    dört üstü, murat üstü * işi her zaman yolunda olanlar için söylenir.
    dört yanıdeniz kesilmek * çaresiz ve umutsuz kalmak.
    dört yol * Dört yolun birleştiği yer.
    dört yol ağzı * Dört yolun birleştiği kavşak.
    dört yüzlü * Dört yüzü olan çok yüzlü.
    * Tabanıüçgen olan piramit.
    dörtcihar * Oyunda, atılan zarların ikisinin de dört benekli olan yanlarının üste gelmesi.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 73

    dörtgen * Dört kenarı olan çokgen, dört kenar.
    dörtkenar * Dörtgen.
    dörtleme * Dörtlemek işi.
    * Bir gazelin her beytinin başına iki dize katılarak yapılan nazım biçimi, terbî.
    * Tarlayıdört kez sürme.
    dörtlemek * Bir şeyin sayısınıdörde çıkarmak.
    dörtlü * Dört parçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden dört tane bulunan.
    * İskambil, domino gibi oyunlarda üzerinde dört işareti bulunan kâğıt veya pul.
    * Dört kişiden oluşan müzik topluluğu, kuartet.
    dörtlü final * Dört takımın katılımı ile oynanan final maçları.
    dörtlük * Dört taneden oluşmuş, dört tane alabilen.
    * Birlik notanın dörtte biri uzunluğunda nota.
    * Dört dizelik bölümlerden oluşmuşşiir veya şiir parçası, kıta.
    * Birbirine dik iki çap boyunca dörde bölünmüşdairenin her bir dilimi.
    dörtnal * Atın en hızlıkoşma biçimi.
    * Bir işi çok çabuk yapma, acele etme.
    dörtnala * (at için) Dörtnal koşarak.
    dörtnala kaldırmak * dörtnal koşturmaya başlamak.
    dörtnala kalkmak * dörtnal koşmak.
    dörttek * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde ikişer tek küreği olan tekne.
    döş * Göğüs, bağır.
    * Kaburga altı.
    döşeğe düşmek * Bkz. yatağa düşmek.
    döşek * Yatak.
    * Gemi gövdesinde, su basıncı, çarpma, karaya oturma vb. durumlarda darbeleri karşılayabilecek, yük ve
    makinelerin ağırlığına dayanabilecek dirençteki yapı gereci.
    * Dövülmek üzere harman yerine serilen ekin sapları.
    döşekli * Döşeği olan.
    * Yalpasıaz olan yayvan gemi.
    döşeli * Döşenmişolan, mefruş.
    * Bkz. dayalıdöşeli.
    döşem * Tesisat, donanım.
    döşemci * Döşeyici, tesisatçı.
    döşemcilik * Döşemcinin yaptığı iş, tesisatçılık.
    döşeme * Döşemek işi.
    * Yapılarda taban üzerine döşenen tahta vb. kaplama.
    * Bir yapının döşenmesine yarayan her türlü eşya, mefruşat.
    * Koltuk, kanepe, divan gibi eşyaların kumaş, yay, pamuk vb. bölümleri.
    * Halk edebiyatında ve türkülerden önce söylenen, bazen tekerleme biçiminde olan uyaklı giriş bölümü.
    döşemeci * Döşeme yapan (kimse).
    * Perde, koltuk, kanepe gibi eşya satan veya onaran (kimse).
    döşemeci çivisi * Özellikle mobilya döşemeciliğinde kullanılan büyük başlı, kore kesitli gövdeli, sivri uçlu ve siyah renkli çivi.
    döşemecilik * Döşeme yapma işi.
    * Döşeme alıp satma işi.
    döşemek * Bir tabanı, tahta, karo, mermer gibi yapı gereçleriyle kaplamak.
    * Açıp yaymak; kumaş, halı gibi şeyleri bir yeri iyice örtecek biçimde sermek.
    * Bir ev veya dairenin oturulabilir duruma gelmesi için gerekli eşyayı oraya yerleştirmek.
    * Yerleştirmek.
    döşemeli * Döşemesi olan.
    döşemelik * Yapılarda tabana döşemek için kullanılan (gereç).
    * Kanepe, koltuk gibi eşyanın kaplanmasına elverişli (kumaş).
    döşemesiz * Döşemesi olmayan.
    döşeniş * Döşenmek işi veya biçimi.
    döşenme * Döşenmek işi.
    döşenmek * Döşemek işi yapılmak.
    * Birine kızarak kötü ve küçük düşürücü sözler söylemek.
    * Uzun uzadıya ve yererek yazmak.
    döşetilme * Döşetilmek işi.
    döşetilmek * Döşetmek işi yaptırılmak.
    döşetme * Döşetmek işi.
    döşetmek * Döşemek işini yaptırmak.
    döşeyici * Tesisat işini yapan usta, tesisatçı.
    döşeyiş * Döşemek işi veya biçimi.
    döşgömü * Hayvanın ön iki bacağı ile göbek arasındaki etten yapılan pastırma.
    döteryum * Çekirdeğinde bir proton ve bir nötron bulunduran hidrojen atomunun bir izotopu, ağır hidrojen.
    KısaltmasıD.
    dövdürme * Dövdürmek işi.
    dövdürmek * Dövmek işini yaptırmak.
    dövdürtme * Dövdürtmek işi.
    dövdürtmek * Birine dövdürmek işini yaptırmak.
    * Dövme yaptırmak.
    dövdürtülme * Dövdürtülmek işi.
    dövdürtülmek * Birine dövdürülmek.
    dövdürülme * Dövdürülmek işi.
    dövdürülmek * Dövmek işi yaptırılmak.
    döveç * Ağaçtan yapılmışhavan.
    döven * Bkz. düven.
    dövenci * Bkz. düvenci.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 74

    döviz * Ülkeler arasıödeme yapmakta kullanılabilecek para, çek ve poliçe gibi her türlü ödeme aracı.
    * Yabancıülke parası.
    * Propaganda veya tanıtma amacıyla üzeri yazılmış bez veya karton.
    döviz kaçırmak * yurt dışına izinsiz döviz çıkarmak.
    dövizzede * Bankalara dövizle borçlanıp ev veya araba satın alan, ancak dövizin aşırıartışıdolayısıyla aldığıkredileri
    geri ödeyemeyerek edindiği malıyok pahasına elinden çıkarmak zorunda kalan kimse.
    dövme * Dövmek işi.
    * Dövülerek kabuğu çıkarılmış buğday ve bundan yapılan yemek.
    * Vücut derisi üzerine iğne gibi sivri bir araçla çizilmek ve içine renk veren maddeler konulmak yoluyla
    yapılan çıkmaz yazıveya resim.
    * Kızgın durumda iken dövülerek biçim verilmiş(metal eşya).
    * Dövülerek yapılan.
    dövme yapmak * vücuda dövme işlemek.
    dövmeci * Kullanılmadan önce dövülmesi gereken maden filizlerini veya diğer maddeleri döven işçi.
    * Vücuda dövme yapan kimse.
    dövmecilik * Dövme yapma işi.
    dövmek * Vurarak canınıacıtmak.
    * Çamaşır, halı gibi şeyleri tokaç, sopa gibi şeylerle vurarak temizlemek.
    * Bir şeyi toz durumuna getirmek için ezmek.
    * Ezmek veya çırpmak.
    * Ateşte kızdırılarak yumuşatılmış bir madeni, vurarak istenilen biçime getirmek.
    * Topa tutmak.
    * Çarpmak, vurmak.
    dövmelik * Mısır ve buğday dövmeye yarayan, yarma buğday yapan bir araç.
    dövülgen * Dövülerek levha durumuna geçebilen (maden).
    dövülgenlik * Madenin dövülgen olma niteliği.
    dövülme * Dövülmek işi.
    dövülmek * Dövmek işine konu olmak.
    dövülüş * Dövülmek işi veya biçimi.
    dövünme * Dövünmek işi.
    dövünmek * Aşırıüzüntü, çaresizlik, pişmanlık duyarak çırpınmak, kendi kendini dövmek.
    * Çok üzülmek.
    dövünüş * Dövünmek işi veya biçimi.
    dövüş * Dövmek işi veya biçimi.
    * Tokat, yumruk, tekme gibi saldırışlarla yapılan kavga.
    dövüşçü * Dövüşen kimse.
    dövüşken * İyi dövüşen veya dövüşmeyi seven.
    dövüşkenlik * Dövüşken olma durumu.
    dövüşme * Dövüşmek işi.
    dövüşmek * Karşılıklı birbirini dövmek.
    * (iki silâhlıkuvvet) Çatışmak.
    * Boks yapmak.
    dövüştürme * Dövüştürmek işi.
    dövüştürmek * Dövüşmelerini sağlamak.
    dragoman * Tercüman, dilmaç.
    dragon * Ejderha.
    * Batı ordularında, atlıveya yaya olarak çarpışan asker sınıfı.
    drahmi * Yunan para birimi.
    drahoma * Gelinin güveye verdiği para veya mal.
    draje * Üstü şekerli, renkli ve parlak bir madde ile kaplanmışhap.
    * Daha çok çikolata ile kaplanmışkuru yemiş.
    dram * Sahnede oynanmak için yazılmışoyun.
    * Acıklıüzüntülü olayları, bazen güldürücü yönlerini de katarak konu alan sahne oyunu türü.
    * Tiyatro edebiyatı.
    * Acıklı olay.
    drama * Dram.
    dramatik * Sahne oyununa özgü olan.
    * Coşku veren, duygularıkamçılayan.
    * Acıklı.
    dramatikleşme * Dramatikleşmek durumu.
    dramatikleşmek * Dramatik bir durum almak.
    dramatize etme * Dramatize etmek işi veya biçimi.
    dramatize etmek * (bir edebî eseri) Radyo, televizyon veya sahne oyunu biçimine getirmek.
    * Bir olayı olduğundan daha acıklı, abartılı bir biçimde ortaya koymak.
    dramaturg * Oyun yazma ve yönetme kurallarını bilen, bir oyun yazılır veya sahnelenirken bu bilgisinden yararlanılan
    kimse, oyun yazarı, tiyatro yazarı.
    dren * Hendek.
    * Ameliyat sonrasıvücut içinde kalan doku artıklarınıve sıvılarıdışarıatmak veya yara üzerindeki ihtihabı
    akıtmakta kullanılan bükülgen tüp.
    drenaj * Toprakta bitkilerin yetişmesine zararlı olan fazla suların akıtılması, akaçlama.
    * Yarada biriken sıvıyıakaçla boşaltma.
    dretnot * XX. yüzyılın başlarında kullanılan bir zırhlıtipi.
    drezin * Yol kontrol ve bakımı için demir yollarında kullanılan küçük araba.
    dripling * Topu kısa aralıklarla veya yavaşyavaşvurarak ileri götürmek.
    dripling yapmak * futbol, basketbol gibi oyunlarda topu kısa aralıklıve denetimden çıkarmayacak vuruşlarla sürmek.
    drog * Hayvan ve bitkilerden, kurutularak veya özel metotlarla toplanarak elde edilen, eczacılık ve kısmen
    sanayide kullanılan ham veya yarıham madde.
    drosera * Droseragillerden, topuz biçimindeki yapraklarının üst yüzeyi, böcekleri yakalayan yapışkan tüyler ile örtülü
    otsu bir bitki (Drosera rotundifolia).
    droseragiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi drosera olan bitki familyası.
    -du * Bkz. -dı/ -di vb.
    dua * Tanrı’ya yalvarma, yakarış.
    * İbadet veya yakarma amacıyla okunan din değeri olan metin.
    dua etmek * Tanrı’ya yalvarmak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 75

    duacı * Biri için Tanrı’ya yalvaran kimse.
    duahan * Dua okuyucu.
    duasıtutmak * hayır duası gerçekleşmek.
    duasını(veya dua) almak * iyi yapılan bir işle birinin hoşnutluğunu kazanmak.
    duayen * Kordiplomatikte kıdemlilik bakımından başta gelen diplomat.
    * Bir meslekte yaşça ve kıdemce ileri olan kimse.
    duba * Yük taşımak veya köprü kurmak için kullanılan altıdüz bir tür deniz aracı.
    * İçi boş, her yanıkapalı, suyun üstünde yüzen bir tür büyük şamandıra.
    duba gibi * çok şişman.
    dubar * Kefalgillerden, 30-40 cm uzunluğunda, eti lezzetli bir balık türü (Mugil cephalus).
    dubara * Oyunda, atılan zarlardan ikisinin de iki benekli yüzünün üste gelmesi.
    * Oyun, hile, aldatmaca, düzen.
    dubaracı * Oyunla, hileyle, aldatmacayla, düzenle işgören (kimse), düzenci.
    dubaracılık * Dubaracının yaptığı iş, hilekârlık.
    dublâj * Çekilmiş bir filmi sonradan sözlendirme.
    * Yabancıdildeki filmlerin yerli veya başka bir dile çevrilmesi işi.
    dublâjcı * Sözlendirici, seslendirici.
    dublâjcılık * Sözlendiricilik, seslendiricilik.
    duble * Belirli miktarın veya büyüklüğün iki katı.
    * Giysilerin iç bölümüne geçirilip kumaşla birlikte dikilen astar veya giysilerin içine ayrı olarak giyilen
    giyecek.
    duble etmek * astar geçirmek.
    dubleks * Çift katlı.
    dubleks daire * Kendi iç merdiveni ile bağlanan iki ayrıkattan oluşan tek daire.
    dublör * Bir oyuncunun yerine oynayabilecek başka oyuncu.
    dublörlük * Dublör olma durumu, dublörün yaptığı iş.
    duçar * Uğramış, yakalanmış, tutulmuş.
    duçar olmak * uğramak, tutulmak.
    dudağını(veya dudaklarını) ısırmak * yakışıksız bir durum karşısında şaşmak.
    dudağını bükmek * ağlayacak gibi olmak.
    dudağının ucuna gelmek * hemen söyleyecek durumda olmak.
    dudak * Ağzın, dişleri örten ve dışarıya doğru az veya çok kıvrılan üst ve alt kenarlarından her biri.
    * Ağız.
    dudak benzeşmesi * Dudak ünsüzlerinin veya yuvarlak ünlülerin düz ünlüleri etkileyip yuvarlaklaştırması.
    dudak boyası * Dudakları boyamak için kullanılan kokulu, renkli madde, ruj.
    dudak bükmek * bir şeyi beğenmediğini, küçümsediğini belli etmek, umursamamak, küçüksemek, pek aldırışetmemek.
    dudak çukuru * Üst dudağın ortasındaki oluk.
    dudak dudağa gelmek (veya kalmak) * öpüşmek.
    dudak eşlemesi * Sözlendirmede, perdedeki görüntüde yer alan dudak hareketlerine uygun ses çıkarma.
    dudak ısırtmak * hayran bırakmak.
    * hayrete, şaşkınlığa düşürmek.
    dudak kalemi * Rujun daha kalıcı olmasınısağlayan ve dudak çizgilerini belirlemeye yarayan kalem.
    dudak payı bırakmak * bardak veya fincan gibi kapları, ağzına kadar doldurmayıp dudağın yanaşabileceği kadar boş bir yer
    bırakmak.
    dudak sarkıtmak * somurtmak.
    dudak tiryakisi * İçtiği sigaranın dumanını içine çekmeksizin dışarıüfleyen tiryaki.
    dudak ucuyla söylemek * belli belirsiz anlatmak, isteksizce söylemek.
    dudak ünsüzü * Ağız boşluğundan gelen havanın dudaklara çarpıp patlamasıyla veya dudakların aralığından sızmasıyla
    oluşan ünsüz.
    dudak yarığı * Bkz. tavşan dudağı.
    dudaksıl * Boğumlanma noktasıdudaklarda bulunan ses çeşidi.
    dudaksıllaşma * Bazıkelimelerde çeşitli sebeplerle düz ünlülerin yuvarlaklaşmasıveya ünsüzlerin dudak ünsüzlerine
    dönmesi: dîvâr > duvar, konşı> komşu gibi.
    dudu * Kadınlara verilen bir unvan, hanım.
    * YaşlıErmeni kadını.
    dudu dilli * Çok konuşan, tatlıdilli (kadın).
    duetto * Bir kadın ve bir erkek sesin sözleri dönüşümlü olarak okuduklarıhafif müzik parçası.
    duhul * Girme, giriş.
    duhuliye * Girişücreti.
    duhuliye kartı * Giriş belgesi, girimlik.
    -duk * Bkz. -dık / -dik vb.
    duka * Dük unvanının eskiden kullanılan biçimi.
    * Bir çeşit Venedik altın akçesine verilen ad.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 76

    dukalık * Bir dukanın yönetiminde bulunan ülke.
    dul * Eşi ölmüşveya eşinden boşanmış(kadın veya erkek).
    dul kalmak * (kadın veya erkek için) eşi ölmek.
    dulaptal otu * Dulaptal otugillerin örnek bitkisi olan, Kuzeydoğu Anadolu dağlarında yetişen çiçekleri güzel kokan, çalı
    görünüşünde, çok yıllık bir bitki (Daphne mezereum).
    dulaptal otugiller * Örnek bitkisi dulaptal otu olan, taçsız iki çeneklilerden bir familya.
    dulavrat otu * Birleşikgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki (Arctium tomentosum).
    dulda * Yağmur, güneşve rüzgârın etkileyemediği gizli, kuytu yer, siper.
    * Esirgeme, koruma, himaye.
    dulda tutmak * üstüne çekmek, örtünmek, koruyacak biçimde sarınmak.
    duldalama * Duldalamak işi.
    duldalamak * Korumak, siper altına almak.
    duldalanma * Duldalanmak işi.
    duldalanmak * Korumak, siper altına girmek.
    duldalı * Duldası olan.
    duldasız * Duldası olmayan.
    dulluk * Dul olma durumu.
    duluk * Yüz.
    * Şakak.
    * Yüzün şakakla çene arasındaki yanı.
    Duma * Çarlık zamanında Rus parlâmentosuna verilen ad.
    dumağı * Nezle, ingin, zükâm, nevazil.
    duman * Bir maddenin yanması ile çıkan ve içinde katızerrelerle buğu bulunan kara veya esmer renkli gaz.
    * Havalanan tozların veya sisin havada oluşturduğu bulanıklık.
    * Kötü, yaman.
    * Esrar.
    duman almak * sis kaplamak, sis bürümek.
    * sigara dumanını içine çekme.
    duman altı olmak * esrar içilen bir yerin havasından etkilenmek.
    duman attırmak * kötü duruma düşürmek, geride bırakmak, birini yıldırmak.
    duman etmek * dağıtmak, bozmak, yok etmek.
    * yenmek, başarı sağlamak.
    duman olmak * işi, durumu berbat olmak.
    * (bir kimse veya bir şey) ortadan kaybolmak.
    duman rengi * Koyu kül rengi, füme.
    * Bu renkte olan.
    dumana boğmak * bunaltmak, şüphe içinde bırakmak.
    dumanıdoğru çıksın * “iyi ve güzel olmasa bile yönteme uygun olsun yeter” anlamında kullanılır.
    dumanıüstünde * (sebze, meyve, yemek için) çok taze.
    * çok yeni, üzerinden çok zaman geçmemiş.
    dumanıvermek * ortalığıkarıştırmak.
    dumanlama * Dumanlamak işi.
    dumanlamak * Dumanlıduruma getirmek; dumana tutmak.
    dumanlanma * Dumanlanmak durumu.
    dumanlanmak * Dumanlıduruma gelmek.
    * Bulanmak, karışmak.
    dumanlı * Duman olan, duman çıkaran.
    * Sisli, sisle örtülü.
    * Sıkıntılı, bulanık; esrik, sarhoş.
    dumansız * Dumanı olmayan, duman çıkarmayan.
    dumdum * Baştarafıhaç biçimi çentilmiş, çarptığıyerde tehlikeli yaralar açan bir tür tüfek kurşunu.
    dumur * Körelme.
    dumura uğramak * körelmek.
    dun * Alçak, aşağı, aşağılık.
    * Altta, aşağıda.
    duo * İki ses veya iki müzik.
    * Karşılıklı iki kişi tarafından söylenen şarkı.
    dupduru * Çok duru.
    -dur * -dır / -dir vb.
    -dur- * Bkz. -dır- / -dir- vb.
    dur (veya durun!) * “biraz zaman geçsin” anlamıyla cümlelerin başına gelir.
    dur durak (veya dur dinlen, dur otur) yok * durup dinlenmeden sürekli çalışmayıanlatır.
    duraç * Turaç.
    duraç * Heykel, sütun gibi şeylerin üstüne konulduğu parça, ayak, taban, kaide.
    durağan * Yerini değiştirmeyen, yerli, hareketsiz, sabit.
    * Etkin olmayan, gelişmemiş.
    durağan elektrik * Kimyasal olarak enerjinin depo edildiği akümülâtörün ürettiği elektrik.
    durağanlaşma * Durağanlaşmak işi veya durumu.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 77

    durağanlaşmak * Durağan duruma gelmek.
    durağanlık * Durağan olma durumu.
    durak * Tren, tramvay, otobüs gibi genel taşıtların durmak zorunda olduğu veya durabileceği yer.
    * Cümle sonundaki nokta.
    * Hece ölçüsüyle yazılmışşiirlerde ölçü kalıpları içindeki durma yerleri.
    * Bir ölçü uzunluğunda susma.
    * Konuşmada, anlamın gerektirdiği biçimde kelimeler arasındaki ses kesintisi.
    duraklama * Duraklamak durumu.
    * İlerlemekte bulunan bir birliğin, vakitsiz, yersiz ve düzensiz olarak yürüyüşünü durdurması.
    duraklamak * (hareket durumundaki bir şey) Kısa bir süre için durmak veya arada bir durmak.
    * Bir süre ses çıkarmamak, bir şey söylememek, duraksamak, tereddüt etmek.
    duraklatma * Duraklatmak işi.
    duraklatmak * Bir şeyin duraklamasını sağlamak.
    duraklayış * Duraklamak işi veya biçimi.
    duraklı * Durağı olan.
    * Hep aynıyerde kalan, hep aynıyerde tekrarlanan.
    duraklıdalga * Bütün noktalarıaynıanda, zıt ve aynıfazlıtitreşimler yapan dalga, kararlıdalga.
    duraklık * Durak olma durumu.
    * Durgunluk.
    duraksama * Duraksamak durumu, tereddüt.
    duraksamak * Ne yapmak veya ne demek gerektiğini kestiremeyerek duraklamak, tereddüt etmek.
    duraksamalı * Duraksayan, tereddütlü.
    duraksamasız * Duraksaması olmayan, tereddütsüz.
    duraksayış * Duraksamak işi veya biçimi.
    duraksız * (otobüs için) Mola vermeden, duraklarda durmadan.
    dural * Hep bir durumda ve hiç değişmeden kalan.
    duralama * Duralamak durumu.
    duralamak * Duraklamak.
    duralayış * Duralamak işi veya biçimi.
    durallık * Dural olma durumu.
    durdu, durdu, turnayı gözünden vurdu * uzun süre bekledi, ama sonunda büyük bir kazanç elde etti.
    durduğu yerde * hiçbir emek harcamadan.
    * gereği yokken.
    durdurma * Durdurmak işi.
    durdurmak * Durmasını sağlamak.
    durdurtma * Durdurtmak işi.
    durdurtmak * Durmasını sağlamak, durmasına yol açmak.
    durdurulma * Durdurulmak işi.
    durdurulmak * Durdurmak işi yapılmak.
    durduruş * Durdurmak işi veya biçimi.
    durendiş * Uzağı görür, ileriyi düşünür, ön görülü.
    durgu * Olmakta olan bir şeyin birdenbire durarak kesilmesi, sekte.
    * Bir müzik eserinde, bitişetkisi yapan armonik zincirlemeler bütünü.
    durgun * Kımıldanışve canlılık göstermeyen, dingin, sakin.
    * Neşesiz, keyifsiz, sessiz, canlı olmayan.
    * Canlı olmayan, sönük, hareketsiz.
    durgun şişkinlik * Ekonomideki durgunluk ve enflâsyonun aynıanda yaşanması, stagflâsyon.
    durgunlaşma * Durgunlaşmak durumu.
    durgunlaşmak * Durgun olma durumu.
    durgunlaştırma * Durgunlaştırmak işi.
    durgunlaştırmak * Durgun duruma getirmek.
    durgunluk * Durgun olma durumu.
    durgunluk çökmek * sessiz, sakin duruma girmek.
    durma * Durmak durumu.
    * Eğleşme, eğlenme, tevakkuf.
    durmadan * Ara vermeden, kesintisiz, sürekli.
    durmak * Hareketsiz kalmak, yürümez olmak.
    * İşlemez olmak, çalışmamak.
    * Bir yerde bir süre oyalanmak, eğlenmek, eğleşmek, tevakkuf etmek.
    * Dinmek, kesilmek.
    * Varlığınısürdürmek.
    * Var olmak.
    * Beklemek, dikilmek.
    * Yaşamak.
    * Birisinin malı olarak bulunmak veya o malla ilişkisi olmak.
    * Kalmak.
    * Hareketsiz durumda olmak.
    * Bir yerde olmak veya bulunmak.
    * Belli bir durumda, bir görevde bulunmak.
    * (olumsuz biçimiyle) Ara vermeden, sürekli olarak.
    * Bir konuyla çok ilgilenmek, üstüne düşmek.
    * Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almışfiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur:
    Çalışadurmak, bakadurmak, getiredurmak, yiyedurmak gibi.
    durmuşoturmuş * olgun, davranışlarıtutarlı(kimse).
    * tutarlı, aşırılığa kaçmamış.
    durmuşoturmuşluk * olgunluk, tutarlılık.
    duromer plâstik * Sıkıağyapılımoleküllerden oluşan sert ve katıplâstik türü.
    -durt- * Bkz. -dırt- / -dirt- vb.
    duru * Bulanıklığı olmayan, temiz, berrak.
    * (ten) Pürüzsüz.
    * (dil, üslûp için) Arınmış, karışık olmayan.
    durucu * Sürekli kalan, oturan.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 67

    donam * Bir evin kapı, pencere, tavan, döşeme gibi bölümleri.
    * Gemi ve sandalların donatılması.
    donama * Süsleme, tezyin.
    donamak * Süslemek, tezyin etmek.
    donanım * Bir gemi direğine, bir yelkene veya başka bir parçaya bağlı bulunan halat ve makara gibi manevra araçları.
    * Tesisat, döşem.
    * Bir bilgisayarda bulunan fiziksel birimler.
    donanım kilidi * Bilgisayarda bazıprogramların izinsiz kullanılmasınıengelleyen kilit.
    donanma * Donanmak işi.
    * Bir devletin deniz kuvvetleri, savaşgemileri.
    * Belli bir amaçla kullanılan gemilerin bütünü.
    * Bayramlarda, sevinçli günlerde bayrak, ışık kullanarak, fişek yakarak yapılan şenlik.
    donanmak * Giyinip kuşanmak, süslenmek.
    * Yayılıp kaplanmak.
    * Işıklıduruma gelmek, ışıklarla bezenmek.
    * Gerekli nesneler vb. bir araya getirilip süslenmek, gösterişli duruma getirilmek.
    donatı * Donatmaya yarayan şeyler, teçhizat.
    donatılma * Donatılmak işi.
    donatılmak * Donatmak işine konu olmak veya donatmak işi yapılmak.
    donatım * Donatma, teçhiz.
    * Bir fabrikayı, bir hava alanını, bir spor kuruluşunu veya bir askerî birliği etkinlik göstermesi için gerekli
    araç ve gereçlerle donatma.
    * Bir sanat eserinde ikinci derecede olan ayrıntılar, yardımcıögeler.
    donatımcı * Bir film veya tiyatro eseri için gerekli sahne donatımı işini yöneten kimse.
    donatış * Donatmak işi veya biçimi.
    donatma * Donatmak işi, teçhiz.
    donatmak * Birinin giyimini sağlamak.
    * Göz alıcışeyler kullanarak gösterişli bir duruma getirmek, süslemek.
    * Bir şeyin işgörebilmesi için gereken nesneleri, gereçleri katmak, teçhiz etmek.
    * Sövmek veya azarlamak.
    donattırma * Donattırmak işi veya durumu.
    donattırmak * Donatmak işini yaptırmak.
    donduraç * Derin dondurucu, dipfriz.
    dondurma * Dondurmak işi.
    * Şekerli sütün veya meyve sularının dondurulmasıyla hazırlanan soğuk yiyecek.
    dondurmacı * Dondurma yapan veya satan kimse.
    * Dondurma satılan yer.
    dondurmacılık * Dondurmacı olma durumu.
    * Dondurma yapma ve satma işi.
    dondurmak * Donmasını sağlamak.
    * Bir şeyi değiştirilemez durumda tutmak.
    dondurucu * Donmaya yol açan, donduran.
    * Çok soğuk, çok üşüten.
    dondurulma * Dondurulmak işi.
    dondurulmak * Dondurmak işine konu olmak veya dondurmak işi yapılmak.
    * Değişmez duruma getirilmek.
    dondurulmuş * Buz durumuna getirilmiş.
    * Soğukta korunmuş, soğuktan katılaşmış.
    done * Bkz. veri.
    donkişotluk * Gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışma durumu.
    donlu * Donu olan.
    donma * Donmak işi.
    donma derecesi * Bir maddenin akışkan durumdan katıduruma geçtiği (santigrat) derece.
    donma noktası * Suyun donmaya başladığıderece.
    * Eriyik hâlde bulunan bir metalin kendi özelliğine bağlı olarak donmaya başladığı andaki ısıderecesi.
    donmak * Soğuğun etkisiyle katıduruma gelmek, buz tutmak.
    * (canlılar) Yaşamınıyitirmek, soğuktan ölmek.
    * Çok üşümek.
    * (bitki için) Soğuktan zarar görmek; yararlanılmaz duruma gelmek.
    * Kimyasal bir etki ile katılaşmak.
    * Eriyik hâlde bulunan bir metalin katıhâle geçmeye başlamasıhâli.
    * Beklenmedik bir durum karşısında birden hareketsiz kalmak.
    * Gelişmemek, yeniliklere açık olmamak.
    donmuşsebze * Daha sonra kullanılmak üzere bir kap içinde dondurulmuştaze sebze.
    donra * Saç kepeği, kaşkonağı.
    * Kalınlaşmış, tabaka durumuna gelmişkir.
    donsuz * Don giymemişolan.
    * Yoksul; serseri.
    donuk * Parlaklığı olmayan, mat.
    * (göz için) Canlılığı olmayan, fersiz.
    * Canlılığı az olan, durgun, uyuşuk.
    donuk donuk * Canlılığı olmayarak.
    * Rengini ve parlaklığınıyitirmiş, mat.
    donuklaşma * Donuklaşmak durumu.
    donuklaşmak * Donuk duruma gelmek.
    donuklaştırma * Donuklaştırmak işi.
    donuklaştırmak * Donuk duruma getirmek.
    donukluk * Donuk olma durumu.
    donuna etmek * donuna küçük veya büyük abdestini yapmak.
    donuna kaçırmak * istemeyerek donuna küçük veya büyük abdestini yapmak.
    donuna yapmak (veya doldurmak) * (çocuk) küçük veya büyük abdestini donuna etmek.
    * çok korkmak.
    donup kalmak * Bkz. donakalmak.
    dopdolu * Büsbütün dolu.
    doping * Bir spor yarışmasısırasında vücuda üstün hareket ve enerji sağlamak için kullanılan uyarıcı ilâç.
    doping yapmak * bazı bedensel özellikleri değiştiren veya çok artıran bir uyarıcımaddeyi çok az miktarda vermek.
    * uyarıcıetkide bulunmak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 68

    dopingleme * Doping yapma.
    dopinglemek * Doping yapmak.
    doru * Gövdesi kızıl, ayaklarıve yelesi koyu renkli olan (at).
    * Bu renkte olan (at donu).
    doruk * Dağ, ulu ağaç gibi yüksek şeylerin tepesi, en yüksek yeri, zirve, şahika.
    * En üstün başarıdüzeyi.
    doruk çizgisi * Yüksek dağlarda, doruk uçlarını birbirine bağlayan ve bitişik iki aklanıayıran sınır.
    doruk dal * Aşıdan gelişen sürgünün dik uzaması ile oluşan ve ağacın gövdesini meydana getiren dal.
    doruk toplantısı * Devlet katındaki en yetkili kişilerin bir araya gelerek yaptıkları görüşme.
    doruklama * Doruklamak işi.
    * Tepeleme.
    doruklamak * Bir kabıtepeleme doldurmak.
    dorum * Deve yavrusu.
    dosdoğru * Çok doğru.
    * Sağa sola sapmadan.
    dost * Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi görüşülen (kimse), düşman karşıtı.
    * İyi geçinen, aralarında iyi ilişki bulunan.
    * Erkek ve kadının evlilik dışı ilişki kurduğu kimse.
    * Bazıhayvanların sahibine gösterdiği sevgi için kullanılır.
    * Bir şeye düşkün olan, aşırı ilgi duyan kimse.
    dost ağlatır, düşman güldürür (veya dost sözü acıdır) * dost olan kimsenin söylediği söz, acıda olsa, insanın iyiliği içindir.
    dost başa, düşman ayağa bakar * temiz giyinip kuşanmanın gerekliliğini anlatır.
    dost düşman * Herkes (herkese).
    dost edinmek * dost kazanmak.
    dost kara günde belli olur * gerçek dostlar ancak üzüntülü, sıkıntılı günlerde insanıyalnız bırakmamakla belli olur.
    dost kazığı * Dost bilinen kimseden gelen zarar veya kötülüğü anlatırken kullanılır.
    dost olmak * yakınlık kurmak, ahbap olmak.
    dost tutmak * (erkek veya kadın) evlilik dışı ilişki kurmak.
    dosta düşmana karşı * dostalara üzüntü vermemek, düşmanlarıda sevindirmemek için, ele güne karşı.
    dostane * Dostça.
    dostça * Dosta yakışır (biçimde).
    * Dost gibi.
    dostlar alışverişte görsün (diye) * gösterişolsun, işgörüyor densin (diye).
    dostlar başına * iyi bir şeyi dostaları için de dilemek amacıyla kullanılır.
    dostlar başından ırak * kötü bir durumun ağırlığını belirtmek için kullanılır.
    dostlar şehit, biz gazi * tehlikeli işleri başkalarına bırakıp kendileri sonuçtan yararlanmak için bir kenara çekilenlerin bencilliğini
    alay yollu anlatır.
    dostlaşma * Dostlaşmak işi veya durumu.
    dostlaşmak * Dost durumuna gelmek, dost olmak.
    dostluk * Dost olma durumu; dostça davranış.
    dostluk başka, alışveriş başka * iki kişi arasındaki dostluk, alışverişte birinin ötekine özveri ile davranmasını gerektirmez.
    dostluk etmek * yakınlık kurmak, dost gibi candan davranmak.
    dostluk kantarla, alışverişmiskalle * işilişkilerine dostluk karıştırılmamalıdır anlamında kullanılır.
    dostluk kurmak * yakınlık, ahbaplık kurmak.
    dostluk okkayla, alışverişdirhemle * “dostluğun tartısı olmaz, alışverişise ölçüye göre olur” anlamında kullanılır.
    dostsuz * Dostu olmayan.
    dostun attığıtaş başyarmaz * dostun acısözünden veya sert davranışından insana kötülük gelmez.
    dosya * Aynıkonu, aynıkimse, aynı işle ilgili belgeler bütünü.
    * Bu gibi belgelerin toplandığıkartondan kap.
    dosya açmak (veya hazırlamak) * bir kimse, konu veya işle ilgili yeni bir dosya düzenlemek.
    dosyalama * Dosyalamak işi.
    dosyalamak * (yazıları) Dosyaya koymak.
    dosyalanma * Dosyalanmak işi.
    dosyalanmak * Dosyalamak işi yapılmak veya dosyalamak işine konu olmak.
    doya doya * Doyuncaya kadar.
    doyasıya * Doyuncaya kadar, bol bol.
    doygu * Yaşamayısağlayacak besin, rızk.
    doygun * Her türlü ihtiyacını gidermişolan, tatmin olmuş, müstağni.
    doygunlaşmak * İyice doymak veya doygun bir duruma gelmek.
    doygunluk * Doygun olma durumu veya gönül tokluğu, istiğna, tatmin.
    * Bir isteğin yerine gelmesi, bir şeyin elde edilmesi, varılmak istenen bir hedefe ulaşılmasından doğan duygu,
    tatmin.
    doyma * Doymak işi.
    * a) bir gazın, belli bir sıcaklıkta o sıcaklığa özgü olan en büyük basınç altında bulunması; b) yeğinliği gittikçe
    artırılan bir manyetik alanın içindeki bir çelik çubuğun alabileceği en çok manyetizmayıalmışolması.
    * Bir sıvının içinde belli bir cisimden eriyebilecek en çok miktarın erimiş bulunması, iş ba.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 69

    doymak * İsteği kalmayıncaya kadar yemek, açlığıkalmamak.
    * Yeter bulmak, kanmak, tatmin olmak.
    * Bir ihtiyacınıyeteri kadar karşılamak.
    * (olumsuz biçimde) Bıkmamak.
    doymaz * Doymak bilmeyen, aç gözlü.
    doymazlık * Doymaz olma durumu, aç gözlülük.
    doymuş * Bir şey yiyerek tok duruma gelmiş.
    * İsteği kalmamış, isteği giderilmiş, tatmin olmuş.
    * Doyma durumuna gelmiş(gaz, sıvıveya elektromıknatıs), meş bu.
    doyulma * Doyulmak durumu.
    doyulmak * Doymak.
    doyum * Eldekinden hoşnut olma durumu, yetinme; kanma, kanaat.
    * Bazı istekleri giderme, tatmin.
    doyum evi * Gösterişsiz, küçük lokanta.
    doyum olmamak * tadına doyulmamak, bir şeyden bıkılmamak.
    doyumlu * Doyumu bulunan.
    doyumluk * Doyulacak kadar (miktar).
    * Çapul, yağma.
    doyumsuz * Bir türlü tatmin olmayan, bıkılmayan.
    doyumsuzluk * Doymama durumu.
    * Tatmin olamama, cinsel birleşmede orgazma ulaşamama.
    doyunma * Doyunmak işi veya durumu.
    doyunmak * Yeteri kadar yemişolmak, doymak.
    doyuran * Bir sıvının içinde eriyerek onu doyma durumuna getiren (madde).
    * Bir çelik çubuğu doyma durumuna getiren indükleyici manyetik alan.
    doyuran buhar * Kendi sıvısı ile doyma durumunda olan buhar.
    doyurma * Doyurmak işi.
    doyurmak * Açlığını gidermek.
    * Geçindirmek, yaşamasını sağlamak.
    * Kandırıcı, inandırıcı, yeterli olmak, tatmin etmek.
    * Para yedirmek.
    * Bir maddenin içine alabileceği kadar başka bir madde katmak.
    * Doyma durumuna getirmek.
    doyurucu * Doyurma özelliği bulunan, tatminkâr.
    * Kandırıcı, inandırıcı, yeterli.
    doyurulma * Doyurulmak işi.
    doyurulmak * Doyurmak işine konu olmak.
    doyuruş * Doyurmak işi veya biçimi.
    doyuş * Doymak işi veya biçimi.
    doyuşma * Doyuşmak işi.
    doyuşmak * Karşılıklıdoymak.
    doz * Bir ilâcın bir defada veya bir günde alınması gereken miktarı.
    * Bir maddenin bir birleşiğe, bir karışıma giren veya girmesi gereken belli miktarı, düze.
    * Genellikle bir davranışta, bir konuşmada vb. nde yeterli görülen ölçü.
    dozaj * Dozu ayarlama.
    * Düzem.
    dozer * Tırtıllıveya lâstik tekerlekli yol yapım makinesi, buldozer, yoldüzler.
    dozunu kaçırmak (veya dozu kaçmak) * ölçüyü aşmak, aşırı gitmek.
    Döger * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    döğen * Bkz. döven.
    döğme * Bkz. dövme.
    döğmeci * Bkz. dövmeci.
    döğmek * Bkz. dövmek.
    döğmelik * Bkz. dövmelik.
    döğünme * Bkz. dövünme.
    döğünmek * Bkz. dövünmek.
    döğüş * Bkz. dövüş.
    döğüşçü * Bkz. dövüşçü.
    döğüşçülük * Bkz. dövüşçülük.
    döğüşken * Bkz. dövüşken.
    döğüşmek * Bkz. dövüşmek.
    döke döke * Dökerek.
    döke saça * Dağıtarak.
    dökme * Dökmek işi.
    * Bir yerden bir yere dökülen, aktarılan.
    * Kapların içinde olmayan, yığın biçiminde ortaya dökülmüşolan.
    * Kalı ba dökülmek yoluyla yapılmış.
    dökme (veya taşıma) su ile değirmen dönmez * yetersiz ve gelişi güzel önlemlerle işgörülemez, yürütülemez.
    dökme demir * İçinde % 2’den % 6’ya kadar karbon bulunan bir demir-karbon alaşımı, font, pik (l).
    dökmeci * Dökümcü.
    dökmecilik * Dökümcülük.