el bağlamak | * saygı için ellerini göbeğinin üstüne kavuşturup durmak. * namaza durmak. |
el basmak | * kutsal bir şey üzerine el koyarak yemin etmek. |
el bebek gül bebek | * nazlı, şımarık. |
el beğenmezse yer beğensin | * beğenilmeyen bir kimse olmaktansa ölmek daha iyidir. |
el bende! | * tekrarlanan oyunda başlama sırasıveya hakkı bende. |
el bezi | * Kurulama ve temizleme işlerinde kullanılan bez. |
el birliği | * Bir işyapmak için birleşme, beraberlik, dayanışma. |
el birliği etmek | * birlikte davranmak, dayanışmak. |
el bombası | * Elde taşınabilen ve pimi çekilerek ateşlenen küçük tip bomba. |
el çabukluğu | * Bir işi çabuklukla yapabilme ustalığı. * Hilesini kimseye sezdirmeden yapabilme. |
el çantası | * Günlük işlerde veya kısa gezilerde kullanılan, içinde özel eşya bulunan kap. |
el çekmek | * vazgeçmek. |
el çektirmek (veya çektirilmek) | * görevinden uzaklaştırılmak. |
el çırpmak | * alkışlamak, tempo tutmak. * birini çağırmak için ellerini birbirine vurmak. |
el değirmeni | * El gücüyle çalıştırılan ve kahve, baharat gibi şeyleri öğütmeye yarayan bir tür küçük değirmen. |
el değiştirmek | * kullanımıveya mülkiyeti bir kimseden başka bir kimseye geçmek. |
el değmemiş | * hiç kullanılmamış, dokunulmamış. * saflığı bozulmamış. |
el dokunulmak (veya dokunulmamak) | * daha önce kullanılmak (veya kullanılmamak), el değmişolmak (veya olmamak). |
el duşu | * Yıkanırken elde tutup su püskürtmeye yarayan araç. |
el el üstünde oturmak | * herhangi bir işyapmadan, boşoturmak. |
el elde baş başta | * elde bulunan her şeyin tükendiğini anlatır. |
el elden üstündür (ta arşa kadar) | * bir kimse, kendisinden üstün bir başkasının da olabileceğini bilmelidir. |
el elden üstündür, taa arşa kadar | * daha iyi, daha kaliteli, daha uzman kişilerin bulunabileceğini belirtir. |
el ele | * Birbirinin elini tutarak. |
el ele vermek | * birlikte davranmak, bir konuda birleşmek. |
el elin aynasıdır | * insanın her davranışını çevresindekiler açıkça görür. |
el elin eşeğini türkü çağırarak arar | * başkaları, insanın kendi sıkıntıve sorunlarına gereken önemi vermez, gerektiği kadar ilgilenmez. |
el emeği | * Elde yapılan iş. * Bu çalışmanın karşılığı. |
el emeği göz nuru | * çok incelik isteyen uzun zaman içerisinde elle yapılıp ortaya çıkarılan güzel eser veya işlerin değerini belirtmek için kullanılır. |
el ense çekmek (veya etmek) | * güreşte, kolunu hasmın boynuna getirip başparmağı gırtlağa, dört parmağıda enseye geçirerek hasmı yıkmak amacıyla çekmek. * Yenmek, mağlûp etmek. |
el erimi | * Çok uzakta olmayan, elin ulaşabileceği uzaklık. |
el erki | * Demokrasi. |
el ermez, güç yetmez | * bir işkarşısındaki güçsüzlüğü anlatmak için kullanılır. |
el etek çekilmek | * Bkz. el ayak çekilmek. |
el etek öpmek | * bir işi yaptırmak için çok yalvarmak. * yaltaklanmak. |
el etmek | * bir kimseyi el işaretiyle çağırmak. |
el falı | * Avuç içindeki çizgilere göre bakılan fal. |
el feneri | * Elektrik feneri. |
el freni | * Motorlu taşıtlarda el ile çalıştırılan fren. * Duran bir taşıtı, bulunduğu yerde sabitleştirmek veya hareket imkânınıengellemek için kullanılan ve elle yönetilen fren. |
el frenini çekmek | * çalışmasıdurdurulmuş bir motorlu aracın hareketini önlemek için el frenini uygun konuma getirmek. |
el gün | * Başkaları, yabancılar. |
el havlusu | * El ve yüzü yıkadıktan sonra kurulanmak için kullanılan havlu, yüz havlusu, küçük havlu. |
el için yanma nare, yak çubuğunu bak keyfine | * başkalarının derdini kendine sorun yapıp da kendi rahatınıve düzenini bozma. |
el ile (elle) tutulur | * çok açık ve belli. * somut. |
el ile gelen düğün bayram | * bir topluluğun hep birlikte uğradığı bir sıkıntıya yakınmasız katlanılacağınıanlatır. |
el işçiliği | * Eşyanın makine kullanmadan yapılan bölümlerine harcanmışişçi emeği. |
el işi | * Makine kullanmadan, el emeği ile yapılan iş. * Okullarda kâğıt, mukavva, tahta gibi şeylerle yaptırılan çalışmalar. |
el işi kâğıdı | * Kesip yapıştırma işlerinde kullanılan bir yüzü parlak renkli kâğıt. |
el kadar | * küçük, küçücük. |
el kaldırmak | * (biri) oy verdiğini veya söz istediğini elini kaldırarak belirtmek. * (birine) vurmaya kalkışmak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük E Sayfa 14
-
Türkçe Sözlük E Sayfa 15
el kantarı * Bkz. kantar. el kapısı * Aile ocağının dışında muhtaç olunan, gelir, geçim sağlayan, başkalarına ait olan yer.
* Yabancıülke.el kapısına düşmek * yabancılara muhtaç olmak. el katmak * bir işe karışmak, müdahale etmek.
* bir işin yapılmasına yardım etmek.el kazanıyla aşkaynatmak * başkasının hazırladığı imkânlarıkendi hesabına kullanarak işçevirmek. el keseri * Marangozluk işlerinde kullanılan küçük keser. el kılavuzu * Herhangi bir konuda basit konularıve bilgileri içeren kitapçık. el kızı * Gelin, kadın, eş. el kiri * Kolayca vazgeçilir, atalır (şey). el kitabı * Herkesin kolaylıkla yararlanması için herhangi bir konuda, pratik amaçlarla hazırlanan kitap. el koymak * bir yolsuzluğu ortaya çıkarmak, incelemek, vaziyet etmek.
* yetkili organ bir malıveya bir kuruluşu kendi buyruğuna almak.
* (iş) üzerine almak, sorumluluğu üstlenmek.el mi yaman bey mi yaman? el yaman! * baştaki ne kadar güçlü görünürse görünsün, asıl gücün halkta olduğunu anlatır. el oltası * İzmarit balığı için kullanılan olta. el öpenlerin çok olsun * eli öpülenin söylediği bir iyi dilek sözü. el öpmek * yaşlıveya saygı gösterilmesi gereken kimselerin sağelinin üstünü önce dudağa, sonra alna götürmek. el pençe divan durmak * saygı gösterilen kimse karşısında el kavuşturup ayakta durmak. el sabunu * El ve yüzü yıkamak için üretilen salon. el sanatları * El tezgâhlarında bir yardımcıaraç kullanarak elle yapılan işlerin hepsi. el sıkmak * selâmlaşmak için birinin elini tutmak. el sözlüğü * Elde ve cepte taşınabilen küçük sözlük. el sürmemek * dokunmamak, değmemek.
* bir işi yapmak, ilgilenmemek.el şakası * Elle yapılan şaka. el tası * El, yüz yıkanırken su dökünmek veya içinde sabunlu su hazırlanıp el temizlemekte kullanılan tas. el tazelemek * bir işte yorulan kimse yerine başka birini getirmek. el telefonu * Cep telefonu. el telsizi * Elde taşınabilen küçük menzilli telsiz. el topu * Yedi veya on birer kişilik iki takım arasında yalnızca elle oynan, topu karşıtakımın kalesine atmaya dayanan
oyun, hentbol.el tutmak * bir işuzun süre uğraştırmak, vakit kaybettirmek. el ulağı * Yardımcı, yamak. el ulaklığı * Yamaklık. el uzatmak * birinden bir hakkıalmaya kalkışmak.
* yardım etmek.el uzluğu * Ustalık, el alışkanlığı, maharet. el üstünde tutmak * bir kimseye çok saygıve sevgi göstermek. el vermek * yardım etmek.
* tarikatlarda mürşit, bir müride, başkalarına yol gösterme izni vermek.
* halk hekimliği gibi konularda yetki vermek.
* kâğıt oyunlarında karşıtarafa elde olan veya olmayan sebeple oyun üstünlüğünü tanımak.el vurmamak * bir işi yapmaya yanaşmamak ve başlamamak. el yatkınlığı * İşe alışmışolma durumu, mümarese.
* El işlerini yapmakta yetkinlik.el yazısı * Elle yazılan yazı. el yazması * Yazma kitap.
* Yazma (şey).el yıkamak * o işle olan ilgisini kesmek. el yordamı * Elin duyumu ve yardımı ile varlıklarıalgılama. el yordamıyla * görmeden, elle yoklayarak. elâ * Gözde sarıya çalar kestane rengi.
* Bu renkte olan.elaman * Bezginlik ve sızlanma anlatır. elaman çekmek * bezginlik gösterip yakınmak. elaman demek * çok bezmek. elan * Şimdi, şu anda, hâlâ, henüz, daha. elâstik * Elastikî. elâstikî * Esnek. elâstikiyet * Esneklik. elbasan tavası * Önceden haşlanarak hazırlanmışyağsız etin üzerine yoğurt ve çırpılmışyumurta karışımının dökülüp
fırında pişirilmesiyle yapılan bir yemek. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 8
eğreti vermek * ödünç vermek. eğretileme * İstiare, iğretileme. eğretilik * Eğreti olma durumu, iğritilik. eğretiye almak * bir yapının alt bölümünü onarmak için üstünü destekler üzerinde durdurmak. eğrez * Eğirdir Gölünde yaşayan bir balık. eğri * Doğru, düz olmayan, bir noktasında yön değiştiren, çarpık, iğri.
* Yay gibi kavislenmiş, eğmeçli, mukavves.
* Yatay veya düşey olmayan, bütünüyle bir yana eğilmiş bulunan, eğik, mail.
* Yanlış.
* Bir olayın şiddetindeki azalışve çoğalışları gösteren çizgi.
* Doğru olmayan (çizgi, yüzey), münhani.eğri bakmak (veya eğri gözle bakmak) * kötü düşünce ile bakmak. eğri büğrü * Yer yer eğrilmişve bükülmüşolan, çarpık çurpuk. eğri çehre * Asık yüz. eğri gemi doğru sefer * kullanılan araç yetersiz ama yapılan işisteğe uygun. eğri oturup doğru konuşalım * birisine karşıtutumumuz ne olursa olsun doğruyu söylemeliyiz. eğri söz * Kötüleme sözü. eğri yüz * Aksi, sert (surat). eğrice * Az eğri olan. eğrice * Sığır sineği, büvelek. eğrice * Butların topak etlerinden yapılan pastırma. eğrili * Eğrisi olan. eğrilik * Eğri olma durumu. eğriliş * Eğrilmek işi veya biçimi. eğrilme * Eğrilmek işi. eğrilmek * Eğri duruma gelmek, iğrilmek. eğriltme * Eğriltmek işi. eğriltmek * Eğri duruma getirmek. eğrim * Burgaç.
* Eğri, dalgalı.eğrim eğrim * Eğri eğri, dalga dalga, eğriler çizerek. eğrisi doğrusuna gelmek * olmayacak gibi görünen bir iş, bir girişim, rastlantısonucu olumlu bitmek. eğritme * Eğritmek işi. eğritmek * Eğriltmek, iğritmek. eğriye eğri doğruya doğru * gerçek neyse aynen belirtilmelidir. eğsi * Ucu yanmışodun, köseği. eh * Olur, peki veya fena değil anlamında kullanılır.
* Bezginlik anlatır.ehem * Çok önemli. ehemmiyet * Önem. ehemmiyet vermek * önem vermek. ehemmiyetli * Önemli, mühim. ehemmiyetsiz * Önemsiz. ehil * Topluluk, cemaat.
* Bir işte yetkili olan, bir işi yapan, yeterli, erbap.
* Karıkocadan her biri, eş.
* Sahip.ehil olmak * ustalaşmak, uzman olmak. ehlî * Evcil. ehlibeyt * Hz. Muhammed’in kızı, damadıve torunlarından oluşan ailesine verilen ad. ehlidil * Gönül eri, kalender, rint. ehlihibre * Bilirkişi. ehlikeyf * Rahatına düşkün, keyif sahibi. ehlîleşme * Evcilleşme. ehlîleşmek * Evcilleşmek. ehlîleştirilme * Evcilleştirilme. ehlîleştirilmek * Evcilleştirilmek. ehlîleştirme * Evcilleştirme. ehlîleştirmek * Evcilleştirmek. ehlisalip * Haçlılar. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 9
ehlisünnet * Hz. Muhammed’in sünnetini yerine getirenler. ehlivukuf * Bilirkişi. ehliyet * Üstat, uzluk.
* Sürücü belgesi.ehliyetli * Yeterlikli, yeterli, kifayetli.
* Ehliyeti olan.ehliyetname * Ehliyet, yeterlik belgesi, sürücü belgesi. ehliyetsiz * Yetersiz.
* Ehliyeti olmayan.ehliyetsizlik * Ehliyetsiz olma durumu, yetersizlik. ehlizevk * Güzel veya çirkin hükmünü verdiren duyguya sahip, zevki olan (kimse). ehram * Mısır firavunlarının piramit biçimindeki mezarlarına verilen ad.
* Piramit.ehven * Daha az kötü, yeğ, zararsız.
* Bkz. ucuz.ehven kurtulmak * ucuz kurtulmak. ehvenişer * Birkaç kötüden en az kötü olanı, kötünün iyisi. ehveniyet * Ehven olma durumu. einstenyum * Atom sayısı99 olan, uranyumun sürekli ısınmasıyla veya termonükleer tepkimeler sırasında oluşan yapay
element. KısaltmasıE.ejder * Türlü biçimlerde tasarlanan korkunç bir masal canavarı, ejderha, dragon.
* Büyük yılan.ejder (ejderha) gibi * iri yapılıve korkunç görünüşlü. ejderha * Bkz. ejder. ejektör * Fışkırtıcı. ek * Bir şeyin eksiğini tamamlamak için ona katılan parça.
* Bir gazete veya derginin günlük yayımından ayrıve ücretsiz olarak verdiği parça, ilâve.
* Sonradan katılan, dikilen, yapıştırılan parçanın belli olan yeri.
* İki borunun birbirine birleştirildiği yer.
* Eklenmiş, katılmış.
* Kelime türetmek veya kelimenin görevini belirtmek için kullanılan şekil verici ses veya sesler, lâhika.-ek * Bkz. -ak / -ek. ek bent olmak * şaşırıp ne diyeceğini bilememek. ek bileziği * İki boruyu birbirine eklemekte kullanılan bağlantıparçası, manşon. ek bütçe * Yıllık bütçeye sonradan eklenen bütçe. ek ders * Haftalık mecburî ders yükünün dışında kalan ders. ek eylem * Ek fiil. ek fiil * İsim, sıfat, zamir gibi isim soyundan kelimelerin yüklem görevinde kullanılmasınısağlayan yardımcıfiil. Bu
fiilin genişzamanı, şahıs ekleriyle çekilir: çalışkan-ım, çalışkan-sın, çalışkan(-dır) çalışkan-ız, çalışkanlar(lar-dır). Bu
fiilin belirli, belirsiz geçmişzamanlarıyla şartının çekiminde ek fiil gerektiğinde kullanılabilir: güzeldi (<güzel i-di),
yorgunmuş(<yorgun i-miş), iyiyse (< iyi i-se) vb.ek görev * Devlet dairelerinde bir kimsenin asıl işiyle birlikte yürüttüğü ikinci iş. ek kök * Sapın yanlarından çıkan ince kök. ek oylum * Camilerde yarım kubbelerin iki veya üç yanında küçük yarım kubbelerle yapılan oylum eklemleri. ek ödenek * Aylık ücretlere ek olarak verilen prim veya ikramiye. ek tahsisat * Ek ödenek. ekâbir * (makamca) Büyükler, devlet büyükleri, ileri gelenler.
* Kendini beğenmişkimseler için kullanılır.ekalliyet * Azınlık. ekarte * Saf dışıetmek, konu dışında tutmak anlamındaki ekarte etmek sözünde geçer. eke * Büyük, yetişkin, yaşlı, kart.
* Yaşıküçük olduğu hâlde sözleri ve davranışları büyükmüşgibi olan çocuk.ekecek * Tohum. ekenek * Ekilen yer, mezraa. ekici * Herhangi bir tarım ürününü üreten, tarımla uğraşan (çiftçi). ekili * Ekilmişolan, mezru. ekilme * Ekilmek işi. ekilmek * Ekmek işi yapılmak. ekim * Ekmek işi.
* Yılın 31 gün süren 10. ayı, teşrinievvel.ekin * Tahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya kadar aldığıduruma verilen ad.
* Kültür, hars.ekin biti * Bkz. buğday biti. ekin iti * Başınıdik tutup herkese yüksekten bakan kimse. ekin kargası * Tüyleri parlak, kara ve erguvanî parıltılı bir tür karga (Corvus frugilefus). ekinci * Ekin ekip biçmekle uğraşan kimse, çiftçi. ekincilik * Ekin ekip biçme işi, tarım. ekini belli etmemek * eksik, bozuk, yanlış, kusurlu bir işi sağlam, doğru ve doğal imişgibi gösterme becerisini kanıtlamak. ekinlik * Ekin ekilmişyer. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 10
ekinokok * Et oburların gelişmişdönemlerinde bağırsaklarında yaşayan tenya türü. ekinoks * Gün gece eşitliği. ekinti * Ekilen şey. ekip * Takım, grup, kol.
* İşçilerin oluşturduğu takım.ekip biçmek * tarım yapmak. ekipman * Bir kuruluşveya işletmeye gerekli olan eşya. -ekle- * Bkz. -akla- / -ekle-. eklektik * Seçmecilik yanlısı, seçmeci. eklektizm * Seçmecilik. eklem * Vücut kemiklerinin uç uca veya kenar kenara gelip birleştiği yer, mafsal. eklem bacaklılar * Birbirine eklenmişhalkalardan oluşan böcekler, örümcekler, kabuklular ve çok ayaklılar gibi bölümlere
ayrılan hayvan sınıfı.ekleme * Eklemek işi.
* Eklenmiş.ekleme dişi * Bkz. duvar dişi. eklemek * Bir şeyi ekle tamamlamak, ulamak, ilâve etmek.
* Bir şeyi ek olarak kullanmak.eklemeli * Bitişken. eklemleme * Eklemlemek işi. eklemlemek * Eklemle birleştirmek. eklemlenme * Eklemlenmek işi. eklemlenmek * Eklemle birleşmek. eklemli * Eklemi olan. eklemliler * Eklem bacaklılar. eklemsiz * Eklemi olmayan. eklemsizler * Kolsu ayaklılardan, kavkıçenetleri arasında eklem olmayan bir sınıf. eklenme * Eklenmek işi. eklenmek * Eklemek işi yapılmak.
* Ekle tamamlanmak.eklenti * Bir şeye eklenmişolan, ek durumunda bulunan parça, aksesuar. eklentiler * Herhangi bir yapıya göre ayrı bir işlevi bulunan bölümler veya yapılar, müştemilât. ekler * İçi krema ile doldurulmuş bir pasta türü. eklesil * Üniversitelerde öğrencilerin ders seçme veya bırakma işlemi. ekleşme * Ekleşmek işi. ekleşmek * Ek durumuna gelmek. ekleştirme * Ekleştirmek işi. ekleştirmek * Vurmak, aşk etmek. ekletme * Ekletmek işi. ekletmek * Eklemek işini yaptırmak. ekli * Eklenmişolan, eki olan. ekli püklü * Ekli, yamalıve düzensiz. ekme * Ekmek işi. ekmeden biçilmez * emek vermeden beklenen bir sonuca erişilmez. ekmediği yerden biter * umulmayan ve istenilmeyen yerde karşılaşılan kimseler için kullanılır. ekmeğinden etmek * işinden çıkarmak, işinden atmak. ekmeğinden olmak * geçimini sağlayan işinden mecburî olarak ayrılmak. ekmeğine göz koymak (veya dikmek) * birinin geçimini sağlayan işi elinden almaya çalışmak. ekmeğine yağsürmek * istenmediği hâlde birinin işine yarayacak biçimde davranmak. ekmeğini çıkarmak * çalıştığı işten geçimini karşılayacak kadar kazanç sağlamak. ekmeğini kana doğramak * büyük bir sıkıntıve üzüntüye katlanmak. ekmeğini kazanmak * geçimini sağlamak. ekmeğini taştan çıkarmak * geçimini sağlamakta çok becerikli olmak. ekmeğini yemek * birisinin işinde çalışarak kendi geçimini sağlamak.
* geçim yönünden birisinin yardımından yararlanmak.ekmeğiyle oynamak * birinin geçim kaynağınıtehlikeye düşürmek. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 11
ekmek * Bir bitkiyi üretmek için toprağa tohum atmak veya gömmek.
* Toprağıekip biçmek için kullanmak.
* Serpmek.
* Bir şeyin başlamasına yol açacak sebepleri hazırlamak.
* Birini uydurma bir sebeple bırakıp gitmek, savuşmak, atlatmak.
* (para için) Boşuna harcamak, ziyan etmek.
* Yarışta geçmek.ekmek * Çeşitli tahıl unundan yapılmışhamurun fırında, saçta veya tandırda pişirilmesiyle yapılan yiyecek.
* İnsanı geçindirecek iş, kazanç.
* Yemek, aş.ekmek ağacı * Dutgillerden, sıcak ülkelerde yetişen, meyvesi beyaz etli ve biraz unlu, besleyici bir bitki (Artocarpus
incisa).ekmek aslanın ağzında * geçim sağlayacak bir iş bulmak ve para kazanmak kolay değildir. ekmek ayvası * Gevrek ve sulu bir tür ayva. ekmek çarpsın * karşısındakini inandırmak için edilen yemin. ekmek dolması * Soğan, maydanoz ve baharat karışımının içi boşaltılmışsomun ekmeğe doldurulmasıve pişirilmesi yoluyla
hazırlanan bir yemek türü.ekmek düşmanı * Bir ailede geçimin sağlanmasına katılmayan tüketici durumdaki kişiler. ekmek elden, su gölden * kendisi çalışmayıp başkasının kazancıyla geçinme durumu. ekmek kadayıfı * Yuvarlak küçük pide biçiminde yapılıp kurutulduktan sonra yumurtaya bulanıp yağda kızartılan bir tür
kadayıfa, ateşüzerinde koyu şeker şerbeti içirilerek hazırlanan tatlı.ekmek kapısı * Geçim sağlayan işyeri. ekmek kavgası * Geçim sağlamak için çalışıp uğraşma, geçim savaşı. ekmek kaygısı * Geçim sağlamak çabası. ekmek küfü * Doğal olarak ekmek, peynir ve benzeri besinler üzerinde gelişen asklımantar (Penicillium crustaceum). ekmek mayası * Ekmek yapımında hamurun mayalanmasınısağlayan madde. ekmek öpmek * yeminin gücünü artırmak için ekmeği öpüp başa götürmek. ekmek parası * Geçimi sağlayan para veya kazanç. ekmek tahtası * Ekmeklik hamurun fırına sürülmek üzere hazırlandığıve üzerine konulduğu uzun tahta. ekmek tatlısı * Ekmekten yapılan tatlı. ekmek ufağı * Ekmek kırıntısı. ekmekçi * Ekmek yapan veya satan kimse.
* Ekmek satılan dükkân.ekmekçilik * Ekmek yapma veya satma işi. ekmeklik * Ekmek yapmaya yarayan veya ayrılan.
* İçine ekmek konulan kap.
* Oyunda hep yenilerek kendisinden para kazanılan kimse.ekmeksiz * Ekmeği olmayan.
* Yiyeceği olmayan.
* Ekmek olmadan.ekol * Okul. ekolâli * Bkz. yankıca. ekoloji * Çevre bilimi. ekolojik * Çevre bilimsel. ekolojik ortam * Canlıların aralarındaki bağlantıların, ilişkilerin kurulduğu yer, çevre. ekolojist * Çevre bilimci. ekonometri * Ekonomik olayların açıklanmasında çok sayıda değişkeni göz önüne alarak ve karşılıklı bağıntılar kurarak,
teorik çalışmaların deneylerle doğrulanmasınısağlayan matematiksel yöntem.ekonomi * İnsanların yaşayabilmek için üretme ve ürettiklerini bölüşme biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğan
ilişkilerin bütünü, iktisat.
* Bu ilişkileri inceleyen bilim dalı, iktisat.
* Aşırıharcamalardan sakınma, iktisat.ekonomi coğrafya * Ekonomik olayların yeryüzünde, bir ülkede veya bir bölgede dağılışını inceleyen coğrafya kolu. ekonomi politik * İnsan toplumlarında maddî refahın dağıtımınıve insanlar arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişimini konu
alan bilim dalı.ekonomi yapmak * tutumlu davranmak. ekonomik * Ekonomi ile ilgili olan, iktisadî.
* Az masraflı, kazançlı, hesaplı, iktisadî.ekonomik ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla ekonomik alanda yaptırım uygulama. ekonomik davranmak * tutumlu davranmak. ekonomist * Ekonomi uzmanı, iktisatçı. ekonomizm * Her şeyin ekonomik sebeplerle belirlendiği ve işçi sınıfımücadelesinin yalnızca ekonomik bir mücadele
olduğunu ileri süren düşünce akımı.ekopraksi * Başkasının yaptığı hareket ve davranışlarıanlamsız olarak tekrarlama, yansıca. ekose * Çeşitli renklerde kareli olan (kumaş). ekran * Üzerine bir cismin ışık yoluyla görüntüsü düşürülen, saydam olmayan düz yüzey, görüntülük.
* Beyaz perde, görüntülük.
* Televizyon camı, görüntülük.eksantrik * Dışmerkezli, merkez dışı(olan).
* Ayrıksı.eksantrik mili * Makine parçalarının çalışmasınıyöneten bir tür yuvarlak mil. ekselâns * Bakan ve elçiden başlayarak cumhurbaşkanlığına kadar yükselen, yüksek makam sahibi yabancılara verilen
şeref unvanı.
* Bu unvanıtaşıyan kimse.eksen * Bir cismi iki eşit parçaya bölen çizgi, mihver.
* Üzerinde bir pozitif yön var sayılan sonsuz doğru.
* Araba dingili.eksen oyuncu * Oyun kurucu. eksen ülke * (bir topluluğu veya paktı) Kurucu veya yönlendirici ülke. ekser * Büyük çivi, enser. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 12
ekseri * En çok, en çoğu, çoğu kez. ekseriya * Çoğunlukla, çokluk, çoğu kez. ekseriyet * Çoğunluk, çokluk. ekseriyetle * Genellikle, çoğunlukla, çoklukla. eksi * Çıkarma işleminde ” – ” işaretinin adı, nakıs.
* Sıfırdan küçük, önünde eksi işareti bulunan (sayı), negatif, nakıs, artıkarşıtı.eksi sayı * Sıfırdan küçük sayı, negatif sayı. eksi uç * Elektrikli ayrıştırmada sıvıya batırılıp akımın geçmesini sağlayan metal uçlardan eksi yüklü olanı, katot.
* Elektrikle yapılan temizleme, parlatma vb. işlemlerde yer alan eksi yüklü elektrot.eksibe * Kum yığını, kumul. eksik * Gerekli duyulan, ihtiyaç duyulan (şey), noksan.
* Bir bölümü olmayan, natamam.
* Mükemmel olmayan, kusurlu, muallel, sakat.
* Az.eksik artık * Biraz eksik veya fazla olabilir anlamında kullanılır. eksik çıkmak * tartıveya ölçünün tam olmadığı görülmek. eksik doğmak * vaktinden önce veya organları gelişmeden doğmak. eksik etek * Kadın. eksik etmemek * her zaman bulundurmak, sürdürmek. eksik gedik * Ufak tefek ihtiyaçlar. eksik gedik kapamak * gerekli olan ufak tefek ihtiyaçlarıkarşılamak. eksik gelmek * yetişmemek, yetmemek. eksik olma * “var ol, sağol” gibi hoşnutluk anlatır. eksik olmamak * her vakit ve her fırsatta bulunmak. eksik olmasın * “sağolsun, var olsun” anlamında birine karşıhoşnutluk bildirir. eksik olsun * “gereği yok” anlamında kullanılır.
* ölsün!.eksiklenme * Eksiklenmek işi veya durumu. eksiklenmek * Eksiği bulunmak. eksikli * Kendisine bir şey gerekli olan, muhtaç.
* Kadın.eksiklik * Eksik olma durumu, eksik olan miktar, noksan, nakısa, fıkdan. eksiksiz * Eksiği olmayan, tam, tamam.
* İyi, namuslu, temiz.eksilen * Çıkarma işlemindeki ilk sayı. eksiliş * Eksilme işi. eksilme * Eksilmek işi, tenakus. eksilmek * Azalmak, az duruma gelmek.
* Bulunmak, var olmak, rastlanmak.eksiltilme * Eksiltilmek işi. eksiltilmek * Eksiltilmek işine veya durumuna konu olmak. eksiltme * Eksiltmek işi.
* Bir işin kimin tarafından daha ucuz yapılacağının anlaşılması için istekliler arasında açılan fiyat kırma işi,
münakaşa, ihale.eksiltmek * Eksik duruma getirmek, sayısınıazaltmak. eksiltmeye çıkarılmak * bir iş, istekliler arasında en uygun olana bırakılmak için hazırlanıp sunulmak, ihaleye çıkarılmak. eksin * Anyon. ekskavatör * Kazımakinesi kazaratar, kazmaç. eksper * Bilirkişi, uzman. eksperimantalizm * Deneyselcilik. eksperlik * Bilirkişinin görevi, uzmanlık. ekspertiz * Eksperlerce yapılan inceleme, keşif, muayene. ekspertiz raporu * Eksperler tarafından yapılan inceleme sonunda hazırlanan rapor. ekspoze * Bir yere sunulan bildiri özeti. ekspozisyon * Sergi. ekspres * Yalnız büyük duraklarda duran, büyük iskelelere uğrayan ve çok hızlı giden tren, uçak veya gemi.
* İvedilikle, çabuk yapılan (şey).
* (posta ile yollanan, hızla yerine gitmesi istenilen şeyler için) Özel ulak.ekspres yol * Taşıtların hızlarınıkesmeden gidebileceği genişlikte, gidişve gelişyönleri bölünmüşyol. ekspresyonist * Dışa vurumcu. ekspresyonizm * Dışa vurumculuk. ekstra * En iyi, üstün nitelikli (tür).
* Fazladan, alışılan ve gerekenden başka.ekstrafor * Giysilerin etek, kol, yaka parçalarına, perdelerin ucuna geçirilen seyrek dokunmuşketen şerit. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 13
ekstrasistol * Kalp ve damarlarda normal iki kasılma arasında oluşan fazladan kasılma. ekstre * Hesap özeti veya dökümü.
* Öz, hülâsa.ekstrem * En uç, en son.
* Aşırı, müfrit.ekşi * Sirke veya limon tadında olan.
* Bu tadıveren şey.ekşi elma * Sert, sulu ve şeker oranıdüşük bir tür elma. ekşi kiraz * Vişne. ekşi limon * Ekşiliği fazla olan ham limon. ekşi maya * Bir önceki ekşi veya mayalıhamurdan alınıp bir süre fermente edildikten sonra yeni yapılmış bir hamuru
mayalamak amacıyla kullanılan maya.ekşi surat * Küskünlük veya hoşnutsuzluk anlatan yüz. ekşi yonca * Ekşi yoncagillerden, çok yıllık otsu bitki (Oxalis acetosella). ekşi yoncagiller * İki çeneklilerden yapraklarında kuzukulağıasidi bulunan bir bitki familyası. ekşi yüz * Ekşi surat. ekşikulak * Kuzukulağı. ekşili * İçinde ekşisi bulunan. ekşili çorba * Nohut, dövme, kırmızımercimek, patlıcan, sumak ekşisi, sarmısak, yağve baharat kullanılarak hazırlanan
bir çorba türü.ekşilik * Ekşi olma durumu veya ekşi tat. ekşime * Ekşimek işi. ekşimek * Ekşi duruma gelmek.
* Mayalanmak.
* Utanmak, mahcup olmak.
* Sırnaşmak, ısrar etmek.
* Surat asmak.ekşimik * Yağıalınmışsütten yapılan peynir, kesmik, çökelek. ekşimsi * Tadıekşiye çalan.
* Buruk.ekşimtırak * Az ekşi. ekşitilme * Ekşitilmek işi. ekşitilmek * Ekşitmek işi yapılmak. ekşitme * Ekşitmek işi. ekşitmek * Ekşimesine yol açmak. ekti * Her yiyeceği canı çeken.
* Başkalarının sırtından geçinen, asalak, tufeylî.
* Anasıölüp başka bir koyuna alıştırılan veya elle beslenen koyun.
* Arsız, yüzsüz, görgüsüz.
* Cimri, pinti, görmemiş.
* Anasıve babası olmayan veya atılmış, bırakılmışçocuk.ekti püktüler * Bir eve dadanan asalak kimseler. ektilik * Ekti olma durumu. ektirme * Ektirmek işi. ektirmek * Ekmek işini yaptırmak. ektoderm * Bkz. dışderi. ekü * Ortak pazar ülkelerince kabul edilen para birimi. ekvator * Yer yuvarının eksenine dik olarak geçtiği ve yer yuvarını iki eşit parçaya böldüğü var sayılan en büyük
çember, eşlek.ekvatoral * Ekvatorla ilgili eşleksel.
* Yıldızların açılım ve yükselimini ölçmekte kullanılan dürbün.ekzotermik * Isıveren. el * Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve işyapmaya yarayan bölümü.
* Aracı, vasıta.
* (iyelik ekleriyle veya bazıdeyimlerde) Sahiplik, mülkiyet.
* Kez, defa.
* İskambil oyunlarında kâğıt atma sırası.
* Yönetim, baskı, etki.
* Bazınesne ve araçların tutmaya yarayan bölümü.
* Elle yapılan.el * Yabancı, yakınların dışında kalan kimse.
* Ülke, yurt, il.
* Halk, ahali.
* Oba, aşiret.-el * Bkz. -al / -el. el açmak * dilenmek.
* başkasının yardımını isteyecek durumda olmak.
* Bkz. kâğıt açmak.el adamı * Yabancıkimse. el âlem * Herkes, el gün, yabancılar. el alışkanlığı * Bir işveya hareketin birçok kez yapılması ile kazanılan özellik, ustalık, maharet. el almak * tarikatlarda bir mürit, mürşidinden, başkalarına yol gösterme iznini almak.
* bir sanatıyapmak için ustanın iznini almak.
* kâğıt oyunlarında karşıtarafın oynadığıkâğıdın daha önemlisini oynayarak üstünlük sağlamak.el altında * kolayca alınabilecek yerde, hazırda. el altından * gizlice. el arabası * Elle sürülen, taş, toprak gibi şeyleri taşımaya yarayan, tek tekerlekli ve iki kollu küçük araba. el arıdüşman gayreti * dosta düşmana karşıküçük düşmemek için. el atmak * birisinin işine karışmak, müdahale etmek.
* bir işe girişmek, teşebbüs etmek.el ayak (veya el etek) çekilmek * ortalıkta hiç kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek. el ayası * Elin, bilekle parmaklar arasındaki iç bölümü. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 2
ebucehil karpuzu * Kabakgillerden, elma büyüklüğündeki meyvesi çok acıve iç sürdürücü, ishal yapıcı bir bitki, acıhıyar, acı
elma, it hıyarı(Citrullus colocynthis).Ebussuut Efendinin gelini gibi * eskiye bağlanıp pek kapalı giyinen kız veya kadın için alay yollu söylenir. Ebussuut Efendinin torunu * eskiye çok bağlı, tutucu olanlar için kullanılır. ebülyoskop * Cisimlerin kaynama sıcaklığınıtespit etmeye yarayan cihaz. ecdat * Dedeler, atalar. ece * Güzel kadın, kraliçe. -ecek * Bkz. -acak / -ecek. ecel * Hayatın sonu, ölüm zamanı. ecel aman verirse * ömür yeterse, ölmezsem. ecel beşiği * Çok tehlikeli taşıt veya geçit. ecel geldi cihana, başağrısı bahane * ölümün herkes için kaçınılmaz bir olay olduğunu anlatır. ecel şerbeti içmek * ölmek. ecel teri * “Çok korkmak, çok sıkılmak veya bunalım geçirmek” anlamında ecel teri (veya terleri) dökmek deyiminde
geçer.ecel teri dökmek * aşırıkorkudan terlemek, ölüm duygusuna kapılmak. ecele çare bulunmaz * çaresiz gibi görünen her güç işin bir çıkar yolu vardır. eceli gelen köpek cami duvarına siyer * herkesin üzerine titrediği, kutsal saydığışeyi kötüleyen, bozan kimse kötü sonucuna katlanır. eceli gelmek * ölümü veya yok olmasıkaçınılmaz duruma gelmek. eceline susamak * ölmek istermişgibi tehlikeli işlere girişmek. eceliyle ölmek * olağan sayılan herhangi bir biçimde ölmek. -ecen * Fiilden sıfat türeten ek: sevecen, evecen vb. ecinni * Cin. ecinniler top oynuyor * bomboş, kimse yok, ıssız ve sessiz. ecir * Sevap.
* Ücret.
* Ücretle çalışan kimse.
* İşçi, amele.ecir sabır dilemek * başsağlığıdilemek. ecirlik * Ecir olma durumu. eciş bücüş * Hiçbir yeri düzgün olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan, çarpık çurpuk, eğri büğrü. ecnebi * Başka devlet uyruğunda olan (kimse), yabancı.
* (sıfat tamlamalarında) Başka devlet.ecnebilik * Yabancı olma durumu. ecu * Bkz. ekü. ecza * Kimyasal yollarla elde edilen, ilâç yapmaya yarayan veya sanayide türlü işlerde kullanılan maddelerin genel
adı.ecza çantası * Acil durumlarda kullanılmak üzere arabada veya evde bulundurulan ve pansuman için gerekli ilâç ile
malzemenin konulduğu çanta.ecza dolabı * İçinde gerekli ilâçların ve aletlerin bulunduğu özel olarak yaptırılan küçük dolap. ecza kutusu * İlâç kutusu. eczacı * İlâç yapan veya hazır ilâçlarısatan diplomalıkimse. eczacıkalfası * Eczacının yardımcısı. eczacılık * İlâçların hazırlanmasıyla uğraşan uygulamalı bilim.
* Eczacının mesleği veya görevi.eczahane * İlâçların yapıldığıve satıldığıyer. eczalı * Kimyasal madde ile kaplanmış, karıştırılmış, işlem görmüş.
* İçi kimyasal madde ile doldurulmuşmermi atan ateşli silâh.eczalıpamuk * Steril duruma getirilmişpamuk. eczane * Bkz. eczahane. eczasız * Eczası olmayan. -eç * Bkz. -aç / -eç. eçhel * Çok cahil, çok bilgisiz olan. eda * Davranış, tavır.
* Naz, işve.
* Anlatışyolu.eda * Verme, ödeme.
* (namaz için) Kılma yerine getirme.eda etmek * borcunu ödemek.
* namaz kılmak.edalı * Herhangi bir biçim ve görünüşlü olan.
* Tavırlarıhoşolan; nazlı, işveli.edat * Bir kelimeden sonra gelerek o kelime ile diğer ögeler arasında ilgi kuran kelime, ilgeç. edat grubu * Edat tümleci. edat tümleci * Genellikle bir zarf tümleci görevinde kullanılan ve ismin edatla oluşturduğu kelime grubu, edatlıtümleç. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 3
edatlı * Edat bulunduran. edatlıtümleç * Edatla kurulmuştümleç. ede * Büyük erkek kardeş, ağabey. edebî * Edebiyatla ilgili, edebiyata ilişkin. edebî eser * Edebiyatta sanat değeri taşıyan değişik edebiyat türlerinde kaleme alınmışeserlerin her biri. edebî sanat * Edebî sanatların her biri. edebî sanatlar * Edebiyatta anlatımızenginleştirmek, renklendirmek ve daha çarpıcıhâle getirmek için temelde benzetme
esasına dayalısöz ve manaya bağlıanlatım inceliği ve özelliği.edebikelâm * Söylenmesi kaba, çirkin ve sakıncalınesnelerin veya kavramların değişik sözlerle daha uygun ve edepli bir
biçimde anlatılması, örtmece.edebini takınmak * edepli davranmaya başlamak. edebiyat * Olay, düşünce, duygu ve imajların dil aracılığı ile biçimlendirilmesi sanatı, yazın, literatür.
* Bir bilim kolunun türlü konularıüzerine yazılmışyazıve eserlerin hepsi, literatür.
* İçten olmayan, gereksiz, boşsözler.edebiyat bilimi * Edebiyatın içinde yer alan konularısosyoloji, psikoloji gibi bilim dallarının yöntemlerini de kullanarak
araştıran, inceleyen, irdeleyen ve tahlil eden bilim dalı.edebiyat tarihi * Bütün edebî hareketleri, dönemleri, yazar ve şairleri, dil ve üslûp özelliklerini açıklayan bilim dalıveya
kitap.edebiyat yapmak * bir konu üzerinde gereksiz yere süslü sözler söylemek. edebiyatça * Edebiyata uygun, edebiyata benzer. edebiyatçı * Edebiyatla uğraşan kimse.
* Edebiyat dersi okutan öğretmen.edebiyatçılık * Edebiyatla uğraşma işi. edebiyatsever * Edebiyata tutkun. edememe * Edememek durumu. edememek * Rahat olamamak; kendinde bir eksiklik duymak; geçinememek. edep * Toplum töresine uygun davranma, incelik. edep etmek * utanmak, sıkılmak. edep yahu! * açık saçık söz söyleyenlere karşı”utan!”, “edebini takın” anlamında kullanılan söz. edep yeri * İnsanlarda üreme organlarının bulunduğu yer, ut yeri. edepleniş * Edeplenmek işi veya biçimi. edeplenme * Edeplenmek işi veya durumu. edeplenmek * Uslanmak, ince ve terbiyeli olmak. edepli * Uslu, ince, terbiyeli, müeddep, uygun. edepli edepli * Uslu olarak, uslu uslu. edepsiz * Utanılacak işleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz, sıkılmaz, terbiyesiz.
* Sakınılacak kötü (kimse),şirret.edepsiz edepsiz * Edepsize yakışır biçimde. edepsizce * Terbiyesizce, utanmadan. edepsizleşme * Edepsizleşmek işi. edepsizleşmek * Edepsizce davranışlarda bulunmak, terbiyesizleşmek. edepsizlik * Utanmazlık, sıkılmazlık, terbiyesizlik, şirretlik. edeptir söylemesi * affedersiniz, söylemesi ayıptır ama. eder * Fiyat, paha. edevat * Bir işiçin gerekli olan malzemelerin, parçaların tümü. Edi * Birbiriyle iyi anlaşan iki yaşlının baş başa kalışınıanlatan Edi ile Büdü, Şakire Dudu sözünde geçer. edi * İşyapma veya yapılan iş. edibane * Terbiyeli, nazik.
* Edebiyatçıya yakışır biçimde.edik * Yumuşak ve renkli sahtiyandan yapılmışyarım konçlu lâpçın.
* Kısa çizme.edilgen * Sözde özneyle kullanılan veya öznesi dolaylıyolla belirtilen fiil, meçhul, pasif, etken karşıtı. edilgen çatı * Çoğu kez -(i)l- bazen de -(i)n- çatıekleriyle kurulan fiil çatısı. edilgen fiil * Gerçek öznesi belli sayılmayan fiil. Türkçede bu fiil -(i)l, bazen de -(i)n- edilgen çatıekleriyle kurulur: yazılmak, oku-n-mak, tanı-n-mak vb. edilgenleşme * Edilgenleşmek durumu. edilgenleşmek * Edilgen duruma gelmek. edilgenleştirme * Edilgenleştirmek işi. edilgenleştirmek * Edilgen duruma getirmek. edilgenlik * Edilgen olma durumu. edilgenlik eki * Fiillerin gerçek öznesini gizleyen yapım eki. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 4
edilgi * Dışarıdan gelip bir şeyde belli bir değişiklik yapan işveya bu işin sonucu, infial. edilgin * Hareketi ve etkisi olmayan, pasif.
* Etkileri alıcıdurumunda olan, munfail, pasif, etkin karşıtı.
* Olayların gidişini etkilemek ve denetlemek için kişinin hiçbir çaba göstermemesi durumu.edilginlik * Edilgin olma durumu. edilme * Edilmek işi veya durumu. edilmek * Etmek fiiline konu olmak, yapılmak. edim * Yapılmış, gerçekleşmişiş,amel, fiil.
* İnsan bilinç ve faaliyetlerinin tek tek davranışları.
* Belirli bir işdurumuyla karşılaştığızaman kişinin yapabildiği davranış.
* Alacaklının isteyebileceği ve borçlunun yapmak zorunda olduğu davranış, ivaz.edimli * Edimi olan. edimsel * Edim niteliğinde olan, gerçek olarak var olan, fiilî, aktüel, gizli ve tasarılıkarşıtı. edinç * Edinilen şey veya şeyler, müktesebat. edinilme * Edinilmek işi. edinilmek * Edinmek işi yapılmak. edinim * Kazanma, iktisap. edinme * Edinmek işi, kazanma, iktisap. edinmek * Kendini (bir şeye) sahip kılmak, kendine sağlamak, iktisap etmek. edinti * Edinilen, kazanılan şey. edip * Edebiyatla uğraşan, edebî eser veren kimse, yazar. edisyon * Basım. editör * Basıcı, yayımcı, naşir, tâbi. editörlük * Basıcılık, yayımcılık. edna * Çok aşağı, en alt düzeyde. edvar * Çağlar, devirler.
* Alaturka müzik kurallarını inceleyen eser.edvar musikisi * Alaturka klâsik müzik. efe * Yiğit, özellikle BatıAnadolu köy yiğidi, zeybek.
* Ağabey.
* Kabadayı.efece * Efe gibi, efeye yakışır (biçimde). efekt * Radyo ve televizyon yayınlarında, tiyatro oyunlarında veya film seslendirmelerinde, hareketleri izlemesi
gereken seslerin tabiî kaynakların dışında, optik, mekanik, kimyasal yöntemlerle gerçekleştirilmesi.efektif * Banknot ve metal sikke. efelek * Lâbada. efeleniş * Efelenmek işi veya biçimi. efelenme * Efelenmek işi. efelenmek * Diklenmek, kafa tutmak. efeleşme * Efeleşmek işi. efeleşmek * Efe durumuna gelmek. efelik * Efe olma durumu.
* Kabadayılık.efelik etmek (veya yapmak) * kabadayılık etmek. efemine * Kadınlara benzeyen veya kadınsıdavranışlar içinde görünen, davranışve kılık kıyafet bakımından kadına
özenen (erkek).efendi * Eğitim görmüşkişi için özel adlardan sonra kullanılan unvan.
* Günümüzde bey unvanından farklı olarak özel adlardan sonra kullanılan ikinci derecede bir unvan.
* Buyruğu yürüyen, sözü geçen kimse.
* Koca.
* Saygıdeğer, ince, çelebi.
* (erkekler için) Seslenme sözü olarak kullanılır.efendi efendi * Uslu uslu. efendi gibi yaşamak * sıkıntısız, varlık içinde yaşamak. efendibaba * Bazıailelerde çocukların babaları, gelinlerin kayınpederleri için kullandıklarısaygısözü. efendice * Efendi gibi, efendiye yaraşır (biçimde). efendiden bir adam * terbiyeli, kibar ve ağırbaşlıkimse. efendilik * Efendi olma durumu, efendiye yakışır davranış. efendim * Bir seslenişkarşısında “buradayım” anlamında kullanılır.
* Anlaşılmayan bir sözü tekrarlatmak veya karşısındakinin ne düşündüğünü sormak için söylenir.
* Nezaket veya saygı için söze katılır.efendim nerede, ben nerede? * “Ben ne diyorum siz ne diyorsunuz” anlamında kullanılır. efendime söyleyeyim * söz söylerken gerekli kelimeyi bulamayan bir kimsenin kullandığı bir söz. efil efil * Saç, giysi gibi hafif şeylerin rüzgârda dalgalanmasını belirtir, ifil ifil. efil efil esmek * yazın rüzgâr yavaşyavaş, serin serin esmek. efil efil etmek * rüzgârda dalgalanmak. efkâr * Eski düşünceler, fikirler.
* Tasa, kaygı.
* Kamuoyu, efkarıumumiye.efkâr basmak * tasalanmak, kaygılanmak. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 5
efkâr dağıtmak * sıkıntıyı gidermek, üzüntüden uzaklaşmak. efkâr etmek * efkârlanmak. efkârıumumiye * Kamuoyu. efkârlanış * Efkârlanmak işi veya biçimi. efkârlanma * Efkârlanmak işi. efkârlanmak * Tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek. efkârlı * Tasalanmış, tasalı, kaygılı. eflâk * Gökler. eflâke ser çekmek * çok yüksek olmak. eflâtun * Açık mor renk.
* Bu renkte olan.eflâtunî * Eflâtun renginde olan.
* Plâtonik.efor * Zihince ve bedence ortaya konan çaba, emek. efradınıcami, ağyarınımani * ne eksik ne fazla; eksiği artığı olmayan. efrat * Bireyler, fertler.
* Erler, erat.efriz * Bkz. friz. efsane * Eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları, olaylarıkonu edinen hayalî hikâye, söylence.
* Gerçeğe dayanmayan, asılsız söz, hikâye vb.efsaneleşme * Efsaneleşmek işi. efsaneleşmek * Efsane durumuna gelmek. efsaneleştirilme * Efsaneleştirilmek işi. efsaneleştirilmek * Efsane niteliği kazandırılmak. efsaneleştirme * Efsaneleştirmek işi. efsaneleştirmek * Efsane durumuna getirmek. efsaneli * Efsanesi olan. efsanevî * Efsanelerde geçen, kendisi için efsaneler düzülen veya efsaneyi andırır nitelikte olan (kimse, hayvan, yer). efsun * Büyü, sihir. efsunkâr * Büyülü, sihirli. efsunlama * Efsunlamak işi. efsunlamak * Büyülemek, büyü yapmak. eften püften * Baştan savma yapılmış, dayanıksız, derme çatma, çürük, değersiz (şey). ege * Bir çocuğu koruyan, işlerine bakan ve her türlü davranışında sorumlu kimse, veli, iye. Egeli * Türkiye’nin batısından, Ege bölgesinden olan (kimse). egemen * Yönetimini hiçbir kısıtlama veya denetime bağlı olmaksızın sürdüren, bağımlı olmayan, hükümran, hâkim.
* Sözünü geçiren, üstünlük kazanan.egemenlik * Egemen olma durumu.
* Milletin ve onun tüzel kişiliği olan devletin yetkilerinin hepsi, hükümranlık, hâkimiyet.eglog * Kısa kır manzumesi, çoban türküsü. ego * Ben. egoist * Bencil, hodbin. egoistlik * Bencil olma durumu. egoizm * Bencillik, hodbinlik. egosantrik * Egosantrizm yanlısı. egosantrizm * Dünyada bireyin benliğini merkez sayan felsefe görüşü, beniçincilik. egotizm * Benlikçilik. egzama * Birdenbire ortaya çıkarak gelişen kızartı, kaşınma, sulanma, kabuk bağlama gibi doku bozukluklarıyla
belirginleşen bir deri hastalığı, mayasıl.egzamalı * Egzaması olan. egzamamsı * Egzamayıandıran. egzersiz * Alıştırma.
* İdman.egzersiz yapmak * alıştırma yapmak. egzistansiyalist * Varoluşçu. egzistansiyalizm * Varoluşçuluk. egzogami * Dışevlilik. egzomorfizm * Dış başkalaşım.