Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük E Sayfa 14

    el bağlamak * saygı için ellerini göbeğinin üstüne kavuşturup durmak.
    * namaza durmak.
    el basmak * kutsal bir şey üzerine el koyarak yemin etmek.
    el bebek gül bebek * nazlı, şımarık.
    el beğenmezse yer beğensin * beğenilmeyen bir kimse olmaktansa ölmek daha iyidir.
    el bende! * tekrarlanan oyunda başlama sırasıveya hakkı bende.
    el bezi * Kurulama ve temizleme işlerinde kullanılan bez.
    el birliği * Bir işyapmak için birleşme, beraberlik, dayanışma.
    el birliği etmek * birlikte davranmak, dayanışmak.
    el bombası * Elde taşınabilen ve pimi çekilerek ateşlenen küçük tip bomba.
    el çabukluğu * Bir işi çabuklukla yapabilme ustalığı.
    * Hilesini kimseye sezdirmeden yapabilme.
    el çantası * Günlük işlerde veya kısa gezilerde kullanılan, içinde özel eşya bulunan kap.
    el çekmek * vazgeçmek.
    el çektirmek (veya çektirilmek) * görevinden uzaklaştırılmak.
    el çırpmak * alkışlamak, tempo tutmak.
    * birini çağırmak için ellerini birbirine vurmak.
    el değirmeni * El gücüyle çalıştırılan ve kahve, baharat gibi şeyleri öğütmeye yarayan bir tür küçük değirmen.
    el değiştirmek * kullanımıveya mülkiyeti bir kimseden başka bir kimseye geçmek.
    el değmemiş * hiç kullanılmamış, dokunulmamış.
    * saflığı bozulmamış.
    el dokunulmak (veya dokunulmamak) * daha önce kullanılmak (veya kullanılmamak), el değmişolmak (veya olmamak).
    el duşu * Yıkanırken elde tutup su püskürtmeye yarayan araç.
    el el üstünde oturmak * herhangi bir işyapmadan, boşoturmak.
    el elde baş başta * elde bulunan her şeyin tükendiğini anlatır.
    el elden üstündür (ta arşa kadar) * bir kimse, kendisinden üstün bir başkasının da olabileceğini bilmelidir.
    el elden üstündür, taa arşa kadar * daha iyi, daha kaliteli, daha uzman kişilerin bulunabileceğini belirtir.
    el ele * Birbirinin elini tutarak.
    el ele vermek * birlikte davranmak, bir konuda birleşmek.
    el elin aynasıdır * insanın her davranışını çevresindekiler açıkça görür.
    el elin eşeğini türkü çağırarak arar * başkaları, insanın kendi sıkıntıve sorunlarına gereken önemi vermez, gerektiği kadar ilgilenmez.
    el emeği * Elde yapılan iş.
    * Bu çalışmanın karşılığı.
    el emeği göz nuru * çok incelik isteyen uzun zaman içerisinde elle yapılıp ortaya çıkarılan güzel eser veya işlerin değerini
    belirtmek için kullanılır.
    el ense çekmek (veya etmek) * güreşte, kolunu hasmın boynuna getirip başparmağı gırtlağa, dört parmağıda enseye geçirerek hasmı
    yıkmak amacıyla çekmek.
    * Yenmek, mağlûp etmek.
    el erimi * Çok uzakta olmayan, elin ulaşabileceği uzaklık.
    el erki * Demokrasi.
    el ermez, güç yetmez * bir işkarşısındaki güçsüzlüğü anlatmak için kullanılır.
    el etek çekilmek * Bkz. el ayak çekilmek.
    el etek öpmek * bir işi yaptırmak için çok yalvarmak.
    * yaltaklanmak.
    el etmek * bir kimseyi el işaretiyle çağırmak.
    el falı * Avuç içindeki çizgilere göre bakılan fal.
    el feneri * Elektrik feneri.
    el freni * Motorlu taşıtlarda el ile çalıştırılan fren.
    * Duran bir taşıtı, bulunduğu yerde sabitleştirmek veya hareket imkânınıengellemek için kullanılan ve elle
    yönetilen fren.
    el frenini çekmek * çalışmasıdurdurulmuş bir motorlu aracın hareketini önlemek için el frenini uygun konuma getirmek.
    el gün * Başkaları, yabancılar.
    el havlusu * El ve yüzü yıkadıktan sonra kurulanmak için kullanılan havlu, yüz havlusu, küçük havlu.
    el için yanma nare, yak çubuğunu bak keyfine * başkalarının derdini kendine sorun yapıp da kendi rahatınıve düzenini bozma.
    el ile (elle) tutulur * çok açık ve belli.
    * somut.
    el ile gelen düğün bayram * bir topluluğun hep birlikte uğradığı bir sıkıntıya yakınmasız katlanılacağınıanlatır.
    el işçiliği * Eşyanın makine kullanmadan yapılan bölümlerine harcanmışişçi emeği.
    el işi * Makine kullanmadan, el emeği ile yapılan iş.
    * Okullarda kâğıt, mukavva, tahta gibi şeylerle yaptırılan çalışmalar.
    el işi kâğıdı * Kesip yapıştırma işlerinde kullanılan bir yüzü parlak renkli kâğıt.
    el kadar * küçük, küçücük.
    el kaldırmak * (biri) oy verdiğini veya söz istediğini elini kaldırarak belirtmek.
    * (birine) vurmaya kalkışmak.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 15

    el kantarı * Bkz. kantar.
    el kapısı * Aile ocağının dışında muhtaç olunan, gelir, geçim sağlayan, başkalarına ait olan yer.
    * Yabancıülke.
    el kapısına düşmek * yabancılara muhtaç olmak.
    el katmak * bir işe karışmak, müdahale etmek.
    * bir işin yapılmasına yardım etmek.
    el kazanıyla aşkaynatmak * başkasının hazırladığı imkânlarıkendi hesabına kullanarak işçevirmek.
    el keseri * Marangozluk işlerinde kullanılan küçük keser.
    el kılavuzu * Herhangi bir konuda basit konularıve bilgileri içeren kitapçık.
    el kızı * Gelin, kadın, eş.
    el kiri * Kolayca vazgeçilir, atalır (şey).
    el kitabı * Herkesin kolaylıkla yararlanması için herhangi bir konuda, pratik amaçlarla hazırlanan kitap.
    el koymak * bir yolsuzluğu ortaya çıkarmak, incelemek, vaziyet etmek.
    * yetkili organ bir malıveya bir kuruluşu kendi buyruğuna almak.
    * (iş) üzerine almak, sorumluluğu üstlenmek.
    el mi yaman bey mi yaman? el yaman! * baştaki ne kadar güçlü görünürse görünsün, asıl gücün halkta olduğunu anlatır.
    el oltası * İzmarit balığı için kullanılan olta.
    el öpenlerin çok olsun * eli öpülenin söylediği bir iyi dilek sözü.
    el öpmek * yaşlıveya saygı gösterilmesi gereken kimselerin sağelinin üstünü önce dudağa, sonra alna götürmek.
    el pençe divan durmak * saygı gösterilen kimse karşısında el kavuşturup ayakta durmak.
    el sabunu * El ve yüzü yıkamak için üretilen salon.
    el sanatları * El tezgâhlarında bir yardımcıaraç kullanarak elle yapılan işlerin hepsi.
    el sıkmak * selâmlaşmak için birinin elini tutmak.
    el sözlüğü * Elde ve cepte taşınabilen küçük sözlük.
    el sürmemek * dokunmamak, değmemek.
    * bir işi yapmak, ilgilenmemek.
    el şakası * Elle yapılan şaka.
    el tası * El, yüz yıkanırken su dökünmek veya içinde sabunlu su hazırlanıp el temizlemekte kullanılan tas.
    el tazelemek * bir işte yorulan kimse yerine başka birini getirmek.
    el telefonu * Cep telefonu.
    el telsizi * Elde taşınabilen küçük menzilli telsiz.
    el topu * Yedi veya on birer kişilik iki takım arasında yalnızca elle oynan, topu karşıtakımın kalesine atmaya dayanan
    oyun, hentbol.
    el tutmak * bir işuzun süre uğraştırmak, vakit kaybettirmek.
    el ulağı * Yardımcı, yamak.
    el ulaklığı * Yamaklık.
    el uzatmak * birinden bir hakkıalmaya kalkışmak.
    * yardım etmek.
    el uzluğu * Ustalık, el alışkanlığı, maharet.
    el üstünde tutmak * bir kimseye çok saygıve sevgi göstermek.
    el vermek * yardım etmek.
    * tarikatlarda mürşit, bir müride, başkalarına yol gösterme izni vermek.
    * halk hekimliği gibi konularda yetki vermek.
    * kâğıt oyunlarında karşıtarafa elde olan veya olmayan sebeple oyun üstünlüğünü tanımak.
    el vurmamak * bir işi yapmaya yanaşmamak ve başlamamak.
    el yatkınlığı * İşe alışmışolma durumu, mümarese.
    * El işlerini yapmakta yetkinlik.
    el yazısı * Elle yazılan yazı.
    el yazması * Yazma kitap.
    * Yazma (şey).
    el yıkamak * o işle olan ilgisini kesmek.
    el yordamı * Elin duyumu ve yardımı ile varlıklarıalgılama.
    el yordamıyla * görmeden, elle yoklayarak.
    elâ * Gözde sarıya çalar kestane rengi.
    * Bu renkte olan.
    elaman * Bezginlik ve sızlanma anlatır.
    elaman çekmek * bezginlik gösterip yakınmak.
    elaman demek * çok bezmek.
    elan * Şimdi, şu anda, hâlâ, henüz, daha.
    elâstik * Elastikî.
    elâstikî * Esnek.
    elâstikiyet * Esneklik.
    elbasan tavası * Önceden haşlanarak hazırlanmışyağsız etin üzerine yoğurt ve çırpılmışyumurta karışımının dökülüp
    fırında pişirilmesiyle yapılan bir yemek.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 8

    eğreti vermek * ödünç vermek.
    eğretileme * İstiare, iğretileme.
    eğretilik * Eğreti olma durumu, iğritilik.
    eğretiye almak * bir yapının alt bölümünü onarmak için üstünü destekler üzerinde durdurmak.
    eğrez * Eğirdir Gölünde yaşayan bir balık.
    eğri * Doğru, düz olmayan, bir noktasında yön değiştiren, çarpık, iğri.
    * Yay gibi kavislenmiş, eğmeçli, mukavves.
    * Yatay veya düşey olmayan, bütünüyle bir yana eğilmiş bulunan, eğik, mail.
    * Yanlış.
    * Bir olayın şiddetindeki azalışve çoğalışları gösteren çizgi.
    * Doğru olmayan (çizgi, yüzey), münhani.
    eğri bakmak (veya eğri gözle bakmak) * kötü düşünce ile bakmak.
    eğri büğrü * Yer yer eğrilmişve bükülmüşolan, çarpık çurpuk.
    eğri çehre * Asık yüz.
    eğri gemi doğru sefer * kullanılan araç yetersiz ama yapılan işisteğe uygun.
    eğri oturup doğru konuşalım * birisine karşıtutumumuz ne olursa olsun doğruyu söylemeliyiz.
    eğri söz * Kötüleme sözü.
    eğri yüz * Aksi, sert (surat).
    eğrice * Az eğri olan.
    eğrice * Sığır sineği, büvelek.
    eğrice * Butların topak etlerinden yapılan pastırma.
    eğrili * Eğrisi olan.
    eğrilik * Eğri olma durumu.
    eğriliş * Eğrilmek işi veya biçimi.
    eğrilme * Eğrilmek işi.
    eğrilmek * Eğri duruma gelmek, iğrilmek.
    eğriltme * Eğriltmek işi.
    eğriltmek * Eğri duruma getirmek.
    eğrim * Burgaç.
    * Eğri, dalgalı.
    eğrim eğrim * Eğri eğri, dalga dalga, eğriler çizerek.
    eğrisi doğrusuna gelmek * olmayacak gibi görünen bir iş, bir girişim, rastlantısonucu olumlu bitmek.
    eğritme * Eğritmek işi.
    eğritmek * Eğriltmek, iğritmek.
    eğriye eğri doğruya doğru * gerçek neyse aynen belirtilmelidir.
    eğsi * Ucu yanmışodun, köseği.
    eh * Olur, peki veya fena değil anlamında kullanılır.
    * Bezginlik anlatır.
    ehem * Çok önemli.
    ehemmiyet * Önem.
    ehemmiyet vermek * önem vermek.
    ehemmiyetli * Önemli, mühim.
    ehemmiyetsiz * Önemsiz.
    ehil * Topluluk, cemaat.
    * Bir işte yetkili olan, bir işi yapan, yeterli, erbap.
    * Karıkocadan her biri, eş.
    * Sahip.
    ehil olmak * ustalaşmak, uzman olmak.
    ehlî * Evcil.
    ehlibeyt * Hz. Muhammed’in kızı, damadıve torunlarından oluşan ailesine verilen ad.
    ehlidil * Gönül eri, kalender, rint.
    ehlihibre * Bilirkişi.
    ehlikeyf * Rahatına düşkün, keyif sahibi.
    ehlîleşme * Evcilleşme.
    ehlîleşmek * Evcilleşmek.
    ehlîleştirilme * Evcilleştirilme.
    ehlîleştirilmek * Evcilleştirilmek.
    ehlîleştirme * Evcilleştirme.
    ehlîleştirmek * Evcilleştirmek.
    ehlisalip * Haçlılar.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 9

    ehlisünnet * Hz. Muhammed’in sünnetini yerine getirenler.
    ehlivukuf * Bilirkişi.
    ehliyet * Üstat, uzluk.
    * Sürücü belgesi.
    ehliyetli * Yeterlikli, yeterli, kifayetli.
    * Ehliyeti olan.
    ehliyetname * Ehliyet, yeterlik belgesi, sürücü belgesi.
    ehliyetsiz * Yetersiz.
    * Ehliyeti olmayan.
    ehliyetsizlik * Ehliyetsiz olma durumu, yetersizlik.
    ehlizevk * Güzel veya çirkin hükmünü verdiren duyguya sahip, zevki olan (kimse).
    ehram * Mısır firavunlarının piramit biçimindeki mezarlarına verilen ad.
    * Piramit.
    ehven * Daha az kötü, yeğ, zararsız.
    * Bkz. ucuz.
    ehven kurtulmak * ucuz kurtulmak.
    ehvenişer * Birkaç kötüden en az kötü olanı, kötünün iyisi.
    ehveniyet * Ehven olma durumu.
    einstenyum * Atom sayısı99 olan, uranyumun sürekli ısınmasıyla veya termonükleer tepkimeler sırasında oluşan yapay
    element. KısaltmasıE.
    ejder * Türlü biçimlerde tasarlanan korkunç bir masal canavarı, ejderha, dragon.
    * Büyük yılan.
    ejder (ejderha) gibi * iri yapılıve korkunç görünüşlü.
    ejderha * Bkz. ejder.
    ejektör * Fışkırtıcı.
    ek * Bir şeyin eksiğini tamamlamak için ona katılan parça.
    * Bir gazete veya derginin günlük yayımından ayrıve ücretsiz olarak verdiği parça, ilâve.
    * Sonradan katılan, dikilen, yapıştırılan parçanın belli olan yeri.
    * İki borunun birbirine birleştirildiği yer.
    * Eklenmiş, katılmış.
    * Kelime türetmek veya kelimenin görevini belirtmek için kullanılan şekil verici ses veya sesler, lâhika.
    -ek * Bkz. -ak / -ek.
    ek bent olmak * şaşırıp ne diyeceğini bilememek.
    ek bileziği * İki boruyu birbirine eklemekte kullanılan bağlantıparçası, manşon.
    ek bütçe * Yıllık bütçeye sonradan eklenen bütçe.
    ek ders * Haftalık mecburî ders yükünün dışında kalan ders.
    ek eylem * Ek fiil.
    ek fiil * İsim, sıfat, zamir gibi isim soyundan kelimelerin yüklem görevinde kullanılmasınısağlayan yardımcıfiil. Bu
    fiilin genişzamanı, şahıs ekleriyle çekilir: çalışkan-ım, çalışkan-sın, çalışkan(-dır) çalışkan-ız, çalışkanlar(lar-dır). Bu
    fiilin belirli, belirsiz geçmişzamanlarıyla şartının çekiminde ek fiil gerektiğinde kullanılabilir: güzeldi (<güzel i-di),
    yorgunmuş(<yorgun i-miş), iyiyse (< iyi i-se) vb.
    ek görev * Devlet dairelerinde bir kimsenin asıl işiyle birlikte yürüttüğü ikinci iş.
    ek kök * Sapın yanlarından çıkan ince kök.
    ek oylum * Camilerde yarım kubbelerin iki veya üç yanında küçük yarım kubbelerle yapılan oylum eklemleri.
    ek ödenek * Aylık ücretlere ek olarak verilen prim veya ikramiye.
    ek tahsisat * Ek ödenek.
    ekâbir * (makamca) Büyükler, devlet büyükleri, ileri gelenler.
    * Kendini beğenmişkimseler için kullanılır.
    ekalliyet * Azınlık.
    ekarte * Saf dışıetmek, konu dışında tutmak anlamındaki ekarte etmek sözünde geçer.
    eke * Büyük, yetişkin, yaşlı, kart.
    * Yaşıküçük olduğu hâlde sözleri ve davranışları büyükmüşgibi olan çocuk.
    ekecek * Tohum.
    ekenek * Ekilen yer, mezraa.
    ekici * Herhangi bir tarım ürününü üreten, tarımla uğraşan (çiftçi).
    ekili * Ekilmişolan, mezru.
    ekilme * Ekilmek işi.
    ekilmek * Ekmek işi yapılmak.
    ekim * Ekmek işi.
    * Yılın 31 gün süren 10. ayı, teşrinievvel.
    ekin * Tahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya kadar aldığıduruma verilen ad.
    * Kültür, hars.
    ekin biti * Bkz. buğday biti.
    ekin iti * Başınıdik tutup herkese yüksekten bakan kimse.
    ekin kargası * Tüyleri parlak, kara ve erguvanî parıltılı bir tür karga (Corvus frugilefus).
    ekinci * Ekin ekip biçmekle uğraşan kimse, çiftçi.
    ekincilik * Ekin ekip biçme işi, tarım.
    ekini belli etmemek * eksik, bozuk, yanlış, kusurlu bir işi sağlam, doğru ve doğal imişgibi gösterme becerisini kanıtlamak.
    ekinlik * Ekin ekilmişyer.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 10

    ekinokok * Et oburların gelişmişdönemlerinde bağırsaklarında yaşayan tenya türü.
    ekinoks * Gün gece eşitliği.
    ekinti * Ekilen şey.
    ekip * Takım, grup, kol.
    * İşçilerin oluşturduğu takım.
    ekip biçmek * tarım yapmak.
    ekipman * Bir kuruluşveya işletmeye gerekli olan eşya.
    -ekle- * Bkz. -akla- / -ekle-.
    eklektik * Seçmecilik yanlısı, seçmeci.
    eklektizm * Seçmecilik.
    eklem * Vücut kemiklerinin uç uca veya kenar kenara gelip birleştiği yer, mafsal.
    eklem bacaklılar * Birbirine eklenmişhalkalardan oluşan böcekler, örümcekler, kabuklular ve çok ayaklılar gibi bölümlere
    ayrılan hayvan sınıfı.
    ekleme * Eklemek işi.
    * Eklenmiş.
    ekleme dişi * Bkz. duvar dişi.
    eklemek * Bir şeyi ekle tamamlamak, ulamak, ilâve etmek.
    * Bir şeyi ek olarak kullanmak.
    eklemeli * Bitişken.
    eklemleme * Eklemlemek işi.
    eklemlemek * Eklemle birleştirmek.
    eklemlenme * Eklemlenmek işi.
    eklemlenmek * Eklemle birleşmek.
    eklemli * Eklemi olan.
    eklemliler * Eklem bacaklılar.
    eklemsiz * Eklemi olmayan.
    eklemsizler * Kolsu ayaklılardan, kavkıçenetleri arasında eklem olmayan bir sınıf.
    eklenme * Eklenmek işi.
    eklenmek * Eklemek işi yapılmak.
    * Ekle tamamlanmak.
    eklenti * Bir şeye eklenmişolan, ek durumunda bulunan parça, aksesuar.
    eklentiler * Herhangi bir yapıya göre ayrı bir işlevi bulunan bölümler veya yapılar, müştemilât.
    ekler * İçi krema ile doldurulmuş bir pasta türü.
    eklesil * Üniversitelerde öğrencilerin ders seçme veya bırakma işlemi.
    ekleşme * Ekleşmek işi.
    ekleşmek * Ek durumuna gelmek.
    ekleştirme * Ekleştirmek işi.
    ekleştirmek * Vurmak, aşk etmek.
    ekletme * Ekletmek işi.
    ekletmek * Eklemek işini yaptırmak.
    ekli * Eklenmişolan, eki olan.
    ekli püklü * Ekli, yamalıve düzensiz.
    ekme * Ekmek işi.
    ekmeden biçilmez * emek vermeden beklenen bir sonuca erişilmez.
    ekmediği yerden biter * umulmayan ve istenilmeyen yerde karşılaşılan kimseler için kullanılır.
    ekmeğinden etmek * işinden çıkarmak, işinden atmak.
    ekmeğinden olmak * geçimini sağlayan işinden mecburî olarak ayrılmak.
    ekmeğine göz koymak (veya dikmek) * birinin geçimini sağlayan işi elinden almaya çalışmak.
    ekmeğine yağsürmek * istenmediği hâlde birinin işine yarayacak biçimde davranmak.
    ekmeğini çıkarmak * çalıştığı işten geçimini karşılayacak kadar kazanç sağlamak.
    ekmeğini kana doğramak * büyük bir sıkıntıve üzüntüye katlanmak.
    ekmeğini kazanmak * geçimini sağlamak.
    ekmeğini taştan çıkarmak * geçimini sağlamakta çok becerikli olmak.
    ekmeğini yemek * birisinin işinde çalışarak kendi geçimini sağlamak.
    * geçim yönünden birisinin yardımından yararlanmak.
    ekmeğiyle oynamak * birinin geçim kaynağınıtehlikeye düşürmek.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 11

    ekmek * Bir bitkiyi üretmek için toprağa tohum atmak veya gömmek.
    * Toprağıekip biçmek için kullanmak.
    * Serpmek.
    * Bir şeyin başlamasına yol açacak sebepleri hazırlamak.
    * Birini uydurma bir sebeple bırakıp gitmek, savuşmak, atlatmak.
    * (para için) Boşuna harcamak, ziyan etmek.
    * Yarışta geçmek.
    ekmek * Çeşitli tahıl unundan yapılmışhamurun fırında, saçta veya tandırda pişirilmesiyle yapılan yiyecek.
    * İnsanı geçindirecek iş, kazanç.
    * Yemek, aş.
    ekmek ağacı * Dutgillerden, sıcak ülkelerde yetişen, meyvesi beyaz etli ve biraz unlu, besleyici bir bitki (Artocarpus
    incisa).
    ekmek aslanın ağzında * geçim sağlayacak bir iş bulmak ve para kazanmak kolay değildir.
    ekmek ayvası * Gevrek ve sulu bir tür ayva.
    ekmek çarpsın * karşısındakini inandırmak için edilen yemin.
    ekmek dolması * Soğan, maydanoz ve baharat karışımının içi boşaltılmışsomun ekmeğe doldurulmasıve pişirilmesi yoluyla
    hazırlanan bir yemek türü.
    ekmek düşmanı * Bir ailede geçimin sağlanmasına katılmayan tüketici durumdaki kişiler.
    ekmek elden, su gölden * kendisi çalışmayıp başkasının kazancıyla geçinme durumu.
    ekmek kadayıfı * Yuvarlak küçük pide biçiminde yapılıp kurutulduktan sonra yumurtaya bulanıp yağda kızartılan bir tür
    kadayıfa, ateşüzerinde koyu şeker şerbeti içirilerek hazırlanan tatlı.
    ekmek kapısı * Geçim sağlayan işyeri.
    ekmek kavgası * Geçim sağlamak için çalışıp uğraşma, geçim savaşı.
    ekmek kaygısı * Geçim sağlamak çabası.
    ekmek küfü * Doğal olarak ekmek, peynir ve benzeri besinler üzerinde gelişen asklımantar (Penicillium crustaceum).
    ekmek mayası * Ekmek yapımında hamurun mayalanmasınısağlayan madde.
    ekmek öpmek * yeminin gücünü artırmak için ekmeği öpüp başa götürmek.
    ekmek parası * Geçimi sağlayan para veya kazanç.
    ekmek tahtası * Ekmeklik hamurun fırına sürülmek üzere hazırlandığıve üzerine konulduğu uzun tahta.
    ekmek tatlısı * Ekmekten yapılan tatlı.
    ekmek ufağı * Ekmek kırıntısı.
    ekmekçi * Ekmek yapan veya satan kimse.
    * Ekmek satılan dükkân.
    ekmekçilik * Ekmek yapma veya satma işi.
    ekmeklik * Ekmek yapmaya yarayan veya ayrılan.
    * İçine ekmek konulan kap.
    * Oyunda hep yenilerek kendisinden para kazanılan kimse.
    ekmeksiz * Ekmeği olmayan.
    * Yiyeceği olmayan.
    * Ekmek olmadan.
    ekol * Okul.
    ekolâli * Bkz. yankıca.
    ekoloji * Çevre bilimi.
    ekolojik * Çevre bilimsel.
    ekolojik ortam * Canlıların aralarındaki bağlantıların, ilişkilerin kurulduğu yer, çevre.
    ekolojist * Çevre bilimci.
    ekonometri * Ekonomik olayların açıklanmasında çok sayıda değişkeni göz önüne alarak ve karşılıklı bağıntılar kurarak,
    teorik çalışmaların deneylerle doğrulanmasınısağlayan matematiksel yöntem.
    ekonomi * İnsanların yaşayabilmek için üretme ve ürettiklerini bölüşme biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğan
    ilişkilerin bütünü, iktisat.
    * Bu ilişkileri inceleyen bilim dalı, iktisat.
    * Aşırıharcamalardan sakınma, iktisat.
    ekonomi coğrafya * Ekonomik olayların yeryüzünde, bir ülkede veya bir bölgede dağılışını inceleyen coğrafya kolu.
    ekonomi politik * İnsan toplumlarında maddî refahın dağıtımınıve insanlar arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişimini konu
    alan bilim dalı.
    ekonomi yapmak * tutumlu davranmak.
    ekonomik * Ekonomi ile ilgili olan, iktisadî.
    * Az masraflı, kazançlı, hesaplı, iktisadî.
    ekonomik ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla ekonomik alanda yaptırım uygulama.
    ekonomik davranmak * tutumlu davranmak.
    ekonomist * Ekonomi uzmanı, iktisatçı.
    ekonomizm * Her şeyin ekonomik sebeplerle belirlendiği ve işçi sınıfımücadelesinin yalnızca ekonomik bir mücadele
    olduğunu ileri süren düşünce akımı.
    ekopraksi * Başkasının yaptığı hareket ve davranışlarıanlamsız olarak tekrarlama, yansıca.
    ekose * Çeşitli renklerde kareli olan (kumaş).
    ekran * Üzerine bir cismin ışık yoluyla görüntüsü düşürülen, saydam olmayan düz yüzey, görüntülük.
    * Beyaz perde, görüntülük.
    * Televizyon camı, görüntülük.
    eksantrik * Dışmerkezli, merkez dışı(olan).
    * Ayrıksı.
    eksantrik mili * Makine parçalarının çalışmasınıyöneten bir tür yuvarlak mil.
    ekselâns * Bakan ve elçiden başlayarak cumhurbaşkanlığına kadar yükselen, yüksek makam sahibi yabancılara verilen
    şeref unvanı.
    * Bu unvanıtaşıyan kimse.
    eksen * Bir cismi iki eşit parçaya bölen çizgi, mihver.
    * Üzerinde bir pozitif yön var sayılan sonsuz doğru.
    * Araba dingili.
    eksen oyuncu * Oyun kurucu.
    eksen ülke * (bir topluluğu veya paktı) Kurucu veya yönlendirici ülke.
    ekser * Büyük çivi, enser.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 12

    ekseri * En çok, en çoğu, çoğu kez.
    ekseriya * Çoğunlukla, çokluk, çoğu kez.
    ekseriyet * Çoğunluk, çokluk.
    ekseriyetle * Genellikle, çoğunlukla, çoklukla.
    eksi * Çıkarma işleminde ” – ” işaretinin adı, nakıs.
    * Sıfırdan küçük, önünde eksi işareti bulunan (sayı), negatif, nakıs, artıkarşıtı.
    eksi sayı * Sıfırdan küçük sayı, negatif sayı.
    eksi uç * Elektrikli ayrıştırmada sıvıya batırılıp akımın geçmesini sağlayan metal uçlardan eksi yüklü olanı, katot.
    * Elektrikle yapılan temizleme, parlatma vb. işlemlerde yer alan eksi yüklü elektrot.
    eksibe * Kum yığını, kumul.
    eksik * Gerekli duyulan, ihtiyaç duyulan (şey), noksan.
    * Bir bölümü olmayan, natamam.
    * Mükemmel olmayan, kusurlu, muallel, sakat.
    * Az.
    eksik artık * Biraz eksik veya fazla olabilir anlamında kullanılır.
    eksik çıkmak * tartıveya ölçünün tam olmadığı görülmek.
    eksik doğmak * vaktinden önce veya organları gelişmeden doğmak.
    eksik etek * Kadın.
    eksik etmemek * her zaman bulundurmak, sürdürmek.
    eksik gedik * Ufak tefek ihtiyaçlar.
    eksik gedik kapamak * gerekli olan ufak tefek ihtiyaçlarıkarşılamak.
    eksik gelmek * yetişmemek, yetmemek.
    eksik olma * “var ol, sağol” gibi hoşnutluk anlatır.
    eksik olmamak * her vakit ve her fırsatta bulunmak.
    eksik olmasın * “sağolsun, var olsun” anlamında birine karşıhoşnutluk bildirir.
    eksik olsun * “gereği yok” anlamında kullanılır.
    * ölsün!.
    eksiklenme * Eksiklenmek işi veya durumu.
    eksiklenmek * Eksiği bulunmak.
    eksikli * Kendisine bir şey gerekli olan, muhtaç.
    * Kadın.
    eksiklik * Eksik olma durumu, eksik olan miktar, noksan, nakısa, fıkdan.
    eksiksiz * Eksiği olmayan, tam, tamam.
    * İyi, namuslu, temiz.
    eksilen * Çıkarma işlemindeki ilk sayı.
    eksiliş * Eksilme işi.
    eksilme * Eksilmek işi, tenakus.
    eksilmek * Azalmak, az duruma gelmek.
    * Bulunmak, var olmak, rastlanmak.
    eksiltilme * Eksiltilmek işi.
    eksiltilmek * Eksiltilmek işine veya durumuna konu olmak.
    eksiltme * Eksiltmek işi.
    * Bir işin kimin tarafından daha ucuz yapılacağının anlaşılması için istekliler arasında açılan fiyat kırma işi,
    münakaşa, ihale.
    eksiltmek * Eksik duruma getirmek, sayısınıazaltmak.
    eksiltmeye çıkarılmak * bir iş, istekliler arasında en uygun olana bırakılmak için hazırlanıp sunulmak, ihaleye çıkarılmak.
    eksin * Anyon.
    ekskavatör * Kazımakinesi kazaratar, kazmaç.
    eksper * Bilirkişi, uzman.
    eksperimantalizm * Deneyselcilik.
    eksperlik * Bilirkişinin görevi, uzmanlık.
    ekspertiz * Eksperlerce yapılan inceleme, keşif, muayene.
    ekspertiz raporu * Eksperler tarafından yapılan inceleme sonunda hazırlanan rapor.
    ekspoze * Bir yere sunulan bildiri özeti.
    ekspozisyon * Sergi.
    ekspres * Yalnız büyük duraklarda duran, büyük iskelelere uğrayan ve çok hızlı giden tren, uçak veya gemi.
    * İvedilikle, çabuk yapılan (şey).
    * (posta ile yollanan, hızla yerine gitmesi istenilen şeyler için) Özel ulak.
    ekspres yol * Taşıtların hızlarınıkesmeden gidebileceği genişlikte, gidişve gelişyönleri bölünmüşyol.
    ekspresyonist * Dışa vurumcu.
    ekspresyonizm * Dışa vurumculuk.
    ekstra * En iyi, üstün nitelikli (tür).
    * Fazladan, alışılan ve gerekenden başka.
    ekstrafor * Giysilerin etek, kol, yaka parçalarına, perdelerin ucuna geçirilen seyrek dokunmuşketen şerit.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 13

    ekstrasistol * Kalp ve damarlarda normal iki kasılma arasında oluşan fazladan kasılma.
    ekstre * Hesap özeti veya dökümü.
    * Öz, hülâsa.
    ekstrem * En uç, en son.
    * Aşırı, müfrit.
    ekşi * Sirke veya limon tadında olan.
    * Bu tadıveren şey.
    ekşi elma * Sert, sulu ve şeker oranıdüşük bir tür elma.
    ekşi kiraz * Vişne.
    ekşi limon * Ekşiliği fazla olan ham limon.
    ekşi maya * Bir önceki ekşi veya mayalıhamurdan alınıp bir süre fermente edildikten sonra yeni yapılmış bir hamuru
    mayalamak amacıyla kullanılan maya.
    ekşi surat * Küskünlük veya hoşnutsuzluk anlatan yüz.
    ekşi yonca * Ekşi yoncagillerden, çok yıllık otsu bitki (Oxalis acetosella).
    ekşi yoncagiller * İki çeneklilerden yapraklarında kuzukulağıasidi bulunan bir bitki familyası.
    ekşi yüz * Ekşi surat.
    ekşikulak * Kuzukulağı.
    ekşili * İçinde ekşisi bulunan.
    ekşili çorba * Nohut, dövme, kırmızımercimek, patlıcan, sumak ekşisi, sarmısak, yağve baharat kullanılarak hazırlanan
    bir çorba türü.
    ekşilik * Ekşi olma durumu veya ekşi tat.
    ekşime * Ekşimek işi.
    ekşimek * Ekşi duruma gelmek.
    * Mayalanmak.
    * Utanmak, mahcup olmak.
    * Sırnaşmak, ısrar etmek.
    * Surat asmak.
    ekşimik * Yağıalınmışsütten yapılan peynir, kesmik, çökelek.
    ekşimsi * Tadıekşiye çalan.
    * Buruk.
    ekşimtırak * Az ekşi.
    ekşitilme * Ekşitilmek işi.
    ekşitilmek * Ekşitmek işi yapılmak.
    ekşitme * Ekşitmek işi.
    ekşitmek * Ekşimesine yol açmak.
    ekti * Her yiyeceği canı çeken.
    * Başkalarının sırtından geçinen, asalak, tufeylî.
    * Anasıölüp başka bir koyuna alıştırılan veya elle beslenen koyun.
    * Arsız, yüzsüz, görgüsüz.
    * Cimri, pinti, görmemiş.
    * Anasıve babası olmayan veya atılmış, bırakılmışçocuk.
    ekti püktüler * Bir eve dadanan asalak kimseler.
    ektilik * Ekti olma durumu.
    ektirme * Ektirmek işi.
    ektirmek * Ekmek işini yaptırmak.
    ektoderm * Bkz. dışderi.
    ekü * Ortak pazar ülkelerince kabul edilen para birimi.
    ekvator * Yer yuvarının eksenine dik olarak geçtiği ve yer yuvarını iki eşit parçaya böldüğü var sayılan en büyük
    çember, eşlek.
    ekvatoral * Ekvatorla ilgili eşleksel.
    * Yıldızların açılım ve yükselimini ölçmekte kullanılan dürbün.
    ekzotermik * Isıveren.
    el * Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve işyapmaya yarayan bölümü.
    * Aracı, vasıta.
    * (iyelik ekleriyle veya bazıdeyimlerde) Sahiplik, mülkiyet.
    * Kez, defa.
    * İskambil oyunlarında kâğıt atma sırası.
    * Yönetim, baskı, etki.
    * Bazınesne ve araçların tutmaya yarayan bölümü.
    * Elle yapılan.
    el * Yabancı, yakınların dışında kalan kimse.
    * Ülke, yurt, il.
    * Halk, ahali.
    * Oba, aşiret.
    -el * Bkz. -al / -el.
    el açmak * dilenmek.
    * başkasının yardımını isteyecek durumda olmak.
    * Bkz. kâğıt açmak.
    el adamı * Yabancıkimse.
    el âlem * Herkes, el gün, yabancılar.
    el alışkanlığı * Bir işveya hareketin birçok kez yapılması ile kazanılan özellik, ustalık, maharet.
    el almak * tarikatlarda bir mürit, mürşidinden, başkalarına yol gösterme iznini almak.
    * bir sanatıyapmak için ustanın iznini almak.
    * kâğıt oyunlarında karşıtarafın oynadığıkâğıdın daha önemlisini oynayarak üstünlük sağlamak.
    el altında * kolayca alınabilecek yerde, hazırda.
    el altından * gizlice.
    el arabası * Elle sürülen, taş, toprak gibi şeyleri taşımaya yarayan, tek tekerlekli ve iki kollu küçük araba.
    el arıdüşman gayreti * dosta düşmana karşıküçük düşmemek için.
    el atmak * birisinin işine karışmak, müdahale etmek.
    * bir işe girişmek, teşebbüs etmek.
    el ayak (veya el etek) çekilmek * ortalıkta hiç kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek.
    el ayası * Elin, bilekle parmaklar arasındaki iç bölümü.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 2

    ebucehil karpuzu * Kabakgillerden, elma büyüklüğündeki meyvesi çok acıve iç sürdürücü, ishal yapıcı bir bitki, acıhıyar, acı
    elma, it hıyarı(Citrullus colocynthis).
    Ebussuut Efendinin gelini gibi * eskiye bağlanıp pek kapalı giyinen kız veya kadın için alay yollu söylenir.
    Ebussuut Efendinin torunu * eskiye çok bağlı, tutucu olanlar için kullanılır.
    ebülyoskop * Cisimlerin kaynama sıcaklığınıtespit etmeye yarayan cihaz.
    ecdat * Dedeler, atalar.
    ece * Güzel kadın, kraliçe.
    -ecek * Bkz. -acak / -ecek.
    ecel * Hayatın sonu, ölüm zamanı.
    ecel aman verirse * ömür yeterse, ölmezsem.
    ecel beşiği * Çok tehlikeli taşıt veya geçit.
    ecel geldi cihana, başağrısı bahane * ölümün herkes için kaçınılmaz bir olay olduğunu anlatır.
    ecel şerbeti içmek * ölmek.
    ecel teri * “Çok korkmak, çok sıkılmak veya bunalım geçirmek” anlamında ecel teri (veya terleri) dökmek deyiminde
    geçer.
    ecel teri dökmek * aşırıkorkudan terlemek, ölüm duygusuna kapılmak.
    ecele çare bulunmaz * çaresiz gibi görünen her güç işin bir çıkar yolu vardır.
    eceli gelen köpek cami duvarına siyer * herkesin üzerine titrediği, kutsal saydığışeyi kötüleyen, bozan kimse kötü sonucuna katlanır.
    eceli gelmek * ölümü veya yok olmasıkaçınılmaz duruma gelmek.
    eceline susamak * ölmek istermişgibi tehlikeli işlere girişmek.
    eceliyle ölmek * olağan sayılan herhangi bir biçimde ölmek.
    -ecen * Fiilden sıfat türeten ek: sevecen, evecen vb.
    ecinni * Cin.
    ecinniler top oynuyor * bomboş, kimse yok, ıssız ve sessiz.
    ecir * Sevap.
    * Ücret.
    * Ücretle çalışan kimse.
    * İşçi, amele.
    ecir sabır dilemek * başsağlığıdilemek.
    ecirlik * Ecir olma durumu.
    eciş bücüş * Hiçbir yeri düzgün olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan, çarpık çurpuk, eğri büğrü.
    ecnebi * Başka devlet uyruğunda olan (kimse), yabancı.
    * (sıfat tamlamalarında) Başka devlet.
    ecnebilik * Yabancı olma durumu.
    ecu * Bkz. ekü.
    ecza * Kimyasal yollarla elde edilen, ilâç yapmaya yarayan veya sanayide türlü işlerde kullanılan maddelerin genel
    adı.
    ecza çantası * Acil durumlarda kullanılmak üzere arabada veya evde bulundurulan ve pansuman için gerekli ilâç ile
    malzemenin konulduğu çanta.
    ecza dolabı * İçinde gerekli ilâçların ve aletlerin bulunduğu özel olarak yaptırılan küçük dolap.
    ecza kutusu * İlâç kutusu.
    eczacı * İlâç yapan veya hazır ilâçlarısatan diplomalıkimse.
    eczacıkalfası * Eczacının yardımcısı.
    eczacılık * İlâçların hazırlanmasıyla uğraşan uygulamalı bilim.
    * Eczacının mesleği veya görevi.
    eczahane * İlâçların yapıldığıve satıldığıyer.
    eczalı * Kimyasal madde ile kaplanmış, karıştırılmış, işlem görmüş.
    * İçi kimyasal madde ile doldurulmuşmermi atan ateşli silâh.
    eczalıpamuk * Steril duruma getirilmişpamuk.
    eczane * Bkz. eczahane.
    eczasız * Eczası olmayan.
    -eç * Bkz. -aç / -eç.
    eçhel * Çok cahil, çok bilgisiz olan.
    eda * Davranış, tavır.
    * Naz, işve.
    * Anlatışyolu.
    eda * Verme, ödeme.
    * (namaz için) Kılma yerine getirme.
    eda etmek * borcunu ödemek.
    * namaz kılmak.
    edalı * Herhangi bir biçim ve görünüşlü olan.
    * Tavırlarıhoşolan; nazlı, işveli.
    edat * Bir kelimeden sonra gelerek o kelime ile diğer ögeler arasında ilgi kuran kelime, ilgeç.
    edat grubu * Edat tümleci.
    edat tümleci * Genellikle bir zarf tümleci görevinde kullanılan ve ismin edatla oluşturduğu kelime grubu, edatlıtümleç.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 3

    edatlı * Edat bulunduran.
    edatlıtümleç * Edatla kurulmuştümleç.
    ede * Büyük erkek kardeş, ağabey.
    edebî * Edebiyatla ilgili, edebiyata ilişkin.
    edebî eser * Edebiyatta sanat değeri taşıyan değişik edebiyat türlerinde kaleme alınmışeserlerin her biri.
    edebî sanat * Edebî sanatların her biri.
    edebî sanatlar * Edebiyatta anlatımızenginleştirmek, renklendirmek ve daha çarpıcıhâle getirmek için temelde benzetme
    esasına dayalısöz ve manaya bağlıanlatım inceliği ve özelliği.
    edebikelâm * Söylenmesi kaba, çirkin ve sakıncalınesnelerin veya kavramların değişik sözlerle daha uygun ve edepli bir
    biçimde anlatılması, örtmece.
    edebini takınmak * edepli davranmaya başlamak.
    edebiyat * Olay, düşünce, duygu ve imajların dil aracılığı ile biçimlendirilmesi sanatı, yazın, literatür.
    * Bir bilim kolunun türlü konularıüzerine yazılmışyazıve eserlerin hepsi, literatür.
    * İçten olmayan, gereksiz, boşsözler.
    edebiyat bilimi * Edebiyatın içinde yer alan konularısosyoloji, psikoloji gibi bilim dallarının yöntemlerini de kullanarak
    araştıran, inceleyen, irdeleyen ve tahlil eden bilim dalı.
    edebiyat tarihi * Bütün edebî hareketleri, dönemleri, yazar ve şairleri, dil ve üslûp özelliklerini açıklayan bilim dalıveya
    kitap.
    edebiyat yapmak * bir konu üzerinde gereksiz yere süslü sözler söylemek.
    edebiyatça * Edebiyata uygun, edebiyata benzer.
    edebiyatçı * Edebiyatla uğraşan kimse.
    * Edebiyat dersi okutan öğretmen.
    edebiyatçılık * Edebiyatla uğraşma işi.
    edebiyatsever * Edebiyata tutkun.
    edememe * Edememek durumu.
    edememek * Rahat olamamak; kendinde bir eksiklik duymak; geçinememek.
    edep * Toplum töresine uygun davranma, incelik.
    edep etmek * utanmak, sıkılmak.
    edep yahu! * açık saçık söz söyleyenlere karşı”utan!”, “edebini takın” anlamında kullanılan söz.
    edep yeri * İnsanlarda üreme organlarının bulunduğu yer, ut yeri.
    edepleniş * Edeplenmek işi veya biçimi.
    edeplenme * Edeplenmek işi veya durumu.
    edeplenmek * Uslanmak, ince ve terbiyeli olmak.
    edepli * Uslu, ince, terbiyeli, müeddep, uygun.
    edepli edepli * Uslu olarak, uslu uslu.
    edepsiz * Utanılacak işleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz, sıkılmaz, terbiyesiz.
    * Sakınılacak kötü (kimse),şirret.
    edepsiz edepsiz * Edepsize yakışır biçimde.
    edepsizce * Terbiyesizce, utanmadan.
    edepsizleşme * Edepsizleşmek işi.
    edepsizleşmek * Edepsizce davranışlarda bulunmak, terbiyesizleşmek.
    edepsizlik * Utanmazlık, sıkılmazlık, terbiyesizlik, şirretlik.
    edeptir söylemesi * affedersiniz, söylemesi ayıptır ama.
    eder * Fiyat, paha.
    edevat * Bir işiçin gerekli olan malzemelerin, parçaların tümü.
    Edi * Birbiriyle iyi anlaşan iki yaşlının baş başa kalışınıanlatan Edi ile Büdü, Şakire Dudu sözünde geçer.
    edi * İşyapma veya yapılan iş.
    edibane * Terbiyeli, nazik.
    * Edebiyatçıya yakışır biçimde.
    edik * Yumuşak ve renkli sahtiyandan yapılmışyarım konçlu lâpçın.
    * Kısa çizme.
    edilgen * Sözde özneyle kullanılan veya öznesi dolaylıyolla belirtilen fiil, meçhul, pasif, etken karşıtı.
    edilgen çatı * Çoğu kez -(i)l- bazen de -(i)n- çatıekleriyle kurulan fiil çatısı.
    edilgen fiil * Gerçek öznesi belli sayılmayan fiil. Türkçede bu fiil -(i)l, bazen de -(i)n- edilgen çatıekleriyle kurulur: yazılmak, oku-n-mak, tanı-n-mak vb.
    edilgenleşme * Edilgenleşmek durumu.
    edilgenleşmek * Edilgen duruma gelmek.
    edilgenleştirme * Edilgenleştirmek işi.
    edilgenleştirmek * Edilgen duruma getirmek.
    edilgenlik * Edilgen olma durumu.
    edilgenlik eki * Fiillerin gerçek öznesini gizleyen yapım eki.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 4

    edilgi * Dışarıdan gelip bir şeyde belli bir değişiklik yapan işveya bu işin sonucu, infial.
    edilgin * Hareketi ve etkisi olmayan, pasif.
    * Etkileri alıcıdurumunda olan, munfail, pasif, etkin karşıtı.
    * Olayların gidişini etkilemek ve denetlemek için kişinin hiçbir çaba göstermemesi durumu.
    edilginlik * Edilgin olma durumu.
    edilme * Edilmek işi veya durumu.
    edilmek * Etmek fiiline konu olmak, yapılmak.
    edim * Yapılmış, gerçekleşmişiş,amel, fiil.
    * İnsan bilinç ve faaliyetlerinin tek tek davranışları.
    * Belirli bir işdurumuyla karşılaştığızaman kişinin yapabildiği davranış.
    * Alacaklının isteyebileceği ve borçlunun yapmak zorunda olduğu davranış, ivaz.
    edimli * Edimi olan.
    edimsel * Edim niteliğinde olan, gerçek olarak var olan, fiilî, aktüel, gizli ve tasarılıkarşıtı.
    edinç * Edinilen şey veya şeyler, müktesebat.
    edinilme * Edinilmek işi.
    edinilmek * Edinmek işi yapılmak.
    edinim * Kazanma, iktisap.
    edinme * Edinmek işi, kazanma, iktisap.
    edinmek * Kendini (bir şeye) sahip kılmak, kendine sağlamak, iktisap etmek.
    edinti * Edinilen, kazanılan şey.
    edip * Edebiyatla uğraşan, edebî eser veren kimse, yazar.
    edisyon * Basım.
    editör * Basıcı, yayımcı, naşir, tâbi.
    editörlük * Basıcılık, yayımcılık.
    edna * Çok aşağı, en alt düzeyde.
    edvar * Çağlar, devirler.
    * Alaturka müzik kurallarını inceleyen eser.
    edvar musikisi * Alaturka klâsik müzik.
    efe * Yiğit, özellikle BatıAnadolu köy yiğidi, zeybek.
    * Ağabey.
    * Kabadayı.
    efece * Efe gibi, efeye yakışır (biçimde).
    efekt * Radyo ve televizyon yayınlarında, tiyatro oyunlarında veya film seslendirmelerinde, hareketleri izlemesi
    gereken seslerin tabiî kaynakların dışında, optik, mekanik, kimyasal yöntemlerle gerçekleştirilmesi.
    efektif * Banknot ve metal sikke.
    efelek * Lâbada.
    efeleniş * Efelenmek işi veya biçimi.
    efelenme * Efelenmek işi.
    efelenmek * Diklenmek, kafa tutmak.
    efeleşme * Efeleşmek işi.
    efeleşmek * Efe durumuna gelmek.
    efelik * Efe olma durumu.
    * Kabadayılık.
    efelik etmek (veya yapmak) * kabadayılık etmek.
    efemine * Kadınlara benzeyen veya kadınsıdavranışlar içinde görünen, davranışve kılık kıyafet bakımından kadına
    özenen (erkek).
    efendi * Eğitim görmüşkişi için özel adlardan sonra kullanılan unvan.
    * Günümüzde bey unvanından farklı olarak özel adlardan sonra kullanılan ikinci derecede bir unvan.
    * Buyruğu yürüyen, sözü geçen kimse.
    * Koca.
    * Saygıdeğer, ince, çelebi.
    * (erkekler için) Seslenme sözü olarak kullanılır.
    efendi efendi * Uslu uslu.
    efendi gibi yaşamak * sıkıntısız, varlık içinde yaşamak.
    efendibaba * Bazıailelerde çocukların babaları, gelinlerin kayınpederleri için kullandıklarısaygısözü.
    efendice * Efendi gibi, efendiye yaraşır (biçimde).
    efendiden bir adam * terbiyeli, kibar ve ağırbaşlıkimse.
    efendilik * Efendi olma durumu, efendiye yakışır davranış.
    efendim * Bir seslenişkarşısında “buradayım” anlamında kullanılır.
    * Anlaşılmayan bir sözü tekrarlatmak veya karşısındakinin ne düşündüğünü sormak için söylenir.
    * Nezaket veya saygı için söze katılır.
    efendim nerede, ben nerede? * “Ben ne diyorum siz ne diyorsunuz” anlamında kullanılır.
    efendime söyleyeyim * söz söylerken gerekli kelimeyi bulamayan bir kimsenin kullandığı bir söz.
    efil efil * Saç, giysi gibi hafif şeylerin rüzgârda dalgalanmasını belirtir, ifil ifil.
    efil efil esmek * yazın rüzgâr yavaşyavaş, serin serin esmek.
    efil efil etmek * rüzgârda dalgalanmak.
    efkâr * Eski düşünceler, fikirler.
    * Tasa, kaygı.
    * Kamuoyu, efkarıumumiye.
    efkâr basmak * tasalanmak, kaygılanmak.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 5

    efkâr dağıtmak * sıkıntıyı gidermek, üzüntüden uzaklaşmak.
    efkâr etmek * efkârlanmak.
    efkârıumumiye * Kamuoyu.
    efkârlanış * Efkârlanmak işi veya biçimi.
    efkârlanma * Efkârlanmak işi.
    efkârlanmak * Tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek.
    efkârlı * Tasalanmış, tasalı, kaygılı.
    eflâk * Gökler.
    eflâke ser çekmek * çok yüksek olmak.
    eflâtun * Açık mor renk.
    * Bu renkte olan.
    eflâtunî * Eflâtun renginde olan.
    * Plâtonik.
    efor * Zihince ve bedence ortaya konan çaba, emek.
    efradınıcami, ağyarınımani * ne eksik ne fazla; eksiği artığı olmayan.
    efrat * Bireyler, fertler.
    * Erler, erat.
    efriz * Bkz. friz.
    efsane * Eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları, olaylarıkonu edinen hayalî hikâye, söylence.
    * Gerçeğe dayanmayan, asılsız söz, hikâye vb.
    efsaneleşme * Efsaneleşmek işi.
    efsaneleşmek * Efsane durumuna gelmek.
    efsaneleştirilme * Efsaneleştirilmek işi.
    efsaneleştirilmek * Efsane niteliği kazandırılmak.
    efsaneleştirme * Efsaneleştirmek işi.
    efsaneleştirmek * Efsane durumuna getirmek.
    efsaneli * Efsanesi olan.
    efsanevî * Efsanelerde geçen, kendisi için efsaneler düzülen veya efsaneyi andırır nitelikte olan (kimse, hayvan, yer).
    efsun * Büyü, sihir.
    efsunkâr * Büyülü, sihirli.
    efsunlama * Efsunlamak işi.
    efsunlamak * Büyülemek, büyü yapmak.
    eften püften * Baştan savma yapılmış, dayanıksız, derme çatma, çürük, değersiz (şey).
    ege * Bir çocuğu koruyan, işlerine bakan ve her türlü davranışında sorumlu kimse, veli, iye.
    Egeli * Türkiye’nin batısından, Ege bölgesinden olan (kimse).
    egemen * Yönetimini hiçbir kısıtlama veya denetime bağlı olmaksızın sürdüren, bağımlı olmayan, hükümran, hâkim.
    * Sözünü geçiren, üstünlük kazanan.
    egemenlik * Egemen olma durumu.
    * Milletin ve onun tüzel kişiliği olan devletin yetkilerinin hepsi, hükümranlık, hâkimiyet.
    eglog * Kısa kır manzumesi, çoban türküsü.
    ego * Ben.
    egoist * Bencil, hodbin.
    egoistlik * Bencil olma durumu.
    egoizm * Bencillik, hodbinlik.
    egosantrik * Egosantrizm yanlısı.
    egosantrizm * Dünyada bireyin benliğini merkez sayan felsefe görüşü, beniçincilik.
    egotizm * Benlikçilik.
    egzama * Birdenbire ortaya çıkarak gelişen kızartı, kaşınma, sulanma, kabuk bağlama gibi doku bozukluklarıyla
    belirginleşen bir deri hastalığı, mayasıl.
    egzamalı * Egzaması olan.
    egzamamsı * Egzamayıandıran.
    egzersiz * Alıştırma.
    * İdman.
    egzersiz yapmak * alıştırma yapmak.
    egzistansiyalist * Varoluşçu.
    egzistansiyalizm * Varoluşçuluk.
    egzogami * Dışevlilik.
    egzomorfizm * Dış başkalaşım.