eğreti vermek | * ödünç vermek. |
eğretileme | * İstiare, iğretileme. |
eğretilik | * Eğreti olma durumu, iğritilik. |
eğretiye almak | * bir yapının alt bölümünü onarmak için üstünü destekler üzerinde durdurmak. |
eğrez | * Eğirdir Gölünde yaşayan bir balık. |
eğri | * Doğru, düz olmayan, bir noktasında yön değiştiren, çarpık, iğri. * Yay gibi kavislenmiş, eğmeçli, mukavves. * Yatay veya düşey olmayan, bütünüyle bir yana eğilmiş bulunan, eğik, mail. * Yanlış. * Bir olayın şiddetindeki azalışve çoğalışları gösteren çizgi. * Doğru olmayan (çizgi, yüzey), münhani. |
eğri bakmak (veya eğri gözle bakmak) | * kötü düşünce ile bakmak. |
eğri büğrü | * Yer yer eğrilmişve bükülmüşolan, çarpık çurpuk. |
eğri çehre | * Asık yüz. |
eğri gemi doğru sefer | * kullanılan araç yetersiz ama yapılan işisteğe uygun. |
eğri oturup doğru konuşalım | * birisine karşıtutumumuz ne olursa olsun doğruyu söylemeliyiz. |
eğri söz | * Kötüleme sözü. |
eğri yüz | * Aksi, sert (surat). |
eğrice | * Az eğri olan. |
eğrice | * Sığır sineği, büvelek. |
eğrice | * Butların topak etlerinden yapılan pastırma. |
eğrili | * Eğrisi olan. |
eğrilik | * Eğri olma durumu. |
eğriliş | * Eğrilmek işi veya biçimi. |
eğrilme | * Eğrilmek işi. |
eğrilmek | * Eğri duruma gelmek, iğrilmek. |
eğriltme | * Eğriltmek işi. |
eğriltmek | * Eğri duruma getirmek. |
eğrim | * Burgaç. * Eğri, dalgalı. |
eğrim eğrim | * Eğri eğri, dalga dalga, eğriler çizerek. |
eğrisi doğrusuna gelmek | * olmayacak gibi görünen bir iş, bir girişim, rastlantısonucu olumlu bitmek. |
eğritme | * Eğritmek işi. |
eğritmek | * Eğriltmek, iğritmek. |
eğriye eğri doğruya doğru | * gerçek neyse aynen belirtilmelidir. |
eğsi | * Ucu yanmışodun, köseği. |
eh | * Olur, peki veya fena değil anlamında kullanılır. * Bezginlik anlatır. |
ehem | * Çok önemli. |
ehemmiyet | * Önem. |
ehemmiyet vermek | * önem vermek. |
ehemmiyetli | * Önemli, mühim. |
ehemmiyetsiz | * Önemsiz. |
ehil | * Topluluk, cemaat. * Bir işte yetkili olan, bir işi yapan, yeterli, erbap. * Karıkocadan her biri, eş. * Sahip. |
ehil olmak | * ustalaşmak, uzman olmak. |
ehlî | * Evcil. |
ehlibeyt | * Hz. Muhammed’in kızı, damadıve torunlarından oluşan ailesine verilen ad. |
ehlidil | * Gönül eri, kalender, rint. |
ehlihibre | * Bilirkişi. |
ehlikeyf | * Rahatına düşkün, keyif sahibi. |
ehlîleşme | * Evcilleşme. |
ehlîleşmek | * Evcilleşmek. |
ehlîleştirilme | * Evcilleştirilme. |
ehlîleştirilmek | * Evcilleştirilmek. |
ehlîleştirme | * Evcilleştirme. |
ehlîleştirmek | * Evcilleştirmek. |
ehlisalip | * Haçlılar. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük E Sayfa 8
-
Türkçe Sözlük E Sayfa 9
ehlisünnet * Hz. Muhammed’in sünnetini yerine getirenler. ehlivukuf * Bilirkişi. ehliyet * Üstat, uzluk.
* Sürücü belgesi.ehliyetli * Yeterlikli, yeterli, kifayetli.
* Ehliyeti olan.ehliyetname * Ehliyet, yeterlik belgesi, sürücü belgesi. ehliyetsiz * Yetersiz.
* Ehliyeti olmayan.ehliyetsizlik * Ehliyetsiz olma durumu, yetersizlik. ehlizevk * Güzel veya çirkin hükmünü verdiren duyguya sahip, zevki olan (kimse). ehram * Mısır firavunlarının piramit biçimindeki mezarlarına verilen ad.
* Piramit.ehven * Daha az kötü, yeğ, zararsız.
* Bkz. ucuz.ehven kurtulmak * ucuz kurtulmak. ehvenişer * Birkaç kötüden en az kötü olanı, kötünün iyisi. ehveniyet * Ehven olma durumu. einstenyum * Atom sayısı99 olan, uranyumun sürekli ısınmasıyla veya termonükleer tepkimeler sırasında oluşan yapay
element. KısaltmasıE.ejder * Türlü biçimlerde tasarlanan korkunç bir masal canavarı, ejderha, dragon.
* Büyük yılan.ejder (ejderha) gibi * iri yapılıve korkunç görünüşlü. ejderha * Bkz. ejder. ejektör * Fışkırtıcı. ek * Bir şeyin eksiğini tamamlamak için ona katılan parça.
* Bir gazete veya derginin günlük yayımından ayrıve ücretsiz olarak verdiği parça, ilâve.
* Sonradan katılan, dikilen, yapıştırılan parçanın belli olan yeri.
* İki borunun birbirine birleştirildiği yer.
* Eklenmiş, katılmış.
* Kelime türetmek veya kelimenin görevini belirtmek için kullanılan şekil verici ses veya sesler, lâhika.-ek * Bkz. -ak / -ek. ek bent olmak * şaşırıp ne diyeceğini bilememek. ek bileziği * İki boruyu birbirine eklemekte kullanılan bağlantıparçası, manşon. ek bütçe * Yıllık bütçeye sonradan eklenen bütçe. ek ders * Haftalık mecburî ders yükünün dışında kalan ders. ek eylem * Ek fiil. ek fiil * İsim, sıfat, zamir gibi isim soyundan kelimelerin yüklem görevinde kullanılmasınısağlayan yardımcıfiil. Bu
fiilin genişzamanı, şahıs ekleriyle çekilir: çalışkan-ım, çalışkan-sın, çalışkan(-dır) çalışkan-ız, çalışkanlar(lar-dır). Bu
fiilin belirli, belirsiz geçmişzamanlarıyla şartının çekiminde ek fiil gerektiğinde kullanılabilir: güzeldi (<güzel i-di),
yorgunmuş(<yorgun i-miş), iyiyse (< iyi i-se) vb.ek görev * Devlet dairelerinde bir kimsenin asıl işiyle birlikte yürüttüğü ikinci iş. ek kök * Sapın yanlarından çıkan ince kök. ek oylum * Camilerde yarım kubbelerin iki veya üç yanında küçük yarım kubbelerle yapılan oylum eklemleri. ek ödenek * Aylık ücretlere ek olarak verilen prim veya ikramiye. ek tahsisat * Ek ödenek. ekâbir * (makamca) Büyükler, devlet büyükleri, ileri gelenler.
* Kendini beğenmişkimseler için kullanılır.ekalliyet * Azınlık. ekarte * Saf dışıetmek, konu dışında tutmak anlamındaki ekarte etmek sözünde geçer. eke * Büyük, yetişkin, yaşlı, kart.
* Yaşıküçük olduğu hâlde sözleri ve davranışları büyükmüşgibi olan çocuk.ekecek * Tohum. ekenek * Ekilen yer, mezraa. ekici * Herhangi bir tarım ürününü üreten, tarımla uğraşan (çiftçi). ekili * Ekilmişolan, mezru. ekilme * Ekilmek işi. ekilmek * Ekmek işi yapılmak. ekim * Ekmek işi.
* Yılın 31 gün süren 10. ayı, teşrinievvel.ekin * Tahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya kadar aldığıduruma verilen ad.
* Kültür, hars.ekin biti * Bkz. buğday biti. ekin iti * Başınıdik tutup herkese yüksekten bakan kimse. ekin kargası * Tüyleri parlak, kara ve erguvanî parıltılı bir tür karga (Corvus frugilefus). ekinci * Ekin ekip biçmekle uğraşan kimse, çiftçi. ekincilik * Ekin ekip biçme işi, tarım. ekini belli etmemek * eksik, bozuk, yanlış, kusurlu bir işi sağlam, doğru ve doğal imişgibi gösterme becerisini kanıtlamak. ekinlik * Ekin ekilmişyer. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 10
ekinokok * Et oburların gelişmişdönemlerinde bağırsaklarında yaşayan tenya türü. ekinoks * Gün gece eşitliği. ekinti * Ekilen şey. ekip * Takım, grup, kol.
* İşçilerin oluşturduğu takım.ekip biçmek * tarım yapmak. ekipman * Bir kuruluşveya işletmeye gerekli olan eşya. -ekle- * Bkz. -akla- / -ekle-. eklektik * Seçmecilik yanlısı, seçmeci. eklektizm * Seçmecilik. eklem * Vücut kemiklerinin uç uca veya kenar kenara gelip birleştiği yer, mafsal. eklem bacaklılar * Birbirine eklenmişhalkalardan oluşan böcekler, örümcekler, kabuklular ve çok ayaklılar gibi bölümlere
ayrılan hayvan sınıfı.ekleme * Eklemek işi.
* Eklenmiş.ekleme dişi * Bkz. duvar dişi. eklemek * Bir şeyi ekle tamamlamak, ulamak, ilâve etmek.
* Bir şeyi ek olarak kullanmak.eklemeli * Bitişken. eklemleme * Eklemlemek işi. eklemlemek * Eklemle birleştirmek. eklemlenme * Eklemlenmek işi. eklemlenmek * Eklemle birleşmek. eklemli * Eklemi olan. eklemliler * Eklem bacaklılar. eklemsiz * Eklemi olmayan. eklemsizler * Kolsu ayaklılardan, kavkıçenetleri arasında eklem olmayan bir sınıf. eklenme * Eklenmek işi. eklenmek * Eklemek işi yapılmak.
* Ekle tamamlanmak.eklenti * Bir şeye eklenmişolan, ek durumunda bulunan parça, aksesuar. eklentiler * Herhangi bir yapıya göre ayrı bir işlevi bulunan bölümler veya yapılar, müştemilât. ekler * İçi krema ile doldurulmuş bir pasta türü. eklesil * Üniversitelerde öğrencilerin ders seçme veya bırakma işlemi. ekleşme * Ekleşmek işi. ekleşmek * Ek durumuna gelmek. ekleştirme * Ekleştirmek işi. ekleştirmek * Vurmak, aşk etmek. ekletme * Ekletmek işi. ekletmek * Eklemek işini yaptırmak. ekli * Eklenmişolan, eki olan. ekli püklü * Ekli, yamalıve düzensiz. ekme * Ekmek işi. ekmeden biçilmez * emek vermeden beklenen bir sonuca erişilmez. ekmediği yerden biter * umulmayan ve istenilmeyen yerde karşılaşılan kimseler için kullanılır. ekmeğinden etmek * işinden çıkarmak, işinden atmak. ekmeğinden olmak * geçimini sağlayan işinden mecburî olarak ayrılmak. ekmeğine göz koymak (veya dikmek) * birinin geçimini sağlayan işi elinden almaya çalışmak. ekmeğine yağsürmek * istenmediği hâlde birinin işine yarayacak biçimde davranmak. ekmeğini çıkarmak * çalıştığı işten geçimini karşılayacak kadar kazanç sağlamak. ekmeğini kana doğramak * büyük bir sıkıntıve üzüntüye katlanmak. ekmeğini kazanmak * geçimini sağlamak. ekmeğini taştan çıkarmak * geçimini sağlamakta çok becerikli olmak. ekmeğini yemek * birisinin işinde çalışarak kendi geçimini sağlamak.
* geçim yönünden birisinin yardımından yararlanmak.ekmeğiyle oynamak * birinin geçim kaynağınıtehlikeye düşürmek. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 11
ekmek * Bir bitkiyi üretmek için toprağa tohum atmak veya gömmek.
* Toprağıekip biçmek için kullanmak.
* Serpmek.
* Bir şeyin başlamasına yol açacak sebepleri hazırlamak.
* Birini uydurma bir sebeple bırakıp gitmek, savuşmak, atlatmak.
* (para için) Boşuna harcamak, ziyan etmek.
* Yarışta geçmek.ekmek * Çeşitli tahıl unundan yapılmışhamurun fırında, saçta veya tandırda pişirilmesiyle yapılan yiyecek.
* İnsanı geçindirecek iş, kazanç.
* Yemek, aş.ekmek ağacı * Dutgillerden, sıcak ülkelerde yetişen, meyvesi beyaz etli ve biraz unlu, besleyici bir bitki (Artocarpus
incisa).ekmek aslanın ağzında * geçim sağlayacak bir iş bulmak ve para kazanmak kolay değildir. ekmek ayvası * Gevrek ve sulu bir tür ayva. ekmek çarpsın * karşısındakini inandırmak için edilen yemin. ekmek dolması * Soğan, maydanoz ve baharat karışımının içi boşaltılmışsomun ekmeğe doldurulmasıve pişirilmesi yoluyla
hazırlanan bir yemek türü.ekmek düşmanı * Bir ailede geçimin sağlanmasına katılmayan tüketici durumdaki kişiler. ekmek elden, su gölden * kendisi çalışmayıp başkasının kazancıyla geçinme durumu. ekmek kadayıfı * Yuvarlak küçük pide biçiminde yapılıp kurutulduktan sonra yumurtaya bulanıp yağda kızartılan bir tür
kadayıfa, ateşüzerinde koyu şeker şerbeti içirilerek hazırlanan tatlı.ekmek kapısı * Geçim sağlayan işyeri. ekmek kavgası * Geçim sağlamak için çalışıp uğraşma, geçim savaşı. ekmek kaygısı * Geçim sağlamak çabası. ekmek küfü * Doğal olarak ekmek, peynir ve benzeri besinler üzerinde gelişen asklımantar (Penicillium crustaceum). ekmek mayası * Ekmek yapımında hamurun mayalanmasınısağlayan madde. ekmek öpmek * yeminin gücünü artırmak için ekmeği öpüp başa götürmek. ekmek parası * Geçimi sağlayan para veya kazanç. ekmek tahtası * Ekmeklik hamurun fırına sürülmek üzere hazırlandığıve üzerine konulduğu uzun tahta. ekmek tatlısı * Ekmekten yapılan tatlı. ekmek ufağı * Ekmek kırıntısı. ekmekçi * Ekmek yapan veya satan kimse.
* Ekmek satılan dükkân.ekmekçilik * Ekmek yapma veya satma işi. ekmeklik * Ekmek yapmaya yarayan veya ayrılan.
* İçine ekmek konulan kap.
* Oyunda hep yenilerek kendisinden para kazanılan kimse.ekmeksiz * Ekmeği olmayan.
* Yiyeceği olmayan.
* Ekmek olmadan.ekol * Okul. ekolâli * Bkz. yankıca. ekoloji * Çevre bilimi. ekolojik * Çevre bilimsel. ekolojik ortam * Canlıların aralarındaki bağlantıların, ilişkilerin kurulduğu yer, çevre. ekolojist * Çevre bilimci. ekonometri * Ekonomik olayların açıklanmasında çok sayıda değişkeni göz önüne alarak ve karşılıklı bağıntılar kurarak,
teorik çalışmaların deneylerle doğrulanmasınısağlayan matematiksel yöntem.ekonomi * İnsanların yaşayabilmek için üretme ve ürettiklerini bölüşme biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğan
ilişkilerin bütünü, iktisat.
* Bu ilişkileri inceleyen bilim dalı, iktisat.
* Aşırıharcamalardan sakınma, iktisat.ekonomi coğrafya * Ekonomik olayların yeryüzünde, bir ülkede veya bir bölgede dağılışını inceleyen coğrafya kolu. ekonomi politik * İnsan toplumlarında maddî refahın dağıtımınıve insanlar arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişimini konu
alan bilim dalı.ekonomi yapmak * tutumlu davranmak. ekonomik * Ekonomi ile ilgili olan, iktisadî.
* Az masraflı, kazançlı, hesaplı, iktisadî.ekonomik ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla ekonomik alanda yaptırım uygulama. ekonomik davranmak * tutumlu davranmak. ekonomist * Ekonomi uzmanı, iktisatçı. ekonomizm * Her şeyin ekonomik sebeplerle belirlendiği ve işçi sınıfımücadelesinin yalnızca ekonomik bir mücadele
olduğunu ileri süren düşünce akımı.ekopraksi * Başkasının yaptığı hareket ve davranışlarıanlamsız olarak tekrarlama, yansıca. ekose * Çeşitli renklerde kareli olan (kumaş). ekran * Üzerine bir cismin ışık yoluyla görüntüsü düşürülen, saydam olmayan düz yüzey, görüntülük.
* Beyaz perde, görüntülük.
* Televizyon camı, görüntülük.eksantrik * Dışmerkezli, merkez dışı(olan).
* Ayrıksı.eksantrik mili * Makine parçalarının çalışmasınıyöneten bir tür yuvarlak mil. ekselâns * Bakan ve elçiden başlayarak cumhurbaşkanlığına kadar yükselen, yüksek makam sahibi yabancılara verilen
şeref unvanı.
* Bu unvanıtaşıyan kimse.eksen * Bir cismi iki eşit parçaya bölen çizgi, mihver.
* Üzerinde bir pozitif yön var sayılan sonsuz doğru.
* Araba dingili.eksen oyuncu * Oyun kurucu. eksen ülke * (bir topluluğu veya paktı) Kurucu veya yönlendirici ülke. ekser * Büyük çivi, enser. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 12
ekseri * En çok, en çoğu, çoğu kez. ekseriya * Çoğunlukla, çokluk, çoğu kez. ekseriyet * Çoğunluk, çokluk. ekseriyetle * Genellikle, çoğunlukla, çoklukla. eksi * Çıkarma işleminde ” – ” işaretinin adı, nakıs.
* Sıfırdan küçük, önünde eksi işareti bulunan (sayı), negatif, nakıs, artıkarşıtı.eksi sayı * Sıfırdan küçük sayı, negatif sayı. eksi uç * Elektrikli ayrıştırmada sıvıya batırılıp akımın geçmesini sağlayan metal uçlardan eksi yüklü olanı, katot.
* Elektrikle yapılan temizleme, parlatma vb. işlemlerde yer alan eksi yüklü elektrot.eksibe * Kum yığını, kumul. eksik * Gerekli duyulan, ihtiyaç duyulan (şey), noksan.
* Bir bölümü olmayan, natamam.
* Mükemmel olmayan, kusurlu, muallel, sakat.
* Az.eksik artık * Biraz eksik veya fazla olabilir anlamında kullanılır. eksik çıkmak * tartıveya ölçünün tam olmadığı görülmek. eksik doğmak * vaktinden önce veya organları gelişmeden doğmak. eksik etek * Kadın. eksik etmemek * her zaman bulundurmak, sürdürmek. eksik gedik * Ufak tefek ihtiyaçlar. eksik gedik kapamak * gerekli olan ufak tefek ihtiyaçlarıkarşılamak. eksik gelmek * yetişmemek, yetmemek. eksik olma * “var ol, sağol” gibi hoşnutluk anlatır. eksik olmamak * her vakit ve her fırsatta bulunmak. eksik olmasın * “sağolsun, var olsun” anlamında birine karşıhoşnutluk bildirir. eksik olsun * “gereği yok” anlamında kullanılır.
* ölsün!.eksiklenme * Eksiklenmek işi veya durumu. eksiklenmek * Eksiği bulunmak. eksikli * Kendisine bir şey gerekli olan, muhtaç.
* Kadın.eksiklik * Eksik olma durumu, eksik olan miktar, noksan, nakısa, fıkdan. eksiksiz * Eksiği olmayan, tam, tamam.
* İyi, namuslu, temiz.eksilen * Çıkarma işlemindeki ilk sayı. eksiliş * Eksilme işi. eksilme * Eksilmek işi, tenakus. eksilmek * Azalmak, az duruma gelmek.
* Bulunmak, var olmak, rastlanmak.eksiltilme * Eksiltilmek işi. eksiltilmek * Eksiltilmek işine veya durumuna konu olmak. eksiltme * Eksiltmek işi.
* Bir işin kimin tarafından daha ucuz yapılacağının anlaşılması için istekliler arasında açılan fiyat kırma işi,
münakaşa, ihale.eksiltmek * Eksik duruma getirmek, sayısınıazaltmak. eksiltmeye çıkarılmak * bir iş, istekliler arasında en uygun olana bırakılmak için hazırlanıp sunulmak, ihaleye çıkarılmak. eksin * Anyon. ekskavatör * Kazımakinesi kazaratar, kazmaç. eksper * Bilirkişi, uzman. eksperimantalizm * Deneyselcilik. eksperlik * Bilirkişinin görevi, uzmanlık. ekspertiz * Eksperlerce yapılan inceleme, keşif, muayene. ekspertiz raporu * Eksperler tarafından yapılan inceleme sonunda hazırlanan rapor. ekspoze * Bir yere sunulan bildiri özeti. ekspozisyon * Sergi. ekspres * Yalnız büyük duraklarda duran, büyük iskelelere uğrayan ve çok hızlı giden tren, uçak veya gemi.
* İvedilikle, çabuk yapılan (şey).
* (posta ile yollanan, hızla yerine gitmesi istenilen şeyler için) Özel ulak.ekspres yol * Taşıtların hızlarınıkesmeden gidebileceği genişlikte, gidişve gelişyönleri bölünmüşyol. ekspresyonist * Dışa vurumcu. ekspresyonizm * Dışa vurumculuk. ekstra * En iyi, üstün nitelikli (tür).
* Fazladan, alışılan ve gerekenden başka.ekstrafor * Giysilerin etek, kol, yaka parçalarına, perdelerin ucuna geçirilen seyrek dokunmuşketen şerit. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 13
ekstrasistol * Kalp ve damarlarda normal iki kasılma arasında oluşan fazladan kasılma. ekstre * Hesap özeti veya dökümü.
* Öz, hülâsa.ekstrem * En uç, en son.
* Aşırı, müfrit.ekşi * Sirke veya limon tadında olan.
* Bu tadıveren şey.ekşi elma * Sert, sulu ve şeker oranıdüşük bir tür elma. ekşi kiraz * Vişne. ekşi limon * Ekşiliği fazla olan ham limon. ekşi maya * Bir önceki ekşi veya mayalıhamurdan alınıp bir süre fermente edildikten sonra yeni yapılmış bir hamuru
mayalamak amacıyla kullanılan maya.ekşi surat * Küskünlük veya hoşnutsuzluk anlatan yüz. ekşi yonca * Ekşi yoncagillerden, çok yıllık otsu bitki (Oxalis acetosella). ekşi yoncagiller * İki çeneklilerden yapraklarında kuzukulağıasidi bulunan bir bitki familyası. ekşi yüz * Ekşi surat. ekşikulak * Kuzukulağı. ekşili * İçinde ekşisi bulunan. ekşili çorba * Nohut, dövme, kırmızımercimek, patlıcan, sumak ekşisi, sarmısak, yağve baharat kullanılarak hazırlanan
bir çorba türü.ekşilik * Ekşi olma durumu veya ekşi tat. ekşime * Ekşimek işi. ekşimek * Ekşi duruma gelmek.
* Mayalanmak.
* Utanmak, mahcup olmak.
* Sırnaşmak, ısrar etmek.
* Surat asmak.ekşimik * Yağıalınmışsütten yapılan peynir, kesmik, çökelek. ekşimsi * Tadıekşiye çalan.
* Buruk.ekşimtırak * Az ekşi. ekşitilme * Ekşitilmek işi. ekşitilmek * Ekşitmek işi yapılmak. ekşitme * Ekşitmek işi. ekşitmek * Ekşimesine yol açmak. ekti * Her yiyeceği canı çeken.
* Başkalarının sırtından geçinen, asalak, tufeylî.
* Anasıölüp başka bir koyuna alıştırılan veya elle beslenen koyun.
* Arsız, yüzsüz, görgüsüz.
* Cimri, pinti, görmemiş.
* Anasıve babası olmayan veya atılmış, bırakılmışçocuk.ekti püktüler * Bir eve dadanan asalak kimseler. ektilik * Ekti olma durumu. ektirme * Ektirmek işi. ektirmek * Ekmek işini yaptırmak. ektoderm * Bkz. dışderi. ekü * Ortak pazar ülkelerince kabul edilen para birimi. ekvator * Yer yuvarının eksenine dik olarak geçtiği ve yer yuvarını iki eşit parçaya böldüğü var sayılan en büyük
çember, eşlek.ekvatoral * Ekvatorla ilgili eşleksel.
* Yıldızların açılım ve yükselimini ölçmekte kullanılan dürbün.ekzotermik * Isıveren. el * Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve işyapmaya yarayan bölümü.
* Aracı, vasıta.
* (iyelik ekleriyle veya bazıdeyimlerde) Sahiplik, mülkiyet.
* Kez, defa.
* İskambil oyunlarında kâğıt atma sırası.
* Yönetim, baskı, etki.
* Bazınesne ve araçların tutmaya yarayan bölümü.
* Elle yapılan.el * Yabancı, yakınların dışında kalan kimse.
* Ülke, yurt, il.
* Halk, ahali.
* Oba, aşiret.-el * Bkz. -al / -el. el açmak * dilenmek.
* başkasının yardımını isteyecek durumda olmak.
* Bkz. kâğıt açmak.el adamı * Yabancıkimse. el âlem * Herkes, el gün, yabancılar. el alışkanlığı * Bir işveya hareketin birçok kez yapılması ile kazanılan özellik, ustalık, maharet. el almak * tarikatlarda bir mürit, mürşidinden, başkalarına yol gösterme iznini almak.
* bir sanatıyapmak için ustanın iznini almak.
* kâğıt oyunlarında karşıtarafın oynadığıkâğıdın daha önemlisini oynayarak üstünlük sağlamak.el altında * kolayca alınabilecek yerde, hazırda. el altından * gizlice. el arabası * Elle sürülen, taş, toprak gibi şeyleri taşımaya yarayan, tek tekerlekli ve iki kollu küçük araba. el arıdüşman gayreti * dosta düşmana karşıküçük düşmemek için. el atmak * birisinin işine karışmak, müdahale etmek.
* bir işe girişmek, teşebbüs etmek.el ayak (veya el etek) çekilmek * ortalıkta hiç kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek. el ayası * Elin, bilekle parmaklar arasındaki iç bölümü. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 14
el bağlamak * saygı için ellerini göbeğinin üstüne kavuşturup durmak.
* namaza durmak.el basmak * kutsal bir şey üzerine el koyarak yemin etmek. el bebek gül bebek * nazlı, şımarık. el beğenmezse yer beğensin * beğenilmeyen bir kimse olmaktansa ölmek daha iyidir. el bende! * tekrarlanan oyunda başlama sırasıveya hakkı bende. el bezi * Kurulama ve temizleme işlerinde kullanılan bez. el birliği * Bir işyapmak için birleşme, beraberlik, dayanışma. el birliği etmek * birlikte davranmak, dayanışmak. el bombası * Elde taşınabilen ve pimi çekilerek ateşlenen küçük tip bomba. el çabukluğu * Bir işi çabuklukla yapabilme ustalığı.
* Hilesini kimseye sezdirmeden yapabilme.el çantası * Günlük işlerde veya kısa gezilerde kullanılan, içinde özel eşya bulunan kap. el çekmek * vazgeçmek. el çektirmek (veya çektirilmek) * görevinden uzaklaştırılmak. el çırpmak * alkışlamak, tempo tutmak.
* birini çağırmak için ellerini birbirine vurmak.el değirmeni * El gücüyle çalıştırılan ve kahve, baharat gibi şeyleri öğütmeye yarayan bir tür küçük değirmen. el değiştirmek * kullanımıveya mülkiyeti bir kimseden başka bir kimseye geçmek. el değmemiş * hiç kullanılmamış, dokunulmamış.
* saflığı bozulmamış.el dokunulmak (veya dokunulmamak) * daha önce kullanılmak (veya kullanılmamak), el değmişolmak (veya olmamak). el duşu * Yıkanırken elde tutup su püskürtmeye yarayan araç. el el üstünde oturmak * herhangi bir işyapmadan, boşoturmak. el elde baş başta * elde bulunan her şeyin tükendiğini anlatır. el elden üstündür (ta arşa kadar) * bir kimse, kendisinden üstün bir başkasının da olabileceğini bilmelidir. el elden üstündür, taa arşa kadar * daha iyi, daha kaliteli, daha uzman kişilerin bulunabileceğini belirtir. el ele * Birbirinin elini tutarak. el ele vermek * birlikte davranmak, bir konuda birleşmek. el elin aynasıdır * insanın her davranışını çevresindekiler açıkça görür. el elin eşeğini türkü çağırarak arar * başkaları, insanın kendi sıkıntıve sorunlarına gereken önemi vermez, gerektiği kadar ilgilenmez. el emeği * Elde yapılan iş.
* Bu çalışmanın karşılığı.el emeği göz nuru * çok incelik isteyen uzun zaman içerisinde elle yapılıp ortaya çıkarılan güzel eser veya işlerin değerini
belirtmek için kullanılır.el ense çekmek (veya etmek) * güreşte, kolunu hasmın boynuna getirip başparmağı gırtlağa, dört parmağıda enseye geçirerek hasmı
yıkmak amacıyla çekmek.
* Yenmek, mağlûp etmek.el erimi * Çok uzakta olmayan, elin ulaşabileceği uzaklık. el erki * Demokrasi. el ermez, güç yetmez * bir işkarşısındaki güçsüzlüğü anlatmak için kullanılır. el etek çekilmek * Bkz. el ayak çekilmek. el etek öpmek * bir işi yaptırmak için çok yalvarmak.
* yaltaklanmak.el etmek * bir kimseyi el işaretiyle çağırmak. el falı * Avuç içindeki çizgilere göre bakılan fal. el feneri * Elektrik feneri. el freni * Motorlu taşıtlarda el ile çalıştırılan fren.
* Duran bir taşıtı, bulunduğu yerde sabitleştirmek veya hareket imkânınıengellemek için kullanılan ve elle
yönetilen fren.el frenini çekmek * çalışmasıdurdurulmuş bir motorlu aracın hareketini önlemek için el frenini uygun konuma getirmek. el gün * Başkaları, yabancılar. el havlusu * El ve yüzü yıkadıktan sonra kurulanmak için kullanılan havlu, yüz havlusu, küçük havlu. el için yanma nare, yak çubuğunu bak keyfine * başkalarının derdini kendine sorun yapıp da kendi rahatınıve düzenini bozma. el ile (elle) tutulur * çok açık ve belli.
* somut.el ile gelen düğün bayram * bir topluluğun hep birlikte uğradığı bir sıkıntıya yakınmasız katlanılacağınıanlatır. el işçiliği * Eşyanın makine kullanmadan yapılan bölümlerine harcanmışişçi emeği. el işi * Makine kullanmadan, el emeği ile yapılan iş.
* Okullarda kâğıt, mukavva, tahta gibi şeylerle yaptırılan çalışmalar.el işi kâğıdı * Kesip yapıştırma işlerinde kullanılan bir yüzü parlak renkli kâğıt. el kadar * küçük, küçücük. el kaldırmak * (biri) oy verdiğini veya söz istediğini elini kaldırarak belirtmek.
* (birine) vurmaya kalkışmak. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 15
el kantarı * Bkz. kantar. el kapısı * Aile ocağının dışında muhtaç olunan, gelir, geçim sağlayan, başkalarına ait olan yer.
* Yabancıülke.el kapısına düşmek * yabancılara muhtaç olmak. el katmak * bir işe karışmak, müdahale etmek.
* bir işin yapılmasına yardım etmek.el kazanıyla aşkaynatmak * başkasının hazırladığı imkânlarıkendi hesabına kullanarak işçevirmek. el keseri * Marangozluk işlerinde kullanılan küçük keser. el kılavuzu * Herhangi bir konuda basit konularıve bilgileri içeren kitapçık. el kızı * Gelin, kadın, eş. el kiri * Kolayca vazgeçilir, atalır (şey). el kitabı * Herkesin kolaylıkla yararlanması için herhangi bir konuda, pratik amaçlarla hazırlanan kitap. el koymak * bir yolsuzluğu ortaya çıkarmak, incelemek, vaziyet etmek.
* yetkili organ bir malıveya bir kuruluşu kendi buyruğuna almak.
* (iş) üzerine almak, sorumluluğu üstlenmek.el mi yaman bey mi yaman? el yaman! * baştaki ne kadar güçlü görünürse görünsün, asıl gücün halkta olduğunu anlatır. el oltası * İzmarit balığı için kullanılan olta. el öpenlerin çok olsun * eli öpülenin söylediği bir iyi dilek sözü. el öpmek * yaşlıveya saygı gösterilmesi gereken kimselerin sağelinin üstünü önce dudağa, sonra alna götürmek. el pençe divan durmak * saygı gösterilen kimse karşısında el kavuşturup ayakta durmak. el sabunu * El ve yüzü yıkamak için üretilen salon. el sanatları * El tezgâhlarında bir yardımcıaraç kullanarak elle yapılan işlerin hepsi. el sıkmak * selâmlaşmak için birinin elini tutmak. el sözlüğü * Elde ve cepte taşınabilen küçük sözlük. el sürmemek * dokunmamak, değmemek.
* bir işi yapmak, ilgilenmemek.el şakası * Elle yapılan şaka. el tası * El, yüz yıkanırken su dökünmek veya içinde sabunlu su hazırlanıp el temizlemekte kullanılan tas. el tazelemek * bir işte yorulan kimse yerine başka birini getirmek. el telefonu * Cep telefonu. el telsizi * Elde taşınabilen küçük menzilli telsiz. el topu * Yedi veya on birer kişilik iki takım arasında yalnızca elle oynan, topu karşıtakımın kalesine atmaya dayanan
oyun, hentbol.el tutmak * bir işuzun süre uğraştırmak, vakit kaybettirmek. el ulağı * Yardımcı, yamak. el ulaklığı * Yamaklık. el uzatmak * birinden bir hakkıalmaya kalkışmak.
* yardım etmek.el uzluğu * Ustalık, el alışkanlığı, maharet. el üstünde tutmak * bir kimseye çok saygıve sevgi göstermek. el vermek * yardım etmek.
* tarikatlarda mürşit, bir müride, başkalarına yol gösterme izni vermek.
* halk hekimliği gibi konularda yetki vermek.
* kâğıt oyunlarında karşıtarafa elde olan veya olmayan sebeple oyun üstünlüğünü tanımak.el vurmamak * bir işi yapmaya yanaşmamak ve başlamamak. el yatkınlığı * İşe alışmışolma durumu, mümarese.
* El işlerini yapmakta yetkinlik.el yazısı * Elle yazılan yazı. el yazması * Yazma kitap.
* Yazma (şey).el yıkamak * o işle olan ilgisini kesmek. el yordamı * Elin duyumu ve yardımı ile varlıklarıalgılama. el yordamıyla * görmeden, elle yoklayarak. elâ * Gözde sarıya çalar kestane rengi.
* Bu renkte olan.elaman * Bezginlik ve sızlanma anlatır. elaman çekmek * bezginlik gösterip yakınmak. elaman demek * çok bezmek. elan * Şimdi, şu anda, hâlâ, henüz, daha. elâstik * Elastikî. elâstikî * Esnek. elâstikiyet * Esneklik. elbasan tavası * Önceden haşlanarak hazırlanmışyağsız etin üzerine yoğurt ve çırpılmışyumurta karışımının dökülüp
fırında pişirilmesiyle yapılan bir yemek. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 5
efkâr dağıtmak * sıkıntıyı gidermek, üzüntüden uzaklaşmak. efkâr etmek * efkârlanmak. efkârıumumiye * Kamuoyu. efkârlanış * Efkârlanmak işi veya biçimi. efkârlanma * Efkârlanmak işi. efkârlanmak * Tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek. efkârlı * Tasalanmış, tasalı, kaygılı. eflâk * Gökler. eflâke ser çekmek * çok yüksek olmak. eflâtun * Açık mor renk.
* Bu renkte olan.eflâtunî * Eflâtun renginde olan.
* Plâtonik.efor * Zihince ve bedence ortaya konan çaba, emek. efradınıcami, ağyarınımani * ne eksik ne fazla; eksiği artığı olmayan. efrat * Bireyler, fertler.
* Erler, erat.efriz * Bkz. friz. efsane * Eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları, olaylarıkonu edinen hayalî hikâye, söylence.
* Gerçeğe dayanmayan, asılsız söz, hikâye vb.efsaneleşme * Efsaneleşmek işi. efsaneleşmek * Efsane durumuna gelmek. efsaneleştirilme * Efsaneleştirilmek işi. efsaneleştirilmek * Efsane niteliği kazandırılmak. efsaneleştirme * Efsaneleştirmek işi. efsaneleştirmek * Efsane durumuna getirmek. efsaneli * Efsanesi olan. efsanevî * Efsanelerde geçen, kendisi için efsaneler düzülen veya efsaneyi andırır nitelikte olan (kimse, hayvan, yer). efsun * Büyü, sihir. efsunkâr * Büyülü, sihirli. efsunlama * Efsunlamak işi. efsunlamak * Büyülemek, büyü yapmak. eften püften * Baştan savma yapılmış, dayanıksız, derme çatma, çürük, değersiz (şey). ege * Bir çocuğu koruyan, işlerine bakan ve her türlü davranışında sorumlu kimse, veli, iye. Egeli * Türkiye’nin batısından, Ege bölgesinden olan (kimse). egemen * Yönetimini hiçbir kısıtlama veya denetime bağlı olmaksızın sürdüren, bağımlı olmayan, hükümran, hâkim.
* Sözünü geçiren, üstünlük kazanan.egemenlik * Egemen olma durumu.
* Milletin ve onun tüzel kişiliği olan devletin yetkilerinin hepsi, hükümranlık, hâkimiyet.eglog * Kısa kır manzumesi, çoban türküsü. ego * Ben. egoist * Bencil, hodbin. egoistlik * Bencil olma durumu. egoizm * Bencillik, hodbinlik. egosantrik * Egosantrizm yanlısı. egosantrizm * Dünyada bireyin benliğini merkez sayan felsefe görüşü, beniçincilik. egotizm * Benlikçilik. egzama * Birdenbire ortaya çıkarak gelişen kızartı, kaşınma, sulanma, kabuk bağlama gibi doku bozukluklarıyla
belirginleşen bir deri hastalığı, mayasıl.egzamalı * Egzaması olan. egzamamsı * Egzamayıandıran. egzersiz * Alıştırma.
* İdman.egzersiz yapmak * alıştırma yapmak. egzistansiyalist * Varoluşçu. egzistansiyalizm * Varoluşçuluk. egzogami * Dışevlilik. egzomorfizm * Dış başkalaşım. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 6
egzotik * Uzak, yabancıülkelerle ilgili, bu ülkelerden getirilmiş, yabancıl. egzotik çorba * Ana malzemesi; deniz kırlangıcı, kaplumbağa vb. deniz ürünleri olan bir çorba türü. egzotizm * Bir eserde uzak, yabancıülkelerle ilgili olayları, kişileri, yöresel görüşleri yansıtma, yabancıllık. egzoz * İçten yanmalımotorlarda yanan akaryakıt gazıve bu gazın boşaltılması.
* Bu gazın atılmasınısağlayan düzen.
* Susturucu.egzoz gazı * Egzozdan atılan gaz. egzozcu * İçten yanmalımotorlarda egzoz düzenini yapan veya onaran usta. eğdiriş * Eğdirmek işi veya biçimi. eğdirme * Eğdirmek işi. eğdirmek * Eğik duruma getirmek. eğe * Göğüs kafesini oluşturan, arkadan omurgaya, önden de göğüs kemiğine eklenen uzun, yassıve eğri
kemiklerden her biri, kaburga.eğe * Madenleri, tahtayıvb. yi yontmak, düzeltmek, perdahlamak için kullanılan, üzeri pürtüklü, sert, ensiz, çelik
araç.eğeleme * Eğelemek işi. eğelemek * Eğe ile düzleştirmek, aşındırmak. -eğen * Bkz. -ağan / -eğen. eğer * Şart anlamını güçlendirmek için şartlıcümlelerin başına getirilir, şayet. eğiç * Yemişkoparırken dallarıçekmeye veya kovandan bal almaya yarayan araç. eğik * Yatay bir çizgi veya düzlemle açı oluşturacak biçimde olan, mail, meyil, şev.
* Bükülmüş.
* Dik veya paralel olmayan doğru.eğik biçme * Ekseni tabanına dikey olmayan biçme. eğik çizgi * Düz olmayan çizgi. eğik düzlem * Bir cismi yükseğe çıkarmak için gerekli gücü ayarlamada kullanılan eğik, düz yüzey. eğik silindir * Ekseni tabanına dikey olmayan silindir. eğiklik * Eğik olma durumu, eğim, yamukluk, meyil.
* Bir düzlem üzerinde hareket eden bir gök cismine ilişkin yörünge düzleminin, tutuluma bakışdoğrultusuna
dik düzleme veya belirtilmişherhangi bir düzleme göre yaptığı açı.eğilim * Bir şeyi sevmeye, istemeye veya yapmaya içten yönelme, meyil, temayül.
* Para piyasalarında zamanla oluşan değişim, alım satım işlemleriyle ilgili inişçıkışseyri.eğilimli * Eğilimi olan, istekli, meyyal, mail. eğiliş * Eğilmek işi veya biçimi. eğilme * Eğilmek işi.
* Bir doğrunun, bir başka doğruya (veya düzleme) göre eğik olması.
* Yerin manyetik alanında bulunan serbest mıknatıslı bir iğnenin doğrultusu ile yatay düzlem arasındaki açı.eğilmek * Belirli bir yönle açı oluşturacak bir durum almak, bir yöne doğru çarpılmak.
* (insan) Bir işi yapmak için belini eğmek.
* Başkasının baskısınıveya egemenliğini benimsemek, kabul etmek.
* (bir işi) Önemseyip ele almak.eğim * Eğilmişolma durumu.
* Bir yüzeyin yatay düzleme doğru eğilmesi, eğiklik, meyil.eğimli * Eğimi olan.
* Bir şeyi yapmaya içten yönelmiş, meyyal.eğimölçer * Bir yüzey, düzlem, yol veya cihazın yatay düzleme oranla eğimini ölçen araç, klinometre. eğimsiz * Eğimi olmayan. eğin * Arka, sırt.
* Beden, vücut.
* Boy bos, endam.eğinik * Eğilmişolan, mail.
* Bir şeyi sevmiş, istemişveya yapmaya içten yönelmişolan.eğinme * Eğinmek durumu. eğinmek * Bir şeyi sevmeye, istemeye veya yapmaya içten yönelmek, meyletmek. eğinti * Eğelenen bir şeyden dökülen ince toz. eğir * Arıların çıkardığı bir tür salgı. eğir kökü * Dere ve durgun su kenarlarında yetişen, 50-125 cm yüksekliğinde, çok yıllık ve otsu bir bitki (Acorus
calamus).eğir mumu * Kışın arıların kovan deliklerine sıvadıklarımadde. eğirme * Eğirmek işi. eğirmek * Yün, pamuk gibi şeyleri iğile büküp iplik durumuna getirmek. eğirmen * İplik eğirmeye yarar araç, kirmen. eğirtme * Eğirtmek işi. eğirtmek * Eğirmek işi yaptırmak. eğiş * Eğmek işi veya biçimi. eğitbilim * Bkz. eğitim bilimi. eğitici * Eğitimi sağlayan, eğitmeye elverişli veya eğiten değerleri bulunan.
* Genellikle çocuk eğitimi ile uğraşan kimse, mürebbi.eğiticilik * Eğitici olma durumu veya eğiticinin işi. eğitilme * Eğitilmek işi. eğitilmek * Eğitmek işine konu olmak. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 7
eğitim * Belli bir bilim dalıveya sanat kolunda yetiştirme, geliştirme ve eğitme işi.
* Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışlarıelde
etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme, terbiye.
* Eğitim bilimi.eğitim bilimi * Öğretim ve eğitimi kurallara bağlayan bilim kolu, pedagoji.
* Öğretmenlik sanatı, uygulamasıveya mesleği için gerekli bilgi ve becerileri kazandıran bilim dalı, pedagoji.eğitim dönemi * Herhangi bir konuda bilgi ve becerileri geliştirmek için ayrılan süre. eğitim enstitüsü * Orta dereceli okullara öğretmen yetiştirmek için kurulmuşyüksek okul. eğitim fakültesi * İlk ve orta öğretim okullarına öğretmen yetiştirmek için kurulmuşdört yıllık yüksek öğrenim kurumu. eğitim programı * Eğitimi düzenleyen ve yönlendiren sistem. eğitimci * Eğitim işiyle uğraşan (kimse), terbiyeci, pedagog. eğitimcilik * Eğitimci olma durumu eğitme işi veya eğitimcinin görevi. eğitimli * Eğitim görmüş, eğitilmiş. eğitimsel * Eğitimle ilgili, terbiyevî. eğitimsiz * Eğitim görmemiş, eğitilmemiş. eğitme * Eğitmek işi, terbiye etme. eğitmek * Birinin akla uygun, fiziksel ve moral gelişmesi üzerine etki yaparak çeşitli davranışyatkınlıkları, bilgi ve
görgü aşılayarak, önceden tespit edilmişamaçlara göre onun belirli bir yönde gelişmesini sağlamak, terbiye etmek.
* (hayvan için) İstenilen davranışlarıyapabilecek biçimde yetiştirmek.eğitmen * Eğitim işiyle uğraşan kimse.
* Kurs görerek köyde öğretmenlik yapan kimse, köy öğretmeni.eğitmenlik * Eğitmenin işi. eğitsel * Eğitimle ilgili, terbiyevî. eğitsellik * Eğitsel olma durumu. eğlek * Sürünün yazın öğle sıcağında dinlendiği gölgelik.
* Yolcuların geceyi geçirdikleri yer, han, konak.eğleme * Eğlemek işi. eğlemek * Oyalamak, durdurmak.
* Avutmak.eğlence * Eğlenmek işi.
* Neşeli ve hoşça vakit geçirten şey.
* Neşeli ve hoşça vakit geçirilen toplantı.eğlenceli * Eğlendiren, hoşa giden. eğlencelik * Oyalanmak için yenilen şekerleme, kavrulmuş badem, fıstık kabak çekirdeği gibi şeyler. eğlencesiz * Eğlencesi olmayan. eğlendiri * Gülmece, mizah. eğlendirici * Eğlendirme niteliği olan, eğlendiren. eğlendiriş * Eğlendirmek işi veya biçimi. eğlendirme * Eğlendirmek işi. eğlendirmek * Eğlenmesini sağlamak, eğlenmesine yol açmak. eğlenilme * Eğlenilmek işi. eğlenilmek * Eğlenmek işi yapılmak. eğleniş * Eğlenmek işi. eğlenme * Eğlenmek işi.
* Neşeli, hoşça vakit geçirme.
* Alay etme.
* Oyalanma.eğlenmek * Neşeli, hoşça vakit geçirmek.
* Bir kimsenin herhangi bir kusuru veya zayıf noktası ile alay etmek.
* Bir yerde durmak, beklemek, tevakkuf etmek.
* Oyalanmak.eğlenti * Neşeli ve hoşça vakit geçirilen toplantı. eğleşme * Eğleşmek, oyalanmak işi, tevakkuf. eğleşmek * Oyalanmak, eğlenmek, tevakkuf etmek.
* Bir yerde oturmak, yaşamak, ikamet etmek.eğme * Eğmek işi. eğmeç * Kavis. eğmeçli * Eğmeci olan, kavisli, mukavves. eğmek * Düz olan bir şeyi eğik duruma getirmek.
* Sert bir cismi bükmek.Eğmür * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. eğrelti * Eğrelti otu. eğrelti otu * Eğrelti otugillerden, kumlu yerlerde yetişen, 150 cm kadar yükselebilen, tıpta bağırsak kurtlarınıdüşürmek
için kullanılan çok yıllık ve otsu bir bitki (Driopteris filix-mas).eğrelti otugiller * Damarlıçiçeksizlerden, örneği eğrelti otu olan bir bitki topluluğu. eğreti * Belirli bir süre sonra kaldırılacak olan, geçici, iğreti, muvakkat.
* Takma.
* İyi yerleşmemiş, yerini bulmamış, belli belirsiz.
* Uyumsuz, yakışmamış.
* Üstünkörü, ciddiye almadan.eğreti almak * ödünç almak. eğreti ata binen tez iner * ödünç alınmış araçlarla girişilen işler çok kez yürütülemez. eğreti kuyruk tez kopar * temeli olmayan işlere güvenilmez. eğreti oturmak * bir yerde çok kısa süre oturmak, ilişmek. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 2
ebucehil karpuzu * Kabakgillerden, elma büyüklüğündeki meyvesi çok acıve iç sürdürücü, ishal yapıcı bir bitki, acıhıyar, acı
elma, it hıyarı(Citrullus colocynthis).Ebussuut Efendinin gelini gibi * eskiye bağlanıp pek kapalı giyinen kız veya kadın için alay yollu söylenir. Ebussuut Efendinin torunu * eskiye çok bağlı, tutucu olanlar için kullanılır. ebülyoskop * Cisimlerin kaynama sıcaklığınıtespit etmeye yarayan cihaz. ecdat * Dedeler, atalar. ece * Güzel kadın, kraliçe. -ecek * Bkz. -acak / -ecek. ecel * Hayatın sonu, ölüm zamanı. ecel aman verirse * ömür yeterse, ölmezsem. ecel beşiği * Çok tehlikeli taşıt veya geçit. ecel geldi cihana, başağrısı bahane * ölümün herkes için kaçınılmaz bir olay olduğunu anlatır. ecel şerbeti içmek * ölmek. ecel teri * “Çok korkmak, çok sıkılmak veya bunalım geçirmek” anlamında ecel teri (veya terleri) dökmek deyiminde
geçer.ecel teri dökmek * aşırıkorkudan terlemek, ölüm duygusuna kapılmak. ecele çare bulunmaz * çaresiz gibi görünen her güç işin bir çıkar yolu vardır. eceli gelen köpek cami duvarına siyer * herkesin üzerine titrediği, kutsal saydığışeyi kötüleyen, bozan kimse kötü sonucuna katlanır. eceli gelmek * ölümü veya yok olmasıkaçınılmaz duruma gelmek. eceline susamak * ölmek istermişgibi tehlikeli işlere girişmek. eceliyle ölmek * olağan sayılan herhangi bir biçimde ölmek. -ecen * Fiilden sıfat türeten ek: sevecen, evecen vb. ecinni * Cin. ecinniler top oynuyor * bomboş, kimse yok, ıssız ve sessiz. ecir * Sevap.
* Ücret.
* Ücretle çalışan kimse.
* İşçi, amele.ecir sabır dilemek * başsağlığıdilemek. ecirlik * Ecir olma durumu. eciş bücüş * Hiçbir yeri düzgün olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan, çarpık çurpuk, eğri büğrü. ecnebi * Başka devlet uyruğunda olan (kimse), yabancı.
* (sıfat tamlamalarında) Başka devlet.ecnebilik * Yabancı olma durumu. ecu * Bkz. ekü. ecza * Kimyasal yollarla elde edilen, ilâç yapmaya yarayan veya sanayide türlü işlerde kullanılan maddelerin genel
adı.ecza çantası * Acil durumlarda kullanılmak üzere arabada veya evde bulundurulan ve pansuman için gerekli ilâç ile
malzemenin konulduğu çanta.ecza dolabı * İçinde gerekli ilâçların ve aletlerin bulunduğu özel olarak yaptırılan küçük dolap. ecza kutusu * İlâç kutusu. eczacı * İlâç yapan veya hazır ilâçlarısatan diplomalıkimse. eczacıkalfası * Eczacının yardımcısı. eczacılık * İlâçların hazırlanmasıyla uğraşan uygulamalı bilim.
* Eczacının mesleği veya görevi.eczahane * İlâçların yapıldığıve satıldığıyer. eczalı * Kimyasal madde ile kaplanmış, karıştırılmış, işlem görmüş.
* İçi kimyasal madde ile doldurulmuşmermi atan ateşli silâh.eczalıpamuk * Steril duruma getirilmişpamuk. eczane * Bkz. eczahane. eczasız * Eczası olmayan. -eç * Bkz. -aç / -eç. eçhel * Çok cahil, çok bilgisiz olan. eda * Davranış, tavır.
* Naz, işve.
* Anlatışyolu.eda * Verme, ödeme.
* (namaz için) Kılma yerine getirme.eda etmek * borcunu ödemek.
* namaz kılmak.edalı * Herhangi bir biçim ve görünüşlü olan.
* Tavırlarıhoşolan; nazlı, işveli.edat * Bir kelimeden sonra gelerek o kelime ile diğer ögeler arasında ilgi kuran kelime, ilgeç. edat grubu * Edat tümleci. edat tümleci * Genellikle bir zarf tümleci görevinde kullanılan ve ismin edatla oluşturduğu kelime grubu, edatlıtümleç.