Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük E Sayfa 22

    eline su dökemez * değerce ondan çok geride.
    eline tutuşturmak * karşısındakinin isteyip istemediğini düşünmeksizin verivermek.
    eline yüzüne bulaştırmak * gerektiği gibi bir işi yapamamak, başarısız olmak, becerememek.
    elini ayağınıkesmek (veya çekmek) * uğramaz olmak.
    * uğraşmamak, ilgilenmemek.
    elini ayağınıöpeyim * “çok yalvarırım” anlamında kullanılır.
    elini belli etmek (veya göstermek) * (kâğıt veya okey vb. oyunlarda) elindeki kâğıdıveya taşı, oynayanlara belli edecek biçimde sözle veya
    işaretle açıklayıp oynamak.
    elini çabuk tutmak * gerekli tedbiri zamanında almak .
    elini eteğini çekmek (veya kesmek) * o şeyle ilgisini kesmek.
    elini kalbine (veya vicdanına) koyarak (söylemek, düşünmek veya hüküm vermek) * doğru, yansız, hakça.
    elini kana bulamak (veya bulaştırmak) * öldürmek.
    elini kolunu bağlamak * bir şey yapamayacak duruma getirmek.
    elini kolunu sallaya sallaya gelmek * gelirken hiçbir armağan getirmemek veya bitirmeye gittiği işten sonuç almaksızın dönmek.
    elini kolunu sallaya sallaya gezmek * (ortada görünmemesi gereken kimse) pervasızca, kimseden çekinmeden dolaşmak.
    elini kulağına atmak * gazel veya türkü söylemek için elini kulak kepçesinin arkasına koymak.
    elini oynatmak * parayıesirgememek.
    elini sallasa ellisi (başınısallasa tellisi) * birinin karşıcinsten birçok insanıkolaylıkla elde edebileceğini anlatır.
    elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak * evde hiçbir işyapmamak, çok nazlı olmak.
    elini sürmemek * eliyle dokunmamak.
    * bir işi kendine yakıştırmayarak, tenezzül etmemek.
    elini uzatmak * yardım etmek.
    elini veren kolunu alamaz * kendisine iyilik yapıldığında, devamınıfazlasıyla isteyen kimseler için kullanılır.
    elinin altında * her zaman kolayca alınıp yararlanılabilecek yerde ve yakınlıkta.
    elinin hamuruyla erkek işine karışmak * (kadınlar için) beceremeyeceği işleri yapmaya kalkışmak.
    elinin körü * bıktırıcı, usandırıcıdurum karşısında azarlama yollu verilen karşılık.
    * kötü, anlaşılmaz.
    elinle ver, ayağınla ara * ödünç aldığışeyi geri vermeyi geciktirenler için yakınma olarak söylenir.
    elips * Bütün noktalarının odak denilen belirli iki ayrınoktaya olan uzaklıklarının toplamı birbirine denk olan
    kapalıeğri.
    elipsoidal * Elipsoitle ilgili, elipsoit biçiminde olan.
    elipsoit * Elipse benzeyen.
    * Bir elipsin kendi ekseni etrafında döndürülmesiyle oluşan cismin biçimi.
    eliptik * Elips ile ilgili, elips biçiminde olan.
    elit * Seçkin.
    eliyle * aracılığıyla, marifetiyle.
    eliyle koymuşgibi (bulmak) * hiç aramadan, kolayca.
    elle tutulacak tarafı(yanı) kalmamak * sağlam bir yanıkalmamak.
    * güvenilecek veya kayırılacak bir yönü olmamak; hiçbir değerli yanı olmamak.
    elle tutulur gözle görülür (veya dille anlatılır) * çok belirgin, çok açık.
    elleme * Ellemek işi.
    * Seçilmiş, iyi.
    ellemek * Elle dokunmak, elle karıştırmak.
    ellenme * Ellenmek işi.
    ellenmek * (bir şeye) Elle dokunulmak.
    ellenmişdillenmiş * iffetsizliği yayılmış(kadın).
    eller yukarı! * “ellerini kaldırarak teslim ol” anlamında kullanılır.
    ellerde gezmek * elden ele dolaşmak, el üstünde tutulmak, saygıve sevgi görmek.
    ellerim yanıma gelsin * “Allah canımıalsın ki doğru söylüyorum” anlamında kullanılır.
    ellerin dert görmesin * “Allah senden razı olsun” anlamında iyi dilek sözü.
    elleşme * Elleşmek işi.
    elleşmek * Elle dokunmak.
    * Elle itişerek şakalaşmak.
    * Alışverişte, alanla satan birbirlerinin ellerini tutup sıkarak uzlaşmak.
    * Birine dokunacak söz söylemek.
    * Birbirinin elini sıkarak güç denemesi yapmak.
    * El sıkarak selâmlaşmak.
    * Ağır bir yükü kaldırmak için birkaç kişi birden tutmak.
    * Yardımlaşmak.
    elli * Kırk dokuzdan sonra gelen sayının adı, 50, L.
    * Beşkere on; kırk dokuzdan bir artık.
    elli * Eli olan.
    ellik * Eldiven.
    * Ekin biçerken sol elin parmaklarına geçirilen, eldiven biçiminde, tahtadan yapılan bir araç.
    * Yelken dikenlerin kullandığı, madenî yüksüğü olan meşin eldiven.
    ellilik * İçinde elli tane bulunan.
    * Elli yaşında olan.
    * Elli kuruşveya elli lira değerinde para.
    ellinci * Ellinin sıra sıfatı; sırada kırk dokuzuncudan sonra gelen.
    ellişer * Elli sıfatının üleştirme biçimi; her birine elli, her defasında ellisi bir arada olan.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 23

    elma * Gülgillerden, çiçekleri pembe veya beyaz bir ağaç (Pirus malus).
    * Bu ağacın kabuğu parlak, sert, kırmızıdan yeşile kadar türlü renkte, kokusu hoş, tadıekşi veya tatlı, dokusu
    gevrek, ufak çekirdekli meyvesi.
    elma çayı * Elmalıçay.
    elma da, alma da demesini biliriz * şartlara göre uygun davranmayı ifade eder.
    elma gibi * kırmızı(yanak).
    elma sirkesi * Elma suyundan elde edilen sirke.
    elma suyu * Elmadan çıkarılan meyve suyu.
    elma şarabı * Elma şırasının mayanmasıyla elde edilen şarap.
    elma şekeri * Boya katılmışşeker pekmezine batırılarak şekerlenen ve çubuğa takılarak satılan elma.
    elma şurubu * Elmanın şekerle kaynatılmasından elde edilen bir tür içecek.
    elmabaş * Tepeli dalgıç.
    elmacı * Elma yetiştiren veya satan kimse.
    elmacık * Yüzün yanakla göz arasında bulunan, az çok çıkıntılı bölümü.
    elmacık kemiği * Yüzün yanakla göz arasında bulunan kemiği.
    elmacılık * Elmacının yaptığı iş.
    elmalık * Elma bahçesi.
    elmanın yarısı o, yarısı bu * Bkz. bir elmanın yarısı o, yarısı bu.
    elmas * Billûrlaşmışarıkarbon.
    * Mücevher olarak kullanılan, saydam, değerli taş.
    * Elmastıraş.
    * Elmas taşlarıyla süslenmiş.
    elmas gibi * çok iyi, çok değerli.
    elmasım * övgü ile seslenme.
    elmasiye * Dondurulmuşmeyve suyundan yapılan bir tür pelte.
    elmaslı * Elmasla süslenmişolan.
    elmastıraş * Üzeri elmas gibi yontulmuş(iyi tür cam, billûr).
    * Ucu elmaslı, kalem biçiminde cam keskisi.
    eloğlu * El, yabancı.
    * Damat; koca.
    elöpen * Kertenkele.
    elti * Kardeşkarılarından her birinin ötekine göre adı.
    eltieltiyeküstü * Bir tür bitki.
    eltilik * Elti olma durumu.
    elvan * Renkler.
    * Türlü renklerden olan.
    elvan elvan * Çeşit çeşit.
    elveda * Bir daha kavuşulmayacağıdüşünülen bir şeyden ayrılırken kullanılır.
    * Bir daha karşılaşılmayacak biçimde ayrılırken “Allaha ısmarladık, Allaha emanet olun” anlamında kullanılır.
    elverir ki * yeter ki.
    elverişli * Uygun, işe yarayan, müsait.
    elverişlilik * Uygun olma durumu.
    elverişsiz * Uygun olmayan, uygun gelmeyen.
    elverişsizlik * Uygun olmama durumu.
    elverme * Elvermek işi veya durumu.
    elvermek * Yetmek, yetecek kadar olmak.
    * Uygun gelmek.
    elvermemek * Uygun olmamak, uygun gelmemek, imkân bulunmamak.
    elyaf * Lifler, teller.
    elzem * Çok gerekli, vazgeçilmez.
    em * İlâç, merhem.
    -em * 343 -am / -em.
    emanet * Korunmak için birine veya bir yere bırakılan eşya, kimse vb., inan, vedia.
    * Bir kimse ile birine gönderilen şey.
    * Eşyanın emanet olarak bırakıldığıyer.
    * Bazıdevlet dairelerine verilen ad.
    * Can.
    emanet bırakmak (veya vermek) * bir eşyayıveya parayıkoruma işini yapan kimseye veya bir yere vermek.
    emanet dolabı * Emanetçinin aldığıpara veya eşyayısakladığımobilya.
    emanet etmek * bir şeyi veya bir kimseyi birine veya bir yere korumak için bırakmak.
    emanetçi * Ücret karşılığıeşyayıalıkoyup koruyan kimse.
    emanetçilik * Emanetçinin işi.
    emanete hıyanet olmaz * emanet olarak bırakılan şeyi titizlikle korumak gereklidir.
    emaneten * Emanet olarak.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 24

    emanetullah * Sığıntı, yetim ve öksüz (çocuk).
    emare * Belirti, iz, ipucu.
    emarecik * Küçük iz, ufak belirti.
    emaret * Emirlik, beylik.
    emay * Bazımaddeleri korumak, belirli bir parlaklık kazandırmak veya boyamak için kullanılan, saydam veya
    donuk cama benzeyen cilâ.
    emaye * Üzeri emayla kaplanmışolan.
    * (fotoğrafçılıkta) Işığa karşıhassas malzeme.
    emaylama * Emaylamak işi.
    emaylamak * Emayla kaplamak.
    embriyolog * Embriyoloji uzmanı.
    embriyoloji * Dölüt durumuna gelinceye kadar oğulcuğun geçirdiği gelişim evrelerini inceleyen biyoloji kolu.
    embriyon * Oğulcuk, rüşeym.
    emcek * Meme.
    emcik * Meme.
    emdiği (helâl) süt haram olmak * doğruluktan ayrılmak, kötü işler yapmak, anaya babaya saygısızca davranmak.
    emdirme * Emmesini sağlamak, emdirmek işi.
    emdirmek * Emmesini sağlamak.
    emdirtme * Emdirtmek işi.
    emdirtmek * Emdirmesini sağlamak.
    eme seme yaramamak * işe yaradığıkabul edilmemek, makbule geçmemek, takdir edilmemek.
    eme yaramak * işe yaramak, yararlı olmak.
    emeç * Su ve kara yosunlarının, kökü andıran tutunma organı.
    -emeç * Bkz. -amaç / -emeç.
    emeği çekilmiş * çok emek verilerek hazırlanmış(yemek).
    emeği geçmek * bir şeyin ortaya çıkması için çalışmışolmak.
    emek * Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü.
    * İnsanın bilinçli olarak belli bir amaca ulaşmak için giriştiği hem doğal ve toplumsal çerçevesini hem de
    kendisini değiştiren çalışma süreci, say.
    * Uzun ve yorucu, özenli çalışma.
    -emek * Bkz. -amak / -emek.
    emek çekmek * bir işte çok çalışarak yorulmak.
    emek harcamak * çaba göstermek.
    emek vermek * bir şeyin meydana gelmesi için özenle ve çok çalışmak.
    emekçi * Emek karşılığı geçimini sağlayan kimse.
    * Herhangi bir üretim aracına sahip olmayan, geçimini emeği karşılığında sağlayan işçi.
    emekçilik * Emekçi olma durumu.
    emekleme * Emeklemek işi.
    emekleme çağı * Bir şeyde henüz olgunluk, tecrübe kazanılmamışdönem.
    emekleme dönemi * Emekleme çağı.
    emeklemek * Dizler ve eller üzerinde yürümek.
    * Bir işe yeni başlarken tecrübesizlikten ötürü acemilik geçirmek.
    emekli * Emek harcanarak elde edilen, zor, zahmetli.
    * Belirli bir süre çalıştıktan sonra kanunlar gereği işi ile ilgisi kesilerek kendisine aylık bağlanmışolan (kimse).
    emekli maaşı * Bkz. emekli aylığı.
    emekli aylığı * Emekli olduktan sonra ödenen aylık.
    emekli ikramiyesi * Emekli olma sırasında yapılan toplu ödeme.
    emekli olmak * belirli bir süre çalıştıktan sonra kanun ile sağlanan haklardan yararlanarak görevinden ayrılmak, tekaüt
    olmak.
    emeklilik * Emekli olma durumu, tekaütlük.
    emeklilik çağı * Emekli olduktan sonraki dönem.
    emekliye ayırmak (çıkarmak veya çıkartmak) * kanuna göre aylık bağlayarak bir görevliyi görevinden ayırmak.
    emekliye ayrılmak (veya çıkmak) * emekli olmak, tekaüde sevk olunmak.
    emeksiz * Emek harcanmadan elde edilen, kolay, zahmetsiz.
    emeksiz evlât * Üvey evlât.
    emektar * Bir görevde uzun süre kalıp o işe emeği geçmişolan (kimse).
    * Çok kullanılmış, eski.
    emektarlık * Emektar olma durumu.
    emel * Gerçekleştirilmesi zamana bağlı istek.
    emel beslemek * isteği, arzuyu sürekli düşünmek veya güçlendirmek.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 25

    emeline âlet etmek * birini veya bir şeyi kendi istekleri doğrultusunda kullanmak.
    emen * Çukur, bağçubuğu, ağaç veya sebze dikmek için açılan çukur.
    emici * Emme işini yapan.
    emici kıllar * Bitkilerin köklerinde bulunan ve topraktaki besin maddelerini emip beslenmelerine yarayan tek hücreli
    uzantılar.
    emici tüyler * Emici kıllar.
    emik * Emmekten çürüyen yer, emme izi.
    * İnsan beyni.
    emik * Bkz. imik, ümük.
    emilme * Emilmek işi.
    emilmek * Emmek işine konu olmak.
    emin * İnanılır, güvenilir.
    * Sakıncasız, emniyetli, tehlikesiz.
    * Şüphesi olmayan.
    * Osmanlı imparatorluğunda bazıdevlet görevlerindeki sorumlu kişilere verilen ad.
    emin olmak * inanmak, güvenmek.
    emir * Buyruk, komut.
    * Bir makamdan öbürüne geçerken görevliye verilen belge.
    emir * Araplarda ve daha başka Müslüman ülkelerde bir kavim, şehir veya ülkenin başı.
    emir almak * talimat almak.
    emir cümlesi * Yüklemi emir kavramıveren cümle.
    emir eri * Subayların kıt’a ve daire dışında buyruklarında bulunan er, emirber.
    emir etmek * Bkz. emretmek.
    emir kipi * Fiilin yapılmasınıdileyen veya emreden isteme kipi. Türkçede bu kip birinci teklik ve çokluk kişiler için
    kullanılmaz. İkinci kişiler için -in, -iniz, üçüncü kişiler için, -sin, -sinler ekleri kullanılır.
    emir kulu * Bir işi, aldığı buyruk gereğince yapmak yükümlülüğünde olan kimse.
    emir subayı * Yüksek rütbeli komutanların emrine verilmişsubay.
    emir vermek * buyurmak, buyruk vermek.
    emirber * Emir eri.
    emirberlik * Emirber olma durumu, emirberin işi.
    emircik * Yalıçapkını, iskele kuşu.
    emirlik * Emir (II) olma durumu.
    * Bir emirle yönetilen bölge.
    emirname * Yazılı buyruk.
    emisyon * Devletçe para, senet ve tahvil çıkarma, piyasaya sürme.
    emiş * Emmek işi veya biçimi.
    emişme * Emişmek işi veya durumu.
    emişmek * Karşılıklı olarak emmek.
    * Sağılmadan önce koyunların kuzular tarafından gizlice emilmesi.
    emiştirme * Emiştirmek işi.
    emiştirmek * Emişmelerini sağlamak.
    emlâk * Ev, arsa, bahçe gibi taşınamayan mal ve mülklerin ortak adı, taşınmazlar, gayrimenkul.
    emlâk bürosu * Emlâk alım satımı, kiralanması ile uğraşan işyeri.
    emlâk vergisi * Her yıl belediyelere ödenen ev, dükkân, arsa vb. mülklerin vergisi.
    emlâkçi * Emlâk alıp satma işiyle geçinen kimse.
    emlâkçilik * Emlâkçinin işi.
    emleme * Emlemek işi veya durumu.
    emlemek * İlâç sürmek, ilâç vermek.
    emlik * Emme dönemindeki küçük çocuk .
    * Zamanından daha geç doğan kuzu veya oğlak .
    emme * Emmek işi.
    * Soğurma, massetme.
    * Boruda akan sıvının oluşturduğu çekiş.
    * Petrol ile ilgili işlemlerde bir akışkanın çekilişi; bir deponun böyle bir çekilme ile doldurulması işlemi.
    emme * Amma, ama.
    emme basma tulumba * Hem çeken hem de ileten tulumba.
    emmeç * Kendisine bağlanan bir kabın içindeki gazıseyreltmeye veya sıkıştırmaya yarayan, içinden bir sıvı
    geçirilerek çalıştırılan araç, aspiratör.
    emmek * Dudak, dil ve soluk yardımıyla bir şeyi içine çekmek, somurmak.
    * Tükürük yardımıyla eriterek içine çekmek.
    * Soğurmak, massetmek.
    * Uzun süre yararlanmak.
    emmi * Amca.
    emmi oğlu * Amcanın oğlu.
    * Dost, arkadaş, teklifsiz olunan kimse.
    emniyet * Güvenlik.
    * Güven, inanma, itimat.
    * Polis işleri.
    * Güvenlik işlerinin yürütüldüğü yer.
    * Bir araçta güven sağlayıcıparça.
    emniyet pimi * Ateşli silâhlarda güvenli kullanımısağlayan pim.
    emniyet altına almak * korumak.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 26

    emniyet amiri * İlçelerin genel güvenliğinden kaymakama karşısorumlu olan amir.
    emniyet durağı * Su altına dalan kişilerin vurgun yememesi için su yüzüne çıkışmesafesinde sağlık yönünden güvenli bölge.
    emniyet düğmesi * Patlayıcıve yanıcıaletlerin güvenle kullanılmasına yardımcı olan, kullanıldığızaman açık, kullanılmadığı
    zaman da kapalıtutulan düğme.
    emniyet etmek * güvenmek.
    emniyet kemeri * Uçaklarda, otomobillerde vb. de güvenlik bakımından bele takılan kemer.
    emniyet kilidi * Kapıve kasalarda güvenliği sağlayan kilit.
    emniyet müdürü * İlin genel güvenliğinden valiye ve iç işleri bakanına karşısorumlu olan müdür.
    emniyet supabı * Makinelerde güvenli kullanımısağlayan alet.
    emniyet vermek * güven vermek.
    emniyetli * İnanılır, güvenilir.
    emniyetsiz * İnanılmaz, güvenilmez.
    emniyetsizlik * Güvensizlik.
    emoglobin * Bkz. hemoglobin.
    emoroit * Basur.
    empermeabl * Yağmurluk.
    emperyalist * Emperyalizm yanlısı olan (kimse).
    emperyalizm * Bir milletin başka bir milleti siyasî ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılmasıveya yayılmayı istemesi,
    yayılmacılık.
    empirme * Emprime.
    empoze * Zorla benimsetilmiş, kabul ettirilmişolan.
    empoze etmek * bir şeyi zorla benimsetmek, kabul ettirmek.
    empresyonist * İzlenimci.
    empresyonizm * İzlenimcilik.
    emprezaryo * Belli bir yüzde karşılığında, bir sanatçının çalışma programlarınıve anlaşmalarını düzenleyen kimse.
    emprime * Değişik renkte boya kullanılarak, kumaşüzerine desen ve zemin basma işlemi.
    * Bu işleme uğratılan (ipekli, yünlü vb. kumaş).
    emraz * Hastalıklar.
    emre muharrer senet * İçinde yazılı olan paranın gene onda yazılıkimseye veya onun göstereceği birine ödenmesi gereken
    buyruğa yazılısenet.
    emretme * Emretmek işi.
    emretmek * Buyurmak, emir vermek.
    emretti patrik efendi! * birinin yersiz bir buyruğuna karşıalay yollu kullanılır.
    emreyleme * Emreylemek işi veya durumu.
    emreylemek * Buyurmak, emretmek.
    emrihak * Ölüm.
    emrihak vaki olmak * ölmek.
    emrine girmek * bir kimsenin buyruğu altında bulunmayıkabul etmek.
    emrine vermek * görevlendirmek, atamak.
    * yararlanması için ayırmak.
    emrivaki * Oldu bitti, olup bitti.
    emrivaki yapmak * Bkz. oldu bittiye getirmek.
    emsal * Benzerler.
    * Yaşıt, eş, denk.
    * Örnek.
    * Kat sayı.
    emsalsiz * Eşsiz, eşi benzeri olmayan, bir benzeri daha bulunmayan.
    emsalsizlik * Eşsiz olma durumu, eşsizlik.
    emtia * Mallar, satılacak şeyler.
    emval * Mallar, para ile alınan şeyler.
    emzik * Süt çocuklarını oyalamak için ağızlarına verilen kauçuk meme.
    * Beslemek için süt çocuklarına meme yerine emdirilen ağzıkauçuklu süt şişesi, biberon.
    * İbrik, çaydanlık, testi gibi kapların, suyu azar azar akıtmaya yarayan içi delik uzantısı, ibik.
    * Sigara ağızlığı.
    emzik borusu * Doğrudan doğruya sobaya takılan dirsek boru.
    emzikli * Emziği olan.
    * Memede çocuğu olan (kadın).
    emziksiz * Emziği olmayan.
    emzirilme * Emzirilmek işi.
    emzirilmek * Çocuğa meme verilmek.
    emziriş * Emzirmek işi veya biçimi.
    emzirme * Emzirmek işi.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 27

    emzirmek * Kadın veya dişi hayvan memesindeki sütü yavruya vermek.
    emzirtme * Emzirtmek işi.
    emzirtmek * Emzirmek işini yaptırmak.
    en * Bir yüzeyde boy sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, genişlik, boy karşıtı.
    en * Hayvanlara veya eşyaya vurulan damga, işaret.
    en * Başına geldiği sıfatların en üstün derecede olduğunu gösterir.
    -en * Bkz. -an / -en.
    en azından * en azı ile, hiç olmazsa.
    en fenası * Bkz. en kötüsü.
    en iyisi * en çok tercih edilen.
    en kötüsü * hiç istenmeyen.
    enam * Yaratılmış bütün canlılar.
    * Halk.
    enayi * Fazla bön, avanak, et kafalı, budala.
    enayi dümbeleği * Çok enayi.
    enayice * Enayi gibi.
    enayicesine * Enayice davranarak, enayi gibi.
    enayileşme * Enayileşmek işi veya durumu.
    enayileşmek * Enayi durumuna düşmek.
    enayilik * Enayi olma durumu, enayice davranış.
    enayilik etmek * enayi gibi davranmak.
    enberi * Çift yıldızlarda birleşenlerin kütle merkezine göre çizdikleri elips yörüngede, kütle merkezinin bulunduğu
    odağa en yakın nokta.
    enbiya * Nebiler, peygamberler.
    encam * Son, işin sonu.
    * Gelecek.
    encek * Enik.
    encik * Enik.
    encikleme * Enciklemek işi.
    enciklemek * Bkz. eniklemek.
    encümen * Yarkurul, komisyon, komite.
    endaht * Atma, atış, atılma.
    * Silâh atma, boşaltma.
    endam * Vücut, beden, boy bos.
    endam aynası * İnsanı boyunca gösteren ayna.
    endamlı * Boylu, boyu bosu yerinde.
    endamsız * Boyu bosu yerinde olmayan, kısa, çelimsiz.
    endaze * 65 cm boyunda bir uzunluk ölçüsü.
    * Ölçü.
    endazeleme * Endazelemek işi.
    endazelemek * Endaze ile ölçmek.
    endazesiz * Ölçüsüz.
    endazeyi kaçırmak * fazla abartmak, ölçüyü kaçırmak.
    endazeyi şaşırmak * ne yapacağına karar verememek, eli ayağıdolaşmak.
    endeks * İndeks.
    endeksleme * Endekslemek işi.
    endekslemek * Endekse bağlamak.
    endekslenme * Endekslenmek işi veya durumu.
    endekslenmek * Endekse bağlanmak.
    endeksli * Endekse bağlanmış.
    endemik * Sadece orada yetişen.
    ender * Çok az, çok seyrek.
    * Çok seyrek olarak, çok seyrek bir biçimde.
    enderun * Saraylarda harem ve hazine dairelerinin bulunduğu yer.
    * Büyük sarayların iç bölümü.
    * Devlet görevlilerini yetiştiren okul.
    enderunlu * Enderunda eğitim görmüşolan.
    endirekt * Doğrudan değil, dolaylı.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 21

    eli yatmak * eli alışmak.
    eli yordamlı * Eli işe yakışır, yatkın.
    eli yüzü düzgün * yüzüne bakılır, güzelce.
    elif * Arap alfabesinin ilk harfinin adı.
    elifba * Arapça, Farsça ve Osmanlıcanın alfabesi.
    elifî * Bantlarla süslenmiş bir tür kumaş.
    elifi elifine * tam, tam olarak, noktasınoktasına.
    elifi mertek sanmak * çok cahil olmak.
    elik * Dağkeçisi, yaban keçisi.
    elîm * Acınacak, acıklı.
    elimi sallasam ellisi, başımısallasam tellisi * Bkz. elini sallasa ellisi, başınısallasa tellisi.
    elin (veya âlemin) ağzıtorba değil ki büzesin * başkalarının söyleyeceklerine engel olamazsınız; halk elverişli bir durum karşısında çeşitli yorumlar yapar.
    elinde * bakımı, gözetimi altında.
    * egemenliği altında, yetkisinde.
    elinde avcunda nesi varsa * parasının, varlığının hepsi.
    elinde bulunmak (veya olmak) * o şeye sahip bulunmak.
    elinde büyümek * büyütülmek, bakılmak.
    * eğitilmek, bilgi, görgü ve terbiye sahibi olmak, yetiştirilmek.
    elinde kalmak * birinin bakımında, yönetiminde olmak.
    * bir şey satılmayıp sahibinde kalmak.
    elinde olmak * isteyince o işi yapabilmek.
    elinde olmamak * iradesi dışında bulunmak.
    elinde tutmak * kendi tekelinde bulundurmak, başkalarına kaptırmamak.
    * bir malısatmayıp bekletmek.
    elinde… var * yapar, bilir, bulundurur.
    elinden * yüzünden,… -den dolayı.
    elinden bir iş(veya şey) gelmemek * çaresizlikten veya yeteneksizlikten bir işyapamamak.
    elinden bir kaza (veya sakatlık) çıkmak * istemeyerek birini yaralamak veya öldürmek.
    elinden çıkmak * birisi tarafından yapılmak.
    * ustaca hazırlanmak üretilmek.
    elinden geleni ardına (arkasına) koymamak * yapabileceği bütün kötülükleri yapmak.
    elinden geleni yapmak * gücünün yettiğini yapmak.
    elinden gelmek * yapabilmek.
    elinden gelmemek * çaresizlikten, başka türlü yapamamak.
    elinden hiçbir şey kurtulmamak * her şeyi becerebilmek.
    elinden işçıkmamak * çabuk işgörememek.
    elinden iyi işgelmek * becerikli, hünerli olmak.
    elinden kan çıkmak * cinayet işlemek.
    elinden kurtulmak * birinden kaçmayı başarmak.
    elinden tutmak * yardım etmek; kayırmak.
    eline (elinize veya ellerinize) sağlık * el emeği ile güzel bir şey yapana söylenen bir övgü sözü.
    eline ağır * elinden çabuk işçıkmayan.
    eline almak * bir işin veya yerin yönetimini emri altına almak.
    * bir işi kendi yapmaya başlamak.
    eline ayağına kapanmak (sarılmak veya düşmek) * birine çok yalvarmak.
    eline ayağına üşenmemek * her türlü ayak hizmetlerini yüksünmeden yapmak, hamarat olmak.
    eline bakmak * bir kimsenin yardımıyla geçinmek.
    * ne getirdi diye gözlemek.
    eline çabuk * Çabuk işgören.
    eline doğmak * yaşlı bir kimse, birini, çocukluğundan beri çok yakından tanımak.
    eline düşmek * egemenliği, buyruğu altına girmek.
    * yakalanmak.
    * birine muhtaç olmak.
    * rastlamak, tesadüf etmek.
    eline erkek eli değmemişolmak * (kız için) namuslu olmak.
    eline eteğine doğru * her türlü kötülükten uzak olan, dürüst.
    eline eteğine sarılmak * çok yalvarmak.
    eline fırsat geçmek * imkân bulmak.
    eline geçmek * kazanmak, edinmek, elde etmek.
    * rastlamak, bulmak.
    * yakalamak.
    eline kalmak * ondan başka yardım edeni olmamak, yalnız ona muhtaç olmak.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 16

    elbet * Her hâlde, şüphesiz, kuşkusuz.
    elbette * Elbet.
    elbise * Giysi.
    elbise dolabı * İçindeki askılara giysi asılan, genellikle tahtadan yapılan ve özel bölmeleri olan mobilya.
    elbiseli * Elbisesi olan, giyinik.
    elbiselik * Giysi yapılmaya elverişli (kumaş).
    elbisesiz * Elbisesi olmayan, çıplak.
    elci * Bazıyörelerde mevsimlik tarım işçisi toplayıp işçi ile işveren arasında aracılık yapan kimse.
    elcik * Bisiklet ve motosiklette dümenin elle tutulan kısımlarına geçirilen ve yumuşak, sentetik maddeden yapılan
    kaplama.
    elçek * Geline kına yakılmasından sonra elinin içine girdiği, kumaştan yapılmış bir tür eldiven.
    elçi * Bir devleti başka bir devlet katında temsil eden kimse, sefir.
    * Bir uzlaşma sağlamak veya iş bitirmek için birinin yanına gönderilen kimse.
    * Yalvaç, peygamber, resul.
    elçilik * Elçi olma durumu.
    * Elçinin görevi veya makamı, sefirlik, sefaret.
    * Elçinin görevini yaptığıyapı, sefaret, sefarethane.
    elçilik etmek (veya yapmak) * elçilik görevinde bulunmak.
    * iki taraf arasında uzlaştırma görevini yapmak.
    elçilik uzmanı * Elçiliğin, belli bir kolundaki görevli uzmanı, ataşe.
    elçim * Bir kerede ele alınabilecek kadar az olan nesne.
    * Tutam, bir demet, bir parça.
    elçiye zeval olmaz * bir kimseden başka bir kimseye bir öneri ulaştıran kimse bu aracılığından dolayısorumlu tutulmaz.
    elde * Çarpma ve toplama işlemlerinde bir sonraki sıranın rakamlarına katılacak olan (şey).
    elde avuçta (bir şey) kalmamak * mal ve parasınıharcayıp bitirmişolmak.
    elde avuçta (ne varsa) * (mal, para vb. için) ne varsa, hepsi.
    elde bir * Kesinlikle gerçekleşecek şey.
    elde bulunan * sahip bulunulan, hazırdaki.
    elde etmek * bir şeye sahip olmak.
    * bir kimseyi kendi hizmetine almak veya kendinden yana çekmek.
    elde kalmak * elinde kalmak.
    elde olmamak * elinde olmamak.
    elde tutmak * sahibi olsun olmasın, bir malımülkiyeti altına bulundurmak, zilyet olmak.
    eldeci * Sahibi kendisi olsun olmasın bir malıkullanmakta olan, elinde tutan kimse, zilyet.
    eldeki * elde bulunan, hazırdaki.
    eldeli * Toplama veya çarpmalarda bir sonraki basamağa aktarılan sayı.
    elden * Aracısız olarak, kendisi tarafından.
    * Birinin aracılığıyla.
    elden ağıza yaşamak * günlük kazancıancak ihtiyaçlarınıkarşılayacak kadar olmak.
    elden almak * bir malıpazara çıkarılmadan sahibinin elinden satın almak.
    elden ayaktan düşmek (veya kesilmek) * yaşlılık sebebiyle veya sağlığı büsbütün bozularak çalışamaz duruma gelmek.
    elden bırakmamak * bir şeyle sürekli ilgilenmek, elden düşürmemek.
    elden çıkarmak * bir şeyin sahipliğini başkasına geçirmek, satmak.
    elden çıkmak * malı olmaktan çıkmak, satılmak.
    elden düşme * Az kullanılmışve sahibinin elinden ucuza alınmış(eşya).
    elden düşürmemek * bazışeylerle bir süre çok ilgilenmek.
    elden ele * Bir kişiden ötekine.
    elden ele dolaşmak * birçok sahip değiştirmek veya birçok kimselerce ele alınmak.
    elden ele geçmek * bir şey sahip değiştirmek.
    elden geçirmek * eksiklik veya bozukluklarını gidermek veya denetlemek için incelemek.
    elden gel! * ver!.
    * kutlayalım.
    elden geldiği kadar
    elden gelmemek * yapamamak, dayanamamak.
    elden gitmek * bir şeyi yitirmek, o şeyden yoksun kalmak.
    elden kaçırmak * elde edilebilecek bir şeyden türlü sebeplerle yararlanamamak.
    elden kaçmak * elde edememek.
    * fırsatıkaçırmak, değerlendirememek.
    elden ne gelir? * çaresiz bir durumda yapılacak bir şey olmadığınıanlatır.
    elden vefa, zehirden şifa * zehirden şifa beklenilmeyeceği gibi yabancılardan da yardım ve iyilik beklemek boştur.
    eldesiz * Toplama veya çarpmalarda toplam ve çarpımın dokuzdan büyük olmaması.
    eldiven * Dışetkilerden korumak için ele giyilen kumaş, deri veya kauçuktan yapılan el giysisi.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 17

    eldivenli * Eldiveni olan.
    eldivensiz * Eldiveni olmayan.
    -ele- * Bkz. -ala- / -ele-.
    ele alınır * oldukça iyi, işe yarar.
    ele alınmaz * çok kötü, çok berbat.
    ele almak * bir şey üzerinde çalışmaya başlamak, incelemek, araştırmak.
    ele avuca sığmamak * söz dinlememek, baskıaltına alınmamak, zapt edilememek.
    * şımarık davranmak.
    ele bakmak * avuç içindeki çizgilere bakıp kişinin geleceğini okumak, el falına bakmak.
    ele geçirmek * yakalamak.
    * sahibi olmak.
    ele geçmek * yakalanmak.
    * edinilmek.
    ele gelmek * tutulabilmek.
    * (bebek) kucağa alınacak kadar büyümüşolmak.
    ele güne (veya ele güne karşı) * herkese, yabancılara karşı.
    ele güne karşı * herkese, yabancılara karşı.
    ele verir talkını, kendi yutar salkımı * başkalarına, kendisinin inanmadığıve yapmadığıöğütleri kolayca verir.
    ele vermek * suçlu bir kimseyi haber verip yakalatmak.
    elebaşı * Oyunda arkadaşlarına başolan çocuk.
    * Kötü, olumsuz işveya hareketlerde önder olan kimse, sergerde.
    elebaşılık * Elebaşı olma durumu, sergerdelik.
    eleğimsağma * Gök kuşağı, alâimisema.
    eleji * Ağıt, içli, acıklıyakarışları, yakınmalarıve melânkolik duygularıanlatan şiir.
    elek * Taneli veya un gibi toz durumunda olan şeyleri yabancımaddelerden ayıklamak veya incesini kabasından
    ayırmak için kullanılan tahta bir kasnak ve tek tarafa gerilmiş, gözenekli tel, kıl, bez vb. ile yapılan araç.
    -elek * Bkz. -alak / -elek.
    elekçi * Elek yapan veya satan kimse.
    * Çingene.
    elekçilik * Elek yapıp satma işi.
    eleklik * Keçi kılından veya at yelesinden yapılmışiplikle dokunan ve sanayide bazısıvılarısüzmekte kullanılan özel
    dokuma türü.
    elekten geçirmek * elemek.
    * ayıklamak.
    * araştırma sonunda doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü ayırmak.
    elektrifikasyon * Elektrik enerjisini endüstri, ulaşım ve gündelik hayata uygulama, elektriklendirme.
    elektriği kesmek * elektrik enerjisinin akışına engel olmak.
    elektriği yakmak * elektrik enerjisini bir yeri aydınlatmak için açıp kullanmak.
    elektrik * Maddenin elektron, pozitron, proton gibi parçacıklarının hareketleriyle ortaya çıkan enerji türü.
    * Bu enerjinin gündelik hayatta kullanılan biçimi.
    * Bu enerjiden elde edilen aydınlanma.
    * Fiziğin, elektrik olaylarını inceleyen kolu.
    * Elektrikle çalışan.
    * Çarpıcılık, cazibe, canlılık.
    elektrik anahtarı * Elektrik gücünden ışık, ısı, hareket olarak yararlanırken akımıkesme veya sürdürmek için kullanılan araç.
    elektrik çarpması * Akım geçen bir tele canlının dokunmasısonunda şiddetli sarsılmasıveya ölmesi.
    elektrik dinamosu * Güçlü bir elektromıknatısın kutuplarıarasında dönen sarımlar biçiminde düzenlenmiş bir iletkenden
    oluşan ve iletkenin döndürülmesiyle mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren araç.
    elektrik direği * Elektrik enerji hatlarınıtaşıyan, ağaç veya metal direk.
    elektrik düğmesi * Duvarda gömülü ve elektrik akımınıaçıp kesmeye yarayan düğme.
    elektrik fabrikası * Elektrik enerjisi üreten ve bu enerjiyi nakil hatlarıyla dağıtan büyük işyeri.
    elektrik feneri * Pil ile çalışan fener, el feneri.
    elektrik fırını * Elektrik enerjisi ile çalışan mutfak aleti.
    elektrik fincanı * Elektrik tellerinin sarıldığı akım geçirmeyen porselen.
    elektrik kaynağı * Elektrik enerjisi kullanılarak yapılan kaynak işlemi.
    elektrik ocağı * Elektrik enerjisi ile çalışan ve ısıtma aracı olarak kullanılan alet.
    elektrik saati * Kullanılan elektrik enerjisinin miktarının gösteren araç.
    elektrik santrali * Daha az donanımlıküçük elektrik fabrikası.
    elektrik sayacı * Elektrik sarfiyatınıölçen ve kaydeden alet.
    elektrik süpürgesi * Elektrik enerjisi ile çalışan süpürge.
    elektrik teli * Elektrik akımınıkolayca iletebilen ve özellikle bakırdan yapılan tel.
    elektrik üreteci * Jeneratör.
    elektrik vermek * bir yeri elektrikle donatmak.
    * işkence amacıyla birinin çıplak bedenine doğru akım vermek.
    * elektrik enerjisini kullandırmak.
    elektrik yayı * Biribirine değmeyen iki kömür çubuk arasında elektrik akımısırasında oluşan yay biçimindeki ışık.
    elektrik zili * Elektrik gücünden yararlanan titreşim sonucu ses veren araç.
    elektrikçi * Elektrik işleri yapan usta.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 18

    elektrikçilik * Elektrikçinin işi.
    elektrikleme * Elektriklemek işi.
    elektriklemek * Üzerinde elektrik gücü bulunmayan bir iletkene, elektrikli başka bir iletkeni yaklaştırmak veya değdirmek
    yoluyla elektrik gücü vermek.
    elektriklendirme * Elektriklendirmek işi.
    * Bir yeri elektrik gücüyle donatma.
    elektriklendirmek * Elektrik sağlamak.
    * Sinirli ve gergin bir duruma yol açmak.
    elektriklenme * Elektriklenmek işi.
    elektriklenmek * Elektrik enerjisiyle yüklü duruma gelmek.
    * Sinirli ve gergin bir duruma gelmek, gerginleşmek.
    elektrikli * Elektriği olan, elektrik enerjisiyle yüklü olan, elektrikle işleyen.
    * Sinirli ve gergin bir duruma gelmişolan.
    elektrikli basaç * Elektrikle veya uzaktan kumanda edilen kapı, pencere ve elektrikli araçlarda kullanılan sistem açıcı.
    elektrikli daktilo * Elektrik enerjisi ile çalışan yazımakinesi.
    elektrikli ısıtıcı * Elektrik enerjisinin oluşturduğu ısıyıçevreye yayan araç.
    elektrikli sandalye * Bazıülkelerde ölüm cezasının uygulanmasında kullanılan idam aracı.
    elektrikli tren * Elektrik enerjisi ile çalışan tren.
    elektriksiz * Elektriği olmayan, elektrik enerjisiyle yüklü olmayan, elektrikle çalışmayan.
    elektro * Bkz. elektrokardiyografi.
    elektroansefalografi * Beyin hücreleri arasında var olan ve saçlıderinin topladığı gizil güç farklarının yazılması.
    elektroansefalogram * Beyin hücrelerinin doğurduğu gizil güç farklarının yazılmasıyla elde edilen çizelge.
    elektrobiyoloji * Canlılarda görülen elektrik olaylarını inceleyen bilim.
    elektrodinamik * Elektrik akımlarının dinamik hareketini konu edinen fizik dalı.
    * Bu dalla ilgili olan.
    elektrodinamometre * Elektrik akımının şiddetini ölçen cihaz.
    elektrodiyaliz * Birtakım koloitlerin ortamdaki öteki parçacıklara oranla gözenekli zarlardan daha kolay geçmesi özelliğine
    dayanan kimyasal arıtma yönteminin elektrik enerjisiyle hızlandırılmıştürü.
    elektrofil * Bir atom veya iyondan elektron alabilen veya onunla elektron paylaşabilen madde.
    elektrofon * Fonograf kayıtlarını okumak ve elektrik akımının aracılığıyla yükselterek sese çevirmek için gerekli araçları
    içinde toplayan cihaz.
    elektrogitar * Elektrikten yararlanılarak sesi yükseltilen gitar.
    elektrojen * Elektrik üreten (sistem).
    elektrokardiyograf * Bkz. kardiyograf.
    elektrokardiyografi * Bkz. kardiyografi.
    elektrokardiyogram * Bkz. kardiyogram.
    elektrokimya * Elektrik akımının etkisiyle ortaya çıkan kimyasal değişmeleri ve kimya işlemlerinde oluşan enerji elektrik
    üretiminde kullanmayıaraştıran bilim dalı.
    elektrolit * Elektroliz işlemiyle çözülen madde.
    elektroliz * Bir elektrik akımının etkisiyle ortaya çıkan kimyasal ayrışma.
    elektromanyetik * Elektromanyetiği bulunan veya bununla ilgisi olan.
    elektromanyetik dalgalar * Yayılmak için herhangi bir ortama ihtiyaç duymayan, boşlukta yayılabilen, manyetik veya elektrik
    alanlarından oluşan, yüklü parçacıkların hızlanmasıyla meydana gelen enerji dalgaları.
    elektromanyetik güç * Manyetik alan içindeki elektrik akışınıetkileyen güç.
    elektromanyetizma * Elektriklenme ile mıknatıslanmanın karşılıklı olarak etkilenmelerinden ortaya çıkan olayların bütünü.
    * Elektrik akımıyla mıknatıs elde etme.
    elektrometalürji * Metalurji ürünlerinin elde edilmesi ve arıtılmasında termik elektriğin ısıve elektroliz özelliklerinin
    kullanılması.
    * Elektrikle ısıtma olaylarından yararlanılarak yapılan ve madenlere uygulanan termik işlemlerin hepsi.
    elektrometre * Elektrikte kullanılan türlü ölçü cihazları.
    elektromıknatıs * İçinde manyetik akıyıtoplayıp arttırıcı bir yumuşak demir bulunan, bobin veya bobinlere doğru akım
    geçirilerek elde edilen mıknatıs.
    elektromobil * Elektrik enerjisiyle işleyen otomobil.
    elektromotor * Mekanik veya kimyasal bir etki altında elektrik üreten.
    * Elektrik enerjisini mekanik enerjiye çeviren cihaz.
    elektron * Bütün atomlarda bulunan negatif yüke sahip temek parçacık, pozitron karşıtı.
    elektron akışı * Serbest elektronların yer değiştirmesi.
    elektron demeti * Aynıenerji kaynağından çıkan ve biribirine yakın yörüngede yayılan elektronlar.
    elektron gazı * Boşveya gaz dolu bir ortamda, yahut bir iletkenin içinde dolaşan serbest elektronların tümü.
    elektron lâmbası * Gaz geçirmeyen bir tür içindeki boşlukta veya bir gazlı ortamda elektron akımı oluşturan elektronik araç.
    elektron mikroskobu * Normak ışık yerine bir elektron demeti ile çalışan ve bir milyon kere net büyütebilen özel mikroskop.
    elektronegatif * Elektrolizde artı(pozitif) kutupta toplanma niteliği olan (cisimler).
    elektronik * Elektron temeline dayanan.
    * Serbest elektronlarıkonu olarak alan bilim dalı.
    elektronik beyin * Bkz. bilgisayar.
    elektronik çalgılar * Elektrikten yararlanarak ses gücü yükseltilen çalgılar.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 19

    elektronik müzik * Elektronik çalgıve cihazlarla yaratılan müzik.
    elektronik saat * Elektrik enerjisi ile çalışan saat.
    elektronikçi * Elektronik işi ile uğraşan kimse.
    elektropozitif * Elektrolizde eksi (negatif) kutupta toplanma niteliği olan (cisimler).
    elektroradyoloji * Hastalıkların teşhis ve tedavi edilmesinde elektrik ışınlarının uygulanmasınıöngören tıp dalı.
    elektrosaz * Bkz. elektronik çalgı.
    elektroskop * Bir cismin elektriklenmesini ve bu elektriklenmenin derecesini gösteren araç.
    elektrostatik * Elektrikle ilgili.
    * Elektriklenmiş cisimler üzerinde elektriği denge durumunda inceleyen fizik dalı.
    elektrostatik serpme * Yüksek gerilimli bir elektrostatik alandan yararlanılarak zımpara taneciklerinin kâğıt veya beze
    yapıştırılırken düzenli dağılımısağlayan yöntem.
    elektroşok * Ruh hastalıklarında, beyinden çok kısa süreli yüksek elektrik akımı geçirerek, hastayı iyileştirmeye çalışma
    yöntemi.
    elektrot * Bir elektrolitin içine daldırılan iki iletken çubuktan her biri, bunların artısına (pozitifine) anot, eksisine
    (negatifine) katot denir.
    elektroteknik * Elektrik tekniğine ait, elektrik tekniği ile ilgili.
    elem * Acı, üzüntü, dert, keder.
    eleman * Öge, unsur.
    * Bir toplulukta çalışan insanların her biri.
    * Kümeye ait varlıklardan her biri.
    eleman sayısı * Bir kümedeki varlıkların sayısı.
    eleme * Elemek işi.
    * Elenmiş, seçilmişolan.
    * Çeyrek sona katılacak sporcu ve takımlarıayırmak için düzenlenen seçme yarışı.
    eleme sınavı * Herhangi bir eğitim kurumuna başvuran istekliler arasından belli düzeyde başarı gösterenleri seçmek için
    düzenlenen iki aşamalısınavdan ilki.
    elemek * Elek yardımıyla ayıklamak veya incesini kabasından ayırmak, elekten geçirmek.
    * Gözden geçirmek, ayıklamak, iyisini kötüsünden ayırmak.
    * Sınav veya yarışma yoluyla en iyileri seçmek.
    * İpliği elemgeden geçirip yumak yapmak.
    * Bir yarışmacıyıyarışma dışı bırakmak.
    element * Kimyasal çözümlemeyle ayrıştırılmayan veya bireşim yoluyla elde edilemeyen madde.
    elemge * Çile durumundaki ipliği yumak yapmak veya masuraya sarmak için, üzerine geçirilen kafes dolap
    biçimindeki hafif ve bir eksen üzerinde dönen araç.
    elemli * Üzüntülü, kederli.
    elemsiz * Elemi, üzüntüsü, kederi olmayan.
    elenme * Elenmek işi.
    * Yenilen oyuncu veya takımın yarışmalardan çıkarılması.
    elenmek * Elemek işine konu olmak veya elemek işi yapılmak.
    * Sınavdan geçirilmek, seçilmek.
    * Turnuva dışıkalmak, yarışmadan çıkarılmak.
    * Süzülmek.
    elenti * Arpa, buğday ve benzerlerinin kalburdan geçirilmiş bölümü.
    eleştirel * Eleştiri niteliği taşıyan, tenkidî.
    eleştiri * Bir insanı, bir eseri, bir konuyu, doğru ve yanlışyanlarını bulup göstermek maksadıyla inceleme işi, tenkit.
    * Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle sağlamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazıtürü, tenkit,
    kritik.
    * Özellikle bilginin temellerini ve doğruluk durumunu inceleme, sınama, yargılama.
    eleştirici * Eleştirmeci, eleştirmen.
    * Eleştirme niteliği olan, tenkitçi.
    eleştiricilik * Eleştiricinin işi, eleştirmenlik, tenkitçilik, münekkitlik.
    * İnsan bilgisinin sınırıüzerine felsefe bilinci ve bu bilincin uyanık tutulması, eleştirimcilik, kritisizm.
    * Kant’ın akıl ve bilginin sınırınıve imkânlarınıtespit etmek için, özellikle dogmacılığın veşüpheciliğin
    karşısına koyduğu felsefe yöntemi, kritisizm.
    eleştirilme * Eleştirilmek işi.
    eleştirilmek * Eleştirmek işi yapılmak.
    eleştirim * Eleştirmek işi.
    eleştirimci * Eleştirimcilikle ilgili olan.
    eleştirimcilik * Eleştiricilik.
    eleştirme * Eleştirmek işi, tenkit.
    eleştirmeci * Eleştirme yapan kimse, eleştirmen, tenkitçi, münekkit.
    eleştirmecilik * Eleştirmecinin yaptığı iştenkitçilik, münekkitlik.
    eleştirmek * Bir düşüncenin, bir eserin, bir yargının doğruluk veya yanlışlığını ortaya çıkarmak ve gerçek değerini
    belirtmek için onu incelemek, tenkit etmek.
    eleştirmeli * Eleştirme ile ilgili, eleştirme üzerine olan, eleştirel, tenkidî.
    eleştirmen * Eleştiri yazan kimse, eleştirmeci, tenkitçi, münekkit.
    eleştirmenlik * Eleştirmenin işi, eleştiricilik, münekkitlik.
    elezer * Sadist.
    elezerlik * Sadizm.
    elgin * Yabancı, gurbette yaşayan, garip.
    elhak * Gerçekten, hiç şüphesiz, doğrusu.
    elhamdülillah * Allah’a şükür.
    elhasıl * Sözün kısası, kısacası, işin sonu, velhasıl.
    eli açık * Parasınıve malınıesirgemeyen, cömert, bonkör.
    eli ağır * Yavaşişgören.
    * Vurunca çok acıtan (kimse).
    eli alışmak * bir işte uzluk, ustalık kazanmak.
    * herhangi bir davranışıâdet edinmek.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 20

    eli altında olmak * buyruğunda olmak, istediği anda o şeyden yararlanabilmek.
    eli armut devşirmek * birisinin bir işyaparken öbürünün de boşdurmayarak aynı işi yapabileceğini anlatır.
    eli ayağı(olmak) * yardımcısı(olmak), her işine yarar (olmak).
    eli ayağı(veya eli kolu) bağlı * çaresiz, istediğini yapamayacak bir durumda olan.
    eli ayağı buz kesilmek (veya tutmamak) * güçsüz, dermansız kalmak.
    eli ayağıdolaşmak * şaşırmak, telâşlanmak.
    eli ayağıdüzgün * bedence kusursuz, sakat değil.
    eli ayağıtitremek * korku, sinir gibi sebeplerle heyecanlanmak.
    eli ayağıtutmak (veya tutmamak) * beden gücü yerinde olmak, (veya olmamak).
    eli aza varmamak * bir şeyi bol bol alma veya bol bol verme alışkanlığında olmak.
    eli bayraklı * Şirret, edepsiz, kavgacı.
    eli boş * İşi olmayan, boşgezen.
    eli boşçıkmak * umduğunu alamamak, başarısızlığa uğramak.
    eli boşdönmek (çevrilmek veya geri gelmek) * umduğunu alamadan dönmek.
    eli boşgelmek (veya gitmek) * armağansız gelmek, gitmek.
    * umulan şeyi getirmeden gelmek.
    eli böğründe * Ahşap yapılarda çıkmaların altına eğik ve aralıklı olarak konulan ahşap destek.
    * Halıve kilimlerde kullanılan eski bir motif türü, eli belinde.
    eli böğründe (veya koynunda) kalmak * başarısızlığa uğramak, bir şey yapamaz duruma düşmek.
    eli çabuk * Çabuk işgören, hamarat.
    eli dar (veya eli darda) olmak * para sıkıntısı içinde olmak.
    eli değmek * bir şey yapmaya vakit ve fırsat bulmak.
    eli dursa ayağıdurmaz * kıpırdak, hareketli.
    eli ekmek tutmak * geçimini kendi emeğiyle sağlayacak duruma gelmek.
    eli ermek (veya ermemek) * yapabilmek, ulaşabilmek.
    eli ermez gücü yetmez * çaresiz, zavallı.
    eli geniş * Geçimi iyi olan, cömert.
    eli genişlemek * bolca paraya kavuşmak.
    eli gitmek * bir şeyi kavramak, tutmak istemek.
    eli hafif * (cerrah, dişçi, berber vb.) Acıtmadan, tedirgin etmeden işgören.
    eli harama uzanmak * dince yasaklanmış bir işe yönelmek.
    eli işe yatmak * becerikli, eli yatkın olmak.
    eli kalem tutmak * yazıyazmayı bilmek.
    * düşündüğünü güzel bir anlatımla yazmak.
    eli kırılmak * eli, işe yatkın bir duruma gelmek.
    eli kolu bağlıkalmak (veya durmak, olmak) * bir engel dolayısıyla hiçbir işyapamaz duruma gelmek.
    eli koynunda * boş, işsiz; çaresiz.
    eli koynunda kalmak * çaresiz kalmak.
    eli kulağında * nerede ise olacak, çok yakında olması beklenilen (şey).
    eli kurusun * “eli tutmaz olsun, eli bir işgöremez olsun” anlamında bir ilenme.
    eli maşalı * Kavgacı, şirret, daya atmayıseven.
    eli olmak * karışmışolmak, gizli bir ilgisi bulunmak.
    eli para görmek * eline para geçmek.
    eli selek * Eli açık, cömert.
    eli sıkı * Çok tutumlu, cimri, pinti.
    eli silâh tutan * silâh kullanabilen.
    eli sopalı * Zorba.
    eli şakağında * düşünceli, kaygılı.
    eli uz * Usta, belli bir işte becerikli, mahir.
    eli uzun * Fırsat buldukça öte beri aşıran, hırsız.
    eli varmamak (veya gitmemek) * bir işi yapmaya gönlü razı olmamak.
    eli yatkın * eli o işe alışık, becerikli.
    eli yatkın * Elle yapılan işlerde becerikli (kimse).