Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük E Sayfa 40

    esrar otu * Hint keneviri.
    esrar perdesi * Bir şeyin anlaşılmasını güçleştiren engel.
    esrar tekkesi * Toplu ve gizli olarak esrar içilen yer.
    esrara dalmak * sırlara gömülmek.
    esrarcı * Esrar yapan, satan veya esrar çeken kimse.
    esrarcılık * Esrarcının işi.
    esrarengiz * Gizlerle, sırlarla örtülü, esrarlı.
    esrarengizlik * Esrarlı olma durumu.
    esrarkeş * Esrar (II) kullanmayıalışkanlık durumuna getiren kimse.
    esrarkeşlik * Esrarkeşolma durumu.
    esrarlı * Gizli yönleri bulunan, ne olduğu anlaşılamayan, akıl erdirilemeyen, esrarengiz.
    esrarlı * İçinde esrar bulunan.
    esre * Arap yazısında, bir ünsüzün dar, düz ve kısa (ı,i) okunacağını gösteren işaret, kesre.
    esri * Esrik.
    esrik * Esrimiş, sarhoş, mest, sermest.
    esriklik * Sarhoşolma durumu.
    esrime * Sarhoşolma işi, gaşiy.
    esrimek * Herhangi bir sebeple kendinden geçmek, gaşyolmak.
    * Coşup kendinden geçmek, vecde gelmek.
    * Mest olmak, sarhoşolmak.
    esritme * Esritmek işi.
    esritmek * Sarhoşolmasına yol açmak, sarhoşetmek.
    essah * Doğru, gerçek, sahi.
    estağfurullah * Teşekkür edilen veya övülen bir kimsenin söylediği bir incelik ve alçak gönüllülük sözü.
    estamp * Metal, tahta vb.üzerine kazıldıktan sonra basılan resim.
    estampaj * Metal, tahta vb.üzerine resim basma, çoğaltma yöntemi.
    estek köstek * “Oyalamak, yersiz bahaneler bulmak, işten kaçınmak” gibi anlamlara gelen estek köstek etmek veya estek
    etmek, köstek etmek biçimlerinde de kullanılır.
    ester * Oksijenli asitler ile alkollerin aralarından bir su molekülü ayrılmasısonucunda verdikleri madde.
    esterleşme * Oksijenli asitlerle alkollerin birleşerek ester oluşturması.
    estet * Güzeli en üstün, en yüce değer sayan kişi.
    estetik * Sanatsal yaratının genel yasalarıyla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bediiyat.
    * Güzellik duygusu ile ilgili olan veya güzellik duygusuna uygun olan.
    * Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu,
    güzel duyu.
    * Kusurlu bir organıdüzeltmek veya güzelleştirmek amacıyla uygulanan (yöntemler).
    estetikçi * Estetikle uğraşan kimse.
    estetikçilik * Gerçeklik ve yarar kaygılarından sıyrılarak, bir sanat veya felsefe konusunu salt güzelliği için sevme kuramı,
    güzel duyuculuk.
    estetizm * Estetikçilik, güzel duyuculuk.
    estirilme * Esritilmek işi.
    estirilmek * Estirmek işi yapılmak.
    estirme * Estirmek işi.
    estirmek * Esmesini sağlamak.
    estomp * Kara kalem resimde çizgiyi veya pastel boyasınıyaymak için kullanılan kendi üzerine sarılmışkâğıt veya
    deri.
    esvap * Giysi, giyecek, elbise.
    esvaplık * Esvap yapmaya elverişli (kumaş).
    * Birbirinin aynı olan veya birbirine çok benzeyen iki şeyden her biri, benzer.
    * Karıkocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika.
    * Birlikte yaşayan dişi ve erkek hayvandan her biri.
    * Kuma, ortak.
    * Arkadaş.
    * Etene, son, meşime.
    * İkişer kişilik gruplarla oynanan oyunlarda, ortak oynayan iki kişiden her birinin öbürüne göre durumu.
    eşadlı * Bkz. eşsesli.
    eşadlılık * Bkz. eşseslilik.
    eşanlam * Sözler arasında anlam birliği olmasıdurumu.
    eşanlamlı * Anlamlarıaynıveya birbirine çok yakın olan (kelimeler), anlamdaş, müteradif, sinonim.
    eşanlamlılık * Eşanlamlı olma durumu, anlamdaşlık.
    eş bacaklılar * Denizlerde, karalarda ve tatlısularda, başka hayvanların asalağı, asalakların ara konakçısıveya özgür olarak
    yaşayan kabuklular takımı.
    eş basınç * Hava basınçlarıeşit olan yeryüzü noktalarını birleştirdiği var sayılan eğri, izobar eğrisi.
    eş basınçlı * Basıncın hep aynıkalması.
    eş başkan * Bir kurul, toplantıveya kongrenin başkanlığınıyapan başkanlardan her biri.
    eş biçim * Başka bir şeyin biçim veya yapı bakımından aynısı olan şey, izomorf.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 37

    esenleşmek * Birbirine selâm vermek, selâmlaşmak.
    * Vedalaşmak.
    esenlik * Esen olma durumu, sağlık, afiyet, sıhhat, selâmet.
    esenlikli * Esenliği olan.
    eser * Emek sonucu ortaya konan ürün, yapıt.
    * İz, işaret, im.
    * (soyut kavramlar için) Belirti.
    eser kalmamak * hiçbir belirti, iz olmamak.
    esericedit * “Büyük boy yazıkâğıdı” anlamında kullanılan esericedit kâğıdıdeyiminde geçer.
    esericedit kâğıdı * Eskiden kullanılan bir tür kâğıt.
    eserme * Esermek işi veya durumu.
    esermek * Bakmak, beslemek, yetiştirmek.
    esermek besermek * Emek vererek ortaya çıkarmak.
    esham * Paylar, hisseler.
    * Borç alınan bir paranın belirli zamanda ödeneceğini gösteren senetler.
    -esi * Bkz. -ası/-esi.
    esik * Çukur yer.
    esim * Yelin esişi.
    esin * Etkilenme, çağrışım veya içe doğmayla akla gelen yaratıcıduygu, düşünce, ilham.
    * Sabah yeli.
    esindirme * Esindirmek işi.
    esindirmek * Birinde esin uyandırmak, ilham etmek.
    esinleme * Esinlemek işi veya durumu.
    esinlemek * (birine) Esin duymasını sağlamak, ilham vermek.
    esinlenme * Esinlenmek işi.
    esinlenmek * Bir şeyden ilham almak, içine doğmak, mülhem olmak.
    esinti * Belli belirsiz hissedilen hafif yel, nefha.
    esintili * Esintisi olan.
    esintisiz * Esintisi olmayan.
    esir * Tutsak.
    * Köle.
    * Bir düşünceye veya bir kimseye körü körüne bağlı olan kimse.
    esir * Atomlar arasındaki boşluğu ve bütün evreni doldurduğu var sayılan, ağırlığı olmayan, ısıve ışığı ileten töz
    (cevher).
    * Hava.
    esir almak * tutsak etmek.
    esir düşmek * tutsak olmak.
    esir etmek * tutsak durumuna getirmek.
    esir olmak * tutsak olmak.
    esir yatmak * savaşta düşman eline düşüp uzun süre tutsak kalmak, esarette kalmak.
    esirci * Köle ve cariye alışverişi yapan kimse.
    esircilik * Köle ve cariye alışverişi yapma.
    esire * Dişi tutsak.
    * Cariye, dişi köle.
    esirgeme * Esirgemek işi, himaye, vikaye.
    esirgemek * Korumak, himaye etmek, vikaye etmek.
    * Bir şeyi yapmaktan veya vermekten kaçınmak.
    * (olumsuz biçimde) Feda etmekten çekinmek, diriğetmek.
    esirgemezlik * Özveride bulunma.
    esirgenme * Esirgenmek işi.
    esirgenmek * Esirgemek işi yapılmak.
    esirgeyici * Koruyan, koruyucu.
    esirgeyiş * Esirgemek işi veya biçimi.
    esirifiraş * Çok hasta olma, ayağa kalkamayacak biçimde yatma.
    esirlik * Esir olma durumu veya süresi, tutsaklık, kölelik.
    esirme * Esirmek işi.
    esirmek * Sarhoşolmak; aklınıyitirmek, delirmek; kendinden geçmek.
    * Çok kızmak, sertleşmek.
    esiş * Esmek işi veya biçimi.
    eskatologya * İnsanın ve dünyanın sonunu, öbür dünyayıanlatmaya çalışan tanrı bilimi kolu.
    eski * Çoktan beri var olan, üzerinden çok zaman geçmiş bulunan.
    * Çok kullanmaktan yıpranmış, harap olmuş.
    * Bir önceki, sabık.
    * Geçerli olmayan.
    * Herhangi bir meslekte uzun süreden beri çalışmışolan.
    * Geçmişçağlardaki.
    * (tamlanan olarak kullanılınca alaylı olarak) Herhangi bir görevden düştüğü veya durumunu yitirdiği için bir
    kimsenin eski saygınlığının kalmadığını bildirir.
    * Mesleğinde uzmanlaşmış, tecrübesi olan.
    * Geçmişdönemlerde yaşayan (kimse).
    eski ağıza yeni taam * turfanda bir şey yenilirken söylenen söz.
    Eski Çağ * Yazının bulunuşuna kadar geçen süre.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 38

    eski çamlar bardak oldu * devir değişti, eski tutumların değeri kalmadı.
    eski defterleri karıştırmak (veya yoklamak) * eski olayları, bir yarar umarak veya başka bir amaçla yeniden ele almak.
    Eski Dünya * Avrupa, Asya ve Afrika’ya topluca verilen ad.
    eski eserler * Eski toplulukların bilim, edebiyat, din ve güzel sanatına ilişkin her türlü ürünü veya kalıntısı, asarıatika.
    eski göz ağrısı * eski sevgili, ilk göz ağrısı.
    eski hamam eski tas * hiçbir şeyi değişmemiş, eski durumunda kalmış.
    eski hayratıda berbat etmek * bir işi daha iyi bir duruma sokmaya çalışırken büsbütün bozmak.
    eski kafalı * Günün düşünce ve yaşayışına ayak uyduramayan (kimse).
    eski kafalılık * Eski kafalı olma durumu.
    eski köye yeni âdet * yadırganan bir yenilik yapmaya kalkışanlar için söylenir.
    eski kurt * Mesleğinde uzmanlaşmışolan kimse.
    * Bir işin hileli yanlarını bilen ve kolay aldatılmayan kimse.
    eski püskü * Çok eski; iyice eski (şeyler).
    eski toprak * Yaşlandığıhâlde dinç (kimse).
    eski tüfek * Herhangi bir işte eski ve tecrübeli olan (kimse).
    eski yazı * Türklerin İslâmiyeti kabulünden sonra kullanmaya başladığıve 1928 yılında Lâtin alfabesine dayalıyeni
    Türk harflerinin kabulüne kadar geçen dönemde yazıhayatında benimsenmişolan Arap alfabesini esas alan yazı
    sistemi.
    eskice * Biraz eski, çok yeni olmayan.
    eskici * Her türlü eski eşya alım satımıyla uğraşan kimse.
    * Eskimişayakkabıları onaran kimse.
    eskicilik * Eskicinin işi.
    eskiden * Geçmişzamanlarda, geçmişçağlarda, geçmişte, mukaddema.
    eskiler * eski çağinsanları, eski kuşaklar, bizden önce yaşayanlar.
    * eski eşya.
    eskileşme * Eskileşmek işi.
    eskileşmek * Eskimek.
    eskilik * Eski olma durumu.
    eskime * Eskimek işi.
    eskimek * Eski duruma gelmek.
    * Yıpranmış.
    * Yaşlanmak.
    Eskimo * Kuzey Kutbu’nda yaşayan toplulukların adı.
    * Bu topluluktan olan kimse.
    * Bu topluluğa özgü, bu toplulukla ilgili (olan).
    Eskimoca * Eskimo dili.
    eskimsi * Biraz eski; eskiye benzer, eskiyi andıran, eski gibi.
    eskisi gibi * önceden olduğu gibi.
    eskisi kadar (veya gibi) * eskiden olduğu gibi, eskiden olduğu ölçüde.
    eskisi olmayanın acarı olmaz * yeni bir şey edinince eskisini hemen elden çıkarmamalıdır.
    Eskişehir taşı * Lüle taşı.
    eskitilme * Eskitilmek işi.
    eskitilmek * Eskitilmek işi yapılmak, eski duruma getirilmek.
    eskitme * Eskitmek işi.
    eskitmek * Çok kullanarak eskimişduruma getirmek, yıpratmak.
    * Yaşlandırmak.
    * Etkisini sürdürememek, yıpratmak.
    eskiyiş * Eskimek işi veya biçimi.
    eskiz * Taslak.
    eskort * Koruma, muhafız takımı.
    eskrim * Dürtücü kılıç, kesici kılıç ve delici kılıç adıverilen silâhlarla yapılan spor, kılıç oyunu.
    eskrimci * Eskrim yapan kimse, kılıç oyuncusu.
    eskülâbî * Kargacık, burgacık, özensiz.
    eslâf * Bizden öncekiler, geçmişler, öncel, ahlâf karşıtı.
    eslek * Başkasının buyruk ve dileklerini yerine getiren, söz tutan, yumuşak başlı, itaatli, muti.
    esleme * Eslemek işi veya durumu.
    eslemek * Önem vermek, aldırışetmek.
    esma * Adlar, isimler.
    esmayıüstüne sıçratmak * davranışlarıyla belâyıüstüne çekmek.
    esmayıhüsnâ * Allah’ın adları.
    esmayışerife * Esmayıhüsnâ.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 30

    enselenmek * Yakalanmak, ele geçirilmek.
    enser * Büyük çivi, ekser.
    ensesi kalın * Güçlü, istediğini yapabilen, sözü geçer (kimse).
    ensesinde boza pişirmek * ısıtmak, kızgın duruma getirmek.
    * birini çok üzmek, tedirgin etmek, sürekli çalıştırmak.
    ensesine binmek * birine bir işi yaptırmak için sürekli baskıaltında bulundurmak.
    ensesine yapışmak * yakalayıp sıkıştırmak.
    ensiz * Eni küçük olan, dar.
    ensizlik * Ensiz olma durumu.
    enstantane * Işıklama süresi saniyenin 1/25’i veya daha kısa olan hızlı bir hareketi çekme yöntemi.
    * Bu yöntemle çekilen (fotoğraf).
    * Bir anda olan.
    enstantane fotoğraf * Bkz. enstantane.
    enstitü * Bir üniversiteye bağlıveya bağımsız bir kuruluşolarak genelikle araştırma yapan ve bazıdurumlarda
    öğretime de yer veren eğitim kurumu.
    enstrüman * Çalgı.
    enstrümantal * Yalnız çalgılarla ilgili olan.
    enstrümantal müzik * Yalnız çalgılar için hazırlanmışmüzik.
    enstrümantalizm * Araççılık.
    ensülin * Şeker hastalığına karşıkullanılan bir hormon.
    entari * Genellikle tek parçalıkadın giyeceği.
    * Arap ülkelerinde erkeklerin giydiği uzun, düz üstlük.
    entarilik * Entari yapılmaya uygun (kumaş).
    entegrasyon * Bütünleşme, birleşme.
    entegre * Bir bütünü, bir grubu oluşturan.
    entel * Entellektüel olmaya özenen ancak bunun için gerekli olan niteliği kazanmamış.
    * Sahte aydın.
    entelekt * Akıl, zihin, idrak, anlık.
    entelektüalizm * Anlıkçılık, zihniye.
    entelektüel * Bilim, teknik ve kültürün, değişik dallarında özel öğrenim görmüş(kimse), aydın, münevver.
    * Fikir sorunlarıyla ilgili.
    entelektüellik * Entelektüel olma.
    entelekya * Aristo’ya göre, her varlığın erişmeye yöneldiği olgunluk durumu.
    enteresan * İlgi çekici, ilginç.
    enteresanlık * Enteresan olma durumu, ilginçlik.
    enterkoneksiyon * 343 interkoneksiyon.
    enternasyonal * Uluslar arası, milletler arası, beynelmilel.
    enternasyonalci * Uluslar arasıcı, beynelmilelci.
    enternasyonalcilik * Uluslar arasıcılık.
    enternasyonalizm * Uluslar arasıcılık, beynelmilelcilik.
    enterne * Göz altında (olan).
    enterne etmek * göz altına almak.
    entertip * Basımcılıkta harfleri satır olarak dizen ve döken dizgi makinesi.
    entimem * Bir veya birden çok öncülü (önceden bilindiği var sayılarak) kaldırılmışolan tasımsal çıkarım.
    entipüften * Hiç değeri olmayan, derme çatma, uydurma.
    entomoloji * Böcek bilimi.
    entomolojist * Böcek bilimci.
    entrika * Bir işi sağlamak veya bozmak için girişilen gizli çalışma, oyun, dolap, düzen, dalavere, dek, desise, hile.
    entrika çevirmek * entrika ile amacına ermeye çalışmak, dolap çevirmek.
    entrikacı * Entrika çeviren, düzenci, dessas.
    entrikacılık * Entrikacı olma durumu.
    entrikaya kurban gitmek * bir hileli, dalavereli işsonunda zarara uğramak.
    enva * Türler, çeşitler.
    envaiçeşit * Çeşit çeşit, türlü türlü.
    envaiçeşitli * Envaiçeşidi olan, türlü türlü.
    envaitürlü * Çok değişik türleri olan, çeşitli çeşitli, türlü türlü, envaiçeşitli.
    envanter * Bir ticaret kuruluşunun para, mal ve diğer varlıklarıyla genel olarak borçlu ve alacaklıdurumlarını,
    nicelikleri ve değerleriyle ayrıntılı olarak gösterme.
    * Bu durumu gösteren çizelge.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 31

    envestisman * Yatırım.
    enzim * Bir tepkimeye sebep olan ve onu hızlandıran eriyebilir organik madde, ferment.
    eosen * Üçüncü çağın, memelilerin oluştuğu dönemi.
    epe * Eskrimde kullanılan bir tür kılıç.
    * Bu kılıç kullanılarak oynanan bir tür kılıç oyunu.
    eper * Işığa karşı bakıldığında kâğıt tabakasının yapısal görünümü.
    epey * Az denmeyecek kadar, oldukça, hayli.
    epeyce * Oldukça, bir hayli.
    epeyi * Bkz. epey.
    epidemi * Salgın hastalık.
    epidemioloji * Salgın hastalıkları inceleyen hekimlik dalı.
    epiderm * Üst deri.
    epifit * Üst bitken.
    epigenez * Sıralı oluş.
    epigrafi * Yazıt bilimi.
    epigram * Her türlü konuda yapılmışkısa manzume.
    epik * Destana ilişkin, destana özgü, destanla ilgili, destansı(eser).
    epikerem * Önertilerinin biri veya her ikisi kanıtıyla birlikte ileri sürülen tasım.
    Epikurosçu * Epikuros’un kurduğu felsefe akımını benimseyen, Epikurosçuluk yanlısı olan kimse.
    Epikurosçuluk * Epikuros’un düşüncelerinin yaşama ilkesi yapılması; hazlara, sevinçlere yönelik bir hayatın hedef
    edinilmesini ileri süren öğreti.
    Epikürcü * Bkz. Epikurosçu.
    Epikürcülük * Bkz. Epikurosçuluk.
    epilog * Bir eserin sonuç bölümü.
    epistemoloji * Bkz. bilgi kuramı.
    epitel * Bkz. epitelyum.
    epitelyum * Tek veya çok hücreden oluşan, vücudun bütün dışve iç yüzeylerini kaplayan doku.
    epizot * Bir roman veya hikâyede ikinci derecede bir olay.
    * Değişik anlatıtürü, masal, efsane, bilmece vb. bir metnin, bir eserin aslından az çok ayrılan değişik biçimli
    olanı.
    epope * Destan.
    eprime * Eprimek işi.
    eprimek * Bozulmak, ekşiyip çürümek.
    * (yemiş) Dura dura olgunlaşmak, yumuşamak.
    * Erimek.
    epsilon * Yunan alfabesinin beşinci harfi (e).
    Er * Erbiyum’un kısaltması.
    er * Erkek.
    * Kahraman, yiğit.
    * Asker, nefer.
    * İşini iyi bilen, yetenekli.
    * Koca.
    er * Erken.
    -er * Bkz. -ar / -er.
    er bezi * Erkeklik hormonunu oluşturan erkek cinsiyet bezi, husye, haya, testis.
    er dişi * Hem erkek hem dişi gametleri bulunan (birey), erselik, hünsa.
    * Çiçekliğinde hem erkek hem dişi çiçeği bulunan (bitki).
    er dişilik * Er dişi olma durumu, erseliklik.
    er ekmeği * Sahur yemeği.
    er geç * Erken veya geç, her ne vakit olsa.
    er lokmasıer kursağında kalmaz * insan gördüğü iyiliği karşılıksız bırakmaz.
    er meydanı * Güreşmeydanı.
    er suyu * Atmık, meni.
    eradikasyon * Yok etme.
    erat * Erden başgedikliye kadar askerlere verilen genel ad.
    * Erler.
    erbain * Hicrî takvimde 22 Aralıktan 31 Ocak gününe kadar süren kırk günlük kışdönemi.
    erbap * Bir işten anlayan, bir işi iyi yapan kimse.
    erbaş * İhtiyaçlarıdevletçe karşılanan onbaşıve çavuşrütbesindeki asker.
    erbaşlık * Erbaşkademesi.
    erbin * Erbiyum oksit (Er2O3) veya erbiyum hidroksit, Er(OH)2.
    erbiyum * Tabiatta çok az olan, uygulama alanı bulunmayan, atom numarası68, atom ağırlığı167.2 olan bir element.
    KısaltmasıEr.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 32

    erce * Erken olarak, er gibi, ere benzer biçimde.
    ercecik * Erkenden.
    ercik * Çiçek tozu üreten ve on tanesi çeşitli şekillerde birleşerek erkek organımeydana getiren çiçek kısmı.
    erdem * Ahlâkın övdüğü iyilikçilik, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk gibi niteliklerin genel adı, fazilet.
    * İnsanın ruhî olgunluğu.
    erdemli * Erdemi olan, faziletli.
    erdemlilik * Erdemli olma durumu, faziletlilik.
    erdemsiz * Erdemi olmayan, faziletsiz.
    erdemsizlik * Erdemsiz olma durumu, faziletsizlik.
    erden * Bakir.
    erdenlik * Bakirlik.
    erdiğine erer, ermediğine taşatar * sataşkan, edepsiz (kimse).
    erdirme * Erdirmek işi.
    erdirmek * Ermesini sağlamak, ermesine yol açmak.
    ere gitmek (veya varmak) * (kadın, kız) evlenmek.
    ere vermek * (kız) evlendirmek.
    erek * Gerçekleştirmek için tasarlanan ve erişmek istenilen şey, amaç, gaye, maksat, hedef.
    erek bilimi * Evreni ereklerle araçlar arasında bir ilişkiler dizgesi olarak gören öğreti, teleoloji.
    * Yalnızca insan hareketlerinin değil, tarih ve tabiat olaylarının ve bütünün olduğu gibi tek tek olayların da
    ereklerle belirlenmişve yönetilmişolduğunu kabul eden öğreti, teleoloji.
    erekçilik * Her şeyin bir erekle belirlendiği, bir ereğe yöneldiğini; her şeyin bir ereklik yasasına göre olup bittiğini
    benimseyen görüş, finalizm.
    ereklilik * Bir erekle belirlenmişolma veya bir ereğe yönelmişolma durumu.
    ereksel * Erek niteliğinde olan.
    ereksel neden * Temelde bulunan erek veya varılmak istenen ereğe götüren sebep.
    eren * Benliğinden sıyrılmış, öz varlığından geçmiş, kendini Tanrı’ya adamış, ermiş, evliya, veli.
    * “Erenler” biçimi eskiden dervişler arasında bir seslenme sözü olarak kullanılırdı.
    * Olağanüstü sezgileriyle birtakım gerçekleri gördüğüne inanılan kimse.
    Erendiz * Jüpiter, Müşteri.
    erenlerin sağısolu olmaz * cana yakın kişilerin bazıyersiz davranışları, bilerek yapılmadığı için hoşkarşılanmalıdır anlamında kullanılır.
    erg * C. G. S. sisteminde, uygulama noktasını, kuvvet yönünde 1 cm hareket ettiren 1 dinlik kuvvetin yaptığı işe
    eşit olan iş birimi: Bir kilogram metre 981 x 105 erge eşittir.
    erg * Büyük Sahra’da kumullarla örtülü bölge.
    erganun * Org.
    ergen * Ergenlik çağında olan.
    * Henüz evlenmemiş, bekâr.
    ergen olmak * evlenecek çağa girmek.
    ergene * Maden yeri.
    ergene karı boşamak kolay * bir işin içinde olmayanların o işteki güçlükleri küçümsediklerini anlatır.
    ergenleşme * Ergenleşmek işi veya durumu.
    ergenleşmek * Ergenlik çağına ulaşmak.
    ergenleştirme * Ergenleştirmek işi.
    ergenleştirmek * Ergenlik çağına kavuşmasını sağlamak.
    ergenlik * Cinsî organların fizyolojik gelişmesiyle başlayan, bulûğa ermişlikle yetişkinlik arasındaki dönem.
    * Çocukluk çağından yetişkinlik çağına geçen kimselerin yüzünde çıkan sivilceler.
    ergi * (dil inkılâbının ilk yıllarında) İyi bir şeye erişme durumu, mazhariyet.
    ergilik * Ergi durumu.
    ergime * Ergimek işi, zeveban.
    ergime ısısı * Bir katının sıvıdurumuna geçmesi için verilmesi gereken ısı.
    ergime noktası * Bir katının katıdurumdan sıvıduruma geçmeye başladığıve ergime sona erene kadar koruduğu sıcaklık.
    ergime yasası * Ergime kurallarının değişmez oluşumu.
    ergimek * (sıcaklığı artırılmak yoluyla bir cisim) Katıdurumdan sıvıduruma geçmek, zeveban etmek.
    ergimiş * Isıetkisiyle sıvıdurumuna gelmiş(katıcisim).
    ergimişmaden * Sıvıduruma gelmişmaden.
    ergin * Olmuş, yetişmiş, kemale ermiş.
    * Haklarınıkendi kullanmak için yasanın gösterdiği yaşa gelmişolan (kimse), reşit.
    erginleme * Erginlemek işi.
    erginlemek * Birini bir konu üzerinde aydınlatıp onu gerekli temel bilgi ve becerilerle donatarak ergin ve yetişmiş
    kılmak.
    erginlenme * Erginlenmek işi veya durumu.
    erginlenmek * Ergin duruma gelmek.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 33

    erginleşme * Erginleşmek işi.
    erginleşmek * Ergin bir duruma gelmek, reşit olmak.
    erginlik * Ergin olma durumu, kemal, rüşt.
    ergitme * Ergitmek işi.
    ergitmek * Ergimesini sağlamak, ergimesine yol açmak.
    ergonomi * İnsanın, makinenin ve çevrenin bir arada uyumlu ve verimli bir biçimde çalışmasını inceleyen bilim dalı, iş
    bilimi.
    erguvan * Baklagillerden, eflâtunla kırmızıarasırenkte çiçek açan, güzel bir süs ağacı(Cercis siliquastrum).
    erguvangiller * Almaşık yapraklıağaç familyası.
    erguvanî * Eflâtunla kırmızıarasırenk.
    * Bu renkte olan.
    ergürmek * Ulaştırmak, eriştirmek.
    -eri * Bkz. -arı/ -eri.
    erigen * Çabuk eriyip dağılan.
    erik * Gülgillerden, beyaz çiçekli bir ağaç (Ğrunus domestica).
    * Bu ağacın kabuğu ince, sarıdan kırmızıya, mora kadar türlü renkte, mayhoşveya tatlı, eti sulu, tek ve sert
    çekirdekli yemişi.
    erik hoşafı * Eriğin şekerli suda kaynatılması ile hazırlanan ve soğuk içilen hoşafı.
    erik kompostosu * Eriğin şekerli suda kaynatılması ile hazırlanan tatlı.
    erik marmelâdı * Şeker karıştırılarak pişirilmişerik ezmesi.
    erik pestili * Eriğin kaynatılmasıve yufka biçiminde kurutulması ile hazırlanan pestil.
    erik rakısı * Erik suyunun damıtılmasıyla elde edilen bir tür rakı.
    erik reçeli * Eriğin şeker ile kaynatılmasısonucu yapılan reçeli.
    erika * Süpürge otu.
    eriklik * Erik ağaçlarıçok olan yer, erik bahçesi.
    eril * Bazıdillerde erkek cinsten sayılan (kelime), müzekker.
    erillik * Bazıdillerde, kelimelerin eril olmasıdurumu.
    erim * Bir şeyin erebileceği uzaklık, menzil.
    erim * İyi bir şeye işaret olan durum, beşaret.
    erim erim * Erimek işinin anlamınıpekiştirir.
    erime * Erimek işi.
    erimek * Katıcisim sıvı içine karışarak sıvıdurumuna geçmek.
    * Katıcisim ısıetkisiyle sıvıduruma gelmek.
    * (dokumalar için) Aşınıp incelerek dağılmak.
    * Çok zayıflamak.
    * Utancından çok sıkılmak.
    * Yok olmak, bitmek, tükenmek.
    erimez * Erime özelliğini yitirmişolan ve bu özelliği olmayan.
    erin * Döl verme yetkinliğine eren, baliğ.
    erincek * Tembel, üşenen.
    erinç * Hiçbir eksiği, hiçbir üzüntüsü ve acısı olmama durumu, dirlik, rahat, huzur.
    erinçli * Erinci olan, huzurlu, rahat.
    erinçsiz * Erinci olmayan, tasalı, huzursuz, rahatsız.
    erinlik * Erin olma durumu, bulûğ.
    erinme * Erinmek işi veya durumu.
    erinmek * Üşenmek.
    erinsiz * Erinci olmayan, huzursuz, rahatsız.
    erirlik * Eriyebilme niteliği veya derecesi.
    eristik * Didişim.
    eriş * Ermek işi ve durumu.
    erişilme * Erişilmek işi.
    erişilmek * Erişmek işi yapılmak, ulaşmak, yetişilmek.
    erişim * Erişmek işi.
    * Belli iki yer arasında gidip gelebilme, ulaşım, muvasala.
    erişkin * Vücudunun gelişimi tamamlanmışolan, kâhil.
    erişkinlik * Erişkin olma durumu, olgunluk, kâhillik.
    erişme * Erişmek işi.
    erişmek * Varılmasızamana, emeğe bağlı olan veya uzakta bulunan bir amaca varmak, ulaşmak.
    * Bir yere ulaşmak, varmak.
    * Belirli bir olgunluk durumuna varmak.
    * (zaman için) Gelip çatmak.
    erişte * Kesilip kurutulmuşhamur, ev makarnası.
    * Deniz yosunu.
    eriştirme * Eriştirmek işi.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 34

    eriştirmek * Erişmesini sağlamak.
    eriten * İçinde katı bir madde eriyebilen veya katı bir maddeyi eritebilen (sıvı).
    eritici * Eritme özelliği olan.
    * Bir başka maddeyi eriten, çözündüren cisim.
    eritilme * Eritilmek işi.
    eritilmek * Eritmek işi yapılmak.
    eritiş * Eritmek işi veya biçimi.
    eritme * Eritmek işi.
    * Metallerde erimeyi sağlamak amacıyla dökümden önce yapılan ısıtma işlemi.
    eritme peynir * Sert peynirlerin eritilip, bazen baharat katılmasıyla elde edilen bir tür peynir.
    eritmek * Erimesini sağlamak, erimesine yol açmak.
    * Harcayıp tüketmek.
    * Çok üzmek.
    * Zayıflatmak.
    * Yok etmek.
    eritrosit * Alyuvar.
    eriyik * İçindeki katı bir madde erimiş bulunan sıvı, mahlûl.
    eriyip bitmek * üzüntü ve sıkıntıdan çok zayıflamak.
    eriyiş * Erimek işi veya biçimi.
    erk * Bir işi yapabilme gücü, kudret, iktidar.
    * Sözü geçerlik, istediğini yaptırabilme gücü, nüfuz.
    * Bir bireyin, bir toplumsal kümenin, bir toplumun, başka birey, küme veya toplumlarıegemenliği, baskısıve
    denetimi altına alma, hürriyetlerine karışma ve onları belli biçimlerde davranmaya zorlama yetkisi veya
    yeteneği,iktidar.
    erkân * Bir topluluğun ileri gelenleri, büyükler, üstler.
    * General veya amiral aşamasındaki askerler.
    * Yol, yöntem.
    erkân kürkü * Padişah tarafından vezirliğe yükseltilenlere giydirilen kürk.
    erkânıharbiyeiumumiye * Genelkurmay.
    erkânıharp * Kurmay.
    erkânıharplik * Erkânıharp olma durumu.
    erke * Enerji.
    * (tabiî bilimlerde) İş başarma gücü, bir direnmeyi yenme gücü.
    erkeç * Erkek keçi.
    erkeçsakalı * Keçisakalı; çayır melikesi.
    erkek * İnsan, hayvan ve bitkilerin dişiyi dölleyecek cinsten olanı.
    * Sperma oluşturan organizma.
    * Yetişkin adam, kadın karşıtı.
    * Koca.
    * Sözüne güvenilir, mert.
    * Girintili ve çıkıntılı olmak üzere bir çift oluşturan nesnelerin çıkıntılısı.
    * Sert, kolay bükülmez.
    erkek anahtar * Elektrikte veya makine alanında dişi yuvaya giren anahtar.
    erkek bakır * Sert bakır.
    erkek demir * Sert demir.
    erkek erkeğe * Yalnız erkekler arasında.
    erkek fatma (veya ayşe) * erkek gibi davranışları olan kadınlar için kullanılır.
    erkek fiş * Prize sokulan bacaklıelektrik fişi.
    erkek gibi * erkeğe yakışır biçimde, erkeğe benzer.
    erkek işi * Sadece erkeğin yapabileceği, daha çok güç, kuvvet isteyen zahmetli iş.
    erkek olmak * kadınken cinsiyet değiştirmek.
    * erkeğe yaraşır davranışlarda bulunur duruma gelmek.
    erkek organ * Bitkilerde taç yaprakların çevrelediği, döllenmeyi sağlayan tek veya birçoğu bir arada bulunan organ.
    erkek terzisi * Erkek elbisesi diken terzi.
    erkekçe * Erkek gibi, erkeğe yakışır (biçimde), yiğitçe, mertçe.
    erkekçil * Erkeğe düşkün.
    erkeklenme * Erkeklenmek işi.
    erkeklenmek * Kabadayılık gösterisinde bulunmak.
    erkekler hamamı * Sadece erkeklerin içinde yıkandığıveya erkeklere ayrılmışhamam.
    erkekleşme * Erkekleşmek işi.
    erkekleşmek * (erkek çocuk) Çocukluk çağından çıkıp erkeklik çağına girmek.
    * (kız, kadın için) Erkek gibi sert davranışlar kazanmak.
    erkekli * Erkeği olan.
    erkekli dişili * İki cinsi bir arada bulunan.
    erkekli kadınlı * Kadın erkek hep bir arada olarak.
    erkeklik * Erkek olma durumu.
    * Erkekçe davranış, yiğitlik, mertlik.
    * Bir erkeğin fizyolojik görevini yerine getirme gücü.
    erkeklik organı * Erkeğin çiftleşme organı, kamış, penis, fallus.
    erkeklik öldü mü? * haksızlığa karşıkoymak, mertlik göstermek gerekiyor.
    erkeklik sende kalsın! * karşısındakinin yakışıksız davranışına uyup da tatsızlık çıkarma, efendice davran!.
    erkeklik taslamak * erkekmişgibi kendini göstermek, erkekçe davranışta bulunmak, kabadayıca davranmak.
    erkeksi * Erkeğe benzeyen, erkeği andıran, erkeğe yaraşan.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 35

    erkeksilik * Erkekliği andıran.
    erkeksiz * Erkeği bulunmayan.
    erken * Zamanın ilerlememiş bir anında.
    * Alışılan zamandan önce.
    erken bunama * Birbirinden ayrı görüntüleri bulunan şizofreni türündeki hastalıklar.
    erkence * Erken olarak.
    * Oldukça erken.
    erkenci * Erken davranan.
    * Erken olgunlaşan veya yetişen (meyve, sebze).
    * Sabahın ilk saatlerinde harekete geçen.
    erkenden * Erken olarak, çok erken.
    erkete * Dikiz.
    erketeci * Dikizci, gözcü.
    erketecilik * Erketecinin yaptığı iş, dikizcilik.
    erketecilik etmek (veya yapmak) * gözcülük, dikizcilik görevini üzerine almak.
    erketelik * Dikizcilik, gözcülük.
    erketelik yapmak * gözcülük etmek.
    erkin * Hiçbir şarta bağlı olmayan, istediği gibi davranabilen, serbest.
    erkinci * Liberal.
    erkincilik * Bireyin özgürlüğünü ve ekonomik güçler arasında hür yarışmayısavunan, bireyler, sınıflar ve milletler
    arasındaki ekonomik ilişkilere devletin karışmamasını isteyen öğreti, liberalizm, devletçilik, toplumculuk karşıtı.
    * Herkese vicdan, inanç, düşünce özgürlüğü tanınmasının gerekli olduğunu savunan, hür düşünüşe bağlı
    dünya görüşü, liberalizm.
    erkinlik * Erkin olma durumu, serbestlik, serbest.
    erkli * Erki olan, nüfuzlu, muktedir, kadir.
    erklilik * Erkli olma durumu.
    erksizlik * Başsızlık, anarşi.
    erlik * Erkeklik, yiğitlik.
    * Er olma durumu.
    erme * Ermek işi.
    ermek * Erişmek, kavuşmak.
    * Yetişip dokunmak.
    * (bitkiler veya bunların ürünleri için) Olgunlaşmak.
    * (kendini Tanrıyoluna vermişkimseler için) İnsanüstü kutsal bir aşamaya erişmek.
    Ermeni * Ermenistan’da yaşayan halk veya bu halktan olan kimse.
    * Bu soyla ilgili, bu soya özgü olan.
    ermeni gelini gibi kırıtmak * ağır veya yavaşhareket edenlere alay yollu söylenir.
    Ermenice * Hint-Avrupa dil ailesinden, Ermenilerin kullandığıdil, Ermeni dili.
    ermin * Kakım, as.
    ermiş * Dinî inançlara göre kendisinde olağanüstü manevî güç bulunan kişi, evliya, veli.
    ermişlik * Ermişolma durumu, evliyalık, velilik.
    eroin * Morfinden kimyasal yolla elde edilen uyuşturucu bir madde.
    eroin kullanmak * eroini sıvıveya toz hâlinde vücuda zerk yoluyla almak, sürekli kullanmak.
    eroinci * Eroin yapıp satan kimse.
    * Eroin kullanan kimse, eroinman.
    eroincilik * Eroinci olma durumu.
    eroinman * Eroin kullanma alışkanlığı olan (kimse), eroinci.
    eroinmanlık * Eroinman olma durumu.
    eros * Ruhî çözümleme açısından cinsel eğilimler ve bundan doğan isteklerin tümü.
    * (büyük E ile) Yunan mitolojisinde aşk tanrısının adı.
    erosal * Erosçu, erotik.
    erosçu * Erosla ilgili.
    * Roman, hikâye, heykel, resim gibi sanat eserlerinde aşk konusuna ve cinsel ilişkilere genişyer veren.
    erosçuluk * Cinsel duygu ve isteklerine çok düşkün olma durumu, erotizm.
    erotik * Aşkla ilgili olan, aşkıanlatan, kösnül, erosal, şehevî, şehvanî.
    * Cinsel aşkla, cinsiyetle ilişkisi olan, kösnül, erosal.
    erotizm * Erosçuluk.
    * Kösnüllük, şehvaniyet.
    erozyon * Aşınma; itikâl.
    erozyona uğramak * aşınmak veya aşınmak işine konu olmak.
    ersatz * Bkz. erzatz.
    erselik * Er dişi.
    erseliklik * Er dişilik.
    erseme * Ersemek işi veya durumu.
    ersemek * Erkek istemek.
    ersiz * Kocasız.
    ersizlik * Kocasızlık.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 36

    erte * Bir günün veya olayın arkasından gelen zaman.
    erteleme * Ertelemek işi, tehir, tecil, talik.
    ertelemek * Başka zamana bırakmak, tehir etmek, tecil etmek, talik etmek.
    erteleniş * Ertelenmek işi veya biçimi.
    ertelenme * Ertelenmek işi.
    ertelenmek * Daha sonraki bir zamana bırakılmak.
    erteleyiş * Ertelenmek işi veya biçimi.
    ertesi * Bir günün, bir haftanın, bir ayın, bir yılın ardından gelen günü, haftayı, ayı, mevsimi veya yılı gösterir.
    ervah * Ruhlar.
    ervahına yuf olsun * “yazıklar olsun”, Allah kahretsin anlamında sövme veya kınama sözü olarak kullanılır.
    erzak * Uzun süre saklanabilen yiyeceklerin genel adı.
    erzatz * Başkasının yerine kullanılabilen, başka bir malın yerini alabilen, yedek.
    es * Notada duraklama zamanıve bunu gösteren işaretin adı.
    es geçmek * üzerinde durmamak, boşvermek, önemsememek.
    esami * Adlar, isimler.
    esamisi okunmamak * kendisine değer verilmemek, adıanılmamak.
    esans * Bitkilerden türlü yollarla çıkarılan veya kimyasal yöntemlerle yapılan, kokulu ve uçucu sıvı.
    esaret * Kölelik, tutsaklık, esirlik.
    * Hakimiyet altında bulunma.
    * Boyunduruk.
    esarette kalmak * uzun süre esir olarak bulunmak.
    esas * Bir şeyin özünü oluşturan ana öge, temel.
    * (bir işveya sözde) Doğru biçim.
    * Ana, temel olarak alınan, başlıca, asal, esasî.
    esas duruş * Hazır ol durumu.
    esas vaziyet * Dimdik kımıldamaksızın, hazır ol durumu, esas duruş.
    esas vaziyete geçmek * hazır ol durumunu almak.
    esasa bağlamak * belirli bir kurala dayandırmak.
    esasen * Başından, temelinden, kökeninden.
    * Doğrusu, doğrusunu isterseniz, zaten, zati.
    * Nasıl olsa, gene.
    esası olmamak * gerçek olmamak, yalan olmak.
    esasî * Esasla ilgili, asıl ve temel olanla ilgili, asal.
    esaslandırma * Esaslandırmak işi veya durumu.
    esaslandırmak * Esaslıduruma getirmek, sağlamlaştırmak.
    esaslanma * Esaslanmak işi veya durumu.
    esaslanmak * Temeli sağlamlaşmak, temelleşmek.
    esaslı * Köklü, genişölçüde etkili, güzel, doğru.
    * Köklü, etkili, güzel bir biçimde, doğru olarak.
    esassız * Sağlam bir temele dayanmayan, köksüz.
    * Doğru olmayan, yalan.
    esatir * Tarih öncesi tanrılarının efsaneli serüvenlerini anlatan ve bir topluluğun duygularını, anlayışınıve
    özlemlerini göstermesi bakımından değeri olan hikâyeler, mitoloji.
    esatirî * Esatirle ilgili, esatire ait.
    esbabımucibe * Gerekçe.
    esbak * Eski, geçmiş, önceki.
    esbap * Sebepler.
    esef * Acınma, yerinme.
    esef etmek * üzülmek, acınmak.
    esefle * Üzülerek, acınarak.
    eseflenme * Eseflenmek işi.
    eseflenmek * Acınmak.
    esefli * Esefi bulunan.
    eselemek beselemek * Kandırmak, allem etmek kallem etmek.
    eseme * Bkz. mantık.
    esen * Hiçbir hastalığı, vücutça hiçbir eksiği olmayan, sağlıklı, sıhhatli, salim.
    esenleme * Esenlemek işi, selâm.
    esenlemek * Biriyle karşılaşıldığında, birinin yanına gidildiğinde veya yanından uzaklaşıldığında kendisine sözle veya
    işaretle bir nezaket gösterisi yapmak, selâm vermek, selâmlamak.
    * Birine esenlik dileyerek ayrılmak, veda etmek.
    esenleşme * Esenleşmek işi, selâmlaşma.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 22

    eline su dökemez * değerce ondan çok geride.
    eline tutuşturmak * karşısındakinin isteyip istemediğini düşünmeksizin verivermek.
    eline yüzüne bulaştırmak * gerektiği gibi bir işi yapamamak, başarısız olmak, becerememek.
    elini ayağınıkesmek (veya çekmek) * uğramaz olmak.
    * uğraşmamak, ilgilenmemek.
    elini ayağınıöpeyim * “çok yalvarırım” anlamında kullanılır.
    elini belli etmek (veya göstermek) * (kâğıt veya okey vb. oyunlarda) elindeki kâğıdıveya taşı, oynayanlara belli edecek biçimde sözle veya
    işaretle açıklayıp oynamak.
    elini çabuk tutmak * gerekli tedbiri zamanında almak .
    elini eteğini çekmek (veya kesmek) * o şeyle ilgisini kesmek.
    elini kalbine (veya vicdanına) koyarak (söylemek, düşünmek veya hüküm vermek) * doğru, yansız, hakça.
    elini kana bulamak (veya bulaştırmak) * öldürmek.
    elini kolunu bağlamak * bir şey yapamayacak duruma getirmek.
    elini kolunu sallaya sallaya gelmek * gelirken hiçbir armağan getirmemek veya bitirmeye gittiği işten sonuç almaksızın dönmek.
    elini kolunu sallaya sallaya gezmek * (ortada görünmemesi gereken kimse) pervasızca, kimseden çekinmeden dolaşmak.
    elini kulağına atmak * gazel veya türkü söylemek için elini kulak kepçesinin arkasına koymak.
    elini oynatmak * parayıesirgememek.
    elini sallasa ellisi (başınısallasa tellisi) * birinin karşıcinsten birçok insanıkolaylıkla elde edebileceğini anlatır.
    elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak * evde hiçbir işyapmamak, çok nazlı olmak.
    elini sürmemek * eliyle dokunmamak.
    * bir işi kendine yakıştırmayarak, tenezzül etmemek.
    elini uzatmak * yardım etmek.
    elini veren kolunu alamaz * kendisine iyilik yapıldığında, devamınıfazlasıyla isteyen kimseler için kullanılır.
    elinin altında * her zaman kolayca alınıp yararlanılabilecek yerde ve yakınlıkta.
    elinin hamuruyla erkek işine karışmak * (kadınlar için) beceremeyeceği işleri yapmaya kalkışmak.
    elinin körü * bıktırıcı, usandırıcıdurum karşısında azarlama yollu verilen karşılık.
    * kötü, anlaşılmaz.
    elinle ver, ayağınla ara * ödünç aldığışeyi geri vermeyi geciktirenler için yakınma olarak söylenir.
    elips * Bütün noktalarının odak denilen belirli iki ayrınoktaya olan uzaklıklarının toplamı birbirine denk olan
    kapalıeğri.
    elipsoidal * Elipsoitle ilgili, elipsoit biçiminde olan.
    elipsoit * Elipse benzeyen.
    * Bir elipsin kendi ekseni etrafında döndürülmesiyle oluşan cismin biçimi.
    eliptik * Elips ile ilgili, elips biçiminde olan.
    elit * Seçkin.
    eliyle * aracılığıyla, marifetiyle.
    eliyle koymuşgibi (bulmak) * hiç aramadan, kolayca.
    elle tutulacak tarafı(yanı) kalmamak * sağlam bir yanıkalmamak.
    * güvenilecek veya kayırılacak bir yönü olmamak; hiçbir değerli yanı olmamak.
    elle tutulur gözle görülür (veya dille anlatılır) * çok belirgin, çok açık.
    elleme * Ellemek işi.
    * Seçilmiş, iyi.
    ellemek * Elle dokunmak, elle karıştırmak.
    ellenme * Ellenmek işi.
    ellenmek * (bir şeye) Elle dokunulmak.
    ellenmişdillenmiş * iffetsizliği yayılmış(kadın).
    eller yukarı! * “ellerini kaldırarak teslim ol” anlamında kullanılır.
    ellerde gezmek * elden ele dolaşmak, el üstünde tutulmak, saygıve sevgi görmek.
    ellerim yanıma gelsin * “Allah canımıalsın ki doğru söylüyorum” anlamında kullanılır.
    ellerin dert görmesin * “Allah senden razı olsun” anlamında iyi dilek sözü.
    elleşme * Elleşmek işi.
    elleşmek * Elle dokunmak.
    * Elle itişerek şakalaşmak.
    * Alışverişte, alanla satan birbirlerinin ellerini tutup sıkarak uzlaşmak.
    * Birine dokunacak söz söylemek.
    * Birbirinin elini sıkarak güç denemesi yapmak.
    * El sıkarak selâmlaşmak.
    * Ağır bir yükü kaldırmak için birkaç kişi birden tutmak.
    * Yardımlaşmak.
    elli * Kırk dokuzdan sonra gelen sayının adı, 50, L.
    * Beşkere on; kırk dokuzdan bir artık.
    elli * Eli olan.
    ellik * Eldiven.
    * Ekin biçerken sol elin parmaklarına geçirilen, eldiven biçiminde, tahtadan yapılan bir araç.
    * Yelken dikenlerin kullandığı, madenî yüksüğü olan meşin eldiven.
    ellilik * İçinde elli tane bulunan.
    * Elli yaşında olan.
    * Elli kuruşveya elli lira değerinde para.
    ellinci * Ellinin sıra sıfatı; sırada kırk dokuzuncudan sonra gelen.
    ellişer * Elli sıfatının üleştirme biçimi; her birine elli, her defasında ellisi bir arada olan.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 23

    elma * Gülgillerden, çiçekleri pembe veya beyaz bir ağaç (Pirus malus).
    * Bu ağacın kabuğu parlak, sert, kırmızıdan yeşile kadar türlü renkte, kokusu hoş, tadıekşi veya tatlı, dokusu
    gevrek, ufak çekirdekli meyvesi.
    elma çayı * Elmalıçay.
    elma da, alma da demesini biliriz * şartlara göre uygun davranmayı ifade eder.
    elma gibi * kırmızı(yanak).
    elma sirkesi * Elma suyundan elde edilen sirke.
    elma suyu * Elmadan çıkarılan meyve suyu.
    elma şarabı * Elma şırasının mayanmasıyla elde edilen şarap.
    elma şekeri * Boya katılmışşeker pekmezine batırılarak şekerlenen ve çubuğa takılarak satılan elma.
    elma şurubu * Elmanın şekerle kaynatılmasından elde edilen bir tür içecek.
    elmabaş * Tepeli dalgıç.
    elmacı * Elma yetiştiren veya satan kimse.
    elmacık * Yüzün yanakla göz arasında bulunan, az çok çıkıntılı bölümü.
    elmacık kemiği * Yüzün yanakla göz arasında bulunan kemiği.
    elmacılık * Elmacının yaptığı iş.
    elmalık * Elma bahçesi.
    elmanın yarısı o, yarısı bu * Bkz. bir elmanın yarısı o, yarısı bu.
    elmas * Billûrlaşmışarıkarbon.
    * Mücevher olarak kullanılan, saydam, değerli taş.
    * Elmastıraş.
    * Elmas taşlarıyla süslenmiş.
    elmas gibi * çok iyi, çok değerli.
    elmasım * övgü ile seslenme.
    elmasiye * Dondurulmuşmeyve suyundan yapılan bir tür pelte.
    elmaslı * Elmasla süslenmişolan.
    elmastıraş * Üzeri elmas gibi yontulmuş(iyi tür cam, billûr).
    * Ucu elmaslı, kalem biçiminde cam keskisi.
    eloğlu * El, yabancı.
    * Damat; koca.
    elöpen * Kertenkele.
    elti * Kardeşkarılarından her birinin ötekine göre adı.
    eltieltiyeküstü * Bir tür bitki.
    eltilik * Elti olma durumu.
    elvan * Renkler.
    * Türlü renklerden olan.
    elvan elvan * Çeşit çeşit.
    elveda * Bir daha kavuşulmayacağıdüşünülen bir şeyden ayrılırken kullanılır.
    * Bir daha karşılaşılmayacak biçimde ayrılırken “Allaha ısmarladık, Allaha emanet olun” anlamında kullanılır.
    elverir ki * yeter ki.
    elverişli * Uygun, işe yarayan, müsait.
    elverişlilik * Uygun olma durumu.
    elverişsiz * Uygun olmayan, uygun gelmeyen.
    elverişsizlik * Uygun olmama durumu.
    elverme * Elvermek işi veya durumu.
    elvermek * Yetmek, yetecek kadar olmak.
    * Uygun gelmek.
    elvermemek * Uygun olmamak, uygun gelmemek, imkân bulunmamak.
    elyaf * Lifler, teller.
    elzem * Çok gerekli, vazgeçilmez.
    em * İlâç, merhem.
    -em * 343 -am / -em.
    emanet * Korunmak için birine veya bir yere bırakılan eşya, kimse vb., inan, vedia.
    * Bir kimse ile birine gönderilen şey.
    * Eşyanın emanet olarak bırakıldığıyer.
    * Bazıdevlet dairelerine verilen ad.
    * Can.
    emanet bırakmak (veya vermek) * bir eşyayıveya parayıkoruma işini yapan kimseye veya bir yere vermek.
    emanet dolabı * Emanetçinin aldığıpara veya eşyayısakladığımobilya.
    emanet etmek * bir şeyi veya bir kimseyi birine veya bir yere korumak için bırakmak.
    emanetçi * Ücret karşılığıeşyayıalıkoyup koruyan kimse.
    emanetçilik * Emanetçinin işi.
    emanete hıyanet olmaz * emanet olarak bırakılan şeyi titizlikle korumak gereklidir.
    emaneten * Emanet olarak.