esrar otu | * Hint keneviri. |
esrar perdesi | * Bir şeyin anlaşılmasını güçleştiren engel. |
esrar tekkesi | * Toplu ve gizli olarak esrar içilen yer. |
esrara dalmak | * sırlara gömülmek. |
esrarcı | * Esrar yapan, satan veya esrar çeken kimse. |
esrarcılık | * Esrarcının işi. |
esrarengiz | * Gizlerle, sırlarla örtülü, esrarlı. |
esrarengizlik | * Esrarlı olma durumu. |
esrarkeş | * Esrar (II) kullanmayıalışkanlık durumuna getiren kimse. |
esrarkeşlik | * Esrarkeşolma durumu. |
esrarlı | * Gizli yönleri bulunan, ne olduğu anlaşılamayan, akıl erdirilemeyen, esrarengiz. |
esrarlı | * İçinde esrar bulunan. |
esre | * Arap yazısında, bir ünsüzün dar, düz ve kısa (ı,i) okunacağını gösteren işaret, kesre. |
esri | * Esrik. |
esrik | * Esrimiş, sarhoş, mest, sermest. |
esriklik | * Sarhoşolma durumu. |
esrime | * Sarhoşolma işi, gaşiy. |
esrimek | * Herhangi bir sebeple kendinden geçmek, gaşyolmak. * Coşup kendinden geçmek, vecde gelmek. * Mest olmak, sarhoşolmak. |
esritme | * Esritmek işi. |
esritmek | * Sarhoşolmasına yol açmak, sarhoşetmek. |
essah | * Doğru, gerçek, sahi. |
estağfurullah | * Teşekkür edilen veya övülen bir kimsenin söylediği bir incelik ve alçak gönüllülük sözü. |
estamp | * Metal, tahta vb.üzerine kazıldıktan sonra basılan resim. |
estampaj | * Metal, tahta vb.üzerine resim basma, çoğaltma yöntemi. |
estek köstek | * “Oyalamak, yersiz bahaneler bulmak, işten kaçınmak” gibi anlamlara gelen estek köstek etmek veya estek etmek, köstek etmek biçimlerinde de kullanılır. |
ester | * Oksijenli asitler ile alkollerin aralarından bir su molekülü ayrılmasısonucunda verdikleri madde. |
esterleşme | * Oksijenli asitlerle alkollerin birleşerek ester oluşturması. |
estet | * Güzeli en üstün, en yüce değer sayan kişi. |
estetik | * Sanatsal yaratının genel yasalarıyla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bediiyat. * Güzellik duygusu ile ilgili olan veya güzellik duygusuna uygun olan. * Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu, güzel duyu. * Kusurlu bir organıdüzeltmek veya güzelleştirmek amacıyla uygulanan (yöntemler). |
estetikçi | * Estetikle uğraşan kimse. |
estetikçilik | * Gerçeklik ve yarar kaygılarından sıyrılarak, bir sanat veya felsefe konusunu salt güzelliği için sevme kuramı, güzel duyuculuk. |
estetizm | * Estetikçilik, güzel duyuculuk. |
estirilme | * Esritilmek işi. |
estirilmek | * Estirmek işi yapılmak. |
estirme | * Estirmek işi. |
estirmek | * Esmesini sağlamak. |
estomp | * Kara kalem resimde çizgiyi veya pastel boyasınıyaymak için kullanılan kendi üzerine sarılmışkâğıt veya deri. |
esvap | * Giysi, giyecek, elbise. |
esvaplık | * Esvap yapmaya elverişli (kumaş). |
eş | * Birbirinin aynı olan veya birbirine çok benzeyen iki şeyden her biri, benzer. * Karıkocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika. * Birlikte yaşayan dişi ve erkek hayvandan her biri. * Kuma, ortak. * Arkadaş. * Etene, son, meşime. * İkişer kişilik gruplarla oynanan oyunlarda, ortak oynayan iki kişiden her birinin öbürüne göre durumu. |
eşadlı | * Bkz. eşsesli. |
eşadlılık | * Bkz. eşseslilik. |
eşanlam | * Sözler arasında anlam birliği olmasıdurumu. |
eşanlamlı | * Anlamlarıaynıveya birbirine çok yakın olan (kelimeler), anlamdaş, müteradif, sinonim. |
eşanlamlılık | * Eşanlamlı olma durumu, anlamdaşlık. |
eş bacaklılar | * Denizlerde, karalarda ve tatlısularda, başka hayvanların asalağı, asalakların ara konakçısıveya özgür olarak yaşayan kabuklular takımı. |
eş basınç | * Hava basınçlarıeşit olan yeryüzü noktalarını birleştirdiği var sayılan eğri, izobar eğrisi. |
eş basınçlı | * Basıncın hep aynıkalması. |
eş başkan | * Bir kurul, toplantıveya kongrenin başkanlığınıyapan başkanlardan her biri. |
eş biçim | * Başka bir şeyin biçim veya yapı bakımından aynısı olan şey, izomorf. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük E Sayfa 40
-
Türkçe Sözlük E Sayfa 37
esenleşmek * Birbirine selâm vermek, selâmlaşmak.
* Vedalaşmak.esenlik * Esen olma durumu, sağlık, afiyet, sıhhat, selâmet. esenlikli * Esenliği olan. eser * Emek sonucu ortaya konan ürün, yapıt.
* İz, işaret, im.
* (soyut kavramlar için) Belirti.eser kalmamak * hiçbir belirti, iz olmamak. esericedit * “Büyük boy yazıkâğıdı” anlamında kullanılan esericedit kâğıdıdeyiminde geçer. esericedit kâğıdı * Eskiden kullanılan bir tür kâğıt. eserme * Esermek işi veya durumu. esermek * Bakmak, beslemek, yetiştirmek. esermek besermek * Emek vererek ortaya çıkarmak. esham * Paylar, hisseler.
* Borç alınan bir paranın belirli zamanda ödeneceğini gösteren senetler.-esi * Bkz. -ası/-esi. esik * Çukur yer. esim * Yelin esişi. esin * Etkilenme, çağrışım veya içe doğmayla akla gelen yaratıcıduygu, düşünce, ilham.
* Sabah yeli.esindirme * Esindirmek işi. esindirmek * Birinde esin uyandırmak, ilham etmek. esinleme * Esinlemek işi veya durumu. esinlemek * (birine) Esin duymasını sağlamak, ilham vermek. esinlenme * Esinlenmek işi. esinlenmek * Bir şeyden ilham almak, içine doğmak, mülhem olmak. esinti * Belli belirsiz hissedilen hafif yel, nefha. esintili * Esintisi olan. esintisiz * Esintisi olmayan. esir * Tutsak.
* Köle.
* Bir düşünceye veya bir kimseye körü körüne bağlı olan kimse.esir * Atomlar arasındaki boşluğu ve bütün evreni doldurduğu var sayılan, ağırlığı olmayan, ısıve ışığı ileten töz
(cevher).
* Hava.esir almak * tutsak etmek. esir düşmek * tutsak olmak. esir etmek * tutsak durumuna getirmek. esir olmak * tutsak olmak. esir yatmak * savaşta düşman eline düşüp uzun süre tutsak kalmak, esarette kalmak. esirci * Köle ve cariye alışverişi yapan kimse. esircilik * Köle ve cariye alışverişi yapma. esire * Dişi tutsak.
* Cariye, dişi köle.esirgeme * Esirgemek işi, himaye, vikaye. esirgemek * Korumak, himaye etmek, vikaye etmek.
* Bir şeyi yapmaktan veya vermekten kaçınmak.
* (olumsuz biçimde) Feda etmekten çekinmek, diriğetmek.esirgemezlik * Özveride bulunma. esirgenme * Esirgenmek işi. esirgenmek * Esirgemek işi yapılmak. esirgeyici * Koruyan, koruyucu. esirgeyiş * Esirgemek işi veya biçimi. esirifiraş * Çok hasta olma, ayağa kalkamayacak biçimde yatma. esirlik * Esir olma durumu veya süresi, tutsaklık, kölelik. esirme * Esirmek işi. esirmek * Sarhoşolmak; aklınıyitirmek, delirmek; kendinden geçmek.
* Çok kızmak, sertleşmek.esiş * Esmek işi veya biçimi. eskatologya * İnsanın ve dünyanın sonunu, öbür dünyayıanlatmaya çalışan tanrı bilimi kolu. eski * Çoktan beri var olan, üzerinden çok zaman geçmiş bulunan.
* Çok kullanmaktan yıpranmış, harap olmuş.
* Bir önceki, sabık.
* Geçerli olmayan.
* Herhangi bir meslekte uzun süreden beri çalışmışolan.
* Geçmişçağlardaki.
* (tamlanan olarak kullanılınca alaylı olarak) Herhangi bir görevden düştüğü veya durumunu yitirdiği için bir
kimsenin eski saygınlığının kalmadığını bildirir.
* Mesleğinde uzmanlaşmış, tecrübesi olan.
* Geçmişdönemlerde yaşayan (kimse).eski ağıza yeni taam * turfanda bir şey yenilirken söylenen söz. Eski Çağ * Yazının bulunuşuna kadar geçen süre. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 38
eski çamlar bardak oldu * devir değişti, eski tutumların değeri kalmadı. eski defterleri karıştırmak (veya yoklamak) * eski olayları, bir yarar umarak veya başka bir amaçla yeniden ele almak. Eski Dünya * Avrupa, Asya ve Afrika’ya topluca verilen ad. eski eserler * Eski toplulukların bilim, edebiyat, din ve güzel sanatına ilişkin her türlü ürünü veya kalıntısı, asarıatika. eski göz ağrısı * eski sevgili, ilk göz ağrısı. eski hamam eski tas * hiçbir şeyi değişmemiş, eski durumunda kalmış. eski hayratıda berbat etmek * bir işi daha iyi bir duruma sokmaya çalışırken büsbütün bozmak. eski kafalı * Günün düşünce ve yaşayışına ayak uyduramayan (kimse). eski kafalılık * Eski kafalı olma durumu. eski köye yeni âdet * yadırganan bir yenilik yapmaya kalkışanlar için söylenir. eski kurt * Mesleğinde uzmanlaşmışolan kimse.
* Bir işin hileli yanlarını bilen ve kolay aldatılmayan kimse.eski püskü * Çok eski; iyice eski (şeyler). eski toprak * Yaşlandığıhâlde dinç (kimse). eski tüfek * Herhangi bir işte eski ve tecrübeli olan (kimse). eski yazı * Türklerin İslâmiyeti kabulünden sonra kullanmaya başladığıve 1928 yılında Lâtin alfabesine dayalıyeni
Türk harflerinin kabulüne kadar geçen dönemde yazıhayatında benimsenmişolan Arap alfabesini esas alan yazı
sistemi.eskice * Biraz eski, çok yeni olmayan. eskici * Her türlü eski eşya alım satımıyla uğraşan kimse.
* Eskimişayakkabıları onaran kimse.eskicilik * Eskicinin işi. eskiden * Geçmişzamanlarda, geçmişçağlarda, geçmişte, mukaddema. eskiler * eski çağinsanları, eski kuşaklar, bizden önce yaşayanlar.
* eski eşya.eskileşme * Eskileşmek işi. eskileşmek * Eskimek. eskilik * Eski olma durumu. eskime * Eskimek işi. eskimek * Eski duruma gelmek.
* Yıpranmış.
* Yaşlanmak.Eskimo * Kuzey Kutbu’nda yaşayan toplulukların adı.
* Bu topluluktan olan kimse.
* Bu topluluğa özgü, bu toplulukla ilgili (olan).Eskimoca * Eskimo dili. eskimsi * Biraz eski; eskiye benzer, eskiyi andıran, eski gibi. eskisi gibi * önceden olduğu gibi. eskisi kadar (veya gibi) * eskiden olduğu gibi, eskiden olduğu ölçüde. eskisi olmayanın acarı olmaz * yeni bir şey edinince eskisini hemen elden çıkarmamalıdır. Eskişehir taşı * Lüle taşı. eskitilme * Eskitilmek işi. eskitilmek * Eskitilmek işi yapılmak, eski duruma getirilmek. eskitme * Eskitmek işi. eskitmek * Çok kullanarak eskimişduruma getirmek, yıpratmak.
* Yaşlandırmak.
* Etkisini sürdürememek, yıpratmak.eskiyiş * Eskimek işi veya biçimi. eskiz * Taslak. eskort * Koruma, muhafız takımı. eskrim * Dürtücü kılıç, kesici kılıç ve delici kılıç adıverilen silâhlarla yapılan spor, kılıç oyunu. eskrimci * Eskrim yapan kimse, kılıç oyuncusu. eskülâbî * Kargacık, burgacık, özensiz. eslâf * Bizden öncekiler, geçmişler, öncel, ahlâf karşıtı. eslek * Başkasının buyruk ve dileklerini yerine getiren, söz tutan, yumuşak başlı, itaatli, muti. esleme * Eslemek işi veya durumu. eslemek * Önem vermek, aldırışetmek. esma * Adlar, isimler. esmayıüstüne sıçratmak * davranışlarıyla belâyıüstüne çekmek. esmayıhüsnâ * Allah’ın adları. esmayışerife * Esmayıhüsnâ. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 30
enselenmek * Yakalanmak, ele geçirilmek. enser * Büyük çivi, ekser. ensesi kalın * Güçlü, istediğini yapabilen, sözü geçer (kimse). ensesinde boza pişirmek * ısıtmak, kızgın duruma getirmek.
* birini çok üzmek, tedirgin etmek, sürekli çalıştırmak.ensesine binmek * birine bir işi yaptırmak için sürekli baskıaltında bulundurmak. ensesine yapışmak * yakalayıp sıkıştırmak. ensiz * Eni küçük olan, dar. ensizlik * Ensiz olma durumu. enstantane * Işıklama süresi saniyenin 1/25’i veya daha kısa olan hızlı bir hareketi çekme yöntemi.
* Bu yöntemle çekilen (fotoğraf).
* Bir anda olan.enstantane fotoğraf * Bkz. enstantane. enstitü * Bir üniversiteye bağlıveya bağımsız bir kuruluşolarak genelikle araştırma yapan ve bazıdurumlarda
öğretime de yer veren eğitim kurumu.enstrüman * Çalgı. enstrümantal * Yalnız çalgılarla ilgili olan. enstrümantal müzik * Yalnız çalgılar için hazırlanmışmüzik. enstrümantalizm * Araççılık. ensülin * Şeker hastalığına karşıkullanılan bir hormon. entari * Genellikle tek parçalıkadın giyeceği.
* Arap ülkelerinde erkeklerin giydiği uzun, düz üstlük.entarilik * Entari yapılmaya uygun (kumaş). entegrasyon * Bütünleşme, birleşme. entegre * Bir bütünü, bir grubu oluşturan. entel * Entellektüel olmaya özenen ancak bunun için gerekli olan niteliği kazanmamış.
* Sahte aydın.entelekt * Akıl, zihin, idrak, anlık. entelektüalizm * Anlıkçılık, zihniye. entelektüel * Bilim, teknik ve kültürün, değişik dallarında özel öğrenim görmüş(kimse), aydın, münevver.
* Fikir sorunlarıyla ilgili.entelektüellik * Entelektüel olma. entelekya * Aristo’ya göre, her varlığın erişmeye yöneldiği olgunluk durumu. enteresan * İlgi çekici, ilginç. enteresanlık * Enteresan olma durumu, ilginçlik. enterkoneksiyon * 343 interkoneksiyon. enternasyonal * Uluslar arası, milletler arası, beynelmilel. enternasyonalci * Uluslar arasıcı, beynelmilelci. enternasyonalcilik * Uluslar arasıcılık. enternasyonalizm * Uluslar arasıcılık, beynelmilelcilik. enterne * Göz altında (olan). enterne etmek * göz altına almak. entertip * Basımcılıkta harfleri satır olarak dizen ve döken dizgi makinesi. entimem * Bir veya birden çok öncülü (önceden bilindiği var sayılarak) kaldırılmışolan tasımsal çıkarım. entipüften * Hiç değeri olmayan, derme çatma, uydurma. entomoloji * Böcek bilimi. entomolojist * Böcek bilimci. entrika * Bir işi sağlamak veya bozmak için girişilen gizli çalışma, oyun, dolap, düzen, dalavere, dek, desise, hile. entrika çevirmek * entrika ile amacına ermeye çalışmak, dolap çevirmek. entrikacı * Entrika çeviren, düzenci, dessas. entrikacılık * Entrikacı olma durumu. entrikaya kurban gitmek * bir hileli, dalavereli işsonunda zarara uğramak. enva * Türler, çeşitler. envaiçeşit * Çeşit çeşit, türlü türlü. envaiçeşitli * Envaiçeşidi olan, türlü türlü. envaitürlü * Çok değişik türleri olan, çeşitli çeşitli, türlü türlü, envaiçeşitli. envanter * Bir ticaret kuruluşunun para, mal ve diğer varlıklarıyla genel olarak borçlu ve alacaklıdurumlarını,
nicelikleri ve değerleriyle ayrıntılı olarak gösterme.
* Bu durumu gösteren çizelge. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 31
envestisman * Yatırım. enzim * Bir tepkimeye sebep olan ve onu hızlandıran eriyebilir organik madde, ferment. eosen * Üçüncü çağın, memelilerin oluştuğu dönemi. epe * Eskrimde kullanılan bir tür kılıç.
* Bu kılıç kullanılarak oynanan bir tür kılıç oyunu.eper * Işığa karşı bakıldığında kâğıt tabakasının yapısal görünümü. epey * Az denmeyecek kadar, oldukça, hayli. epeyce * Oldukça, bir hayli. epeyi * Bkz. epey. epidemi * Salgın hastalık. epidemioloji * Salgın hastalıkları inceleyen hekimlik dalı. epiderm * Üst deri. epifit * Üst bitken. epigenez * Sıralı oluş. epigrafi * Yazıt bilimi. epigram * Her türlü konuda yapılmışkısa manzume. epik * Destana ilişkin, destana özgü, destanla ilgili, destansı(eser). epikerem * Önertilerinin biri veya her ikisi kanıtıyla birlikte ileri sürülen tasım. Epikurosçu * Epikuros’un kurduğu felsefe akımını benimseyen, Epikurosçuluk yanlısı olan kimse. Epikurosçuluk * Epikuros’un düşüncelerinin yaşama ilkesi yapılması; hazlara, sevinçlere yönelik bir hayatın hedef
edinilmesini ileri süren öğreti.Epikürcü * Bkz. Epikurosçu. Epikürcülük * Bkz. Epikurosçuluk. epilog * Bir eserin sonuç bölümü. epistemoloji * Bkz. bilgi kuramı. epitel * Bkz. epitelyum. epitelyum * Tek veya çok hücreden oluşan, vücudun bütün dışve iç yüzeylerini kaplayan doku. epizot * Bir roman veya hikâyede ikinci derecede bir olay.
* Değişik anlatıtürü, masal, efsane, bilmece vb. bir metnin, bir eserin aslından az çok ayrılan değişik biçimli
olanı.epope * Destan. eprime * Eprimek işi. eprimek * Bozulmak, ekşiyip çürümek.
* (yemiş) Dura dura olgunlaşmak, yumuşamak.
* Erimek.epsilon * Yunan alfabesinin beşinci harfi (e). Er * Erbiyum’un kısaltması. er * Erkek.
* Kahraman, yiğit.
* Asker, nefer.
* İşini iyi bilen, yetenekli.
* Koca.er * Erken. -er * Bkz. -ar / -er. er bezi * Erkeklik hormonunu oluşturan erkek cinsiyet bezi, husye, haya, testis. er dişi * Hem erkek hem dişi gametleri bulunan (birey), erselik, hünsa.
* Çiçekliğinde hem erkek hem dişi çiçeği bulunan (bitki).er dişilik * Er dişi olma durumu, erseliklik. er ekmeği * Sahur yemeği. er geç * Erken veya geç, her ne vakit olsa. er lokmasıer kursağında kalmaz * insan gördüğü iyiliği karşılıksız bırakmaz. er meydanı * Güreşmeydanı. er suyu * Atmık, meni. eradikasyon * Yok etme. erat * Erden başgedikliye kadar askerlere verilen genel ad.
* Erler.erbain * Hicrî takvimde 22 Aralıktan 31 Ocak gününe kadar süren kırk günlük kışdönemi. erbap * Bir işten anlayan, bir işi iyi yapan kimse. erbaş * İhtiyaçlarıdevletçe karşılanan onbaşıve çavuşrütbesindeki asker. erbaşlık * Erbaşkademesi. erbin * Erbiyum oksit (Er2O3) veya erbiyum hidroksit, Er(OH)2. erbiyum * Tabiatta çok az olan, uygulama alanı bulunmayan, atom numarası68, atom ağırlığı167.2 olan bir element.
KısaltmasıEr. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 32
erce * Erken olarak, er gibi, ere benzer biçimde. ercecik * Erkenden. ercik * Çiçek tozu üreten ve on tanesi çeşitli şekillerde birleşerek erkek organımeydana getiren çiçek kısmı. erdem * Ahlâkın övdüğü iyilikçilik, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk gibi niteliklerin genel adı, fazilet.
* İnsanın ruhî olgunluğu.erdemli * Erdemi olan, faziletli. erdemlilik * Erdemli olma durumu, faziletlilik. erdemsiz * Erdemi olmayan, faziletsiz. erdemsizlik * Erdemsiz olma durumu, faziletsizlik. erden * Bakir. erdenlik * Bakirlik. erdiğine erer, ermediğine taşatar * sataşkan, edepsiz (kimse). erdirme * Erdirmek işi. erdirmek * Ermesini sağlamak, ermesine yol açmak. ere gitmek (veya varmak) * (kadın, kız) evlenmek. ere vermek * (kız) evlendirmek. erek * Gerçekleştirmek için tasarlanan ve erişmek istenilen şey, amaç, gaye, maksat, hedef. erek bilimi * Evreni ereklerle araçlar arasında bir ilişkiler dizgesi olarak gören öğreti, teleoloji.
* Yalnızca insan hareketlerinin değil, tarih ve tabiat olaylarının ve bütünün olduğu gibi tek tek olayların da
ereklerle belirlenmişve yönetilmişolduğunu kabul eden öğreti, teleoloji.erekçilik * Her şeyin bir erekle belirlendiği, bir ereğe yöneldiğini; her şeyin bir ereklik yasasına göre olup bittiğini
benimseyen görüş, finalizm.ereklilik * Bir erekle belirlenmişolma veya bir ereğe yönelmişolma durumu. ereksel * Erek niteliğinde olan. ereksel neden * Temelde bulunan erek veya varılmak istenen ereğe götüren sebep. eren * Benliğinden sıyrılmış, öz varlığından geçmiş, kendini Tanrı’ya adamış, ermiş, evliya, veli.
* “Erenler” biçimi eskiden dervişler arasında bir seslenme sözü olarak kullanılırdı.
* Olağanüstü sezgileriyle birtakım gerçekleri gördüğüne inanılan kimse.Erendiz * Jüpiter, Müşteri. erenlerin sağısolu olmaz * cana yakın kişilerin bazıyersiz davranışları, bilerek yapılmadığı için hoşkarşılanmalıdır anlamında kullanılır. erg * C. G. S. sisteminde, uygulama noktasını, kuvvet yönünde 1 cm hareket ettiren 1 dinlik kuvvetin yaptığı işe
eşit olan iş birimi: Bir kilogram metre 981 x 105 erge eşittir.erg * Büyük Sahra’da kumullarla örtülü bölge. erganun * Org. ergen * Ergenlik çağında olan.
* Henüz evlenmemiş, bekâr.ergen olmak * evlenecek çağa girmek. ergene * Maden yeri. ergene karı boşamak kolay * bir işin içinde olmayanların o işteki güçlükleri küçümsediklerini anlatır. ergenleşme * Ergenleşmek işi veya durumu. ergenleşmek * Ergenlik çağına ulaşmak. ergenleştirme * Ergenleştirmek işi. ergenleştirmek * Ergenlik çağına kavuşmasını sağlamak. ergenlik * Cinsî organların fizyolojik gelişmesiyle başlayan, bulûğa ermişlikle yetişkinlik arasındaki dönem.
* Çocukluk çağından yetişkinlik çağına geçen kimselerin yüzünde çıkan sivilceler.ergi * (dil inkılâbının ilk yıllarında) İyi bir şeye erişme durumu, mazhariyet. ergilik * Ergi durumu. ergime * Ergimek işi, zeveban. ergime ısısı * Bir katının sıvıdurumuna geçmesi için verilmesi gereken ısı. ergime noktası * Bir katının katıdurumdan sıvıduruma geçmeye başladığıve ergime sona erene kadar koruduğu sıcaklık. ergime yasası * Ergime kurallarının değişmez oluşumu. ergimek * (sıcaklığı artırılmak yoluyla bir cisim) Katıdurumdan sıvıduruma geçmek, zeveban etmek. ergimiş * Isıetkisiyle sıvıdurumuna gelmiş(katıcisim). ergimişmaden * Sıvıduruma gelmişmaden. ergin * Olmuş, yetişmiş, kemale ermiş.
* Haklarınıkendi kullanmak için yasanın gösterdiği yaşa gelmişolan (kimse), reşit.erginleme * Erginlemek işi. erginlemek * Birini bir konu üzerinde aydınlatıp onu gerekli temel bilgi ve becerilerle donatarak ergin ve yetişmiş
kılmak.erginlenme * Erginlenmek işi veya durumu. erginlenmek * Ergin duruma gelmek. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 33
erginleşme * Erginleşmek işi. erginleşmek * Ergin bir duruma gelmek, reşit olmak. erginlik * Ergin olma durumu, kemal, rüşt. ergitme * Ergitmek işi. ergitmek * Ergimesini sağlamak, ergimesine yol açmak. ergonomi * İnsanın, makinenin ve çevrenin bir arada uyumlu ve verimli bir biçimde çalışmasını inceleyen bilim dalı, iş
bilimi.erguvan * Baklagillerden, eflâtunla kırmızıarasırenkte çiçek açan, güzel bir süs ağacı(Cercis siliquastrum). erguvangiller * Almaşık yapraklıağaç familyası. erguvanî * Eflâtunla kırmızıarasırenk.
* Bu renkte olan.ergürmek * Ulaştırmak, eriştirmek. -eri * Bkz. -arı/ -eri. erigen * Çabuk eriyip dağılan. erik * Gülgillerden, beyaz çiçekli bir ağaç (Ğrunus domestica).
* Bu ağacın kabuğu ince, sarıdan kırmızıya, mora kadar türlü renkte, mayhoşveya tatlı, eti sulu, tek ve sert
çekirdekli yemişi.erik hoşafı * Eriğin şekerli suda kaynatılması ile hazırlanan ve soğuk içilen hoşafı. erik kompostosu * Eriğin şekerli suda kaynatılması ile hazırlanan tatlı. erik marmelâdı * Şeker karıştırılarak pişirilmişerik ezmesi. erik pestili * Eriğin kaynatılmasıve yufka biçiminde kurutulması ile hazırlanan pestil. erik rakısı * Erik suyunun damıtılmasıyla elde edilen bir tür rakı. erik reçeli * Eriğin şeker ile kaynatılmasısonucu yapılan reçeli. erika * Süpürge otu. eriklik * Erik ağaçlarıçok olan yer, erik bahçesi. eril * Bazıdillerde erkek cinsten sayılan (kelime), müzekker. erillik * Bazıdillerde, kelimelerin eril olmasıdurumu. erim * Bir şeyin erebileceği uzaklık, menzil. erim * İyi bir şeye işaret olan durum, beşaret. erim erim * Erimek işinin anlamınıpekiştirir. erime * Erimek işi. erimek * Katıcisim sıvı içine karışarak sıvıdurumuna geçmek.
* Katıcisim ısıetkisiyle sıvıduruma gelmek.
* (dokumalar için) Aşınıp incelerek dağılmak.
* Çok zayıflamak.
* Utancından çok sıkılmak.
* Yok olmak, bitmek, tükenmek.erimez * Erime özelliğini yitirmişolan ve bu özelliği olmayan. erin * Döl verme yetkinliğine eren, baliğ. erincek * Tembel, üşenen. erinç * Hiçbir eksiği, hiçbir üzüntüsü ve acısı olmama durumu, dirlik, rahat, huzur. erinçli * Erinci olan, huzurlu, rahat. erinçsiz * Erinci olmayan, tasalı, huzursuz, rahatsız. erinlik * Erin olma durumu, bulûğ. erinme * Erinmek işi veya durumu. erinmek * Üşenmek. erinsiz * Erinci olmayan, huzursuz, rahatsız. erirlik * Eriyebilme niteliği veya derecesi. eristik * Didişim. eriş * Ermek işi ve durumu. erişilme * Erişilmek işi. erişilmek * Erişmek işi yapılmak, ulaşmak, yetişilmek. erişim * Erişmek işi.
* Belli iki yer arasında gidip gelebilme, ulaşım, muvasala.erişkin * Vücudunun gelişimi tamamlanmışolan, kâhil. erişkinlik * Erişkin olma durumu, olgunluk, kâhillik. erişme * Erişmek işi. erişmek * Varılmasızamana, emeğe bağlı olan veya uzakta bulunan bir amaca varmak, ulaşmak.
* Bir yere ulaşmak, varmak.
* Belirli bir olgunluk durumuna varmak.
* (zaman için) Gelip çatmak.erişte * Kesilip kurutulmuşhamur, ev makarnası.
* Deniz yosunu.eriştirme * Eriştirmek işi. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 34
eriştirmek * Erişmesini sağlamak. eriten * İçinde katı bir madde eriyebilen veya katı bir maddeyi eritebilen (sıvı). eritici * Eritme özelliği olan.
* Bir başka maddeyi eriten, çözündüren cisim.eritilme * Eritilmek işi. eritilmek * Eritmek işi yapılmak. eritiş * Eritmek işi veya biçimi. eritme * Eritmek işi.
* Metallerde erimeyi sağlamak amacıyla dökümden önce yapılan ısıtma işlemi.eritme peynir * Sert peynirlerin eritilip, bazen baharat katılmasıyla elde edilen bir tür peynir. eritmek * Erimesini sağlamak, erimesine yol açmak.
* Harcayıp tüketmek.
* Çok üzmek.
* Zayıflatmak.
* Yok etmek.eritrosit * Alyuvar. eriyik * İçindeki katı bir madde erimiş bulunan sıvı, mahlûl. eriyip bitmek * üzüntü ve sıkıntıdan çok zayıflamak. eriyiş * Erimek işi veya biçimi. erk * Bir işi yapabilme gücü, kudret, iktidar.
* Sözü geçerlik, istediğini yaptırabilme gücü, nüfuz.
* Bir bireyin, bir toplumsal kümenin, bir toplumun, başka birey, küme veya toplumlarıegemenliği, baskısıve
denetimi altına alma, hürriyetlerine karışma ve onları belli biçimlerde davranmaya zorlama yetkisi veya
yeteneği,iktidar.erkân * Bir topluluğun ileri gelenleri, büyükler, üstler.
* General veya amiral aşamasındaki askerler.
* Yol, yöntem.erkân kürkü * Padişah tarafından vezirliğe yükseltilenlere giydirilen kürk. erkânıharbiyeiumumiye * Genelkurmay. erkânıharp * Kurmay. erkânıharplik * Erkânıharp olma durumu. erke * Enerji.
* (tabiî bilimlerde) İş başarma gücü, bir direnmeyi yenme gücü.erkeç * Erkek keçi. erkeçsakalı * Keçisakalı; çayır melikesi. erkek * İnsan, hayvan ve bitkilerin dişiyi dölleyecek cinsten olanı.
* Sperma oluşturan organizma.
* Yetişkin adam, kadın karşıtı.
* Koca.
* Sözüne güvenilir, mert.
* Girintili ve çıkıntılı olmak üzere bir çift oluşturan nesnelerin çıkıntılısı.
* Sert, kolay bükülmez.erkek anahtar * Elektrikte veya makine alanında dişi yuvaya giren anahtar. erkek bakır * Sert bakır. erkek demir * Sert demir. erkek erkeğe * Yalnız erkekler arasında. erkek fatma (veya ayşe) * erkek gibi davranışları olan kadınlar için kullanılır. erkek fiş * Prize sokulan bacaklıelektrik fişi. erkek gibi * erkeğe yakışır biçimde, erkeğe benzer. erkek işi * Sadece erkeğin yapabileceği, daha çok güç, kuvvet isteyen zahmetli iş. erkek olmak * kadınken cinsiyet değiştirmek.
* erkeğe yaraşır davranışlarda bulunur duruma gelmek.erkek organ * Bitkilerde taç yaprakların çevrelediği, döllenmeyi sağlayan tek veya birçoğu bir arada bulunan organ. erkek terzisi * Erkek elbisesi diken terzi. erkekçe * Erkek gibi, erkeğe yakışır (biçimde), yiğitçe, mertçe. erkekçil * Erkeğe düşkün. erkeklenme * Erkeklenmek işi. erkeklenmek * Kabadayılık gösterisinde bulunmak. erkekler hamamı * Sadece erkeklerin içinde yıkandığıveya erkeklere ayrılmışhamam. erkekleşme * Erkekleşmek işi. erkekleşmek * (erkek çocuk) Çocukluk çağından çıkıp erkeklik çağına girmek.
* (kız, kadın için) Erkek gibi sert davranışlar kazanmak.erkekli * Erkeği olan. erkekli dişili * İki cinsi bir arada bulunan. erkekli kadınlı * Kadın erkek hep bir arada olarak. erkeklik * Erkek olma durumu.
* Erkekçe davranış, yiğitlik, mertlik.
* Bir erkeğin fizyolojik görevini yerine getirme gücü.erkeklik organı * Erkeğin çiftleşme organı, kamış, penis, fallus. erkeklik öldü mü? * haksızlığa karşıkoymak, mertlik göstermek gerekiyor. erkeklik sende kalsın! * karşısındakinin yakışıksız davranışına uyup da tatsızlık çıkarma, efendice davran!. erkeklik taslamak * erkekmişgibi kendini göstermek, erkekçe davranışta bulunmak, kabadayıca davranmak. erkeksi * Erkeğe benzeyen, erkeği andıran, erkeğe yaraşan. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 35
erkeksilik * Erkekliği andıran. erkeksiz * Erkeği bulunmayan. erken * Zamanın ilerlememiş bir anında.
* Alışılan zamandan önce.erken bunama * Birbirinden ayrı görüntüleri bulunan şizofreni türündeki hastalıklar. erkence * Erken olarak.
* Oldukça erken.erkenci * Erken davranan.
* Erken olgunlaşan veya yetişen (meyve, sebze).
* Sabahın ilk saatlerinde harekete geçen.erkenden * Erken olarak, çok erken. erkete * Dikiz. erketeci * Dikizci, gözcü. erketecilik * Erketecinin yaptığı iş, dikizcilik. erketecilik etmek (veya yapmak) * gözcülük, dikizcilik görevini üzerine almak. erketelik * Dikizcilik, gözcülük. erketelik yapmak * gözcülük etmek. erkin * Hiçbir şarta bağlı olmayan, istediği gibi davranabilen, serbest. erkinci * Liberal. erkincilik * Bireyin özgürlüğünü ve ekonomik güçler arasında hür yarışmayısavunan, bireyler, sınıflar ve milletler
arasındaki ekonomik ilişkilere devletin karışmamasını isteyen öğreti, liberalizm, devletçilik, toplumculuk karşıtı.
* Herkese vicdan, inanç, düşünce özgürlüğü tanınmasının gerekli olduğunu savunan, hür düşünüşe bağlı
dünya görüşü, liberalizm.erkinlik * Erkin olma durumu, serbestlik, serbest. erkli * Erki olan, nüfuzlu, muktedir, kadir. erklilik * Erkli olma durumu. erksizlik * Başsızlık, anarşi. erlik * Erkeklik, yiğitlik.
* Er olma durumu.erme * Ermek işi. ermek * Erişmek, kavuşmak.
* Yetişip dokunmak.
* (bitkiler veya bunların ürünleri için) Olgunlaşmak.
* (kendini Tanrıyoluna vermişkimseler için) İnsanüstü kutsal bir aşamaya erişmek.Ermeni * Ermenistan’da yaşayan halk veya bu halktan olan kimse.
* Bu soyla ilgili, bu soya özgü olan.ermeni gelini gibi kırıtmak * ağır veya yavaşhareket edenlere alay yollu söylenir. Ermenice * Hint-Avrupa dil ailesinden, Ermenilerin kullandığıdil, Ermeni dili. ermin * Kakım, as. ermiş * Dinî inançlara göre kendisinde olağanüstü manevî güç bulunan kişi, evliya, veli. ermişlik * Ermişolma durumu, evliyalık, velilik. eroin * Morfinden kimyasal yolla elde edilen uyuşturucu bir madde. eroin kullanmak * eroini sıvıveya toz hâlinde vücuda zerk yoluyla almak, sürekli kullanmak. eroinci * Eroin yapıp satan kimse.
* Eroin kullanan kimse, eroinman.eroincilik * Eroinci olma durumu. eroinman * Eroin kullanma alışkanlığı olan (kimse), eroinci. eroinmanlık * Eroinman olma durumu. eros * Ruhî çözümleme açısından cinsel eğilimler ve bundan doğan isteklerin tümü.
* (büyük E ile) Yunan mitolojisinde aşk tanrısının adı.erosal * Erosçu, erotik. erosçu * Erosla ilgili.
* Roman, hikâye, heykel, resim gibi sanat eserlerinde aşk konusuna ve cinsel ilişkilere genişyer veren.erosçuluk * Cinsel duygu ve isteklerine çok düşkün olma durumu, erotizm. erotik * Aşkla ilgili olan, aşkıanlatan, kösnül, erosal, şehevî, şehvanî.
* Cinsel aşkla, cinsiyetle ilişkisi olan, kösnül, erosal.erotizm * Erosçuluk.
* Kösnüllük, şehvaniyet.erozyon * Aşınma; itikâl. erozyona uğramak * aşınmak veya aşınmak işine konu olmak. ersatz * Bkz. erzatz. erselik * Er dişi. erseliklik * Er dişilik. erseme * Ersemek işi veya durumu. ersemek * Erkek istemek. ersiz * Kocasız. ersizlik * Kocasızlık. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 36
erte * Bir günün veya olayın arkasından gelen zaman. erteleme * Ertelemek işi, tehir, tecil, talik. ertelemek * Başka zamana bırakmak, tehir etmek, tecil etmek, talik etmek. erteleniş * Ertelenmek işi veya biçimi. ertelenme * Ertelenmek işi. ertelenmek * Daha sonraki bir zamana bırakılmak. erteleyiş * Ertelenmek işi veya biçimi. ertesi * Bir günün, bir haftanın, bir ayın, bir yılın ardından gelen günü, haftayı, ayı, mevsimi veya yılı gösterir. ervah * Ruhlar. ervahına yuf olsun * “yazıklar olsun”, Allah kahretsin anlamında sövme veya kınama sözü olarak kullanılır. erzak * Uzun süre saklanabilen yiyeceklerin genel adı. erzatz * Başkasının yerine kullanılabilen, başka bir malın yerini alabilen, yedek. es * Notada duraklama zamanıve bunu gösteren işaretin adı. es geçmek * üzerinde durmamak, boşvermek, önemsememek. esami * Adlar, isimler. esamisi okunmamak * kendisine değer verilmemek, adıanılmamak. esans * Bitkilerden türlü yollarla çıkarılan veya kimyasal yöntemlerle yapılan, kokulu ve uçucu sıvı. esaret * Kölelik, tutsaklık, esirlik.
* Hakimiyet altında bulunma.
* Boyunduruk.esarette kalmak * uzun süre esir olarak bulunmak. esas * Bir şeyin özünü oluşturan ana öge, temel.
* (bir işveya sözde) Doğru biçim.
* Ana, temel olarak alınan, başlıca, asal, esasî.esas duruş * Hazır ol durumu. esas vaziyet * Dimdik kımıldamaksızın, hazır ol durumu, esas duruş. esas vaziyete geçmek * hazır ol durumunu almak. esasa bağlamak * belirli bir kurala dayandırmak. esasen * Başından, temelinden, kökeninden.
* Doğrusu, doğrusunu isterseniz, zaten, zati.
* Nasıl olsa, gene.esası olmamak * gerçek olmamak, yalan olmak. esasî * Esasla ilgili, asıl ve temel olanla ilgili, asal. esaslandırma * Esaslandırmak işi veya durumu. esaslandırmak * Esaslıduruma getirmek, sağlamlaştırmak. esaslanma * Esaslanmak işi veya durumu. esaslanmak * Temeli sağlamlaşmak, temelleşmek. esaslı * Köklü, genişölçüde etkili, güzel, doğru.
* Köklü, etkili, güzel bir biçimde, doğru olarak.esassız * Sağlam bir temele dayanmayan, köksüz.
* Doğru olmayan, yalan.esatir * Tarih öncesi tanrılarının efsaneli serüvenlerini anlatan ve bir topluluğun duygularını, anlayışınıve
özlemlerini göstermesi bakımından değeri olan hikâyeler, mitoloji.esatirî * Esatirle ilgili, esatire ait. esbabımucibe * Gerekçe. esbak * Eski, geçmiş, önceki. esbap * Sebepler. esef * Acınma, yerinme. esef etmek * üzülmek, acınmak. esefle * Üzülerek, acınarak. eseflenme * Eseflenmek işi. eseflenmek * Acınmak. esefli * Esefi bulunan. eselemek beselemek * Kandırmak, allem etmek kallem etmek. eseme * Bkz. mantık. esen * Hiçbir hastalığı, vücutça hiçbir eksiği olmayan, sağlıklı, sıhhatli, salim. esenleme * Esenlemek işi, selâm. esenlemek * Biriyle karşılaşıldığında, birinin yanına gidildiğinde veya yanından uzaklaşıldığında kendisine sözle veya
işaretle bir nezaket gösterisi yapmak, selâm vermek, selâmlamak.
* Birine esenlik dileyerek ayrılmak, veda etmek.esenleşme * Esenleşmek işi, selâmlaşma. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 22
eline su dökemez * değerce ondan çok geride. eline tutuşturmak * karşısındakinin isteyip istemediğini düşünmeksizin verivermek. eline yüzüne bulaştırmak * gerektiği gibi bir işi yapamamak, başarısız olmak, becerememek. elini ayağınıkesmek (veya çekmek) * uğramaz olmak.
* uğraşmamak, ilgilenmemek.elini ayağınıöpeyim * “çok yalvarırım” anlamında kullanılır. elini belli etmek (veya göstermek) * (kâğıt veya okey vb. oyunlarda) elindeki kâğıdıveya taşı, oynayanlara belli edecek biçimde sözle veya
işaretle açıklayıp oynamak.elini çabuk tutmak * gerekli tedbiri zamanında almak . elini eteğini çekmek (veya kesmek) * o şeyle ilgisini kesmek. elini kalbine (veya vicdanına) koyarak (söylemek, düşünmek veya hüküm vermek) * doğru, yansız, hakça. elini kana bulamak (veya bulaştırmak) * öldürmek. elini kolunu bağlamak * bir şey yapamayacak duruma getirmek. elini kolunu sallaya sallaya gelmek * gelirken hiçbir armağan getirmemek veya bitirmeye gittiği işten sonuç almaksızın dönmek. elini kolunu sallaya sallaya gezmek * (ortada görünmemesi gereken kimse) pervasızca, kimseden çekinmeden dolaşmak. elini kulağına atmak * gazel veya türkü söylemek için elini kulak kepçesinin arkasına koymak. elini oynatmak * parayıesirgememek. elini sallasa ellisi (başınısallasa tellisi) * birinin karşıcinsten birçok insanıkolaylıkla elde edebileceğini anlatır. elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak * evde hiçbir işyapmamak, çok nazlı olmak. elini sürmemek * eliyle dokunmamak.
* bir işi kendine yakıştırmayarak, tenezzül etmemek.elini uzatmak * yardım etmek. elini veren kolunu alamaz * kendisine iyilik yapıldığında, devamınıfazlasıyla isteyen kimseler için kullanılır. elinin altında * her zaman kolayca alınıp yararlanılabilecek yerde ve yakınlıkta. elinin hamuruyla erkek işine karışmak * (kadınlar için) beceremeyeceği işleri yapmaya kalkışmak. elinin körü * bıktırıcı, usandırıcıdurum karşısında azarlama yollu verilen karşılık.
* kötü, anlaşılmaz.elinle ver, ayağınla ara * ödünç aldığışeyi geri vermeyi geciktirenler için yakınma olarak söylenir. elips * Bütün noktalarının odak denilen belirli iki ayrınoktaya olan uzaklıklarının toplamı birbirine denk olan
kapalıeğri.elipsoidal * Elipsoitle ilgili, elipsoit biçiminde olan. elipsoit * Elipse benzeyen.
* Bir elipsin kendi ekseni etrafında döndürülmesiyle oluşan cismin biçimi.eliptik * Elips ile ilgili, elips biçiminde olan. elit * Seçkin. eliyle * aracılığıyla, marifetiyle. eliyle koymuşgibi (bulmak) * hiç aramadan, kolayca. elle tutulacak tarafı(yanı) kalmamak * sağlam bir yanıkalmamak.
* güvenilecek veya kayırılacak bir yönü olmamak; hiçbir değerli yanı olmamak.elle tutulur gözle görülür (veya dille anlatılır) * çok belirgin, çok açık. elleme * Ellemek işi.
* Seçilmiş, iyi.ellemek * Elle dokunmak, elle karıştırmak. ellenme * Ellenmek işi. ellenmek * (bir şeye) Elle dokunulmak. ellenmişdillenmiş * iffetsizliği yayılmış(kadın). eller yukarı! * “ellerini kaldırarak teslim ol” anlamında kullanılır. ellerde gezmek * elden ele dolaşmak, el üstünde tutulmak, saygıve sevgi görmek. ellerim yanıma gelsin * “Allah canımıalsın ki doğru söylüyorum” anlamında kullanılır. ellerin dert görmesin * “Allah senden razı olsun” anlamında iyi dilek sözü. elleşme * Elleşmek işi. elleşmek * Elle dokunmak.
* Elle itişerek şakalaşmak.
* Alışverişte, alanla satan birbirlerinin ellerini tutup sıkarak uzlaşmak.
* Birine dokunacak söz söylemek.
* Birbirinin elini sıkarak güç denemesi yapmak.
* El sıkarak selâmlaşmak.
* Ağır bir yükü kaldırmak için birkaç kişi birden tutmak.
* Yardımlaşmak.elli * Kırk dokuzdan sonra gelen sayının adı, 50, L.
* Beşkere on; kırk dokuzdan bir artık.elli * Eli olan. ellik * Eldiven.
* Ekin biçerken sol elin parmaklarına geçirilen, eldiven biçiminde, tahtadan yapılan bir araç.
* Yelken dikenlerin kullandığı, madenî yüksüğü olan meşin eldiven.ellilik * İçinde elli tane bulunan.
* Elli yaşında olan.
* Elli kuruşveya elli lira değerinde para.ellinci * Ellinin sıra sıfatı; sırada kırk dokuzuncudan sonra gelen. ellişer * Elli sıfatının üleştirme biçimi; her birine elli, her defasında ellisi bir arada olan. -
Türkçe Sözlük E Sayfa 23
elma * Gülgillerden, çiçekleri pembe veya beyaz bir ağaç (Pirus malus).
* Bu ağacın kabuğu parlak, sert, kırmızıdan yeşile kadar türlü renkte, kokusu hoş, tadıekşi veya tatlı, dokusu
gevrek, ufak çekirdekli meyvesi.elma çayı * Elmalıçay. elma da, alma da demesini biliriz * şartlara göre uygun davranmayı ifade eder. elma gibi * kırmızı(yanak). elma sirkesi * Elma suyundan elde edilen sirke. elma suyu * Elmadan çıkarılan meyve suyu. elma şarabı * Elma şırasının mayanmasıyla elde edilen şarap. elma şekeri * Boya katılmışşeker pekmezine batırılarak şekerlenen ve çubuğa takılarak satılan elma. elma şurubu * Elmanın şekerle kaynatılmasından elde edilen bir tür içecek. elmabaş * Tepeli dalgıç. elmacı * Elma yetiştiren veya satan kimse. elmacık * Yüzün yanakla göz arasında bulunan, az çok çıkıntılı bölümü. elmacık kemiği * Yüzün yanakla göz arasında bulunan kemiği. elmacılık * Elmacının yaptığı iş. elmalık * Elma bahçesi. elmanın yarısı o, yarısı bu * Bkz. bir elmanın yarısı o, yarısı bu. elmas * Billûrlaşmışarıkarbon.
* Mücevher olarak kullanılan, saydam, değerli taş.
* Elmastıraş.
* Elmas taşlarıyla süslenmiş.elmas gibi * çok iyi, çok değerli. elmasım * övgü ile seslenme. elmasiye * Dondurulmuşmeyve suyundan yapılan bir tür pelte. elmaslı * Elmasla süslenmişolan. elmastıraş * Üzeri elmas gibi yontulmuş(iyi tür cam, billûr).
* Ucu elmaslı, kalem biçiminde cam keskisi.eloğlu * El, yabancı.
* Damat; koca.elöpen * Kertenkele. elti * Kardeşkarılarından her birinin ötekine göre adı. eltieltiyeküstü * Bir tür bitki. eltilik * Elti olma durumu. elvan * Renkler.
* Türlü renklerden olan.elvan elvan * Çeşit çeşit. elveda * Bir daha kavuşulmayacağıdüşünülen bir şeyden ayrılırken kullanılır.
* Bir daha karşılaşılmayacak biçimde ayrılırken “Allaha ısmarladık, Allaha emanet olun” anlamında kullanılır.elverir ki * yeter ki. elverişli * Uygun, işe yarayan, müsait. elverişlilik * Uygun olma durumu. elverişsiz * Uygun olmayan, uygun gelmeyen. elverişsizlik * Uygun olmama durumu. elverme * Elvermek işi veya durumu. elvermek * Yetmek, yetecek kadar olmak.
* Uygun gelmek.elvermemek * Uygun olmamak, uygun gelmemek, imkân bulunmamak. elyaf * Lifler, teller. elzem * Çok gerekli, vazgeçilmez. em * İlâç, merhem. -em * 343 -am / -em. emanet * Korunmak için birine veya bir yere bırakılan eşya, kimse vb., inan, vedia.
* Bir kimse ile birine gönderilen şey.
* Eşyanın emanet olarak bırakıldığıyer.
* Bazıdevlet dairelerine verilen ad.
* Can.emanet bırakmak (veya vermek) * bir eşyayıveya parayıkoruma işini yapan kimseye veya bir yere vermek. emanet dolabı * Emanetçinin aldığıpara veya eşyayısakladığımobilya. emanet etmek * bir şeyi veya bir kimseyi birine veya bir yere korumak için bırakmak. emanetçi * Ücret karşılığıeşyayıalıkoyup koruyan kimse. emanetçilik * Emanetçinin işi. emanete hıyanet olmaz * emanet olarak bırakılan şeyi titizlikle korumak gereklidir. emaneten * Emanet olarak.