Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük E Sayfa 50

    evolüsyon * Değişme, gelişme.
    evrak * Kâğıt yaprakları, kitap sayfaları.
    * Yazılmışkitaplar, mektuplar veya yazılar.
    evrak çantası * İçinde belge veya dosya bulunan ve taşınabilen, kösele, deri, kumaşvb. yapılan özel kap.
    evrak dolabı * Dosyaları, diğer yazıve belgeleri saklamakta kullanılan dolap.
    evrat * Müslümanlarca belirli zamanlarda okunmasıâdet olan dualar ve Kur’ân ayetleri.
    evrat çekmek * okunmasıâdet olan dualarıve Kur’ân ayetlerini sürekli tekrarlamak.
    evre * Bir olayda birbiri ardınca görülen, bir işte birbiri ardınca beliren, gelişen değişik durumların her biri, aşama,
    safha, merhale, faz.
    evren * Gök varlıklarının bütünü, kâinat, kozmos.
    * Düzenli ve uyumlu bir bütün olarak düşünülen bütün varlıklar.
    * Kişinin içinde yaşadığı, ilişkide bulunduğu ortam.
    evren bilimi * Evreni yöneten genel yasalar bilimi, kozmoloji.
    * Evrenin oluşumunu, yapısını inceleyen felsefe ve bilimsel öğreti.
    evren bilimsel * Evren bilimiyle ilgili, kozmolojik.
    evren doğumu * Evrenin oluşumu, kökeni, doğuşu ve yaradılışı ile ilgili kuram, kozmogoni.
    evren pulu * Mika.
    evrensel * Evrenle ilgili.
    * Bütün insanlığı ilgilendiren, âlemşümul, cihanşümul, üniversal.
    * Dünya ölçüsünde, dünya çapında.
    evrenselleşme * Evrenselleşmek işi.
    evrenselleşmek * Evrensel duruma gelmek.
    evrenselleştirme * Evrenselleştirmek işi.
    evrenselleştirmek * Evrensel duruma getirmek.
    evrensellik * Evrensel olma durumu.
    evrik * (başka bir önermeye, teoreme veya probleme göre) Terimleri ters durumda olan (önerme, teorem veya
    problem).
    evrilir * Konu ile yüklemin birbirinin yerine geçmesiyle doğruluğu bozulmayan (önerme): “Her insan güler evrilir
    bir önerme sayılır, çünkü “her gülen insandır” yargısıyanlışolmaz.
    * Alıcıda kullanılıp kimyasal işlemden geçtikten sonra doğrudan doğruya pozitife dönebilen (film).
    evrim * Zaman içinde birdenbire olmayan, kesintisiz, niteliksel ve niceliksel gelişme süreci.
    * Bir canlıyıötekilerden ayırt eden biçimsel ve yapısal karakterlerin gelişmesi yolunda geçirilen bir dizi
    değişme olayı, tekâmül.
    * İnkılâp.
    evrimci * Evrimcilik yanlısı olan (kimse).
    * Evrimcilikle ilgili.
    evrimcilik * Evrimi temel alan doğa bilimi ve felsefe öğretisi.
    evrişik * Evirme yoluyla elde edilen (önerme): “Her insan güler” önermesinin evrişiği, “her gülen insandır”
    biçiminde olur.
    evropiyum * Atom numarası63, atom ağırlığı122 olan, yalnız tuzlarıve bir tek oksidi bulunan parlak gri renkte bir
    element.KısaltmasıEu.
    evsaf * Nitelikler, vasıflar.
    evsel * Evle ilgili.
    evsel atık * Evde kullanımdan düşmüş, eskimiş, yıpranmışveya çöp durumuna gelmişmaddeler.
    evseme * Evsemek işi veya durumu.
    evsemek * Evini, yurdunu özlemek.
    evsin * Avlanırken avcıların hayvanlardan gizlendiği yer.
    evsiz * Evi olmayan.
    evsiz barksız * İşsiz güçsüz, avare, başı boş.
    evvel * Önce.
    * İlk, önceki, geçmiş.
    evvel Allah * “önce Tanrıyardımıyla” anlamında bir pekiştirme sözü.
    evvel bahar * ilk bahar.
    evvel ve ahir * başta da sonda da, eninde sonunda.
    evvel zaman * Çok önceden, çok eskiden, önceleri.
    evvelâ * Önce, ilk önce, ilkin.
    evvelâ can, sonra canan * önce can, sonra sevgili.
    evvelce * Önce.
    * Önceleri, eskiden.
    evvelden * Önceden, eskiden, evvelce.
    evvelemirde * Öncelikle, ilk önce, her şeyden önce.
    evveli * Evvelki.
    * Eskiden.
    evveliyat * Bir işin önceki evreleri, öncesi, önceleri.
    evvelki * Önce olan, önceki.
    * İki önceki.
    evvelleri * eskiden, geçmişte.
    evvelsi * Bkz. evvelki.
    ey * Kendisine söz söylenilen kimse veya kimselerin dikkati çekilmek istendiğinde adın başına getirilir ve
    uzatılabilir.
    * Kendisine seslenilen kimse, nesne vb.nin adının başına getirilerek anlamı güçlendirir.
    * Usanç anlatır.
    * (soru olarak) öyle ise, o hâlde?.
    -ey * Bkz. -ay / -ey.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 51

    eyalet * Çoğunlukla valilerce yönetilen ve yönetim bakımından bir tür bağımsızlığı olan büyük il.
    * Osmanlı imparatorluğunda en büyük sivil ve asker yönetim bölgesi.
    eyer * Binek hayvanlarının sırtına konulan, oturmaya yarayan nesne.
    eyer boşaltmak * cirit oyununda hedef olmaktan kurtulmak için eyer üzerinde sağa sola eğilmek.
    * saldırıları boşa çıkaracak önlemler almak.
    eyer kaltağı * Eyerin tahtadan yapılan kafes biçimindeki bölümü.
    eyer kapatmak (veya kapamak) * eyeri atın sırtına koyup bağlamak.
    eyer kaşı * Eyerlerin ön ve arka taraflarındaki çıkıntılı bölüm.
    eyer vurmak * eyeri hayvanın sırtına koyup bağlamak.
    eyerci * Eyer yapıp satan kimse.
    eyercilik * Eyer yapma veya satma işi.
    eyere de gelir, semere de * her işe yarar, incesine de, kabasına da.
    eyeri boşkalmak * binicisi ölmek.
    eyerleme * Eyerlemek işi.
    eyerlemek * At üzerine eyeri koyup bağlamak, eyer vurmak.
    eyerlenme * Eyerlenmek işi.
    eyerlenmek * Eyer vurulmak.
    eyerli * Eyer vurulmuş, sırtına eyer konulmuş(hayvan).
    eyersiz * Sırtına eyer konulmamış(hayvan).
    eyitmek * Demek.
    eylem * Eylemek işi, fiil, aksiyon.
    * Fiil.
    * Bir durumu değiştirme ve daha ileriye götürme yönünde etkide bulunma çabası, amel.
    eylemci * Düşüncesini eylemi ile gerçekleştirmeye çalışan (kimse).
    eylemcilik * Eylemci olma durumu.
    * İnsan hayatıve düşüncesinde başlıca gerçekliğin etki ve eylem olduğunu öne süren öğreti ve dünya görüşü,
    aktivizm.
    eylemde bulunmak * bir harekete kalkışmak.
    eyleme * Eylemek işi.
    eyleme geçmek * tasarlanan bir işi uygulamaya başlamak.
    eylemek * Etmek, yapmak.
    eylemli * Eylem durumunda olan, amelî, fiilî.
    * Kadrolu.
    eylemlik * Mastar.
    eylemsi * Fiilimsi.
    eylemsiz * Eylemi olmayan.
    eylemsizlik * Eylemsiz olma durumu.
    eylemsizlik ilkesi * (bir cisme bir kuvvet etki etmedikçe) Cismin durmasıveya düzgün doğrusal bir hareket yapması.
    eylül * Yılın 30 gün süren dokuzuncu ayı.
    eymir * 343 eğmür.
    eytam * Yetimler.
    eytam maaşı * Memur yetimlerine verilen aylık.
    eytişim * Diyalektik.
    eytişimsel * Eyitişimle ilgili.
    eyvah * Beklenmedik, kötü, hoşa gitmeyen bir haber veya olay karşısında duyulan acınmayıanlatır.
    eyvallah * “Teşekkür ederim”, “Allaha ısmarladık” ve “evet, öyle olsun” anlamlarında kullanılır.
    eyvallah demek * hoşgörerek kabul etmek veya edilmek.
    eyvallah etmemek * birinden yardım istememek, gönül borcu olmamak, boyun eğmemek.
    eyvallahı olmamak * gönül borcu olmamak.
    eyvan * Bkz. ayvan.
    eyyam * Günler.
    eyyam ağası * Her durum ve zamanda fırsat kollayarak büyüklere yaranan kimse.
    eyyam efendisi * Eyyam azası.
    eyyam görmüş(veya sürmüş) * iyi günler görmüş, mutlu zamanlar yaşamış.
    eyyam ola * “havanın iyi olmasınıdilerim” anlamında bir söz.
    eyyamcı * Gününü dilediğince geçiren, gününü gün eden.
    eyyamcılık * Eyyamcı olma durumu.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 52

    ez de suyunu iç * değersiz, faydasız şeyler için kullanılır.
    eza * Üzme, sıkıntıverme, üzgü.
    eza cefa * Baskıve zulüm.
    ezan * Müslümanlıkta namaz vaktini bildirmek için müezzinin yaptığıçağrı.
    ezan saati * Ezan okuma saati.
    ezan vakti * Ezan okunma zamanı.
    ezancı * Ezan okuyan kimse, müezzin.
    ezanî * Ezanla ilgili.
    ezanî saat * Güneşin batışında 12’yi gösterecek biçimde ayarlanan saat.
    ezansız * Ezan okunmayan, ezanı olmayan.
    ezber * Bir metni veya bir sözü eksiksiz tekrarlayabilecek biçimde akılda tutma.
    * Ezberleme ve akılda tutma yeteneği.
    * Ezber edilecek ders.
    ezber etmek * ezberleyerek akılda tutmak.
    ezber okumak * herhangi bir yere bakmadan bellekte kalan biçimiyle söylemek veya konuşmak.
    ezberci * Dersini veya herhangi bir konuyu anlayarak değil de, kelime kelime hafızasında tutan (kimse).
    ezbercilik * Ezberci olma durumu.
    ezberden * Ezberlenmiş biçimde, ezbere.
    ezberden yapmak * bir yere bakmadan bellekte kalan biçimiyle okumak veya söylemek.
    ezbere * Ezberleyerek, bir yerden okumayarak, bir yere bakmayarak.
    * Aslını, gerçeğini anlamadan, bilmeden, düşünmeden, incelemeden.
    ezbere anlatmak * okunan bir şeyi olduğu gibi, bozmadan anlatmak.
    ezbere bilmek * o yerin her yanını iyice bilmek.
    ezbere işgörmek * incelemeden gelişigüzel yapmak.
    ezbere konuşmak * bilmeden, aslınıarayıp sormadan konuşmak.
    ezbere yapmak * ezberden yapmak.
    * model veya doğa karşısında durmayarak fikirden tasavvur ve tahayyül suretiyle resim yapmak.
    ezberinde * Belleğinde.
    ezberleme * Ezberlemek işi.
    ezberlemek * Bir şeyi olduğu gibi akılda tutmak, ezber etmek.
    ezberlenme * Ezberlenmek işi.
    ezberlenmek * Ezberlemek işi yapılmak.
    ezberletme * Ezberletmek işi.
    ezberletmek * Ezberlemesini sağlamak.
    ezberleyiş * Ezberlemek işi veya biçimi.
    ezcümle * Başlıca, belli başlı olarak, esas olarak.
    * Örnek olarak.
    ezdirme * Ezdirmek işi.
    ezdirmek * Ezmek işini yaptırmak.
    ezdirtme * Ezdirtmek işi.
    ezdirtmek * Ezdirmek işini yaptırmak.
    ezel * Başlangıcı belli olmayan zaman, öncesizlik.
    ezel ebet * Ezelden ebede kadar, ebediyen.
    ezelî * Başlangıcı olmayan, öncesiz.
    * Eski.
    ezelî ebedî * Önsüz, sonsuz.
    ezelî takdir * Yazgı.
    ezercesine * Ezer gibi, ezmeğe yakın.
    ezgi * Belli bir kurala göre çıkarılan ve kulakta haz uyandıran ses dizisi, nağme, melodi.
    * Bir müzik parçasında baştan sona kadar belirli yerlerde tekrarlanan ses dizisi.
    * Kulağa hoşgelen ses veya söz dizisi.
    * Gidiş, yol, tarz, tempo.
    * Üzüntü, sıkıntı.
    ezgiç * Boyalarıezmeye yarayan demir veya porselen alet.
    ezgilenme * Ezgilenmek durumu.
    ezgilenmek * Ezgi özelliğini kazanmak.
    ezgili * Ezgisi olan, melodik.
    ezgin * Paraca durumu bozuk olan (kimse).
    * Çok cefa görmüş(kimse).
    * Çürük, ezik (meyve).
    * Üzüntü veren.
    ezgince * Ezgin bir biçimde.
    ezginlik * Ezgin olma durumu.
    * Açlık duygusunu andıran bir tedirginlik.
    * Üzüntü, sıkıntı.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 53

    ezici * Ezmek işini yapan.
    * Üstün, yok eden, ağır basan.
    * Yıpratıcı, bunaltıcı, sıkıntılı.
    ezik * Ezilmişveya yassılmış.
    * Olaylar ve hayat şartlarıkarşısında güçsüz ve sıkıntılıduruma düşmüşolan, üzüntülü.
    * Bere, çürük.
    ezik büzük * Ezilmişve büzülmüş, eğri büğrü.
    eziklik * Ezik olma durumu.
    ezile büzüle * Utangaçlıkla, sıkılganlıkla.
    ezilgen * Kolayca ezilip toz durumuna gelen.
    ezilip büzülmek * güç bir duruma düşüp davranışlarıyla utandığını belli etmek.
    eziliş * Ezilmek işi veya biçimi.
    ezilme * Ezilmek işi.
    ezilmek * Ezmek işine konu olmak.
    * (mide, yürek ve iç sözlerini özne olarak aldığında) Açlık sıkıntısıduymak.
    ezilmiş * Ezik duruma gelmiş.
    * Kendisine baskıyapılmış, haklarıelinden alınmış.
    ezilmişlik * Ezilmişolma durumu.
    ezim evi * Tohumların ezilip yağçıkarıldığıyer.
    ezim ezim * Ezmek veya ezilmek fiillerine getirilerek onların anlamlarınıpekiştirir.
    ezinç * Organik veya ruhî büyük sıkıntı, azap.
    ezinti * Açlık etkisiyle midede duyulan tedirginlik.
    * Korku veya heyecan sebebiyle duyulan eziklik, sıkıntı.
    ezip büzmek * ezerek parçalayarak, tamamen değiştirerek kullanılmaz veya anlaşılmaz duruma getirmek.
    eziyet * Aşırı güçlük ve sıkıntı, üzgü.
    eziyet çekmek * zahmet ve sıkıntıya uğramak.
    eziyet etmek * zahmet ve sıkıntıvermek, canınıyakmak.
    eziyet vermek * zahmet çektirmek.
    eziyetli * Eziyet çekerek yapılan.
    * Eziyet veren, eziyet çektiren, üzgülü.
    eziyetsiz * Eziyet çekmeden yapılan, sıkıntısız, üzgüsüz.
    ezkaza * Kaza ile, yanlışlıkla, rastgele.
    ezme * Ezmek işi.
    * Sebze veya yemişezerek yapılan yiyecek.
    * Bitkilerin etli ve yumuşak kısımlarınımacun kıvamına getirmek üzere parçalamak, katıve telsel kısımlarını
    süzerek ayıklamak işlemi.
    ezme boya * Yağveya başka bir maddeyle ezilerek hamur hâline getirilmiş boya.
    ezmek * Üstüne basarak veya bir şey arasına sıkıştırarak yassıltmak, biçimini değiştirmek.
    * Ağır bir şey, başka bir şeyin üzerinden geçmek, çiğnemek.
    * Sıvı içinde bastırıp karıştırarak eritmek.
    * Üzmek, sıkıntıya sokmak.
    * Baskıaltında tutmak.
    * Dayanıklılığınıaşacak derecede çalıştırarak yormak.
    * Yenmek, sindirmek.
    * Harcamak.
    ezofori * İki gözde görme bozukluğu.
    ezogelin çorbası * Kırmızımercimek, et suyu, yağ, nane, karabiber, kırmızı biber karışımıpişirilen ve Anadolu’da yaygın olan
    bir tür çorba.
    ezoterik * Belirli bir insan topluluğunun dışında kimseye bildirilmeyen, yalnızca sınırlı, dar bir çevreye aktarılan (her
    türlü bilgi, öğreti), batınî, içrek.
    Ezrail * Bkz. Azrail.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 46

    etkilemek * Etkiye uğratmak, tesir etmek.
    etkilenme * Etkilenmek işi.
    etkilenmek * Etkiye uğramak, müteessir olmak.
    etkileşim * Birbirini karşılıklı olarak etkileme işi.
    etkileşme * Etkileşmek işi.
    etkileşmek * Karşılıklı olarak birbirini etkilemek.
    etkileyici * Etkileyebilecek özellikte olan.
    etkili * Etkisi olan, tesirli, müessir.
    etkili olmak * etkisi duyulmak, etkisini göstermek, tesirli olmak.
    etkililik * Etkili olma durumu, müessiriyet.
    etkime * Etkimek işi, tesir.
    etkimek * Etkide bulunmak, tesir etmek.
    etkin * Hareketli, işleyen, çalışan, faal, aktif.
    * Fiilde bulunan, etkinlik gösteren, edilgin karşıtı.
    * Kimyasal tepkimelere katılma yatkınlığı gösteren (molekül, atom).
    etkin okul * Eğitim etkinliklerinin plânlanması, uygulanmasıve değerlendirilmesi konularında öğrencilere genişçapta
    katılma imkânısağlayan okul.
    etkin öğretim * Ele alınan bir sorunun çözümünde, geleneksel öğretim yöntemlerinden yararlanmak yerine, ilgili birkaç
    bilgi alanında araştırma, deneme ve inceleme yapmaya önem veren öğretim.
    etkinci * Etkincilik taraftarı(kimse).
    etkincilik * Bütün varlığın etkinlik olduğunu, bu etkinliğin bir taşıyıcıyı gerektirmediğini ileri süren öğreti, aktivizm.
    etkinleşme * Etkinleşmek işi.
    * Bir molekül, bir atom veya bir iyonun normal durumundan, enerji yönünden daha zengin ve olaya girmeye
    hazır olduğu duruma geçmesi.
    etkinleşmek * Etkin özellik kazanmak.
    etkinleştirme * Etkinleştirmek işi.
    etkinleştirmek * Etkin duruma getirmek.
    etkinlik * Etkin olma durumu, çalışma, işyapma gücü, faaliyet.
    * Fiilde bulunanın, etkin olanın niteliği.
    etkisiz * Etkisi olmayan, tesirsiz.
    etkisizleşme * Etkisizleşmek işi.
    etkisizleşmek * Etkisiz duruma gelmek.
    etkisizleştirme * Etkisizleştirmek işi.
    etkisizleştirmek * Etkisiz, etki yapamaz duruma getirmek.
    etkisizlik * Etkisiz olma durumu.
    etle tırnak arasına girilmez * aile anlaşmazlıklarında bir yanıtutmak doğru değildir.
    etle tırnak gibi * birbirlerine candan bağlı, sıkı ilişkili.
    etlenme * Etlenmek işi.
    etlenmek * Şişmanlamak, semirmek.
    etli * İçinde et bulunan.
    * Eti çok olan.
    * Dolgun, kalın.
    * (meyveler için) Yenecek kısmıçok olan.
    etli bitki * Kurak ortamda yaşayan ve dokuları içinde bol su depo eden, yapraklarıve saplarıkalın bitki.
    etli butlu * Oldukça şişman.
    etli canlı * Dolgun vücutlu, sağlıklı, güçlü.
    etli ekmek * Bkz. etli pide.
    etli meyve * Ortasıetli ve sulu olan yemiş.
    etli pide * Genellikle kıyma ve sebze ile hazırlanan iç malzemesinin ince açılmışhamur üzerine yayılarak fırında
    pişirilmesi ile yapılan pide.
    etlik * Kışiçin etinden kıyma, kavurma, pastırma ve sucuk yapılan semiz hayvan.
    * Buzdolabında et koymak için ayrılmışyer.
    etliye sütlüye karışmamak * toplum içindeki çeşitli hareketlerden uzak durmak, hiçbir şeyle ilgilenmemek.
    etme * Etmek işi.
    etme (veya etme yahu) * şaşılacak durumlarda “öyle mi, doğru mu, gerçek mi?” gibi anlamlar bildirir.
    etme bulma dünyası * kötülük eden kötülük bulur.
    etme eyleme * kötü bir davranışkarşısında “yapma, affet” anlamında kullanılır.
    etmediğini bırakmamak (veya komamak) * elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak.
    etmek * Bir işi yapmak.
    * Bir durumu ortaya çıkarmak.
    * (iyi, kötü zarflarıyla) Davranmak.
    * (olumsuz olarak) Bir ihtiyacıkarşılamak.
    * Bulmak, erişmek.
    * Birini bir şeyden yoksun bırakmak.
    * Vermek.
    * Eşit değer kazanmak.
    * Herhangi bir değerde olmak.
    * (neler, çok, az gibi belgisiz sıfatlarla) Kötülükte bulunmak.
    * (tümleç olarak yatak, alt gibi kelimelerle) Küçük veya büyük aptesini yapmak.
    etmen * Birlikte veya ayrıayrıetkisini gösteren ve belli bir sonuca götüren güçlerden, şartlardan, ögelerden her biri,
    amil, faktör.
    etnik * Kavimle ilgili, budunsal, kavmî.
    etnograf * Etnografya uzmanı, budun betimci.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 47

    etnografya * Kavimleri karşılaştırarak inceleyen, kültür oluşumlarınıaraştıran bilim, budun betimi, kavmiyat.
    etnolog * Etnoloji uzmanı.
    etnoloji * İnsanların ırklara ayrılışını, bunların nereden çıktığını, oluşumunu, yeryüzüne yayılışını, aralarındaki
    niteliklerini inceleyip karşılaştıran ve sınıflayan bilim, budun bilimi, ırkiyat.
    etnolojik * Etnoloji ile ilgili.
    etokrasi * Yalnızca ahlâk üzerine kurulu yönetim biçimi.
    etol * Genellikle kürkten, gösterişli kumaşlardan veya yün örgüden yapılmışuzun omuz atkısı.
    etraf * Yanlar, taraflar.
    * Çevre.
    * Bir kimsenin sürekli ilişkide bulunduğu kimseler, yakınlar, muhit.
    etrafında dört dönmek * isteğini elde etmek için birinin yanından ayrılmayıp gönlünü etmeye çalışmak.
    etrafınıalmak * çevresinde toplanmak, ortaya almak, kuşatmak.
    etraflı * Ayrıntılı, eksiksiz, kapsayıcı.
    etraflıca * Derinlemesine, ayrıntılı olarak, etraflı.
    etsiz * Eti olmayan.
    * Kuru, sıska, zayıf.
    ettiği hayır, ürküttüğü kurbağaya değmemek * yol açtığızarar, yaptığı iyilikten büyük olmak.
    ettiği yanına (kâr) kalmak * yaptığıkötülük karşılıksız kalmak, cezasını görememek.
    ettiğini bulmak ( veya çekmek) * yaptığıkötü davranışın karşılığını görmek.
    ettiğini yanına bırakmamak * yapılan kötü davranışa karşılık vermek.
    ettiğiyle kalmak * yapmak istediği kötülüğü başarıya ulaştıramayan kimse, başarısızlığın üzüntüsü ve utancı içinde kalmak.
    * yapmak istenilen kötülük amacına ulaşamamak.
    ettirgen * Fiil kök ve gövdesine bir ek getirilerek, fiilin gösterdiği işin başkasına yaptırıldığını gösteren (fiil):
    Kırdırmak, bildirmek gibi.
    ettirgen çatı * Taşıdığıkavram bir nesneye aktarılabilen ve geçişli veya geçişsiz fiil kök veya gövdesine -ir, -tir-, -teklerinden birinin veya ikisinin üst üste getirilmesi ile kurulan çatı: içirmek (iç-ir-), söylettirmek (söyle-t-tir-),
    güldürtmek (gül-dür-t-) gibi.
    ettirgen fiil * Taşıdığıkavram bir nesneye aktarılabilen çatılıfiil, faktitif. Geçişli veya geçişsiz fiil kök veya gövdelerine –
    ir-, -tir-, -t- eklerinden birinin veya ikisinin üst üste getirilmesiyle kurulur: İlâcızorla içirdik. Bu işi başkasına
    yaptırtmak gerekir.” cümlesinde olduğu gibi.
    ettirgenlik * Ettirgen olma durumu.
    ettirme * Ettirmek işi.
    ettirmek * Başkasının yapmasını sağlamak.
    * Sebep olmak.
    etüt * Herhangi bir konuda yapılan inceleme, araştırma.
    * Ön çalışma.
    * Belli bir konuyu inceleyen, araştıran eser veya yazı.
    * Öğrencilerin, bir öğretim görevlisinin gözetimi, denetimi altında ders çalışmalarına ayrılan zaman, mütalâa,
    müzakere.
    etüt etmek * incelemek, araştırmak.
    etüv * Yiyecekleri, nesneleri yüksek ısıyla sterilize ve dezenfekte etmekte kullanılan kapalıaraç.
    * Türlü eşyalarıkurutmakta veya temizlemekte kullanılan araç.
    * Mikropların üretilmesinde uygun sıcaklığısağlayan kapalıaraç.
    etyaran * Daha çok parmaklarda olan, derinlere kadar işleyen dolama, kurlağan.
    etyemez * Etyemezlikle ilgili.
    * Etyemezlik rejimini uygulayan kimse, vejetaryen.
    etyemezlik * Her tür etin, et türevlerinin, hayvansal besinlerin yer almadığı beslenme biçimi, vejetaryenlik.
    Eu * Evropiyum’un kısaltması.
    ev * Yalnız bir ailenin oturabileceği biçimde yapılmışyapı.
    * Bir kimsenin veya ailenin içinde yaşadığıyer, konut.
    * Evin iç düzeni, eşyasıvb.
    * İçinde bir işgörülen veya bazen belirli bir amaçla kullanılan yer.
    * Herhangi bir yerde toplumsal, kültürel, ekonomik yönlerden tanıtma görevini üstlenen veya belli alanlarda
    olan kişilerin toplanıp toplumsal ilişkilerini sürdürmelerini sağlayan kuruluş.
    * Aile.
    * Soy, nesil.
    ev açmak * ayrı bir eve yerleşmek, ayrı bir eve geçmek.
    * evlenmek.
    ev adamı * Evine bağlıerkek.
    ev alma, komşu al * komşuya verilen değeri anlatır.
    ev altı * Eski evlerde ambar, ahır olarak kullanılan zemin katı.
    ev bark * Ev, mülk.
    * Aile, çoluk çocuk.
    ev bark yıkmak * karıkocayı birbirinden ayırmak.
    ev bozmak * (karıkoca) ayrılmak veya ayrılmasına sebep olmak.
    ev ekmeği * Mayalıhamurdan ev tipi fırınlarda veya tandırlarda pişirilen çeşitli boyda ve kalınlıkta ekmek.
    ev ekonomisi * Evin bakımı, geçimi ve yaşayışı ile ilgili bilim dalı.
    ev eşyası * Evde kullanılan değişik nitelikli eşyaların bütünü.
    ev ev dolaşmak (veya gezmek) * her eve uğrayarak dolaşmak (gezmek).
    ev gailesi * Evin maddî manevî yükü.
    ev halkı * Bir evde yaşayanların hepsi.
    ev işi * Evdekilerin ev içindeki ihtiyaçlarınısağlayan işler.
    ev işletmek * genel ev sahibi olmak.
    ev kadını * Ev işleriyle uğraşan ve bu işi iyi başaran kadın.
    * Dışarıda çalışmayıp evinin işlerini yapan kadın.
    ev kirası * Kiralanan ev için ödenen para.
    ev sahibi * Evi veya konutu yasalara göre tasarrufu altında bulunduran, evin sahibi olan kimse, mülk sahibi.
    ev sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi * malımülkü yüzünden kendini üzüntüye kaptırmamak veya malımülkü ile övünmemek gerektiğini anlatır.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 43

    eşitleşmek * Eşit duruma gelmek.
    eşitleştirme * Eşitleştirmek işi.
    eşitleştirmek * Eşit duruma getirmek.
    eşitlik * İki veya daha çok şeyin eşit olmasıdurumu, denklik, müsavat, muadelet.
    * Kanunlar yönünden insanlar arasında ayrım bulunmamasıdurumu.
    * Bedenî, ruhî, başkalıklarıne olursa olsun, insanlar arasında toplumsal ve siyasî haklar yönünden ayrım
    bulunmamasıdurumu.
    eşitlik derecesi * Gibi veya kadar edatları ile kavramların karşılaştırılıp eşit ölçüde gösterilmesi.
    eşitlik eki * Kelimeye “gibi, göre” anlamıkatan ek. Türkçede bu kavramları-ce, -si ekleri verir.
    eşitsiz * Eşit olmayan, gayrimüsavi.
    eşitsizlik * İki veya daha çok şeyin eşit olmamasıdurumu, müsavatsızlık.
    eşkâl * Biçimler, şekiller, kılık.
    eşkenar * Kenarlarıeşit olan.
    eşkenar dörtgen * Dört kenarıda bir birine eşit olan dörtgen, main.
    eşkenar üçgen * Üç kenarıda birbirine eşit olan üçgen.
    eşkıya * Dağda, kırda yol kesen hırsızlar, haydutlar.
    * Haydut, kır hırsızı.
    eşkıya gibi * yüzü, bakışlarıve kılığıkorkunç olan.
    eşkıyalık * Eşkıya olma durumu veya eşkıyaca davranış.
    eşkin * Atın bir tür hızlıyürüyüşü.
    * Böyle yürüyen (at).
    * Böyle bir yürüyüşile.
    eşkin * Sürgün, filiz.
    eşkinci * Savaşa giden eyalet askeri.
    eşkinli * Hızlıve düzenli giden (at).
    eşkinsiz * Hızlıve düzenli gitmeyen (at).
    eşlek * Ekvator.
    eşleksel * Ekvatoral.
    eşlem * Kopya.
    eşleme * Eşlemek işi.
    * Görüntü ve ses kuşaklarıarasındaki bağ, senkronizasyon.
    eşlemek * Benzer iki şeyi bir araya getirmek.
    * Ses ile görüntü arasında gerekli bağı sağlamak.
    eşlemeli * Eşlemesi yapılmış(film).
    eşlemesiz * Görüntü ve ses kuşaklarıveya ses kuşaklarıarasında eşleme bulunmayan (film).
    * Eşlemesi bozulmuşolan (film).
    eşlenik * Herhangi bir biçimde birbiriyle oranlı bulunan (nokta, çizgi, sayı).
    eşlenme * Eşlenmek işi.
    eşlenmek * Eşlemek işine konu olmak.
    eşleşme * Eşleşmek işi.
    eşleşmek * Birbiriyle eşolmak, eştutmak.
    * Çiftleşmek.
    eşleştirme * Eşleştirmek işi.
    eşleştirmek * Eşleşmesini sağlamak.
    eşli * Eşi olan, eşi ile birlikte.
    eşlik * Eşolma durumu.
    * Belirli bir modeli ile armoni oluşturan ve bir veya birkaç partiye bölüştürülen sesler bütünü.
    eşlik etmek * bir solist, bir çalgıveya orkestra ile birlikte müzik icra etmek, refakat etmek.
    * beraberinde gitmek, arkadaşlık etmek, refakat etmek.
    * beraberinde bulunmak.
    eşme * Eşmek işi.
    * Kaynak, pınar.
    eşmek * Toprağıveya toprak gibi yumuşak bir şeyi biraz kazmak.
    * Araştırmak, incelemek.
    eşmek * (at için) Hızlı gitmek.
    eşofman * Spor çalışmalarında giyilen, pamuklu veya sentetik kumaştan, iki parçalı giysi.
    eşölçüm * İzometri.
    eşraf * Bir yerin zenginleri, sözü geçenler, ileri gelenler.
    eşraflık * Eşraf olma durumu.
    eşref * Çok onurlu, çok şerefli.
    eşref saati * Bir işin olumlu yola girmesi için en uygun zaman.
    * İşgörecek kimsenin ters davranmayarak, güçlük çıkarmayarak uysallık gösterdiği zaman.
    eşribegâh * Büfelerde içki ve benzeri şeylerin ikram edildiği yer.
    eşsiz * Eşi benzeri olmayan veya eşi benzeri görülmemişolan.
    * Eş bulmamış, eşinden ayrılmışveya yanında eşi olmayan.
    eşsizlik * Eşsiz olma durumu.
    eştirme * Eştirmek işi.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 44

    eştirmek * Eşmesini sağlamak.
    eştirmek * Atıhızlısürmek, koşturmak.
    eşya * Türlü amaçlarla kullanılan, insan yapısı, taşınabilir, cansız varlıkların bütünü.
    eşyalı * Eşyası olan.
    et * İnsanlarda, hayvanlarda deri ile kemik arasındaki kas ve yağdan oluşan tabaka.
    * Kasaplık hayvanlardan sağlanan kaslardan oluşmuş besin maddesi.
    * Ten.
    * Meyvelerde çekirdekle deri arasındaki bölüm.
    et bağlamak * şişmanlamak.
    * yara kapanmak.
    et beni * Deri dokusunun anormal büyüyüp yağlanmasıyla oluşan kabarcık.
    et kafalı * Anlayışsız, kaba; budala, enayi.
    et kesimi * Hristiyanların büyük perhize girmek üzere bulundukları günler, apukurya.
    et kırımı * Et kesimi.
    et lokması * Et yemeği.
    et obur * Etle beslenen, etçil.
    et oburlar * Etçiller.
    et sığırı * Eti için beslenen sığır.
    et sineği * Bkz. kül rengi et sineği.
    et sotesi * Sote.
    et suyu * İçinde et kaynatılmışsu.
    et şeftalisi * Eti çekirdeğinden ayrılmayan bir şeftali türü (Prunus persica duracina).
    et tavuğu * Eti için beslenen tavuk.
    et tırnak olmak * sıkıaile bağıkurmak.
    et tırnaktan ayrılmaz * yakın hısımlar arasındaki bağkolay kolay kopmaz.
    et toprak * Yumuşak, kırmızıve özlü toprak.
    et tutmak * şişmanlamak.
    et unu * Karada yaşayan memeli hayvanların deri, tırnak, boynuz ve kemikleri ile mide, bağırsak muhteviyatı
    ayrıldıktan sonra geriye kalan et ve diğer yumuşak dokularının veya kansız ve kemiksiz mezbaha artıklarının usulüne
    göre pişirilip pres edilerek yağlarıalındıktan sonra öğütülmesi ile elde edilen bir ürün.
    etajer * Rafları olan, kapaksız ve taşınır dolap.
    etalon * Ağırlık ve uzunluk ölçüleri için kabul edilmişkanunî ölçü modeli.
    etamin * Pamuk, keten veya ipekten, seyrek dokunmuşdelikli bir tür kumaş.
    etanol * Bkz. alkol.
    etap * Bir yarışın belirli uzaklığıkapsayan bölümlerinden her biri, aşama, merhale.
    etçi * Kasap.
    etçik * Küçük et parçası.
    etçil * Genellikle etle beslenen, et obur.
    etçiller * Dişleri et yiyecek biçimde gelişmişomurgalımemeli hayvanlardan bir takım, et oburlar.
    eteği ayağına dolaşmak * eli ayağıdolaşmak.
    eteği belinde * kıvrak ve hamarat (kadın).
    eteği düşük * Pasaklıveya düşkün (kadın).
    eteği kirlenmek * (kadın için) namusuna dokunulmak.
    eteğindeki taşıdökmek * bütün bildiklerini açıklamak.
    eteğine düşmek (veya sarılmak) * yalvarıp yakarmak.
    eteğine yapışmak (veya sığınmak) * birinin koruyuculuğu altına girmek.
    etek * Giysinin belden aşağıda kalan bölümü.
    * Vücudun belden aşağısına giyilen, değişik biçimlerde, genellikle kadın giysisi.
    * Giysinin alt kenarı.
    * Çadır, kanepe örtüsü gibi kumaştan olan şeylerin yere sarkan bölümü.
    * Dağ, tepe, yığın gibi yamaçlışeylerin alt bölümü.
    * Edep yeri.
    * Yağmur sularının, çatının bazıyerlerinden içeri sızmasınıönlemek için yapılan saç örtü.
    etek bezi * Kundak çocuklarının belden aşağısına sarılan bez.
    etek dolusu * Pek çok, bol bol, alabildiğince fazla.
    etek kiri * Yolsuz ilişki.
    etek öpmek * yaltaklanmak, dalkavukluk etmek.
    etek silkmek * el etek çekmek.
    etekleme * Eteklemek işi.
    eteklemek * Birinin eteğini saygı göstermek amacıyla öpmek veya öper gibi yapmak.
    * Yaranmaya çalışmak, dalkavukluk etmek.
    etekleri tutuşmak * çok telâşlanmak.
    etekleri zil çalmak * çok sevinmek.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 45

    etekleyiş * Eteklemek işi veya biçimi.
    eteklik * Vücudun belden aşağısınıörten, beli dar, altı geniş, genellikle kadın giysisi, etek.
    * Etek yapmaya elverişli (kumaş).
    * Bir şeyin aşağıya doğru uzanan yüzü.
    etelemek betelemek * Kötü davranmak.
    eten * Etene.
    * Yemişlerin yenilen bölümü.
    etene * Memelilerde ana ile dölüt arasında kan alıp verme işini sağlayan organ, son, eş, döl eşi, meşime, plâsenta.
    * Meyve yaprağında yumurtacıkların bağlı olduğu bölüm.
    etenelenme * Embriyon veya eklentileriyle ana arasında kimyasal değiştokuşu sağlamak amacıyla ilgi kurma.
    etenelenmek * Embriyon veya eklentileriyle ana arasında ilgi kurmak.
    eteneli * Etenesi olan.
    eteneliler * Etenesi bulunan memeliler alt sınıfı.
    etenesiz * Etenesi olmayan.
    etenesizler * Etenesi bulunmayan basit yapılımemeli hayvanlar.
    eter * Oksijenli asitlerin alkollerle birleşmesinden oluşan sıvılara verilen ad.
    * Hekimlikte kullanılan, çok uçucu, renksiz ve kendine özgü kokusu olan bir sıvı, lokman ruhu.
    eterleme * Eterlemek işi.
    eterlemek * Eter buharıkoklatarak anestezi yapmak.
    eterleşme * Eterleşmek işi.
    eterleşmek * Bir alkol veya bir asit eter durumuna dönüşmek.
    eterleştirme * Eterleştirmek işi.
    eterleştirmek * Eter durumuna getirmek.
    etı bba * Doktorlar, hekimler.
    Eti * Hitit.
    eti budu yerinde (veya etine dolgun) * şişmanca, tombul.
    eti kemiği * esası, ana özelliği, asıl ağırlığı.
    eti ne budu ne? * yaşıküçük.
    * imkânları, gücü sınırlı, parasıaz.
    eti senin, kemiği benim * çocuk velilerinin öğretmene, ustaya vb. ye çocuğun eğitiminde kendisine tam yetki verdiğini anlatmak için
    söylenir.
    etik * Töre bilimi, ahlâk bilimi.
    * Ahlâkî, ahlâkla ilgili.
    etiket * Bir malın tür, miktar, fiyat vb. nitelikleri veya kitap, defter vb. şeylerin kime ait olduğunu belirtmek, belli
    etmek için üzerlerine konulan küçük kâğıt.
    * Toplum içindeki davranışlarda izlenecek yol, teşrifat.
    * Kimlik.
    etiketçi * Etiket yapıştıran kimse.
    * Etikete önem veren, etikete sıkısıkıya bağlı olan.
    etiketçilik * Etiketçinin işi veya mesleği.
    * Etiketçi olma durumu.
    etiketleme * Etiketlemek işi.
    etiketlemek * Satışa çıkarılan mal üzerine etiket koymak.
    etiketlenme * Etiketlenmek işi.
    etiketlenmek * Satışa çıkarılan mal üzerine etiket konulmak.
    etiketli * Etiketi olan.
    * Etikete bağlı.
    etiketlik * Etiket yapmaya yarayan veya etiket çubuğu.
    etiketsiz * Etiketi olmayan.
    etil * Organik birleşiklerin birleşimine giren karbon ve hidrojen atomları grubu.
    etilalkol * Bkz. alkol.
    etilen * Yanıcı, renksiz, az kokulu, 0,97 yoğunluğunda karbon ve hidrojen birleşimi.
    etimolog * Etimoloji uzmanı.
    etimoloji * Köken bilimi.
    * Bir kelimenin kökeni.
    etimolojik * Köken bilimi ile ilgili.
    etinden et koparmak (veya kesmek) * çok acıvermek.
    etine dolgun * Şişman sayılmayan, balık etinde.
    etioloji * Sebep bilimi.
    Etiyopyalı * Etiyopya halkından olan, Habeş, Habeşî.
    etken * Etki yapan (her şey), müessir, faktör.
    * Bir madde üzerinde belli bir değişiklik yapan, müessir.
    * Doğrudan doğruya öznenin yaptığı işi anlatan fiil, edilgen karşıtı, malûm.
    etken fiil * Öznesi belli olan fiil: Ali kediyi çok sever. cümlesinde olduğu gibi.
    etkenlik * Etken olma durumu.
    * Bir ışığın bir duyar katıetkileme özelliği.
    etki * Bir kimse veya nesnenin başka bir kişi veya şey üzerindeki gücü, tesir.
    * Bir etken veya bir sebebin sonucu.
    * Bir kimse üzerinde bırakılan izlenim.
    etkileme * Etkilemek işi, tesir.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 41

    eş biçimli * Biçim veya yapı bakımından birbirinin benzeri veya aynısı olan, izomorfik.
    eş biçimlilik * Benzer yapıda olan maddeler arasındaki billûrlaşma benzerliği, izomorfizm.
    * İki matematik kümesi arasında benzerlik bağıntısı, izomorfizm.
    * Organizmada çeşitli soylardan ileri gelen benzerlik, izomorfizm.
    eş cinsel * Kendi cinsinden kimselerle cinsel ilişkide bulunan kimse, homoseksüel.
    eş cinsellik * Eş cinsel olma durumu, homoseksüellik.
    eşçekim * Bkz. tıpkıçekim.
    eşdeğer * Değer yönünden birbirine eşit olan (şey), muadil.
    eşdeğerli * Değerleri eşit olan.
    * Eş biçimli olmadıklarıhâlde yüz veya hacim ölçümleri eşit bulunan (biçim).
    * Cebirde karşılıklı olarak çözümleri aynı olan (denklem sistemleri).
    eşdeğerlik * Eşdeğer olma durumu, muadelet.
    eşdeprem * Çeşitli yerlerde aynıhızla duyulmuş(aynıdereceli) olan deprem.
    eşdost * Tanıdıklar.
    eşeksenli * Motorlarda eksen ölçülerinin eşit olması.
    eşgüdüm * Belli bir amaca ulaşmak için türlü işler arasında bağlantı, ilişki, düzen ve uyum sağlama, koordinasyon.
    eşgüdümcü * Türlü işler arasında düzen ve uyum sağlayan (kimse), koordinatör.
    eşgüdümlü * Aralarında eşgüdüm bulunan, koordine.
    eşkanatlı * Kabuklu bitler, yaprak bitleri ve ağustos böcekleri gibi bitki sağlığıyönünden çok önemli familyaları içine
    alan, zarsıkanatları bir boyda, hortumlu böcekler takımının bir alt takımı.
    eşkoşma * Tanrı’nın birden çok olduğuna inanma, Tanrı’ya ortak koşma, şirk.
    eşkoşmak * Tanrı’ya ortak koşmak, Tanrı’dan başka bir tanrı bulunduğuna inanmak, şirk koşmak.
    eşmerkezli * Merkezleri aynı olan iki veya daha çok şekil.
    eşsesli * Söylenişleri aynı, anlam ve kökleri ayrı olan (kelimeler), eşadlı, sesteş, homonim.
    eşseslilik * Eşsesli olma özelliği, eşadlılık.
    eşsıcak * Sıcaklığıeşit olan (yeryüzü noktası), izoterm.
    eşsıcak eğrisi * Sıcaklığın yeryüzünde veya bir bölgedeki dağılışını göstermek amacıyla düzenlenen haritalarda, eşit
    sıcaklıktaki yerleri birleştiren iç içe eğrilerden her biri, izoterm eğrisi.
    eştutmak * talimde veya oyunda ikişer olmak için arkadaşseçmek.
    eşyapı * Bol yağmur yağan orman bölgelerinde büyüyen ağaçların gövdelerindeki bölümler arasında belirli yapısal
    özellik farklarının bulunmamasıdurumu.
    eşyapım * İki tarafın ortak olarak oluşturduğu yapım.
    eşyükselti * Yükseklikleri birbirine eşit olan (yerler), izohips.
    eşyükselti eğrisi * Eşyükselti noktalarıarasında çizilen çizgilerin oluşturduğu eğri, izohips eğrisi.
    eşzaman * Aynızaman içinde hareket eden, senkron.
    eşzamanlı * Başlamalarıyla bitmeleri arasında geçen zaman eşit olan (olaylar), senkronik.
    * Aynızamanda oluşan.
    eşzamanlıdil bilimi * Bir dilin zaman içindeki değişme ve gelişmesi sırasında, belirli bir dönemde ortaya çıkan olgularını
    inceleyen dil bilimi.
    eşzamanlılık * Belli bir evrede görülen dil bilimi olgularının, olaylarının özelliği, senkroni.
    eşantiyon * Basit örnek.
    * Bir malın niteliğini belirtmek, özelliklerini göstermek amacıyla, o malın parasız verilen veya gönderilen
    parçası.
    eşarp * Başörtüsü.
    eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek * güçlü birine kızıp da ondan alamadığıhıncını çevresindekilerden çıkarmak.
    eşeği düğüne çağırmışlar, “ya su lâzımdır, ya odun” demiş * yersiz veya zamansız yapılan ikramlara her zaman bir karşılık beklendiğini anlatır.
    eşeğini (veya atını) sağlam kazığa bağlamak * işini güven altına almak.
    eşek * Atgillerden, uzun kulaklı binek ve hizmet hayvam, merkep (Equus asinus).
    * Kaba, yeteneksiz, inatçıkimse.
    * Odun kesmek için kullanılan üç veya dört ayaklısehpa.
    * Duvar örmek, sıva yapmak gibi işlerde kullanılan dört ayaklısehpa.
    eşek arısı * Zar kanatlılar takımından, ağılı iğnesi olan bir tür iri yaban arısı(Vespa crabro).
    eşek cenneti * Öbür dünya.
    eşek davası * Bir dik üçgende hipotenüsün karesinin dik kenarların kareleri toplamına eşit olduğunu kanıtlayan teorem.
    eşek derisi gibi * derisi çok kalın.
    * duygusu az, duygusuz.
    eşek dikeni * Deve dikeni türünden bir bitki, kenger.
    eşek gibi * kaba, düşüncesiz.
    eşek hıyarı * Kabakgillerden yabanî tırmanıcı, otsu bir bitki (Ecballıum elaterium).
    eşek hoşaftan ne anlar (suyunu içer, tanesini bırakır) * beğenilebilecek bir şeyi değerlendiremeyen, küçümseyen kimseler için kullanılır.
    eşek inadı * Söylediğinden veya yaptığından dönmeme, çok direnme.
    eşek kadar * büyük, iri; aşırıderecede gelişmiş.
    eşek kafalı * Kalın kafalı, anlayışsız, kavrayışsız (kimse).
    eşek kulağıkesilmekle küheylân olmaz * aslında niteliksiz olan bir şeye ne yapılsa değişmez.
    eşek kuyruğu gibi ne uzar, ne kısalır * durumunda, çalışmasında hiçbir gelişme görülmeyen kimseler için kullanılır.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 42

    eşek marulu * Bir tür yabanî marul.
    eşek maydanozu * Maydanozgillerden iki yıllık otsu bir bitki (Anthriscus silvestrisis).
    eşek otu * Evliya otu.
    eşek sıpası * Sövgü veya sevgi sözü olarak kullanılır.
    eşek sırtı * Beşik örtüsü.
    eşek sudan gelinceye kadar dövmek * adamakıllıdövmek.
    eşek şakası * Ağır el şakası.
    eşekbaşı * Yetkisi önemsenmeyen, gücünü gerektiği gibi göstermeyen kimse.
    eşekçe * Kaba (bir biçimde).
    eşekçi * Eşeklerle yük taşıyan veya insan gezdiren kimse, merkepçi.
    eşekçilik * Eşekçinin işi.
    eşekkulağı * Karakafes.
    eşekleşme * Eşekleşmek işi.
    eşekleşmek * Çok anlayışsız ve kaba davranışlarda bulunmak.
    eşeklik * Çok anlayışsız ve kaba davranış.
    eşekten düşmüşkarpuza dönmek * çok şaşırmak, donup kalmak.
    * kötü bir duruma düşmek.
    eşelek * Elma, armut, ayva gibi meyvelerin yenmeyen iç bölümü.
    eşeleme * Eşelemek işi.
    eşelemek * Toprak, kül gibi toz durumunda bulunan şeyleri hafifçe kazıp karıştırmak.
    * Bir işin, sorunun aslınıanlamaya çalışmak; kurcalamak.
    * Dağıtıp karıştırmak.
    eşelenme * Eşelenmek işi.
    eşelenmek * Eşelemek işi yapılmak.
    * Bulunduğu yeri kendi kendine eşelemek.
    eşelmobil * Üretilen mal değerlerinin inişçıkışına göre tespit edilen ücret ödeme ölçümü.
    eşey * Bireye, üreme işinde ayrı bir görev veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren özel yaradılış, cinslik, cinsiyet.
    * Bir organizmanın dişi veya erkek olarak sınıflandırılmasınısağlayan görev, yapıve karakter topluluğu.
    eşeyli * Erkek veya dişi eşeyden birine sahip olan, diğer eşey olmadan üreyemeyen cinsliği olan.
    eşeyli üreme * İki bireyin bir araya gelmesini gerekli kılan ve gametlerin birbirleriyle döllenmesini sağlayan üreme biçimi.
    eşeylilik * Eşeyli canlının durumu.
    eşeysel * Cinsel, cinsî.
    eşeysiz * Eşeyi olmayan, cinsliksiz.
    eşeysiz çoğalma * Eşey hücreleri oluşturmaksızın, bölünme yoluyla çoğalma.
    eşgin * Bkz. eşkin.
    eşhas * Kişiler, şahıslar.
    * Bir olayda veya edebî bir eserde yer alan kişiler.
    eşi manendi olmamak * benzeri olmamak.
    eşiğine yüz sürmek * bir dilekte bulunmak için bir kişiye yalvarmaya gitmek.
    eşiğini aşındırmak * işini yaptırmak için bir yere çok gidip gelmek.
    eşiğini atlamak * bir konuya veya bir soruna hakkıyla vakıf olmak .
    eşik * Kapı boşluğunun alt yanında bulunan alçak basamak.
    * Kapıağzında basamağın konulabileceği yer.
    * Başlangıç yeri, başlangıç noktası, yakını.
    * Telli çalgılarda üzerine tellerin bindiği köprü.
    * Karalar üzerinde veya deniz diplerinde birbirine komşu iki çukurluğu ayıran tümsek biçiminde, üzeri çoğu
    kez düz kabartılar.
    * Bir tepkinin başlamasında, ortaya çıkmasında etkili olan ruhî, fizyolojik nokta.
    eşilme * Eşilmek işi.
    eşilmek * Eşmek işine konu olmak.
    eşinme * Eşinmek işi.
    eşinmek * (hayvan) Ayağıyla yeri kazmak.
    eşir * Küstah, saygısız kimse.
    eşit * Yapı, değer, boyut, nicelik ve nitelik bakımından birbirinden ne artık ne eksik olmayan (iki veya daha çok
    şeyler), müsavî.
    * Aynıhaklardan yararlanan, aynıdüzeyde olan.
    eşit çenetli * İki çenetli birbirine eşit yumuşakçalar.
    eşitçi * Eşitçilik yanlısı.
    eşitçilik * İnsanların özellikle hukuk, siyaset ve ekonomi bakımlarından eşitliğini isteyen öğretilerin genel adı,
    müsavatçılık.
    eşitleme * Eşitlemek işi.
    eşitlemek * Eşit duruma getirmek.
    eşitlenme * Eşitlenmek işi.
    eşitlenmek * Birbiriyle eşit duruma gelmek.
    eşitleşme * Eşitleşmek işi veya durumu.
  • Türkçe Sözlük E Sayfa 39

    esme * Esmek işi.
    esmek * (hava için) Hava bir yönden bir yöne akmak, rüzgâr olmak.
    * Yapılmasıönce düşünülmüşolmayan veya beklenmeyen bir şeyi yapmaya birdenbire karar vermek.
    esmer * Siyaha çalan buğday rengi.
    * Teni ve saçlarıkaraya çalan, koyu buğday rengi olan (kimse), yağız.
    * (hava) Kurşunî renk.
    esmer amber * Amber balığının bağırsaklarından çıkarılan amber.
    esmer küf * Esmer küfler familyasının asalak hayata uyabilen örnek türü, özellikle arılarda öldürücü gelişmeler doğuran
    ilkel mantar (Mucor mucedo).
    esmer küfler * Asalak yaşayışa uymuştürleri de bulunan yosunumsu mantarlar familyası.
    esmer su yosunları * Şeritleri bölmeli, renkleri esmer su yosunları.
    esmer şeker * Kristal şeker yapımısırasında kristallerin santrifüjleme ile ayrılmasından sonra kalan şurubun
    kristallendirilmesi sonucu elde edilen daha çok kraker ve bisküvilerde kullanılan çok ince kristalli, koyu renkli, kokulu
    bir şeker.
    esmerce * Esmere yakın, biraz esmer olan.
    esmerimsi * Esmere çalan.
    esmerleşme * Esmerleşmek işi.
    esmerleşmek * Esmer duruma gelmek.
    * Siyaha yakın bir koyu renk almak.
    esmerleştirme * Esmerleştirmek işi.
    esmerleştirmek * Esmer duruma getirmek.
    esmerlik * Esmer olma durumu.
    esna * Bir işin yapıldığı an, sıra.
    esnaf * Küçük sermaye ve sanat sahibi.
    * Kötü yola sapmışolan kadın.
    * Başlıca düşüncesi, mesleğinin bütün inceliklerinden yararlanıp bunlarıkarşısındakinin zararına kullanarak
    ve meslekte kötü örnek oluşturarak çok para kazanmak olan kimse.
    esnaf ağzı * Çarşıve pazarda satıcıların müşteri çekmek için kullandıklarıdil.
    esnaf loncası * Herhangi bir meslek dalında esnafların kurduğu dernek.
    esnaflık * Esnaf olma durumu.
    * Esnafın yaptığı iş.
    esnasında * Sırasında, olduğu anda.
    esnek * Bir dışgücün etkisi altında uzamak, kısalmak, eğrilmek gibi biçim değişikliklerine uğradıktan sonra, etkinin
    kalkmasıyla eski biçimini alabilme özelliğinde olan, elâstikî.
    * Değişik yorumlara elverişli.
    esnekleşme * Esnekleşmek işi veya durumu.
    esnekleşmek * Esnek bir durum almak.
    esnekleştirme * Esnekleştirmek işi.
    esnekleştirmek * Esnek duruma getirmek.
    esneklik * Esnek olma durumu, elâstikiyet.
    esneme * Esnemek işi.
    esnemek * Uykulu, sıkıntılıveya yorgunluk duyulan bir anda ağzı genişçe açarak soluk alıp vermek.
    * Bir cisim bir etki ile biçim değiştirmek.
    * Bollaşıp genişlemek.
    esnetme * Esnetmek işi.
    * Türlü sebeplerle kısalan kaslarıaçmak ve uzatmak için bağlı bulunduklarıeklemlerde yapılan esnek, yaylıve
    zorlu germe hareketi.
    esnetmek * Esnemesine sebep olmak.
    esneye esneye * Sürekli esneyerek.
    esneye gerine * Esneyerek.
    esneyiş * Esnemek işi veya biçimi.
    espas * Bir kelimenin harflerini ayırmak için kullanılan harflerden daha kısa ve küçük metal çubuk.
    * Aralık.
    espaslı * (basımcılıkta) Espası olan.
    * Aralıklı.
    Esperanto * Polonyalıdoktor L. Zamenhof tarafından bütün milletlerce kullanılmak için 1887’de hazırlanmış, grameri
    on altıkurala dayanan, kolay bir yapma dil.
    Esperantocu * Esperanto yanlısı.
    esperi * Ava alıştırılamayan bir tür doğan.
    espiyon * Birinin kusur veya suçlarını gizlice bildirmesi için o kimsenin üstleri tarafından tutulmuşolan ve bundan
    çıkar sağlayan kişi.
    espressivo * Duygulu, içten.
    espri * İnce anlamlı, düşündürücü ve şakalısöz, nükte.
    * Yazıda, resimde, sözde ve davranışta ince, derin anlam, nükte.
    espri patlatmak * konuşma sırasında, beklenilmedik anda, ortama uygun hoş, nükteli veya ilginç söz söylemek.
    espri yapmak * nükteli, şakalısöz söylemek.
    esprili * Esprisi olan.
    * Espiri yapma niteliğini taşıyan (kimse).
    espritüel * Yerinde ve zamanında, güzel ve hoşkarşılanan, ince anlamlı, düşündürücü söz söyleyen, nükte yapan
    (kimse).
    esrar * Gizler, sırlar.
    esrar * Hint kenevirinden çıkarılan ve kullanılacak miktara göre uyarıcı, sarhoşedici veya uyuşturucu etkileri olan
    bir madde.
    esrar çekmek * esrar içmek.
    esrar kumkuması * Kim olduğu ve neler yaptığı bilinmeyen kimse.