fitne sokmak | * ara bozmak, (insanları) birbirine katmak. |
fitneci | * Fitne çıkaran, karıştırıcı, ara bozucu. |
fitnecilik | * Fitneci olma durumu. |
fitneleme | * Fitnelemek işi. |
fitnelemek | * Çekiştirmek, yermek, gammazlamak, kovlamak. |
fitnelik | * Karıştırma, çekiştirme, ara bozma. |
fitopatoloji | * Bitki hastalıklarını inceleyen bilim dalı. |
fitre | * Ramazan ayı içinde verilmesi dince buyrulan, miktarı belirli sadaka. |
fitret | * Bkz. fetret. |
fiyaka | * Gösteriş, çalım, afi, caka. |
fiyaka satmak | * gösterişyapmak, caka yapmak, çalım satmak. |
fiyakacı | * Gösterişçi, cakacı, fiyaka yapan (kimse). |
fiyakalı | * Gösterişli, cakalı, fiyakası olan. |
fiyasko | * Bir girişimde gülünç ve başarısız sonuç. |
fiyasko vermek | * bir girişim başarısızlıkla sonuçlanmak. |
fiyat | * Alım veya satımda bir şeyin para karşılığındaki değeri, eder, paha. * Bir mal veya işgücü için uygun görülen para karşılığı. * Bir değer ile para birimi arasındaki ilişki. |
fiyat (veya değer) biçmek | * bir değer için ödenecek para karşılığını belirlemek. |
fiyat ayarlamak | * para değerindeki değişiklik ve başka ekonomik şartlar dolayısıyla fiyatları düzenlemek. |
fiyat kırmak | * fiyatıdüşürmek, fiyatı indirmek. |
fiyat vermek | * isteyeceği veya ödeyeceği fiyatı bildirmek. |
fiyatlandırma | * Fiyatlandırmak işi. |
fiyatlandırmak | * Fiyatını belirtmek, fiyat tespit etmek, fiyatlandırmak. |
fiyatlanma | * Fiyatlanmak işi. |
fiyatlanmak | * (bir şeyin) Fiyatıyükselmek, pahalılaşmak. |
fiyatlarıdondurmak | * fiyatların yükselmesini önlemek, fiyatların olduğu gibi kalmasını sağlamak. |
fiyatlı | * Fiyatı olan, pahalı. |
fiyonk | * Kelebek biçiminde bağlanmışkurdele vb. |
fiyonk makarna | * Fiyonk biçiminde dökülmüşve satışa sunulmuşmakarna. |
fiyort | * Norveç, İskoçya ve Kuzey Amerika kıyılarında buzulların oluşturduklarıdik yamaçlı, derin eski buzul koyaklarının aşağıkesimlerinin deniz altında kalmasıyla oluşan körfez. |
fizibilite | * Yapılabilirlik. |
fizik | * (maddenin kimyasal yapısındaki değişiklikler dışında) Genel veya geçici yasalara bağlı, deneysel olarak araştırılabilen, ölçülebilen, matematiksel olarak tanımlanabilen madde ve enerji olgularıyla uğraşan bilim dalı. * İnsanın doğal yapısı. * Kişinin dışgörünüşü. |
fizik gücü | * Güçlü yapısı, gücü kuvveti. |
fizik kondüsyonu | * Fiziksel ve ruhsal bakımdan bir sporcunun durumu. |
fizik ötesi | * Doğa ötesi. |
fizik tedavisi | * Hastalıklarısu, ışık, hava, elektrik gibi fiziksel ve mekanik yöntemlerle tedavi etme. |
fizik yapısı | * Bir insanın vücut görünüşü. |
fizikçi | * Fizik bilgini veya fizikle uğraşan kimse. * Fizik öğretmeni. * Fizik tedavisiyle uğraşan doktor. |
fizikî | * Fiziksel. |
fizikî coğrafya | * Yeryüzünün dışında insan ve öteki varlıklar üzerine etki yapan doğal olayların doğuşunu, oluşumunu ve sonuçlarını inceleyen coğrafya bilimi. |
fizikî harita | * Herhangi bir yerin dağlarını, ovalarını, plâtolarını, akarsularını, göllerini gösteren harita. |
fizikokimya | * Kimyasal olaylarıfiziksel yöntemlerle çözümleyen, fizik ve kimya konularınıkapsayan bilim. |
fiziksel | * Fizikle ilgili olan. * Genel olarak doğaya, maddeye, nesnelere ilişkin olan. * Gerçek, gerçek olma durumu. |
fizyokrat | * Fizyokratlık yanlısı. |
fizyokratlık | * Tarım emeğinin üretici emek olduğunu ve yalnızca bu emeğin, değeri yarattığını ileri süren XVIII.yüzyıl ekonomi görüşü. |
fizyolog | * Fizyolojist. |
fizyoloji | * Canlıların hücre, doku ve organlarının görevlerini ve bu görevlerin nasıl yerine geldiklerini inceleyen bilim dalı. |
fizyolojik | * Fizyoloji ile ilgili, vücutla ilgili. * Normal, doğal olarak işleyen. |
fizyolojist | * Fizyoloji bilgini, fizyolog. |
fizyonomi | * Yüz çizgilerinin genel durumundan çıkan anlam. |
fizyoterapi | * 343 fizik tedavisi. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük F Sayfa 23
-
Türkçe Sözlük F Sayfa 24
fizyoterapist * Fizyoterapi uzmanı, hastalarıfizyoterapi yoluyla tedavi eden kimse. flâm * Bkz. emniyet kilidi. flâma * İşaret olarak veya çeşitli amaçlarla kullanılan küçük bayrak.
* Mühendislerin, haritacıların kullandığırenkli belirtme sırığı.
* Mızrak ucuna takılan küçük bayrak.
* İki veya üç köşeli, küçük boyutlu bayrak.flâmacı * Flâma kullanarak anlaşmayısağlayan kimse. Flâman * Flândra ülkesi halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Flâman halkına özgü olan.Flâman atı * Belçika kökenli iri koşum atı. Flâman kuşu * Bkz. flâmingo. Flâmanca * Hint-Avrupa dil ailesinden, Hollanda, Fransa ve Belçika’nın bir bölümünde konuşulan dil. flâmangiller * Kuşlar sınıfının leyleksiler takımına bağlıflâmanlar alt takımının bir familyası. flâmanlar * Kuşlar sınıfının, leyleksiler takımının bir alt takımı. flâmingo * Leyleksilerden, tüyleri beyaz, pembe, kanatlarının ucu kara, eti yenir bir kuş(Phoenicopterus ruber). flândra * Genellikle ince bezden yapılmış, uçkurluk bölümü dar, kurdele biçiminde bayrak. flândra balığı * Bkz. kurdele balığı. flânel * Keten ve yünden dokunan kumaş. flâş * Fotoğraf çekiminde ışık yeterli olmadığında bir görüntüyü net almak için kullanılan çok kısa süreli ve güçlü
parıltı.
* Fotoğraf çekiminde güçlü parıltıya ihtiyaç duyulduğunda kullanılan lâmba.
* İletişimde üstünlüğü, önceliği olan önemli haber.
* Gösterişe, ilgiye düşkün.flâş conta * Su motorlarında motor ile su borusu arasına geçirmezliği sağlamak için yerleştirilen yuvarlak lâstik veya
kauçuk madde.flâşör * Otomobillerde dört sinyal lâmbasının aynıanda yanıp sönmesini sağlayan düzen. flâvta * Flüt. flebit * Toplardamarlarda iç zar iltihabı. flegmon * Deri altındaki veya organlar arasındaki katılgan dokunun iltihaplanması. fleol * Buğdaygillerden, küçük bir çayır otu (Pheleum pratense). flibit * Bkz. flebit. flit * Sinek, sivrisinek gibi böcekleri öldürmek için püskürtülen ilâç.
* Bu ilâcıhavaya püskürten araç.flitleme * Flitlemek işi. flitlemek * Flit vb. kullanarak bir yere ilâç püskürtmek. flok * Geminin cıvadrasına çekilen üçgen yelken. flor * Bkz. flüor. flora * Bir bölgede yetişen bitkilerin hepsi, bitki örtüsü, bitey. floresan * Bkz. flüoresan. floresans * Bkz. flüoresans. flori * Altın para. florin * Hollanda para birimi, gulden. florya * Bkz. flurya. floş * Selülozdan, yapay, parlak, bükümsüz iplik. floş * Poker oyununda aynırenkten ve aynıtürden beşkâğıt. flöre * Eskrimde kullanılan, namlusu düz ve yuvarlak, ucu düğmeli kılıç. flört * Kadınla erkek arasındaki yakın ilişki, oynaş.
* Flört edilen kimse.
* Siyasal bir partiye, yabancı bir ülkeye vb. ne tam olarak bağlanmadan yaklaşma.flört etmek (veya yapmak) * karşıcinsten biriyle yakın ilişki kurmak. flûrcun * Bkz. kocabaş. flûrya * İspinozgillerden, tüyleri yeşilimsi, ağaçlık ve fundalıklarda yaşayan, güzel ötüşlü bir kuş, yelve (Chloris
chloris).flüor * Atom numarası9, atom ağırlığı19, yoğunluğu 1,265, kokusu ozonu andıran, yeşilimtırak sarırenkte,
halojenler grubunun ilk elementi olan basit element. KısaltmasıF.flüoresan * Flüorışıl. flüoresan lâmba * İçindeki seyreltilmişgazdan oluşan elektrik boşalmasısonunda yayılan ışınımların etkisiyle çeperleri
flüorışıl durumuna gelen cam tüp.flüoresans * Flüorışı. flüorışı * Bazıcisimlerin aldıklarıışığı, boyu daha uzun ışık ışınımlarına dönüştürmesi özelliği. flüorışıl * Flüorışıözelliği gösteren, flüoresan. flüorit * Kalsiyum flüorür birleşiminde, çeşitli renkleri olan bir mineral. flüorür * Flüorun başka bir elementle verdiği ikili birleşik. flüt * Yan tutularak çalınan, orkestrada yer alan bir üflemeli çalgı. flütçü * Flüt çalan kimse. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 13
fevk * Üst, yukarı. fevkalâde * Alışılmışolandan ayrı, olağanüstü, beklenmedik, görülmedik, işitilmedik.
* Aşırı, çok fazla.
* Çok iyi, çok üstün, çok güzel.fevkalâde hâl * Olağanüstü hâl. fevkalâdelik * Olağanüstülük, olağandan farklı olma durumu. fevkalbeşer * İnsan üstü.
* Üstün nitelikli insan.fevkanî * Üstte, üstteki. fevrî * Birdenbire, düşünmeden yapılan. fevrîlik * Fevri olma durumu. fevt * Elden çıkma (çıkarma), kaçırma, yitme.
* Ölme.fevt etmek * yitirmek, elden kaçırmak. fevt olmak * yitirmek.
* ölmek.fevvare * Fıskiye. feyezan * Taşma, taşkın, seylâp.
* Bereket.feyiz * Verimlilik, gürlük, ongunluk.
* İlerleme, kültürel gelişme, olgunluk.feyizlenme * Feyizlenmek işi. feyizlenmek * Feyzalıp aydınlanmak, istifade etmek. feyizli * Çok ürün veren, verimli. feylesof * Filozof. feylesofça * Filozofça. feylosofluk * Filozofluk. feyyaz * Çok verimli, gür. feyzalmak * Etkilenmek, olgunlaşmak, ders almak. feza * Uzay. fezleke * Özet, hulâsa.
* Bir kararın kısaca yazılması.
* Tahkikat evrakı.fıçı * Bir araya getirilerek çemberlerle tutturulmuşensiz tahtalardan yapılan, yuvarlak, karnışişkin ve altıüstü
düz kap.
* Bir fıçının alabildiği ölçü.fıçı balığı * Fıçıya istif edilmiş balık tuzlaması. fıçı gibi * bodur ve çok şişman. fıçıcı * Fıçıyapan veya satan kimse. fıçıcılık * Fıçıyapıp satma işi. fıçılama * Fıçıya koyma, fıçıya doldurma. fıçılamak * Fıçıya koymak. fıkara * Bkz. fukara. fıkdan * Yokluk, bulunmama durumu, eksiklik. fıkıh * Bir şeyi, gereği gibi, iyice anlayıp bilme.
* İslâm hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan yararlanarak konulmuşolan kuralların
bütünü.fıkır fıkır * Suyun, ses çıkararak kaynarken aldığıdurumu veya herhangi bir sıvının kaynayışınıanlatır.
* Cilveli, oynak.fıkır fıkır kaynamak * (bir şeyden bir yerde) çok bulunmak. fıkırdak * Cilveli, oynak (kadın). fıkırdaklık * Fıkırdak olma durumu. fıkırdama * Fıkırdamak işi. fıkırdamak * Fıkır fıkır kaynamak.
* Cilvelenmek.fıkırdaşma * Fıkırdaşmak işi. fıkırdaşmak * Oynakça davranışlarda bulunmak. fıkırdatma * Fıkırdatmak işi. fıkırdatmak * Fıkır fıkır kaynatmak.
* Cilve yapmasına sebep olmak.fıkırdayış * Fıkırdamak işi veya biçimi. fıkırtı * Kaynayan suyun çıkardığıses.
* Cilveleşme.fıkra * Kısa ve özlü anlatımı olan, nükteli, güldürücü hikâye, anekdot.
* Gazetelerin veya dergilerin belirli sütunlarında, genel başlık altında gündelik konuları bir görüşve
düşünceye bağlayarak yorumlayan ciddî veya eğlendirici yazıtürü.
* Kanun maddelerinin kendi içlerinde satır başlarıyla ayrıldıklarıufak bölümlerden her biri.
* Paragraf.
* Omur.fıkracı * Fıkra anlatan kimse.
* Fıkra yazarı.fıkracılık * Fıkra söyleme veya yazma işi. fıkrama * Fıkramak işi veya durumu. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 14
fıkramak * Herhangi bir yiyecek mayalanarak ekşimek, fışlamak. fıldır * Çabuk, hızlı, telâşlı. fıldır fıldır * Çabuk ve sürekli bir biçimde. fındık * Kayıngillerden, kuzey yarım kürenin ılık yerlerinde ve yurdumuzun daha çok Doğu Karadeniz bölgesinde
yetişen bir ağaççık (Corylus avellana).
* Bu ağaççığın sert bir kabuk içinde bulunan yağlı, nişastalıürünü.
* Hileli zar.fındık altını * Osmanlıİmparatorluğunda kenar süsleri fındığa benzediğinden bu adla anılan altın sikke, fındıkî.
* Küçük ve değerli şey.fındık ateşi * Nargilede tütünün üstüne ortalamasına konulan yuvarlak, küçük, yanar kömürler. fındık biti * Kın kanatlılardan, fındık kurdu dediğimiz kurtçuklarıdolayısıyla fındık ürününün en büyük düşmanı olan,
uzun gagalı böcek (Balaninus nucum).fındık faresi * Kemiricilerden, karnı beyazımsı, sırtı boz renkli, fındıklılarda çok zarara yol açan bir memeli türü
(Muscardinus avellanarius).
* Evlerde rastlanan küçük fare türü.fındık kabuğu * Fındığın kabuk rengini andıran bir tür kahverengi. fındık kabuğunu doldurmaz * çok önemsiz, değersiz. fındık kırmak * çapkınlık yapmak. fındık kurdu * Fındık bitinin fındık içinde gelişerek onun dökülmesine, değerini yitirmesine yol açan kurtçuğu. fındık kurdu gibi * ufak tefek tombulca (kadın). fındık sıçanı * Bkz. fındık faresi. fındık yağı * Fındıktan elde edilen yağ. fındık yuvası * Tombul ellerin dışyüzünde, parmak diplerinde görülen çukurluklar. fındıkçı * Fındık yetiştiren veya satan kimse.
* Cilveli, oynak kadın.fındıkçılık * Fındık yetiştirme veya satma işi.
* Cilveli, oynak olma durumu.fındıkî * Fındık kabuğunun rengi.
* Fındık altını.fındıkkıran * Fındık ve buna benzer kabuklu yemişlerin kabuğunu kırmaya yarayan araç.
* İşveli, şuh, baştan çıkarıcı(kadın).fındıklık * Fındık ağaçlarıçok olan yer, fındık korusu. fır * Fırıl fırıl.
* Piç, fırlama.fır dönmek * bir kimseye yaranmak veya yardım etmek için üstün çaba harcamak. fır fır * Fırıl fırıl. fırça * Bir şeyin tozunu, kirini gidermekte veya bir şeye boya, cilâ sürmekte kullanılan, bir araya getirilerek
bağlanmışkıl veya kıla benzer başka tellerden yapılan araç.
* Resim yapma sanatıve biçimi.
* Çökmeyi engelleyen bağların oynamasınıveya kaymasınıönlemek için aralara yerleştirilen direk parçası.fırça çekmek * kendinden alt düzeyde olan birini çok azarlamak, fırçalamak. fırça gibi * dik, sık ve sert (saç, sakal). fırçacı * Fırça yapıp satan kimse. fırçacılık * Fırça ve fırçaya benzer araçların yapım ve satımı. fırçalama * Fırçalamak işi. fırçalamak * Temizlemek veya parlatmak için fırça ile sürtmek.
* (avcılıkta) Sık ve bataklık ormandan geçmek.
* Kendinden alt düzeyde olan birini çok azarlamak, fırça çekmek.fırçalanma * Fırçalanmak işi. fırçalanmak * Fırça ile ovulmak, düzgünleştirilip parlatmak veya temizlenmek.
* Çok azarlanmak.fırçalatma * Fırçalatmak işi. fırçalatmak * Fırçalamak işini yaptırmak. fırçalayış * Fırçalamak işi veya biçimi. fırçalı * Fırçası olan. fırçalık * İçine resim yapmada kullanılan fırçaların konulduğu süzgeçli kap. fırdolayı * Çepeçevre. fırdöndü * Biri döndüğünde ötekinin de dönmesini engellemek için uç uca getirilerek serbest bir eksenle bağlanmış
çift halka.
* Topaç gibi çevrilerek oynanan, tunçtan, altıköşeli bir kumar aracı.
* Bir ipe bağlı olarak birden fazla çipa atıldığında çipaların karışmaması için tekne zinciri ile parçaların
bağlandığızincir arasına konulan metal araç.
* Belirli bir görüşveya düşünce sahibi olmayan.fırfır * Giysi, perde gibi şeylerin kenarlarına dikilen kırmalıveya büzgülü süs, farba, farbala. fırfırlı * Fırfırı olan. fırıl fırıl * Bir şey sürekli ve hızla dönerek. fırıldak * Rüzgârla dönen, çember biçiminde çocuk oyuncağı.
* Havalandırmak amacıyla oda veya mutfak pencerelerine takılan kanatlıaraç.
* Ocak veya soba borusunun iyi çekmesini sağlamak için tepesine takılan ve rüzgârın gittiği yöne
dönebilecek biçimde yapılan şapka.
* Dolap, düzen, hile.fırıldak çevirmek (veya döndürmek) * istediğini yapmak için hileli yollara başvurmak. fırıldak çiçeği * Çarkıfelek. fırıldak gibi * sürekli düşünce değiştiren, sözünden dönen (kimse). fırıldakçı * Fırıldak yapan veya satan kimse.
* Düzen çeviren, düzenci, dolap çeviren kimse.fırıldakçılık * Fırıldakçının işi veya mesleği. fırıldanma * Fırıldanmak işi veya durumu. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 15
fırıldanmak * Fırıl fırıl dönmek. fırıldatma * Fırıldatmak işi. fırıldatmak * Fırıl fırıl çevirmek. fırın * Her yandan aynıderecede ısıalarak ekmek, pasta vb. pişirmeye yarayan, tavanıtonoz biçiminde, önünde
tek açıklık bulunan ocak.
* Ekmek, pasta vb. nin pişirildiği ve satıldığıdükkân.
* Isıverici bir düzenekle çalışan, yiyecekleri pişirmeye veya ısıtmaya yarayan alet.
* Bir maddeyi fiziksel veya kimyasal değişikliğe uğratmak amacıyla ısıtılan alet.
* Fırında pişirilmiş.fırın gibi * çok sıcak (yer). fırın kebabı * Büyük tencerelere yerleştirilerek fırında pişirilen et yemeği, et kebabı. fırıncı * Fırın işleten kimse. fırıncılık * Fırın işletme işi. fırında makarna * Haşlanmışmakarnaların arasına özellikle kaşar peyniri konularak üzerine süt dökülüp fırında pişirilen
makarna yemeği.fırınlama * Fırınlamak işi. fırınlamak * Pişirmek için fırına koymak.
* Fırında kurutmak.fırınlanma * Fırınlanmak işi. fırınlanmak * Fırına konulmak veya fırında kurutulmak. fırınlatma * Fırınlatmak işi. fırınlatmak * Fırınlamak işini yaptırmak. fırınlı * Fırınlanmış. fırınlık * Fırında pişirilmeye hazır yemek.
* Bir fırının alacağıkadar.fırka * İnsan topluluğu.
* Tümen.
* Siyasî parti.fırkacı * Parti üyesi.
* Bir partiye çok bağlı olan, partici.fırkacılık * Particilik. fırkata * 10 – 15 çift kürekli, hızlı, eski bir savaşgemisi. fırkate * Bkz. firkate. fırlak * Dışarıdoğru fırlamış, çıkmış, çıkık. fırlama * Fırlamak işi.
* Arsız, terbiyesiz çocuk.
* Piç.fırlamak * Hızla, birdenbire bulunduğu yerden çıkmak, ayrılmak.
* Yerinden oynayıp ileriye doğru çıkıntıyapmak.
* Fiyatı birdenbire yükselmek.fırlatılma * Fırlatılmak işi. fırlatılmak * Fırlatmak işi yapılmak. fırlatış * Fırlatmak işi veya biçimi. fırlatma * Fırlatma işi.
* Kol ve bacağın vücudun orta çizgisinden türlü yönlere, son eklemine kadar hızla ve gergin olarak
uzaklaştırılması(açılması).fırlatmak * Hızla atmak, bulunduğu yerden dışarıatmak. fırlayış * Fırlamak işi veya biçimi. fırsat * Uygun zaman, uygun durum veya şart, vesile. fırsat beklemek (veya aramak) * en uygun şartıkollamak. fırsat bilmek * bir şeyden belli bir amaçla hemen yararlanmak. fırsat bu fırsat * yararlanılacak en uygun zaman. fırsat bulmak * uygun, elverişli zaman bulmak. fırsat düşkünü * Kötülük yapmak için fırsat kollayan (kimse). fırsat düşmek (veya çıkmak) * bir imkâna kavuşmak. fırsat kollamak (veya gözlemek) * yapmak istediği işiçin uygun bir zaman veya bir durum beklemek. fırsat vermek * bir işi yapmak için uygun, elverişli şartı sağlamak. fırsat yoksulu * Eline fırsat geçmediği için zararsız gibi görünen (kişi). fırsatçı * Fırsatları iyi değerlendiren, fırsat kollayan. fırsatçılık * Fırsatçı olma durumu. fırsatı ganimet bilmek * çıkan fırsattan en iyi biçimde yararlanmak. fırsatıkaçırmamak * elverişli durumdan yararlanmak. fırsatınıdüşürmek * kolayını bulmak. fırsattan istifade etmek * ele geçirilen imkân veya durumdan en iyi biçimde yararlanmak. fırt * Bir solukta veya bir yudumda içilebilecek miktarda sigara veya içki. fırt fırt * (yer değiştirme için) Sürekli olarak, ikide bir. fırtına * Yağmur ve kasırga getiren çok güçlü rüzgâr.
* Bu rüzgârın denizde veya kum çöllerinde yarattığıdalgalanma.
* Güç atlatılan kötü durum.
* Karşıt düşünce veya durumların yarattığıkarışıklık; sıkıntı.
* Saatteki hızı70 mil olan rüzgâr. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 16
fırtına çıkmak * sert rüzgâr esmeye başlamak. fırtına gibi * hızla, birdenbire.
* telâşlı, aceleci.fırtına kopmak (veya patlamak) * şiddetli fırtına çıkmak.
* bir yerde kavga ve gürültü çıkmak.fırtına kuşu * Perde ayaklılardan, kıvrık gagalı, açık denizlerde yaşayan bir kuş, deniz ördeği (Thalassidroma pelagica). fırtına kuşugiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya. fırtına uğrağı * Fırtınalıyer veya fırtınanın çok olduğu yer. fırtınalı * Çok rüzgârlı.
* Çok tartışmalı, çekişmeli, gürültülü, karışık.fırttırma * Fırttırmak işi veya durumu. fırttırmak * Aklınıkaçırmak, delirmek, aklınıyitirmek, çıldırmak. fıs fıs * Gizli ve yavaşkonuşulurken çıkan sesi anlatır. fısfıs * Koku, ilâç vb. sıvılarıpüskürtmek için kullanılan araç. fısfıslama * Fısfıslamak işi. fısfıslamak * Koku, ilâç vb. sıvılarıpüskürtmek. fısfıslanma * Fısfıslanmak işi veya durumu. fısfıslanmak * Koku, ilâç vb. sıvılar püskürtülmek. fısıl fısıl * Fısıltıhâlinde, fısıldayarak, alçak sesle. fısıldama * Fısıldamak işi. fısıldamak * Başkalarının duyamayacağıkadar alçak sesle konuşmak, fıslamak. fısıldanma * Fısıldanmak işi. fısıldanmak * Fısıltıhâlinde söylenmek. fısıldaşma * Fısıldaşmak işi. fısıldaşmak * Birbirine fısıldamak. fısıltı * Fısıldarken çıkan, güçlükle duyulan ses. fısıltı gazetesi * Toplumu ilgilendiren bir konu ile ilgili dedikodu. fısır fısır * İnce bir şey yanarken veya dar bir delikten su geçerken çıkan sesi anlatır.
* Gizli olarak, alçak bir sesle.fısırtı * Fısıltı. fıskiye * Havuzda suyu yukarıya doğru, türlü biçimlerde fışkırtan ağızlık, fışkırık. fıslama * Fıslamak işi. fıslamak * Bkz. fısıldamak.
* Gizlice haber vermek.fıslanma * Fıslanmak işi. fıslanmak * Fıslamak işi yapılmak. fıstık * Antep fıstığı, çam fıstığıveya yer fıstığıdenilen yemişlerin genel adı.
* Tombul, kısa boylu, tıknaz (kimse).fıstık çamı * Bkz. çam fıstığı. fıstık ezmesi * Fıstıkla yapılan bir şekerleme. fıstık gibi * dolgun, besili ve canlı.
* çok güzel.fıstıkçı * Fıstık yetiştiren veya satan kimse. fıstıkçılık * Fıstık yetiştirme işi.
* Fıstık alıp satma işi.fıstıkî * Sarıya çalan açık yeşil renk.
* Bu renkte olan, açık yeşil.fıstıkî makam * Çok ağır, ağır ağır, yavaşyavaş. fıstıklamak * Kışkırtma amacıyla araya nifak sokmak. fıstıklık * Fıstık ağaçlarıdikilmişyer, fıstık bahçesi. fışfış * Fışır fışır. fışıldama * Fışır fışır ses çıkarma. fışıldamak * Fışır fışır ses çıkarmak. fışıltı * Fışırdama sesi. fışır fışır * İpek kumaş bir yere sürtünürken veya su hafif hafif akarken çıkan ses. fışırdama * Fışırdamak sesi. fışırdamak * Fışır fışır ses çıkartmak. fışırdatma * Fışırdatmak işi. fışırdatmak * Fışır fışır ses çıkartmak. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 17
fışırtı * Fışırdama sesi. fışkı * Atgillerin taze dışkısı, tersi. fışkılama * Fışkılamak işi. fışkılamak * Toprağıfışkı ile gübrelemek. fışkılık * Fışkının biriktirildiği yer. fışkın * Bir ağacın dibinden süren ince dal, sürgün, filiz, dal, piç.
* Asma kütüğünde hereğin üst yanında biten dal.fışkırdak * Sıvılarıfışkırtmaya yarayan araç.
* Ağzındaki iki cam borudan biri üflenince ötekinden su fışkıran, lâboratuvarlarda yıkama işlerinde
kullanılan bir deney aracı.fışkırık * Su fışkırtmaya yarayan araçların genel adı, fıskiye. fışkırış * Fışkırmak işi veya biçimi. fışkırma * Fışkırmak işi.
* Güneşyüzeyinden uzaya sıcak gaz kütlelerinin fırlaması.fışkırmak * Gaz veya sıvılar bir yerden basınç etkisiyle yukarıya doğru birdenbire ve hızla çıkmak.
* (bitkiler için) Toplu hâlde, gür olarak yetişmek.
* Bir şey bir yerde bol bol görülmek.fışkırtı * Fışkıran bir şeyin çıkardığıses. fışkırtıcı * Belli hızla hareket eden bir akışkan yardımıyla, başka bir akışkanın boşalmasınısağlayan alet, ejektör. fışkırtılma * Fışkırtılmak işi. fışkırtılmak * Fışkırmasısağlanmak. fışkırtma * Fışkırtmak işi. fışkırtmak * Fışkırmasını sağlamak. fışlama * Fışlamak işi. fışlamak * Fıkramak. fıtık * İç organlardan bir parçanın, daha çok bağırsak bölümünün karın çeperlerini geçip deri altında ur gibi bir
sişkinlik yapması, kavlıç, yarımlık.fıtık olmak * büyük sıkıntıduymak, kahrolmak, çaresiz kalmak. fıtıklı * Fıtığı olan, kavlıç. fıtrat * Yaradılış, hilkat. fıtraten * Doğuştan, yaradılışı gereğince. fıtrî * Yaradılışla ilgili, yaradılıştan, doğuştan (olan). fıtriye * Doğuştancılık. fıttırmak * Bkz. fırttırmak. fi * “-de, içinde” anlamlarında sözlerin başında kullanılan edat. fi tarihinde * oldukça eski bir zamanda. fiber * Sıkıştırılmış bitki tellerinden yapılmışmukavva veya tahta. fiberglas * Plâstik maddelerden, özellikle polyesterden parçalar yapımında kullanılan sağlamlaştırma maddesi. fibrin * Kan ve lenf serumunda bulunan albüminli bir madde. fibrinojen * Pıhtılaşma sırasında fibrine dönüşen bir kan proteini. fidan * Ağaç ve ağaççıkların yeni yetişeni.
* Başka bir yere dikilmek için bulunduğu yerden çıkarılan taze ağaç, dikme.fidan biti * Yaprak biti. fidan boylu * İnce uzun ve biçimli (kimse). fidan gibi * ince ve uzun boylu. fidancık * Küçük fidan. fidanlık * Fidan yetiştirilen yer, dikmelik. fide * Bahçıvanlıkta yastıklarda tohumdan yetiştirilip başka yerlere dikilmek için hazırlanan sebze veya körpe
çiçek.fideci * Fide yetiştirip satan kimse. fidecilik * Fide yetiştirip satma işi. fideizm * İnancılık, imaniye. fideleme * Fidelemek işi. fidelemek * Fidan dikmek. fidelik * Fide yetiştirilen yer.
* Fide olmaya uygun.fidye * Tutsak edilen veya rehin alınan bir kimsenin serbest bırakılması için istenen para, kurtulmalık.
* Fidyeinecat.fidyeinecat * Kurtulma bedeli, kurtulmalık. fifre * Yanlamasına çalınan, altıdeliği olan, tahtadan bir tür flüt. figan * Acı ile bağırma, inleme. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 18
figan etmek * acı ile bağırmak, inlemek. figür * Resim ve heykel sanatlarında varlıkların biçimi.
* Bir dansı oluşturan ölçülü adımlarla beliren zincirleme hareketlerden her biri.
* Birbirini izleyerek melodik ve ritmik bakımdan bir bütün oluşturan notalar grubu.figüran * Genellikle tiyatro ve sinemada, konuşması olmayan veya konuşmasıçok az olan rollere çıkan kimse.
* Bir toplumda, bir toplulukta sönük, etkisiz olan kimse.figüranlık * Figüran olarak çalışma. figüratif * Figürlü, figürcü. figüratif sanat * İçinde insan, hayvan ve doğa ögeleri yer alan, figürcü sanat. figürlü * Figürü olan. fiğ * Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki (Vicia sativa). fihrist * İçindekiler.
* Katalog.
* Alfabetik sıralamalar için kullanılan, kenarında bütün harflerin yer aldığınot defteri.fihristleme * Fihristlemek işi. fihristlemek * Fihriste geçirmek. fiil * İş, davranış.
* Olumlu veya olumsuz olarak çekimli durumda zaman kavramıtaşıyan veya zaman kavramı ile birlikte şahıs
kavramıveren kelime.fiil cümlesi * Bildirme veya isteme kiplerinden biriyle kurulan ve olumsuzu ancak -ma/ -me eki ile yapılabilen cümle. fiil çekimi * Fiil isim kök veya gövdelerine zaman kavramı ile birlikte şahıs kavramıda veren eklerin getirilmesi, fiil
tasrifi.fiil gövdesi * Kökü bir başka yapım eki almışfiil. fiil kökü * Fiil soyundan bir kelimenin bölünmeyen anlamlıkısmı. fiil tabanı * Fiil kök ve gövdelerinin çekim eki almamışhâli. fiile koymak * eyleme geçirmek. fiilen * Gerçekten, gerçekten yaparak, çalışarak. fiilî * Eylemli, edimsel, gerçekten yapılan (iş). fiili bozuk * Ahlâkça düşük (kimse). fiilî hizmet * Memur, işçi gibi çalışanların bağlı olduklarısosyal güvenlik kurumunda tam kesenek vermek suretiyle
geçirdikleri süre.fiilî hizmet zammı * Yıpratıcı işlerde çalışanların yaptıklarıağır ve tehlikeli işten dolayıfiilî hizmet yıllarına eklenen süre. fiilimsi * Olumsuzu yapılan ve tümleç olabilen mastar, sıfat-fiil, zarf-fiil gibi türleri bulunan fiilden türemişşekillere
verilen ad, eylemsi.fiiliyat * İşolarak yapılanlar, edim, edimler, işler, gerçekleştirilen işler. fikir * Düşünce, mülâhaza, mütalâa.
* Düşün, ide.
* Kuruntu.fikir (veya birinin fikrini) almak * (birinin) düşüncesinden yararlanmak. fikir adamı * Herhangi bir düşünce alanındaki görüşlerine değer verilen kimse. fikir danışmak * bilgi edinmek için bir yetkiliden bilgi almak. fikir edinmek * kanaat sahibi olmak. fikir hürriyeti * Düşünce özgürlüğü. fikir işçisi * Bilim ve fikir alanında çalışan kimse. fikir vermek * düşüncesini bildirmek.
* bir konuda yol gösterici bilgi edinmek.fikir yazısı * Düşünce yönü ağır basan yazıveya makale. fikir yormak * bir konuda çok düşünmek. fikir yürütmek * bir konu üzerine düşüncesini söylemek. fikirli * Herhangi bir konu üzerinde düşüncesi olan, akıllı, düşünceli. fikirsiz * Herhangi bir konu üzerinde düşünemeyen, görüşü olmayan, düşüncesiz. fikirsizlik * Fikirsiz olma durumu, düşüncesizlik. fikren * Düşünce yoluyla, düşünerek, zihnen. fikrî * Düşünce ile ilgili. fikrini çelmek * kandırmak, düşüncesini değiştirtmek, ikna etmek. fikrisabit * Saplantı, idefiks. fikriyat * Düşünceler. fiks mönü * Türü ve fiyatıönceden belirlenen yemek. fikstür * Yarışmaların zamanınıve sırasını belirleyen çizelge. fiktif * İtibarî. fil * Filgillerin hortumlular takımından, Afrika ve Asya’nın sıcak bölgelerinde yaşayan, çok iri, kalın derili
hayvan (Elephas).
* Satrançta çapraz hareket ettirilen taş.fil dişi * Filin silâh olarak kullandığı iki uzun ve eğri dişi.
* Diştacında mine, köklerde ise seman denilen ve dişin sert bölümünü oluşturan doku.
* Fil dişinden yapılmış.fil elması * Turunçgillerden, Hindistan’da yetişen bir ağaç (Feronia elephantum).
* Bu ağacın yenilen meyvesi. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 19
fil faresi * Memeliler sınıfından, burun bölümü hortum gibi uzun olan, uzun kuyruklu, kanguru gibi sıçrayabilen bir
hayvan (Macroscelides proboscideus).fil gibi * çok şişman, çok yemek yiyen kimse. fil hastalığı * Çoğunlukla bacakların şişip fil ayağı biçimini almasıyla beliren bir hastalık. fil yürüyüşü * Ellerin ve ayakların gergin kol ve bacaklarla birbirine çok yakın basarak oluşturduğu bir yürüyüş biçimi. filâman * Elektrik ampullerinden akım geçtiğinde akkor duruma gelen ince iletken tel. filân * İstenmeyen durum veya söylenmesi sakıncalıözel adların yerine kullanılır.
* Cümlede “ve benzerleri” anlamında kullanılır.filân falan * Bkz. falan filân. filân festekiz * Bkz. falan filân. filânca * Falanca. filânıncı * Falanıncı. filântrop * İnsansever, insanların iyiliği için çalışan kimse. filâriz * Keten dövmeye yarayan tokmak. filârizleme * Filârizlemek işi. filârizlemek * Keteni döverek tel durumuna getirmek. filârmoni * Güçlü müzik sevgisi.
* Müzik konserleri derneği.filârmonik * Müziği seven (kimse).
* Müzik sevenlerin kurduklarıdernek veya konser dernekleri için kullanılır.filbahar * Taşkırangillerden, ilkbaharda beyaz ve güzel kokulu çiçekler açan, park ve bahçelerde süs bitkisi olarak
yetiştirilen ağaççık, akasma, filbahri (Philadelphus).filbahri * Bkz. filbahar. fildekoz * Bir çeşit pamuk ipliği.
* İskoçya ipliği denilen ince ve sağlam pamuk ipliğinden dokunmuş.fildişi * Fil dişinin donuk beyaz rengi. fildişi gibi * donuk, beyaz (ten). fildişi karası * Fil dişi külünden yapılan kara boya. fildişi rengi * Fildişi. file * Yün, pamuk vb. ipliklerden düğümlerle oluşmuşağ.
* Alışverişte kullanılan ilmeklerden oluşmuşağtorba.
* Saçların dağılmaması için kullanılan ağbiçiminde örgü.filenk * Ağır cisimleri bir yerden bir yere kaydırmak ve özellikle deniz teknelerini karaya çekmek için bunların
altına sürülen yuvarlak ağaç, felek.filet * Derinliği aynı olan sığsu alanı. fileto * Kasaplık hayvanların sırtında, dikensi çıkıntı boyunca iki yandaki et. filgiller * Memeliler sınıfının hortumlular takımının bir familyası. filhakika * Gerçekten, doğrusu, hakikaten. filibit * Bkz. flebit. filigran * Bazıkâğıtların dokusunda bulunan ve ancak aydınlığa tutulunca görülen çizgi, resim ve yazı gibi biçimler. filigranlı * Filigranı olan. filika * Gemilerde bulundurulan sandal. filikacı * Filikalara bakmakla görevli kimse. filinta * Namlusu kısa, kurşun atan bir çeşit küçük tüfek.
* Güzel, yakışıklı.filinta gibi * genç, ince uzun boylu, çevik, yakışıklı(kimse). Filipinli * Filipin adalarıhalkından veya bu halkın soyundan olan kimse. filiskin * Yerden 2-3 karışyükseklikte, çok yıllık ve otsu bir bitki (Mentha pulegium). Filistinli * Filistin halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. filiz * Yeni sürmüşkörpe ve küçük dal veya yaprak, sürgün. filiz * Ocaktan çıkarılan işlenmemiş, başka maddelerle karışık hâlde bulunan, ham maden birleşiği. filiz gibi * ince ve güzel vücutlu. filiz vermek * sürgün çıkmaya başlamak. filizcik * Küçük sürgün. filizî * Asma filizinin rengi, açık yeşil renk.
* Bu renkte olan.filizkıran * Mayıs ayında ağaçların filizlendiği mevsimde esen bir fırtına. filizleme * Filizlemek işi. filizlemek * Bitkilerin gereğinden çok olan filizlerini kırmak. filizlenme * Filizlenmek işi.
* Yumruların üzerinde ince uzun filizlerin belirmesi biçiminde görülen patates hastalığı.filizlenmek * (bitki) Filiz vermek.
* Gelişmeye, büyümeye başlamak. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 20
filizli * Filizi olan. filkulağı * Yılan yastığı gillerden ana yurdu tropikal Amerika olan, kökü yumrulu bir süs bitkisi (Caladium).
* Pazarlarda satılan bir tür sünger.film * Fotoğrafçılıkta, radyografide ve sinemacılıkta resim çekmek için kullanılan, selülozdan, saydam, bükülebilir
şerit.
* Sinemacılıkta, bir oyunun bütününü taşıyan şerit veya şeritlerin bütünü.
* Sinema makinesiyle gösterilen eser.
* Camlara yapıştırılarak içerinin görünmesini engelleyen bir tür ince yaprak.film çekmek * bir sinema kamerasıyla görüntüleri tespit etmek veya bir hareket ve görünüşün sıralıresmini çekmek.
* vücudun röntgenini almak.film çevirmek * beyaz perdede oynatılacak bir eseri filme almak veya bu eserin çekilişi sırasında rol yapmak.
* eğlenmek, hoşvakit geçirmek.film müziği * Filmin görüntülerine eşlik etmek amacıyla özel olarak bestelenmişveya hazırlanmışmüzik. film oynamak * bir film, sinemada gösterilmekte olmak. film oynatmak * bir filmi sinemada göstermek. film yıldızı * Sinema dünyasında çok ünlü olan oyuncu, star. filmci * Sinemacı. filmcilik * Sinemacılık. filmleştirmek * Film durumuna getirmek, filmleştirmek işi. filo * Bir arada ve bir komuta altında bulunan savaşgemilerinin veya uçaklarının bütünü.
* Aynıtür yük taşıyan ticaret gemilerinin veya kara taşıtlarının bütünü.
* Bit.filojenez * Soy oluş. filoksera * Asma biti.
* Asma bitinin yol açtığı bağhastalığı.filolog * Filoloji ile uğraşan bilgin. filoloji * Dili ve yazılı belgeleri dil ve tarih açısından inceleme.
* Dil yoluyla bir toplumun kültürünü inceleyen bilim, lisaniyat.filolojik * Filoloji ile ilgili. filotillâ * Torpidolardan oluşan filo. filoz * Balıkçıların ağlarısu yüzünde tutmak için kullandıklarıkabak veya mantardan yapılmışağşamandırası. filozof * Felsefe ile uğraşan ve felsefenin gelişmesine katkıda bulunan kimse, felsefeci, feylesof.
* Felsefe yapmaya meraklı olan (kimse).
* Sakin, kendi hâlinde yaşayan.filozofça * Filozofa yaraşır biçimde (olan). filozofik * Felsefe ile ilgili, felsefeye dayanan. filozoflaşma * Filozoflaşmak işi veya durumu. filozoflaşmak * Filozof özelliği kazanmak. filozofluk * Filozof olma durumu. filtre * Süzgeç.
* Süzek.filtreli * Filtre takılmışolan. filtresiz * Filtre takılmamışolan. filum * Canlıların bölümlenmesinde, dalların bir araya gelmesiyle oluşan birlik. filvaki * Gerçekte, gerçekten, vakıa. filvaki … ama * her ne kadar ise de. Fin * Finlandiya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Fin halkına özgü olan.Fin hamamı * Çok sıcak yerden ve sudan çok soğuk yere ve suya girme gibi vücudu uyarıcıniteliği olan hamam, sauna. Fin Ugor * Ural dillerinden bir dil öbeği.
* Bu dil öbeği ile ilgili olan.final * Sona eren, biten.
* Elemeli yarışmalarda sonucu belirten karşılaşma.
* Bir müzik parçasının son bölümü, bitiş.
* Dönem sonu sınavı.finale kalmak * son yarışmaya katılma hakkınıkazanmak. finalist * Son yarışmaya kalan sporcu veya takım. finalizm * Bkz. erekçilik. finanse * “Bir girişim için gereken parayı, krediyi sağlamak” anlamında kullanılan finanse etmek birleşik fiilinde
geçer.finansman * Bir girişime işleyebilmesi, gelişebilmesi için gereken para ve krediyi sağlamak işi. fincan * Çay, kahve gibi genellikle sıcak şeyler içmekte kullanılan küçük kap.
* Elektrik tellerinin eklem noktalarına konulan porselenden yapılmışyalıtkan araç.
* Bir fincanın alabildiği ölçü.fincan böreği * Tepsiye serildikten sonra fincan ağzı biçiminde bir kalıpla yuvarlaklar kesilerek yapılan bir çeşit börek. fincan fincan * Fincanıandırarak, fincan biçiminde. fincan gibi * iri ve patlak (göz). fincan oyunu * Fincanların altına yüzük saklayarak oynanan bir oyun. fincancı * Porselen veya cam eşya satan kimse. fincancıkatırlarınıürkütmek * zararıdokunabilecek bir kimsenin hoşuna gitmeyen bir davranışta bulunmak. fincanlık * Miktarıherhangi bir fincan kadar olan.
* Herhangi bir sayıda fincan alabilecek genişlikte olan.Fince * Fin dili. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 10
fennî * Fenle ilgili.
* Yöntemine göre işgören.fennini almak (veya kapmak) * bir işin inceliklerini, püf noktalarınıkavrayıp o alanda usta olduğunu göstermeye başlamak. fenol * Boyacılıkla, plâstik maddelerin ve bazı ilâçların yapımında kullanılan, çoğunlukla maden kömürünün
katranından çıkarılan benzinin oksijenli türevi, asit fenik.fenomen * Olay, olgu.
* Görüngü.fenomenal * Olguya ilişkin. fenomenizm * Görüngücülük. fenomenoloji * Görüngü bilimi. fent * Düzen, hile. fent çevirmek * düzen, hile yapmak. feodal * Derebeylikle ilgili. feodalite * Derebeylik. feodalizm * Derebeylik sistemi. feodallik * Derebeylik, derebeyi olma durumu. fer * Parlaklık, aydınlık.
* (gözde) Canlılık.fer * Pahalılık, ışık, nur, canlılık. ferace * Kadınların sokakta giydikleri, mantoya benzer, arkası bol, yakasız, çoğu kez eteklere kadar uzayan üst
giysisi.
* Dervişlerin giydiği bol bir tür hırka.feraceli * Ferace giymişolan (kimse). feracelik * Ferace yapmaya elverişli (kumaş). feragat * Hakkından kendi isteğiyle vazgeçme. feragat etmek * hakkından vazgeçmek, el çekmek. feragat göstermek * hakkından vazgeçmek. feragatli * Vazgeçebilen, özveride bulunabilen, özveri gösterebilen. ferağ * (bir işten) Vazgeçme, çekilme, el çekme, terk etme.
* (bir mülkü) Başkasına bırakma, başkasının üstüne geçirme.ferah * Bol, geniş.
* Havadar, aydınlık, iç açıcı.ferah * (kalp, gönül, iç vb. için) Sıkıntısız, tasasız, sevinçli olma durumu, sevinme, sevinç, iç rahatlığı, gönül
açıklığı.ferah fahur * Ferih fahur, kolaylıkla, rahatlıkla. ferah ferah * Bol bol, genişgeniş.
* İyiden iyiye, haydi haydi, rahatlıkla.
* En aşağı.ferah tut * “iç rahatlığını, huzurunu koru” anlamında kullanılır. ferahfeza * Klâsik Türk müziğinde, yegâh perdesinde karar kılan makamlardan biri. ferahî * Bolluk, genişlik.
* Ucuzluk.
* Polis ve inzibat görevlilerinin boyunlarına taktıklarıayça biçiminde üstü yazılımetal arma.
* II. Mahmut devrinde feslerin tepesine püskülü tutturmak için takılan metal tepelik.ferahlama * Ferah duruma gelme. ferahlamak * Genişlemek, açılmak.
* Sıkıntısı, tasasıdağılmak.ferahlandırma * Ferahlandırmak işi veya durumu. ferahlandırmak * Ferahlamasısağlanmak. ferahlanma * Ferahlanmak işi veya durumu. ferahlanmak * Rahatlamak, üzüntü veya sıkıntısıkalmamak, açılmak, genişlemek. ferahlatıcı * Ferahlık veren, ferahlık sağlayan. ferahlatma * Ferahlatmak işi. ferahlatmak * Ferah duruma getirmek, rahatlatmak. ferahlık * Ferah olma durumu, genişlik, gönül açıklığı. ferahlık duymak * içinin açıklığını, rahatlığınıhissetmek. ferahnâk * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam. ferahnâkaşiran * Klâsik Türk müziğinde bir makam. ferahnüma * Klâsik Türk müziğinde bir makam. feraset * Anlayış, seziş, sezgi, zekâ. ferasetli * Anlayışlı. ferasetsiz * Anlayışsız. ferç * Dişi canlılarda üreme organının dış bölümü, vulva. ferda * Erte, yarın, yarınki.
* Gelecek zaman, yarın.ferde * Küçük denk, top. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 11
ferdenferda * Tek tek. ferdî * Bireysel, kişisel, fertle ilgili. ferdiyet * Bireysellik. ferdiyetçi * Bireyci. ferdiyetçilik * Bireycilik. ferhane * Birden çok mağazası bulunan eski hanların tipinde, avlulu geniş bina, büyük han veya kervansaray. feri * Ayrıntılarla ilgili, ayrıntıniteliğinde olan.
* İkinci dereceden.feribot * Arabalarıveya vagonları bir kıyıdan öbür kıyıya geçirmeye yarayan gemi, araba vapuru. ferih * Çok sevinçli, neşeli. ferih fahur * Bolluk içinde.
* Genişve sıkıntısız.
* Bağımsız, bağlantısız, canının istediği gibi.ferik * Tümgeneral veya korgeneral. ferik * Kümes hayvanlarının civcivlikten çıkmışyavrusu, piliç.
* Gevrek bir elma türü.feriklik * Tümgenerallik veya korgenerallik. feriştah * En iyisi, en güzeli, en üstünü. ferişte * Melek. ferli * Parlak (göz, ışık). ferma * Av köpeğinin gizlendiği yerden avı gözetlemesi. ferman * Buyruk, emir.
* Osmanlı imparatorluğunda padişahın verdiği, uyulması gerekli hükümleri taşıyan yazılı buyruk, yarlık.ferman çıkarmak * padişah tarafından herhangi bir konuda emir verilmek.
* yetkili bir kimse tarafından buyruk verilmek.ferman dinlememek * yasa, kural, yol yöntem tanımamak. ferman sizin * siz nasıl isterseniz öyle olsun!. fermanlı * Hükûmete karşı gelmek suçuyla aranan ve cezalandırılması için hakkında ferman çıkan (kimse).
* Kimseden korkusu olmayıp dilediği gibi davranan.fermanlıdeli * Deli olduğu herkesçe bilinen kişi. fermantasyon * Mayalanma, tahammür. fermejüp * Çıtçıt. fermene * Türlü nakışlarla işlemeli, önü kavuşmayan, yeleğe benzeyen bir giysi. fermeneci * Fermene yapan veya satan kimse. fermeneli * Fermenesi olan. ferment * Maya, enzim. fermiyum * (fizikçi Fermi’nin adından) Einstenyumla aynızamanda bulunan ve atom sayısı100 olan yapay element.
KısaltmasıFm.fermuar * Giysi, çanta vb. yerlerde kullanılan, karşılıklıdişler ve bunların üzerinde yürüyen kapatıcıdan oluşan
mekanizma.fernez * Sünger toplamak için kullanılan makineli dalma aracı. fersah * Yaklaşık beşkilometrelik bir uzaklık ölçüsü.
* (çok uzun) Uzaklık.fersah fersah * Pek çok, bol bol. fersahlık * Arasıherhangi bir fersah olan. fersiz * Donuk, cansız, (göz, ışık, yüz). fersizleşme * Fersizleşmek işi veya durumu. fersizleşmek * Fersiz duruma gelmek, donuklaşmak. fersizlik * Fersiz olma durumu. fersude * Eskimiş, yıpranmış, aşınmış. fert * Birey. fertik * Kaçma, uzaklaşma, sıvışma. fertik çekmek (veya fertiği kırmak) * kaçmak. feryadı basmak * çığlık koparmak, yüksek sesle haykırmaya başlamak. feryat * Haykırış, çığlık. feryat etmek * yüksek sesle haykırmak.
* büyük bir yokluk, zarar ve sıkıntı içinde bulunmak.feryat figan * Haykırma, bağırma, çığlıklarla ağlama. feryat koparmak * yüksek sesle bağırmak, haykırmak. ferz * Satranç oyununda vezir. ferz çıkarmak * acemi bir oyuncuya karşıvezirsiz oynamak.