Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük F Sayfa 23

    fitne sokmak * ara bozmak, (insanları) birbirine katmak.
    fitneci * Fitne çıkaran, karıştırıcı, ara bozucu.
    fitnecilik * Fitneci olma durumu.
    fitneleme * Fitnelemek işi.
    fitnelemek * Çekiştirmek, yermek, gammazlamak, kovlamak.
    fitnelik * Karıştırma, çekiştirme, ara bozma.
    fitopatoloji * Bitki hastalıklarını inceleyen bilim dalı.
    fitre * Ramazan ayı içinde verilmesi dince buyrulan, miktarı belirli sadaka.
    fitret * Bkz. fetret.
    fiyaka * Gösteriş, çalım, afi, caka.
    fiyaka satmak * gösterişyapmak, caka yapmak, çalım satmak.
    fiyakacı * Gösterişçi, cakacı, fiyaka yapan (kimse).
    fiyakalı * Gösterişli, cakalı, fiyakası olan.
    fiyasko * Bir girişimde gülünç ve başarısız sonuç.
    fiyasko vermek * bir girişim başarısızlıkla sonuçlanmak.
    fiyat * Alım veya satımda bir şeyin para karşılığındaki değeri, eder, paha.
    * Bir mal veya işgücü için uygun görülen para karşılığı.
    * Bir değer ile para birimi arasındaki ilişki.
    fiyat (veya değer) biçmek * bir değer için ödenecek para karşılığını belirlemek.
    fiyat ayarlamak * para değerindeki değişiklik ve başka ekonomik şartlar dolayısıyla fiyatları düzenlemek.
    fiyat kırmak * fiyatıdüşürmek, fiyatı indirmek.
    fiyat vermek * isteyeceği veya ödeyeceği fiyatı bildirmek.
    fiyatlandırma * Fiyatlandırmak işi.
    fiyatlandırmak * Fiyatını belirtmek, fiyat tespit etmek, fiyatlandırmak.
    fiyatlanma * Fiyatlanmak işi.
    fiyatlanmak * (bir şeyin) Fiyatıyükselmek, pahalılaşmak.
    fiyatlarıdondurmak * fiyatların yükselmesini önlemek, fiyatların olduğu gibi kalmasını sağlamak.
    fiyatlı * Fiyatı olan, pahalı.
    fiyonk * Kelebek biçiminde bağlanmışkurdele vb.
    fiyonk makarna * Fiyonk biçiminde dökülmüşve satışa sunulmuşmakarna.
    fiyort * Norveç, İskoçya ve Kuzey Amerika kıyılarında buzulların oluşturduklarıdik yamaçlı, derin eski buzul
    koyaklarının aşağıkesimlerinin deniz altında kalmasıyla oluşan körfez.
    fizibilite * Yapılabilirlik.
    fizik * (maddenin kimyasal yapısındaki değişiklikler dışında) Genel veya geçici yasalara bağlı, deneysel olarak
    araştırılabilen, ölçülebilen, matematiksel olarak tanımlanabilen madde ve enerji olgularıyla uğraşan bilim dalı.
    * İnsanın doğal yapısı.
    * Kişinin dışgörünüşü.
    fizik gücü * Güçlü yapısı, gücü kuvveti.
    fizik kondüsyonu * Fiziksel ve ruhsal bakımdan bir sporcunun durumu.
    fizik ötesi * Doğa ötesi.
    fizik tedavisi * Hastalıklarısu, ışık, hava, elektrik gibi fiziksel ve mekanik yöntemlerle tedavi etme.
    fizik yapısı * Bir insanın vücut görünüşü.
    fizikçi * Fizik bilgini veya fizikle uğraşan kimse.
    * Fizik öğretmeni.
    * Fizik tedavisiyle uğraşan doktor.
    fizikî * Fiziksel.
    fizikî coğrafya * Yeryüzünün dışında insan ve öteki varlıklar üzerine etki yapan doğal olayların doğuşunu, oluşumunu ve
    sonuçlarını inceleyen coğrafya bilimi.
    fizikî harita * Herhangi bir yerin dağlarını, ovalarını, plâtolarını, akarsularını, göllerini gösteren harita.
    fizikokimya * Kimyasal olaylarıfiziksel yöntemlerle çözümleyen, fizik ve kimya konularınıkapsayan bilim.
    fiziksel * Fizikle ilgili olan.
    * Genel olarak doğaya, maddeye, nesnelere ilişkin olan.
    * Gerçek, gerçek olma durumu.
    fizyokrat * Fizyokratlık yanlısı.
    fizyokratlık * Tarım emeğinin üretici emek olduğunu ve yalnızca bu emeğin, değeri yarattığını ileri süren XVIII.yüzyıl
    ekonomi görüşü.
    fizyolog * Fizyolojist.
    fizyoloji * Canlıların hücre, doku ve organlarının görevlerini ve bu görevlerin nasıl yerine geldiklerini inceleyen bilim
    dalı.
    fizyolojik * Fizyoloji ile ilgili, vücutla ilgili.
    * Normal, doğal olarak işleyen.
    fizyolojist * Fizyoloji bilgini, fizyolog.
    fizyonomi * Yüz çizgilerinin genel durumundan çıkan anlam.
    fizyoterapi * 343 fizik tedavisi.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 24

    fizyoterapist * Fizyoterapi uzmanı, hastalarıfizyoterapi yoluyla tedavi eden kimse.
    flâm * Bkz. emniyet kilidi.
    flâma * İşaret olarak veya çeşitli amaçlarla kullanılan küçük bayrak.
    * Mühendislerin, haritacıların kullandığırenkli belirtme sırığı.
    * Mızrak ucuna takılan küçük bayrak.
    * İki veya üç köşeli, küçük boyutlu bayrak.
    flâmacı * Flâma kullanarak anlaşmayısağlayan kimse.
    Flâman * Flândra ülkesi halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    * Flâman halkına özgü olan.
    Flâman atı * Belçika kökenli iri koşum atı.
    Flâman kuşu * Bkz. flâmingo.
    Flâmanca * Hint-Avrupa dil ailesinden, Hollanda, Fransa ve Belçika’nın bir bölümünde konuşulan dil.
    flâmangiller * Kuşlar sınıfının leyleksiler takımına bağlıflâmanlar alt takımının bir familyası.
    flâmanlar * Kuşlar sınıfının, leyleksiler takımının bir alt takımı.
    flâmingo * Leyleksilerden, tüyleri beyaz, pembe, kanatlarının ucu kara, eti yenir bir kuş(Phoenicopterus ruber).
    flândra * Genellikle ince bezden yapılmış, uçkurluk bölümü dar, kurdele biçiminde bayrak.
    flândra balığı * Bkz. kurdele balığı.
    flânel * Keten ve yünden dokunan kumaş.
    flâş * Fotoğraf çekiminde ışık yeterli olmadığında bir görüntüyü net almak için kullanılan çok kısa süreli ve güçlü
    parıltı.
    * Fotoğraf çekiminde güçlü parıltıya ihtiyaç duyulduğunda kullanılan lâmba.
    * İletişimde üstünlüğü, önceliği olan önemli haber.
    * Gösterişe, ilgiye düşkün.
    flâş conta * Su motorlarında motor ile su borusu arasına geçirmezliği sağlamak için yerleştirilen yuvarlak lâstik veya
    kauçuk madde.
    flâşör * Otomobillerde dört sinyal lâmbasının aynıanda yanıp sönmesini sağlayan düzen.
    flâvta * Flüt.
    flebit * Toplardamarlarda iç zar iltihabı.
    flegmon * Deri altındaki veya organlar arasındaki katılgan dokunun iltihaplanması.
    fleol * Buğdaygillerden, küçük bir çayır otu (Pheleum pratense).
    flibit * Bkz. flebit.
    flit * Sinek, sivrisinek gibi böcekleri öldürmek için püskürtülen ilâç.
    * Bu ilâcıhavaya püskürten araç.
    flitleme * Flitlemek işi.
    flitlemek * Flit vb. kullanarak bir yere ilâç püskürtmek.
    flok * Geminin cıvadrasına çekilen üçgen yelken.
    flor * Bkz. flüor.
    flora * Bir bölgede yetişen bitkilerin hepsi, bitki örtüsü, bitey.
    floresan * Bkz. flüoresan.
    floresans * Bkz. flüoresans.
    flori * Altın para.
    florin * Hollanda para birimi, gulden.
    florya * Bkz. flurya.
    floş * Selülozdan, yapay, parlak, bükümsüz iplik.
    floş * Poker oyununda aynırenkten ve aynıtürden beşkâğıt.
    flöre * Eskrimde kullanılan, namlusu düz ve yuvarlak, ucu düğmeli kılıç.
    flört * Kadınla erkek arasındaki yakın ilişki, oynaş.
    * Flört edilen kimse.
    * Siyasal bir partiye, yabancı bir ülkeye vb. ne tam olarak bağlanmadan yaklaşma.
    flört etmek (veya yapmak) * karşıcinsten biriyle yakın ilişki kurmak.
    flûrcun * Bkz. kocabaş.
    flûrya * İspinozgillerden, tüyleri yeşilimsi, ağaçlık ve fundalıklarda yaşayan, güzel ötüşlü bir kuş, yelve (Chloris
    chloris).
    flüor * Atom numarası9, atom ağırlığı19, yoğunluğu 1,265, kokusu ozonu andıran, yeşilimtırak sarırenkte,
    halojenler grubunun ilk elementi olan basit element. KısaltmasıF.
    flüoresan * Flüorışıl.
    flüoresan lâmba * İçindeki seyreltilmişgazdan oluşan elektrik boşalmasısonunda yayılan ışınımların etkisiyle çeperleri
    flüorışıl durumuna gelen cam tüp.
    flüoresans * Flüorışı.
    flüorışı * Bazıcisimlerin aldıklarıışığı, boyu daha uzun ışık ışınımlarına dönüştürmesi özelliği.
    flüorışıl * Flüorışıözelliği gösteren, flüoresan.
    flüorit * Kalsiyum flüorür birleşiminde, çeşitli renkleri olan bir mineral.
    flüorür * Flüorun başka bir elementle verdiği ikili birleşik.
    flüt * Yan tutularak çalınan, orkestrada yer alan bir üflemeli çalgı.
    flütçü * Flüt çalan kimse.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 13

    fevk * Üst, yukarı.
    fevkalâde * Alışılmışolandan ayrı, olağanüstü, beklenmedik, görülmedik, işitilmedik.
    * Aşırı, çok fazla.
    * Çok iyi, çok üstün, çok güzel.
    fevkalâde hâl * Olağanüstü hâl.
    fevkalâdelik * Olağanüstülük, olağandan farklı olma durumu.
    fevkalbeşer * İnsan üstü.
    * Üstün nitelikli insan.
    fevkanî * Üstte, üstteki.
    fevrî * Birdenbire, düşünmeden yapılan.
    fevrîlik * Fevri olma durumu.
    fevt * Elden çıkma (çıkarma), kaçırma, yitme.
    * Ölme.
    fevt etmek * yitirmek, elden kaçırmak.
    fevt olmak * yitirmek.
    * ölmek.
    fevvare * Fıskiye.
    feyezan * Taşma, taşkın, seylâp.
    * Bereket.
    feyiz * Verimlilik, gürlük, ongunluk.
    * İlerleme, kültürel gelişme, olgunluk.
    feyizlenme * Feyizlenmek işi.
    feyizlenmek * Feyzalıp aydınlanmak, istifade etmek.
    feyizli * Çok ürün veren, verimli.
    feylesof * Filozof.
    feylesofça * Filozofça.
    feylosofluk * Filozofluk.
    feyyaz * Çok verimli, gür.
    feyzalmak * Etkilenmek, olgunlaşmak, ders almak.
    feza * Uzay.
    fezleke * Özet, hulâsa.
    * Bir kararın kısaca yazılması.
    * Tahkikat evrakı.
    fıçı * Bir araya getirilerek çemberlerle tutturulmuşensiz tahtalardan yapılan, yuvarlak, karnışişkin ve altıüstü
    düz kap.
    * Bir fıçının alabildiği ölçü.
    fıçı balığı * Fıçıya istif edilmiş balık tuzlaması.
    fıçı gibi * bodur ve çok şişman.
    fıçıcı * Fıçıyapan veya satan kimse.
    fıçıcılık * Fıçıyapıp satma işi.
    fıçılama * Fıçıya koyma, fıçıya doldurma.
    fıçılamak * Fıçıya koymak.
    fıkara * Bkz. fukara.
    fıkdan * Yokluk, bulunmama durumu, eksiklik.
    fıkıh * Bir şeyi, gereği gibi, iyice anlayıp bilme.
    * İslâm hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan yararlanarak konulmuşolan kuralların
    bütünü.
    fıkır fıkır * Suyun, ses çıkararak kaynarken aldığıdurumu veya herhangi bir sıvının kaynayışınıanlatır.
    * Cilveli, oynak.
    fıkır fıkır kaynamak * (bir şeyden bir yerde) çok bulunmak.
    fıkırdak * Cilveli, oynak (kadın).
    fıkırdaklık * Fıkırdak olma durumu.
    fıkırdama * Fıkırdamak işi.
    fıkırdamak * Fıkır fıkır kaynamak.
    * Cilvelenmek.
    fıkırdaşma * Fıkırdaşmak işi.
    fıkırdaşmak * Oynakça davranışlarda bulunmak.
    fıkırdatma * Fıkırdatmak işi.
    fıkırdatmak * Fıkır fıkır kaynatmak.
    * Cilve yapmasına sebep olmak.
    fıkırdayış * Fıkırdamak işi veya biçimi.
    fıkırtı * Kaynayan suyun çıkardığıses.
    * Cilveleşme.
    fıkra * Kısa ve özlü anlatımı olan, nükteli, güldürücü hikâye, anekdot.
    * Gazetelerin veya dergilerin belirli sütunlarında, genel başlık altında gündelik konuları bir görüşve
    düşünceye bağlayarak yorumlayan ciddî veya eğlendirici yazıtürü.
    * Kanun maddelerinin kendi içlerinde satır başlarıyla ayrıldıklarıufak bölümlerden her biri.
    * Paragraf.
    * Omur.
    fıkracı * Fıkra anlatan kimse.
    * Fıkra yazarı.
    fıkracılık * Fıkra söyleme veya yazma işi.
    fıkrama * Fıkramak işi veya durumu.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 14

    fıkramak * Herhangi bir yiyecek mayalanarak ekşimek, fışlamak.
    fıldır * Çabuk, hızlı, telâşlı.
    fıldır fıldır * Çabuk ve sürekli bir biçimde.
    fındık * Kayıngillerden, kuzey yarım kürenin ılık yerlerinde ve yurdumuzun daha çok Doğu Karadeniz bölgesinde
    yetişen bir ağaççık (Corylus avellana).
    * Bu ağaççığın sert bir kabuk içinde bulunan yağlı, nişastalıürünü.
    * Hileli zar.
    fındık altını * Osmanlıİmparatorluğunda kenar süsleri fındığa benzediğinden bu adla anılan altın sikke, fındıkî.
    * Küçük ve değerli şey.
    fındık ateşi * Nargilede tütünün üstüne ortalamasına konulan yuvarlak, küçük, yanar kömürler.
    fındık biti * Kın kanatlılardan, fındık kurdu dediğimiz kurtçuklarıdolayısıyla fındık ürününün en büyük düşmanı olan,
    uzun gagalı böcek (Balaninus nucum).
    fındık faresi * Kemiricilerden, karnı beyazımsı, sırtı boz renkli, fındıklılarda çok zarara yol açan bir memeli türü
    (Muscardinus avellanarius).
    * Evlerde rastlanan küçük fare türü.
    fındık kabuğu * Fındığın kabuk rengini andıran bir tür kahverengi.
    fındık kabuğunu doldurmaz * çok önemsiz, değersiz.
    fındık kırmak * çapkınlık yapmak.
    fındık kurdu * Fındık bitinin fındık içinde gelişerek onun dökülmesine, değerini yitirmesine yol açan kurtçuğu.
    fındık kurdu gibi * ufak tefek tombulca (kadın).
    fındık sıçanı * Bkz. fındık faresi.
    fındık yağı * Fındıktan elde edilen yağ.
    fındık yuvası * Tombul ellerin dışyüzünde, parmak diplerinde görülen çukurluklar.
    fındıkçı * Fındık yetiştiren veya satan kimse.
    * Cilveli, oynak kadın.
    fındıkçılık * Fındık yetiştirme veya satma işi.
    * Cilveli, oynak olma durumu.
    fındıkî * Fındık kabuğunun rengi.
    * Fındık altını.
    fındıkkıran * Fındık ve buna benzer kabuklu yemişlerin kabuğunu kırmaya yarayan araç.
    * İşveli, şuh, baştan çıkarıcı(kadın).
    fındıklık * Fındık ağaçlarıçok olan yer, fındık korusu.
    fır * Fırıl fırıl.
    * Piç, fırlama.
    fır dönmek * bir kimseye yaranmak veya yardım etmek için üstün çaba harcamak.
    fır fır * Fırıl fırıl.
    fırça * Bir şeyin tozunu, kirini gidermekte veya bir şeye boya, cilâ sürmekte kullanılan, bir araya getirilerek
    bağlanmışkıl veya kıla benzer başka tellerden yapılan araç.
    * Resim yapma sanatıve biçimi.
    * Çökmeyi engelleyen bağların oynamasınıveya kaymasınıönlemek için aralara yerleştirilen direk parçası.
    fırça çekmek * kendinden alt düzeyde olan birini çok azarlamak, fırçalamak.
    fırça gibi * dik, sık ve sert (saç, sakal).
    fırçacı * Fırça yapıp satan kimse.
    fırçacılık * Fırça ve fırçaya benzer araçların yapım ve satımı.
    fırçalama * Fırçalamak işi.
    fırçalamak * Temizlemek veya parlatmak için fırça ile sürtmek.
    * (avcılıkta) Sık ve bataklık ormandan geçmek.
    * Kendinden alt düzeyde olan birini çok azarlamak, fırça çekmek.
    fırçalanma * Fırçalanmak işi.
    fırçalanmak * Fırça ile ovulmak, düzgünleştirilip parlatmak veya temizlenmek.
    * Çok azarlanmak.
    fırçalatma * Fırçalatmak işi.
    fırçalatmak * Fırçalamak işini yaptırmak.
    fırçalayış * Fırçalamak işi veya biçimi.
    fırçalı * Fırçası olan.
    fırçalık * İçine resim yapmada kullanılan fırçaların konulduğu süzgeçli kap.
    fırdolayı * Çepeçevre.
    fırdöndü * Biri döndüğünde ötekinin de dönmesini engellemek için uç uca getirilerek serbest bir eksenle bağlanmış
    çift halka.
    * Topaç gibi çevrilerek oynanan, tunçtan, altıköşeli bir kumar aracı.
    * Bir ipe bağlı olarak birden fazla çipa atıldığında çipaların karışmaması için tekne zinciri ile parçaların
    bağlandığızincir arasına konulan metal araç.
    * Belirli bir görüşveya düşünce sahibi olmayan.
    fırfır * Giysi, perde gibi şeylerin kenarlarına dikilen kırmalıveya büzgülü süs, farba, farbala.
    fırfırlı * Fırfırı olan.
    fırıl fırıl * Bir şey sürekli ve hızla dönerek.
    fırıldak * Rüzgârla dönen, çember biçiminde çocuk oyuncağı.
    * Havalandırmak amacıyla oda veya mutfak pencerelerine takılan kanatlıaraç.
    * Ocak veya soba borusunun iyi çekmesini sağlamak için tepesine takılan ve rüzgârın gittiği yöne
    dönebilecek biçimde yapılan şapka.
    * Dolap, düzen, hile.
    fırıldak çevirmek (veya döndürmek) * istediğini yapmak için hileli yollara başvurmak.
    fırıldak çiçeği * Çarkıfelek.
    fırıldak gibi * sürekli düşünce değiştiren, sözünden dönen (kimse).
    fırıldakçı * Fırıldak yapan veya satan kimse.
    * Düzen çeviren, düzenci, dolap çeviren kimse.
    fırıldakçılık * Fırıldakçının işi veya mesleği.
    fırıldanma * Fırıldanmak işi veya durumu.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 15

    fırıldanmak * Fırıl fırıl dönmek.
    fırıldatma * Fırıldatmak işi.
    fırıldatmak * Fırıl fırıl çevirmek.
    fırın * Her yandan aynıderecede ısıalarak ekmek, pasta vb. pişirmeye yarayan, tavanıtonoz biçiminde, önünde
    tek açıklık bulunan ocak.
    * Ekmek, pasta vb. nin pişirildiği ve satıldığıdükkân.
    * Isıverici bir düzenekle çalışan, yiyecekleri pişirmeye veya ısıtmaya yarayan alet.
    * Bir maddeyi fiziksel veya kimyasal değişikliğe uğratmak amacıyla ısıtılan alet.
    * Fırında pişirilmiş.
    fırın gibi * çok sıcak (yer).
    fırın kebabı * Büyük tencerelere yerleştirilerek fırında pişirilen et yemeği, et kebabı.
    fırıncı * Fırın işleten kimse.
    fırıncılık * Fırın işletme işi.
    fırında makarna * Haşlanmışmakarnaların arasına özellikle kaşar peyniri konularak üzerine süt dökülüp fırında pişirilen
    makarna yemeği.
    fırınlama * Fırınlamak işi.
    fırınlamak * Pişirmek için fırına koymak.
    * Fırında kurutmak.
    fırınlanma * Fırınlanmak işi.
    fırınlanmak * Fırına konulmak veya fırında kurutulmak.
    fırınlatma * Fırınlatmak işi.
    fırınlatmak * Fırınlamak işini yaptırmak.
    fırınlı * Fırınlanmış.
    fırınlık * Fırında pişirilmeye hazır yemek.
    * Bir fırının alacağıkadar.
    fırka * İnsan topluluğu.
    * Tümen.
    * Siyasî parti.
    fırkacı * Parti üyesi.
    * Bir partiye çok bağlı olan, partici.
    fırkacılık * Particilik.
    fırkata * 10 – 15 çift kürekli, hızlı, eski bir savaşgemisi.
    fırkate * Bkz. firkate.
    fırlak * Dışarıdoğru fırlamış, çıkmış, çıkık.
    fırlama * Fırlamak işi.
    * Arsız, terbiyesiz çocuk.
    * Piç.
    fırlamak * Hızla, birdenbire bulunduğu yerden çıkmak, ayrılmak.
    * Yerinden oynayıp ileriye doğru çıkıntıyapmak.
    * Fiyatı birdenbire yükselmek.
    fırlatılma * Fırlatılmak işi.
    fırlatılmak * Fırlatmak işi yapılmak.
    fırlatış * Fırlatmak işi veya biçimi.
    fırlatma * Fırlatma işi.
    * Kol ve bacağın vücudun orta çizgisinden türlü yönlere, son eklemine kadar hızla ve gergin olarak
    uzaklaştırılması(açılması).
    fırlatmak * Hızla atmak, bulunduğu yerden dışarıatmak.
    fırlayış * Fırlamak işi veya biçimi.
    fırsat * Uygun zaman, uygun durum veya şart, vesile.
    fırsat beklemek (veya aramak) * en uygun şartıkollamak.
    fırsat bilmek * bir şeyden belli bir amaçla hemen yararlanmak.
    fırsat bu fırsat * yararlanılacak en uygun zaman.
    fırsat bulmak * uygun, elverişli zaman bulmak.
    fırsat düşkünü * Kötülük yapmak için fırsat kollayan (kimse).
    fırsat düşmek (veya çıkmak) * bir imkâna kavuşmak.
    fırsat kollamak (veya gözlemek) * yapmak istediği işiçin uygun bir zaman veya bir durum beklemek.
    fırsat vermek * bir işi yapmak için uygun, elverişli şartı sağlamak.
    fırsat yoksulu * Eline fırsat geçmediği için zararsız gibi görünen (kişi).
    fırsatçı * Fırsatları iyi değerlendiren, fırsat kollayan.
    fırsatçılık * Fırsatçı olma durumu.
    fırsatı ganimet bilmek * çıkan fırsattan en iyi biçimde yararlanmak.
    fırsatıkaçırmamak * elverişli durumdan yararlanmak.
    fırsatınıdüşürmek * kolayını bulmak.
    fırsattan istifade etmek * ele geçirilen imkân veya durumdan en iyi biçimde yararlanmak.
    fırt * Bir solukta veya bir yudumda içilebilecek miktarda sigara veya içki.
    fırt fırt * (yer değiştirme için) Sürekli olarak, ikide bir.
    fırtına * Yağmur ve kasırga getiren çok güçlü rüzgâr.
    * Bu rüzgârın denizde veya kum çöllerinde yarattığıdalgalanma.
    * Güç atlatılan kötü durum.
    * Karşıt düşünce veya durumların yarattığıkarışıklık; sıkıntı.
    * Saatteki hızı70 mil olan rüzgâr.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 16

    fırtına çıkmak * sert rüzgâr esmeye başlamak.
    fırtına gibi * hızla, birdenbire.
    * telâşlı, aceleci.
    fırtına kopmak (veya patlamak) * şiddetli fırtına çıkmak.
    * bir yerde kavga ve gürültü çıkmak.
    fırtına kuşu * Perde ayaklılardan, kıvrık gagalı, açık denizlerde yaşayan bir kuş, deniz ördeği (Thalassidroma pelagica).
    fırtına kuşugiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya.
    fırtına uğrağı * Fırtınalıyer veya fırtınanın çok olduğu yer.
    fırtınalı * Çok rüzgârlı.
    * Çok tartışmalı, çekişmeli, gürültülü, karışık.
    fırttırma * Fırttırmak işi veya durumu.
    fırttırmak * Aklınıkaçırmak, delirmek, aklınıyitirmek, çıldırmak.
    fıs fıs * Gizli ve yavaşkonuşulurken çıkan sesi anlatır.
    fısfıs * Koku, ilâç vb. sıvılarıpüskürtmek için kullanılan araç.
    fısfıslama * Fısfıslamak işi.
    fısfıslamak * Koku, ilâç vb. sıvılarıpüskürtmek.
    fısfıslanma * Fısfıslanmak işi veya durumu.
    fısfıslanmak * Koku, ilâç vb. sıvılar püskürtülmek.
    fısıl fısıl * Fısıltıhâlinde, fısıldayarak, alçak sesle.
    fısıldama * Fısıldamak işi.
    fısıldamak * Başkalarının duyamayacağıkadar alçak sesle konuşmak, fıslamak.
    fısıldanma * Fısıldanmak işi.
    fısıldanmak * Fısıltıhâlinde söylenmek.
    fısıldaşma * Fısıldaşmak işi.
    fısıldaşmak * Birbirine fısıldamak.
    fısıltı * Fısıldarken çıkan, güçlükle duyulan ses.
    fısıltı gazetesi * Toplumu ilgilendiren bir konu ile ilgili dedikodu.
    fısır fısır * İnce bir şey yanarken veya dar bir delikten su geçerken çıkan sesi anlatır.
    * Gizli olarak, alçak bir sesle.
    fısırtı * Fısıltı.
    fıskiye * Havuzda suyu yukarıya doğru, türlü biçimlerde fışkırtan ağızlık, fışkırık.
    fıslama * Fıslamak işi.
    fıslamak * Bkz. fısıldamak.
    * Gizlice haber vermek.
    fıslanma * Fıslanmak işi.
    fıslanmak * Fıslamak işi yapılmak.
    fıstık * Antep fıstığı, çam fıstığıveya yer fıstığıdenilen yemişlerin genel adı.
    * Tombul, kısa boylu, tıknaz (kimse).
    fıstık çamı * Bkz. çam fıstığı.
    fıstık ezmesi * Fıstıkla yapılan bir şekerleme.
    fıstık gibi * dolgun, besili ve canlı.
    * çok güzel.
    fıstıkçı * Fıstık yetiştiren veya satan kimse.
    fıstıkçılık * Fıstık yetiştirme işi.
    * Fıstık alıp satma işi.
    fıstıkî * Sarıya çalan açık yeşil renk.
    * Bu renkte olan, açık yeşil.
    fıstıkî makam * Çok ağır, ağır ağır, yavaşyavaş.
    fıstıklamak * Kışkırtma amacıyla araya nifak sokmak.
    fıstıklık * Fıstık ağaçlarıdikilmişyer, fıstık bahçesi.
    fışfış * Fışır fışır.
    fışıldama * Fışır fışır ses çıkarma.
    fışıldamak * Fışır fışır ses çıkarmak.
    fışıltı * Fışırdama sesi.
    fışır fışır * İpek kumaş bir yere sürtünürken veya su hafif hafif akarken çıkan ses.
    fışırdama * Fışırdamak sesi.
    fışırdamak * Fışır fışır ses çıkartmak.
    fışırdatma * Fışırdatmak işi.
    fışırdatmak * Fışır fışır ses çıkartmak.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 17

    fışırtı * Fışırdama sesi.
    fışkı * Atgillerin taze dışkısı, tersi.
    fışkılama * Fışkılamak işi.
    fışkılamak * Toprağıfışkı ile gübrelemek.
    fışkılık * Fışkının biriktirildiği yer.
    fışkın * Bir ağacın dibinden süren ince dal, sürgün, filiz, dal, piç.
    * Asma kütüğünde hereğin üst yanında biten dal.
    fışkırdak * Sıvılarıfışkırtmaya yarayan araç.
    * Ağzındaki iki cam borudan biri üflenince ötekinden su fışkıran, lâboratuvarlarda yıkama işlerinde
    kullanılan bir deney aracı.
    fışkırık * Su fışkırtmaya yarayan araçların genel adı, fıskiye.
    fışkırış * Fışkırmak işi veya biçimi.
    fışkırma * Fışkırmak işi.
    * Güneşyüzeyinden uzaya sıcak gaz kütlelerinin fırlaması.
    fışkırmak * Gaz veya sıvılar bir yerden basınç etkisiyle yukarıya doğru birdenbire ve hızla çıkmak.
    * (bitkiler için) Toplu hâlde, gür olarak yetişmek.
    * Bir şey bir yerde bol bol görülmek.
    fışkırtı * Fışkıran bir şeyin çıkardığıses.
    fışkırtıcı * Belli hızla hareket eden bir akışkan yardımıyla, başka bir akışkanın boşalmasınısağlayan alet, ejektör.
    fışkırtılma * Fışkırtılmak işi.
    fışkırtılmak * Fışkırmasısağlanmak.
    fışkırtma * Fışkırtmak işi.
    fışkırtmak * Fışkırmasını sağlamak.
    fışlama * Fışlamak işi.
    fışlamak * Fıkramak.
    fıtık * İç organlardan bir parçanın, daha çok bağırsak bölümünün karın çeperlerini geçip deri altında ur gibi bir
    sişkinlik yapması, kavlıç, yarımlık.
    fıtık olmak * büyük sıkıntıduymak, kahrolmak, çaresiz kalmak.
    fıtıklı * Fıtığı olan, kavlıç.
    fıtrat * Yaradılış, hilkat.
    fıtraten * Doğuştan, yaradılışı gereğince.
    fıtrî * Yaradılışla ilgili, yaradılıştan, doğuştan (olan).
    fıtriye * Doğuştancılık.
    fıttırmak * Bkz. fırttırmak.
    fi * “-de, içinde” anlamlarında sözlerin başında kullanılan edat.
    fi tarihinde * oldukça eski bir zamanda.
    fiber * Sıkıştırılmış bitki tellerinden yapılmışmukavva veya tahta.
    fiberglas * Plâstik maddelerden, özellikle polyesterden parçalar yapımında kullanılan sağlamlaştırma maddesi.
    fibrin * Kan ve lenf serumunda bulunan albüminli bir madde.
    fibrinojen * Pıhtılaşma sırasında fibrine dönüşen bir kan proteini.
    fidan * Ağaç ve ağaççıkların yeni yetişeni.
    * Başka bir yere dikilmek için bulunduğu yerden çıkarılan taze ağaç, dikme.
    fidan biti * Yaprak biti.
    fidan boylu * İnce uzun ve biçimli (kimse).
    fidan gibi * ince ve uzun boylu.
    fidancık * Küçük fidan.
    fidanlık * Fidan yetiştirilen yer, dikmelik.
    fide * Bahçıvanlıkta yastıklarda tohumdan yetiştirilip başka yerlere dikilmek için hazırlanan sebze veya körpe
    çiçek.
    fideci * Fide yetiştirip satan kimse.
    fidecilik * Fide yetiştirip satma işi.
    fideizm * İnancılık, imaniye.
    fideleme * Fidelemek işi.
    fidelemek * Fidan dikmek.
    fidelik * Fide yetiştirilen yer.
    * Fide olmaya uygun.
    fidye * Tutsak edilen veya rehin alınan bir kimsenin serbest bırakılması için istenen para, kurtulmalık.
    * Fidyeinecat.
    fidyeinecat * Kurtulma bedeli, kurtulmalık.
    fifre * Yanlamasına çalınan, altıdeliği olan, tahtadan bir tür flüt.
    figan * Acı ile bağırma, inleme.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 18

    figan etmek * acı ile bağırmak, inlemek.
    figür * Resim ve heykel sanatlarında varlıkların biçimi.
    * Bir dansı oluşturan ölçülü adımlarla beliren zincirleme hareketlerden her biri.
    * Birbirini izleyerek melodik ve ritmik bakımdan bir bütün oluşturan notalar grubu.
    figüran * Genellikle tiyatro ve sinemada, konuşması olmayan veya konuşmasıçok az olan rollere çıkan kimse.
    * Bir toplumda, bir toplulukta sönük, etkisiz olan kimse.
    figüranlık * Figüran olarak çalışma.
    figüratif * Figürlü, figürcü.
    figüratif sanat * İçinde insan, hayvan ve doğa ögeleri yer alan, figürcü sanat.
    figürlü * Figürü olan.
    fiğ * Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki (Vicia sativa).
    fihrist * İçindekiler.
    * Katalog.
    * Alfabetik sıralamalar için kullanılan, kenarında bütün harflerin yer aldığınot defteri.
    fihristleme * Fihristlemek işi.
    fihristlemek * Fihriste geçirmek.
    fiil * İş, davranış.
    * Olumlu veya olumsuz olarak çekimli durumda zaman kavramıtaşıyan veya zaman kavramı ile birlikte şahıs
    kavramıveren kelime.
    fiil cümlesi * Bildirme veya isteme kiplerinden biriyle kurulan ve olumsuzu ancak -ma/ -me eki ile yapılabilen cümle.
    fiil çekimi * Fiil isim kök veya gövdelerine zaman kavramı ile birlikte şahıs kavramıda veren eklerin getirilmesi, fiil
    tasrifi.
    fiil gövdesi * Kökü bir başka yapım eki almışfiil.
    fiil kökü * Fiil soyundan bir kelimenin bölünmeyen anlamlıkısmı.
    fiil tabanı * Fiil kök ve gövdelerinin çekim eki almamışhâli.
    fiile koymak * eyleme geçirmek.
    fiilen * Gerçekten, gerçekten yaparak, çalışarak.
    fiilî * Eylemli, edimsel, gerçekten yapılan (iş).
    fiili bozuk * Ahlâkça düşük (kimse).
    fiilî hizmet * Memur, işçi gibi çalışanların bağlı olduklarısosyal güvenlik kurumunda tam kesenek vermek suretiyle
    geçirdikleri süre.
    fiilî hizmet zammı * Yıpratıcı işlerde çalışanların yaptıklarıağır ve tehlikeli işten dolayıfiilî hizmet yıllarına eklenen süre.
    fiilimsi * Olumsuzu yapılan ve tümleç olabilen mastar, sıfat-fiil, zarf-fiil gibi türleri bulunan fiilden türemişşekillere
    verilen ad, eylemsi.
    fiiliyat * İşolarak yapılanlar, edim, edimler, işler, gerçekleştirilen işler.
    fikir * Düşünce, mülâhaza, mütalâa.
    * Düşün, ide.
    * Kuruntu.
    fikir (veya birinin fikrini) almak * (birinin) düşüncesinden yararlanmak.
    fikir adamı * Herhangi bir düşünce alanındaki görüşlerine değer verilen kimse.
    fikir danışmak * bilgi edinmek için bir yetkiliden bilgi almak.
    fikir edinmek * kanaat sahibi olmak.
    fikir hürriyeti * Düşünce özgürlüğü.
    fikir işçisi * Bilim ve fikir alanında çalışan kimse.
    fikir vermek * düşüncesini bildirmek.
    * bir konuda yol gösterici bilgi edinmek.
    fikir yazısı * Düşünce yönü ağır basan yazıveya makale.
    fikir yormak * bir konuda çok düşünmek.
    fikir yürütmek * bir konu üzerine düşüncesini söylemek.
    fikirli * Herhangi bir konu üzerinde düşüncesi olan, akıllı, düşünceli.
    fikirsiz * Herhangi bir konu üzerinde düşünemeyen, görüşü olmayan, düşüncesiz.
    fikirsizlik * Fikirsiz olma durumu, düşüncesizlik.
    fikren * Düşünce yoluyla, düşünerek, zihnen.
    fikrî * Düşünce ile ilgili.
    fikrini çelmek * kandırmak, düşüncesini değiştirtmek, ikna etmek.
    fikrisabit * Saplantı, idefiks.
    fikriyat * Düşünceler.
    fiks mönü * Türü ve fiyatıönceden belirlenen yemek.
    fikstür * Yarışmaların zamanınıve sırasını belirleyen çizelge.
    fiktif * İtibarî.
    fil * Filgillerin hortumlular takımından, Afrika ve Asya’nın sıcak bölgelerinde yaşayan, çok iri, kalın derili
    hayvan (Elephas).
    * Satrançta çapraz hareket ettirilen taş.
    fil dişi * Filin silâh olarak kullandığı iki uzun ve eğri dişi.
    * Diştacında mine, köklerde ise seman denilen ve dişin sert bölümünü oluşturan doku.
    * Fil dişinden yapılmış.
    fil elması * Turunçgillerden, Hindistan’da yetişen bir ağaç (Feronia elephantum).
    * Bu ağacın yenilen meyvesi.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 19

    fil faresi * Memeliler sınıfından, burun bölümü hortum gibi uzun olan, uzun kuyruklu, kanguru gibi sıçrayabilen bir
    hayvan (Macroscelides proboscideus).
    fil gibi * çok şişman, çok yemek yiyen kimse.
    fil hastalığı * Çoğunlukla bacakların şişip fil ayağı biçimini almasıyla beliren bir hastalık.
    fil yürüyüşü * Ellerin ve ayakların gergin kol ve bacaklarla birbirine çok yakın basarak oluşturduğu bir yürüyüş biçimi.
    filâman * Elektrik ampullerinden akım geçtiğinde akkor duruma gelen ince iletken tel.
    filân * İstenmeyen durum veya söylenmesi sakıncalıözel adların yerine kullanılır.
    * Cümlede “ve benzerleri” anlamında kullanılır.
    filân falan * Bkz. falan filân.
    filân festekiz * Bkz. falan filân.
    filânca * Falanca.
    filânıncı * Falanıncı.
    filântrop * İnsansever, insanların iyiliği için çalışan kimse.
    filâriz * Keten dövmeye yarayan tokmak.
    filârizleme * Filârizlemek işi.
    filârizlemek * Keteni döverek tel durumuna getirmek.
    filârmoni * Güçlü müzik sevgisi.
    * Müzik konserleri derneği.
    filârmonik * Müziği seven (kimse).
    * Müzik sevenlerin kurduklarıdernek veya konser dernekleri için kullanılır.
    filbahar * Taşkırangillerden, ilkbaharda beyaz ve güzel kokulu çiçekler açan, park ve bahçelerde süs bitkisi olarak
    yetiştirilen ağaççık, akasma, filbahri (Philadelphus).
    filbahri * Bkz. filbahar.
    fildekoz * Bir çeşit pamuk ipliği.
    * İskoçya ipliği denilen ince ve sağlam pamuk ipliğinden dokunmuş.
    fildişi * Fil dişinin donuk beyaz rengi.
    fildişi gibi * donuk, beyaz (ten).
    fildişi karası * Fil dişi külünden yapılan kara boya.
    fildişi rengi * Fildişi.
    file * Yün, pamuk vb. ipliklerden düğümlerle oluşmuşağ.
    * Alışverişte kullanılan ilmeklerden oluşmuşağtorba.
    * Saçların dağılmaması için kullanılan ağbiçiminde örgü.
    filenk * Ağır cisimleri bir yerden bir yere kaydırmak ve özellikle deniz teknelerini karaya çekmek için bunların
    altına sürülen yuvarlak ağaç, felek.
    filet * Derinliği aynı olan sığsu alanı.
    fileto * Kasaplık hayvanların sırtında, dikensi çıkıntı boyunca iki yandaki et.
    filgiller * Memeliler sınıfının hortumlular takımının bir familyası.
    filhakika * Gerçekten, doğrusu, hakikaten.
    filibit * Bkz. flebit.
    filigran * Bazıkâğıtların dokusunda bulunan ve ancak aydınlığa tutulunca görülen çizgi, resim ve yazı gibi biçimler.
    filigranlı * Filigranı olan.
    filika * Gemilerde bulundurulan sandal.
    filikacı * Filikalara bakmakla görevli kimse.
    filinta * Namlusu kısa, kurşun atan bir çeşit küçük tüfek.
    * Güzel, yakışıklı.
    filinta gibi * genç, ince uzun boylu, çevik, yakışıklı(kimse).
    Filipinli * Filipin adalarıhalkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    filiskin * Yerden 2-3 karışyükseklikte, çok yıllık ve otsu bir bitki (Mentha pulegium).
    Filistinli * Filistin halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    filiz * Yeni sürmüşkörpe ve küçük dal veya yaprak, sürgün.
    filiz * Ocaktan çıkarılan işlenmemiş, başka maddelerle karışık hâlde bulunan, ham maden birleşiği.
    filiz gibi * ince ve güzel vücutlu.
    filiz vermek * sürgün çıkmaya başlamak.
    filizcik * Küçük sürgün.
    filizî * Asma filizinin rengi, açık yeşil renk.
    * Bu renkte olan.
    filizkıran * Mayıs ayında ağaçların filizlendiği mevsimde esen bir fırtına.
    filizleme * Filizlemek işi.
    filizlemek * Bitkilerin gereğinden çok olan filizlerini kırmak.
    filizlenme * Filizlenmek işi.
    * Yumruların üzerinde ince uzun filizlerin belirmesi biçiminde görülen patates hastalığı.
    filizlenmek * (bitki) Filiz vermek.
    * Gelişmeye, büyümeye başlamak.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 20

    filizli * Filizi olan.
    filkulağı * Yılan yastığı gillerden ana yurdu tropikal Amerika olan, kökü yumrulu bir süs bitkisi (Caladium).
    * Pazarlarda satılan bir tür sünger.
    film * Fotoğrafçılıkta, radyografide ve sinemacılıkta resim çekmek için kullanılan, selülozdan, saydam, bükülebilir
    şerit.
    * Sinemacılıkta, bir oyunun bütününü taşıyan şerit veya şeritlerin bütünü.
    * Sinema makinesiyle gösterilen eser.
    * Camlara yapıştırılarak içerinin görünmesini engelleyen bir tür ince yaprak.
    film çekmek * bir sinema kamerasıyla görüntüleri tespit etmek veya bir hareket ve görünüşün sıralıresmini çekmek.
    * vücudun röntgenini almak.
    film çevirmek * beyaz perdede oynatılacak bir eseri filme almak veya bu eserin çekilişi sırasında rol yapmak.
    * eğlenmek, hoşvakit geçirmek.
    film müziği * Filmin görüntülerine eşlik etmek amacıyla özel olarak bestelenmişveya hazırlanmışmüzik.
    film oynamak * bir film, sinemada gösterilmekte olmak.
    film oynatmak * bir filmi sinemada göstermek.
    film yıldızı * Sinema dünyasında çok ünlü olan oyuncu, star.
    filmci * Sinemacı.
    filmcilik * Sinemacılık.
    filmleştirmek * Film durumuna getirmek, filmleştirmek işi.
    filo * Bir arada ve bir komuta altında bulunan savaşgemilerinin veya uçaklarının bütünü.
    * Aynıtür yük taşıyan ticaret gemilerinin veya kara taşıtlarının bütünü.
    * Bit.
    filojenez * Soy oluş.
    filoksera * Asma biti.
    * Asma bitinin yol açtığı bağhastalığı.
    filolog * Filoloji ile uğraşan bilgin.
    filoloji * Dili ve yazılı belgeleri dil ve tarih açısından inceleme.
    * Dil yoluyla bir toplumun kültürünü inceleyen bilim, lisaniyat.
    filolojik * Filoloji ile ilgili.
    filotillâ * Torpidolardan oluşan filo.
    filoz * Balıkçıların ağlarısu yüzünde tutmak için kullandıklarıkabak veya mantardan yapılmışağşamandırası.
    filozof * Felsefe ile uğraşan ve felsefenin gelişmesine katkıda bulunan kimse, felsefeci, feylesof.
    * Felsefe yapmaya meraklı olan (kimse).
    * Sakin, kendi hâlinde yaşayan.
    filozofça * Filozofa yaraşır biçimde (olan).
    filozofik * Felsefe ile ilgili, felsefeye dayanan.
    filozoflaşma * Filozoflaşmak işi veya durumu.
    filozoflaşmak * Filozof özelliği kazanmak.
    filozofluk * Filozof olma durumu.
    filtre * Süzgeç.
    * Süzek.
    filtreli * Filtre takılmışolan.
    filtresiz * Filtre takılmamışolan.
    filum * Canlıların bölümlenmesinde, dalların bir araya gelmesiyle oluşan birlik.
    filvaki * Gerçekte, gerçekten, vakıa.
    filvaki … ama * her ne kadar ise de.
    Fin * Finlandiya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    * Fin halkına özgü olan.
    Fin hamamı * Çok sıcak yerden ve sudan çok soğuk yere ve suya girme gibi vücudu uyarıcıniteliği olan hamam, sauna.
    Fin Ugor * Ural dillerinden bir dil öbeği.
    * Bu dil öbeği ile ilgili olan.
    final * Sona eren, biten.
    * Elemeli yarışmalarda sonucu belirten karşılaşma.
    * Bir müzik parçasının son bölümü, bitiş.
    * Dönem sonu sınavı.
    finale kalmak * son yarışmaya katılma hakkınıkazanmak.
    finalist * Son yarışmaya kalan sporcu veya takım.
    finalizm * Bkz. erekçilik.
    finanse * “Bir girişim için gereken parayı, krediyi sağlamak” anlamında kullanılan finanse etmek birleşik fiilinde
    geçer.
    finansman * Bir girişime işleyebilmesi, gelişebilmesi için gereken para ve krediyi sağlamak işi.
    fincan * Çay, kahve gibi genellikle sıcak şeyler içmekte kullanılan küçük kap.
    * Elektrik tellerinin eklem noktalarına konulan porselenden yapılmışyalıtkan araç.
    * Bir fincanın alabildiği ölçü.
    fincan böreği * Tepsiye serildikten sonra fincan ağzı biçiminde bir kalıpla yuvarlaklar kesilerek yapılan bir çeşit börek.
    fincan fincan * Fincanıandırarak, fincan biçiminde.
    fincan gibi * iri ve patlak (göz).
    fincan oyunu * Fincanların altına yüzük saklayarak oynanan bir oyun.
    fincancı * Porselen veya cam eşya satan kimse.
    fincancıkatırlarınıürkütmek * zararıdokunabilecek bir kimsenin hoşuna gitmeyen bir davranışta bulunmak.
    fincanlık * Miktarıherhangi bir fincan kadar olan.
    * Herhangi bir sayıda fincan alabilecek genişlikte olan.
    Fince * Fin dili.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 10

    fennî * Fenle ilgili.
    * Yöntemine göre işgören.
    fennini almak (veya kapmak) * bir işin inceliklerini, püf noktalarınıkavrayıp o alanda usta olduğunu göstermeye başlamak.
    fenol * Boyacılıkla, plâstik maddelerin ve bazı ilâçların yapımında kullanılan, çoğunlukla maden kömürünün
    katranından çıkarılan benzinin oksijenli türevi, asit fenik.
    fenomen * Olay, olgu.
    * Görüngü.
    fenomenal * Olguya ilişkin.
    fenomenizm * Görüngücülük.
    fenomenoloji * Görüngü bilimi.
    fent * Düzen, hile.
    fent çevirmek * düzen, hile yapmak.
    feodal * Derebeylikle ilgili.
    feodalite * Derebeylik.
    feodalizm * Derebeylik sistemi.
    feodallik * Derebeylik, derebeyi olma durumu.
    fer * Parlaklık, aydınlık.
    * (gözde) Canlılık.
    fer * Pahalılık, ışık, nur, canlılık.
    ferace * Kadınların sokakta giydikleri, mantoya benzer, arkası bol, yakasız, çoğu kez eteklere kadar uzayan üst
    giysisi.
    * Dervişlerin giydiği bol bir tür hırka.
    feraceli * Ferace giymişolan (kimse).
    feracelik * Ferace yapmaya elverişli (kumaş).
    feragat * Hakkından kendi isteğiyle vazgeçme.
    feragat etmek * hakkından vazgeçmek, el çekmek.
    feragat göstermek * hakkından vazgeçmek.
    feragatli * Vazgeçebilen, özveride bulunabilen, özveri gösterebilen.
    ferağ * (bir işten) Vazgeçme, çekilme, el çekme, terk etme.
    * (bir mülkü) Başkasına bırakma, başkasının üstüne geçirme.
    ferah * Bol, geniş.
    * Havadar, aydınlık, iç açıcı.
    ferah * (kalp, gönül, iç vb. için) Sıkıntısız, tasasız, sevinçli olma durumu, sevinme, sevinç, iç rahatlığı, gönül
    açıklığı.
    ferah fahur * Ferih fahur, kolaylıkla, rahatlıkla.
    ferah ferah * Bol bol, genişgeniş.
    * İyiden iyiye, haydi haydi, rahatlıkla.
    * En aşağı.
    ferah tut * “iç rahatlığını, huzurunu koru” anlamında kullanılır.
    ferahfeza * Klâsik Türk müziğinde, yegâh perdesinde karar kılan makamlardan biri.
    ferahî * Bolluk, genişlik.
    * Ucuzluk.
    * Polis ve inzibat görevlilerinin boyunlarına taktıklarıayça biçiminde üstü yazılımetal arma.
    * II. Mahmut devrinde feslerin tepesine püskülü tutturmak için takılan metal tepelik.
    ferahlama * Ferah duruma gelme.
    ferahlamak * Genişlemek, açılmak.
    * Sıkıntısı, tasasıdağılmak.
    ferahlandırma * Ferahlandırmak işi veya durumu.
    ferahlandırmak * Ferahlamasısağlanmak.
    ferahlanma * Ferahlanmak işi veya durumu.
    ferahlanmak * Rahatlamak, üzüntü veya sıkıntısıkalmamak, açılmak, genişlemek.
    ferahlatıcı * Ferahlık veren, ferahlık sağlayan.
    ferahlatma * Ferahlatmak işi.
    ferahlatmak * Ferah duruma getirmek, rahatlatmak.
    ferahlık * Ferah olma durumu, genişlik, gönül açıklığı.
    ferahlık duymak * içinin açıklığını, rahatlığınıhissetmek.
    ferahnâk * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam.
    ferahnâkaşiran * Klâsik Türk müziğinde bir makam.
    ferahnüma * Klâsik Türk müziğinde bir makam.
    feraset * Anlayış, seziş, sezgi, zekâ.
    ferasetli * Anlayışlı.
    ferasetsiz * Anlayışsız.
    ferç * Dişi canlılarda üreme organının dış bölümü, vulva.
    ferda * Erte, yarın, yarınki.
    * Gelecek zaman, yarın.
    ferde * Küçük denk, top.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 11

    ferdenferda * Tek tek.
    ferdî * Bireysel, kişisel, fertle ilgili.
    ferdiyet * Bireysellik.
    ferdiyetçi * Bireyci.
    ferdiyetçilik * Bireycilik.
    ferhane * Birden çok mağazası bulunan eski hanların tipinde, avlulu geniş bina, büyük han veya kervansaray.
    feri * Ayrıntılarla ilgili, ayrıntıniteliğinde olan.
    * İkinci dereceden.
    feribot * Arabalarıveya vagonları bir kıyıdan öbür kıyıya geçirmeye yarayan gemi, araba vapuru.
    ferih * Çok sevinçli, neşeli.
    ferih fahur * Bolluk içinde.
    * Genişve sıkıntısız.
    * Bağımsız, bağlantısız, canının istediği gibi.
    ferik * Tümgeneral veya korgeneral.
    ferik * Kümes hayvanlarının civcivlikten çıkmışyavrusu, piliç.
    * Gevrek bir elma türü.
    feriklik * Tümgenerallik veya korgenerallik.
    feriştah * En iyisi, en güzeli, en üstünü.
    ferişte * Melek.
    ferli * Parlak (göz, ışık).
    ferma * Av köpeğinin gizlendiği yerden avı gözetlemesi.
    ferman * Buyruk, emir.
    * Osmanlı imparatorluğunda padişahın verdiği, uyulması gerekli hükümleri taşıyan yazılı buyruk, yarlık.
    ferman çıkarmak * padişah tarafından herhangi bir konuda emir verilmek.
    * yetkili bir kimse tarafından buyruk verilmek.
    ferman dinlememek * yasa, kural, yol yöntem tanımamak.
    ferman sizin * siz nasıl isterseniz öyle olsun!.
    fermanlı * Hükûmete karşı gelmek suçuyla aranan ve cezalandırılması için hakkında ferman çıkan (kimse).
    * Kimseden korkusu olmayıp dilediği gibi davranan.
    fermanlıdeli * Deli olduğu herkesçe bilinen kişi.
    fermantasyon * Mayalanma, tahammür.
    fermejüp * Çıtçıt.
    fermene * Türlü nakışlarla işlemeli, önü kavuşmayan, yeleğe benzeyen bir giysi.
    fermeneci * Fermene yapan veya satan kimse.
    fermeneli * Fermenesi olan.
    ferment * Maya, enzim.
    fermiyum * (fizikçi Fermi’nin adından) Einstenyumla aynızamanda bulunan ve atom sayısı100 olan yapay element.
    KısaltmasıFm.
    fermuar * Giysi, çanta vb. yerlerde kullanılan, karşılıklıdişler ve bunların üzerinde yürüyen kapatıcıdan oluşan
    mekanizma.
    fernez * Sünger toplamak için kullanılan makineli dalma aracı.
    fersah * Yaklaşık beşkilometrelik bir uzaklık ölçüsü.
    * (çok uzun) Uzaklık.
    fersah fersah * Pek çok, bol bol.
    fersahlık * Arasıherhangi bir fersah olan.
    fersiz * Donuk, cansız, (göz, ışık, yüz).
    fersizleşme * Fersizleşmek işi veya durumu.
    fersizleşmek * Fersiz duruma gelmek, donuklaşmak.
    fersizlik * Fersiz olma durumu.
    fersude * Eskimiş, yıpranmış, aşınmış.
    fert * Birey.
    fertik * Kaçma, uzaklaşma, sıvışma.
    fertik çekmek (veya fertiği kırmak) * kaçmak.
    feryadı basmak * çığlık koparmak, yüksek sesle haykırmaya başlamak.
    feryat * Haykırış, çığlık.
    feryat etmek * yüksek sesle haykırmak.
    * büyük bir yokluk, zarar ve sıkıntı içinde bulunmak.
    feryat figan * Haykırma, bağırma, çığlıklarla ağlama.
    feryat koparmak * yüksek sesle bağırmak, haykırmak.
    ferz * Satranç oyununda vezir.
    ferz çıkarmak * acemi bir oyuncuya karşıvezirsiz oynamak.