Kategoriler
F SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük F Sayfa 5

farklılaştırmak * Farklıduruma getirmek.
farklılık * Farklı olma durumu, ayrımlılık, başkalık.
* Doğal, toplumsal ve bilince dayanan her olay ve olguyu bütün ötekilerden ayıran özellik.
farksız * Farkı olmayan.
farksızlaşma * Farksızlaşmak işi.
farksızlaşmak * Farksız duruma gelmek.
farksızlık * Farksız olma durumu, ayrımsızlık.
farmakodinami * Hasta veya normal organizmalar üzerinde, ilâçların etkisini deneysel olarak inceleyen veya araştıran bilim.
farmakodinamik * İlâçların etki gücü.
* Hasta veya normal organizmalar üzerinde ilâçların etkisini inceleyen eczacılık dalı.
farmakognozi * İlâçların doğada bulunduklarıdurumda incelenmesi.
farmakolog * Farmakoloji ile uğraşan, farmakoloji uzmanı.
farmakoloji * İlâçların etkisini ve kullanılışını inceleyen bilim dalı.
farmason * Mason.
* Dinsiz, imansız.
farmasonluk * Masonluk.
Fars * İran’ın güneybatısında yaşayan halk veya bu halkın soyundan olan kimse.
fars * İlkel, yalın güldürme ögelerinden yararlanan, bazen inanırlığın sınırınıaşan, güldürmeyi amaç edinen oyun.
Farsça * İran devletinin resmî dili.
fart furt * Anlamsız, boşsözlerle böbürlenerek.
fart furt, farta furta etmek * anlamsız, boşsözlerle böbürlenmek.
farta furta * Bkz. fart furt.
fartasıfurtası olmamak * patavatsızca konuşmak.
farz * Müslümanlıkta, özür olmadıkça yapılmasızorunlu, yapılmaması günah sayılan.
* Yapmak zorunda kalınan şey, boyun borcu.
farz etmek * öyle kabul etmek, var saymak.
farz olunmak * var sayılmak.
farzımuhal * Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir şeyi olacakmış, gerçekleşecekmişgibi düşünerek, sayarak, tutalım ki,
sayalım ki.
fasa fiso * Değer ve önemi olmayan, boş(şey veya söz).
fasarya * Boş, anlamsız (söz).
* İşe yaramaz, yeteneksiz.
faset * Baskı işlerinde harf ve satırlarıformada tutmak ve sıkmak için kullanılan kama.
* Dişin ön yüzüne estetik amaçla yapılan kaplama.
faseta * Bkz. façeta.
fasıl * Bölüm, kısım, devre.
* Orta oyununa başlamadan önce saz takımının çaldığıköçek havasıve curcuna.
* Peşrev, nakış, şarkı, saz semaisi gibi parçaların belli bir sıraya göre çalınıp söylenmesi.
* Osmanlıve Arap tiyatrosunda oyunun perde bölümü.
* Belli bir sürede yapılan iş, karşılaşılan durum veya olay.
fasıl heyeti * Gerekli sazlarla tam olarak bir fasıl yapabilecek durumdaki alaturka saz topluluğu.
fasıla * Aralık, ara, kesinti.
fasıla vermek * ara vermek, kesmek.
fasılalı * Aralı, aralıklı, kesintili.
fasılasız * Arasız, aralıksız, durmadan, ara vermeden, kesintisiz, biteviye.
fasih * (anlatışiçin) Açık ve düzgün.
* Açık ve düzgün konuşma yeteneği olan.
fasikül * Cüz.
fasile * Familya.
fasit * Kötü, bozuk.
* Ara bozucu, fesat çıkaran, müfsit.
fasit daire * Kısır döngü.
fasit olmak * (namaz, oruç, aptes gibi şeyler için) bozulmak.
faska * Kundak çocuklarının beline, zı bının üzerinden sarılan genişsargı.
fasla fasla * Yer yer.
fasletme * Fasletmek işi.
fasletmek * Ayırmak, bölmek.
* Çözmek, sonuçlandırmak.
Faslı * Fas halkından olan kimse.
fason * Kesim.
fasone * Çözgü veya atkının kumaşyüzeyi üzerinde, kendiliğinden bir desen oluşturduğu her tür kumaş.
* Bu tür kumaşları oluşturan desen örneği.
fassal * İftira atan, gerçek olmayan isnatlarda bulunan (kimse).
fassallık * Fassal olma durumu.
fast food * 343 festfut.

Bir yanıt yazın