frapan | * Göz alıcı, göze çarpıcı, alımlı. |
frekans | * (Ses, dalga vb. için) Birim zamandaki titreşim sayısı, sıklık. |
fren | * Bir makinenin, herhangi bir taşıtın hızınıkesmeye veya onu durdurmaya yarayan mekanizma. |
fren mesafesi | * Hareket hâlindeki aracın frene basıldığıdurumda aldığıyol uzunluğu. |
fren yapmak | * bu mekanizmayıkullanarak taşıtın hızınıkesmek veya taşıtıdurdurmak. |
frenci | * Tren yolu dönemecinde yol boyundaki frenlere kumanda eden görevli. |
frengi | * Genellikle cinsel birleşmelerle bulaşan, tedavi edilmezse inme, körlük, delilik gibi sonuçlara kadar varan, döle de geçerek vücutça ve akılca sakat bir soyun yetişmesine yol açan hastalık. |
frengi | * Gemi güvertelerinde, suların dışarıya akması için bordalara açılan delik. |
frengili | * Frengi hastalığına tutulmuşolan. |
Frenk | * Anglosakson, Cermen veya Lâtin ırklarının birinden olan kimse. * Osmanlıların Avrupalılara, özellikle Fransızlara verdikleri ad. |
Frenk asması | * Asmagillerden, sonbaharda yaprakları güzel bir renk alan süs sarmaşığı(Ampelopsis). |
Frenk çileği | * Kokusuz, kırmızı iri meyve veren çilek türü. |
Frenk gömleği | * Yakasıkravat takmaya uygun, çoğu uzun kollu, ceket veya yelek altına giyilen erkek gömleği. |
Frenk inciri | * Kaktüsgillerden, yapraklarıetli ve yayvan dikenli bir bitki, firavun inciri, Hint inciri (Opuntia ficus-indica). * Bu bitkinin kalın, dikenli kabuğu olan tatlıyemişi. |
Frenk lâhanası | * Brüksel lâhanası. |
Frenk maydanozu | * Maydanozgillerden, salata ve salçalarda kullanılan bodur ve ıtırlı bir bitki. |
Frenk menekşesi | * Turpgillerden, çiçekleri güzel kokulu bir süs bitkisi türü (Hesperis). |
Frenk üzümü | * Taşkırangillerden bir çalı(Fibes nigrum). * Bu bitkinin daha çok şurubu yapılan, uzun salkım biçiminde, taneleri ufak, kırmızıve mayhoşyemişi. |
Frenkçe | * Frenk ve özellikle Fransız dili. * Frenklerin biçiminde ve Frenklere özgü olan. * Avrupalı gibi. |
Frenkleşme | * Frenkleşmek işi. |
Frenkleşmek | * Frenge benzemek, Frenk gibi davranışlarda bulunmak. |
Frenkleştirmek | * Frenklere özgü yaşayıştarzıkazandırmak. |
Frenklik | * Frenk gibi davranma. |
frenleme | * Frenlemek işi. |
frenlemek | * Bir taşıtın, mekanizmanın hareketini fren yardımıyla yavaşlatmak veya durdurmak. * Bir gidişin, bir tutumun aşırılığınıengellemek, gemlemek. |
frenlenme | * Frenlenmek işi. |
frenlenmek | * Frenlemek işi yapılmak. |
frenleyici | * Bazı organların çalışmasınıengelleyen. * Engelleyen, ilerlemeye, gelişmeye engel olan. |
frenoloji | * Kafatasının biçimine bakarak insanın karakterini ve zihnî yeteneğini inceleme. |
frer | * Erkek kardeşanlamında papazlar için kullanılan bir söz. * Yabancılara ait okullarda görevli papaz. |
fresk | * Yaşduvar sıvasıüzerine kireç suyunda eritilmişmadenî boyalarla resim yapma yöntemi. * Bu yöntemle yapılmışduvar resmi. |
freze | * Tornacılıkta, bir deliğin ağzını genişletmeye yarayan çelik alet. * Frezeleme işinde kullanılan takım tezgâhı. |
frezeci | * Teknik resme veya modele uygun her çeşit parçayıfreze tezgâhında yapabilen işçi. |
frezeleme | * Frezelemek işi. |
frezelemek | * Bir parçayıfreze tezgâhında işlemek. |
fribord | * Bir geminin su yüzünden yukarıkalan bölümü. |
frigo | * Dondurulmuşkrema. * Sevimsiz, soğuk (kimse). |
frigorifik | * Soğutma özelliği olan, soğutucu. |
frijider | * Buz dolabı, soğutucu. |
frijidite | * Cinsel soğukluk. |
frikik | * Serbest vuruş. * Eteğin açılmasıyla bacağın görünmesi. |
frikik yakalamak | * açık bacak görmek. |
friksiyon | * Ovma, ovuşturma. |
frisa | * Tütünleme suretiyle kurutulmuşringa balığı. |
frişka | * Yelkeni dolduramayacak kadar hafif rüzgâr. |
fritöz | * Patases kızartmaya yarayan özel kap. |
friz | * Tavandan inerek sahnenin üst kısmını, sahne boyunca kaplayan kısa, dar perde. * Eski Yunan ve Roma yapılarında taban kirişi ile çatıarasında kalan, üzeri boydan boya kabartmalarla süslü bölüm, efriz. |
frize kaplama | * Ağacın yıl halkalarının kaplama yüzeyinde paralel çizgiler hâlinde görülmesiyle elde edilen bir kaplama çeşidi. |
früktoz | * Levüloz, meyve şekeri. |
fuar | * Belli zamanlarda, belli yerlerde ticarî mal sergilemek amacıyla açılan büyük sergi. |
Kategori: F
-
Türkçe Sözlük F Sayfa 29
-
Türkçe Sözlük F Sayfa 30
fuarcı * Fuar işleriyle uğraşan kimse. fuarcılık * Fuar düzenleme işi. fuaye * Bir gösteri veya toplantı binasında, temsil veya toplantıaralarında kullanılan dinlenme yeri. fuel oil * Ham petrolün damıtılmasısonunda elde edilen ve yakıt olarak kullanılan ürün, yağyakıt. fuhuş * İçinde bulunulan toplumun kurallarına uymayan cinsel ilişkide bulunma; bir veya birkaç kişiyle para
karşılığında cinsel ilişkide bulunma.
* Taşkınlık, aşırıdavranış.fujer * Eğrelti otu, aşk merdiveni. fukara * Yoksul, fakir, fıkara.
* Zavallı.
* Derviş.fukara babası * Yoksullara yardım etmeyi seven kimse. fukaralık * Yoksulluk, fakirlik.
* Güçsüzlük.fukusgiller * Su yosunlarından, gelgitli denizlerin kayalıklara yakın yerlerinde yetişen esmer bir yosun. ful * Taşkırangillerden, birçok türleri bulunan ağaççık ve bunun güzel kokulu beyaz çiçeği (Casmin sambac).
* Küçük taneli bir bakla türü.ful * Tam, bütün, eksiksiz.
* İskambil oyununda benzer kâğıtların bir araya gelmesi.fular * Bir tür ince ipek kumaş.
* İpek eşarp.fule * Adım aralığı. full- time * Bkz. fultaym. fultaym * Tam gün. fultaymcı * Tam gün çalışan (kimse).
* Tam gün çalışmayıdestekleyen (kimse).fultaymlı * Tam gün çalışmayıkabul eden (kimse). fulya * Nergisgillerden, soğan köklü bir bitki ve bu bitkinin zerrin ve nergis adlarıyla da anılan güzel kokulu
çiçekleri (Narcissus jonquilla).fulya balığı * Fulya balığı gillerden, yan kanatlarıçok geniş, kuyruğu testere gibi dişli bir balık türü (Myliobatis aquila). fulya balığı giller * Örnek hayvanıfulya balığı olan omurgalıhayvanlar sınıfı. funda * Süpürge otu. funda sıçanı * Şili ve Peru’da yaşayan kemiriciler takımından bir memeli türü (Ectadon degus). funda tavuğu * Avustralya’da yaşayan tavuksulardan bir kuştürü (Cathetfurus lathami). funda toprağı * Funda yapraklarının çürümesiyle oluşan ve gübre olarak yararlanılan toprak. fundagiller * Fundalar takımından, bayağıfunda veya süpürge çalısı, azelya, yaban mersini, koca yemişgibi çoğu her
zaman yeşil birçok çalıve ağaççığı içine alan bir bitki familyası.fundalar * Fundagillerle birlikte bunlara benzeyen daha başka familyalarıda içinde toplayan bir bitki takımı. fundalık * Funda ile kaplanmışyer. fundamentalist * Fundamentalist yanlısı olan kimse. fundamentalizm * Birinci Dünya Savaşıyıllarında Amerika’da ortaya çıkan protestan kökenli dinî akım. funya * Top ateşlemeye yarar kapsül.
* Topu ateşlemek için falya deliğine konulan araç.furgon * Yolcu katarlarına eklenen yük vagonu. furta * Bkz. farta furta. furya * Olağandan çok fazla bulunma durumu. fut * 30,480 cm’ye eşit olan İngiliz uzunluk ölçü birimi, ayak, kadem. Çoğulu: fit. futa * İpekli peştamal. futa * Dar, uzun ve hafif bir yarışkayığı, kik. futbol * Topu, kafa veya ayak vuruşları ile karşıkaleye sokma kuralına dayanan ve on birer kişilik iki takım arasında
oynanan top oyunu, ayak topu.futbolcu * Futbol oyuncusu. fuzulî * Yersiz, gereksiz. fücceten * Birdenbire, ansızın (ölmek). fücceten gitmek * ansızın ölmek. fücur * Bkz. fitne fücur. füg * Çok sesli müzikte bir beste. fülûs * Bakır para. fülûsüahmere muhtaç * çok fakir, beşparasıyok, düşkün, zavallı. füme * Duman rengi.
* Bu renkte olan.
* Tütsü ile kurutulmuş(balık, et).fümerol * Etkin olmayan dönemlerde, yanardağların ağzından yayılan gaz. Fürs * Eski Fars halkından olan kimse. füru * Dallar, kollar, ayrıntılar.
* Çocuklar, torunlar. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 31
fürumaye * Sütü bozuk, mayası bozuk, soysuz. füsun * Sihirli, büyülü, afsunlu. füsunkâr * Sihirli, büyülü, afsunlu. fütuhat * Zaferler, fetihler. fütuhatçı * Fütühat yapan. fütur * Bezginlik, umutsuzluk, usanç. fütur etmemek * umursamamak, önemsememek. fütur getirmek * bezginlik getirmek, bezmek. fütursuz * Çekinmez, umursamaz. fütursuzca * Önemsemeyerek, aldırmayarak. fütürist * Gelecekçi. fütürizm * İtalyan şairi Marinetti’nin 1909 yılında yayımladığı bildiri ile ortaya çıkan, yeni hayatıövmek, geleneksel
edebî kurallarıyıkmak amacını güden ve Dadacılık, gerçek üstücülük gibi akımlara öncülük etmişolan edebiyat çığırı,
gelecekçilik.fütüroloji * Gelecek bilimi. fütüvvet * Dinî ve meslekî birlik, esnaf teşkilâtı. füze * İtişgücü, bir yanıcıve bir yakıcımaddenin sürekli olarak yanmasından doğan hareket ettirici öge. füzeatar * II. Dünya Savaşından bu yana otomatik mermiler atan bazısilâhlara verilen ad. füzen * Resim çizerken kullanılan, taflan çubuklarından yapılan kalem, kömür kalem.
* Kömür kalemle yapılmışresim.füzesavar * Saldırınitelikli füzeleri etkisiz duruma getirmek amacıyla üretilen savunma sistemi. füzyometre * Erime ısısınıölçmeye yarayan cihaz. füzyon * Birleşme, kaynaşma. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 25
fob * Alıcı ile satıcıarasında kararlaştırılan bir fiyatın, malın satıcıtarafından belli bir limanda gemi üzerinde
teslimi şartıyla biçilmişolduğunu gösteren bir kısaltma.fobi * Belirli nesneler veya durumlar karşısında duyulan olağan dışı güçlü korku, yılgı. fodla * Çoğunlukla imaretlerde yoksullara verilen kepekli undan yapılmışpideye benzer bir tür ekmek. fodlacı * Evlere fodla dağıtan kimse.
* Fodla ile geçinen kimse.fodlacılık * Fodlacı olma durumu. fodra * Düz ve dik durması için elbisenin bazıyerlerine kumaşla astar arasına konulan sert ve kolalı bez. fodul * Üstünlük taslayan, kibirlenen. fodulca * Fodul gibi, fodula yaraşır (biçimde). fodulluk * Üstünlük taslama durumu, fodulca davranış. fok * Etçiller takımının fokgiller familyasından, 1-2 m boyunda, postu değerli, memeli deniz hayvanı, ayı balığı
(Phoca).fokgiller * Soğuk denizlerin kıyılarında yaşayan, etçiller takımının yüzgeç ayaklılar alt takımından bir familya. fokstrot * Dört tempolu bir dans. fokur fokur * Fokurdayarak. fokurdak * Fokurdama özelliği olan. fokurdama * Fokurdamak işi. fokurdamak * Ses çıkararak kaynamak. fokurdatma * Fokurdatmak işi. fokurdatmak * Fokurdamasını sağlamak. fokurtu * Sıvılar fokurdarken çıkan ses. fol * Tavuğun istenilen yere yumurtlaması için o yere konulan yumurta veya yumurtaya benzeyen şey. fol yok yumurta yok * ortada bu konu ile ilgili hiçbir belirti olmadığıhâlde varmışgibi bir kuşkuya düşmek. folk * Halk. folk müziği * Halk müziği.
* Özellikle II. Dünya Savaşından sonra Amerika’da başlayan halk şarkılarından esinlenen müzik.folk sanatçısı * Halk müziği ile uğraşan veya söyleyen sanatçı. folklor * Halk bilimi. folklorcu * Halk bilimci.
* Halk oyunlarınıöğreten veya oynayan kimse.folklorculuk * Folklorcunun işi veya mesleği.
* Halk bilimi ile uğraşmak işi.
* Halk oyunlarınıöğretmek veya öğrenmek işi.folklorik * Halk bilimi ile ilgili. folklorist * Bkz. folklorcu. folluk * Tavukların yumurtlaması için hazırlanmışyer. folyo kâğıdı * Yiyecekleri korumak ve saklamak için kullanılan, ince şeffaf kâğıt. fon * Belirli bir işiçin gerektikçe harcanmak üzere ayrılıp işletilen para.
* Sinemada, tiyatroda oyuncuların arkasındaki resim, fotoğraf veya çeşitli plâstik ögelerden oluşan dekor,
görüntü.
* (resimde) Bir tabloda, üzerinde konunun işlendiği boya katı.
* İç mimarîde üstüne başka şeyler eklenen bölüm.
* Bir kumaşın alt dokusu.fon müziği * Bir sahne eseri oynanırken çalınan müzik. fonda * Geminin demir attığıyer. fonda * Gemiler için demir atma komutu. fonda etmek * demir atmak. fondan * İçinde likör, tatlıveya hoşkokulu maddeler bulunan, ağızda kolayca eriyen bir tür şekerleme. fondip * Sonuna kadar, bir solukta bir dikişte. fondip yapmak * bir solukta, bir dikişte içmek. fondöten * Kadınların, cildi pürüzsüz göstermesi, renk vermesi için yüzlerine sürdükleri yarısıvıveya boyalıkrem,
düzgün.fonem * Ses birimi. fonetik * Ses bilgisi.
* Sesleri bütün özellikleri, ayrıntılarıyla gösteren, sesçil.fonetikçi * Ses bilgisi ile uğraşan, ses bilgisi uzmanı. fonksiyon * İşlev.
* Görev.
* Bir veya birçok değişken (değerleri değişebilen) niceliklere bağlı olarak değişen nicelik.
* Bir birleşikteki herhangi bir madde grubunun kimyasal görevi, bu görevi nitelendiren özelliklerin tamamı.fonksiyonalizm * İşlevcilik, görevcilik. fonksiyonel * Fonksiyonla ilgili; fonksiyonları inceleyen, işlevsel.
* Bir kimyasal fonksiyon ile ilgili.fonograf * Önceden özel bir madde üzerine tespit edilmişsesleri istendiğinde tekrarlayan cihaz, sesyazar, gramofon. fonografi * Seslerin gerektikçe tekrarlanmasını sağlamak için, bunların titreşimlerini, madde üzerine iz olarak geçirme
yöntemi.fonojenik * Sesi radyo veya fonografa uygun olan (kimse). fonolit * Sesli taş. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 26
fonolog * Ses bilimci. fonoloji * Ses bilimi. fonotelgraf * Telefonla iletilen telgraf. font * Dökme demir, pik (I). fora * Yelkenleri açtırmak için verilen komut. fora * Ayakkabıüstüyle pençesi arasına konulan parça. fora etmek * açmak, çözmek.
* çekip çıkarmak.
* açmak, çıplak duruma getirmek.forint * Macar para birimi. form * Biçim, şekil.
* Bir şeyin istenilen ve olması gereken durumu.
* İstenilen şeylerin yazılması, doldurulması için hazırlanmış basılı belge.forma * Biçim, şekil.
* Öğrencilerin, sporcuların, bazımesleklerde çalışanların giydikleri, bağlı bulundukları okul, spor klübü veya
meslekleri belirten tek tip giysi.
* Tek kâğıt tabaka üzerine basılan 16 sayfalık kırılmışkitap parçası.forma başlık * Dalgıçların eskiden kullandığıyuvarlak metal başlık. formaldehit * Doymuşaldehitlerin ilk üyesi olan H-CHO formülündeki aldehit. formalık * Forma yapmak için ayrılmış, forma yapmaya uygun.
* Herhangi bir sayıda forması olan.formalist * Biçimci, formaliteci, şekilci. formalite * Yöntem veya yasaların gerektirdiği işlem.
* Önem verilmediği hâlde bir zorunluluğa bağlı olarak yapılan biçimsel davranış.
* Yerine getirilmesi kanunca zorunlu kılınan işlem.formaliteci * Özellikle resmî işlerde yöntemlere, tüzüklere sıkısıkıya bağlanıp işlerin yürümesini güçleştiren kimse.
* Biçimci, şekilci, şekilperest, formalist.formalizm * Biçimcilik. formasyon * Biçimlenme.
* Belirli bir düzeyde eğitim görme, yetişme.format * Film veya fotoğrafta boyutlar. formatlama * Formatlamak işi. formatlamak * Bilgisayarda bir disketi zararlıögelerden temizlemek. formatlı * Bilgisayarda bir disketin zararlıögelerden temizlenmişdurumu. formda olmak * gerekli güç ve yeteneklere sahip olmak. formdan düşmek * güç ve yeteneği yitirmek. formel * Biçimsel. formen * Ustabaşı.
* İşçilerin düzenli ve verimli çalışmasınısağlayan ve işçiler üzerinde otoritesi olan işçi.formik asit * Karıncalarda ve bazı bitkilerde bulunan asit (HCOOH), karınca asidi. formika * Fenol formol reçinesine batırılmışve yüzeyi yapay reçine ile kaplanmış birkaç kat kâğıttan oluşan ve çoğu
marangozlukta kullanılan bir çeşit madde.formol * Formaldehidin %40′ lık değişik sulu çözeltisine verilen ad. formunu korumak * gerekli güç ve yeteneği bozmadan devam ettirmek.
* diri ve canlı görünmek.formül * Genel bir olguyu, bir kuralıveya ilkeyi açıklayan simgeler takımı.
* Bir belgenin yazılacağı biçimi ve ona özgü olan deyimi gösteren örnek.
* Çıkar yol, tutulan yol, yöntem.
* Kalıplaşmış, basmakalıp anlatım.
* Bir veya birçok niceliğe bağlı bulunan bir niceliğin hesaplanmasına yarayan cebirsel anlatım.
* Birleşik bir cismin birleşimine giren maddeleri ve bunların o birleşik maddedeki oranlarını gösteren
kısaltma takımı.formül bulmak * bir işi çözümleyecek çıkar yol bulmak, çözüm bulmak. formüle * “Bir düşünceye bir anlatım biçimi vermek” anlamında kullanılan formüle etmek birleşik fiilinde geçer. formüler * Formül dergisi. formülleşme * Formülleşmek işi. formülleşmek * Formül durumuna gelmek, kısa ve özlü duruma gelmek. formülleştirme * Formülleştirmek işi. formülleştirmek * Formül durumuna getirmek. foroz * Bir ağatılışında çıkarılan balık miktarı. foroz kayığı * Dalyandan balık çıkarmak için kullanılan kayık. fors * Devlet başkanının bulunduğu yerlere, amirallerin çalıştıklarıkuruluşlara veya gemilere, generallerin
garnizonlarına ve bu düzeydeki görevlilerin arabalarına çekilen üç veya dört köşeli bayrak.
* Söz geçirirlik, saygınlık.forsa * Gemilerde kürek çeken tutsak veya hükümlü kimse. forseps * Bazı güç doğumlarda çocuğun başınıtutup dışarıçekmeye yarayan araç. forslu * Üzerine fors çekilmiş(gemi, otomobil).
* Sözü geçer, güçlü.forsmajör * Zorlayıcısebep. forsu olmak * bir konuda saygınlığı, gücü, söz geçirirliği bulunmak. fort pense * Küçük başlıvidalarısıkmakta kullanılan özel bir alet. forte * Parçanın güçlü çalınacağını gösterir. fortepiano * F. P. harfleriyle gösterilen, parçanın önce güçlü çalınıp söyleneceğini, hemen sonra hafifletileceğini belirten
terim.fortissimo * Bir müzik eserinde bazı bölümlerin çok güçlü çalınması gerektiğini belirtir. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 27
forum * Eski Romalılar zamanında, Roma’da ve diğer şehirlerde kamu işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan.
* Dinleyici durumunda olanların da söz alabildikleri belli bir konu üzerinde düzenlenmiştoplantı.
* Bazısorunların görüşülerek karara bağlandığı genel toplantı.
* Tartışma alanı.forvet * Futbolda görevi karşıtarafa top sürmek ve gol atmak olan ileri uçtaki oyuncu, akıncı. fos * Çürük, temelsiz, boş, kof. fos çıkmak * bir işin sonu gelmemek, boşçıkmak. fosfat * Fosforik asidin tuzu veya esteri. fosfatlama * Fosfatlamak işi. fosfatlamak * Ekilen topraklara fosfatlı gübre vermek.
* Madensel bir parçanın yüzeyinde koruyucu bir fosfat tabakası oluşturmak.fosfatlı * İçinde fosfat olan. fosfor * Atom numarası15, atom ağırlığı30,97 olan, yarısaydam, bal mumu kıvamında, karanlıkta ışıldayan
sarımsak kokulu, 1,83 yoğunluğunda, zehirli bir element. KısaltmasıP.fosforışı * Bazıcisimlerin veya canlıvarlıkların normal sıcaklığında hissedilir bir artışolmadan, karanlıkta ışık verme
özelliği.fosforışıl * Fosforışıözelliği olan. fosforik * Gübre, sabun, deterjan yapımında ve eczacılıkta kullanılan, renksiz sıvıanlamına gelen fosforik asit
teriminde geçer.fosforik asit * Fosfor, hidrojen ve oksijenden oluşan, suda kolay çözünen, 42° C’ de eriyen, kristal yapılı, renksiz bir asit
(H3PO4).fosforlu * Birleşiminde fosfor olan.
* Işıklı, parlak.
* Gösterişli, çok boyalı.fosforsuz * Fosforu olmayan. fosgen * Karbonmonoksit ile klordan meydana gelen boğucu bir gaz. fosil * Yerin altında kalıp taşlaşmışhayvan ve bitki kalıntısı, taşıl, müstehase.
* Düşünce, yaşayış biçimi vb. bakımlardan çağın gerisinde kalmışkimse.fosilleşme * Fosilleşmek durumu, taşıllaşma. fosilleşmek * Fosil durumuna gelmek, taşıllaşmak.
* Gerilemek, köhneleşmek.fosilli * İçinde fosil bulunan. foslama * Foslamak işi. foslamak * Fos çıkmak. foslatma * Foslatmak işi. foslatmak * Yanlışınıveya hilesini ortaya çıkararak birini bozmak, utandırmak. fosseptik * Lâğım çukuru. fosur fosur * “Tütün, sigara vb.nin dumanınısavurarak içmek” anlamında fosur fosur içmek deyiminde geçer. fosurdama * Fosurdamak işi. fosurdamak * Solurken ağızdan ses çıkarmak. fosurdatma * Fosurdatmak işi. fosurdatmak * Tütün, sigara vb. ni duman çıkararak içmek. fosurtu * Sigarayıfosur fosur içerken çıkan ses. foşa * Tombul fındık grubunda standart bir fındık çeşiti. foşurdama * Foşurdamak işi. foşurdamak * Foşur foşur ses çıkarmak. foşurdata foşurdata * Foşurdayarak, foşurdatır bir biçimde. foşurdatma * Foşurdatmak işi. foşurdatmak * Suyun foşurdamasına yol açmak. fota * İçinde şarap yapılan bir çeşit fıçı. fotin * Bkz. potin. foto * Işık. foto * Fotoğraf sözünün kısaltılmışı. fotoakım * Fotoelektrik olayından elde edilen akım. fotoelektrik * Işığın etkisiyle elektrik üretme, yaratma.
* Işık ışımalarının etkisiyle oluşan her tür elektrik olayı için kullanılır.fotofiniş * Bir yarışta, yarışanların varışanınıtespit eden araç. fotoğraf * Görüntüyü, ışığa karşıduyarlıklı(cam, kâğıt gibi) bir yüzey üzerinde özel makine ile tespit etme yöntemi.
* Bu yöntemle tespit edilerek çoğaltılan resim.fotoğraf çekmek * fotoğraf makinesiyle görüntü tespit etmek. fotoğraf makinesi * Fotoğraf çekerken görüntüyü duyarlıklıyüzey üzerinde tespit etmeye yarayan cihaz. fotoğrafçı * Fotoğraf çeken veya basan kimse.
* Fotoğraf çekilen veya fotoğraf makinesi satılan yer, fotoğrafhane.fotoğrafçılık * Fotoğraf çekme yöntemi.
* Fotoğrafçının mesleği.fotoğrafhane * Fotoğrafçının çalıştığıyer. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 28
fotoğrafınıalmak * fotoğraf makinesiyle resmini çekmek. fotoğraflama * Fotoğraflamak işi. fotoğraflamak * Fotoğrafla tespit etmek, fotoğrafını çekmek, görüntülemek. fotojen * Işık yaratan, doğuran. fotojenik * Işığın bazıcisimler üzerine yaptığıkimyasal etki ile ilgili veya bu etkileri yaratma özelliği taşıyan.
* Fotoğraf kâğıdınıçok etkileyen.
* Fotoğrafta veya sinema filminde güzel bir etki bırakan (yüz, duruş).fotokimya * Işık etkisiyle oluşan kimyasal tepkimeleri inceleyen bilim. fotokinezi * Bazıhayvanlarıkaranlıkta ışık, çok aydınlıkta karanlık aramaya iteleyen dürtü. fotokopi * Tıpkıçekim, eşçekim. fotokopici * Fotokopi işlerini yapan, fotokopi çeken kimse. fotokopicilik * Fotokopicinin işi. fotolitografi * Taşveya maden üzerindeki örneklerin, ışığa duyarlıtabakalar üzerinde fotoğraf veya kopya yoluyla
çıkarılmasında kullanılan baskıtekniği.fotomekanik * Fotoğraftan baskıklişesi elde etmek için uygulanan her türlü yöntem. fotometre * lşıkölçer. fotometri * Işık ölçümü. fotomodel * Fotoğraf veya reklâm fotoğrafları için modellik eden kimse. fotomontaj * Bir konu üzerindeki eksik bölümleri tamamlamak veya daha çok konuyu bir araya toplamak için birkaç
fotoğrafın birleştirilmesi.fotomorfoz * Canlıvarlıkların birey oluşsırasındaki gelişimi üzerinde ışığın yaptığıetki. fotoroman * Bir metinle bir dizi fotoğraftan oluşan hikâye veya roman. fotosentez * Yeşil bitkilerin ışıkta basit birleşiklerinden karmaşık yapılı organik moleküller yapması. fotosfer * Işık yuvarı. fotoskop * Merceklerin uyumundaki değişiklikleri, onların yüzeylerindeki yansımalarla gözlemeye yarayan alet. fotoşimi * Fotokimya. fototaksi * Bkz. fototaktizm. fototaktizm * Işığa göçüm. fototek * Fotoğraf belgeliği. fototerapi * lşığın tedavi amacıyla kullanılması. fototropizm * Işığa doğrulum. foya * Parıltısınıartırmak için elmas taşlarının altlarına konan ince metal yaprak. foyasıçıkmak * bir olay dolayısıyla bir kimsenin kötü niteliği ortaya çıkmak. foyasını belli etmek * göz boyacılığı, suçu, kötü niteliği veya gizli niyeti ortaya çıkmak. fötr * Şapka, çanta, çiçek ve başka süs eşyasıyapmak için kullanılan ince ve yumuşak keçe. Fr * Fransiyum’un kısaltması. fragman * Tanıtma filmi. frak * Resmî törenlerde giyilen uzun etekli, eteğinin arkası beline kadar yırtmaçlı, siyah, resmî erkek ceketi ve
takımı.fraklı * Frakı olan. fraksiyon * Bir siyasî partinin politikasınıparlâmentoda, yerel yönetimlerde, çeşitli kuruluşlarda yürütmek için
teşkilâtlanmışgrup, bölüntü, bölüngü.
* Bir siyasî partinin içinde, partinin izlemekte olduğu ana siyasî çizgiye karşı olan, ayrı bir teşkilât merkezi
bulunan ve partinin çoğunlukla aldığıkararlara karşısavaşan parti içi grup.francala * İyi nitelikli undan yapılan ince uzun ekmek. francalacı * Francala yapan veya satan kimse. francalacılık * Francala yapma ve satma işi. francalalık * Francala yapmaya uygun olan (un). frank * Fransız para birimi. franklık * Frank değerinde. Fransız * Fransa’da yaşayan bir halk ve bu halkın soyundan olan kimse.
* Fransız halkına özgü olan, Fransa ile ilgili olan.Fransızca * Hint-Avrupa dillerinden, Fransa ve Fransız uygarlığını benimsemişülkelerde kullanılan dil.
* Bu dile özgü olan.Fransızlaşma * Fransızlaşmak işi. Fransızlaşmak * Fransız olmak, Fransızlığı benimsemek. Fransızlaştırma * Fransızlaştırmak işi. Fransızlaştırmak * Fransız kimliğini kazandırmak. Fransızlık * Fransız olma durumu. fransiyum * Aktinyum’dan elde edilen, atom numarası87, atom ağırlığı223 olan radyoaktif element. KısaltmasıFr. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 21
fingir fingir * Davranışve sözlerdeki aşırılığı anlatmak için fingirdemek fiiliyle birlikte kullanılır. fingirdek * Aşırıderecede oynak ve kırıtkan, cilveli (kadın). fingirdeme * Fingirdemek işi. fingirdemek * Dikkati çekecek kadar kırıtkan, oynak davranmak. fingirdeşme * Fingirdeşmek işi. fingirdeşmek * Birbiriyle fingirdeşmek. finiş * Bitme.
* Bir yarışın son bulduğu yer veya çizgi, varış.finişe kalkmak * uzun veya orta mesafe koşularda varışa yaklaşırken hızıartırmak. fink * “Hiçbir şeye aldırmadan gönlünce gezip eğlenmek” anlamına gelen fink atmak deyiminde geçer. fino * Çok tüylü küçük bir köpek türü.
* Esrar.firak * Ayrılış, ayrılık. firaklı * Üzüntülü, dokunaklı, içe işleyen. firar * Kaçma, kurtulma.
* Bir sanık, tutuklu veya hükümlünün gözcülerin elinden kurtulması.firar etmek * kaçmak. firara kadem basmak * kaçmak. firarî * Kaçak, kaçkın, kaçmışolan (kimse). firavun * Eski Mısır hükümdarlarına verilen unvan.
* Kibirli, suratsız ve kötü yürekli kimse.
* İskambil kâğıtlarıyla oynanan bir çeşit oyun.firavun faresi * Etçillerden, Afrika’da, özellikle Mısır’da yaygın, kedi büyüklüğünde bir hayvan (Herpestes ichneumon). firavun inciri * Frenk inciri. firavunlaşma * Firavunlaşmak işi. firavunlaşmak * Kötü, acımasız bir insan olmak. firavunluk * Firavun olma durumu.
* Firavunun görevi.fire * Her tür ticarî malda kuruma, dökülme, bozulma gibi sebeplerle eksilme, ağırlık yitimi.
* Bir işyapılırken çıkan artık parça.fire vermek * kuruma dolayısıyla eksilmek. firez * Ekin.
* Yeni çıkmaya başlamışekin.
* Biçilmiştarlada kalan tahıl kökleri, anız.firfiri * Parlak kızıl renk.
* Bu renkte olan.firik * Olgunlaşmak üzere olan tahıl.
* Çerez olarak yenen tahıl kavurgası.firiştahı gelse * en güçlüsü, en yetkilisi, en üstünü olsa. firkat * Ayrılış, ayrılık. firkate * Bkz. fırkata. firkateyn * Üç direkli, bir tür yelkenli savaşgemisi. firkete * Kadınların saçlarınıtutturmak için kullandıklarıU biçimindeki naylon, tel veya bağadan saç tokası. firketeleme * Firketelemek işi. firketelemek * Firkete ile tutturmak. firma * Tüzel kişiliği olsun olmasın bir ekonomik etkinlik birimi. firuze * Küpe ve yüzük taşı gibi bezek işlerinde kullanılan, mavi renkli, saydam olmayan hidratlıdoğal alüminyum
ve fosfattan oluşan değerli bir mineral.fisebilillâh * Hiçbir karşılık beklemeden. fiske * Parmaklardan birinin ucunu başparmağın başına iliştirip birdenbire ileriye fırlatarak yapılan vuruş.
* İki parmak ucu ile tutulabilen miktar.
* İnsan derisinde herhangi bir sebeple ortaya çıkan ufak ve içi su dolu kabartı.fiske fiske kabarmak (veya olmak) * kabarcıklar oluşmak. fiske kondurmamak (veya dokundurmamak) * bir kimse veya nesneyi en küçük bir tehlikeden bile korumak, titizlikle savunmak. fiskeleme * Fiskelemek işi. fiskelemek * Fiske vurmak.
* Hafifçe sitem etmek.fiskos * Başkalarının duyamayacağı biçimde gizli ve alçak sesle konuşma. fiskos etmek * başkalarının bulunduğu yerde birkaç kişi gizlice, alçak sesle konuşmak. fistan * Giysi.
* (İskoç, Arnavut ve Yunanlılarda) Erkeklerin giydikleri kısa, plili eteklik.fistanlı * Fistan giymiş. fistanlık * Fistan yapmaya elverişli. fistansız * Fistan giymemiş. fisto * Elde veya makinede işlenmişsüslü şerit.
* Dantele benzer süsleri olan bir tür kumaş.
* Bu kumaştan yapılmış.fistolu * Üzerine fisto dikilmişolan. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 22
fistül * Akarca. fiş * Prizden akım almaya yarayan araç.
* Bir eserin hazırlanmasında kolaylık sağlamak veya bir işe kılavuzluk etmek için yazılıp sınıflandırılan küçük
kâğıt yapraklarından her biri.
* Kumarda, bazıalışverişişlerinde para yerine kullanılan pul ve benzeri.
* Bir işi yaptırmak veya gereken sıranın alındığını belirtmek için bir koçandan koparılmışkâğıtlardan her biri,
makbuz.fişaçmak * bir işle ilgili konuda gereken bilgileri fişüzerine yazmaya başlamak, fişlemek. fişe * Bazımobilya kilitlerinin içinde bulunan, birbirinin benzeri fakat farklıölçüdeki uçlarıyaylıkilit elemanı. fişek * Tüfek, tabanca gibi hafif ateşli silâhların içine, atılmak için sürülen ve içinde barut bulunan bir kovan ile bu
kovanın ucuna yerleştirilmişmermiden oluşan cephane, kurşun.
* Donanma ve şenliklerde kullanılan çeşitli yanıcıveya patlayıcımaddeler.
* Silindir biçiminde üst üste konarak kâğıda sarılmışmadenî para.
* Fişek biçiminde yapılmış baharat ambalâjı.fişek atmak * ortalığıkarıştıracak bir söz söylemek.
* cinsel birleşmede bulunmak.fişek gibi * hızla. fişek salıvermek * ara bozacak söz söylemek. fişekçi * Fişek yapan veya satan kimse. fişekhane * Fişek yapılan yer. fişekli * İçinde fişek bulunan. fişeklik * Üzerine tüfek, tabanca fişekleri geçirilip bele asılan veya omuzdan bele doğru çapraz geçirilen kemer,
kargılık.
* Kütüklük.fişeklikli * Fişekliği olan. fişini tutmak * bir kimsenin davranışlarınıfişüzerinde belirlemek. fişka * Çipo tırnağınıkaldırıp asmak için geminin kenarında bulunan sabit veya hareketli demir askı. fişleme * Fişlemek işi. fişlemek * Fişüzerine yazmak.
* Bir işle ilgili konuda fişaçmak.fişlenme * Fişlenmek işi. fişlenmek * Fişe geçirilmek, fişe yazılmak.
* Güvenlik kuruluşlarında dosyası bulunmak.fişli * Fişe yazılmışolan.
* Güvenlik kuruluşlarında kaydı bulunan (kimse).fişlik * Fişkoymaya yarar yer veya kutu.
* Fişolmaya veya fişyapılmaya uygun olan.fit * Birini başkasına karşıkışkırtma. fit * Ödeşme, razı olma. fit * İngiliz uzunluk ölçüsü birimi olan foot, ayak sözünün çokluk biçimi. fit olmak * ödeşme, razı olmak. fit vermek (veya fit sokmak) * birini başkasına karşıkışkırtmak, arayıaçmak; kuşku uyandırmak. fitçi * Kışkırtıcı, ara bozucu, kovcu. fitçilik * Kışkırtıcılık, ara bozuculuk, kovculuk. fitil * Lâmbada, kandilde ve mumda yağın, çakmakta benzinin yanmasınısağlayan, türlü biçimlerde bükülmüş
veya dokunmuşpamuktan yapılan genellikle yağçekici madde.
* Derin yaraların tedavisinde, yara içine salınan steril gaz bezi şeridi.
* Anüse konulan donmuşyağkıvamında ve koni biçiminde ilâç.
* Eskiden toplarıve şimdi lâğımlarıateşlemekte kullanılan kaytan biçiminde tutuşturucu madde.
* Kumaşın altına kaytan biçiminde bükülmüş bir şey koyup üstten dikerek yapılan kabartma yol.
* Koltuk ve sandalye gibi oturulan eşyanın yapımında dikişveya çivileri gizlemekte kullanılan şerit.
* Dokunuşunda yolları olan kumaş.
* Elli kâğıtla oynanan ve en az sayısı olanın kazanmasıkuralına dayanan bir iskambil oyunu.fitil fitil burnundan gelmek * Bkz. burnundan gelmek. fitil gibi * çok sarhoş. fitil olmak * çok sarhoşolmak. fitil vermek * kızdırmak, azdırmak, kışkırtmak. fitilci * Fitil yapan veya satan kimse.
* Kargaşalık çıkaran (kimse).fitili almak * birdenbire telâşlanmak, kaygılanmak, öfkelenmek. fitilleme * Fitillemek işi. fitillemek * Fişek, dinamit gibi patlayıcımaddelerin fitilini ateşlemek.
* Birini kızdırmak veya kışkırtmak, fitil vermek.fitillenme * Fitillenmek işi. fitillenmek * Fitil takılmak.
* Kızdırılmak, kışkırtılmak.fitilli * Fitili olan veya fitille ateşlenen.
* Üzerinde dokuma doğrultusunda fitiller olan kumaş.fitilsiz * Fitili olmayan. fitin * Fitik asidin C6H6[OPO(OH)2]6, bir tuzu olan, fosforu tek mideliler tarafından değerlendirilemeyen
organik bir bileşik.fitleme * Fitlemek işi. fitlemek * Birini, başkasına karşıkışkırtmak, fitnelemek. fitlenme * Fitlenmek işi. fitlenmek * Biri başkasına karşıkışkırtılmak. fitne * Geçimsizlik, karışıklık, kargaşa.
* Fitneci, ara bozucu.fitne fesat çıkarmak * ara bozucu söz söylemek ya da davranışlarda bulunmak. fitne fücur * Çok fitneci, ara bozucu, karıştırıcı. fitne kumkuması * Ara bozucu kimse. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 23
fitne sokmak * ara bozmak, (insanları) birbirine katmak. fitneci * Fitne çıkaran, karıştırıcı, ara bozucu. fitnecilik * Fitneci olma durumu. fitneleme * Fitnelemek işi. fitnelemek * Çekiştirmek, yermek, gammazlamak, kovlamak. fitnelik * Karıştırma, çekiştirme, ara bozma. fitopatoloji * Bitki hastalıklarını inceleyen bilim dalı. fitre * Ramazan ayı içinde verilmesi dince buyrulan, miktarı belirli sadaka. fitret * Bkz. fetret. fiyaka * Gösteriş, çalım, afi, caka. fiyaka satmak * gösterişyapmak, caka yapmak, çalım satmak. fiyakacı * Gösterişçi, cakacı, fiyaka yapan (kimse). fiyakalı * Gösterişli, cakalı, fiyakası olan. fiyasko * Bir girişimde gülünç ve başarısız sonuç. fiyasko vermek * bir girişim başarısızlıkla sonuçlanmak. fiyat * Alım veya satımda bir şeyin para karşılığındaki değeri, eder, paha.
* Bir mal veya işgücü için uygun görülen para karşılığı.
* Bir değer ile para birimi arasındaki ilişki.fiyat (veya değer) biçmek * bir değer için ödenecek para karşılığını belirlemek. fiyat ayarlamak * para değerindeki değişiklik ve başka ekonomik şartlar dolayısıyla fiyatları düzenlemek. fiyat kırmak * fiyatıdüşürmek, fiyatı indirmek. fiyat vermek * isteyeceği veya ödeyeceği fiyatı bildirmek. fiyatlandırma * Fiyatlandırmak işi. fiyatlandırmak * Fiyatını belirtmek, fiyat tespit etmek, fiyatlandırmak. fiyatlanma * Fiyatlanmak işi. fiyatlanmak * (bir şeyin) Fiyatıyükselmek, pahalılaşmak. fiyatlarıdondurmak * fiyatların yükselmesini önlemek, fiyatların olduğu gibi kalmasını sağlamak. fiyatlı * Fiyatı olan, pahalı. fiyonk * Kelebek biçiminde bağlanmışkurdele vb. fiyonk makarna * Fiyonk biçiminde dökülmüşve satışa sunulmuşmakarna. fiyort * Norveç, İskoçya ve Kuzey Amerika kıyılarında buzulların oluşturduklarıdik yamaçlı, derin eski buzul
koyaklarının aşağıkesimlerinin deniz altında kalmasıyla oluşan körfez.fizibilite * Yapılabilirlik. fizik * (maddenin kimyasal yapısındaki değişiklikler dışında) Genel veya geçici yasalara bağlı, deneysel olarak
araştırılabilen, ölçülebilen, matematiksel olarak tanımlanabilen madde ve enerji olgularıyla uğraşan bilim dalı.
* İnsanın doğal yapısı.
* Kişinin dışgörünüşü.fizik gücü * Güçlü yapısı, gücü kuvveti. fizik kondüsyonu * Fiziksel ve ruhsal bakımdan bir sporcunun durumu. fizik ötesi * Doğa ötesi. fizik tedavisi * Hastalıklarısu, ışık, hava, elektrik gibi fiziksel ve mekanik yöntemlerle tedavi etme. fizik yapısı * Bir insanın vücut görünüşü. fizikçi * Fizik bilgini veya fizikle uğraşan kimse.
* Fizik öğretmeni.
* Fizik tedavisiyle uğraşan doktor.fizikî * Fiziksel. fizikî coğrafya * Yeryüzünün dışında insan ve öteki varlıklar üzerine etki yapan doğal olayların doğuşunu, oluşumunu ve
sonuçlarını inceleyen coğrafya bilimi.fizikî harita * Herhangi bir yerin dağlarını, ovalarını, plâtolarını, akarsularını, göllerini gösteren harita. fizikokimya * Kimyasal olaylarıfiziksel yöntemlerle çözümleyen, fizik ve kimya konularınıkapsayan bilim. fiziksel * Fizikle ilgili olan.
* Genel olarak doğaya, maddeye, nesnelere ilişkin olan.
* Gerçek, gerçek olma durumu.fizyokrat * Fizyokratlık yanlısı. fizyokratlık * Tarım emeğinin üretici emek olduğunu ve yalnızca bu emeğin, değeri yarattığını ileri süren XVIII.yüzyıl
ekonomi görüşü.fizyolog * Fizyolojist. fizyoloji * Canlıların hücre, doku ve organlarının görevlerini ve bu görevlerin nasıl yerine geldiklerini inceleyen bilim
dalı.fizyolojik * Fizyoloji ile ilgili, vücutla ilgili.
* Normal, doğal olarak işleyen.fizyolojist * Fizyoloji bilgini, fizyolog. fizyonomi * Yüz çizgilerinin genel durumundan çıkan anlam. fizyoterapi * 343 fizik tedavisi. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 24
fizyoterapist * Fizyoterapi uzmanı, hastalarıfizyoterapi yoluyla tedavi eden kimse. flâm * Bkz. emniyet kilidi. flâma * İşaret olarak veya çeşitli amaçlarla kullanılan küçük bayrak.
* Mühendislerin, haritacıların kullandığırenkli belirtme sırığı.
* Mızrak ucuna takılan küçük bayrak.
* İki veya üç köşeli, küçük boyutlu bayrak.flâmacı * Flâma kullanarak anlaşmayısağlayan kimse. Flâman * Flândra ülkesi halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Flâman halkına özgü olan.Flâman atı * Belçika kökenli iri koşum atı. Flâman kuşu * Bkz. flâmingo. Flâmanca * Hint-Avrupa dil ailesinden, Hollanda, Fransa ve Belçika’nın bir bölümünde konuşulan dil. flâmangiller * Kuşlar sınıfının leyleksiler takımına bağlıflâmanlar alt takımının bir familyası. flâmanlar * Kuşlar sınıfının, leyleksiler takımının bir alt takımı. flâmingo * Leyleksilerden, tüyleri beyaz, pembe, kanatlarının ucu kara, eti yenir bir kuş(Phoenicopterus ruber). flândra * Genellikle ince bezden yapılmış, uçkurluk bölümü dar, kurdele biçiminde bayrak. flândra balığı * Bkz. kurdele balığı. flânel * Keten ve yünden dokunan kumaş. flâş * Fotoğraf çekiminde ışık yeterli olmadığında bir görüntüyü net almak için kullanılan çok kısa süreli ve güçlü
parıltı.
* Fotoğraf çekiminde güçlü parıltıya ihtiyaç duyulduğunda kullanılan lâmba.
* İletişimde üstünlüğü, önceliği olan önemli haber.
* Gösterişe, ilgiye düşkün.flâş conta * Su motorlarında motor ile su borusu arasına geçirmezliği sağlamak için yerleştirilen yuvarlak lâstik veya
kauçuk madde.flâşör * Otomobillerde dört sinyal lâmbasının aynıanda yanıp sönmesini sağlayan düzen. flâvta * Flüt. flebit * Toplardamarlarda iç zar iltihabı. flegmon * Deri altındaki veya organlar arasındaki katılgan dokunun iltihaplanması. fleol * Buğdaygillerden, küçük bir çayır otu (Pheleum pratense). flibit * Bkz. flebit. flit * Sinek, sivrisinek gibi böcekleri öldürmek için püskürtülen ilâç.
* Bu ilâcıhavaya püskürten araç.flitleme * Flitlemek işi. flitlemek * Flit vb. kullanarak bir yere ilâç püskürtmek. flok * Geminin cıvadrasına çekilen üçgen yelken. flor * Bkz. flüor. flora * Bir bölgede yetişen bitkilerin hepsi, bitki örtüsü, bitey. floresan * Bkz. flüoresan. floresans * Bkz. flüoresans. flori * Altın para. florin * Hollanda para birimi, gulden. florya * Bkz. flurya. floş * Selülozdan, yapay, parlak, bükümsüz iplik. floş * Poker oyununda aynırenkten ve aynıtürden beşkâğıt. flöre * Eskrimde kullanılan, namlusu düz ve yuvarlak, ucu düğmeli kılıç. flört * Kadınla erkek arasındaki yakın ilişki, oynaş.
* Flört edilen kimse.
* Siyasal bir partiye, yabancı bir ülkeye vb. ne tam olarak bağlanmadan yaklaşma.flört etmek (veya yapmak) * karşıcinsten biriyle yakın ilişki kurmak. flûrcun * Bkz. kocabaş. flûrya * İspinozgillerden, tüyleri yeşilimsi, ağaçlık ve fundalıklarda yaşayan, güzel ötüşlü bir kuş, yelve (Chloris
chloris).flüor * Atom numarası9, atom ağırlığı19, yoğunluğu 1,265, kokusu ozonu andıran, yeşilimtırak sarırenkte,
halojenler grubunun ilk elementi olan basit element. KısaltmasıF.flüoresan * Flüorışıl. flüoresan lâmba * İçindeki seyreltilmişgazdan oluşan elektrik boşalmasısonunda yayılan ışınımların etkisiyle çeperleri
flüorışıl durumuna gelen cam tüp.flüoresans * Flüorışı. flüorışı * Bazıcisimlerin aldıklarıışığı, boyu daha uzun ışık ışınımlarına dönüştürmesi özelliği. flüorışıl * Flüorışıözelliği gösteren, flüoresan. flüorit * Kalsiyum flüorür birleşiminde, çeşitli renkleri olan bir mineral. flüorür * Flüorun başka bir elementle verdiği ikili birleşik. flüt * Yan tutularak çalınan, orkestrada yer alan bir üflemeli çalgı. flütçü * Flüt çalan kimse. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 13
fevk * Üst, yukarı. fevkalâde * Alışılmışolandan ayrı, olağanüstü, beklenmedik, görülmedik, işitilmedik.
* Aşırı, çok fazla.
* Çok iyi, çok üstün, çok güzel.fevkalâde hâl * Olağanüstü hâl. fevkalâdelik * Olağanüstülük, olağandan farklı olma durumu. fevkalbeşer * İnsan üstü.
* Üstün nitelikli insan.fevkanî * Üstte, üstteki. fevrî * Birdenbire, düşünmeden yapılan. fevrîlik * Fevri olma durumu. fevt * Elden çıkma (çıkarma), kaçırma, yitme.
* Ölme.fevt etmek * yitirmek, elden kaçırmak. fevt olmak * yitirmek.
* ölmek.fevvare * Fıskiye. feyezan * Taşma, taşkın, seylâp.
* Bereket.feyiz * Verimlilik, gürlük, ongunluk.
* İlerleme, kültürel gelişme, olgunluk.feyizlenme * Feyizlenmek işi. feyizlenmek * Feyzalıp aydınlanmak, istifade etmek. feyizli * Çok ürün veren, verimli. feylesof * Filozof. feylesofça * Filozofça. feylosofluk * Filozofluk. feyyaz * Çok verimli, gür. feyzalmak * Etkilenmek, olgunlaşmak, ders almak. feza * Uzay. fezleke * Özet, hulâsa.
* Bir kararın kısaca yazılması.
* Tahkikat evrakı.fıçı * Bir araya getirilerek çemberlerle tutturulmuşensiz tahtalardan yapılan, yuvarlak, karnışişkin ve altıüstü
düz kap.
* Bir fıçının alabildiği ölçü.fıçı balığı * Fıçıya istif edilmiş balık tuzlaması. fıçı gibi * bodur ve çok şişman. fıçıcı * Fıçıyapan veya satan kimse. fıçıcılık * Fıçıyapıp satma işi. fıçılama * Fıçıya koyma, fıçıya doldurma. fıçılamak * Fıçıya koymak. fıkara * Bkz. fukara. fıkdan * Yokluk, bulunmama durumu, eksiklik. fıkıh * Bir şeyi, gereği gibi, iyice anlayıp bilme.
* İslâm hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan yararlanarak konulmuşolan kuralların
bütünü.fıkır fıkır * Suyun, ses çıkararak kaynarken aldığıdurumu veya herhangi bir sıvının kaynayışınıanlatır.
* Cilveli, oynak.fıkır fıkır kaynamak * (bir şeyden bir yerde) çok bulunmak. fıkırdak * Cilveli, oynak (kadın). fıkırdaklık * Fıkırdak olma durumu. fıkırdama * Fıkırdamak işi. fıkırdamak * Fıkır fıkır kaynamak.
* Cilvelenmek.fıkırdaşma * Fıkırdaşmak işi. fıkırdaşmak * Oynakça davranışlarda bulunmak. fıkırdatma * Fıkırdatmak işi. fıkırdatmak * Fıkır fıkır kaynatmak.
* Cilve yapmasına sebep olmak.fıkırdayış * Fıkırdamak işi veya biçimi. fıkırtı * Kaynayan suyun çıkardığıses.
* Cilveleşme.fıkra * Kısa ve özlü anlatımı olan, nükteli, güldürücü hikâye, anekdot.
* Gazetelerin veya dergilerin belirli sütunlarında, genel başlık altında gündelik konuları bir görüşve
düşünceye bağlayarak yorumlayan ciddî veya eğlendirici yazıtürü.
* Kanun maddelerinin kendi içlerinde satır başlarıyla ayrıldıklarıufak bölümlerden her biri.
* Paragraf.
* Omur.fıkracı * Fıkra anlatan kimse.
* Fıkra yazarı.fıkracılık * Fıkra söyleme veya yazma işi. fıkrama * Fıkramak işi veya durumu.