Kategori: F

  • Türkçe Sözlük F Sayfa 10

    fennî * Fenle ilgili.
    * Yöntemine göre işgören.
    fennini almak (veya kapmak) * bir işin inceliklerini, püf noktalarınıkavrayıp o alanda usta olduğunu göstermeye başlamak.
    fenol * Boyacılıkla, plâstik maddelerin ve bazı ilâçların yapımında kullanılan, çoğunlukla maden kömürünün
    katranından çıkarılan benzinin oksijenli türevi, asit fenik.
    fenomen * Olay, olgu.
    * Görüngü.
    fenomenal * Olguya ilişkin.
    fenomenizm * Görüngücülük.
    fenomenoloji * Görüngü bilimi.
    fent * Düzen, hile.
    fent çevirmek * düzen, hile yapmak.
    feodal * Derebeylikle ilgili.
    feodalite * Derebeylik.
    feodalizm * Derebeylik sistemi.
    feodallik * Derebeylik, derebeyi olma durumu.
    fer * Parlaklık, aydınlık.
    * (gözde) Canlılık.
    fer * Pahalılık, ışık, nur, canlılık.
    ferace * Kadınların sokakta giydikleri, mantoya benzer, arkası bol, yakasız, çoğu kez eteklere kadar uzayan üst
    giysisi.
    * Dervişlerin giydiği bol bir tür hırka.
    feraceli * Ferace giymişolan (kimse).
    feracelik * Ferace yapmaya elverişli (kumaş).
    feragat * Hakkından kendi isteğiyle vazgeçme.
    feragat etmek * hakkından vazgeçmek, el çekmek.
    feragat göstermek * hakkından vazgeçmek.
    feragatli * Vazgeçebilen, özveride bulunabilen, özveri gösterebilen.
    ferağ * (bir işten) Vazgeçme, çekilme, el çekme, terk etme.
    * (bir mülkü) Başkasına bırakma, başkasının üstüne geçirme.
    ferah * Bol, geniş.
    * Havadar, aydınlık, iç açıcı.
    ferah * (kalp, gönül, iç vb. için) Sıkıntısız, tasasız, sevinçli olma durumu, sevinme, sevinç, iç rahatlığı, gönül
    açıklığı.
    ferah fahur * Ferih fahur, kolaylıkla, rahatlıkla.
    ferah ferah * Bol bol, genişgeniş.
    * İyiden iyiye, haydi haydi, rahatlıkla.
    * En aşağı.
    ferah tut * “iç rahatlığını, huzurunu koru” anlamında kullanılır.
    ferahfeza * Klâsik Türk müziğinde, yegâh perdesinde karar kılan makamlardan biri.
    ferahî * Bolluk, genişlik.
    * Ucuzluk.
    * Polis ve inzibat görevlilerinin boyunlarına taktıklarıayça biçiminde üstü yazılımetal arma.
    * II. Mahmut devrinde feslerin tepesine püskülü tutturmak için takılan metal tepelik.
    ferahlama * Ferah duruma gelme.
    ferahlamak * Genişlemek, açılmak.
    * Sıkıntısı, tasasıdağılmak.
    ferahlandırma * Ferahlandırmak işi veya durumu.
    ferahlandırmak * Ferahlamasısağlanmak.
    ferahlanma * Ferahlanmak işi veya durumu.
    ferahlanmak * Rahatlamak, üzüntü veya sıkıntısıkalmamak, açılmak, genişlemek.
    ferahlatıcı * Ferahlık veren, ferahlık sağlayan.
    ferahlatma * Ferahlatmak işi.
    ferahlatmak * Ferah duruma getirmek, rahatlatmak.
    ferahlık * Ferah olma durumu, genişlik, gönül açıklığı.
    ferahlık duymak * içinin açıklığını, rahatlığınıhissetmek.
    ferahnâk * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam.
    ferahnâkaşiran * Klâsik Türk müziğinde bir makam.
    ferahnüma * Klâsik Türk müziğinde bir makam.
    feraset * Anlayış, seziş, sezgi, zekâ.
    ferasetli * Anlayışlı.
    ferasetsiz * Anlayışsız.
    ferç * Dişi canlılarda üreme organının dış bölümü, vulva.
    ferda * Erte, yarın, yarınki.
    * Gelecek zaman, yarın.
    ferde * Küçük denk, top.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 11

    ferdenferda * Tek tek.
    ferdî * Bireysel, kişisel, fertle ilgili.
    ferdiyet * Bireysellik.
    ferdiyetçi * Bireyci.
    ferdiyetçilik * Bireycilik.
    ferhane * Birden çok mağazası bulunan eski hanların tipinde, avlulu geniş bina, büyük han veya kervansaray.
    feri * Ayrıntılarla ilgili, ayrıntıniteliğinde olan.
    * İkinci dereceden.
    feribot * Arabalarıveya vagonları bir kıyıdan öbür kıyıya geçirmeye yarayan gemi, araba vapuru.
    ferih * Çok sevinçli, neşeli.
    ferih fahur * Bolluk içinde.
    * Genişve sıkıntısız.
    * Bağımsız, bağlantısız, canının istediği gibi.
    ferik * Tümgeneral veya korgeneral.
    ferik * Kümes hayvanlarının civcivlikten çıkmışyavrusu, piliç.
    * Gevrek bir elma türü.
    feriklik * Tümgenerallik veya korgenerallik.
    feriştah * En iyisi, en güzeli, en üstünü.
    ferişte * Melek.
    ferli * Parlak (göz, ışık).
    ferma * Av köpeğinin gizlendiği yerden avı gözetlemesi.
    ferman * Buyruk, emir.
    * Osmanlı imparatorluğunda padişahın verdiği, uyulması gerekli hükümleri taşıyan yazılı buyruk, yarlık.
    ferman çıkarmak * padişah tarafından herhangi bir konuda emir verilmek.
    * yetkili bir kimse tarafından buyruk verilmek.
    ferman dinlememek * yasa, kural, yol yöntem tanımamak.
    ferman sizin * siz nasıl isterseniz öyle olsun!.
    fermanlı * Hükûmete karşı gelmek suçuyla aranan ve cezalandırılması için hakkında ferman çıkan (kimse).
    * Kimseden korkusu olmayıp dilediği gibi davranan.
    fermanlıdeli * Deli olduğu herkesçe bilinen kişi.
    fermantasyon * Mayalanma, tahammür.
    fermejüp * Çıtçıt.
    fermene * Türlü nakışlarla işlemeli, önü kavuşmayan, yeleğe benzeyen bir giysi.
    fermeneci * Fermene yapan veya satan kimse.
    fermeneli * Fermenesi olan.
    ferment * Maya, enzim.
    fermiyum * (fizikçi Fermi’nin adından) Einstenyumla aynızamanda bulunan ve atom sayısı100 olan yapay element.
    KısaltmasıFm.
    fermuar * Giysi, çanta vb. yerlerde kullanılan, karşılıklıdişler ve bunların üzerinde yürüyen kapatıcıdan oluşan
    mekanizma.
    fernez * Sünger toplamak için kullanılan makineli dalma aracı.
    fersah * Yaklaşık beşkilometrelik bir uzaklık ölçüsü.
    * (çok uzun) Uzaklık.
    fersah fersah * Pek çok, bol bol.
    fersahlık * Arasıherhangi bir fersah olan.
    fersiz * Donuk, cansız, (göz, ışık, yüz).
    fersizleşme * Fersizleşmek işi veya durumu.
    fersizleşmek * Fersiz duruma gelmek, donuklaşmak.
    fersizlik * Fersiz olma durumu.
    fersude * Eskimiş, yıpranmış, aşınmış.
    fert * Birey.
    fertik * Kaçma, uzaklaşma, sıvışma.
    fertik çekmek (veya fertiği kırmak) * kaçmak.
    feryadı basmak * çığlık koparmak, yüksek sesle haykırmaya başlamak.
    feryat * Haykırış, çığlık.
    feryat etmek * yüksek sesle haykırmak.
    * büyük bir yokluk, zarar ve sıkıntı içinde bulunmak.
    feryat figan * Haykırma, bağırma, çığlıklarla ağlama.
    feryat koparmak * yüksek sesle bağırmak, haykırmak.
    ferz * Satranç oyununda vezir.
    ferz çıkarmak * acemi bir oyuncuya karşıvezirsiz oynamak.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 12

    ferz çıkmak * satrançta piyade, karşıdaki en son kareye kadar sürülüp vezir olmak.
    fes * Şapka yerine kullanılan, kırmızı, kalın çuhadan yapılmış, tepesinde püskülü olan, silindir biçiminde başlık.
    fes rengi * Koyu kırmızırenk.
    * Bu renkte olan.
    fesahat * Anlatışta düzgünlük ve açıklıkla birlikte amaca uygunluk.
    fesat * Bozukluk.
    * Karışıklık, kargaşalık, ara bozuculuk.
    * Herhangi bir konuda iyimser olmayan, kötü yorumlayan.
    * Karıştırıcı, ara bozucu.
    * Hile.
    fesat karıştırmak (veya fesat çıkarmak) * ara bozmak, ortalığıkarıştırmaya çalışmak, insanları birbirine düşürecek işler yapmak.
    fesat kumkuması * Fesat kaynağı, ortaklığıkarıştırmayıhuy edinmiş, kötülük peşinde koşan kimse.
    fesata vermek * fesat çıkarmak.
    fesatçı * Ara bozucu, karışıklık çıkaran, ordubozan, müfsit.
    fesatçılık * Karıştırıcılık, ara bozuculuk, ordubozanlık.
    fesatlık * Fesat olma durumu, fesatça davranma.
    fesh etmek * Bkz. feshetmek.
    feshedilme * Feshedilmek işi.
    feshedilmek * Kapatılmak, dağıtılmak, faaliyetten men edilmek.
    feshetme * Feshetmek işi.
    feshetmek * (verilmiş bir yargıyı) Kaldırmak, bozmak.
    * Kapatmak, dağıtmak.
    fesih * (verilmiş bir yargıyı) Kaldırma, bozma.
    * Dağıtma, dağıtılma.
    fesini havaya atmak * külâhınıhavaya atarak sevinç gösterisinde bulunmak.
    fesleğen * Ballı babagillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, yaprakları güzel kokulu, beyaz veya pembe çiçekli, bir yıllık
    ve otsu bir süs bitkisi, reyhan (Ocimum basilicum).
    festekiz * Bkz. falan festekiz.
    festfut * Ayaküstü atıştırma, fast food.
    * Büyük mağazalarda hazır yemek bölümü.
    festival * Dönemi, yapıldığıçevre, katılanların sayısıveya niteliği programla belirtilen ve özel önemi olan sanat
    gösterisi.
    * Belli bir sanat dalında oyun ve filmlerin sunulmasıve gösterilmesi sonunda ödül veya derece verilmesi
    biçiminde düzenlenen ulusal veya uluslar arası gösteri dizisi, şenlik.
    * Bir bölgenin en ünlü ürünü için yapılan gösteri, şenlik.
    * Düzensiz toplantı, curcuna.
    fesuphanallah * Şaşma anlatır.
    feşmekân * Bkz. falan feşmekân.
    fetha * Aralık, ağız, delik.
    * Üstün (II).
    fethetme * Fethetmek işi.
    fethetmek * Bir yeri veya ülkeyi savaşarak almak, ülke açmak.
    * Herkesin takdirini, övgüsünü kazanıp kendine hayran bırakmak.
    fetih * Bir şehir veya ülkeyi savaşarak alma.
    fetihname * Bir yerin alındığınımüjdelemek için hükümdarların yabancıdevlet adamlarına, şehzadelere, valilere vb. ne
    yazdıklarıresmî mektup.
    fetiş * İlkel toplumlarda doğaüstü bir güç ve etkisi olduğuna inanılan canlıveya cansız nesne, tapınacak, put.
    * Tapınırcasına sevilen şey veya kimse.
    * Uğurlu sayılan şey.
    fetişist * Fetişizmi uygulayan (kimse, görüş).
    * Fetişizme düşkün (kimse).
    fetişizm * İlkel toplumlarda doğaüstü bir güç ve etkisi olduğuna inanılan canlıveya cansız nesnelere tapınma,
    tapıncakçılık, putperestlik.
    * Karşıcinsin giysi vb. şeyleriyle cinsî coşku ve doygunluk sağlama.
    fetret * İki peygamber veya padişah arasında peygambersiz veya padişahsız geçen süre.
    * İslâm dinine göre Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasında geçen süre.
    * İki olay arasındaki süre.
    * Hükûmet gücünün gevşediği bir yerde düzenin yeniden kurulmasına kadar geçen süre.
    fettan * Fitneli, karıştırıcı.
    * Gönül ayartıcı, cilveli.
    fettanca * Fettan gibi.
    fettane * Cilveli, gönül alıcı(kadın).
    fettanlaşma * Fettanlaşmak işi.
    fettanlaşmak * Fettan bir duruma gelmek.
    fettanlık * Fettan olma durumu.
    fetüs * Embriyonun gelişimini büyük ölçüde tamamladığı, bütün organ taslaklarının oluştuğu üçüncü aydan
    doğuma kadarki durumu.
    fetva * İslâm hukuku ile ilgili bir sorunun dinî hukuk kurallarına göre çözümünü açıklayan, şeyhülislâm veya
    müftü tarafından verilebilen belge.
    fetva vermek (veya çıkarmak) * bir işin yapılabilmesi için yargıda bulunmak.
    * gereksiz yere emir verir gibi konuşmak.
    fetvacı * Gereksiz yerde ve haddi olmayan emirler veren.
    fetvahane * Müftünün makamı.
    * Şeyhülislâm kapısı.
    fetvayişerife * Şeyhülislâm fetvası.
    fetvayişerife çıkarmak * Şeyhülislâm fetvası ilân etmek.
    fevç * İnsan kalabalığı.
    fevç fevç * Akın akın.
    feveran * Fışkırma, kaynama.
    * Birdenbire öfkelenme, köpürme, parlama.
    feveran etmek * birdenbire öfkelenmek, köpürmek, parlamak.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 1

    F * Flüor’un kısaltması.
    f, F * Türk alfabesinin yedinci harfi. Fe adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümsüz, sürtünücü dişdudak
    ünsüzünü gösterir.
    * Nota işaretleri harflerle gösterilirken fa sesini gösterir.
    * Bazıülkelerde ısı birimi olarak kullanılan fahrenhayt derecesinin göstergesi.
    * Merceğin odak uzaklığının sembolü.
    F.K.B * Fizik, kimya, biyoloji kısaltması.
    fa * Gam (II) dizisinde mi ile sol arasındaki ses.
    * Bu sesi gösteren nota işareti.
    fa anahtarı * Portedeki notaların fa yüksekliğinde olacağını gösteren işaret.
    faal * Çok çalışan, çalışkan, canlı, hareketli, aktif.
    * İşler durumda olan.
    * Etkin.
    faaliyet * Çalışkanlık, çalışma, canlılık, hareket.
    * İşler durumda olma, etkinlik.
    faaliyet göstermek * çalışmak.
    * işler durumda olmak, etkinlik göstermek.
    faaliyete geçmek * çalışmaya başlamak, çalışır duruma geçmek, işlemeye başlamak.
    * işler duruma gelmek, etkin duruma gelmek.
    faaliyette bulunmak * çalışma içine girmek.
    faaliyetten alıkoymak * çalışmasıdurdurulmak, çalışmadan alıkonulmak.
    fabl * Çoğunlukla manzum, sonuçta ahlâkî bir ders çıkarılan alegorik hikâye.
    fabrika * İşlenmemişveya yarı işlenmişmaddelerin makine, araç ve benzeri ile işlenerek tüketime hazır duruma
    getirildiği sanayi kuruluşu, üretim evi.
    fabrikacı * Fabrika sahibi veya fabrika işleten kimse, fabrikatör.
    fabrikasyon * Fabrikada yapılarak tüketime hazır duruma getirilen (madde).
    fabrikatör * Fabrikacı.
    fabrikatörlük * Fabrika sahipliği veya işletmeciliği.
    facia * Çok üzüntü veren, acıklı olay, afet.
    * Trajedi, ağlatı.
    facialaşma * Facialaşmak durumu.
    facialaşmak * Facia durumuna gelmek.
    facialı * Faciası olan, facia gibi karşılanan.
    faça * İskambil destesinin en altındaki kâğıt.
    * Yüz, çehre, surat.
    * Giysi.
    * Yüklü geminin bordasındaki su düzeyi ile boşgeminin bordasındaki su düzeyi arasında kalan bölüm.
    faça etmek * serenleri başa veya geriye doğru çevirerek yelkenleri sarmak.
    façalı * Havalı, gösterişli.
    façası olmak * havalı, gösterişli olmak.
    façasınıalmak (veya al aşağıetmek) * birini mahçup etmek, bozmak.
    façeta * Elmasın yontulmuşyüzlerinden her biri, faseta.
    façetalı * Üzerinde façetaları bulunan.
    façuna * Halatın örselenecek yerine tel veya sicimle yapılan sargı.
    façuna etmek * sürtünme veya hava olaylarından korumak amacıyla, halatı ince iple sarmak.
    façunalık * Façuna yapmakta kullanılan tel veya sicim.
    fagosit * Yutar hücre.
    fagositoz * Hücre yutarlığı.
    fagot * Tahtadan parçalarıuç uca takılı, uzun bir boru biçiminde, perdeli bir üflemeli çalgı.
    fağfur * Çin imparatorlarına verilen unvan.
    * Çin’de yapılmışkâse, tabak, vazo gibi porselen eşya.
    fağfurî * Fağfurdan yapılmış.
    fahiş * Ölçüyü aşan, aşırı, çok fazla.
    * Ahlâka ve törelere uygun olmayan.
    fahişe * Orospu.
    fahişelik * Orospuluk.
    fahrenhayt * Erimekte olan buzun sıcaklığını32° C, kaynar suyun buhar sıcaklığını212° C de gösterebilecek biçimde
    derecelenmiş bulunan bir tür termometre.
    fahrî * Saygı için verilen veya övünç için kabul edilen (başkanlık, üyelik, doktora gibi unvan), onursal.
    * Gönüllü, karşılıksız.
    fahriye * Divan edebiyatında şairlerin kendi özelliklerinden övünerek söz ettikleri manzume veya manzumenin bir
    bölümü.
    fahte * Klâsik Türk müziğinde daha çok ilâhi, beste ve özellikle peşrev formlarında kullanılan, yirmi zamanlıve on
    iki vuruşlu bir büyük usul.
    fahur * Çok övünen, çok böbürlenen.
    faik * Üstün, yüksek.
    faikıyet * Üstünlük, yükseklik.
    fail * Eden, yapan, işleyen.
    * Hukukî sonuç doğuran bir suç işleyen kimse.
    * Özne.
    failimeçhul * Kimin yaptığı belli olmayan veya bilinmeyen.
    failimuhtar * İstediğini yapmakta özgür, başına buyruk.
    * Yaptıklarından sorumlu olacak durumda ve yaşta olan (kimse).
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 2

    fainal four * Dörtlü final.
    fair-play * Dürüst oyun.
    faiz * İşletmek için bir yere ödünç verilen paraya karşılık alınan kâr, getiri, ürem, nema.
    * Kapitalist ekonomide, artık değerin değişikliğe uğramış biçimi olarak paranın fiyatı, kiralanan paranın kira
    bedeli.
    faiz fiyatı * Faize verilen 100 kuruşkarşılığında alınan bir yıllık faiz.
    faizci * Faizle ödünç para veren kimse, tefeci.
    faizcilik * Faizcinin işi, tefecilik.
    faize vermek * (parayı) faizle ödünç vermek.
    faizlendirme * Faizlendirmek işi.
    faizlendirmek * Parayıfaize verip işletmek, çoğaltmak, nemalandırmak.
    faizli * (para için) Faizi olan, faizle işlem gören.
    faizsiz * (para için) Faizi olmayan.
    fak * Tuzak, kapan.
    Fak Fuk Fonu * Sosyal yardımlaşma amacıyla 1990’lıyıllarda kurulan, halk arasında bu kısaltmayla tanınan fakir fukara
    fonu.
    faka basmak * aldatılmak, tuzağa düşmek.
    faka bastırmak * aldatmak, tuzağa düşürmek.
    fakat * Yalnız, ancak, ama, lâkin.
    fakfon * Bakır, nikel ve çinkodan oluşan gümüşgörünüşünde bir alaşım.
    fakır * Yoksulluk, fukaralık.
    fakih * Fıkıh bilgini.
    fakir * Geçimini güçlükle sağlayan, yoksul, fukara.
    * Zavallı.
    * (nesneler için) Olması gerekenden az.
    * Alçak gönüllülük için birinci kişi zamiri görevinde kullanılırdı.
    * Hindistan’da yokluğa eziyete kendini alıştırmışderviş.
    fakir cevher * İçindeki madenin oranıdüşük olan maden cevheri.
    fakir düşmek * yoksullaşmak.
    fakir fukara * Yoksullar, geçimini sağlamakta güçlük çekenler.
    fakir tavuğu tek tek yumurtlar * destekçisi olmayan, dayanağı olmayan kimsenin işleri yavaşyürür.
    fakirane * Fakir gibi, fakire uygun düşen biçimde.
    fakirce * Fakire benzer durumda.
    fakirhane * Düşkünler yurdu.
    * Alçak gönüllülük göstermek için “evimiz” anlamında kullanılır.
    fakirizm * Hint felsefesinde insan vücudu bütün kötülüklerin kaynağısayıldığından, bedene eziyeti ruhun kurtuluşu
    ve mutluluğu için gerekli gören çilekeşlik, Hint dervişliği.
    fakirleşme * Yoksullaşma.
    fakirleşmek * Yoksullaşmak.
    fakirleştirme * Fakirleştirmek işi veya durumu.
    fakirleştirmek * Yoksullaştırmak.
    fakirlik * Yoksulluk.
    * Verimsizlik, kısırlık.
    * Yetersizlik.
    fakr * Bkz. fakır.
    faks * Belgegeçer.
    faksimile * Tıpkı basım.
    fakslama * Fakslama, belgegeçerleme işi.
    fakslamak * Belgeçerlemek, belgeçer ile göndermek.
    faktitif * Ettirgen fiil.
    faktör * Etken, etmen.
    fakül * Benek.
    fakülte * Bir üniversitenin, öğrenim alanıveya uzmanlık konusu bakımından ayrılmışkollarından her biri.
    fakülteli * Fakülte öğrencisi olan (kimse).
    fal * Geleceği öğrenmek, şans ve kısmeti anlamak amacıyla oyun kâğıdı, kahve telvesi, el ayası gibi şeylere
    bakarak anlam çıkarma.
    fal açmak (veya bakmak) * bakla, su, iskambil vb. ne bakarak gelecekte olacak şeyleri anlamaya çalışmak.
    fal taşı * Falcıların fala bakmak için kullandıklarıdeğişik biçim ve renklerdeki taş.
    falaka * Ceza olarak ayak tabanlarına vurmakta kullanılan, ayaklarıuygun bir durumda sıkıştırıp tutan kalınca bir
    sopa ile bunun iki ucuna bağlı bir ipi olan işkence aracı.
    * Bu araçla uygulanan dayak cezası.
    * Bazıkaldıraçlarda kullanılan ucu iple bağlıağaç parçası.
    falakacı * Sadrazamın, İstanbul kadısının, yeniçeri ağasının veya sekbanbaşının denetlemeler sırasında yanında
    bulunan ve suçlu bulunanlarıfalakaya yatıran görevli.
    falakalı * Falakası olan.
    falakaya çekmek (yatırmak, vurmak veya yıkmak) * falakaya bağlayarak dövmek.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 3

    falan * Söylenmesi istenmeyen veya gerekli görülmeyen bir özel adın yerini tutar.
    * Tarih, yer, kişi ve benzeri sözlerle sıfat tamlamalarıyapıldığında, bu tamlamalar, tekrarlanmak istenmeyen
    şeyleri genel olarak anlatmaya yarar.
    * Cümlede belirtilen nesne veya nesnelerden sonra gelerek “ve benzerleri” anlamında kullanılır.
    falan festekiz * Bkz. falan filân.
    falan feşmekân * Bkz. falan filân.
    falan fıstık * Bkz. falan filân.
    falan filân * Önem verilmeyen, hafifsenen şeyler için kullanılır.
    falanca * Falan.
    falanıncı * Söylenmesi gerekli görülmeyen sıra sayısıyerine kullanılır, filânıncı.
    falanj * Eski Yunanlılarda, özellikle Makedonya yayalarının çekirdeğini oluşturan mızraklıalay.
    * Bazıülkelerde yarıaskerî siyasî kuruluşlara verilen ad.
    falanjist * İspanya’da falanj üyesi.
    falcı * Fala bakmayıkendine geçim yolu yapan kimse.
    falcılık * Falcının işi.
    falçata * Bkz. falçete.
    falçete * Eğri kunduracı bıçağı.
    falez * Bkz. yalıyar.
    falihayır * İyiye yorulur olgu.
    fallus * Erkeklik organı.
    falname * Fala bakmanın inceliklerini ve yorumlama özelliklerini anlatan kitap.
    falso * Bir parça çalınır veya söylenirken yapılan nota yanlışlığı.
    * Yanlışdavranış.
    falso çıkmak * bozuk olmak, umduğunu bulamamak.
    falso vermek * bozulmaya yüz tutmak, açık vermek.
    falso yapmak * yanlışçalmak, söylemek.
    * yanlışdavranışta bulunmak.
    falsolu * Yanlış, hatalı, kusurlu.
    falsosuz * Hatasız, kusursuz.
    falya * Toplarıateşlemek için ağız otunun konulduğu delik.
    * Kapıp koyuverme, salıverme.
    falyanos * Yunus balığının iri bir türü.
    familya * Aile.
    * Birçok ortak özellikleri sebebiyle bir araya getirilen cinslerin topluluğu, fasile.
    * Karı, eş.
    fan * Havalandırma aracı, pervane, pervane kanadı; vantilâtör.
    * Sıcak veya soğuk havayıdengeli olarak savuran araç.
    fanatik * Bir kimseye veya bir şeye aşırıdüşkünlük ve tutkuyla bağlı olan (kimse), mutaassıp, bağnaz.
    fanatizm * Bir kimseye veya bir şeye aşırıdüşkünlük ve tutkuyla bağlılık, taassup, bağnazlık.
    fanfan * Konuşmasıçok iyi anlaşılmayan (kimse).
    fanfar * Üflemeli bakır çalgılardan oluşan orkestra.
    * Bu orkestranın çaldığıtartımlıve canlıparça.
    fanfin * “Anlaşılmayan yabancı bir dille konuşmak” anlamında kullanılan fanfin etmek deyiminde geçer.
    fangri * Mercan türünden bir balık.
    fani * İnsan gözünün algıladığıışık şiddeti.
    fâni * Ölümlü, gelip geçici, kalımsız.
    fâni dünya * Ölümlü, kalımsız dünya.
    fanilâ * Genellikle ince pamuk ipliğinden dokunmuş, ten üzerine giyilen iç çamaşırı.
    * Yumuşak yünden örülmüşveya dokunmuş, hafif ve gevşek kumaş.
    fânilik * Fâni olma durumu.
    fanta * Mavimsi yeşil renkli bir tür baştankara.
    fantasma * Gerçekte olmadığıhâlde var gibi görünen hayal.
    fantastik * Gerçekte var olmayan, gerçek olmayan, hayalî.
    * XVIII. yüzyıldan başlayarak Fransa’da gelişen bir edebî tür.
    fantaziye * Bkz. fantezi.
    fantazya * Arap atlılarının bayramlarda yaptıkları gösteri, atlı gösteri.
    fantazyalı * Fantazyası olan.
    fantezi * Sonsuz, sınırsız hayal.
    * Değişik heves, değişik beğeni, değişik düşünüş.
    * Süslü ve türü değişik olan.
    * Serbest biçimli beste veya alaturkada serbest biçimli şarkı.
    fantezist * Fantezi meraklısı, fanteziye düşkün.
    fanti * İskambil oyunlarında oğlan, bacak, veya vale adlarıyla bilinen kâğıt.
    fantom * Hayalet.
    fanus * Süslü, ayaklıfener.
    * Saat, mikroskop gibi araçlarıtozdan korumak için üzerlerine kapatılan, yarım küre biçiminde cam kap.
    * Genellikle silindir biçiminde olan mum, gaz lâmbası gibi aydınlatma araçlarının çevresini kapatarak
    rüzgârdan koruyan cam mahfaza.
    fanuslu * Fanusu olan.
  • Türkçe Sözlük F Sayfa 4

    fanya * Gözlü bir balık ağına iri gözlü ikinci bir ağeklendiğinde, bu ikinci ağa verilen ad.
    fanyol * Bakırdan yapılmış bariton veya tenor ses veren çalgı.
    far * Taşıtların ön bölümünde bulunan, uzağıaydınlatan güçlü ışık verici.
    far * Kadınların süs için göz kapaklarına sürdükleri çeşitli renkte boya, düzgün.
    farad * Elektrik sığa birimi.
    faraş * Toplanan süprüntüleri alıp atmak için kullanılan kürek biçiminde teneke veya plâstikten, saplıkap.
    faraşgibi (veya faraşkadar) * çok büyük veya çok genişaçılan (ağız).
    faraza * Diyelim ki, sayalım ki, söz gelişi, ola ki, tutalım ki.
    farazî * Bir varsayıma dayanan, varsayımsal, hipotetik.
    faraziye * Varsayım, hipotez.
    farba * Fırfır, farbala.
    farbala * Fırfır.
    fare * Sıçangillerden, küçük vücutlu, kemirgen, memeli hayvan (Mus).
    * Bazen sıçan yerine kullanılır.
    fare çıktığıdeliği bilir * bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağınıanlayınca nereye sığınacağını bilir.
    fare deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna (veya kıçına) kabak bağlamış * yapamayacağıkadar ağır bir işi varken başka bir işdaha yüklenmiş.
    * kendisi sığıntıdurumunda iken yanına bir kişi daha almış.
    fare deliği * Gizlenecek yer.
    fare deliği bin altın * herkesin kaçıp saklanacak bir yer aradığıdurumlarda, saklanılacak bir yer bulmak çok güçtür.
    fare dişi * Bir iğne veya boncuk oyasıtürü.
    fare düşse, başıyarılır * bir yerin boşve yoksulluk içinde bulunduğunu anlatır.
    fare kuyruğu * Tahta işlemeciliğinde veya ahşap doğramada, kilit yeri açmakta kullanılan ince, dar testere.
    fare otu * Sütleğengillerden, mavi çiçekli, tohumlarıfare zehiri olarak kullanılan bir bitki.
    farekulağı * Çuha çiçeğigillerden, tohumu kuşyemi olarak kullanılan bitkilerin cins adı(Anagallis).
    * Yabanî mercanköşk.
    fareler cirit oynamak * bir yerde kimseler bulunmamak.
    farenjit * Yutak iltihabı, hunnak, anjin.
    farfara * Ağzıkalabalık, gürültücü.
    * Övüngen.
    farfaracı * Gürültücü, şamatacı(kimse).
    farfaracılık * Farfaracı olma durumu.
    farfaralık * Farfara olma durumu, farfara davranış.
    farıma * Farımak işi.
    farımak * Güçsüz düşmek, yorulmak.
    * Eskimek, yıpranmak.
    * Vazgeçmek, usanmak.
    * Kocamak, yaşlanmak, ihtiyarlamak.
    fariğ * Vazgeçmiş, çekilmiş.
    * Sıkıntısız, rahat.
    * (bir mülkün) Kullanma hakkını başkasına bırakan.
    fariğolmak * vazgeçmek, çekilmek, el çekmek.
    farika * Bir şeyin benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, ayırmaç.
    faril * Balık ağlarının alt ve üst yanlarına geçirilen keçi kılından yapılmışip.
    Farisî * Farsça.
    fariza * Tanrı buyruğu.
    * Yapılması gerekli ödev, görev.
    * Şeriata uygun bir biçimde mirasçılara düşen pay.
    fark * Bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasınısağlayan ayrılık; benzer şeyleri birbirinden ayıran
    özellik, başkalık, ayrım.
    * Ayrım.
    * Çıkarma işleminin sonucu.
    fark atmak * ileri gitmek, çok üstün gelmek.
    fark etmek * görmek, seçmek.
    * anlamak, sezmek.
    * değişmek, başkalaşmak.
    * ayırt etmek.
    fark etmez * önemi yok, etkisi olmaz, değişmez.
    fark gözetmek * ayrıtutmak.
    fark olunmak * seçilip ayırt edilmek.
    * anlaşılmak.
    * sezilmek.
    farkına varmak * gözüne çarpmak, fark etmek, anlamak.
    farkında olmak * sezmek, anlamak.
    farkında olmamak * görülmesi veya bilinmesi gereken şeylerden haberi bulunmamak, kavranması gereken bir şeye dikkat
    etmemek.
    farklı * Farkı olan, aralarında fark bulunan, değişik, ayrımlı.
    farklıca * Farklı gibi.
    farklılaşma * Farklılaşmak işi, ayrımlaşma.
    * Ayrımlaşma.
    farklılaşmak * Farklıduruma gelmek, ayrımlaşmak.
    farklılaştırma * Farklılaştırmak işi.