fennî | * Fenle ilgili. * Yöntemine göre işgören. |
fennini almak (veya kapmak) | * bir işin inceliklerini, püf noktalarınıkavrayıp o alanda usta olduğunu göstermeye başlamak. |
fenol | * Boyacılıkla, plâstik maddelerin ve bazı ilâçların yapımında kullanılan, çoğunlukla maden kömürünün katranından çıkarılan benzinin oksijenli türevi, asit fenik. |
fenomen | * Olay, olgu. * Görüngü. |
fenomenal | * Olguya ilişkin. |
fenomenizm | * Görüngücülük. |
fenomenoloji | * Görüngü bilimi. |
fent | * Düzen, hile. |
fent çevirmek | * düzen, hile yapmak. |
feodal | * Derebeylikle ilgili. |
feodalite | * Derebeylik. |
feodalizm | * Derebeylik sistemi. |
feodallik | * Derebeylik, derebeyi olma durumu. |
fer | * Parlaklık, aydınlık. * (gözde) Canlılık. |
fer | * Pahalılık, ışık, nur, canlılık. |
ferace | * Kadınların sokakta giydikleri, mantoya benzer, arkası bol, yakasız, çoğu kez eteklere kadar uzayan üst giysisi. * Dervişlerin giydiği bol bir tür hırka. |
feraceli | * Ferace giymişolan (kimse). |
feracelik | * Ferace yapmaya elverişli (kumaş). |
feragat | * Hakkından kendi isteğiyle vazgeçme. |
feragat etmek | * hakkından vazgeçmek, el çekmek. |
feragat göstermek | * hakkından vazgeçmek. |
feragatli | * Vazgeçebilen, özveride bulunabilen, özveri gösterebilen. |
ferağ | * (bir işten) Vazgeçme, çekilme, el çekme, terk etme. * (bir mülkü) Başkasına bırakma, başkasının üstüne geçirme. |
ferah | * Bol, geniş. * Havadar, aydınlık, iç açıcı. |
ferah | * (kalp, gönül, iç vb. için) Sıkıntısız, tasasız, sevinçli olma durumu, sevinme, sevinç, iç rahatlığı, gönül açıklığı. |
ferah fahur | * Ferih fahur, kolaylıkla, rahatlıkla. |
ferah ferah | * Bol bol, genişgeniş. * İyiden iyiye, haydi haydi, rahatlıkla. * En aşağı. |
ferah tut | * “iç rahatlığını, huzurunu koru” anlamında kullanılır. |
ferahfeza | * Klâsik Türk müziğinde, yegâh perdesinde karar kılan makamlardan biri. |
ferahî | * Bolluk, genişlik. * Ucuzluk. * Polis ve inzibat görevlilerinin boyunlarına taktıklarıayça biçiminde üstü yazılımetal arma. * II. Mahmut devrinde feslerin tepesine püskülü tutturmak için takılan metal tepelik. |
ferahlama | * Ferah duruma gelme. |
ferahlamak | * Genişlemek, açılmak. * Sıkıntısı, tasasıdağılmak. |
ferahlandırma | * Ferahlandırmak işi veya durumu. |
ferahlandırmak | * Ferahlamasısağlanmak. |
ferahlanma | * Ferahlanmak işi veya durumu. |
ferahlanmak | * Rahatlamak, üzüntü veya sıkıntısıkalmamak, açılmak, genişlemek. |
ferahlatıcı | * Ferahlık veren, ferahlık sağlayan. |
ferahlatma | * Ferahlatmak işi. |
ferahlatmak | * Ferah duruma getirmek, rahatlatmak. |
ferahlık | * Ferah olma durumu, genişlik, gönül açıklığı. |
ferahlık duymak | * içinin açıklığını, rahatlığınıhissetmek. |
ferahnâk | * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam. |
ferahnâkaşiran | * Klâsik Türk müziğinde bir makam. |
ferahnüma | * Klâsik Türk müziğinde bir makam. |
feraset | * Anlayış, seziş, sezgi, zekâ. |
ferasetli | * Anlayışlı. |
ferasetsiz | * Anlayışsız. |
ferç | * Dişi canlılarda üreme organının dış bölümü, vulva. |
ferda | * Erte, yarın, yarınki. * Gelecek zaman, yarın. |
ferde | * Küçük denk, top. |
Kategori: F
-
Türkçe Sözlük F Sayfa 10
-
Türkçe Sözlük F Sayfa 11
ferdenferda * Tek tek. ferdî * Bireysel, kişisel, fertle ilgili. ferdiyet * Bireysellik. ferdiyetçi * Bireyci. ferdiyetçilik * Bireycilik. ferhane * Birden çok mağazası bulunan eski hanların tipinde, avlulu geniş bina, büyük han veya kervansaray. feri * Ayrıntılarla ilgili, ayrıntıniteliğinde olan.
* İkinci dereceden.feribot * Arabalarıveya vagonları bir kıyıdan öbür kıyıya geçirmeye yarayan gemi, araba vapuru. ferih * Çok sevinçli, neşeli. ferih fahur * Bolluk içinde.
* Genişve sıkıntısız.
* Bağımsız, bağlantısız, canının istediği gibi.ferik * Tümgeneral veya korgeneral. ferik * Kümes hayvanlarının civcivlikten çıkmışyavrusu, piliç.
* Gevrek bir elma türü.feriklik * Tümgenerallik veya korgenerallik. feriştah * En iyisi, en güzeli, en üstünü. ferişte * Melek. ferli * Parlak (göz, ışık). ferma * Av köpeğinin gizlendiği yerden avı gözetlemesi. ferman * Buyruk, emir.
* Osmanlı imparatorluğunda padişahın verdiği, uyulması gerekli hükümleri taşıyan yazılı buyruk, yarlık.ferman çıkarmak * padişah tarafından herhangi bir konuda emir verilmek.
* yetkili bir kimse tarafından buyruk verilmek.ferman dinlememek * yasa, kural, yol yöntem tanımamak. ferman sizin * siz nasıl isterseniz öyle olsun!. fermanlı * Hükûmete karşı gelmek suçuyla aranan ve cezalandırılması için hakkında ferman çıkan (kimse).
* Kimseden korkusu olmayıp dilediği gibi davranan.fermanlıdeli * Deli olduğu herkesçe bilinen kişi. fermantasyon * Mayalanma, tahammür. fermejüp * Çıtçıt. fermene * Türlü nakışlarla işlemeli, önü kavuşmayan, yeleğe benzeyen bir giysi. fermeneci * Fermene yapan veya satan kimse. fermeneli * Fermenesi olan. ferment * Maya, enzim. fermiyum * (fizikçi Fermi’nin adından) Einstenyumla aynızamanda bulunan ve atom sayısı100 olan yapay element.
KısaltmasıFm.fermuar * Giysi, çanta vb. yerlerde kullanılan, karşılıklıdişler ve bunların üzerinde yürüyen kapatıcıdan oluşan
mekanizma.fernez * Sünger toplamak için kullanılan makineli dalma aracı. fersah * Yaklaşık beşkilometrelik bir uzaklık ölçüsü.
* (çok uzun) Uzaklık.fersah fersah * Pek çok, bol bol. fersahlık * Arasıherhangi bir fersah olan. fersiz * Donuk, cansız, (göz, ışık, yüz). fersizleşme * Fersizleşmek işi veya durumu. fersizleşmek * Fersiz duruma gelmek, donuklaşmak. fersizlik * Fersiz olma durumu. fersude * Eskimiş, yıpranmış, aşınmış. fert * Birey. fertik * Kaçma, uzaklaşma, sıvışma. fertik çekmek (veya fertiği kırmak) * kaçmak. feryadı basmak * çığlık koparmak, yüksek sesle haykırmaya başlamak. feryat * Haykırış, çığlık. feryat etmek * yüksek sesle haykırmak.
* büyük bir yokluk, zarar ve sıkıntı içinde bulunmak.feryat figan * Haykırma, bağırma, çığlıklarla ağlama. feryat koparmak * yüksek sesle bağırmak, haykırmak. ferz * Satranç oyununda vezir. ferz çıkarmak * acemi bir oyuncuya karşıvezirsiz oynamak. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 12
ferz çıkmak * satrançta piyade, karşıdaki en son kareye kadar sürülüp vezir olmak. fes * Şapka yerine kullanılan, kırmızı, kalın çuhadan yapılmış, tepesinde püskülü olan, silindir biçiminde başlık. fes rengi * Koyu kırmızırenk.
* Bu renkte olan.fesahat * Anlatışta düzgünlük ve açıklıkla birlikte amaca uygunluk. fesat * Bozukluk.
* Karışıklık, kargaşalık, ara bozuculuk.
* Herhangi bir konuda iyimser olmayan, kötü yorumlayan.
* Karıştırıcı, ara bozucu.
* Hile.fesat karıştırmak (veya fesat çıkarmak) * ara bozmak, ortalığıkarıştırmaya çalışmak, insanları birbirine düşürecek işler yapmak. fesat kumkuması * Fesat kaynağı, ortaklığıkarıştırmayıhuy edinmiş, kötülük peşinde koşan kimse. fesata vermek * fesat çıkarmak. fesatçı * Ara bozucu, karışıklık çıkaran, ordubozan, müfsit. fesatçılık * Karıştırıcılık, ara bozuculuk, ordubozanlık. fesatlık * Fesat olma durumu, fesatça davranma. fesh etmek * Bkz. feshetmek. feshedilme * Feshedilmek işi. feshedilmek * Kapatılmak, dağıtılmak, faaliyetten men edilmek. feshetme * Feshetmek işi. feshetmek * (verilmiş bir yargıyı) Kaldırmak, bozmak.
* Kapatmak, dağıtmak.fesih * (verilmiş bir yargıyı) Kaldırma, bozma.
* Dağıtma, dağıtılma.fesini havaya atmak * külâhınıhavaya atarak sevinç gösterisinde bulunmak. fesleğen * Ballı babagillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, yaprakları güzel kokulu, beyaz veya pembe çiçekli, bir yıllık
ve otsu bir süs bitkisi, reyhan (Ocimum basilicum).festekiz * Bkz. falan festekiz. festfut * Ayaküstü atıştırma, fast food.
* Büyük mağazalarda hazır yemek bölümü.festival * Dönemi, yapıldığıçevre, katılanların sayısıveya niteliği programla belirtilen ve özel önemi olan sanat
gösterisi.
* Belli bir sanat dalında oyun ve filmlerin sunulmasıve gösterilmesi sonunda ödül veya derece verilmesi
biçiminde düzenlenen ulusal veya uluslar arası gösteri dizisi, şenlik.
* Bir bölgenin en ünlü ürünü için yapılan gösteri, şenlik.
* Düzensiz toplantı, curcuna.fesuphanallah * Şaşma anlatır. feşmekân * Bkz. falan feşmekân. fetha * Aralık, ağız, delik.
* Üstün (II).fethetme * Fethetmek işi. fethetmek * Bir yeri veya ülkeyi savaşarak almak, ülke açmak.
* Herkesin takdirini, övgüsünü kazanıp kendine hayran bırakmak.fetih * Bir şehir veya ülkeyi savaşarak alma. fetihname * Bir yerin alındığınımüjdelemek için hükümdarların yabancıdevlet adamlarına, şehzadelere, valilere vb. ne
yazdıklarıresmî mektup.fetiş * İlkel toplumlarda doğaüstü bir güç ve etkisi olduğuna inanılan canlıveya cansız nesne, tapınacak, put.
* Tapınırcasına sevilen şey veya kimse.
* Uğurlu sayılan şey.fetişist * Fetişizmi uygulayan (kimse, görüş).
* Fetişizme düşkün (kimse).fetişizm * İlkel toplumlarda doğaüstü bir güç ve etkisi olduğuna inanılan canlıveya cansız nesnelere tapınma,
tapıncakçılık, putperestlik.
* Karşıcinsin giysi vb. şeyleriyle cinsî coşku ve doygunluk sağlama.fetret * İki peygamber veya padişah arasında peygambersiz veya padişahsız geçen süre.
* İslâm dinine göre Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasında geçen süre.
* İki olay arasındaki süre.
* Hükûmet gücünün gevşediği bir yerde düzenin yeniden kurulmasına kadar geçen süre.fettan * Fitneli, karıştırıcı.
* Gönül ayartıcı, cilveli.fettanca * Fettan gibi. fettane * Cilveli, gönül alıcı(kadın). fettanlaşma * Fettanlaşmak işi. fettanlaşmak * Fettan bir duruma gelmek. fettanlık * Fettan olma durumu. fetüs * Embriyonun gelişimini büyük ölçüde tamamladığı, bütün organ taslaklarının oluştuğu üçüncü aydan
doğuma kadarki durumu.fetva * İslâm hukuku ile ilgili bir sorunun dinî hukuk kurallarına göre çözümünü açıklayan, şeyhülislâm veya
müftü tarafından verilebilen belge.fetva vermek (veya çıkarmak) * bir işin yapılabilmesi için yargıda bulunmak.
* gereksiz yere emir verir gibi konuşmak.fetvacı * Gereksiz yerde ve haddi olmayan emirler veren. fetvahane * Müftünün makamı.
* Şeyhülislâm kapısı.fetvayişerife * Şeyhülislâm fetvası. fetvayişerife çıkarmak * Şeyhülislâm fetvası ilân etmek. fevç * İnsan kalabalığı. fevç fevç * Akın akın. feveran * Fışkırma, kaynama.
* Birdenbire öfkelenme, köpürme, parlama.feveran etmek * birdenbire öfkelenmek, köpürmek, parlamak. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 1
F * Flüor’un kısaltması. f, F * Türk alfabesinin yedinci harfi. Fe adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümsüz, sürtünücü dişdudak
ünsüzünü gösterir.
* Nota işaretleri harflerle gösterilirken fa sesini gösterir.
* Bazıülkelerde ısı birimi olarak kullanılan fahrenhayt derecesinin göstergesi.
* Merceğin odak uzaklığının sembolü.F.K.B * Fizik, kimya, biyoloji kısaltması. fa * Gam (II) dizisinde mi ile sol arasındaki ses.
* Bu sesi gösteren nota işareti.fa anahtarı * Portedeki notaların fa yüksekliğinde olacağını gösteren işaret. faal * Çok çalışan, çalışkan, canlı, hareketli, aktif.
* İşler durumda olan.
* Etkin.faaliyet * Çalışkanlık, çalışma, canlılık, hareket.
* İşler durumda olma, etkinlik.faaliyet göstermek * çalışmak.
* işler durumda olmak, etkinlik göstermek.faaliyete geçmek * çalışmaya başlamak, çalışır duruma geçmek, işlemeye başlamak.
* işler duruma gelmek, etkin duruma gelmek.faaliyette bulunmak * çalışma içine girmek. faaliyetten alıkoymak * çalışmasıdurdurulmak, çalışmadan alıkonulmak. fabl * Çoğunlukla manzum, sonuçta ahlâkî bir ders çıkarılan alegorik hikâye. fabrika * İşlenmemişveya yarı işlenmişmaddelerin makine, araç ve benzeri ile işlenerek tüketime hazır duruma
getirildiği sanayi kuruluşu, üretim evi.fabrikacı * Fabrika sahibi veya fabrika işleten kimse, fabrikatör. fabrikasyon * Fabrikada yapılarak tüketime hazır duruma getirilen (madde). fabrikatör * Fabrikacı. fabrikatörlük * Fabrika sahipliği veya işletmeciliği. facia * Çok üzüntü veren, acıklı olay, afet.
* Trajedi, ağlatı.facialaşma * Facialaşmak durumu. facialaşmak * Facia durumuna gelmek. facialı * Faciası olan, facia gibi karşılanan. faça * İskambil destesinin en altındaki kâğıt.
* Yüz, çehre, surat.
* Giysi.
* Yüklü geminin bordasındaki su düzeyi ile boşgeminin bordasındaki su düzeyi arasında kalan bölüm.faça etmek * serenleri başa veya geriye doğru çevirerek yelkenleri sarmak. façalı * Havalı, gösterişli. façası olmak * havalı, gösterişli olmak. façasınıalmak (veya al aşağıetmek) * birini mahçup etmek, bozmak. façeta * Elmasın yontulmuşyüzlerinden her biri, faseta. façetalı * Üzerinde façetaları bulunan. façuna * Halatın örselenecek yerine tel veya sicimle yapılan sargı. façuna etmek * sürtünme veya hava olaylarından korumak amacıyla, halatı ince iple sarmak. façunalık * Façuna yapmakta kullanılan tel veya sicim. fagosit * Yutar hücre. fagositoz * Hücre yutarlığı. fagot * Tahtadan parçalarıuç uca takılı, uzun bir boru biçiminde, perdeli bir üflemeli çalgı. fağfur * Çin imparatorlarına verilen unvan.
* Çin’de yapılmışkâse, tabak, vazo gibi porselen eşya.fağfurî * Fağfurdan yapılmış. fahiş * Ölçüyü aşan, aşırı, çok fazla.
* Ahlâka ve törelere uygun olmayan.fahişe * Orospu. fahişelik * Orospuluk. fahrenhayt * Erimekte olan buzun sıcaklığını32° C, kaynar suyun buhar sıcaklığını212° C de gösterebilecek biçimde
derecelenmiş bulunan bir tür termometre.fahrî * Saygı için verilen veya övünç için kabul edilen (başkanlık, üyelik, doktora gibi unvan), onursal.
* Gönüllü, karşılıksız.fahriye * Divan edebiyatında şairlerin kendi özelliklerinden övünerek söz ettikleri manzume veya manzumenin bir
bölümü.fahte * Klâsik Türk müziğinde daha çok ilâhi, beste ve özellikle peşrev formlarında kullanılan, yirmi zamanlıve on
iki vuruşlu bir büyük usul.fahur * Çok övünen, çok böbürlenen. faik * Üstün, yüksek. faikıyet * Üstünlük, yükseklik. fail * Eden, yapan, işleyen.
* Hukukî sonuç doğuran bir suç işleyen kimse.
* Özne.failimeçhul * Kimin yaptığı belli olmayan veya bilinmeyen. failimuhtar * İstediğini yapmakta özgür, başına buyruk.
* Yaptıklarından sorumlu olacak durumda ve yaşta olan (kimse). -
Türkçe Sözlük F Sayfa 2
fainal four * Dörtlü final. fair-play * Dürüst oyun. faiz * İşletmek için bir yere ödünç verilen paraya karşılık alınan kâr, getiri, ürem, nema.
* Kapitalist ekonomide, artık değerin değişikliğe uğramış biçimi olarak paranın fiyatı, kiralanan paranın kira
bedeli.faiz fiyatı * Faize verilen 100 kuruşkarşılığında alınan bir yıllık faiz. faizci * Faizle ödünç para veren kimse, tefeci. faizcilik * Faizcinin işi, tefecilik. faize vermek * (parayı) faizle ödünç vermek. faizlendirme * Faizlendirmek işi. faizlendirmek * Parayıfaize verip işletmek, çoğaltmak, nemalandırmak. faizli * (para için) Faizi olan, faizle işlem gören. faizsiz * (para için) Faizi olmayan. fak * Tuzak, kapan. Fak Fuk Fonu * Sosyal yardımlaşma amacıyla 1990’lıyıllarda kurulan, halk arasında bu kısaltmayla tanınan fakir fukara
fonu.faka basmak * aldatılmak, tuzağa düşmek. faka bastırmak * aldatmak, tuzağa düşürmek. fakat * Yalnız, ancak, ama, lâkin. fakfon * Bakır, nikel ve çinkodan oluşan gümüşgörünüşünde bir alaşım. fakır * Yoksulluk, fukaralık. fakih * Fıkıh bilgini. fakir * Geçimini güçlükle sağlayan, yoksul, fukara.
* Zavallı.
* (nesneler için) Olması gerekenden az.
* Alçak gönüllülük için birinci kişi zamiri görevinde kullanılırdı.
* Hindistan’da yokluğa eziyete kendini alıştırmışderviş.fakir cevher * İçindeki madenin oranıdüşük olan maden cevheri. fakir düşmek * yoksullaşmak. fakir fukara * Yoksullar, geçimini sağlamakta güçlük çekenler. fakir tavuğu tek tek yumurtlar * destekçisi olmayan, dayanağı olmayan kimsenin işleri yavaşyürür. fakirane * Fakir gibi, fakire uygun düşen biçimde. fakirce * Fakire benzer durumda. fakirhane * Düşkünler yurdu.
* Alçak gönüllülük göstermek için “evimiz” anlamında kullanılır.fakirizm * Hint felsefesinde insan vücudu bütün kötülüklerin kaynağısayıldığından, bedene eziyeti ruhun kurtuluşu
ve mutluluğu için gerekli gören çilekeşlik, Hint dervişliği.fakirleşme * Yoksullaşma. fakirleşmek * Yoksullaşmak. fakirleştirme * Fakirleştirmek işi veya durumu. fakirleştirmek * Yoksullaştırmak. fakirlik * Yoksulluk.
* Verimsizlik, kısırlık.
* Yetersizlik.fakr * Bkz. fakır. faks * Belgegeçer. faksimile * Tıpkı basım. fakslama * Fakslama, belgegeçerleme işi. fakslamak * Belgeçerlemek, belgeçer ile göndermek. faktitif * Ettirgen fiil. faktör * Etken, etmen. fakül * Benek. fakülte * Bir üniversitenin, öğrenim alanıveya uzmanlık konusu bakımından ayrılmışkollarından her biri. fakülteli * Fakülte öğrencisi olan (kimse). fal * Geleceği öğrenmek, şans ve kısmeti anlamak amacıyla oyun kâğıdı, kahve telvesi, el ayası gibi şeylere
bakarak anlam çıkarma.fal açmak (veya bakmak) * bakla, su, iskambil vb. ne bakarak gelecekte olacak şeyleri anlamaya çalışmak. fal taşı * Falcıların fala bakmak için kullandıklarıdeğişik biçim ve renklerdeki taş. falaka * Ceza olarak ayak tabanlarına vurmakta kullanılan, ayaklarıuygun bir durumda sıkıştırıp tutan kalınca bir
sopa ile bunun iki ucuna bağlı bir ipi olan işkence aracı.
* Bu araçla uygulanan dayak cezası.
* Bazıkaldıraçlarda kullanılan ucu iple bağlıağaç parçası.falakacı * Sadrazamın, İstanbul kadısının, yeniçeri ağasının veya sekbanbaşının denetlemeler sırasında yanında
bulunan ve suçlu bulunanlarıfalakaya yatıran görevli.falakalı * Falakası olan. falakaya çekmek (yatırmak, vurmak veya yıkmak) * falakaya bağlayarak dövmek. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 3
falan * Söylenmesi istenmeyen veya gerekli görülmeyen bir özel adın yerini tutar.
* Tarih, yer, kişi ve benzeri sözlerle sıfat tamlamalarıyapıldığında, bu tamlamalar, tekrarlanmak istenmeyen
şeyleri genel olarak anlatmaya yarar.
* Cümlede belirtilen nesne veya nesnelerden sonra gelerek “ve benzerleri” anlamında kullanılır.falan festekiz * Bkz. falan filân. falan feşmekân * Bkz. falan filân. falan fıstık * Bkz. falan filân. falan filân * Önem verilmeyen, hafifsenen şeyler için kullanılır. falanca * Falan. falanıncı * Söylenmesi gerekli görülmeyen sıra sayısıyerine kullanılır, filânıncı. falanj * Eski Yunanlılarda, özellikle Makedonya yayalarının çekirdeğini oluşturan mızraklıalay.
* Bazıülkelerde yarıaskerî siyasî kuruluşlara verilen ad.falanjist * İspanya’da falanj üyesi. falcı * Fala bakmayıkendine geçim yolu yapan kimse. falcılık * Falcının işi. falçata * Bkz. falçete. falçete * Eğri kunduracı bıçağı. falez * Bkz. yalıyar. falihayır * İyiye yorulur olgu. fallus * Erkeklik organı. falname * Fala bakmanın inceliklerini ve yorumlama özelliklerini anlatan kitap. falso * Bir parça çalınır veya söylenirken yapılan nota yanlışlığı.
* Yanlışdavranış.falso çıkmak * bozuk olmak, umduğunu bulamamak. falso vermek * bozulmaya yüz tutmak, açık vermek. falso yapmak * yanlışçalmak, söylemek.
* yanlışdavranışta bulunmak.falsolu * Yanlış, hatalı, kusurlu. falsosuz * Hatasız, kusursuz. falya * Toplarıateşlemek için ağız otunun konulduğu delik.
* Kapıp koyuverme, salıverme.falyanos * Yunus balığının iri bir türü. familya * Aile.
* Birçok ortak özellikleri sebebiyle bir araya getirilen cinslerin topluluğu, fasile.
* Karı, eş.fan * Havalandırma aracı, pervane, pervane kanadı; vantilâtör.
* Sıcak veya soğuk havayıdengeli olarak savuran araç.fanatik * Bir kimseye veya bir şeye aşırıdüşkünlük ve tutkuyla bağlı olan (kimse), mutaassıp, bağnaz. fanatizm * Bir kimseye veya bir şeye aşırıdüşkünlük ve tutkuyla bağlılık, taassup, bağnazlık. fanfan * Konuşmasıçok iyi anlaşılmayan (kimse). fanfar * Üflemeli bakır çalgılardan oluşan orkestra.
* Bu orkestranın çaldığıtartımlıve canlıparça.fanfin * “Anlaşılmayan yabancı bir dille konuşmak” anlamında kullanılan fanfin etmek deyiminde geçer. fangri * Mercan türünden bir balık. fani * İnsan gözünün algıladığıışık şiddeti. fâni * Ölümlü, gelip geçici, kalımsız. fâni dünya * Ölümlü, kalımsız dünya. fanilâ * Genellikle ince pamuk ipliğinden dokunmuş, ten üzerine giyilen iç çamaşırı.
* Yumuşak yünden örülmüşveya dokunmuş, hafif ve gevşek kumaş.fânilik * Fâni olma durumu. fanta * Mavimsi yeşil renkli bir tür baştankara. fantasma * Gerçekte olmadığıhâlde var gibi görünen hayal. fantastik * Gerçekte var olmayan, gerçek olmayan, hayalî.
* XVIII. yüzyıldan başlayarak Fransa’da gelişen bir edebî tür.fantaziye * Bkz. fantezi. fantazya * Arap atlılarının bayramlarda yaptıkları gösteri, atlı gösteri. fantazyalı * Fantazyası olan. fantezi * Sonsuz, sınırsız hayal.
* Değişik heves, değişik beğeni, değişik düşünüş.
* Süslü ve türü değişik olan.
* Serbest biçimli beste veya alaturkada serbest biçimli şarkı.fantezist * Fantezi meraklısı, fanteziye düşkün. fanti * İskambil oyunlarında oğlan, bacak, veya vale adlarıyla bilinen kâğıt. fantom * Hayalet. fanus * Süslü, ayaklıfener.
* Saat, mikroskop gibi araçlarıtozdan korumak için üzerlerine kapatılan, yarım küre biçiminde cam kap.
* Genellikle silindir biçiminde olan mum, gaz lâmbası gibi aydınlatma araçlarının çevresini kapatarak
rüzgârdan koruyan cam mahfaza.fanuslu * Fanusu olan. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 4
fanya * Gözlü bir balık ağına iri gözlü ikinci bir ağeklendiğinde, bu ikinci ağa verilen ad. fanyol * Bakırdan yapılmış bariton veya tenor ses veren çalgı. far * Taşıtların ön bölümünde bulunan, uzağıaydınlatan güçlü ışık verici. far * Kadınların süs için göz kapaklarına sürdükleri çeşitli renkte boya, düzgün. farad * Elektrik sığa birimi. faraş * Toplanan süprüntüleri alıp atmak için kullanılan kürek biçiminde teneke veya plâstikten, saplıkap. faraşgibi (veya faraşkadar) * çok büyük veya çok genişaçılan (ağız). faraza * Diyelim ki, sayalım ki, söz gelişi, ola ki, tutalım ki. farazî * Bir varsayıma dayanan, varsayımsal, hipotetik. faraziye * Varsayım, hipotez. farba * Fırfır, farbala. farbala * Fırfır. fare * Sıçangillerden, küçük vücutlu, kemirgen, memeli hayvan (Mus).
* Bazen sıçan yerine kullanılır.fare çıktığıdeliği bilir * bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağınıanlayınca nereye sığınacağını bilir. fare deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna (veya kıçına) kabak bağlamış * yapamayacağıkadar ağır bir işi varken başka bir işdaha yüklenmiş.
* kendisi sığıntıdurumunda iken yanına bir kişi daha almış.fare deliği * Gizlenecek yer. fare deliği bin altın * herkesin kaçıp saklanacak bir yer aradığıdurumlarda, saklanılacak bir yer bulmak çok güçtür. fare dişi * Bir iğne veya boncuk oyasıtürü. fare düşse, başıyarılır * bir yerin boşve yoksulluk içinde bulunduğunu anlatır. fare kuyruğu * Tahta işlemeciliğinde veya ahşap doğramada, kilit yeri açmakta kullanılan ince, dar testere. fare otu * Sütleğengillerden, mavi çiçekli, tohumlarıfare zehiri olarak kullanılan bir bitki. farekulağı * Çuha çiçeğigillerden, tohumu kuşyemi olarak kullanılan bitkilerin cins adı(Anagallis).
* Yabanî mercanköşk.fareler cirit oynamak * bir yerde kimseler bulunmamak. farenjit * Yutak iltihabı, hunnak, anjin. farfara * Ağzıkalabalık, gürültücü.
* Övüngen.farfaracı * Gürültücü, şamatacı(kimse). farfaracılık * Farfaracı olma durumu. farfaralık * Farfara olma durumu, farfara davranış. farıma * Farımak işi. farımak * Güçsüz düşmek, yorulmak.
* Eskimek, yıpranmak.
* Vazgeçmek, usanmak.
* Kocamak, yaşlanmak, ihtiyarlamak.fariğ * Vazgeçmiş, çekilmiş.
* Sıkıntısız, rahat.
* (bir mülkün) Kullanma hakkını başkasına bırakan.fariğolmak * vazgeçmek, çekilmek, el çekmek. farika * Bir şeyin benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, ayırmaç. faril * Balık ağlarının alt ve üst yanlarına geçirilen keçi kılından yapılmışip. Farisî * Farsça. fariza * Tanrı buyruğu.
* Yapılması gerekli ödev, görev.
* Şeriata uygun bir biçimde mirasçılara düşen pay.fark * Bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasınısağlayan ayrılık; benzer şeyleri birbirinden ayıran
özellik, başkalık, ayrım.
* Ayrım.
* Çıkarma işleminin sonucu.fark atmak * ileri gitmek, çok üstün gelmek. fark etmek * görmek, seçmek.
* anlamak, sezmek.
* değişmek, başkalaşmak.
* ayırt etmek.fark etmez * önemi yok, etkisi olmaz, değişmez. fark gözetmek * ayrıtutmak. fark olunmak * seçilip ayırt edilmek.
* anlaşılmak.
* sezilmek.farkına varmak * gözüne çarpmak, fark etmek, anlamak. farkında olmak * sezmek, anlamak. farkında olmamak * görülmesi veya bilinmesi gereken şeylerden haberi bulunmamak, kavranması gereken bir şeye dikkat
etmemek.farklı * Farkı olan, aralarında fark bulunan, değişik, ayrımlı. farklıca * Farklı gibi. farklılaşma * Farklılaşmak işi, ayrımlaşma.
* Ayrımlaşma.farklılaşmak * Farklıduruma gelmek, ayrımlaşmak. farklılaştırma * Farklılaştırmak işi.