falan | * Söylenmesi istenmeyen veya gerekli görülmeyen bir özel adın yerini tutar. * Tarih, yer, kişi ve benzeri sözlerle sıfat tamlamalarıyapıldığında, bu tamlamalar, tekrarlanmak istenmeyen şeyleri genel olarak anlatmaya yarar. * Cümlede belirtilen nesne veya nesnelerden sonra gelerek “ve benzerleri” anlamında kullanılır. |
falan festekiz | * Bkz. falan filân. |
falan feşmekân | * Bkz. falan filân. |
falan fıstık | * Bkz. falan filân. |
falan filân | * Önem verilmeyen, hafifsenen şeyler için kullanılır. |
falanca | * Falan. |
falanıncı | * Söylenmesi gerekli görülmeyen sıra sayısıyerine kullanılır, filânıncı. |
falanj | * Eski Yunanlılarda, özellikle Makedonya yayalarının çekirdeğini oluşturan mızraklıalay. * Bazıülkelerde yarıaskerî siyasî kuruluşlara verilen ad. |
falanjist | * İspanya’da falanj üyesi. |
falcı | * Fala bakmayıkendine geçim yolu yapan kimse. |
falcılık | * Falcının işi. |
falçata | * Bkz. falçete. |
falçete | * Eğri kunduracı bıçağı. |
falez | * Bkz. yalıyar. |
falihayır | * İyiye yorulur olgu. |
fallus | * Erkeklik organı. |
falname | * Fala bakmanın inceliklerini ve yorumlama özelliklerini anlatan kitap. |
falso | * Bir parça çalınır veya söylenirken yapılan nota yanlışlığı. * Yanlışdavranış. |
falso çıkmak | * bozuk olmak, umduğunu bulamamak. |
falso vermek | * bozulmaya yüz tutmak, açık vermek. |
falso yapmak | * yanlışçalmak, söylemek. * yanlışdavranışta bulunmak. |
falsolu | * Yanlış, hatalı, kusurlu. |
falsosuz | * Hatasız, kusursuz. |
falya | * Toplarıateşlemek için ağız otunun konulduğu delik. * Kapıp koyuverme, salıverme. |
falyanos | * Yunus balığının iri bir türü. |
familya | * Aile. * Birçok ortak özellikleri sebebiyle bir araya getirilen cinslerin topluluğu, fasile. * Karı, eş. |
fan | * Havalandırma aracı, pervane, pervane kanadı; vantilâtör. * Sıcak veya soğuk havayıdengeli olarak savuran araç. |
fanatik | * Bir kimseye veya bir şeye aşırıdüşkünlük ve tutkuyla bağlı olan (kimse), mutaassıp, bağnaz. |
fanatizm | * Bir kimseye veya bir şeye aşırıdüşkünlük ve tutkuyla bağlılık, taassup, bağnazlık. |
fanfan | * Konuşmasıçok iyi anlaşılmayan (kimse). |
fanfar | * Üflemeli bakır çalgılardan oluşan orkestra. * Bu orkestranın çaldığıtartımlıve canlıparça. |
fanfin | * “Anlaşılmayan yabancı bir dille konuşmak” anlamında kullanılan fanfin etmek deyiminde geçer. |
fangri | * Mercan türünden bir balık. |
fani | * İnsan gözünün algıladığıışık şiddeti. |
fâni | * Ölümlü, gelip geçici, kalımsız. |
fâni dünya | * Ölümlü, kalımsız dünya. |
fanilâ | * Genellikle ince pamuk ipliğinden dokunmuş, ten üzerine giyilen iç çamaşırı. * Yumuşak yünden örülmüşveya dokunmuş, hafif ve gevşek kumaş. |
fânilik | * Fâni olma durumu. |
fanta | * Mavimsi yeşil renkli bir tür baştankara. |
fantasma | * Gerçekte olmadığıhâlde var gibi görünen hayal. |
fantastik | * Gerçekte var olmayan, gerçek olmayan, hayalî. * XVIII. yüzyıldan başlayarak Fransa’da gelişen bir edebî tür. |
fantaziye | * Bkz. fantezi. |
fantazya | * Arap atlılarının bayramlarda yaptıkları gösteri, atlı gösteri. |
fantazyalı | * Fantazyası olan. |
fantezi | * Sonsuz, sınırsız hayal. * Değişik heves, değişik beğeni, değişik düşünüş. * Süslü ve türü değişik olan. * Serbest biçimli beste veya alaturkada serbest biçimli şarkı. |
fantezist | * Fantezi meraklısı, fanteziye düşkün. |
fanti | * İskambil oyunlarında oğlan, bacak, veya vale adlarıyla bilinen kâğıt. |
fantom | * Hayalet. |
fanus | * Süslü, ayaklıfener. * Saat, mikroskop gibi araçlarıtozdan korumak için üzerlerine kapatılan, yarım küre biçiminde cam kap. * Genellikle silindir biçiminde olan mum, gaz lâmbası gibi aydınlatma araçlarının çevresini kapatarak rüzgârdan koruyan cam mahfaza. |
fanuslu | * Fanusu olan. |
Kategoriler