fırtına çıkmak | * sert rüzgâr esmeye başlamak. |
fırtına gibi | * hızla, birdenbire. * telâşlı, aceleci. |
fırtına kopmak (veya patlamak) | * şiddetli fırtına çıkmak. * bir yerde kavga ve gürültü çıkmak. |
fırtına kuşu | * Perde ayaklılardan, kıvrık gagalı, açık denizlerde yaşayan bir kuş, deniz ördeği (Thalassidroma pelagica). |
fırtına kuşugiller | * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya. |
fırtına uğrağı | * Fırtınalıyer veya fırtınanın çok olduğu yer. |
fırtınalı | * Çok rüzgârlı. * Çok tartışmalı, çekişmeli, gürültülü, karışık. |
fırttırma | * Fırttırmak işi veya durumu. |
fırttırmak | * Aklınıkaçırmak, delirmek, aklınıyitirmek, çıldırmak. |
fıs fıs | * Gizli ve yavaşkonuşulurken çıkan sesi anlatır. |
fısfıs | * Koku, ilâç vb. sıvılarıpüskürtmek için kullanılan araç. |
fısfıslama | * Fısfıslamak işi. |
fısfıslamak | * Koku, ilâç vb. sıvılarıpüskürtmek. |
fısfıslanma | * Fısfıslanmak işi veya durumu. |
fısfıslanmak | * Koku, ilâç vb. sıvılar püskürtülmek. |
fısıl fısıl | * Fısıltıhâlinde, fısıldayarak, alçak sesle. |
fısıldama | * Fısıldamak işi. |
fısıldamak | * Başkalarının duyamayacağıkadar alçak sesle konuşmak, fıslamak. |
fısıldanma | * Fısıldanmak işi. |
fısıldanmak | * Fısıltıhâlinde söylenmek. |
fısıldaşma | * Fısıldaşmak işi. |
fısıldaşmak | * Birbirine fısıldamak. |
fısıltı | * Fısıldarken çıkan, güçlükle duyulan ses. |
fısıltı gazetesi | * Toplumu ilgilendiren bir konu ile ilgili dedikodu. |
fısır fısır | * İnce bir şey yanarken veya dar bir delikten su geçerken çıkan sesi anlatır. * Gizli olarak, alçak bir sesle. |
fısırtı | * Fısıltı. |
fıskiye | * Havuzda suyu yukarıya doğru, türlü biçimlerde fışkırtan ağızlık, fışkırık. |
fıslama | * Fıslamak işi. |
fıslamak | * Bkz. fısıldamak. * Gizlice haber vermek. |
fıslanma | * Fıslanmak işi. |
fıslanmak | * Fıslamak işi yapılmak. |
fıstık | * Antep fıstığı, çam fıstığıveya yer fıstığıdenilen yemişlerin genel adı. * Tombul, kısa boylu, tıknaz (kimse). |
fıstık çamı | * Bkz. çam fıstığı. |
fıstık ezmesi | * Fıstıkla yapılan bir şekerleme. |
fıstık gibi | * dolgun, besili ve canlı. * çok güzel. |
fıstıkçı | * Fıstık yetiştiren veya satan kimse. |
fıstıkçılık | * Fıstık yetiştirme işi. * Fıstık alıp satma işi. |
fıstıkî | * Sarıya çalan açık yeşil renk. * Bu renkte olan, açık yeşil. |
fıstıkî makam | * Çok ağır, ağır ağır, yavaşyavaş. |
fıstıklamak | * Kışkırtma amacıyla araya nifak sokmak. |
fıstıklık | * Fıstık ağaçlarıdikilmişyer, fıstık bahçesi. |
fışfış | * Fışır fışır. |
fışıldama | * Fışır fışır ses çıkarma. |
fışıldamak | * Fışır fışır ses çıkarmak. |
fışıltı | * Fışırdama sesi. |
fışır fışır | * İpek kumaş bir yere sürtünürken veya su hafif hafif akarken çıkan ses. |
fışırdama | * Fışırdamak sesi. |
fışırdamak | * Fışır fışır ses çıkartmak. |
fışırdatma | * Fışırdatmak işi. |
fışırdatmak | * Fışır fışır ses çıkartmak. |
Kategori: F
-
Türkçe Sözlük F Sayfa 16
-
Türkçe Sözlük F Sayfa 17
fışırtı * Fışırdama sesi. fışkı * Atgillerin taze dışkısı, tersi. fışkılama * Fışkılamak işi. fışkılamak * Toprağıfışkı ile gübrelemek. fışkılık * Fışkının biriktirildiği yer. fışkın * Bir ağacın dibinden süren ince dal, sürgün, filiz, dal, piç.
* Asma kütüğünde hereğin üst yanında biten dal.fışkırdak * Sıvılarıfışkırtmaya yarayan araç.
* Ağzındaki iki cam borudan biri üflenince ötekinden su fışkıran, lâboratuvarlarda yıkama işlerinde
kullanılan bir deney aracı.fışkırık * Su fışkırtmaya yarayan araçların genel adı, fıskiye. fışkırış * Fışkırmak işi veya biçimi. fışkırma * Fışkırmak işi.
* Güneşyüzeyinden uzaya sıcak gaz kütlelerinin fırlaması.fışkırmak * Gaz veya sıvılar bir yerden basınç etkisiyle yukarıya doğru birdenbire ve hızla çıkmak.
* (bitkiler için) Toplu hâlde, gür olarak yetişmek.
* Bir şey bir yerde bol bol görülmek.fışkırtı * Fışkıran bir şeyin çıkardığıses. fışkırtıcı * Belli hızla hareket eden bir akışkan yardımıyla, başka bir akışkanın boşalmasınısağlayan alet, ejektör. fışkırtılma * Fışkırtılmak işi. fışkırtılmak * Fışkırmasısağlanmak. fışkırtma * Fışkırtmak işi. fışkırtmak * Fışkırmasını sağlamak. fışlama * Fışlamak işi. fışlamak * Fıkramak. fıtık * İç organlardan bir parçanın, daha çok bağırsak bölümünün karın çeperlerini geçip deri altında ur gibi bir
sişkinlik yapması, kavlıç, yarımlık.fıtık olmak * büyük sıkıntıduymak, kahrolmak, çaresiz kalmak. fıtıklı * Fıtığı olan, kavlıç. fıtrat * Yaradılış, hilkat. fıtraten * Doğuştan, yaradılışı gereğince. fıtrî * Yaradılışla ilgili, yaradılıştan, doğuştan (olan). fıtriye * Doğuştancılık. fıttırmak * Bkz. fırttırmak. fi * “-de, içinde” anlamlarında sözlerin başında kullanılan edat. fi tarihinde * oldukça eski bir zamanda. fiber * Sıkıştırılmış bitki tellerinden yapılmışmukavva veya tahta. fiberglas * Plâstik maddelerden, özellikle polyesterden parçalar yapımında kullanılan sağlamlaştırma maddesi. fibrin * Kan ve lenf serumunda bulunan albüminli bir madde. fibrinojen * Pıhtılaşma sırasında fibrine dönüşen bir kan proteini. fidan * Ağaç ve ağaççıkların yeni yetişeni.
* Başka bir yere dikilmek için bulunduğu yerden çıkarılan taze ağaç, dikme.fidan biti * Yaprak biti. fidan boylu * İnce uzun ve biçimli (kimse). fidan gibi * ince ve uzun boylu. fidancık * Küçük fidan. fidanlık * Fidan yetiştirilen yer, dikmelik. fide * Bahçıvanlıkta yastıklarda tohumdan yetiştirilip başka yerlere dikilmek için hazırlanan sebze veya körpe
çiçek.fideci * Fide yetiştirip satan kimse. fidecilik * Fide yetiştirip satma işi. fideizm * İnancılık, imaniye. fideleme * Fidelemek işi. fidelemek * Fidan dikmek. fidelik * Fide yetiştirilen yer.
* Fide olmaya uygun.fidye * Tutsak edilen veya rehin alınan bir kimsenin serbest bırakılması için istenen para, kurtulmalık.
* Fidyeinecat.fidyeinecat * Kurtulma bedeli, kurtulmalık. fifre * Yanlamasına çalınan, altıdeliği olan, tahtadan bir tür flüt. figan * Acı ile bağırma, inleme. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 18
figan etmek * acı ile bağırmak, inlemek. figür * Resim ve heykel sanatlarında varlıkların biçimi.
* Bir dansı oluşturan ölçülü adımlarla beliren zincirleme hareketlerden her biri.
* Birbirini izleyerek melodik ve ritmik bakımdan bir bütün oluşturan notalar grubu.figüran * Genellikle tiyatro ve sinemada, konuşması olmayan veya konuşmasıçok az olan rollere çıkan kimse.
* Bir toplumda, bir toplulukta sönük, etkisiz olan kimse.figüranlık * Figüran olarak çalışma. figüratif * Figürlü, figürcü. figüratif sanat * İçinde insan, hayvan ve doğa ögeleri yer alan, figürcü sanat. figürlü * Figürü olan. fiğ * Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki (Vicia sativa). fihrist * İçindekiler.
* Katalog.
* Alfabetik sıralamalar için kullanılan, kenarında bütün harflerin yer aldığınot defteri.fihristleme * Fihristlemek işi. fihristlemek * Fihriste geçirmek. fiil * İş, davranış.
* Olumlu veya olumsuz olarak çekimli durumda zaman kavramıtaşıyan veya zaman kavramı ile birlikte şahıs
kavramıveren kelime.fiil cümlesi * Bildirme veya isteme kiplerinden biriyle kurulan ve olumsuzu ancak -ma/ -me eki ile yapılabilen cümle. fiil çekimi * Fiil isim kök veya gövdelerine zaman kavramı ile birlikte şahıs kavramıda veren eklerin getirilmesi, fiil
tasrifi.fiil gövdesi * Kökü bir başka yapım eki almışfiil. fiil kökü * Fiil soyundan bir kelimenin bölünmeyen anlamlıkısmı. fiil tabanı * Fiil kök ve gövdelerinin çekim eki almamışhâli. fiile koymak * eyleme geçirmek. fiilen * Gerçekten, gerçekten yaparak, çalışarak. fiilî * Eylemli, edimsel, gerçekten yapılan (iş). fiili bozuk * Ahlâkça düşük (kimse). fiilî hizmet * Memur, işçi gibi çalışanların bağlı olduklarısosyal güvenlik kurumunda tam kesenek vermek suretiyle
geçirdikleri süre.fiilî hizmet zammı * Yıpratıcı işlerde çalışanların yaptıklarıağır ve tehlikeli işten dolayıfiilî hizmet yıllarına eklenen süre. fiilimsi * Olumsuzu yapılan ve tümleç olabilen mastar, sıfat-fiil, zarf-fiil gibi türleri bulunan fiilden türemişşekillere
verilen ad, eylemsi.fiiliyat * İşolarak yapılanlar, edim, edimler, işler, gerçekleştirilen işler. fikir * Düşünce, mülâhaza, mütalâa.
* Düşün, ide.
* Kuruntu.fikir (veya birinin fikrini) almak * (birinin) düşüncesinden yararlanmak. fikir adamı * Herhangi bir düşünce alanındaki görüşlerine değer verilen kimse. fikir danışmak * bilgi edinmek için bir yetkiliden bilgi almak. fikir edinmek * kanaat sahibi olmak. fikir hürriyeti * Düşünce özgürlüğü. fikir işçisi * Bilim ve fikir alanında çalışan kimse. fikir vermek * düşüncesini bildirmek.
* bir konuda yol gösterici bilgi edinmek.fikir yazısı * Düşünce yönü ağır basan yazıveya makale. fikir yormak * bir konuda çok düşünmek. fikir yürütmek * bir konu üzerine düşüncesini söylemek. fikirli * Herhangi bir konu üzerinde düşüncesi olan, akıllı, düşünceli. fikirsiz * Herhangi bir konu üzerinde düşünemeyen, görüşü olmayan, düşüncesiz. fikirsizlik * Fikirsiz olma durumu, düşüncesizlik. fikren * Düşünce yoluyla, düşünerek, zihnen. fikrî * Düşünce ile ilgili. fikrini çelmek * kandırmak, düşüncesini değiştirtmek, ikna etmek. fikrisabit * Saplantı, idefiks. fikriyat * Düşünceler. fiks mönü * Türü ve fiyatıönceden belirlenen yemek. fikstür * Yarışmaların zamanınıve sırasını belirleyen çizelge. fiktif * İtibarî. fil * Filgillerin hortumlular takımından, Afrika ve Asya’nın sıcak bölgelerinde yaşayan, çok iri, kalın derili
hayvan (Elephas).
* Satrançta çapraz hareket ettirilen taş.fil dişi * Filin silâh olarak kullandığı iki uzun ve eğri dişi.
* Diştacında mine, köklerde ise seman denilen ve dişin sert bölümünü oluşturan doku.
* Fil dişinden yapılmış.fil elması * Turunçgillerden, Hindistan’da yetişen bir ağaç (Feronia elephantum).
* Bu ağacın yenilen meyvesi. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 19
fil faresi * Memeliler sınıfından, burun bölümü hortum gibi uzun olan, uzun kuyruklu, kanguru gibi sıçrayabilen bir
hayvan (Macroscelides proboscideus).fil gibi * çok şişman, çok yemek yiyen kimse. fil hastalığı * Çoğunlukla bacakların şişip fil ayağı biçimini almasıyla beliren bir hastalık. fil yürüyüşü * Ellerin ve ayakların gergin kol ve bacaklarla birbirine çok yakın basarak oluşturduğu bir yürüyüş biçimi. filâman * Elektrik ampullerinden akım geçtiğinde akkor duruma gelen ince iletken tel. filân * İstenmeyen durum veya söylenmesi sakıncalıözel adların yerine kullanılır.
* Cümlede “ve benzerleri” anlamında kullanılır.filân falan * Bkz. falan filân. filân festekiz * Bkz. falan filân. filânca * Falanca. filânıncı * Falanıncı. filântrop * İnsansever, insanların iyiliği için çalışan kimse. filâriz * Keten dövmeye yarayan tokmak. filârizleme * Filârizlemek işi. filârizlemek * Keteni döverek tel durumuna getirmek. filârmoni * Güçlü müzik sevgisi.
* Müzik konserleri derneği.filârmonik * Müziği seven (kimse).
* Müzik sevenlerin kurduklarıdernek veya konser dernekleri için kullanılır.filbahar * Taşkırangillerden, ilkbaharda beyaz ve güzel kokulu çiçekler açan, park ve bahçelerde süs bitkisi olarak
yetiştirilen ağaççık, akasma, filbahri (Philadelphus).filbahri * Bkz. filbahar. fildekoz * Bir çeşit pamuk ipliği.
* İskoçya ipliği denilen ince ve sağlam pamuk ipliğinden dokunmuş.fildişi * Fil dişinin donuk beyaz rengi. fildişi gibi * donuk, beyaz (ten). fildişi karası * Fil dişi külünden yapılan kara boya. fildişi rengi * Fildişi. file * Yün, pamuk vb. ipliklerden düğümlerle oluşmuşağ.
* Alışverişte kullanılan ilmeklerden oluşmuşağtorba.
* Saçların dağılmaması için kullanılan ağbiçiminde örgü.filenk * Ağır cisimleri bir yerden bir yere kaydırmak ve özellikle deniz teknelerini karaya çekmek için bunların
altına sürülen yuvarlak ağaç, felek.filet * Derinliği aynı olan sığsu alanı. fileto * Kasaplık hayvanların sırtında, dikensi çıkıntı boyunca iki yandaki et. filgiller * Memeliler sınıfının hortumlular takımının bir familyası. filhakika * Gerçekten, doğrusu, hakikaten. filibit * Bkz. flebit. filigran * Bazıkâğıtların dokusunda bulunan ve ancak aydınlığa tutulunca görülen çizgi, resim ve yazı gibi biçimler. filigranlı * Filigranı olan. filika * Gemilerde bulundurulan sandal. filikacı * Filikalara bakmakla görevli kimse. filinta * Namlusu kısa, kurşun atan bir çeşit küçük tüfek.
* Güzel, yakışıklı.filinta gibi * genç, ince uzun boylu, çevik, yakışıklı(kimse). Filipinli * Filipin adalarıhalkından veya bu halkın soyundan olan kimse. filiskin * Yerden 2-3 karışyükseklikte, çok yıllık ve otsu bir bitki (Mentha pulegium). Filistinli * Filistin halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. filiz * Yeni sürmüşkörpe ve küçük dal veya yaprak, sürgün. filiz * Ocaktan çıkarılan işlenmemiş, başka maddelerle karışık hâlde bulunan, ham maden birleşiği. filiz gibi * ince ve güzel vücutlu. filiz vermek * sürgün çıkmaya başlamak. filizcik * Küçük sürgün. filizî * Asma filizinin rengi, açık yeşil renk.
* Bu renkte olan.filizkıran * Mayıs ayında ağaçların filizlendiği mevsimde esen bir fırtına. filizleme * Filizlemek işi. filizlemek * Bitkilerin gereğinden çok olan filizlerini kırmak. filizlenme * Filizlenmek işi.
* Yumruların üzerinde ince uzun filizlerin belirmesi biçiminde görülen patates hastalığı.filizlenmek * (bitki) Filiz vermek.
* Gelişmeye, büyümeye başlamak. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 20
filizli * Filizi olan. filkulağı * Yılan yastığı gillerden ana yurdu tropikal Amerika olan, kökü yumrulu bir süs bitkisi (Caladium).
* Pazarlarda satılan bir tür sünger.film * Fotoğrafçılıkta, radyografide ve sinemacılıkta resim çekmek için kullanılan, selülozdan, saydam, bükülebilir
şerit.
* Sinemacılıkta, bir oyunun bütününü taşıyan şerit veya şeritlerin bütünü.
* Sinema makinesiyle gösterilen eser.
* Camlara yapıştırılarak içerinin görünmesini engelleyen bir tür ince yaprak.film çekmek * bir sinema kamerasıyla görüntüleri tespit etmek veya bir hareket ve görünüşün sıralıresmini çekmek.
* vücudun röntgenini almak.film çevirmek * beyaz perdede oynatılacak bir eseri filme almak veya bu eserin çekilişi sırasında rol yapmak.
* eğlenmek, hoşvakit geçirmek.film müziği * Filmin görüntülerine eşlik etmek amacıyla özel olarak bestelenmişveya hazırlanmışmüzik. film oynamak * bir film, sinemada gösterilmekte olmak. film oynatmak * bir filmi sinemada göstermek. film yıldızı * Sinema dünyasında çok ünlü olan oyuncu, star. filmci * Sinemacı. filmcilik * Sinemacılık. filmleştirmek * Film durumuna getirmek, filmleştirmek işi. filo * Bir arada ve bir komuta altında bulunan savaşgemilerinin veya uçaklarının bütünü.
* Aynıtür yük taşıyan ticaret gemilerinin veya kara taşıtlarının bütünü.
* Bit.filojenez * Soy oluş. filoksera * Asma biti.
* Asma bitinin yol açtığı bağhastalığı.filolog * Filoloji ile uğraşan bilgin. filoloji * Dili ve yazılı belgeleri dil ve tarih açısından inceleme.
* Dil yoluyla bir toplumun kültürünü inceleyen bilim, lisaniyat.filolojik * Filoloji ile ilgili. filotillâ * Torpidolardan oluşan filo. filoz * Balıkçıların ağlarısu yüzünde tutmak için kullandıklarıkabak veya mantardan yapılmışağşamandırası. filozof * Felsefe ile uğraşan ve felsefenin gelişmesine katkıda bulunan kimse, felsefeci, feylesof.
* Felsefe yapmaya meraklı olan (kimse).
* Sakin, kendi hâlinde yaşayan.filozofça * Filozofa yaraşır biçimde (olan). filozofik * Felsefe ile ilgili, felsefeye dayanan. filozoflaşma * Filozoflaşmak işi veya durumu. filozoflaşmak * Filozof özelliği kazanmak. filozofluk * Filozof olma durumu. filtre * Süzgeç.
* Süzek.filtreli * Filtre takılmışolan. filtresiz * Filtre takılmamışolan. filum * Canlıların bölümlenmesinde, dalların bir araya gelmesiyle oluşan birlik. filvaki * Gerçekte, gerçekten, vakıa. filvaki … ama * her ne kadar ise de. Fin * Finlandiya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Fin halkına özgü olan.Fin hamamı * Çok sıcak yerden ve sudan çok soğuk yere ve suya girme gibi vücudu uyarıcıniteliği olan hamam, sauna. Fin Ugor * Ural dillerinden bir dil öbeği.
* Bu dil öbeği ile ilgili olan.final * Sona eren, biten.
* Elemeli yarışmalarda sonucu belirten karşılaşma.
* Bir müzik parçasının son bölümü, bitiş.
* Dönem sonu sınavı.finale kalmak * son yarışmaya katılma hakkınıkazanmak. finalist * Son yarışmaya kalan sporcu veya takım. finalizm * Bkz. erekçilik. finanse * “Bir girişim için gereken parayı, krediyi sağlamak” anlamında kullanılan finanse etmek birleşik fiilinde
geçer.finansman * Bir girişime işleyebilmesi, gelişebilmesi için gereken para ve krediyi sağlamak işi. fincan * Çay, kahve gibi genellikle sıcak şeyler içmekte kullanılan küçük kap.
* Elektrik tellerinin eklem noktalarına konulan porselenden yapılmışyalıtkan araç.
* Bir fincanın alabildiği ölçü.fincan böreği * Tepsiye serildikten sonra fincan ağzı biçiminde bir kalıpla yuvarlaklar kesilerek yapılan bir çeşit börek. fincan fincan * Fincanıandırarak, fincan biçiminde. fincan gibi * iri ve patlak (göz). fincan oyunu * Fincanların altına yüzük saklayarak oynanan bir oyun. fincancı * Porselen veya cam eşya satan kimse. fincancıkatırlarınıürkütmek * zararıdokunabilecek bir kimsenin hoşuna gitmeyen bir davranışta bulunmak. fincanlık * Miktarıherhangi bir fincan kadar olan.
* Herhangi bir sayıda fincan alabilecek genişlikte olan.Fince * Fin dili. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 13
fevk * Üst, yukarı. fevkalâde * Alışılmışolandan ayrı, olağanüstü, beklenmedik, görülmedik, işitilmedik.
* Aşırı, çok fazla.
* Çok iyi, çok üstün, çok güzel.fevkalâde hâl * Olağanüstü hâl. fevkalâdelik * Olağanüstülük, olağandan farklı olma durumu. fevkalbeşer * İnsan üstü.
* Üstün nitelikli insan.fevkanî * Üstte, üstteki. fevrî * Birdenbire, düşünmeden yapılan. fevrîlik * Fevri olma durumu. fevt * Elden çıkma (çıkarma), kaçırma, yitme.
* Ölme.fevt etmek * yitirmek, elden kaçırmak. fevt olmak * yitirmek.
* ölmek.fevvare * Fıskiye. feyezan * Taşma, taşkın, seylâp.
* Bereket.feyiz * Verimlilik, gürlük, ongunluk.
* İlerleme, kültürel gelişme, olgunluk.feyizlenme * Feyizlenmek işi. feyizlenmek * Feyzalıp aydınlanmak, istifade etmek. feyizli * Çok ürün veren, verimli. feylesof * Filozof. feylesofça * Filozofça. feylosofluk * Filozofluk. feyyaz * Çok verimli, gür. feyzalmak * Etkilenmek, olgunlaşmak, ders almak. feza * Uzay. fezleke * Özet, hulâsa.
* Bir kararın kısaca yazılması.
* Tahkikat evrakı.fıçı * Bir araya getirilerek çemberlerle tutturulmuşensiz tahtalardan yapılan, yuvarlak, karnışişkin ve altıüstü
düz kap.
* Bir fıçının alabildiği ölçü.fıçı balığı * Fıçıya istif edilmiş balık tuzlaması. fıçı gibi * bodur ve çok şişman. fıçıcı * Fıçıyapan veya satan kimse. fıçıcılık * Fıçıyapıp satma işi. fıçılama * Fıçıya koyma, fıçıya doldurma. fıçılamak * Fıçıya koymak. fıkara * Bkz. fukara. fıkdan * Yokluk, bulunmama durumu, eksiklik. fıkıh * Bir şeyi, gereği gibi, iyice anlayıp bilme.
* İslâm hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan yararlanarak konulmuşolan kuralların
bütünü.fıkır fıkır * Suyun, ses çıkararak kaynarken aldığıdurumu veya herhangi bir sıvının kaynayışınıanlatır.
* Cilveli, oynak.fıkır fıkır kaynamak * (bir şeyden bir yerde) çok bulunmak. fıkırdak * Cilveli, oynak (kadın). fıkırdaklık * Fıkırdak olma durumu. fıkırdama * Fıkırdamak işi. fıkırdamak * Fıkır fıkır kaynamak.
* Cilvelenmek.fıkırdaşma * Fıkırdaşmak işi. fıkırdaşmak * Oynakça davranışlarda bulunmak. fıkırdatma * Fıkırdatmak işi. fıkırdatmak * Fıkır fıkır kaynatmak.
* Cilve yapmasına sebep olmak.fıkırdayış * Fıkırdamak işi veya biçimi. fıkırtı * Kaynayan suyun çıkardığıses.
* Cilveleşme.fıkra * Kısa ve özlü anlatımı olan, nükteli, güldürücü hikâye, anekdot.
* Gazetelerin veya dergilerin belirli sütunlarında, genel başlık altında gündelik konuları bir görüşve
düşünceye bağlayarak yorumlayan ciddî veya eğlendirici yazıtürü.
* Kanun maddelerinin kendi içlerinde satır başlarıyla ayrıldıklarıufak bölümlerden her biri.
* Paragraf.
* Omur.fıkracı * Fıkra anlatan kimse.
* Fıkra yazarı.fıkracılık * Fıkra söyleme veya yazma işi. fıkrama * Fıkramak işi veya durumu. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 14
fıkramak * Herhangi bir yiyecek mayalanarak ekşimek, fışlamak. fıldır * Çabuk, hızlı, telâşlı. fıldır fıldır * Çabuk ve sürekli bir biçimde. fındık * Kayıngillerden, kuzey yarım kürenin ılık yerlerinde ve yurdumuzun daha çok Doğu Karadeniz bölgesinde
yetişen bir ağaççık (Corylus avellana).
* Bu ağaççığın sert bir kabuk içinde bulunan yağlı, nişastalıürünü.
* Hileli zar.fındık altını * Osmanlıİmparatorluğunda kenar süsleri fındığa benzediğinden bu adla anılan altın sikke, fındıkî.
* Küçük ve değerli şey.fındık ateşi * Nargilede tütünün üstüne ortalamasına konulan yuvarlak, küçük, yanar kömürler. fındık biti * Kın kanatlılardan, fındık kurdu dediğimiz kurtçuklarıdolayısıyla fındık ürününün en büyük düşmanı olan,
uzun gagalı böcek (Balaninus nucum).fındık faresi * Kemiricilerden, karnı beyazımsı, sırtı boz renkli, fındıklılarda çok zarara yol açan bir memeli türü
(Muscardinus avellanarius).
* Evlerde rastlanan küçük fare türü.fındık kabuğu * Fındığın kabuk rengini andıran bir tür kahverengi. fındık kabuğunu doldurmaz * çok önemsiz, değersiz. fındık kırmak * çapkınlık yapmak. fındık kurdu * Fındık bitinin fındık içinde gelişerek onun dökülmesine, değerini yitirmesine yol açan kurtçuğu. fındık kurdu gibi * ufak tefek tombulca (kadın). fındık sıçanı * Bkz. fındık faresi. fındık yağı * Fındıktan elde edilen yağ. fındık yuvası * Tombul ellerin dışyüzünde, parmak diplerinde görülen çukurluklar. fındıkçı * Fındık yetiştiren veya satan kimse.
* Cilveli, oynak kadın.fındıkçılık * Fındık yetiştirme veya satma işi.
* Cilveli, oynak olma durumu.fındıkî * Fındık kabuğunun rengi.
* Fındık altını.fındıkkıran * Fındık ve buna benzer kabuklu yemişlerin kabuğunu kırmaya yarayan araç.
* İşveli, şuh, baştan çıkarıcı(kadın).fındıklık * Fındık ağaçlarıçok olan yer, fındık korusu. fır * Fırıl fırıl.
* Piç, fırlama.fır dönmek * bir kimseye yaranmak veya yardım etmek için üstün çaba harcamak. fır fır * Fırıl fırıl. fırça * Bir şeyin tozunu, kirini gidermekte veya bir şeye boya, cilâ sürmekte kullanılan, bir araya getirilerek
bağlanmışkıl veya kıla benzer başka tellerden yapılan araç.
* Resim yapma sanatıve biçimi.
* Çökmeyi engelleyen bağların oynamasınıveya kaymasınıönlemek için aralara yerleştirilen direk parçası.fırça çekmek * kendinden alt düzeyde olan birini çok azarlamak, fırçalamak. fırça gibi * dik, sık ve sert (saç, sakal). fırçacı * Fırça yapıp satan kimse. fırçacılık * Fırça ve fırçaya benzer araçların yapım ve satımı. fırçalama * Fırçalamak işi. fırçalamak * Temizlemek veya parlatmak için fırça ile sürtmek.
* (avcılıkta) Sık ve bataklık ormandan geçmek.
* Kendinden alt düzeyde olan birini çok azarlamak, fırça çekmek.fırçalanma * Fırçalanmak işi. fırçalanmak * Fırça ile ovulmak, düzgünleştirilip parlatmak veya temizlenmek.
* Çok azarlanmak.fırçalatma * Fırçalatmak işi. fırçalatmak * Fırçalamak işini yaptırmak. fırçalayış * Fırçalamak işi veya biçimi. fırçalı * Fırçası olan. fırçalık * İçine resim yapmada kullanılan fırçaların konulduğu süzgeçli kap. fırdolayı * Çepeçevre. fırdöndü * Biri döndüğünde ötekinin de dönmesini engellemek için uç uca getirilerek serbest bir eksenle bağlanmış
çift halka.
* Topaç gibi çevrilerek oynanan, tunçtan, altıköşeli bir kumar aracı.
* Bir ipe bağlı olarak birden fazla çipa atıldığında çipaların karışmaması için tekne zinciri ile parçaların
bağlandığızincir arasına konulan metal araç.
* Belirli bir görüşveya düşünce sahibi olmayan.fırfır * Giysi, perde gibi şeylerin kenarlarına dikilen kırmalıveya büzgülü süs, farba, farbala. fırfırlı * Fırfırı olan. fırıl fırıl * Bir şey sürekli ve hızla dönerek. fırıldak * Rüzgârla dönen, çember biçiminde çocuk oyuncağı.
* Havalandırmak amacıyla oda veya mutfak pencerelerine takılan kanatlıaraç.
* Ocak veya soba borusunun iyi çekmesini sağlamak için tepesine takılan ve rüzgârın gittiği yöne
dönebilecek biçimde yapılan şapka.
* Dolap, düzen, hile.fırıldak çevirmek (veya döndürmek) * istediğini yapmak için hileli yollara başvurmak. fırıldak çiçeği * Çarkıfelek. fırıldak gibi * sürekli düşünce değiştiren, sözünden dönen (kimse). fırıldakçı * Fırıldak yapan veya satan kimse.
* Düzen çeviren, düzenci, dolap çeviren kimse.fırıldakçılık * Fırıldakçının işi veya mesleği. fırıldanma * Fırıldanmak işi veya durumu. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 5
farklılaştırmak * Farklıduruma getirmek. farklılık * Farklı olma durumu, ayrımlılık, başkalık.
* Doğal, toplumsal ve bilince dayanan her olay ve olguyu bütün ötekilerden ayıran özellik.farksız * Farkı olmayan. farksızlaşma * Farksızlaşmak işi. farksızlaşmak * Farksız duruma gelmek. farksızlık * Farksız olma durumu, ayrımsızlık. farmakodinami * Hasta veya normal organizmalar üzerinde, ilâçların etkisini deneysel olarak inceleyen veya araştıran bilim. farmakodinamik * İlâçların etki gücü.
* Hasta veya normal organizmalar üzerinde ilâçların etkisini inceleyen eczacılık dalı.farmakognozi * İlâçların doğada bulunduklarıdurumda incelenmesi. farmakolog * Farmakoloji ile uğraşan, farmakoloji uzmanı. farmakoloji * İlâçların etkisini ve kullanılışını inceleyen bilim dalı. farmason * Mason.
* Dinsiz, imansız.farmasonluk * Masonluk. Fars * İran’ın güneybatısında yaşayan halk veya bu halkın soyundan olan kimse. fars * İlkel, yalın güldürme ögelerinden yararlanan, bazen inanırlığın sınırınıaşan, güldürmeyi amaç edinen oyun. Farsça * İran devletinin resmî dili. fart furt * Anlamsız, boşsözlerle böbürlenerek. fart furt, farta furta etmek * anlamsız, boşsözlerle böbürlenmek. farta furta * Bkz. fart furt. fartasıfurtası olmamak * patavatsızca konuşmak. farz * Müslümanlıkta, özür olmadıkça yapılmasızorunlu, yapılmaması günah sayılan.
* Yapmak zorunda kalınan şey, boyun borcu.farz etmek * öyle kabul etmek, var saymak. farz olunmak * var sayılmak. farzımuhal * Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir şeyi olacakmış, gerçekleşecekmişgibi düşünerek, sayarak, tutalım ki,
sayalım ki.fasa fiso * Değer ve önemi olmayan, boş(şey veya söz). fasarya * Boş, anlamsız (söz).
* İşe yaramaz, yeteneksiz.faset * Baskı işlerinde harf ve satırlarıformada tutmak ve sıkmak için kullanılan kama.
* Dişin ön yüzüne estetik amaçla yapılan kaplama.faseta * Bkz. façeta. fasıl * Bölüm, kısım, devre.
* Orta oyununa başlamadan önce saz takımının çaldığıköçek havasıve curcuna.
* Peşrev, nakış, şarkı, saz semaisi gibi parçaların belli bir sıraya göre çalınıp söylenmesi.
* Osmanlıve Arap tiyatrosunda oyunun perde bölümü.
* Belli bir sürede yapılan iş, karşılaşılan durum veya olay.fasıl heyeti * Gerekli sazlarla tam olarak bir fasıl yapabilecek durumdaki alaturka saz topluluğu. fasıla * Aralık, ara, kesinti. fasıla vermek * ara vermek, kesmek. fasılalı * Aralı, aralıklı, kesintili. fasılasız * Arasız, aralıksız, durmadan, ara vermeden, kesintisiz, biteviye. fasih * (anlatışiçin) Açık ve düzgün.
* Açık ve düzgün konuşma yeteneği olan.fasikül * Cüz. fasile * Familya. fasit * Kötü, bozuk.
* Ara bozucu, fesat çıkaran, müfsit.fasit daire * Kısır döngü. fasit olmak * (namaz, oruç, aptes gibi şeyler için) bozulmak. faska * Kundak çocuklarının beline, zı bının üzerinden sarılan genişsargı. fasla fasla * Yer yer. fasletme * Fasletmek işi. fasletmek * Ayırmak, bölmek.
* Çözmek, sonuçlandırmak.Faslı * Fas halkından olan kimse. fason * Kesim. fasone * Çözgü veya atkının kumaşyüzeyi üzerinde, kendiliğinden bir desen oluşturduğu her tür kumaş.
* Bu tür kumaşları oluşturan desen örneği.fassal * İftira atan, gerçek olmayan isnatlarda bulunan (kimse). fassallık * Fassal olma durumu. fast food * 343 festfut. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 6
fasulye * Fasulyegillerden, barbunya, çalı, Ayşe kadın, horoz gibi birçok türleri bulunan bitki (Phaseolus vulgaris).
* Bu bitkinin sebze olarak yararlanılan yeşil ürünü ve kuru tohumları.fasulye gibi kendini nimetten saymak * kendine çok değer vermek. fasulye pilâkisi * Kuru fasulyenin pişirilmesi ile yapılan pilâki. fasulye piyazı * Haşlanmışkuru fasulye ile katıyumurta ve kuru soğan karışımıpiyaz. fasulye sırığı gibi * zayıf, sıska ve çok uzun boylu. fasulyegiller * Kapalıtohumlu, iki çenekli, ayrıtaç yapraklıçiçekli bitkiler familyası. faş * Açığa vurulmuş, ortaya dökülmüş. faşetmek * (gizliyi) açığa vurmak, duyurmak, ortaya dökmek, dile vermek. faşolmak * belli olmak, açıklanmak, ortaya çıkmak. faşır faşır * Su veya başka sıvıların bol ve çok akmasınıanlatır. faşing * Hristiyanlarda büyük perhizden önce düzenlenen şenlik ve eğlenceler, karnaval. faşist * Faşizm yanlısı olan (kimse, görüşvb.). faşistleşme * Faşistleşmek durumu. faşistleşmek * Faşist duruma gelmek. faşistleştirme * Faşistleştirmek işi. faşistleştirmek * Faşistleşmesini sağlamak. faşistlik * Faşizm. faşizan * Faşist eğilimli. faşizm * İtalya’da 1922-1943 yıllarıarasında etkinliğini sürdüren, meslek kuruluşlarına dayanan, devlet sınırlarını
genişletmeyi amaçlayan, yetkinin, tek partinin elinde toplandığı düzen.
* Demokratik düzenin yerine aşırı bir ulusçuluk ve baskı düzeni kurmayıamaçlayan öğreti.fatalist * Yazgıcı, kaderci. fatalite * Alın yazısı, yazgı, kader.
* Uğursuzluk.fatalizm * Yazgıcılık, kadercilik, cebriye. fatih * Zafer kazanan, fetheden (kimse).
* İslâm devletlerinde bir ülkeyi veya bir şehri savaşarak alan hükümdar ve komutanlara verilen unvan.
* Büyük ve önemli bir iş bitiren kimse.fatiha * Ölülere Tanrı’nın rahmetini dilemek için dua olarak okunan Kur’an’ın ilk suresi. fatiha okumak * o şeyden umudunu kesmek. fatihane * Fatih gibi, fatihe benzercesine. fatura * Satılan bir malın cinsini, miktarınıve fiyatını bildirmek için satıcının alıcıya verdiği hesap pusulası. faturalama * Faturalamak işi. faturalamak * Bir malın faturasını düzenlemek. faturalı * Faturası olan. faturalıyaşam * Yapılan alışverişte fatura alma alışkanlığı. faturasını(birine) çıkarmak (veya ödetmek) * sorumluluğu birine yüklemek. faturasız * Faturası olmayan. faul * Maç ve karşılaşmalarda bir sporcunun hareketini önlemek için yapılan kural dışı hareket. faullü * Faulü olan, faul yapan. faulsüz * Faulü olmayan, faul yapmayan. fauna * Belli bir bölgede yetişen hayvanların tümü, direy.
* Bu hayvanların tanımınıyapan eser.fava * Bakla tanelerinin kabuğu soyulduktan sonra yapılan zeytin yağlıyemek. favori * Herhangi bir işveya yarışmada üstünlük kazanacağına inanılan (kimse, takım vb.).
* Yarışıkazanacağıdüşünülen at.
* Yüzün iki yanında bırakılan sakal demeti.
* En çok beğenilen.
* Bir maçta, yarışmada veya karşılaşmada kazanması beklenilen taraf.fay * Kırık (III). fayans * Duvarlarıkaplayıp süslemek için kullanılan, bir yüzü sırlıve genellikle çiçek resimleriyle bezenmiş, pişmiş
balçıktan levha.fayans döşemek * bir yeri fayansla kaplamak. fayansçı * Fayans döşeyen veya satan kimse. fayansçılık * Fayansçının işi veya mesleği. fayda * Yarar, kâr. fayda etmemek * etkisi olmamak, işe yaramamak, yararlı olmamak. fayda vermemek * yararlı olmamak. faydacı * Faydası olan, fayda sağlayan, fayda, yarar gözeten kimse. faydacıl * Yararcıl. faydacılık * Yararcılık. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 7
faydalanma * Yararlanma. faydalanmak * Yararlanmak, istifade etmek. faydalı * Yararlı. faydalı olmak * yararlı olmak, yarar sağlamak. faydasıdokunmak * yararlı olmak, kâr sağlamak. faydası olmak * yararlı olmak, olumlu etki yapmak. faydasını görmek * yarar sağlamak.
* kâr elde etmek.
* iyileştirmek.faydasız * Yararsız. fayrap * Bir istim kazanının, istim oluşturacak biçimdeki yanar durumu.
* Gemilerde ateşçiye ateşi harlandırmak için verilen komut.
* Herhangi bir şeyi veya işi hızlandırma.
* (kapı, pencere, giysi için) Açma, çıkarma.fayrap etmek * ocağın ateşini harlandırmak.
* herhangi bir işi veya şeyi hızlandırmak.
* açmak, çıkarmak.fayton * Tek körüklü, dört tekerlekli, genellikle çift atlı binek arabası, payton.
* Perde ayaklılardan, sıcak deniz kıyılarında yaşayan, uzun kuyruklu bir kuş(Phaeton).faytoncu * Fayton süren kimse.
* Fayton işleten kimse.faytonculuk * Faytoncunun işi. faz * Evre, safha. faz kalemi * Priz, dağıtma tabloları gibi yerlerde gerilim bulunup bulunmadığınıanlamaya yarayan araç. fazıl * Faziletli, erdemli (kimse). fazilet * Erdem. faziletkâr * Fazilet sahibi, faziletli. faziletli * Erdemli. faziletsiz * Erdemsiz. faziletsizlik * Faziletsiz olma durumu. fazla * Gereğinden, alışılmıştan çok, aşırı(olan), ziyade.
* Daha çok, aşkın.
* Artmışolan.
* Gereksiz, yersiz.fazla gelmek (veya gitmek, kaçmak) * çekilmeyecek, bıktıracak, tedirgin edecek bir durum almak. fazla kaçırmak * alışılmışolan ölçüde çok içmek (veya yemek, konuşmak). fazla mal göz çıkarmaz * ne kadar ve ne türden mal olursa olsun elden çıkarılmamalıdır. fazla olmak * dayanma gücünü aşacak davranışlarda bulunmak, çok olmak. fazlaca * Gereğinden biraz daha çok olarak, bir hayli çok. fazladan * alışılana ek olarak, alışılandan çok, bol bol, çok çok. fazlalaşma * Fazlalaşmak işi, ziyadeleşme. fazlalaşmak * Çoğalmak, sayısıartmak, ziyadeleşmek. fazlalık * Çokluk, gereğinden artık olma durumu. fazlalık etmek * birinin varlığı, bulunduğu yerde gereksiz olmak. Fe * Demir’in kısaltması. fe * Türk alfabesinin yedinci harfinin adı. fecaat * Çok acıklı, yürekler acısıdurum. feci * Acıklı, çok acıklı, yürekler acısı, trajik. fecir * Tan vakti, gün ağarması.
* Tan kızıllığı.fecrikâzip * Tan yerinde gün doğmadan beliren, sonradan kaybolan geçici aydınlık, yalancıtan, geçici tan. fecrisadık * Tan yerinde gün doğuncaya kadar süren kesiksiz aydınlık, gerçek tan. feda * Bir amaç uğrunda bir değer veya varlıktan vazgeçme, uğruna verme. feda etmek * kıymak, gözden çıkarmak. feda olsun * varsın gitsin, uğrunda yok olsun!. fedaî * Bir ülkü uğruna tehlikeli işlere girişerek canınıesirgemeyen kimse, serdengeçti.
* Bir kimseyi veya bir yeri koruyan kimse.fedaîce * Fedaî gibi, fedaî olarak. fedaîlik * Fedaice davranış, serdengeçtilik. fedakâr * Özverili. fedakârca * Özverili (olarak). fedakârlığa katlanmak * bir amaca, bir emele ulaşmak için birçok sıkıntıya, üzüntüye, güçlüğe dayanmaya çalışmak. fedakârlık * Özveri. fedakârlık etmek * özverili davranmak.
* azlığına katlanmak, az oluşu ile yetinmek, vazgeçmek. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 8
fedakârlık yapmak (veya göstermek) * özverisini ortaya koymak. federal * Federasyon durumunda birleşmişolan. federalist * Federalizme bağlı olan.
* Fedaralizm yanlısı.federalizm * Birçok devletin özel kanunlara ve bağımsızlığa sahip olarak tek bir devlet durumunda birleşmeleri yöntemi. federalleşme * Federalleşmek durumu. federalleşmek * Federal duruma gelmek. federasyon * Küçük devletlerin tek bir devlet durumuna gelmek için yaptıkları ortaklık, devletler birliği.
* Birçok kuruluşlardan oluşan birlik.federatif * Federalizme bağlıveya uygun olan. federe * Bir federasyona bağlı olan.
* Bir konfederasyonun üyesi.feding * Radyoda bir sesin gürlüğünün zaman zaman azalmasıveya büsbütün yok olmasıdurumu. fehamet * Büyüklük, ululuk.
* Değer.fehametlu * Büyüklük, ululuk gösteren (kimse).
* Osmanlı imparatorluğu zamanında sadrazamlara, Mısır hıdivi ve yabancıprenslere, eyalet beylerine verilen
unvan.fehva * Anlam.
* Kavram; terim, deyim.fehvasınca * Uyarınca, sözü gereğince. fek * Bozma, feshetme, kesme, ayırma, koparma. fekül * Patates gibi bazı bitkilerin yumrularında bulunan nişasta. fel * Görüngü. felâh * Kurtuluş, selâmet, onma. felâh bulmak * kurtulmak, onmak. felâket * Büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, belâ.
* Çok kötü.
* Şaşkınlık, hayret, aşırılık bildirir.felâketli * Felâket getiren. felâketzede * Felâkete uğramış. felce uğramak * bir işyarım kalmak, yürümez duruma gelmek, tam olarak durmak. felce uğratmak * bir işi yürüyemez duruma getirmek. felç * İnme, nüzul. felç gelmek * inme inmek. felç olmak * inme inmek. felçli * İnmeli, felç olmuş, meflûç. feldmareşal * Alman, Avusturya, İngiliz, Rus ve İsveç askerî hiyerarşisinde en yüksek rütbe. feldspat * Potasyumlu, sodyumlu ve kalsiyumlu olmak üzere üçe ayrılan en önemli silikatlımineral grubu. feleğe küsmek * talihten yakınmak, şanstan ümidini kesmek. feleğin çemberinden geçmiş * hayatta acıtatlı birçok günler görmüşgeçirmiş, olgunlaşmış, tecrübe kazanmış. feleğin sillesine uğramak (veya sillesini yemek) * büyük bir yıkıma uğramak. feleğini şaşırmak * ummadığı bir durumda kalmak, şaşkınlık içine düşmek. felek * Gök, gökyüzü, sema.
* Dünya, âlem.
* Talih, baht, şans.
* Askerî mızıkada zilli bir müzik aracı.felek * Bkz. filenk. felek yâr olursa * Tanrıyardım eder, bir terslik çıkmazsa, şartlar uygun giderse. felekiyat * Gök bilimi, astronomi. felekten bir gün (veya gece) çalmak * güzel bir gün (gece) geçirmek. felekten kâm almak * güzel bir vakit geçirmek, istediği gibi eğlenmek. Felemenk * Bugünkü Hollanda, Belçika ve Kuzeydoğu Fransa’ya eskiden verilen ad. Felemenkçe * Felemenk dili. Felemenkli * Felemenk halkından veya bu halkın soyundan olan (kimse). felfelek * Küçük bir kelebek türü.
* Hurmagillerden, kestane büyüklüğündeki yemişi şerit düşürücü nitelik taşıyan Asya bitkisi (Areca catechu).felfelek sokmak * birini kuşkuya düşürmek. felfelleme * Felfellemek işi. felfellemek * Eski canlılığınıyitirmek.
* Afallamak, şaşırmak.
* Dönen, hareket eden bir cisim, durmadan önce hızınıyitirmek.feliks * Palmiye yaprağına benzeyen, park ve bahçelerde süs için kullanılan iri gövdeli bir bitki (Phoenix
canariersis).fellâh * Çiftçi.
* Mısır köylüsü.
* Zenci, Arap.fellek fellek * Telâşla, heyecanla, koşarak, koşuşturarak. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 9
fellik fellik * Telâşla, koşuşturmayla. felsefe * Varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılması.
* Bir bilimin veya bilgi alanının temelini oluşturan ilkeler bütünü.
* Bir filozofun, bir felsefe okulunun, bir çağın öğretisi.
* Dünya görüşü.
* Bir konuda soyut düşünüş.felsefe yapmak * olayların sebep ve sonuçlarıüzerine kendince soyut birtakım düşünceler ileri sürmek.
* bilgiçlik taslamak.felsefeci * Felsefe incelemeleri yapan kimse.
* Felsefe öğretmeni.felsefî * Felsefe ile ilgili olan, felsefeye ilişkin. feminist * Feminizm yanlısı(kimse, görüş). feminizm * Toplumda kadının kısıtlı olduğuna inanılan ve yararlanması gereken haklarıçoğaltıp ve erkeğinkiler
düzeyine çıkarmak, eşitlik sağlamak amacını güden düşünce akımı.fen * Fizik, kimya, matematik ve biyolojiye verilen ad.
* Fizik, kimya, matematik ve biyolojiden elde edilen verileri işve yapım alanında uygulama, teknik.
* Bilim, bilgi.
* Hile, hilekârlık.fen bilimi * Fizik, kimya, biyoloji gibi bilimlerin ortak adı. fena * İyi nitelikte olmayan, kötü.
* Üzücü.
* Çok.
* (kişiler için) İstenilen ve gereken nitelikte olmayan.
* Hoşa gitmeyen, rahatsız edici.
* Davranışlarıtoplumun ahlâk anlayışına uymayan.
* Çok, fazla, aşırı biçimde.fena * Ölümlü olma durumu, ölümlülük. fena bulmak * ölmek, yok olmak. fena değil (veya fena sayılmaz) * oldukça iyi. fena etmek * kötü davranmak.
* kötü bir duruma düşürmek.fena gözle bakmak * kötü niyetini anlatır biçimde bakmak. fena hâlde * fazlaca. fena hâlde * Aşırıölçüde, son derece, pek çok, adamakıllı. fena kalpli * Herkesin kötülüğünü isteyen, başkaları için kötülük düşünen. fena olmak * hasta gibi olmak, fenalaşmak.
* çok üzülmek, bozulmak.fena yapmak * kötü duruma düşürmek. fena yerine vurmak * tehlike yaratabilecek bir organa veya başka bir yere darbe indirmek. fenafillâh * Allah yolunda yok olma. fenalaşma * Fenalaşmak işi. fenalaşmak * Kötü bir duruma girmek.
* (hasta) Ağırlaşmak.
* Ansızın bayılacak gibi olmak.fenalaştırma * Fenalaştırmak işi durumu. fenalaştırmak * Fenalaşmasına sebep olmak, fena duruma getirmek. fenalık * Kötülük, şer.
* Uygunsuz durum, rahatsızlık veren yapı.fenalık etmek * kötülük etmek, kötülükte bulunmak. fenalık geçirmek (veya gelmek) * kendini bilmeyecek veya bayılacak bir duruma gelmek. fenasına gitmek * üzülmek, gücenmek, kırılmak, sinirlenmek. fenaya çekmek * (söze) kötü anlam vermek. fenaya sarmak * işveya durum kötüye gitmek. fenci * Fenle uğraşan kimse.
* Fen konularında ders veren öğretmen.fener * Saydam bir maddeden yapılmışveya böyle bir madde ile donatılmış, içinde ışık kaynağı bulunan aydınlatma
aracı.
* Gemilere yol gösteren ışık kulesi, deniz feneri.
* Tepesinden kulplu kahveci tepsisi, askı.fener alayı * Bayram gecelerinde kalabalık halk topluluklarının, ellerinde fener veya meşalelerle şehri dolaşarak yaptıkları
gösteri.fener balığı * Fener balığı gillerden, vücudunda pek çok ışık verme organı bulunan, tropik denizlerde yaşayan bir balık
(Lophius piscatorius).fener balığı giller * Kemikli balıklar takımının, vücutları basık, derileri çıplak, ağızlarıçok büyük olan, derin denizlerde yaşayan
balıklar familyası.fener çekmek * elinde fenerle önden gitmek.
* bir kalabalığa önderlik etmek.fenerci * Fener yapan veya satan kimse.
* Deniz feneri bekçisi.
* Sokak fenerlerini yakan kimse.fenercilik * Fener yapmak veya satmak işi. feneri nerede söndürdün * geç kalanlara takılmak için söylenen bir söz. fenerli * Feneri olan. fenerli burgu * Ahşap bölümleri delmeye yarayan matkap. fenersiz * Feneri olmayan. fenersiz yakalanmak * beklenmedik bir zamanda istenmeyen bir durumla karşılaşmak. fenik * Alman markının yüzde biri. Fenike portakalı * Fenike ve yöresinde yetiştirilen sulu ve kokulu bir tür portakal. Fenikeli * Fenike halkından olan (kimse). fenlenme * Fenlenmek işi veya durumu. fenlenmek * Yaşına göre bilmemesi gereken şeyleri öğrenmişolmak.