fainal four | * Dörtlü final. |
fair-play | * Dürüst oyun. |
faiz | * İşletmek için bir yere ödünç verilen paraya karşılık alınan kâr, getiri, ürem, nema. * Kapitalist ekonomide, artık değerin değişikliğe uğramış biçimi olarak paranın fiyatı, kiralanan paranın kira bedeli. |
faiz fiyatı | * Faize verilen 100 kuruşkarşılığında alınan bir yıllık faiz. |
faizci | * Faizle ödünç para veren kimse, tefeci. |
faizcilik | * Faizcinin işi, tefecilik. |
faize vermek | * (parayı) faizle ödünç vermek. |
faizlendirme | * Faizlendirmek işi. |
faizlendirmek | * Parayıfaize verip işletmek, çoğaltmak, nemalandırmak. |
faizli | * (para için) Faizi olan, faizle işlem gören. |
faizsiz | * (para için) Faizi olmayan. |
fak | * Tuzak, kapan. |
Fak Fuk Fonu | * Sosyal yardımlaşma amacıyla 1990’lıyıllarda kurulan, halk arasında bu kısaltmayla tanınan fakir fukara fonu. |
faka basmak | * aldatılmak, tuzağa düşmek. |
faka bastırmak | * aldatmak, tuzağa düşürmek. |
fakat | * Yalnız, ancak, ama, lâkin. |
fakfon | * Bakır, nikel ve çinkodan oluşan gümüşgörünüşünde bir alaşım. |
fakır | * Yoksulluk, fukaralık. |
fakih | * Fıkıh bilgini. |
fakir | * Geçimini güçlükle sağlayan, yoksul, fukara. * Zavallı. * (nesneler için) Olması gerekenden az. * Alçak gönüllülük için birinci kişi zamiri görevinde kullanılırdı. * Hindistan’da yokluğa eziyete kendini alıştırmışderviş. |
fakir cevher | * İçindeki madenin oranıdüşük olan maden cevheri. |
fakir düşmek | * yoksullaşmak. |
fakir fukara | * Yoksullar, geçimini sağlamakta güçlük çekenler. |
fakir tavuğu tek tek yumurtlar | * destekçisi olmayan, dayanağı olmayan kimsenin işleri yavaşyürür. |
fakirane | * Fakir gibi, fakire uygun düşen biçimde. |
fakirce | * Fakire benzer durumda. |
fakirhane | * Düşkünler yurdu. * Alçak gönüllülük göstermek için “evimiz” anlamında kullanılır. |
fakirizm | * Hint felsefesinde insan vücudu bütün kötülüklerin kaynağısayıldığından, bedene eziyeti ruhun kurtuluşu ve mutluluğu için gerekli gören çilekeşlik, Hint dervişliği. |
fakirleşme | * Yoksullaşma. |
fakirleşmek | * Yoksullaşmak. |
fakirleştirme | * Fakirleştirmek işi veya durumu. |
fakirleştirmek | * Yoksullaştırmak. |
fakirlik | * Yoksulluk. * Verimsizlik, kısırlık. * Yetersizlik. |
fakr | * Bkz. fakır. |
faks | * Belgegeçer. |
faksimile | * Tıpkı basım. |
fakslama | * Fakslama, belgegeçerleme işi. |
fakslamak | * Belgeçerlemek, belgeçer ile göndermek. |
faktitif | * Ettirgen fiil. |
faktör | * Etken, etmen. |
fakül | * Benek. |
fakülte | * Bir üniversitenin, öğrenim alanıveya uzmanlık konusu bakımından ayrılmışkollarından her biri. |
fakülteli | * Fakülte öğrencisi olan (kimse). |
fal | * Geleceği öğrenmek, şans ve kısmeti anlamak amacıyla oyun kâğıdı, kahve telvesi, el ayası gibi şeylere bakarak anlam çıkarma. |
fal açmak (veya bakmak) | * bakla, su, iskambil vb. ne bakarak gelecekte olacak şeyleri anlamaya çalışmak. |
fal taşı | * Falcıların fala bakmak için kullandıklarıdeğişik biçim ve renklerdeki taş. |
falaka | * Ceza olarak ayak tabanlarına vurmakta kullanılan, ayaklarıuygun bir durumda sıkıştırıp tutan kalınca bir sopa ile bunun iki ucuna bağlı bir ipi olan işkence aracı. * Bu araçla uygulanan dayak cezası. * Bazıkaldıraçlarda kullanılan ucu iple bağlıağaç parçası. |
falakacı | * Sadrazamın, İstanbul kadısının, yeniçeri ağasının veya sekbanbaşının denetlemeler sırasında yanında bulunan ve suçlu bulunanlarıfalakaya yatıran görevli. |
falakalı | * Falakası olan. |
falakaya çekmek (yatırmak, vurmak veya yıkmak) | * falakaya bağlayarak dövmek. |
Kategoriler